Haftayı değerlendirelim ve bence en önemlisi eğer bir faydası olacaksa bundan sonra ne yapabiliriz ya da neyi yapmayabiliriz neyden kendimizi sakınabiliriz, böyle bir şey sanki faydalı olur, ama Adıyaman’ı sordunuz söyleyeyim: Orada da söyledim Adıyaman’ın ilk iki gün fişi çekildi. Bu sadece Adıyaman’la sınırlı da değil, aslında bölgeye hani biz orayı gördüğümüz için dil ağrıyan dişe değer birçok yerde ilk iki gün halk kendi kendisiyle ve kıt imkanlarıyla baş başa kaldı ya da baş başa bırakıldı. Adıyaman’ın bütün girişleri enkazdan dolayı geçit vermiyordu.
Rakamların hiçbir kıymeti yok. İstatistikler manasız, her bir can çok kıymetli. Ateş hem düştüğü yeri hem dört bir bucağı yakar bir vaziyette. Son olarak bir şey söyleyeyim ölüm bir anlamda kurtuluş. Kaybı olana sormak lazım, bunu söylemekte kolay değil. Ama öyle zillet başlıyor ki ölümü aratacak bir yokluk geleceksizlik perişanlık minnete düşme muhtaç hale gelme kendi habitatında varsıllığıyla yoksulluğuyla yaşayan bütün bölge için söylüyorum birçok insan bir gece içinde geleceksizleşti, yakınlarını kaybetti, eşini, oğlunu, kızını, babasını, tezgahını, umudunu, organlarını, uzuvlarını bunları kaybetti. Bu ölümden daha beter bir şey çünkü ölüm geliyor yakıyor kavuruyor.
Hafızayı beşer misyan ile malul, iyi ki de öyle. Bir müddet sonra bu acı tükenmezse de eski yakıcılığında kalmıyor ama yokluk, yoksulluk, perişanlık bunlar insana her gün kendini dayatan, hatırlatan olgular. Sanki onun için biraz buralarına daha fazla odaklanmak gerektiğini düşünüyorum… ama eğer geleceğe dair bir cümle kurmaya başlayacaksak orada hiç ayırt etmeden bütün insanların bütün sivil toplumun ayakta olan, ayakta kalabilen herkesin olağanüstü bir fedakarlık, gayret ve emekle koşturduğunu gördük. Bu geleceğe
başlamak için bence ayağımızı basacağımız en sağlıklı zemin. Göz göze, yan yana, omuz omuza, elele ve ayırt etmeden söylüyorum, o baştaki keşmekeş deprem lojistiği çok farklı bir konu. Yani birinci saat ihtiyaç olan ikinci saat fazlalık durumuna gelebiliyor, üçüncü saatte elzem olanın bir gün sonra hiçbir kıymeti kalmayabiliyor hatta yük olabiliyor. Bunlar devlet anarşistlerin bir sloganı vardı bu, “olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” dizesinden o bir nefes sıhhat gibi
atıyorlardı “olmaya devlet cihanda”. Eğer devlet olacaksa o da tek böyle şeyler için lazımdı o da yoktu. Yani bir Fatiha vereceksek bu canlarla birlikte devletin de ruhuna bir Fatiha vermek icab eder.
‘İŞ MAKİNELERİ, EKİPLER İLK İKİ-ÜÇ GÜN YOKTU’
Önder, araçların Diyarbakır’ın Silvan ilçesi üzerinden Adıyaman’a gidebildiğini söyledi.
Enkaz altında kalarak vefat eden Adıyaman Milletvekili Yakup Taş’ın eviyle kendi evlerinin yakın olduğunu söyleyen Önder, “Yakup bey nasıl oldu da 4 gün boyunca enkazdan çıkarılamadı” sorusuna yanıt verdi.
Önder, “Kimse yok ve ulaşım mümkün değil. Ben ikinci ya da üçüncü gün oradaydım. İnsan çok ama bunu kaldırmaya vinç lazım. İş makineleri, ekipler ilk iki-üç gün yoktu. Bunlar olmayınca insanlar ağlayarak, bağırarak enkazın altında sesini duyduğuna moral vermeye çalışarak çırpınıyordu” diye konuştu.
