Uğulduyor kalbim, nasıl da uğulduyor, sanki arı kovanı
**
Bir merhaba gönder bana, suratıma kan gelsin
Çıkmak için bu kırılgan yokuşu
**
Çocuklar yarı yolda bırakır bizi Tanrım
Kendine gel diyorsun, gelsem olmaz mı sana
**
Bir serüven ki
Bizden biri yaptı sırtımızdaki hançeri
Ve terk etti bizi huzur denen sevgili
Kalakaldık şaşkınlığın avuçlarında
Billur bir kuş gibi.
…
İçimden dedim, gömülü bir ırmağın yalnızlığıdır bu
Beraber yürüyelim olur mu
**
Güzeldim galiba, bunu nasıl söylesem
Eline sağlık Tanrım, Leyla çok güzel olmuş
Tanrım eline sağlık dünya da güzel olmuş
Keşke biraz ölmesem…
**
ıskalıyor beni annemin duaları
**
kırlar ki dünyanın en güzel elbisesi
dinle, mırıldanıyor dünya:
kurulu bir düzenim var
bu kıyamet neyin nesi
**
elimdeki gülü kaldırıp mezarlıkta
sağlığınıza dedim, hepinizin sağlığına
**
yavru bir kuşun daha ilk denemesinde
tutunmaya çalışması gibi göğe
**
ve sen, ey adaşım olan ibrahim
odana çık, odana çık
kalbine
yaşlı bir kedi gibi ol
her şeye razı
**
Seni yoksulken gördüm, daha güzeldin
Gel ey mahcubiyet, saklan arkama.
**
Dikkatim dağılıyor, Rabbim beni bağışla..
**
Herkes mahcuptur kalbine karşı…
**
Dünya küçük demişlerdi, nerdesin?
**
bir şey geldi bize, bereketi olmayan
ekmeksiz yenilen yemekler gibi
**
Alışmak geliyor, çıkmıştır yola
Bıkmadan ölmek yok, insanlarından.
**
İnsan insana anlatamaz derdini
Denedin, olmadı, değil mi?
**
Benim hüzne yetecek malzemem var
Giderken bırakırım belirsiz bir nesne, yani gitmiş olmam
Gittimse aşk için kaldımsa aşk için
Öldümse aşk için döndümse aşk için
Ben şimdi bu şiiri harf harf yazdımsa aşk için
Unutulmak için uyuyanlar ne bilsin
Yaratılmışım demek sudan ve bahaneden
**
Yağmurda koşan bir çocuk olsam
Vedalaşır gibi bildikleriyle.
Kendinden mahrum kalır mı insan?
Kalsam.
Duralım burada, güzel esiyor!
**
Şu sıralar çiğnenmiş bir vasiyet gibi üzgünüm.
Anladım ki, adına dünya denilen şey, bana göre değil.
Bütün ışıkları yanıyor üzüntümün
Gitmek istemezken gittiğim o yer
Güneşin yok saydığı çelimsiz günler,
Bir anlık öfkeye verdiler beni;
Dünya zemin kat, yüksek kader…
**
bir hayat,mahçup ve duru
Tanrım, gülleri
ve sessiz harfleri koru.
**
zar tutuyorsun ey hayat bu kaçıncı sevgili
yanlış ata oynamışım gözlerim öyle dedi.
**
eline sağlık Tanrım leyla çok güzel olmuş
Tanrım eline sağlık dünya da çok güzel olmuş
keşke biraz ölmesem.
**
ben uzaktan severim
seni de öyle sevdim
bir tutam gökkuşağı karıştı sevdamıza
kuş kanadı bir tutam
bıraktık korkularımızı
uçtuk gittik
**
Ateşin düştüğü yerdir yerim. Şimdi ben ne demek istedim, Dâima üzülürsün şairsen İyisindir mutlusundur, değilsen. Yani sen!
Devlet manzaralı evlerimizde Kaybedip her şeyin derinliğini, Bir örnek vereyim mi; Kendi yasını bile Tutmuyor artık kimse
**
Ey dünya telaşesinin üstünü örttüğü şey
Ey konaklarda büyüyüp aslını inkâr eden
Adın her neyse bana da uğra.
Uğra ki
Şu adamın nesi var demesin kimse,
Bir sukuşu gibi usulca öldüğümde
Isıtsın gittiğimi.
Hep soğuk mudur Tanrım,
Şairlerin döşeği.
**
Anlaşılır olmaya çalışmışımdır hep. Ritmi, müziği kuvvetli kelimelerle, tek başlarına dahi insanlara dokunan kelimelerle yazmaya, daha berrak, daha duru olmaya çalışmışımdır. Kendi aile evimde yüksek sesle okuyamayacağım bir şeyi yazmam. Hassasiyet, ölçü budur.
**
Şairlik bir nasip meselesidir. Şiiri ise yaşama çabası olarak görüyorum.
**
Şaşkınlığımı gizleyecek bir yer
Bulamadım şiirden başka.
Rabbim ne der?
Camiden eve dönerken ki ferahlık
Sadece müminlerin bildiği;
Şiir böyle bir şey mi?
Ne güzel, dökmek, şiirle içini;
Aynaya bakarken okunacak o dua
Güzel yarattın beni, ahlâkımı da
Güzel kıl; namaz gibi..
**
Yanlışın en ağır olanı,
-doğru- insana yapılandır.
**
Bana hitap etmiyor olmadığın gün
Harita kadar bir yer, işte Türkiye!
Yoklarım yolları, birazdan üzgün
Sonra tekrar şiire…
**
Şairler mutsuz insanlardır. Mutlu insanlar şiir yazamaz.
**
Nereye kaçsam dile geliyor hemen
Bana kalıyor rengi kaçan ne varsa.
Ey dünya telaşesinin üstünü örttüğü şey
Ey konaklarda büyüyüp aslını inkâr eden
Adın her neyse bana da uğra.
Uğra ki
Şu adamın nesi var demesin kimse,
Bir sukuşu gibi usulca öldüğümde
Isıtsın gittiğimi.
Hep soğuk mudur Tanrım,
Şairlerin döşeği.
**
Kar tutmuyor artık şehirleri nedense
Sesini teybe çekip sonra da beğenmeyen
Her kimse,
Ona benzetiyorum ben bu tuhaf ilişkiyi
Ki insan mütercimdir, kalbindeki o şeyi
Metal tadı olsa da ısırdığı her şeyde
Çevirir durur kendi dilince.
…
Şehir
Kaçak kat gibi çöküyor üstümüze.
Körün takım tutmasına benziyor bu,
Sempati besliyoruz
Ölümden başka her şeye.
**
Herkes mahçuptur kalbine karşı;
Büyük sözünden çıkmayan toprak
Bir çiğdemle uzun boylu konuşmak,
Hayata açılan bu kadar kapı
Mahrem konular gibi birden kapandı.
**
Ve korkum, o da sizinkine benzemez
Saflar sıklaştıkça korkarım
**
Her zamanki şeyler, geçim derdi vs
Ömrümüz usulca çekiliyor göndere.
Yürüdükçe yoruyoruz seni yol
İnsanlık öldükçe nüfus artıyor.
Ah diyorum, ne yapayım ben?
Gökyüzü kalıyor bizden geriye
Çalışmak, çabalamak, yine de …
Yer arıyorum, üzülmek için;
Eskiler pişermiş kısık ateşte
Ayağa düştü şimdi büyümek bile.
Sıkılmak gibiyim sonuna doğru
Ne çok istiyorum akşam olmayı,
Yanağa yaklaşan öpücük gibi
Uykunun dallarına konmayı …
**
Yetiyor bana babamın kitapları
Herkes dışarı!
**
Soğuyor insan ve evler
Geç ısınıyor, neden acaba?
**
Ey benim otuz yıl sonraki hâlim
Ölmediysen eğer, yaşıyorsan
Sözümü kesme de yanına geleyim,
Derdin nedir, torun ve torba
Sende saklı ziyan olan ne varsa
Bileyim.
**
Kopardıktan sonra suya koyarsan
Yaşıyor sanıyorsun birkaç gün daha.
Yüksek bir yerden düşer aklına
Solduğun zaman.
**
Bir gül düşün, gönülsüz açan
Olan her şeyi solduran zaman;
Çocuklardan önce yatan babalar
Gelmiş ve kalmış o yorgunluklar…
**
Sadece birini okudum ama
Dört kitapta yeri var; insan ölümlü.
Ey ölüm, lafını unutma..
**
Bir çiçek düşünün, yerini beğenmeyen
Çiçek işte, herkese nazı geçen
Solar çiçek, beğenmezse yerini
Yani sen, yani ben.
**
Çimenleri görür görmez ah dedim
Bir toprak kalmış sesini yükseltmeyen
Toprak işte, anladın mı ey fani
Sadece odur, yaşını göstermeyen.
**
Ağaçları düşünüyorum sonra; mesela elma
Sessiz ve çalışkandır, kendi halinde.
Kiraz da öyledir, konuşkandır fakat
Yüz verdiği için mi serçelere…
Alıç ve Ahlât’ın yeri ayrıdır bizde
Gitmemişlerdir çünkü köyden kente.
**
A benim
Oğulotu bitmeyen topraklarda
Şaşırıp kalan kalbim
Senin Türkçen yok mu, anlatıyorum işte
Bir kuş kalbi misin ki ürkmek için bahane
Arayıp duruyorsun.
Bize dönecek oysa o güzel ölüm
Yatacağız beraber güzellik uykusuna
Her gün bahar olacak ve onun temizliği
Yeni yıkanmış tül perde ne ki
Benzetecek bizi dağların doruğuna.
Ölümden korkuyor musun diyor okurun biri
Neden korkayım, ona ne yaptım ki
Bir kez olsun binmedim saltanat kayığına
Ve ömrüm boyunca
Heyelan bölgesinde yaşadım sanki.
**
Ne giysem yakışmıyor, uçurumlardan başka
Dağıtamıyor hiçbir güneş ruhumdaki sisi
Ve ben hâlâ yarın güzeldir diyorum,
Kalmasa da albenisi…
**
Canımı yakıyor dünyanın güzelliği
Yetmiyor ömür, o büyük şiire.
Rabbim, ne olur
Sözümü kesme…
**
Kimsesizler Mezarlığının hemen iki yüz metre karşısında tripleks villalar. Birkaç kilometre ötede, trilyonluk villaları ile gündeme gelen Zekeriyaköy. Ve burada; parklarda, sur diplerinde, barakalarda aç susuz ölmüş, ilaç nedir bilmemiş, sıcak bir yuvaya hasret kalmış insanlar. “Hep bana” diyen zihniyet, tüm çıplaklığı ile kendini gösteriyor.
…
Hiçbir şeyin anlamı yok artık. Kimsesizler Mezarlığını gördükten sonra, bütün bunlar, bitmiş bir çek koçanı gibi anlamını, cazibesini yitiriyor. Hatta “aile mezarları”na gizliden gizliye bir öfke duyduğum bile söylenebilir.
**
Kar yağarken serçeleri seyrettim,
Çocuklarım geldi birden aklıma;
Sabırsızlanıyorlar büyümek için
Gelmeyin, burası derin!
**
Düşman geliyor, kadim olan her şeye
Dine, disipline ve şiire…
Durmak olur mu?
Şiirdir,
Korugan kılar kırılgan kamışları
Taze tutar, ekmeği ve bayrağı
Can verir, ölüme bile
Nasıl bir şey, anladınız mı?
**
ey ölüm, ey yoksulların neşesi
**
“Ebu Hüreyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre, Nebî (s.a.v) şöyle buyurmuştur; ‘Şâirlerin söylediği sözlerin en doğrusu, Lebîd’in söylediği şu sözdür: Biliniz ki, Allah’tan başka her şey yok olmaya mahkûmdur.”
**
Ayağını kaldırıyor dünya, konuşurken benimle.
Budanan oğullar gibiyim, sessiz ve narin
Nereye koysam geri sayım başlıyor
Kurcalıyor beni bir çırağın elleri
Ah, unufak olsam ve desem ki
Ağzın tat görmesin hayat
Kandırdın beni
**
Dünya tuhaf değil mi
Kızarmış ekmeğe tereyağ sürer gibi
Çocuklar yetiştiriyoruz ölmesi için
**
sözcük yapımında kullanılan
bir şeydir senin gülüşün
herkes güzeldir sustuğu kadar
sen de güzelsin bu mümkün
**
kusura kalma teselli hazretleri
sana layık bir mürit olamadım besbelli
büyük şehirlerin küçük içinde
dansa kaldırılan utangaç bir kız gibi
buldum bu dünyada kendimi.
ve camları hohlayıp da çizdiğim resimlerden
bir ben kaldım ve sevgilim
suyu ihmal edilmiş fesleğen gibi gitti
gözlerim terledi yolunu gözlemekten.
**
ey insan sana küstüm çünkü sen beni
birazdan kurşuna dizilecek bir mahkum gibi
bıraktın ve gittin endişe limanında.
ama sorarım, mesela samatyada
kimin bahçesi daha büyük
ölümden.
**
ah, unufak olsam ve desem ki
ağzın tat görmesin hayat
kandırdın beni.
sorma,
elim kırılsın bir daha
dokunursam güneşe.
kılpayı kaçırılmış bir şeyin
bıraktığı ardında
neyse oyum ben.
yaralı serçe, benim için dua et;
gök bir kayalık gibi şimdi üstümde
**
bağırıp duruyorum denizin ortasında,
su buradan ne kadar uzakta…
**
bana günahtır,
nereye gidersem orası senin yurdun
çünkü aklımdan çıkmıyorsun.
**
Samimiyet, dilimiz ile kalbimizin, yazdıklarımız ile yaptıklarımızın birbirini tutmasıdır. Elimden geldiğince böyle davranmaya çalışıyorum. İçtenlik ve samimiyet belki budur: Olanı olduğu gibi yazmak.
**
Dinle, ruhumun yatışmasını bekleyemem
Gitmeliyim ve giderken
Bakmamalıyım gözlerine dünya denen fakirin,
Su içtiğim ellerden
Bana bir pişmanlık gelmesini istemem.
**
Şimdi ben öksüz bir kitabeyim bir mezarın başında
Bana yalan söylendi vahşi atlar yok burada
Ve gelişi güzeldi neşenin, gidişini görmedim
Kasvet mi, orası benim bahçem, o çitleri ben çektim
**
Dağların durduğu böyle anlarda
Yalar yarasını içte bir geyik
Her yerden görülen bir şeyken dünya
Sağa çekip ağaçları seyrettik
**
Aşk diyor, başka bir şey demiyor kalbim
**
Bazen diyorum hayatta olsam
Rabbim, biraz daha bağışla beni
Herkesin korktuğu bir adamken yaşamak
Kendimden ayırmadım, ey şiir, seni.
**
Öpmezdi, koklardı, dedem beni
İçine çekerdi, temiz hava gibi.
**
Turgut Uyar, tam elli yıl öncesinden bakarak, bugünü şöyle yazmış: “İnsanın yeri değişiyor.”(Çıkmazın Güzelliği, 1963.)
İşte, altı ayı aşkın bir zamandır sosyal medyadayım. Aktif bir kullanıcı olmasam da, gözlemler yapıyor, notlar alıyorum.
İnsanları tanımak istiyorsan, onlarla yolculuk veya ticaret yap. Bize böyle öğretilmişti. Bu kadim nasihate bir madde daha eklemenin zamanı geldi: Sosyal medya.