‘BARINMA TEMEL BİR İNSAN HAKKIDIR’
İstanbul ve büyükşehirlerdeki deprem hazırlıkları ve nasıl tartışmalarıyla ilgili olarak “imar şebekeleri”nin etkisine dikkat çeken Önder, şunları anlattı:
“Türkiye’nin en büyük terör örgütü imar şebekleridir. Bu tanım da bana ait değil, Nişanyan’a aittir. İmar şebekleri kadar örgütlü, sinsi, hayatın her alanına sirayet eden ve yıkıcı olan başka hiçbir şey yoktur. Bu geniş bir zincir sadece imar komisyonları değil. Bir küçük parçası olarak o komisyonda yer alabilmek için insanların birbirini vurduğu olaylar biliyoruz. Kim buralardan zenginleşmiş, servetine servet katmış bir bakmak lazım.
Esas sorun büyükşehirlere başlayan göçte, dikkat edin devlet burada düzenleyici olmayı hiçbir zaman tercih etmemiştir, bütün kurumlarıyla. Ne yapmıştır, yasaklayıcı olmuştur. Yasaklayıcı olunca, hayat engel tanımız, barınma temel bir insan hakkıdır, o insanlar gitmişler gecekondu yapmışlar, hemen onun ekonomisi, rantiyesi oluşmuş.
‘EN ÇABUK UZLAŞILAN YERLER İMAR KOMİSYONLARIDIR’
Bu siyasetin finansmanına kadar uzanan bir şeydir.
50 bin can kaybından bahsediyoruz. Trilyon dolar bir maliyete mal olduğunu söylüyorlar. Bir gecede yaklaşık 40 yıldır devam eden bir çatışmalı süreçten daha fazla insanımızı toprağa verdik. 85 milyar dolarla ayağa kalkacağı öngörülüyor. Sorun para meselesi değildir. Bugün Maslak, Şişli’nin ötesine geçince bir bilim kurgu filmi gibi gökdelenler fezada. Ve bunların bir tanesi temiz yapılmamış. Bir bakıyorsun şu kadar kat varken iki kat daha plan tadilatı, meclis onayı, yeni nazım planı şu bu… İki kat daha verdiğin zaman diğer bütün İstanbullunun hakkından, rüzgarından, oksijeninden çalıp, trafikte zamanından çalıp bir kişiye, bir imzayla tahsis edebiliyorsun. İşte buna imar şebekesi denir. Hiçbir parti de bundan vareste değildir. Açık açık konuşalım. En çabuk uzlaşılan yerler imar komisyonlarıdır. Hiç orada hır gür olmaz.”
‘İKİNCİ KONUTLARA AĞIR VERGİLENDİRME GETİRMELİSİN’
Önder, kentlerde tüm kesimlerin temsil edildiği konseyler kurulmasını ve şehrin planlamasına halkın karar vermesi gerektiğini beliEski HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Halk TV’de depreme ilişkin konuşmasında, “Türkiye’nin en büyük terör örgütü imar şebekleridir. İnşaat Türkiye’de yağma ve talan kaynağıdır. Hiçbir parti de bundan vareste değildir. En çabuk uzlaşılan yerler imar komisyonlarıdır. Kim buralardan zenginleşmiş, servetine servet katmış bir bakmak lazım” dedi.
Eski HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Halk TV’de yayınlanan “Perdenin Önü Arkası” programına katıldı. Depreme ilişkin değerlendirme yapan Önder, “Türkiye’nin en büyük terör örgütü imar şebekleridir. İmar şebekleri kadar örgütlü, sinsi, hayatın her alanına sirayet eden ve yıkıcı olan başka hiçbir şey yoktur. Kim buralardan zenginleşmiş, servetine servet katmış bir bakmak lazım. Hiçbir parti de bundan vareste değildir. En çabuk uzlaşılan yerler imar komisyonlarıdır. Hiç orada hır gür olmaz. Açık açık konuşalım” diye konuştu.