Mevlana, “insanları tanımak, denizleri bardak bardak boşaltmaktan daha zordur” der. Sosyal medya, bu işi biraz kolaylaştırmış görünüyor.
Özellikle twitter, insanın nefsini (ego), yani aslında kim olduğunu ortaya çıkarıyor. Gerçek hayatta mütevazı kişiliğiyle tanıdığımız birçok insan, orada, başka biri olarak karşımıza çıkabiliyor. Eşi benzeri görülmemiş bir vefasızlık örneği sergileyen kimse, orada, vefa konulu cümleler kurabiliyor.
İnsanın kendine saklanması kolay, kendini saklaması zordur.
Şairliğinin yanı sıra sosyolog da olan Osman Konuk, bir konuşmasında, çok tehlikeli bir durumdan, nefsimizin soytarısı ve hizmetkârı olmaktan bahsetmişti. Durum, tam olarak böyle.
Sosyal medyada, kendisini dünyanın en önemli insanı sananların sayısı, hafife alınmayacak kadar çok. Anne-babamızın, çoluk-çocuğumuzun gözünde öyle olabiliriz. Fakat değiliz.
Evet, kâğıttan ekrana doğru bir geçiş yapıyoruz, yaptık. Kâğıt, daha bizdendi. Ekranın en önemli yan etkisi, insanın sadece kendisine dikkat kesilmesi. ‘Güzel çıkmış mıyım’ gibi bir şey bu.
Özellikle baktım; bazı kanaat önderleri, bir kişiyi bile takip etmiyorlar. Nedir bu? Sonuçta, hepimiz aynı işleme maruz kalmayacak mıyız?
Bir soru daha: Kendisiyle ilgili övücü şeyleri paylaşmanın kültürümüzde, inancımızda yeri var mıdır? Bunu, özellikle bu kültürü, inancı savunanların yapması, ayrıca nedir?
İbrahim Tenekeci
“Acıyla gülümser İbrahim’in şiiri. Ne gösteriş ne riya. Onun şiiri, parıldayan bir diş, buluttan sıyrılan güneş, kabuğu kalkmış yara, bir günahtan arta kalan pişmanlık, dumanı üstünde bir bardak çay, ne varsa yani kendiliğinden ve açık, işte öyle. Onun şiirlerini okurken aniden sesler kesiliyor, ortalığı derin ve hüzünlü bir sükût kaplıyor.”
Gam, insanları üzüntüye, karamsarlığa, kaygı ve tasaya sevk eden hal ve halleri ifade eden bir kelimedir. Şüphesiz bu çağrışım ve anlam değerleri ile olumsuz kavram alanına sahip bir kelimedir. Sevinç ve neş’enin tam da karşısında olan gam, hayatın bir gerçeğidir, aynı zamanda. Zira dünya hayatının bir tarafı gam, diğer tarafı mutluluktur. Zaten hayatı anlamlı kılan da aslında budur. İnsanın mizacı şüphesiz, yolu taşsız, gülü dikensiz, hayatı kedersiz ister. Lakin bu durum yaratılış gerçeğine de aykırıdır. Çünkü varlık zıtlıklar üzerine bina edilmiştir. Dolayısıyla zıtlıklar olmasa varlığı algı ve idrak de söz konusu olamazdı. Kaldı ki gülü dalında anlamlı ve değerli kılan, onun etrafındaki dikenlerdir. Bu bağlamda insanların hayatının bir kesitinde bu hali tecrübe etmemesi söz konusu değildir. Bazen bir gün hatta bir saat içerisinde bile insanların keder ve sevince dair değişik ruh hallerini yaşaması mümkündür.
Klasik şairlerimizin, felekten kaynaklandığı düşüncesiyle, bir şikâyet üslubunun olduğunu biliyoruz. Kadere isnat edilemeyen bütün olumsuzluklar feleğe yüklenir. Tabiri caizse felekten şikâyet etmek klasik şairlerimizin olmazsa olmazlarındandır. Dünyevi saltanat ve nimetlere gark olmuş sultanlardan, aç sefil dervişlere kadar bütün şairlerin ortak ve benzer dertlenmelerine sık sık rast gelmekteyiz. Şair, mutlaka âşıktır; sevgili mutlaka âşığa yüz vermemektedir ve âşık mutlaka bunu felekten bilerek şikâyet etmelidir. Dolayısıyla şairin gamdan, kederden, belalardan bahsediyor olması, o hâli mutlaka yaşadığı ve yaşıyor olduğu anlamına gelmemektedir.
Klasik Türk edebiyatında gerek gam gerekse neşe birçok şair tarafından kullanılan iki önemli kavramdır.
Gam, sevgiliye olan aşkı anlatmada cevr ü cefanın yerini tutarken; neşe ona kavuşmanın mutluluğunu ifade etmede karşımıza çıkar. Bu iki kavram ayrıca şairlerin günlük hayat içerisinde yaşadıkları duyguların ifadesi ve ruh dünyalarının ortaya konması için de kullanılır.
Gam, bazen şairlerin meramlarına ulaşmada karşılaştıkları engeller olur bazen de çeşitli nesnelere benzetilir. Yine bu kavram düşman, alacaklı, gönül ülkesini yağmalayan asker, fırtına, rüzgâr olarak karşımıza çıkar. Neşe ise manevi hazları ve ruhî zevkleri yaşamaktan hâsıl olan bir hâldir. Şairlerin neşeyi ifade eden hâle uygun teşbihleriyle de klâsik şiirde sıkça karşılaşılır.
Hüznün kelime dünyasından ‘gam’ Arapça kökenli bir kelimedir. Devellioğlu’nun Lûgat’ında “keder, tasa, kaygı dert” şeklinde karşılık bulan ‘gam’, Türkçe Sözlük’te “tasa, kaygı, üzüntü” olarak karşılık bulur. Bu kelimeye (gamm: مغ) karşılık olarak Kâmûsu’l-Muhît Tercümesi’nde “gussa ve endûh ma’nâsınadır” yazılıdır. “El-gummet” ( ةمغلا) maddesinde ise kelimenin anlamına dair şu yorum vardır: “Şârih der ki ‘gamm’ mâddesi setr ve tagti’e ma’nâsına mevzû’dur, hüzn ve endûha ıtlâkı sürûr-ı kalbi setr ettiğine mebnîdir.”
…
İstifade ettiğimiz Arapça sözlüklerden Mevlût Sarı’nın El-Mevârid’inde ‘gamm’ kökü için yazılan ilk anlam “üzmek, hüzünlü kılmak”tır. Kelimeye hüzünle alakalı verilen karşılıkların diğerleri de “gam, gussa, dehrin musibetlerinden, dertlerinden bir musibet, şiddet; afet, felaket, içinden çıkılması güç iş”tir.
…
‘Gam’ Kâmûs-ı Türkî’de “tasa, kaygu, keder, derd, gussa” şeklinde tanımlanmıştır. Son olarak “gam” Mehmet Kanar’ın Arapça Sözlüğü’nde “üzmek, hüzünlendirmek/hava çok sıcak olmak/hayvanın ağzına torba geçirmek/örtmek, bürümek” şeklinde tanımlanmıştır.
…
Kindî’ye göre hüzün “sevilenlerin kaybından ve isteklerin gerçekleşmemesinden kaynaklanan psikolojik bir rahatsızlıktır.”
…
İbn Sînâ mâlîhûlyânın en önemli sebebi olarak “gammın ve havfın ifrâtı”nı göstermiştir. Hüznün ve kederin, vücuttaki salgıları etkilediği, bu şekilde mizacın değiştiğini izah etmiştir.
…
Hem Efendimiz’e hitaben indirilen ayetlerde hem de diğer bazı ayetlerde hüzünlenen kim ise, çoğunlukla emir kipinde “üzülme” [نزحت لَ] denilmiş, bu ezici ruh hâlinden çıkılması için sabır telkin edilmiştir. Oğulları Hz. Yakub’a gelip, Hz. Yusuf’un kaybolması dolayısıyla kendisini çok üzdüğünü, neredeyse kendi kendini helak edeceğini söylediklerinde Hz. Yakup “Ben hüznümü, kederimi ancak Allah’a şikâyet ederim […]” şeklinde cevap verir. Zikredilen bu durum da hüzün ve keder ile sıkıntı hisseden insanın/müminin, derdini ancak Allah’a arz etmesinin ve sabretmesinin önemine vurgu yapar.
Kur’an’da üzülme ve hüzün duyma anlamlarını karşılamak üzere çoğunlukla “hüzün” (زحن) kelimesi kullanılmıştır.
…
Süleyman Uludağ Tasavvuf Terimleri Sözlüğü’nde “gam” kelimesine karşılık şu anlamları verir: “1.elem, ıstırap, üzüntü. 2.tasavvuf a.sevgiliyi dikkat ve özenle ararken karşılaşılan engeller. sevenin sevgilisi uğruna seve seve katlandığı zorluklar ve sıkıntılar. b.dünyevi kaygılar, tasalar, üzüntüler.”
Dert ortağı olan sabah merhametten dem vurmasaydı Fuzûlî ölürdü.)
Fuzûlî
**
Bana cem’ olur handa kim var bir gam
Benim mülk-i aşk içre Mecnûna vâris
(Nerede bir gam varsa benim başıma toplanır.
Aşk vadisinde Mecnun’un varisi benim.)
Fuzûlî
**
Gam uğurlar ‘ışk bâzârında nakd-i ‘ömrümi
Kılmak olmaz sûd sevdâda yaman orîağ ilen
Fuzûlî
**
Ne şerbetdir gamın kim içdiğimce eksilir sabrım
Ne sihr eyler ruhun kim bakdığımca rağbetim artar
(Gamın nasıl bir şerbettir ki içtikçe sabrımı azaltır. Yanağın beni nasıl büyülüyor ki ona baktığım ölçüde rağbetim artar.)
Fuzûlî
**
Ne revâdır bu ki peyveste sipâh-ı gam ü derd
Gönlümün mülkünü bî-vâsıta yağma eyler
(Bu ne revadır ki gam ve dert ordusu gönlümü ele geçirip gönül mülkümü vasıtasız yağmalar.)
Fuzûlî
**
Hayl-ı gamın itdi nakd-ı ömrüm tarâc
Sabr ile müyesser olmadı derde ilâc
Ruhsârıma dökdü merdüm-i çeşmim kan
Hindûyı görün lâ’l virir Rûma harâc
(Gamının sürüsü ömür nakdimi talan etti. Sabır ile derde deva bulmak mümkün olmadı. Gözbebeğim yanağıma kan döktü. Hindu’ya bakın ki Rum’a haraç olarak la’li verir.)
Fuzûlî
**
Gönül gam dünlerin tenhâ geçürme iste bir hem-dem
Ecel hâbından efgânlar çeküb Mecnûn’ı bîdâr it
Giriftâr-i gam-i ‘ışk olalı âzâde-i dehrem
Gam-i ‘ışka meni mundan beter yâ Rab giriftâr it
Fuzûlî
**
Cān u dille derd-i Ꜥışḳa nice ḳul olmayayın
K’eyledi dünyā ġamından ben ḳulın āzād Ꜥışḳ
Necâtî
**
Biñ yıl çekerse Ꜥışḳı ġamından ġarāmeti
Yoḫ göñlimüñ bu miḥnete bir dem nedāmeti
Şeyhî
**
Ġam çekmeyince ḳıymeti artar mı Ꜥāşıḳuñ
Ḳan yutmayınca buldı mı hīç iꜤtibār laꜤl
Ahmed Paşa
**
Sīnede dil ġam-ı Ꜥışḳuñla pür olmış gūyā
Künc-i mey-ḫānede bir şīşe ile mül ḳodılar
Atâî
**
Ḥāṣıluñ evvel ġam-ı cānāndur āḫir terk-i cān
Bu imiş ḳısmet Fużūlī ḥˇāh aġla ḫˇāh gül
Fuzûlî
**
“Kalbin viran ve hatırın daima kırık oluşu arzu edilen ve övülen bir haldir. ‘Seni nerede arayayım Rabbim’ sorusuna cevaben ‘Beni kalbi kırıkların yanında ara’ denildiğine dair rivayet edilen hadis-i kudsi, bu yaklaşımın temel dayanağıdır.”
**
Ṣarṣar-ı āh éde eczā-yı vücūdın ber-bād
Ne revādur ola Ꜥuşşāḳ perīşān-ı ġamuñ
Na’ilî
**
Biz rāżıyuz derūnumuz olsun ḫarāb-ı ġam
Ol mest-i nāza māye-i ẕevḳ u sürūr ise
Nâbî
**
Sâkiyâ mey sun ki dâm-i gamdurur hüş-yârlığ
Mestlikdür kim kılur gam ehline gam-hârlığ
Var fi kr in yoh gâmın çekmek nedür bir câm ilen
Bî-haber kıl mana bir ola vohluğ varlığ
Fuzûlî
**
Hâsılun evvel gam-i cânandur âhir terk-i cân
Bu imiş kısmet Fuzûlî hâh ağla hâh gül
Fuzûlî
**
Nikâb-i sûret-i hâl eyledüm hûn-i ciğer seylin
‘Ayan rüsvâlığı derd ü gam-i pinhâna değşürdüm
Bir kul oğlını gönül mülkine sultân itdüm
Mısr-i dil pâd-şehin Yûsuf-i Ken’ân itdüm
Reh-i ‘ışkun dutub itdüm gam ü derdüm defin
Gör ne cem’i bu tarîk ile perîşân itdüm
Fuzûlî
**
Ya’kûb’da nişâne-i şevkun gam ü elem
Yûsuf’da neş’e-i nazaran behcet ü behâ
Fuzûlî
**
Gamdan öldüm demedüm hâl-i dil-i zâr sana
Ey gül-i tâze revâ görmedüm âzâr sana
Fuzûlî
**
Ey Fuzûlî bize takdir gam itmiş rûzî
Kılalum sabr nedür çâre rızâdan gayrı
Cümle-i halk mana yâr içün ağyâr oldı
Kalmadı kimse mana yâr Hudâ’dan gayrı
Fuzûlî
**
Ey Fuzûlî bes ki gam-nâk oldı ahvâlün soran
Gamdan ölsen hiç kim sormaz dahi ahvâlüni
Fuzûlî
**
Öldürdi derd ü gam beni sen bârî çekme tîg.
Cellâd ider siyâseti zahmet çeker mi şâh
(Dert ve gam zaten beni öldürür bir de sen kılıç çekme; cellat siyaset eder mi?)
Nev’î
**
Be adam! Sen kendi gamınla gamlanmaz, dertlenmezsen senin derdine kim yanacak ki?
Serkeşlik etme de bari bir işe koyul, elinden geleni yapmaya giriş.
Çünkü kimse senin derdine yanmaz, senin için kimse gam yemez. Bir an bile hiç kimse senin yükünü çekmez.
Gönül sensiz candan usandı, artık geri gelmenin tam vaktidir.)
Hâfız-ı Şirâzî
**
Ġam-ı tu der-dil u pīçīde dūd-ı āh berū
Çu mār-ı genc ki gencīne-rā nigeh dāred
(Aşkının gamı gönülde saklı, o gamdan çıkan ah dumanı ise kıvrım kıvrım onun üzerinde çıkıp yükseliyor. Tıpkı hazinenin üzerinde hazineyi bekleyen kıvrım kıvrım bir yılan gibi.)
Āṣafī
**
Dem bu demdür özge dem nî dem dime
Dünyâdın bî-gam ötersin gam deme
Dem bu demdir. Başka demi dem deme.
Dünyadan gamsız geçersen gam deme.
Ahmed-i Yesevî
**
Bir gönlüm var, gam elinde, ayaklar altında kalmış… öyle bir haldeyim ki, hiç kimse ahvalime vâkıf değil.
Hafız-ı Şirazi
Hafız Divanı
**
Er isen erliğin meydana getir
Kadir Mevlâ’m noksanımı sen yetir
Bana derler gam yükünü sen götür
Benim yük götürür dermanım mı var
Karacaoğlan
**
Gam çekme haline divane gönül
Sana da bulunur elde neler var
Ayvam eksik, yoksa turunç, yoksa nar
Sun elini beri dalda neler var
Karacaoğlan
**
Keşti-i gam her gece kalb-i çâkimden geçer
Fatihahân olmağa yar sanki hâkimden geçer.
(Her gece gam gemisi yüreğimin yarığından geçiyor.Sanki yar bana Fatiha okumak için toprağıma gelmiş gibi.)
Hüsrev Hatemi
**
Kırlarda, sokaklarda, rastgele dolaşmak kadar hiçbir şeyin gam dağıtmadığını tecrübeleriyle biliyordu.
Reşat Nuri Güntekin
Yaprak Dökümü
**
Bir çift gam çiçeğidir sanki gözlerin;
Öyle içli, öyle yumuşak, öyle derin.
Nilgün Marmara
**
Yiğidi Gam Öldürür
Yiğidi gül ağlatır gam öldürür
Nice namert ava çıksa
Tuzak kursa kurşun atsa
Yiğidi çökertmez kahır
Bir dem yâr hüzünle baksa
Yiğidi gül ağlatır gam öldürür
Düşman yılan olup soksa
Dokuz kavim taşa tutsa
Yiğidi çökertmez kahır
Bir dem yâr hüzünle baksa
Yiğidi gül ağlatır gam öldürür
Ömer Lütfi Mete
**
Âkil bu cihânda ne şâd olur ne gam çeker
Câhil hemîşe şâd olayım der elem çeker
Lâedrî
**
Gam değildir gide dünyâ kala dîn
Gam odur ki kala dünyâ gide dîn
Lâedrî
**
Çün sana gönlüm mübtelâ düşdü
Derd ü gam bana âşinâ düşdü
Niyâzî-i Mısrî
**
Mihneti kendine zevk etmedir âlemde hüner
Gam u şâdî-i felek böyle gelir böyle gider
(Derdi kendine zevk etmektir dünyada hüner,
Feleğin keder ve neşesi böyle gelir, böyle gider)
Vâsıf
**
Dün tabîbe derd-i dilden bir devâ sordum dedi
Gam yemekden özge bu derdin devâsın bilmedim
Ahmed Paşa
**
Verdik dil ü cân ile rızâ hükm-i kazâya
Gam çekmeyiz uğrarsak eğer derd ü belâya
Bağdatlı Rûhî
**
Hayâlinden gelir gam hâtıra cânâneden gelmez
Sitem hep âşinâlardan gelir bî-gâneden gelmez
(Hayalinden gelir keder gönle, sevgiliden gelmez,
Kötülük hep tanıdıklardan gelir, yabancıdan gelmez.)
Nâbî
**
Güç neşâtın kademin kalbe alışdırmakdır
Yoksa gam her ne zamân istese hâzır bulunur
Nâbî
**
Gedâyız şâha baş eğmez dil-i âgâhımız vardır
Fakîr isek ne gam beğler ganî Allah’ımız vardır
Fevrî
**
Geçdi mâzî çekme istikbâle gam
Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem
Lâedrî
**
Bu derd mey-hânesinde kimi gördün şâdmân olmuş
Bu gam-hâne-i mihnetde belâdan kim emân bulmuş
Alvarlı Muhammed Lütfî
**
Gamdan dağlar kurmalıyım,
Kayaları kelimeler olan,
Kırk ikindi saymalıyım,
Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma saçlarıma,
Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından,
Baştan ayağa ıslanmalıyım,
Gam dağlarına çıkıp naralar atmalıyım…
Erdem Beyazıt
**
Bu dünyada üzüntüden uzak, gam ve kederden azade, neşeyle dolu bir tek kimse bulmak mümkün değildir.
Seyyid Abdulhakim ElHüseyni hz. (k.s.a)
**
Onun parçası toprak oldu, bir dağın her zerresi gam oldu
Elli yıldır gözyaşı döktüler kendi toprağını tutması için
Sîmîn Bihbehânî
**
Bilmediğim gam ve kederden yandım
Benim içimde ne mahşerler koptu
Sîmîn Bihbehânî
**
Eğer bu dünyada dert olmasaydı
İnsan açıkça mutluluktan tat alamaz
Bu hayattan fayda gelir
Eğer gam olmazsa mutlukta olmaz.
Sîmîn Bihbehânî
**
Ne söyleyeyim?
Ne söyleyeyim gecenin gamından
Ben ve gökyüzüm, her ikisi, gecem var
Seher vaktinin ayağını gelişini ümit ederek ölmek
Ben ve gecenin karanlığı için yüreğimi ağzıma getirdi.
Sîmîn Bihbehânî
**
Bu gam duvarının üzerinde, yükselen duman gibi,
Daima oturmuş bir kuş, yaymış kanatlarını,
Öyle ki kederli düşünceler sarmış, salladığı başını
Nima Yûşîc
**
Kimdür ki gamunda nâle vü zâr itmez
Derdin sana nâle ile izhâr itmez
Feryâdına hiç kimsenün yetmezsen
Feryâd ki feryâd sana kâr itmez
(Derdini sana inleyerek göstermeyen, senin gamınla ağlayıp inlemeyen kimdir? Sen, hiç kimsenin feryadına yetmezsin. Feryat ki feryat sana işlemez).
Fuzûlî
**
Bin kaygu bir borç ödemez
Gamlanma gönül gamlanma
Karacaoğlan
**
Yine gam yükünün kervanı geldi
Çekemem bu derdi de bölek seninle
**
Ey Hızr-ı fütâdegân söyle
Bu sırrı edip iyân söyle
Ol sen bana tercemân söyle
Ketm etme yegân yegân söyle
Gam defterinin tamâmı yok mu
Ey düşkünlerin Hızır’ı, söyle
Apaçık eyle bu sırrı, söyle
Hâlime sen ol tercüman, söyle
Teker teker saklamadan söyle;
Gam defterinin tamamı yok mu?
…
Dil hayret-i gamla lâl kaldı
Gâlib gibi bîmecâl kaldı
Gönderdiğim arz-ı hâl kaldı
El’an bir ihtimâl kaldı
İnsafın o yerde nâmı yok mı
Şeyh Galip
**
Senin sevgin gönülden gitmez
Aşkının gamı herkese söylenmez
Fakat bu muhabbetin verdiği acıyı,
İnsanlardan gizlemek de mümkün olmaz
Baba Tahir
**
Susamış arife deniz bile nasip olsa; yine onun baht gözüne, gam çölünün serabı görünür.
Lebîb
**
İşin gönül çelmektir senin, mazursun
Gam nedir hiç bilmezsin, mazursun
Her gece kan ağlarken ben sensiz
Sen bir gece sensiz kalmadın, mazursun
Ahmed Gazali
**
İnle ey gönül, yine matem zamanı geldi
Ağla ey göz, yine gam günleri geldi
Gam gülü yeşerdi bâğ-ı musibetten
Cihan tazelendi âteş-i musibetten
Muhteşem-i Kâşânî
**
Sadme-i âh ile kıldım pür-tezelzül âlemi
Sâhagâh-ı sînede bünyâd-ı gam muhkem henûz
Leskofçalı Gâlib
**
Âteş-i gam yakmasa tan mı vücûdum şehrini
Gözlerimden gönlüm üstüne iki deryâ gelir
Avnî (Fâtih Sultân Mehmed)
**
N’oldu bu gönlüm n’oldu bu gönlüm
Derd ü gam ile doldu bu gönlüm
Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm
Yanmada dermân buldu bu gönlüm
Hacı Bayrâm-ı Velî
**
Kanda bir gam yârsız kalsa benimle yâr olur
Bir belâ kim sâhibin bulmaz bana gam-hâr olur
Nev’îzâde Atâyî
**
Gam nedîmindir Hayâlî kalbini mesrûr tut
Zâhirin vîrâne eyle bâtının ma’mûr tut
Salsa pertev cismine nâr-ı muhabbet nûr tut
Bî-vefâ yârin Muhibbî cevrini ma’zûr tut
Yârsız kalır cihânda aybsız yâr isteyen
Hayâlî Bey – Muhibbî
**
Cân helâk-ülfet zebân hâmûş dil hoşnûd-ı gam
Merg ü sıhhat gûyiyâ şükr ü şikâyetdir bana
Şeyh Gâlib
**
Yûsuf-ı gom-geşte bâz âyed be-Ken’ân gam mehor
Kulbe-i ahzân şeved rûzî gulistân gam mehor
Kaybolan Yûsuf, Ken’ân iline bir gün döner. Gam yeme! (Hz. Yakub’un Hz. Yûsuf’a olan hasretinden dolayı ağlayıp inlediği) hüzünler kulübesi bir gün gülistan olur. Gam yeme!
Hâfız-ı Şîrâzî
**
Erbab-ı kemalin yeri virane-i gamdır,
Hâk üzere düşer meyve, eğer puhte olursa.
(Kemal sahiplerinin yeri gam ve keder harabesidir.
Meyve olgunlaşınca toprağa düşer, hamlara bir şey olmaz.)
**
Ey Sâ’ib ! Allah’a ulaşmak için gam ve dert yolunu seç. Zîrâ bundan kısa ve yakın yol yoktur.
Bizim gibi aşk hastası olanın, doktorlardan sakınması hep bu düşünceye dayanır.
Sâib-i Tebrîzî
**
Ey dûst, biyâ tâ gam-i ferdâ nehorîm.
Vin yek dem-i omr râ ganîmet şomorîm.
Ferdâ ki ezin deyr-i kohen dergozerîm,
Bâ heft hezâr sâlegân serbeserîm.
(Ey dost; gel, çekmeyelim yarının derdini.
Ganimet bilelim ömrümüzün şu bir demini.
Göçeceğiz yarın şu köhne manastırdan madem,
bin yıl önce göçenlerle olacağız hemdem.)
Hayyâm
**
Gam değil bende isen Mısr-ı dile sultansın
Bir azîzin kuludur Yûsuf-ı Ken‘ân-ı Mısr
Ahmed Paşa
**
Gönülde bin gamım vardır ki pinhân eylemek olmaz
Bu hem bir gam ki il ta’nından efgân eylemek olmaz
(Gönülde bin gamım var gizleyemem ne yapsam
Bu hem öyle bir gam ki figan etmem taşlansam)
Fuzûlî
**
Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkıt ne bilir;
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç sâ’at
Sâbit
**
Gelicek gam mülkine cân karşu çıkar
Nasıl izzet itmesün memleket sultânıdur
(Gam, kendi ülkesi olan gönüle geldiği zaman, can karşı çıkar.
Can nasıl saygı göstermesin ki, o (gam), bir memleket sultanıdır.)
Bakî
**
Gönül ki sâhil-i deryâ-yı bî-nihâyettir
Dil bahri hurûş eyler onda nice dalgam var
Erzurumlu İbrâhim Hakkı
**
Ey bahr-i halâvet sen hoş terbiyet eylersin
Misl-i sedef olmuş ten dürr ü güher olmuş dil
Erzurumlu İbrâhim Hakkı
**
Leşker-i gam gelse kılsa bu gönül mülkin harâb
Def kılmaz anı bir vech ile illâ ki şarâb
Muhibbî
**
Leşker-i gam ben gedâyı öldürür yoldaşlar
Padişâh-ı ışka tâbi’ bir sipâhî yok mıdur
Necâtî
**
Leşker-i gam geldi dil şehrine kondı cavk cavk
Kopdı yir yir fitne vü âşûb u gavgâ semt semt
(Gam askerleri gelip gönül şehrine bölük bölük yerleşti; yer yer fitne koptu, semt semt karışıklık ve kavga meydana geldi.)
Bakî
**
Leşker-i mihnet hücûm itdi dil-i nâ-şâdıma
Gerdiş-i çarh-i felek kasd eyledi ber-bâdima
Pençe saldı şîr-i gam cân-i elem mu’tâdima
Mâye-bahş oldi havâdis âh-ı âteş-zâdıma
Cûş-ı seyl-âb-ı sitem virdi halel bünyâdıma
Olmuşum mahsûr-i gam, yok bir gelür imdâdıma
Bilmezim rûz-l ezel gam mı yazılmış adıma
Âh bir kez vâkıf olsam hikmet-i îcâdima
Kimse mi’mâr olmadı kalb-i harâb-âbâdima
Ye’s pey-der-pey şitâb eyler mübârek-bâdıma
Kimseden ümmîd-i istimdâd gelmez yâdima
Ey benim feryâd-res Rabbim yetiş feryâdima
Bela askerleri hücum etti hüzünlü gönlüme Beni harap etmek için döndü feleğin çarhi Gam arslani pençe vurdu eleme alışkın canıma Olan bitenler ateşli ahlarımın yanışını artırdı Zulüm selinin coşkunluğu temelimi sarsti Gamların mahsuru olmuşum, kimse yok imdadıma gelen
Bilmem ki ezel günü gam mı yazılmış adıma Ah bir anlayabilsem yaratılışımın hikmetini Kimse mimar olmadı haraplıkla dolu kalbime Ümitsizlik yavaşça koşar oldu uğurlu nefesime *
Tasavvuf nedir? diye bir büyüğe sordular. “Sıkıntı, gam ve keder zamanında gönlün ferah, huzûr içinde olmasıdır.” cevâbını verdi.
**
Ey Hakk yolcusu, gamın, kederin varsa sevin, neşelen; çünkü gam buluşma tuzağıdır. İnsan gamlı olduğu zaman Hakk’a sığınır, Hakk’ı hatırlar. Sonra bu yolda alçak gönüllü olmak, alçaklarda dolaşmak, hor görülmek, mânen yükselmektir.
**
Allâh’ım sen, ‘Kaybettiğiniz şeylere hayıflanmayın!’ diye buyuran padişahsın, dilediğin şey nasıl olur da olmaz?”
Ey servinin ve yaseminin kıskandığı güzel, senin gamından uyku gözlerimden bıktı, bizar oldu.
Layık değilim ama, ne olur bir an olsun bu dertlere düşmüş, gamlara dalmış bulunan değersiz kulunun hatırını sor!
**
Zahid, işin sonu nereye varacak, onu düşünür. Sorgu, hesap günü ne olacak diye gama düşer.
Ariflerin ise başlangıçtan, ezelden haberleri vardır. Sonu düşünüp, gam ve kedere kapılmaktan kendilerini kurtarmışlardır.
**
Fakat şunu iyi bil ki, başa gelen bu bela, bu ceza bir karşılık olarak gelmektedir. Bunlar asılsız değildir. Allâh hiç bir suçsuz kulunu incitmez.
Her belanın ve cezanın bir sebebi, bir aslı vardır, işte o sebep, o asıl belayı çekip getirmektedir. Fakat başa gelen bela, aslına benzememektedir ama ondandır.
Şu hâlde ey gafil, başına gelen bela, işlediğin bir günahın neticesidir. Sana vurulan bir tokat, bir şehvet yüzündendir.
İbret almaz, ders almaz, o günahı anlamazsan bilmezsen bile, hiç olmazsa vakit geçirmeden ağlayıp sızlanmaya başla, af dile…
Yüzlerce defa secde et de: “Ey Allâh’ ım!” de, “Bu gam, ancak işlediğim günahın karşılığıdır.