“Türkiye’nin en büyük terör örgütü imar şebekleridir”
İstanbul ve büyükşehirlerdeki deprem hazırlıklarına ilişkin “imar şebekeleri”nin etkisine dikkat çeken Önder, şöyle konuştu:
“Türkiye’nin en büyük terör örgütü imar şebekleridir. Bu tanım da bana ait değil, Nişanyan’a aittir. İmar şebekleri kadar örgütlü, sinsi, hayatın her alanına sirayet eden ve yıkıcı olan başka hiçbir şey yoktur. Bu geniş bir zincir sadece imar komisyonları değil. Bir küçük parçası olarak o komisyonda yer alabilmek için insanların birbirini vurduğu olaylar biliyoruz. Kim buralardan zenginleşmiş, servetine servet katmış bir bakmak lazım.
Esas sorun büyükşehirlere başlayan göçte, dikkat edin devlet burada düzenleyici olmayı hiçbir zaman tercih etmemiştir, bütün kurumlarıyla. Ne yapmıştır, yasaklayıcı olmuştur. Yasaklayıcı olunca, hayat engel tanımız, barınma temel bir insan hakkıdır, o insanlar gitmişler gecekondu yapmışlar, hemen onun ekonomisi, rantiyesi oluşmuş. Bu siyasetin finansmanına kadar uzanan bir şeydir.
“İnşaat Türkiye’de yağma ve talan kaynağıdır”
50 bin can kaybından bahsediyoruz. Trilyon dolar bir maliyete mal olduğunu söylüyorlar. Bir gecede yaklaşık 40 yıldır devam eden bir çatışmalı süreçten daha fazla insanımızı toprağa verdik. 85 milyar dolarla ayağa kalkacağı öngörülüyor. Sorun para meselesi değildir.
Bugün Maslak, Şişli’nin ötesine geçince bir bilim kurgu filmi gibi gökdelenler fezada. Ve bunların bir tanesi temiz yapılmamış. Bir bakıyorsun şu kadar kat varken iki kat daha plan tadilatı, meclis onayı, yeni nazım planı şu bu… İki kat daha verdiğin zaman diğer bütün İstanbullunun hakkından, rüzgarından, oksijeninden çalıp, trafikte zamanından çalıp bir kişiye, bir imzayla tahsis edebiliyorsun. İşte buna imar şebekesi denir. Hiçbir parti de bundan vareste değildir. Açık açık konuşalım. En çabuk uzlaşılan yerler imar komisyonlarıdır. Hiç orada hır gür olmaz. İnşaat Türkiye’de yağma ve talan kaynağıdır.
“Kentli, kent hakkını kullanmak konusunda sonsuz söz sahibi olmalı”
Önder, kentlerde tüm kesimlerin temsil edildiği konseyler kurulmasını ve şehrin planlamasına halkın karar vermesi gerektiğini belirtti:
“Kent konseyi ya da yörenin kendisi hakkında karar vermesi gerektiğini söylediğin zaman, hadi adını da söyleyeyim, özerkliktir bunun adı. Bunu dediğimiz için yıllarca hapis cezalarıyla yargılanıyoruz. “Ya bölünürsek” paranoyası, bak ya ölürsek? Niye Adıyamanlı devlet hastanesinin nereye yapılacağına kendisi karar vermemiş… Belediye binası var bitişik nizam neredeyse Komagene Kültür Merkezi. Birini belediyenin kendisi yaptırmış diğeri AB kriterleriyle yapılmış. Birinin camı kırılmadı belediye binasının yerinde yerler esiyor. Kentli kent hakkını kullanmak konusunda sonsuz söz sahibi olmalı. Enkazın altında kendisi kalıyor ama kararı merkezi bir organ veriyor.
Suyunu, toprağını, taşını suyunu sen tanıyorsun, kendi geleceğine de sen karar ver. Rant isteniyorsa da hep beraber karşı çıkın.”
Fiyatlardaki yükselişler birlikte konutların “yatırım aracı” olarak görülmeye başladığını ifade eden Önder, TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ı açıklamasını hatırlatarak, şunları kaydetti:
“Sosyalist arkadaşlarımız ‘herkes oturduğu konutun sahibi olacak’ deyince en çok bir-iki konutu olanlar zıpladı. O yüzlerce konutu olanlar hiç oralı bile değil. Onun için ikinci konutlara ağır vergilendirme getirmelisin. Daha ileri bir şey söyleyeyim: Miras bırakamamalısın.