Allâh’ım sen noksan sıfatlardan münezzehsin! Zulümden, sitemden berisin, temizsin; hiç suçsuz bir kişiye dert verir misin? Gam verir misin?
Ben ne suç işledim, kati olarak bilmiyorum ama, başıma gelen derdin sebebinin bir günah olduğunu biliyorum.
Allâh’ım, sebebi nasıl örttü isen, lütfet, o suçu da ört, gizle.
**
Üstü yapraklarla, kurumuş dallarla örtülü, yeni kökü bitirsin, çıkarsın diye gam çürümüş, porsumuş olan eski kökü söker atar.
Gam gönlünden neyi döker, neyi sökerse, karşılık olarak gerçekten de daha iyisini getirir
Hele gamın, gerçek inanç ehlinin kulu, kölesi olduğunu idrak eden kişiye, gam daha fazla lütuflarda, ihsanlarda bulunur.
**
Aklın olmayınca, gaflet ve unutuş senin amirin olur; sana düşmanlık eder, tedbirini, yaptığın işleri bozar!
Zavallı pervane, aklının azlığından ötürü, ateşin hararetini de, yakışını da, sesini de yâdedemez!
Fakat, ateş kanadını yakınca tövbe eder; eder ama, hırs ve unutkanlık onu yine ateşe atar!
Bir şeyi kavramak, anlamak, öğrenmek, hatırlamak aklın işidir! Akıl, bunların derecelerini yükseltir!
Pişman oluş, azabın, zahmetin sonucudur; yoksa parlak bir aklın yüzünden değildir!
Zahmet, azap, mihnet, hastalık ve saire geçince, pişmanlık da yok olur gider! Bu sebeple o tövbe, o pişmanlık, bir avuç toprağa bile değmez!
O pişmanlık, gam ve keder karanlığı içinde yükünü bağlar gider; gam ve keder gidince, tövbe ve pişmanlık da unutulur! Gündüz gelince kimse geceden bahsetmez!
O gam karanlığı gidip de hoşluk, rahatlık gelince, ahmağın gönlünden, o derdin doğurduğu pişmanlık da geçer gider!
**
Her an yeni bir baht, yâni yeni bir tecellî kulağıma diyor ki: “Eğer seni gamlandırırsam bile, sen gamlanma.
Ben seni kötü gözlerden, kötülerin nazarından gizlemek için gamlandırırım, ağlatırım.
Kötülerin gözünü senin yüzünden çevirmek için, gam ve kederle, senin huyunu acı ve sert bir hale getiririm.
**
Gam fikri neşenin yolunu keserse, sakın üzülme. Çünkü gönüle gelen gam, sana başka neşeler hazırlamaktadır.
**
Gam, yeni bir neşe, yeni bir sevinç gelsin diye, gönül evini sıkıca süpürür.
**
Şunu iyi biliniz ki, ilâhî kudret karşısında bütün mahlûkât. iğne önündeki gergef gibi âcizdir.
İlâhî kudret gergefe, bazen şeytan resmi işler, bazen insan, bazen sevinç, bazen de gam nakşeder.
**
Kederlendinse, kalbinde gam hissettinse, tevbe istiğfar et, Allah’tan bağışlanmanı dile, çünkü gam, Allah’ın izni ile gelir, yaptığı işi Allah’ın emri ile yapar.
Allah dilerse, gamın tâ kendisi neşe olur. Ayak bağının tâ kendisi de âzadlık kesilir, hürlüğe sebep olur.
**
Sana, gam elçisi gelince, onu tanıdık aziz bir dost gibi kucakla, bağrına bas. Şunu iyi bil ki, dünyada gamdan daha mübârek, daha kutlu bir şey olamaz. Onun karşılığı sonsuzdur.
**
Bir kağıda gamlı bir adam resmi yapsan, o resim gamdan da seviçten de habersizdir.
Resim görünüşte gamlıdır, ama resmin gamdan haberi bile yoktur. Resmi gülen bir adamın da, güldüğünden haberi yoktur.
Bu dünyada, gönlümüze gelen gamlar, neşeler gelip geçici hallerdir. Bu dünya gamları, neşeleri öteki âlemdeki gamlara, neşelere göre birer nakıştan, resimden başka bir şey değildir.
Resmin gamlı yapılması da yine bizim içindir. O resim yüzünden biz, doğru yolu hatırlarız.
Resmin yüzündeki tebessüm de senin içindir. Bu resime bakarak, manayı düzeltmek, gerçeği bulmak mümkündür.
**
Gam seni yakalarsa, çevik isen, derhal sıçrar, ümitsizlik deminden kurtulursun.
**
“Gam yemekle, can çekiştirmek demektir bu hayat. Neşelenmek, zevk ümit etmek dahi beyhudedir. Nevbeti ömrü savan eslafa gıpta eylerim, Doğmayanlarsa, doğanlardan daha asudedir.”
**
Hakk yolunda yürüyenler için, cehennemi düşünerek, ilahî azaptan korkarak ağlamak, cenneti düşünüp neşelenmekten, zevk almaktan daha değerlidir.
Ey temiz kişi! Gülüşler, ağlayışların arkasına gizlenmiştir. Görmez misin? Defineyi viranelerde, harabelerde ararlar.
Bir huzur ve doygunluk dünyası bulmuş yine deliler.)
Harputlu Hayrî
**
Şâd olsun gönlümüz gamdan kurtulsun
Gam yerine zevk u mahabbet dolsun
Senin âşıkların ağlarken gülsün
Girdâb-ı gamdayım yetiş yâ Ali
Lütfundan yolumuz eyle küşâde
Bu kulların gamdan olsun âzâde
Deryâ-yi hayrette gönül üftâde
Girdâb-ı gamdayım yetiş yâ Ali
Hilmi Dedebaba
**
Menzil-i aşka eren sıdk ile ehl-i hâle
Gam u ş”âd”i-i felek olsa da bir olmasa da
Hilmi Dedebaba
**
Nakd-i ömri gama virdim sana cân borcum var
Benden ey merg alacagun senün ikrarumdur
(Ey ölüm! Sana can borcum var. Ben ömür nakdimi sevgilinin gamına verdim. Sana sözümden başka verecek bir şeyim kalmadı.)
Emrî
**
Dilâ gam çekme çâh-ı gabgab-ı cânânda kalmazsın
Virüp la‘line cân borcın çıkar zindânda kalmazsın
Nev’î-zâde Atâyî
**
Nerde bir gam yârsuz kalsa benümle yâr olur
Bir belâ kim sâhibin bulmaz baña gam-hâr olur
İstesem bir çâre, biñ nâ-çârlık yüz gösterür
Vüs’at istersem geñiş dünyâ başuma dar olur
Nev’î
**
Tîr-i gamla sînede kim yâre açıldı
Saklayamadı zahmını dil yâre açıldı
(Sevgilinin gönle gönderdiği bu gam okları sinede yaralar açar. Âşık bu yaralardan sızan sırları sevgiliden saklayamaz.)
Şeyhülislam Yahya
**
Baġlanma iy göñül ġama aldanma şâdîye
Bildük bunı ki lâzım imiş çarha inkılâb
(Ey gönül, gama bağlanma, sevinçli hallere de aldanma! (Zîra) feleğe değişiklik lazım olduğunu bildik.)
**
Ehlen ve sehlen ey gam-ı kalb-i perişân merhabâ
(Hoş geldin ey perişan kalbimin hüznü, hoş geldin.)
Nev’î
**
Gam zamanında görünmez hiç yârân-ı safâ
(Kötü günde görünmez hiç, iyi gün dostları.)
Bursalı Edibî
**
Verdik dil ü cân ile rızâ hükm-i kazâya
Gam çekmeziz uğrarsak eğer derd ü belâya
(Can u gönülden razı olduk kaderin hükmüne,
Üzülmeyiz, düşersek eğer belaya, derde.)
Rûhî-i Bağdâdî
**
Kufl-ı gam olmaz küşâde diye etme fikir geç
(Gam kilidi açılmaz diye düşünme, geç.)
Hüsâmî
**
Herkes cihânda kudreti miktârı gam çeker
Ey dert-mend-i gam-zede şükreyle hâline
(Herkes dünyada gücünce acı çeker,
Ey acı çeken dertli, şükreyle hâline.)
Yenişehirli Belîğ
**
Bezm-i nûş-â-nûşta gam bir taraf mey bir taraf
Sâkîyâ gam kande âlem bir taraf mey bir taraf
(Döne döne içilen mecliste gam bir taraf, şarap bir taraf,
Ey saki, gam şöyle dursun; dünya bir taraf, şarap bir taraf.)
Ziyâ Paşa
**
Çekme gam dest-gîrdir Allah
(Üzülme, elinden tutacaktır Allah.)
Şeyh Gâlib
***
Peyâm-ı yâr elbet tâzeler derd ü gam-ı hicri
(Sevgilinin haberi, elbet yeniler ayrılık acı ve derdini.)
Ahmed Cevdet Paşa
**
Serdâr-ı dehr olursa da baş eğme câhile
Ey milk-i gamda bî-ser ü sâmân başım
(Dünyaya sultan da olsa baş eğme bilgisize,
Ey gam mülkünde perişan ve yoksul başım.)
Hayretî
**
Tabîbin aczini gördüm ilâc-ı derd-i sevdâdan
Belâ-yı aşka düştüm renciş-i gamdan devâ buldum
(Hekimin aczini gördüm sevda derdinin ilacında,
Aşk belâsına düştüm, gam eziyetinden kurtuldum.)
Hersekli Ârif Hikmet
**
Gamın fâş eyleme a’dâyı dil-şâd olmasın dersen
(Üzüntünü belli etme, düşman sevinmesin dersen.)
Üsküdarlı Süleymân Bey
**
Neşve tahsîl ettiğin sâgar da senden gamlıdır
Bir dokun bin âh dinle kâse-i fagfûrdan
(Neşe aldığın kadeh de senden gamlıdır,
Bir dokun, bin ah dinle porselen kadehten.)
Âlî (Ali Efendi)
**
Gam çekme câm-ı mergi yeksân sunar zamâne
Ol zehri Cem de içmiş gerdûn-ı dûn elinden
(Üzülme, ecel şerbetini eşit sunar zaman,
O zehri Cem de içmiş alçak felek elinden.)
Keçecizâde İzzet Mollâ
**
Çalış gam-gînleri şâd etmeye şâd olmak istersen
Sevindir kalb-i nâsı gamdan âzâd olmak istersen
(Çalış gamlıları mutlu etmeye, mutlu olmak istersen,
Sevindir insanları, gamdan kurtulmak istersen.)
Es’ad Muhlis Paşa
**
Ahmed’in aybı güzeller sevmek ise gam değil
Yârsız kalmış cihânda aybsız yâr isteyen
(Ahmed’in kusuru güzeller sevmekse gam değil,
Dostsuz kalmış dünyada kusursuz dost isteyen.)
Ahmed Paşa
**
Âlemde gam kişiye dem-â-dem gelir gider
Âdem mi var ki âlemde hurrem gelir gider
(Dünyada keder kişiye an be an gelir gider,
İnsan mı var ki dünyada sevinçli gelir gider.)
İbn Kemâl
**
Kalenderân-ı hakîkî odur ki fânîde
Ne kayd-ı ser ne gam u derd-i mâ-sivâya düşer
(Gerçek gönül eri odur ki, yalan dünyada
Ne can korkusuna ne dünya dert ve gamına düşer.)
Enderunlu Vâsıf
**
Zemîn handân olur mu girye-perdâz olmadan eflâk
Gam-i âlem kibâr-ı âlemin gamsızlığındandır
(Yer güler mi gözyaşı dökmeden gökler?
Halkın gamı, büyüklerin gamsızlığındandır.)
Yenişehirli Avnî
**
Cefâdan yüz çevirmez derd ü gamdan lezzet almıştır
Benim dîvâne gönlüm çok belâdan erte kalmıştır
(Sıkıntıdan kaçmaz, dert ve gamdan tat almıştır,
Benim deli gönlüm, kaç beladan geriye kalmıştır.)
Zuhûrî
**
Öldüğümden gam yemem sandık-ı sînem korkaram
Hâk içinde çâk olup râz-ı nihânım söylenir
(Öleceğim için üzülmem, göğsüm, korkarım,
Toprakta yarılır, gizli sırlarım ortaya saçılır.)
Nev’î
**
Kande bir gam yârsız kalsa benimle yâr olur
Bir belâ kim sahibin bulmaz bana gam-hâr olur
(Nerde bir gam dostsuz kalsa, benimle dost olur,
Bir bela ki sahibin bulmaz, bana gam kaynağı olur.)
Nev’î (Malkaralı Yahyâ)
**
Güç neşâtın kademin kalbe alıştırmaktır
Yoksa gam her ne zamân isterse hâzır bulunur
(Zor olan sevincin gelişine kalbi alıştırmaktır,
Yoksa gam her ne zaman isterse hazır bulunur.)
Nâbî
**
Devr elinden Bâkiyâ gam çekme âlem böyledir
Gül esîr-i hâr ü has bülbül giriftâr-ı kafes
(İniş-çıkışlardan ey Bâkî, üzülme, dünya böyledir,
Gül çalı çırpı elinde esir, bülbül kafese kapatılmıştır.)
Bâkî
**
Safâ-yı hâtıra yer yok dil-i nâçize gam dolmuş
(Neşeye yer yok, zavallı gönle keder dolmuş.)
Lâ Edrî
**
Ceyş-i gamdan kande etsin ilticâ ehl-i niyâz
Kal’a-i himmette Nâbî burc ü bârû kalmamış
(Gam askerinden nereye sığınsın muhtaçlar,
İyilik kalesinde, Nâbî, ne sur, ne siper kalmış.)
Nâbî
**
Aşka düştün bana derken gam ü mihnet ne imiş
Sen de gör çâşnî-i câm-ı mahabbet ne imiş
(Aşka düştün, bana derken gam ve keder neymiş,
Sen de gör şimdi aşk şarabının tadı neymiş.)
Nâbî
**
Savm-ı hicr ile dönersen ger hilâle, gam yeme
İrişürsin âkıbet ıyd-i visâle, gam yeme
Rûze-i hicrânı hôş tut ıyd-i vasl-i yâr içün
Kıl tahammül ey gönül savm-ı visâle, gam yeme
Nebî
**
Şadi-i mahabbet de bizim gam da bizimdir
Mecruh-ı diliz yare de merhem de bizimdir
Açılmada yok minnetimiz mihr ü nesime
Gülzar-ı gamız gonce de şebnem de bizimdir
Nâ’ilî
**
Mecnûn-ı gam mahabbet-i ‘ışkuñ neden bilür
Bu bir belâ durur, bunı şâhum çeken bilür
İshâk
**
Yazdılarsa cürm-i bisyârum Kirâmen Kâtibîn
Gam degül âh-ı nedâmet ol dahı defterdedür
Beheşti Ramazan
**
Gözüm yaşından özge elde `âlemde nükûdum yok
Ne gam mâl u menâlüm yog ise bârî hasûdum yok
Mostarlı Ziyâ
**
Hicri ara ârâm u karârım yoktur
Vaslıga yiterge ihtiyârım yoktur
Kimge açayın râz ki yok mahrem-i râz
Gam kimge diyin ki gam-güsârım yoktur
(Ömrün en güzel vakitleri geçti,
Çölde esip giden bir yel gibi..
Gam yemedim iki günlük dünya için,
Biri gelmemiş, diğeri geçip gitmiş olan.)
Baba Efdal-i Kaşani
**
Resîd müjde ki eyyâm-i gam nehâhed mând
Çunân nemând çunîn nîz hem nehâhed mând
(Müjde geldi: Gam günleri geçecek. Öyle kalmadı, böyle de sürmeyecek.)
Hâfız-ı Şirâzî
**
Âlemde gam kişiye demâdem gelür gider
Âdem mi var ki âleme hürrem gelür gider
Âdem Dede
**
Tâli[h]i yâr olanın yâr sarar yarasını
Tali[h]i yâr olmayanın gam ……sını
Keçecizâde İzzet Molla
**
Arz-ı hâl etmez dil-i gam-dîdemiz dildâre de
Etmesin muhtâc Rabbim yâre de ağyâre de
Süleyman Nazif
**
Etme gönül tefekkür, gam seni igfâl eder
Men âmene bi’l-kader emine mine’l-keder
Mecnûn ki belâ deştini geşt etti serâser
Gam-hâneme geldi dedi hâlin ne birâder
(Mecnun, Leyla aşkına bela çölünü baştan başa dolaştı. Sonra benim gam evime uğrayıp hayretinden “Bu halin ne birader!” demekten kendini alamadı.)
Âşık Çelebi
**
Beden bîmâr ü cân bî-zâr ü dil gam-hârdır sensiz
(Beden hasta, can bezgin, gönül üzgündür sensiz.)
Hâkim
**
Bir lebi gonca yüzü gülzâr dersen işte sen
Hâr-ı gâmda andelib-i zâr dersen işte ben
(Dudağı gül goncası, yüzü gül bahçesi bir güzel görmek isteyen sana baksın
Bağrına gam dikeni saplanmış, feryad eden bülbül görmek isteyen bana baksın!)
Bâkî
**
Mihnet ü derd ü belâ vü gussa vü endûh u gam
Şeş cihetden cana oldılar havale n ’eyleyem
(Eziyet, dert, belâ, sıkıntı, keder ve gam. Altı yönden canıma saldırdüar, ne yapayım?)
Selîkî
**
Gelıcek gam mülkine cân kar şu çıkar
Nasıl izzet itmesün memleket sultânıdur
(Gönül mülküne gam geleceği zaman, can onu karşılamaya çıkar,
Nasıl kıymet vermesin ki, memleket sultanıdır.)
Bâkî
**
Gezdik bu zîr-i kubbe-i eflâki her taraf
Vîrân-serâ-yı dil gibi gam-hâne görmedik
(Bu gökkubbe altında ki her tarafı gezdik,
Bu virane gönlümüz gibi bir gam evi görmedik.)
Garibi
**
Avniyâ gerçi ölüm dünyede müşkil işdir
Gamze-i dilber ile biz anı âsân ederiz.
(Ey Avnî, dünyada ölüm gerçi müşkil bir iştir;
Sevgilinin bakışı ve biz onu kolay ederiz.)
Avnî
**
Ger günahım Kuh-i Kaf olsa ne gam yâ Celil
Rahmetin bahrine nisbet ennehû şey’un kalîl.
(Günahım kaf dağı kadar olsa ne gam ey Allah’ım! Senin rahmet denizine göre, Kaf Dağı büyüklüğündeki günah küçük bir şeydir.)
Lâedri
**
Temim aşk âteşi yaksa gam ü derde günah olmaz
Mahabbet şehridür bunda vezîr ü pâdişâh olmaz.
(Aşk, tenimi yaksa, gam ve derde günah olmaz.
Bu, muhabbet şehridir; burada vezir ve padişah bulunmaz.)
Hayalî Beg
**
Gelicek gam mülkine cân kar şu çıkar
Nasıl izzet ıtmesün memleket sultânıdur.
(Gam, kendi ülkesi olan gönüle geldiği zaman, can karşı çıkar. Can nasd saygı göstermesin ki, o (gam) , bir memleket sultanıdır.)
Necâtî
**
Mürûr-i vâde-i yâre inanma sen Ahmed
Gama inan inanırsan ki eski yârindir.
(Ey Ahmet! Sevgilinin verdiği söze sakın inanma. İnanırsan gama inan ki, o, senin eski dostundur; vefasızlık etmez.)
Ahmed Paşa
**
Esîr-i fürkatüz itdük visâl-i yâra heves
Garık-i bahr-i gamuz eyledük kenâra heves
(Ayrılığın esiriyiz, sevgiliye kavuşmaya heves ettik,
Gam denizinde boğulduk, sahile heves ettik.)
Kâtib-Zâde Sâkıb
**
Gamzedeyim deva bulmam, garibim bir yuva kurmam.
Kaderimdir hep çektiğim, inlerim hiç reha bulmam.
Elem beni terketmiyor , hiç de fasıla vermiyor.
Nihayetsiz bu takibe doğrusu takat yetmiyor .
Tatyos Efendi
‘Gamzedeyim Deva Bulmam’, Tatyos Efendi bu eserin sözlerini yazdıktan 1 ay sonra vefat eder, dediği gibi yuva kuramadan göçüp gider bu diyardan, ince hastalığa yakalanır, aşık olur ve sonun başlangıcı olan hikayesi böyle başlar. Tatyos Efendi gün geçtikçe içine kapanır, meyhanelerde onun bestesi çalarken o yalnız başına susmayı tercih etmektedir. Dönemin meşhur yazarı aynı zamanda yakın dostu Ahmet Rasim meraklanır, halinin iyi olmadığı haberini alır, yanına gider derdiğini öğrenmeye çalışır. Tatyos Efendi anlatmaz derdini fakat bestesinden bellidir, bir ahuya tutulmuştur. Dili çözülür Tatyos Efendi’nin şöyle der ; ‘Bir dilberin gamına düştüm, gamzesine düştüm ,tek gerçek onun gamzesidir,kan çanağı gibidir,gören gördüm diye ölür,görmeyen pişmanlıktan ölür.’ (Buraya bir not düşmek isterim Tatyos Efendi şarkıda gamzedeyim derken derbeder, sürekli sıkıntı yaşayan anlamında kullanmıştır kelimeyi, bizim aklımıza yanakta oluşan çukur anlamındaki gamze gelsede.)
Ahmet Rasim Efendi bakıyor dostu körkütük aşık;’Gidelim konuşalım, sanatkar adamsın bestelerin dillerde, hele ki bu son şarkının kendisine yazıldığını duysa o da seni sever belki, evlenirsiniz mesut olursunuz.’ diyerek dostunu cesaretlendirmeye çalışır fakat Tatyos Efendi uzaktan sevmenin, platonik aşkın, karşılıksız sevmenin cazibesine kapılmıştır. Tatyos Efendi;’Benim gibi çulsuz, yalnız, unutulmuş bir bestekarı kim sevsin,bugüne kadar kim sevdi.’ diye dertlenirken meyhaneye dönemin külhanbeylerinden Arap Abdullah gelir, rica eder gamzedeyim şarkısını Tatyos Efendinin ağzından duymak ister, okur meyhanedekiler kendilerinden geçer, Ahmet Rasim Efendi ortak dostlarının derdini Arap Abdullah’la paylaşır.
Tatyos Efendi şöyle anlatır durumunu; Kim olduğunu bilmiyorum ama evini biliyorum diyor her gece eve giderken görüyorum onu o da beni görüyor. Bu sözlerden sonra Arap Abdullah şaşkın bir şekilde karşılık veriyor; Orada kimse oturmaz, oranın ışıkları yanmaz, yıllar önce Madam Bella diye birisi orada bir meyhane işletirdi şimdi yok öldü, gitti der. Tatyos Efendi inanmaz söylenenlere; ’Gidelim bakalım ,sizde göreceksiniz orada biri var,her gece beni bekliyor bende ona tutuldum’. Bu sözlerin üzerine gidip bakarlar, Tatyos Efendi bakın orada işte görmüyor musunuz der fakat yanındaki ne Ahmet Rasim Efendi ne de Arap Abdullah kimseyi göremez. Aslında bir hayale aşık olmuştur Tatyos Efendi, konuyla alakalı farklı rivayetlerde vardır, inanılması güç, önümüzdeki günlerde kağıda dökeriz onları da, fakat gerçek olan Tatyos Efendinin yaşadıklarıdır, hissettikleri ve kağıda döktükleridir. Bazı duyguları hissederek yaşarsanız karşınızda ki bir hayal bile olsa, gerçek bile olmasa, siz onu gerçek bir hale getirebilirsiniz ve yüzlerce sene yaşatabilirsiniz. Herkesin hikayesi kendi yüreğinde başlar, kendi yüreğinde biter…
Ahmet Rasim Efendi eseri şöyle özetlemiştir; Gamzedeyim şarkısı Tatyos’un ömrünün hasılasıdır, yani neticesidir.”Koca bir ömürü bir şarkıya sığdırmak …
Üzüntü ve sevince bakma, zevke bak Muhlis, dünyadır bu.)
Es’ad Muhlis Paşa
**
Merhûn-ı gam-i hasret olan hâtır açılmaz
Medyûn olan âdemde şetâret bulunur mu
(Özlem acısına tutsak gönül açılmaz,
Borçlu olan insanda neşe bulunur mu?)
Fâruk
**
Biz ki dilden emel ü râhatı dûr eylemişiz
Çekilip kûşe-i gam-gâha huzûr eylemişiz
(Biz ki gönülden istek ve rahatı uzak eylemişiz,
Çekilip gam köşesine, huzur eylemişiz.)
Halil Fâiz Efendi
**
Sana, gamına ortak bir yar olduğu ümidini verenin sözü yalandır. Sakın bu yalana kanma! O, seni kandırmak için dil dökmededir, sevinç gününde, iyilik ve varlıklı gününde bütün cihan senin dostundur. Fakat, gam gecesinin dostu pek azdır.
**
Gönlüm, gamınla her gün biraz daha sızlıyor, biraz daha inliyor… Sevgilim, merhametsiz kalbim, her gün benden biraz daha bıkıyor… Gamından biz vazgeçtik, ama gamın bizden vazgeçmedi. Gerçekten de, gamın senden daha vefalı imiş.
**
Dervişlikle aşıklık bir arada olursa sultanlıktır. Aşkın gamı, gam değil çok kıymetli bir hazinedir. Fakat bu hazine gizlidir. Ben gönül evini kendi elimle yıktım, viran ettim. Çünkü definenin viranede saklı olduğunu bildim.
**
Vefasız gönül, gamlara batsın, mateme girsin. Kimde vefa yoksa, o kişi dünyada yok olsun. Yaşamasın daha iyi. Gördün ya, beni dünyada gamdan başka kimse hatırlamıyor, bu vefasız dünyada benim en vefalı dostum gamdır. O gama çok çok aferin!
**
İnsana gam acı gelir fakat, aşk gamı şeker gibi tatlıdır! Artık bundan sonra aşk gamına, gam gözüyle bakma!
Aşk gamı, aşığın gönlünden bir an için olsun çıkıp gidince, gönül evi mezara döner; evde bulunanların hepsi de mahzun olurlar, üzülürler!
**
Dün, hayalin bana geldi de; “Gam yeme, üzülme!” dedi. “Ey derdi bana deva olan sevgili; ben, gam yemiyorum!” dedim!
Dedi ki: “Ben, gamı sana gölge yaptım; iki dünyayı da senin emrine verdim! Ama, eğer sen bana kavuşmak istiyorsan, ikisinden de vazgeç; hem dünya nimetlerini, ahiretteki cenneti bırak, hem de gamlara, kederlere dal!”
**
Yine gam askerleri toplanıyor; bana saldıracaklar! Fakat ben, gam ordusundan ürkmüyorum; benim bölük bölük aşk ordularım o kadar çok ki, göklere dayanmış!
**
Ey gam; yürü git! İlahî aşkla mest olmuş kişilerle senin işin yok! Kimi ayık bulursan, onu hırpala, onun başına bela ol!
Mest olmuş kişiler, düşüncelerden, gamlardan kendilerini kurtarmışlardır! sen git de, düşüncelerden, gamlardan kendilerini kurtaramayanları yakala, sıkıştır!
**
Yay gibi gam oklarını başıma yağdırma; kalkanı olmayana niçin oklar atarsın?
Paran olsa da, olmasa da gamdan yakanı kurtaramıyorsun. Hem yaralı, hem gamlı olmadansa, elbette paran varken gamlı olman iyidir.
**
Biz gam yemeyiz. Bunu kim görmüştür? Sen yük çekesin de o ah desin.
Gamdan kaç, padişahın bulunduğu tarafa git! îğreti evden çık, orada oturma.!
**
Kederlere kapılmıştın, gamlara av olmuştun, yardımcın yoktu. Perişan bir halde idin. Hakk’a ulaştın da kederlerden kurtuldun, güç kuvvet sahibi oldun.
**
Neden bir düşünceye takıldın, çaresiz kaldın? Kendi içine kapandın, gamlara battın?
**
Sana can şarabı içirsem de artık gam yeme; kedere kapılma! Gamın da yeri mi? Artık her neşeli kişiden rehin olarak neşe al!
**
Gamdan, ızdıraptan daha tatlı bir şey olamaz!
**
Eğer gam elçisi sana gelirse, tanıdık bir dost gibi karşıla, onu kucakla! Zaten o, sana yabancı değildir; onunla aşinalığın vardır!
Sevgiliden gelen cefaya karşı sakın suratını asma! Onu, neşe ile karşıla; ona “Merhaba, hoş geldin!” de!
Onu güler yüzle, tatlı sözlerle karşıla da, gönül alıcı o eşsiz varlık, hoşa gitmeyen çarşafını üstünden atsın ve güzelliği ortaya çıksın!
Gam çarşafına bürünerek gelmiş olan o dilberin çarşafının ucundan sıkıca tut ve asla bırakma! Onun çarşafının kirliliğine bakma; içindeki dilber çok güzeldir, çok tatlıdır, pek de vefalıdır!
Bu yüzdendir ki, bu mahallede, en çok kadına düşkün olan benim! Böylece ben, her güzel yüzlünün çarşafını çeker dururum!
Güzellerin hepsi de, çirkin görünsünler diye, kirli, biçimsiz çarşaflara bürünerek karşımıza çıkmışlardır! O çarşafın içinde korkunç bir varlık, bir ejderha varmış hissini vermek istemişlerdir!
Gam belası, beni, korkmuş, endişeye kapılmış olarak değil, gülerek görür! Ben, neşe kılığına girerek gelen derdi davet etmem; aksine, dert kılığında gelen devayı çağırırım!
Şunu iyi biliniz ki; gamdan, ızdıraptan daha tatlı, daha mübarek bir şey olamaz; karşılığı sonsuzdur!
**,
Ölüp gidenler (bu dünyaya gözlerini kapayıp da manen öteki alemi görmeye başlayınca) derler ki: “Boş yere ne olmayacak gamlar yemişiz, üzülüp durmuşuz! Ömrümüz, çeşitli vesveselerle geçti gitti!
Coşan, dalgalanan, köpürüp duran denizi hayranlıkla seyrediyor, neşeleniyor, el çırpıyorsun! Seni neşelendiren köpükler, onun denizinin köpükleridir! Bu yüzden, onun neşesine ne gam gelir, ne keder!
**
Ayrılık gamınla inleyerek, sızlanarak ağlayıp durmadayım! Ama sen, benim çektiğim ızdırabı çekme; sen, şad ol, neşeli ol! Bana gamlar, kederler verdiğin için sana darılmadım; yine de seni bekliyorum; sen, şad ol, neşeli ol!