MUHALEFETE SESLENDİ
Bir sürü hırsız arsız kazancını inşaatta aklayan kendi bu dünyadan cehennem olup gidiyor, geride kalan serveti kalanına helal ve meşru oluyor. Eğer devlet devlet diyorsanız, toprağın kendisi devletin olsun. Üst kullanım hakkını al. Bak bakayım, barınma hakkı bir sorun olarak kalıyor mu? Peki bunu yapmak güç mü? Bütün muhalefet sesleniyorum, kendimizi de katarak.”
“Halk, ‘Çocuklarına birer daireden fazla miras bırakamazsın, bırakırsan o binanın 4 katı kadar vergi koyarım, oradan aldığım vergiyi de barınma hakkı için kullanırım’ diyecek bir iradeyi arıyor.
‘İSTANBUL’U KONUŞACAKSAK BİR İRADE LAZIM, MUHALİF BİR AKIL LAZIM’
Rantiye ise dünyanın en adaletsiz işi. Belediyede biri imza atacak, sen iki kat fazla çıkacaksın ya da 10 metrekare fazla yapacak, milyonlarca dolar kazanacaksın, çocuğun da üretmeden dar ceket ve tayt pantolonla hava atacak. Böyle bir zengin türü zuhur etti. Onun için İstanbul’u konuşacaksak bir irade lazım, muhalif bir akıl lazım. Bunu konuşmalıyız. Halkı doğrudan karar süreçlerine katmalıyız.”
‘BİZ ONUN İÇİNE MÜDAHİL OLACAK DEĞİLİZ’
Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayıyla ilgili tartışmalar ve İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “Kazanacak adayla seçime gideceğiz” açıklaması ise Önder, “Saygı duymam gerekir. Biz onun içine müdahil olacak değiliz. Kendi ittifakımız var ve böyle sorunların hiçbirini yaşamıyoruz” dedi.
‘KAZANACAK ADAY DEDİNİZ Mİ SEÇMENİN EŞİĞİNE GİDECEK YÜZ OLMAZ’
Önder, “O kendi iç tartışmaları, çirkin olur özensiz olur ama olgusal düzeyde bir laf edebilirim” diyerek, sözlerini şöyle ifade etti:
“Kazanacak aday bir siyasi liderin edeceği en son laf olmalı. İddianız şu olmalı: ‘Biz şu adayda mutabık kalırız bu ilkeler ışığında ve onu kazandırırız’. Kazanacak aday dediniz mi seçmenin eşiğine gidecek yüz olmaz. Üniversiteyi bitiremedim ama Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde 2 yıl okudum. Siyaseten en son sarf edilecek laftır. Bu yönüyle sıkıntılı bir laf. Sayın Akşener deneyimli bir siyasetçi, niye buradan gidiyor, anlamış değilim.
‘KAZANACAK ADAYSA SANA NE İHTİYACI VAR, ZATEN KENDİ KENDİNE KAZANIR’
İkincisi, birçok insanın haya edip dile getirmediği, Sayın Kılıçdaroğlu’nun kimliği üzerinden bir ayrıştırmacı ya da onu dezavantajlı gösterme şeyi var. Önüne genellikle şöyle bir takiye eşliğinde servis ediliyor. Bunu gazeteciler de yapıyor, kanaat önderleri de yapıyor, siyasi parti liderleri de… “Kemal Bey çok iyi bir adam ama…”, “Şunu şunu başardı ama…” falan. Bu da faşizmi ve ayrımcılığı her gün yeniden üretiyor. Siyasi iddia odur ki, biz şu aday, Kemal Bey ya da bir başkası, etrafında kenetleneceğiz, şu ilkeler ışığında ve onu köşke taşıyacağız. Kazanacak adaysa sana ne ihtiyacı var, zaten kendi kendine kazanır. Kazanacak aday Recep Tayyip Erdoğan, o zaman git ona çalış, öyle gözüküyor. Bu siyaseten yanlış bir laf. Sayın Akşener’e saygısızlık etmek istemem ama Millet İttifakı’nın iç işleri de benim işim değil ama siyaseten sorunlu bir yaklaşımdır. Gerçekten sakil duruyor.”
Sırrı Süreyya Önder