**
Bu kadar kedere kapılma, bu kadar çok gam yeme! Ne zamana kadar böyle yaslara gömüleceksin? Sen, acılar çekmeye, yaslara gömülmeye layık değilsin! Bizim sana bağışladığımız o sevgiyi kaybetmedinse, gamı kederi bırak da, bizimle beraber ol, bizimle aynı renge boyan!
**
Gam neşenin gölgesidir. Gam neşeyi kovalar. Onun arkasından koşar durur. Aklını başına al da kahkahalarla gülmeyi, fazla neşeli olmayı bırak! çünkü neşe ile gam birbirinden hiç aynlmazlar.
**
• Altın gibi çok değerli olan varlığını şu manevî zevk ve safaya ver! Gama, kedere verme! Zevke ve safaya layık olmayan altının toprak başına!
**
Ben bu dünyada dost olarak yalnız seni seçtim. Böyle olmakla beraber, sen benim kederlere kapılmamı, gamlara düşmemi uygun bulur musun?
Gönlüm kalem gibi senin avucunda, parmaklarının arasında, neşelerim de senden gelmede, hüzünlerim, gamlarım da sendendir.
**
Sen verdiğin için, senden geldiği için ben gamı çok seviyorum, daha çok gamlanmak istiyorum. Fakat gamın kıskanıyor da, bana daha çok gam gelmesine müsaade etmiyor. Sevdan da beni bırakmıyor ki, bedenimin aslına döneyim, balçık haline geleyim.
Yalnız ben değil, senin gamını herkes sever. Çünkü bütün dünyanın cezalarını senin gamın diri tutar. Fakat ben senin verdiğin gamı başkaları ile paylaşrnak istemiyorum. Senin bütün gamını tek başıma çekmek istiyorum.
**
Kalpleri kırılmış, gamlara düşmüş kişilere dost olalım. Onların gamlarını paylaşalım. Hor görülenleri, toprağa düşenleri, ayak altında ezilenleri gül bahçesi haline getirelim. Biz, dünyaya bunun için gelmişiz.
**
Aşkın gamı, önünde sonunda beni çeke çeke götürecek. iyisi mi, ben şimdi kendiliğimden gideyim.
**
Ey boş yere kendini gamlara kaptıran, elde edemediği dünya malı için üzülüp duran gafil! Kur’an’ı aç da; “Sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler!” ayetini oku!
**
• Sen, gamlar içinde bulunduğun halde neşeli ol; vefasız olan, vefa nedir bilmeyen şu dünyada, sen vefalı ol!
**
Sende bulunan hoşluk, güzellik seni bırakıp gidince, sakın gam yeme, kederlenme! İyi bil ki, seni bırakıp giden şey, bir başka şekle bürünerek yine sana gelir!
**
Ey nurlar saçan sabahımız! Gamlı ve kederli olduğumuz zamanlarda gönlümüzdeki gam dumanlarını dağıt, bize şevk ver, neşe lutfet. Tali’imizin karanlık gecesinde; bir gündüz, görülmemiş, işitilmemiş, şaşılacak bir gündüz meydana getir.
**
Ey söylenmemiş, gönülde kalmış gam, ey uyuşmuş akıl defolun gidin!
**
Gece, geçip gitti, sabah şarabının içilme zamanı geldi. Gam defolup gitti, neşeler, feyizler yüz gösterdi. Mutluluk güneşi doğdu. Parıl parıl parlamaya başladı. Ben bütün zamanların böyle olmasını dilerim.
**
Haydi bu kederlerle, gamlarla dolu olan bu alemi bırakın da, bu alemin ötesine doğru yola düşün!
**
Şunu iyi bil ki, gamın, kederin arkasında neşe vardır. Neşenin arkasında da gam ve keder pusudadır.
**
Gönlündeki gamları sil süpür! Orası tertemiz olsun! Çünkü gönül dostun hayalinin evidir.
**
Ney sesini dinle! Aslında o ses ney’in değildir. Ona üfleyenin duygularının ney’den duyulan nağmeleridir. Sen aşk şarabını içmeğe bak! Gam kendi derdine düşmüş, çırpınıp duruyor.
**
Ey gönül! Hakk’tan gelen gamı, kederi bir lütuf olarak bil de, ondan yüz çevirme! Onun içine gir! Çünkü sabır sıkıntının anahtarıdır. Onun gönülde açtığı yaraya katılan ki merhemi yüz göstersin! Şunu aklından çıkarma ki sabır, ızdırabın, acının anahtarıdır.
**
Aşk insana en güzel arkadaştır. En iyi dosttur. Onun sevgisinin içine gir; elinde ateş bile olsa gam yeme!
**
Geceleyin uyumak bir çeşit ölümdür. Sabahleyin uyanmak ölümden sonra dirilip yaşayışa kavuşmaktır. Ey gam, beni öldür! Ben Hz. Hüseyin’im, sen ise Yezid’sin!
**
Nefsanî arzulardan temizlenmiş gönle, elem, keder, gam, gussa giremez. Dünya gamları onun neşesini artırır.
**
Derken gönüle hatiften, ötelerden bir ses geldi. “Sevdiğinin adını an, ey inatçı şaşkın, korkma, adını an, gam yeme; kimseden çekinme!
**
Gönüle bir hırsız gibi girerek bütün gece orada gizlenen gam, sevgilinin, vuslat polisinin eline düştü de darağacına çekildi.
**
Senin sevgi darağacına asılan “Hallac-ı Mansur”un gönlü, başına gelen büyük belalardan, felaketlerden gam yemez, gam yemez!
**
Bütün dünya, gamın elinde esirdir, zebündur. Bilmiyorum ki, neden herkese doğru giden gam, beni görünce, onu özlediğim halde bana gelmiyor, benden kaçıp gidiyor?
Gam, benden o kadar korkuyor ki, ben göklere yükselsem, beni orada görünce o aşağılara, yeryüzüne kaçıyor. Ben aşağılara inince, bu defa o göklere yükseliyor.
Susayım artık, belki gam, kaçmayı bırakır da gelir, benimle savaşa girer. Hayır, yanlış söyledim, gam, zaten söylemeyenden, şikayet etmeyenden kaçar.
**
Ölüm günümde tabutum götürülürken, bende, bu dünyanın derdi, gamı var, dünyadan ayrıldığıma üzülüyorum sanma, bu çeşit şüpheye düşme!
Sakın, öldüğüm için bana ağlama; “Yazık oldu, yazık oldu!” deme. Eğer nefse uyup Şeytan’ın tuzağına düşersem, işte hayıflanmanın sırası o zamandır!
Cenazemi görünce; “Ayrılık, ayrılık!” deme! O vakit, benim ayrılık vaktim değil, “buluşma, kavuşma” vaktimdir!
Beni toprağın kucağına verdikleri zaman sakın; “Veda, veda!” deme! Çünkü mezar, öteki alemin, cennetler mekanının perdesidir!
**
Ey gam; ne kadar da aptallaşmışsın! Neden bana, kapıma düştüğünü söylemezsin de, kapımdan içeri girmeye çalışırsın!
Ey gam! Sonunda, senin ateşinden kurtulacağım da, cana canlar katan sevgiliye teslim olacağım!
Mevlâna Celâleddîn
Divân-ı Kebîr
**
مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ “Kadere imân eden gam ve hüzünden emin olur..”
O halde her sabaha ve akşama girdiğinde, ‘Allah’ım! gam ve kederden sana sığınırım. Acizlik ve tembellikten sana sığınırım. Korkaklık ve cimrilikten sana sığınırım. Borç altında ezilmekten ve düşmanların bana galebesinden sana sığınırım. ‘ de!”
**
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Bir Müslümana herhangi bir musibet, bir sıkıntı, bir gam dokunursa, hatta kendisine bir diken dahi batsa, mutlaka Allah bunları onun günahlarına kefaret yapar.”
**
“Allah, devamlı istiğfar edenin, her (dünyevî) üzüntüsünü sevince dönüştürür. Her zorluktan çıkış yolu verir. Ummadığı yerden ona rızık kapıları açar.” (Ebû Dâvud)
Rasûlullah’a böyle bir üzüntü geldiğinde nasıl davrandığını da biliyoruz: “Bir iş, kendisini üzdüğünde, Rasûlullah namaz kılmaya sığınırdı.”(Müsned) “Üzüntü ve kederi artan bol bol ‘lâ havle velâ kuvvete illâ billâh = Allah’ın dışında güç ve kuvvet kaynağı yoktur’ desin.”(Buhârî) Ve, hâlâ geçmeyen ciddî bir dünyevî üzüntü varsa, onun da ilacını belirten bir tavsiyesi: “Cihad yapın. Çünkü o, cennet kapılarından biridir. Allah onunla nefislerden üzüntü, gam ve kederi uzaklaştırır.” (Taberânî)
“يَوْمَ يَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِۙ “O gün insanlar, ateş etrafında çırpınıp dökülen pervaneye dönecekler.”
(Kur’an-ı Kerim Kâri’a 4. Ayet)
Hatırlarım bir gece gözüme uyku girmedi Duydum ki pervâne muma şöyle dedi: Ben âşığım, eğer yanarsam yeridir, Peki ya senin ağlayıp yanman nedendir?
Sa‘dî-i Şîrâzî
Hali perişan bir pervâne vardı, Ateşe helâl kıldı tatlı canını. Yüzlerce ateş ve dert içinde olan mumu gördü, Sararmış yüzünün üzerinde gül rengi gözyaşı akıyordu.
Kâsım-ı Envâr
Kolumu kanadımı çırpıyorum pervâne gibi Her ne kadar benim mumum görüşten uzak olsa da.
Seyf-i Fergânî
Senin yanağının mumunu arzulamaktayım Tıpkı aydınlığı arayan pervâne gibi.
Seyf-i Fergânî
Tecelli mumunun nuru bizim gönlümüze kıvılcım attı Tüm bu nuru ve ziyayı o aydınlıktan bulduk.
Ubeyd-i Zâkânî
Bazen mum gibi ışıldayıp parla aşk ile Bazense pervâne gibi yanıp tutuş aşk ile.
Ubeyd-i Zâkânî
Sen mum sıfatlı olduğun için herkese yönelirsin Ben ki pervâneyim ey mum! Benden yüz çevirme.
Selmân-ı Sâvecî
Senin şevkinle pervâne gibi yanıyorum ben, Neden bir gece bile acımıyorsun bana, âşıkların mumu değil misin yoksa?
Selmân-ı Sâvecî
Acaba meclisin mumu ve meliklerin kandili Pervâne gibi ne zamana dek yakacaksınız beni?
Selmân-ı Sâvecî
“… pervâne sabaha kadar kandilin etrafında döner, arkadaşlarının yanına gelir ve onlara bu yüce ilişkiden söz eder. Sonra vuslat özlemiyle kendini ateşin içine atar. Ateşin ışığı, hakikatin bilgisidir; sıcaklığı ve harareti hakikatin gerçekliğidir, o ateşte yok olmak ise hakikatin ta kendisidir.
Ona ateşin ışığı ve sıcaklığı yetmedi. Sonunda kendini ateşin içine attı. Bu sırada arkadaşları, gördüklerini anlatması için onun gelmesini bekledi. Ancak pervâne yanıp kül olmuştu, ne bir şekli kalmıştı ne de bedeni!”
Hallâc-ı Mansûr
Sen öfkelendiğin zaman Senin etrafında ben pervâne gibi binlercesi yanar.
Rûdekî
Cihanı yaratan Yaratıcı sensin, Dinin, gönlün ve canın sahibi sensin. Tıpkı geceyi aydınlatan ay mumu gibi Gündüzün gözü seninle aydındır.
Dakîkî
Aydın ruhum rüyasında, Işıldayan bir mumun sudan çıktığını gördü.
Firdevsî
Rüzgâr bizim kandilimizi söndürdüyse de, Mumumuz var, mum tutalım yolumuza! Eğer o sultan gittiyse, bıraktı bize Yüce ve soylu bir padişah!
Ferrûhî-i Sîstânî
Yaratıcı’nın yaktığı her bir muma, Her kim tükürürse bıyığı yanar.
Muhabbet ateşinin yandığı gün, Âşık, yanmayı mâşuktan öğrendi. Bu yanıp yakılma sevgiliden ortaya çıktı Mum alevlenmedikçe pervâne de yanmadı.
Ruhun kendisine kadeh olduğu şaraptan içtim, Aklın kendisine divâne olduğu şeyle mest oldum. Güneşin kendisine pervâne olduğu o mumdan, Bana geldi bir duman ve düştü bir ateş!
Ebû Saîd-i Ebu’l-Hayr
Bu bedene düşmüş temiz can Işıldayan bir mumdur.
Esedî-i Tûsî
Yıldız, güle döndü; felekse bağa bahçeye Ülker yıldızı pervâne, ay ise kandile.
Esedî-i Tûsî
Gül, mum gibi yanınca (kızarınca) bülbül ona vuruldu Gül, gül dalından ötürü, bülbül gülden ötürü ötmeye başladı bülbül.
Katrân-ı Tebrîzî
Nevruz gülünün kokusunu özlüyorum O âlemi yakan güzelin hasretini çekiyorum Mumdan üç şey öğrendim: Ağlıyorum, eriyorum ve yanıyorum.
Mes‘ud-i Sa‘d
Her ne kadar senin ayrılığında mum gibi ağlayıp inlesek de Onun uğrunda yanmak için, erimek için gelmişiz.
Emîr Muizzî
Eğer ayın nuru ve mumun aydınlığı senin ise Öyleyse benim bu yanıp tükenişim niçindir? Eğer mum sen isen, neden benim yanmam gerekir? Eğer ay sen isen, neden benim eksilmem gerekir?
Emîr Muizzî
Gözyaşından dolayı aşk kadehi olan bir gözüm var, Yanan bir canım var aşka pervâne olan! Aşk hanesinde her gün mukîm olan benim Tüm cihanın akıllısı, aşkın divânesi benim.
Emîr Muizzî
Sen saray mumusun, bense yanmış bir mum Sen gökyüzünde dolunaysın bense bir hilal.
Abdulvâsî-i Cebelî
İlkbaharın gelişiyle bahçe puthaneye döndü Gülün yanağı muma; rüzgâr ise pervâneye döndü.
Abdulvâsî-i Cebelî
Onun mum gibi olan yüzü, cihanın güzellik evi olduğu için Can sahibi olanlar ise kendini onun yüzüne pervâne eyledi.
Hasan-ı Gaznevî
Ağlamaktan bir an olsun vazgeçersem eğer Mum gibi birçok ateş saçarım ben.
Hasan-ı Gaznevî
Ayrılıkta yanıyorum hayalin utancı ile Vuslatta yanıyorum biter korkusu ile Mumun pervânesinin de hali işte böyledir, Ayrılıkta yanmaz ancak vuslat yüzünden yanıp tutuşur.
Enverî
Yüzlerce nur ile dünyayı elinde tutan rahib Onun gece mumu, çam ağacıyla daha güzeldir
Hâkânî-i Şirvânî
Onun sayısız nefeslerinden öyle bir hararet gelir ki Yedi felek mumu (güneş) dahi erir mum gibi.
Hâkânî-i Şirvânî
Ben eğer gül bahçesinin bülbülü, mahfilin pervânesi olursam Gül hazana döner, mum ise sönüp gider.
Zahîr-i Fâryâbî
Senin yüzün öyle bir mumdur ki her gece kendi nuruyla Pervâne bağışlar göklerin ayına.
Zahîr-i Fâryâbî
Ey güzel sevgili! Sana cihanının mumu diye seslenirim ben, Senin vuslatını sonsuz yaşam olarak adlandırırım ben.
Rûzbihân-i Baklî
Senin aşkınla yanıp yakılıyorum uzaktan uzağa Çünkü pervânenin dayanma gücü yoktur nura.
Nizâmî
Pervâne gibi olan gönlü kederdeydi Sabahın mumu aydınlattı onun işini.
Nizâmî
Ona Hoten mumu diye seslenirim ve bilirim ki bu hata değildir, Hoten mumuna, Hoten mumundan başka ne denebilir?
Mucîruddîn-i Beylekânî
Ah ne çoktur o günler ki! Senin hayalinin huzurunda mum gibi Gece vaktine dek öldüğüm, seher vaktine dek yandığım.
Mucîruddîn-i Beylekânî
Onun mum gibi yüzünün karşısında Yanmayı tercih etmeli bir pervâne gibi.
Fahreddîn-i Irâkî
Gönül her iki âlemi arzularken (iki âlemi de) kaybeder Ve her iki âlemin faydasını da zararını da kaybeder Kendini muma vuran bir pervâne gibi Senin göz kapağında canını feda eder.
Fahreddîn-i Irâkî
Aklın ankası, kandilin pervânesi gibi köledir Senin cemâlinin mumunun parıltısı ile kanadı yanıktır.
Seyf-i Fergânî
Sen mum sıfatlı olduğun için herkese yönelirsin Ben ki pervâneyim ey mum! Benden yüz çevirme.
Selmân-ı Sâvecî
Senin şevkinle pervâne gibi yanıyorum ben, Neden bir gece bile acımıyorsun bana, âşıkların mumu değil misin yoksa?
Selmân-ı Sâvecî
Acaba meclisin mumu ve meliklerin kandili Pervâne gibi ne zamana dek yakacaksınız beni?
Selmân-ı Sâvecî
Uzaktan ortaya çıktı bir pervâne Raks ederek gelmiş sanki bir divâne Mumun altında üstünde ziyadesiyle dolandı Öptü her an mumu baştan aşağı Ona yârim deyip işve yaptığında Duman gibi attı kendini ateşin ortasına Aydınlandı tüm vücudu baştanbaşa Bir od ağacı gibi hoşça yandı mum huzurunda Bir ses yükseldi, ey diri gönül! Ey bahtı güzel ve kutlu gönül! Aşk oyununun yolu işte budur vesselam! Nâsır’ın sırlarını arayarak bul!
Nâsır-i Buhârâyî
Toplantı meclisinde bir pervâne gibi Mumda yok eder tüm varlığını ve benliğini.
Abdurrâhmân-i Câmî
O aydınlıkta toplandılar Pervâneler gibi muma doğru geldiler.
Kendini senin için ateşe vurur pervâne Ey mum! Pervâneye hürmet göster sen de.
Vahşî-i Bâfkî
Bir ateş yaktı ve gönül evi mutluluk mumuna döndü Can kuşu geldi, onun başının etrafında kanat çırptı ve gitti.
Muhteşem-i Kâşânî
Hayâ perdesi ay ile sevgilinin arasında engeldir, Mumu pervâneden ayrı düşürense fanustur.
Sâib-i Tebrîzî
Mum ile gül sana âşıktırlar bülbül ile pervâne gibi, Ey hayat baharı! Ya sen kimin âşığısın peki?
Sâib-i Tebrîzî
Her yere gidiyorum, o mumun hasretiyle yanıyorum Meclisten ayrılan pervâne için tüm cihan ateşe dönüşür.
Bîdil
Tamamen yanmadıkça bu çırpınışlar (sana) layıktır ey Bîdil! Cana ateş sıçramış pervâne meşrebliyiz.
Bîdil
Her ne kadar pervânenin süsü ziyneti kanadı olsa da Kendi kanadımı yaktım ve söylenmedim asla … Pervânenin kanadı bir kıvılcım ile yandı Mumun yanma mühleti ise geceden sabaha kadardır.
Pervîn-i İ‘tisâmî
Aşk ateştir ve evi harabeye çevirir Ateşin huzurunda mumun gönlü ve pervânenin kanadı birdir.
İ‘mâd-i Horasânî
Çemendeki pervâne (kelebek) dedi güle Haydi, bana söyle Sana kim vermiş de bana vermemiş Böyle rengi, böyle kokuyu.
Reşid-i Yâsemî
Eğer bir kimse ile bir olmak istersen onun rengine gir Bak da gör pervânenin nasıl da gül renginde kanadı var.
Meliku’ş-şuarâ Bahâr
Mum yerine kırmızı gül alevlendi çemende Bülbülün kanadı yandı pervânenin kanadı yerine.
Meliku’ş-şuarâ Bahâr
Gülün aşkıyla bülbül, mumun sevdasıyla pervâne Her biri yandı bir şekilde bir sevgili kederinde.
Meliku’ş-şuarâ Bahâr
Bir kişiyi ya da bir meclisi aydınlatınca Parlaklığından bir şey kaybetmez mum Bir kelebek bir gülün üzerine konarsa O kelebekten bir zarar görmez gül. … Hoş kanatlı iki kelebek gibi Dizginlerini seher yelinin eline vermiş.
İrec Mirza
Çimenliğe bir kelebek geldi fakat konmadı gitti Dostlara yaptığın yersiz kahrın aklıma geldi.
Rehî-i Mu‘ayyerî
Bizim mum gibi her gülüşümüz gözyaşı kaynağıdır Sanırsın bizim toprağımızı ağlayarak yoğurmuşlardır. Kanadı yanık pervânenin kıvılcımdan korkusu yoktur Şimşekten ne korkumuz olur bizim?
Rehî-i Mu‘ayyerî
İnsanoğlu asırlardır duygularını ifade etmede, his ve düşüncelerini karşı tarafa aktarmada edebiyat, müzik, şiir ve resim gibi birtakım araçlar kullanmıştır. İçinde tattığı hissi, tecrübe ettiği birtakım derin ve yüce duyguları ifade etmede zorluk çeken sanatçı, şair ve edipler muhatabına anlatmak istedikleri hislerini, aslına en yakın ve uygun bir şekilde dile getirebilmek için bütün bu unsurlardan faydalanmışlardır. Bu araçlardan birisi de şüphesiz edebiyat ve şiirdir. Şairler, çeşitli edebî sanatlardan istifade ederek duygularını söze dökmüşlerdir. İran edebiyatı şairleri de aynı şekilde çeşitli mazmun ve edebî sanatları kullanarak özel bir dil ile duygu ve düşüncelerini kaleme almışlardır. Bu mazmunlardan birisi de çalışma konusu olarak incelediğimiz şem‘u pervâne mazmunlarıdır. Söz konusu bu gibi ikili mazmunlara çeşitli sembolik anlamlar yüklenerek zamanla birtakım hikâyeler meydana getirilmiş ve bu mazmunlar birer kahraman olarak değerlendirilmiştir. Gül ü bülbül gibi şem‘ u pervâne de temsîli olarak sıkça kullanılan, sembolik anlamlar taşıyan bir hikâyedir. Başlangıçta tasavvufî çerçevede ateşin etrafında dönen pervâneye işaret edilmiş; sonraki asırlarda küçük de olsa bazı anlam değişiklikleri söz konusu olmuştur. Bu çalışmada İran edebiyatında genel çerçevede şem‘ ve pervâne kelimelerinin nasıl anlamlandırıldıkları; anlam değişikliğine uğrayıp uğramadıkları değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Fatma Topuz Çetinkaya İran Edebiyatında Şem‘ ve Pervanenin Anlam Serüveni
…Pervane, sabaha dek alevin çevresinde döner; arkadaşlarının yanına gelir ve onlara, görkemli bir anlatımla, bu tanrısal ilişkisinden söz eder. Sonra tam bir birleşmeyi özleyerek kendini alevin cilvelerine kaptırır.
Alevin ışığı, gerçekliğin bilgisidir; sıcaklığı, gerçekliğin gerçekliğidir; onunla birleşme (tek oluş) ise, gerçekliğin Doğru’sudur.
Ona alevin ne ışığı yetiyordu, ne de sıcaklığı; kendisini alevin içine fırlatıverdi. Bu sırada, onun söylentilerle kanmadığını bilen arkadaşları, son içgörüsünü anlatması için gelmesini bekliyorlardı. Ama o anda pervane, yanmış, kül olmuş, dağılmıştı; ne bir biçimi kalmıştı, ne bedeni, ne de ayırtedici bir belirtisi. Şimdiki duyarlığıyla dönebilir miydi arkadaşlarının yanına? Şimdiki ruhsal durumuyla dönebilir miydi? O, içgörü aşamasına varınca, sözlerden uzaklaşmayı başarmıştı. İçgörüsündeki varlığa ulaşınca da içgörüyle bir ilişkisi kalmamıştı.
Hallâc-ı Mansûr Tavasin- Enel Hak
Senin zülfün zincirse, divânesi benim. Senin aşkın ateşse, pervanesi benim. Senin yeminine ant olsun ki kadeh benim. Senin aşkınla bizzat (sen oldum) ama sana yabancı da benim.
Ahmed Gazzâlî
Hem-reng oldu şem ‘ ile pervane yanıcak Gerçi Hayali eylemez azdüd lctima’
Pervane gibi yanmayıcak nar-ı ‘ aşka ten Ol şem ‘-i hüsne vas i olımazsın cihanda sen
Şeyhülislam Yahya
Ey seher kuşu! Aşkı pervaneden öğren. Çünkü o yanmışın canı gitti de sesi çıkmadı.
Sa’dî-yi Şîrâzî
Aşk ateşinin yandığı o gün; âşık, yanma usulünü maşuktan öğrendi. Yanma ve yakılma dost katından belirlendi, ortaya çıktı. Şem’, yanmadıkça pervane de yanmadı.
Ebû Sa’îd-i Ebû’l-Hayr
Güneş, senin aya benzeyen yüzünün utancından dolayı terlemekte. Mum, pervane gibi senin yanağın sevdasından dolayı yanma ve yakılmada.
Hâcû-yı Kirmâni
Yüreği yanan mumun (dili) kerpeten/makas ile kesildiği için gönülleri (aşktan dolayı) solmuşlardan gönül sırrını gizleme.
Hâcû-yı Kirmâni
Ey mum! (gözlerinden) kanlı gözyaşı dökme. Ağlamak(la) sarhoşlara ne(yi) öğretirsin?
Hâcû-yı Kirmâni
Geceyi gündüze katıp safâ vü zevk kılmaga O bezmin yaktılar her gûşesinde şem‘-i tâbânı
Her encümende encüm-i eşkin döküp yire Diñlenmeyüp yakar oda her gice cânı şem‘
Cem Sultan
Şem‘-i dîdârıña pervâne gibi yandım idi Çekdiğim derd ü belâyı o zamân andım idi
Moralızâde Leylâ Hanım
Bezm-i aşka nitekim pervâne geldin ey gönül Yan yakıl ol şem’-i hüsne yana geldin ey gönül
Şeyhülislâm Yahyâ Efendi
Âdâb-ı bezm-i vuslatı pervâneden görün Bülbül gibi değil-durur ol ehl-i hâldir
Bâkî
Yanmağa mûm ise dil şem’-i ruh-ı dildâra Kimse gûş eylemesin nâleni pervâne gibi
Haşmet
Aşk odu evvel düşer m a’şûka andan âşıka Şem’i gör kim yanmayınca yakmadı pervaneyi
Fuzuli
Şem-i meclis gerin olup öykündüğiyçün yüzüne Astılar bâzârda sonra zebanın yaktılar
Ahmed Paşa
Pertev-i şem’-i tecellî-i cemâlu’llâha Özini ‘âşık-ı zâr yakmaga pervâne gelür … Aşk-ı dilberle nedür hîç sorma ahvâlüm benüm Şem’i gör pervânenün hâline yana yana bak
Derviş Pervâne
İşte bu noktada mum, pervaneye; sabrı, arınmanın yollarını ve iç gözlemi öğreten bir kılavuz kimliğiyle çıkar karşımıza. Pervane, kendisini varlıktan haberdar ederek yoluna ışık tutan mumun kılavuzluğunda gerçek hedefini belirleyecek; böylece yalnızlıktan ve belirsizliklerden kurtulacaktır. Mumun alevi karşısında hayal kurmaya devam eden pervanenin “yalnızlığı artık boşluğun yalnızlığı değildir. Yalnızlık küçük ışık sayesinde somutlaşmıştır” (Bachelard); … Kendi alevinde, tükeninceye kadar, varlığını sürdürmeye çalışan ve gerçeğe ulaşabilmek için ne şekilde mücadele edilmesi gerektiğinin en güzel örneğini veren mum karşısında pervane hayranlığını gizleyememektedir. Zira “Aleve karşı doğal-cesaretle söylersek-doğuştan bir hayranlığımız var. Alev, görme hazzının vurgulanışını, her zaman görülenin ötesini belirler. Bizi bakmaya zorlar” (Bachelard)
Ateş karşısında kurulan hayaller, sıradan hayallerin çok daha ötesinde bir şeydir. Çünkü “Alev, dünyada, hayali davet eden nesneler içinde en büyük imge yapıcılarından biridir. Bizi hayal kurmaya zorlar. Onun karşısında, algılanan şey, daha hayal kurmaya başlanır başlanmaz, hayal edilenin yanında önemini yitirir. Kendi metafor ve imge gücünü en değişik tefekkür alanlarına taşır alev” (Bachelard).
Pervanenin aleve beslediği bu hayranlık, ona geçmişteki hatıralarının kapılarını birer birer açmakta ve o bu hatıralarını hayallerle süslemektedir. Alev karşısında tefekküre dalan pervane, bir süre sonra, alevin titreyişinin, ilahı olanın karşısındaki acziyet ve sonluluk nedeniyle olduğunu anlayacak ve aleve duyduğu hayranlık neticesinde o da titremeye başlayacaktır. … Yaratılmış olan canlıların tümünde olduğu gibi, mumda da pervanede de ilahı olana yönelme ve buna bağlı olarak da yükselme iç güdüsü vardır. … Gerçeğe ulaşmak zamanı hızlandırmakla mümkün olacaktır. “Ateşi düşünen kişi için ateş , değiştirme, zamanı hızlandırma ve yaşamı sonucuna ulaştırma isteği uyandırır. Bu koşullarda düşleme gerçekten büyüleyici ve çarpıcı olur. İnsan yazgısını açıp genişletir” (Bachelard). “Ateşle arındırma ilkesinin nedeni ateşin maddeyi ayrıştırması ve katkıları yok etmesidir. Başka bir deyişle, ateşten geçen bir şey türdeşleşir, böylece anlaşır” (Bachelard).
H. Gamze Demirel “Şem’ ve Pervane”nin İçsel Yolculuğuna Dair Felsefi Bir Yaklaşım
PERVANE VE MUM
Hatırlıyorum bir gece gözüme uyku girmemişti; Mum pervaneye şöyle söylüyordu: “Ben âşığım, yansam revadır bana; Fakat sen niçin ağlıyor, niçin yanıyorsun? Dedi: “Ey benim bîçare âşığım! Gitti bal gibi tatlı Şirin’im benim”. Şirin’im benden uzağa gidince, Ateş, Ferhat gibi eritti beni. Hep bu sözleri söylüyor, Her an sararmış yanağından gam seli akıtıyordu. Ey iddiacı! Aşk senin işin değildir; Çünkü ne sabrın var ne de buna gücün kuvvetin! Sen hamsın, bir kıvılcımdan kaçıyorsun; Bense tamamen yanıncaya kadar durmuşum. Aşk ateşi sadece kanadını yakar senin, Bir de bana bak, büsbütün yaktı beni. … Birisi muma ey alçak diye seslendi, Bir sevgiliye git ve sana lâyık olanı al! Ümit yolunu gördüğün yere doğru git, Sen ve mum sevgisi, nereden nereye? Semender değilsin, ateşin etrafında dolaşma, Çünkü (önce) mertlik gerekir, sonra savaş. Bir bak yanıp yakılan pervane ne dedi, Hayret, ne kadar yansam da niye korkayım ki! Gönüldeki ateş Halil gibidir bana, Sanki bu alev bir gül gibidir bana. Ben kendimi isteyerek atmıyorum ateşe; Çünkü şevk zinciri vardır boynumda. (Ateş) uzaktayken yaktı beni, Şimdi yakmadı ateş beni. Benim yok olma isteğim nedendir bilir misin? O olduğu sürece ben olmasam da revadır. Yanıyorum, çünkü makbul sevgili odur, Çünkü dostun ateşi sirayet eder ona.
Celâl Metînî
Söz canın neticesidir, canım neden azalsın? Sanma ki pervane gibi can düşmanımdır.
Mes‘ûd-i Sa‘d
Pervane ateşten nasıl korkar, nasıl uzaklaşır? Çünkü onun için ateşte huzur vardır.
Attâr
Bahçe, misk kokulu nergisten dolayı kâfurdan mumu yaktığı zaman Hava ona gümüşten sayısız pervane saçar.
Ezrekî-yi Herevî
Kendimizi yakıyor ve canı mum gibi feda ediyoruz, Mum meclisinin olduğu her yerde biz pervaneyiz. Asla insaf etmez, ben yaralı yorgun, Onun pervanesi olayım, o da meclisin mumu. Bir gece perdeyi kaldır mum gibi, Hepimiz yanalım pervane gibi. Pervanenin gönül ateşi mumdan dolayıdır; fakat Mum olmasa da senin yanağın gönlümü eritir. Pervane gibi gönül huzuru müyesser olsa bana, Sevgilinin mum gibi olan yüzüne doğru uçarım ancak. Bu hikâyenin sırrını ancak mum dile getirir, Aksi halde pervanenin konuşmaya takati yoktur. Senin kandil gibi olan yüzüne pervane oldu mum, Ben seni düşünüyorum; haberim yok ki kendimden.
Hâfız
Mumun gönlünün halini pervaneye sor.
Hacû-yi Kirmânî
Bizim aşkımızı konuşmaktan dolayı zamane unuttu Gül ile bülbülün konuşmalarını, mum ve pervanenin hikâyesini.
Câmî
Pervanenin mum ile ne konuştuğunu duydun mu? Ayrılıkta sen mi daha çok yanmışsın ben mi, söyle?
Vassâf
Kendini övmek mumun işi değildir, yoksa mumun eli Bir pervanenin eteğini tutmak için uzun olurdu. Pervanenin dışarıda yanması garip değildir Çünkü sönmüş mum senin hareminde ışık saçmaya başlar. Mum çalıların arasında kıvılcımlar gibi uçuyor, Senin etrafındaki pervane ise bir kez uçuyor.
Sâib
Mumun ağlayışı pervanenin matemi için değildir, Sabah yakındır, o kendi karanlık gecesini düşünür. Gördün mü mum haksız yere nasıl kanına girdi? Bir an bile aman vermedi ki geceyi sabah etsin.
Mumun gelini eğer fanusun mahfesine oturursa, Pervanenin kanadı mutluluk çölünde akan kuma döner.
Mirzâ Muiz-zi Fıtrat
Bir mum bir gecede binlerce pervaneyi öldürür. “Mecmûatu’l-emsâl”den, Hint baskısı. Bizim gönlümüzdeki ateşi hiç düşünmezsin sen, evet Mum pervanenin yanışından neden korksun ki?
Kemâlî
Pervanenin mezar taşında şu yazıyı gördüm; “Beni yakan ateş kendisini de yaksın.”
Ateş eğer binlerce kıvılcım çıkarırsa Pervanenin kaynaması (yanması) hüküm olur.
Sarhoş pervanenin tek amacı erimek, Mumun ayağında yanmak idi.
Urfi-yi Şîrâzî
Senin yüzünün aşığı pervane olur bülbül değil Bu ateşten dolayı yanar fakat feryat etmez.
Dihkân-i Sâmânî
Senin etrafında gönüller kuşu o kadar çok kanat saçtı ki, Senin kandilinin ağayı pervane kanadıyla dolmuştur.
Muştâk-i İsfehânî
Onun pervanesi canımı almak için gelirse bana, Mum gibi o an bir nefeste canımı feda ederim.
Ey mum! Pervaneyi rahat bırak bu gece; çünkü ben Gönül ateşiyle senin huzurunda mum gibi eririm.
Daha ne zamana kadar mum gibi küstahlık edeceksin, Murad pervanesi geldi, ey sevdalı, sus.
Ayrılık gecesi bana bir vuslat pervanesi gönder (bana vuslat izni ver) Yoksa senin kederinle bütün dünyayı mum gibi yakarım.
Hâfız
Çimenlikte mum yerine kırmızı gül ışık saçtı, Pervanenin kanadı yerine bülbülün kanadı yandı.
Gülün şevkiyle bülbül, mumun sevdasıyla pervane Her biri bir sevgilinin gamında bir şekilde yanar.
Meliku’ş’Şuara Bahar
Eğer bir kişiyle dost olmak istersen onun rengine boyan Bak, kelebeğin kanadı gül ile nasıl da aynı renktir!
Benim gönlümü aydınlatan o mum yuvamdan gitti. Gülümün takati yoktur; çünkü benim pervanem gitti.
Meliku’ş’Şuara Bahar
Mum eğer yelden dolayı söndüyse, garipsemeyiniz Varlık pervanesinin ömrü bitti; yele veriniz.
Meliku’ş’Şuara Bahar
Ey zarif yaradılışlı pervane, Ey şerefli yaratık pervane! Ey latif kanat sahibi, Düşmandan korkmadığın gibi Ancak ateşin yanında açarsın kanadını. Sen öldün ey pervane ve sanat öldü. Musiki, güzellik ve kelimeler öldü. Ey hain mum! Gamla, kederle perişan ol; Pervaneyi öldürdün, inkâr da etmiyorsun…
Meliku’ş’Şuara Bahar
Eğer mum ateşten kurtulmak istiyorsa, Ateş neden pervanenin harmanını yakıyor?
Mumun vefasını överim; çünkü yandıktan sonra her an Pervanenin mateminde başına kül saçar, yas tutar.
Pervîn-i İ‘tisâmî
Ben, pervane ve mum dışında herkes uyudu Biz iki üç delinin hikâyesi uzun bir hikâyedir henüz. Dün gece bir kez olsun pervane gibi olayım dedim. Mum, güzelce gülümseyerek “bir kez azdır” dedi.
İ‘mâd-i Horasanî
Ey Fars şiirinin mumu! Can, pervaneye minnet duydu; Senin için, dost olma derdiyle kendine yabancı oldu.
Mes‘ûd-i Ferzâd
Aydın kişilerin gönlünde yük değilim bir toz gibi; Yeşillikte ve gül üzerinde pervanenin gölgesiyim. Yeşilliğe bir kelebek geldi; fakat konmadan gitti. Senin dostlara yersiz kahrın aklıma geldi.
Daha çok öncekilerin şiir tarzının etkisi altında kalmıştır: Yarı canlı mum gibi senin hevesinde yandık Ağlayarak bina kurduk, senin için yandık.
Bir gece pervane yandı ve onun canı rahata erdi, Biz ömürler boyu senin cefanın kederiyle yandık! Mum eğer eriyerek ölürse, ne gam! Çünkü aşkın ışığı ile Mehtabın nuru, pervanenin külünden yeşerdi.
Rehî-yi Mu‘ayyerî
O güzel benli ve yüzlü kelebeği görüyor musun? Gömleğin kılıfından dışarı çıktı. Altın noktalarla dolu kol ve kanatla, Bir bir yeşillikteki güllere uğrar, Bunu öper, diğerine geçer.
Îrec Mirzâ
Çimendeki bir kelebek güle: “Bana söyle, Kim bu güzel rengi ve kokuyu sana vermiş, bana vermemiş? Ey güzel yüzlü gül! Görüntü ve desen bakımından senden eksik değilim, Neden senin gibi güzel kokulu değilim, bana cevap ver! Cennet hurisi gibi nazlanarak her güle konmak istersin Bazen (güle) konar bazen de etrafta uçarsın.
Reşîd-i Yâsemî
Onca bahar geldi, kelebek ve gül sarhoş oldular. Ben ise hala uçma fırsatını arzuluyorum.
Kelebeğin kanadı neden kırıldı? Neden her köşeye keder oturdu?
Hûşeng-i İbtihâc (Sâye)
Mumun yanmaktan korkusu yoktur, Çünkü o, bu yanışta yalnız değildir. Bu yolun sonunda ölüm olsa da, ona ne! Çünkü pervanesi de onunla birliktedir.
Hûşeng-i İbtihâc (Sâye)
Solmuş bir gül söylüyor ve dökülüyordu, Kesinlikle üzgün bir kelebek ah çekiyordu.
Mehdî-yi Ehevân-i Sâlis
Zifaf yatağından daha beyaz bir defterde Birleştiririz… Güneşin sıcaklığındaki çocuk, laleyi Tandırdan daha yakıcı sanıyordu. Hayalinin hamurunu o tandıra atmak ve Kendi ekmeğinden kelebeklere yiyecek vermek istiyordu.
Nâdir-i Nâdirpûr
Güller açıldı, Hoş renkli ve güzel. Nazla birlikte, Başları tutuldu.
Kelebekler yeniden Birlikte uçarak Güller açıldığı için Güllere kondular.
Dalga başını sahillere vuruyor Kayık ise sabahı izleyerek gitmiş. Uyku gözden kelebek gibi uçuyor Gözü uyandırmış geçiyor.
Abbas Yemînî-i Şerîf
ŞEM‘ u PERVÂNE شمع و پروانه
Geceleri ışığın çevresinde dönen pervanenin klasik Doğu şiirinde âşığı temsil ettiği ve muma (şem‘) âşık olduğu yaygın bir kabul olarak yer almaktadır. Pervanenin mum ışığı etrafında her seferinde ona daha yaklaşarak döndükten sonra kendini aleve atıp yok etmesi sevdiğiyle yakıcı bir vuslata ermek şeklinde düşünülmüş ve bu düşünce şairler için orijinal bir ilham kaynağı olmuştur. Şem‘in yanarak ışık vermesi, pervanenin de bu ışık çevresinde dönüp durması âşık ile mâşukun durumuna benzetilmiştir. Ayrıca şem‘ çeşitli kelimelerle oluşturduğu terkiplerde kinaye yoluyla “ay, güneş, sevgili” anlamlarının yanı sıra “ilâhî nur, mürşid-i kâmil, Kur’an, Hz. Muhammed” gibi tasavvufî mânalarda da kullanılmıştır. Kur’an’da insanlar uçuşan kelebeklere benzetildiği gibi (el-Kāria 101/4) hadislerde de kendini ateşe atmaya çalışan pervanelere teşbih edilmiştir. Bunlar şem‘ u pervâne konulu şiirler için önemli bir ilham, telmih ve istişhâd kaynağı teşkil etmiştir.
Sadık Armutlu
Klasik edebiyatımızda hakiki aşkı anlatan metafor pervanedir. Mecazi aşkı bülbülle, gülle anlattığı gibi şairlerimiz, hakiki aşkı da pervaneyle anlatırlar. Pervane, mum etrafında dönerek can veren küçücük kelebeklerin adıdır; gözünüzle bile göremezsiniz, çok küçüktürler, muma aşıktırlar. Sevgililerin etrafında döne döne aşkları arttıkça yaklaşırlar, iyice yaklaşırlar, ateşe temas ederler ve külleri mumun dibine düşüverir. Şair de aşkın izini ancak pervanenin küllerinden bulabilirsiniz diyerek bize yol gösterir. Hakiki aşkı, feragati, fedakârlığı temsil eden şeydir pervane. Can veriyor bak sesini dahi çıkarmıyor. Bülbülü azarlar şair: “Niye bağırıyorsun feryat ediyorsun, hiçbir şey verdiğin de yok. Hâlbuki bak, pervane can veriyor ama senin gibi ses çıkarmıyor.” Niyâzî-i Mısrî: “Pervaneden al gizli sevda haberini sen” diyor. Pervane onu temsil ediyor. Filozof Rıza Tevfik’in bir şiirinde geçen bir mısra idi, biz oradan etkilendik, bize isim babası oldu o şiir: Bilmedim kim oldu bu hâle sebep, Ağladım ümidim hêba oldu hep, Bendeki sûz-i dil var mıdır acep, Tutuşup can veren pervanelerde.
Hayati İnanç
Esrar-ı suziş-i dili alup zebana şem ‘ Söyler Iisan-ıhal ile hep yana yana şem ‘
Beliğ Mehmet Emin
Layık ki encümende erürse hicibdan Sırr-ı nihan-ı ‘aşkı getürdi Iisana şem ‘
Beliğ Mehmet Emin
“Benim ve sizin durumunuz; ateş yakıp da, ateşine cırcır böcekleri ve kelebekler düşmeye başlayınca, onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşe düşmeyesiniz diye iç kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kurtulmaya, (ateşe girmeye) çalışıyorsunuz.”
Hz. Muhammed (s.a.v.)
“Kıyamet günü insanlar, Sırât (köprüsüne) sevkedilirler ve Sırât’ın her iki yanından kelebeklerin ateşe düşmesi gibi düşerler. Allah dilediği kimseyi rahmetiyle kurtarır. Daha sonra meleklere, peygamberlere ve şehitlere şefaat etmeleri için izin verir. Onlar da şefaatte bulunurlar ve (lehlerine şefaat ettikleri kimseler ateşten) çıkarılırlar. Yine şefaat ederler ve (ateşten) çıkarılırlar. Yine şefaat ederler ve (ateşten) çıkarılırlar. Kalbinde zerre kadar iman olan (ateşten) çıkarılır.”
Hz. Muhammed (s.a.v.)
“Ey iman edenler! Kelebeğin ateşin peşinden gittiği gibi yalanın peşinden gitmenize sebep olan nedir? Şu üçü dışında tüm yalanlar ademoğluna günah yazılır: Bir adamın karısını hoşnut etmek için söylediği yalan veya bir kimsenin savaş hilesi olarak (düşmanı aldatmak için) söylediği yalan veya bir kimsenin iki müslümanın arasını bulmak için söylediği yalan.”
Hz. Muhammed (s.a.v.)
“Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, içinde meşale bulunan bir kandil yuvasına benzer. O meşale, bir cam fanus içinde; o cam fanus da, sanki ince bir yıldız gibidir. Ne doğuya ne de batıya ait olmayan mübarek bir zeytin ağacından tutuşturulur. Onun yağı, hemen hemen ateş dokunmasa bile ışık saçar. Nur üstüne nur! Allah, dilediğini nuruna ulaştırır ve insanlar için böyle misaller verir. Allah her şeyi bilir.”
(Kur’an-ı Kerim Nur suresi 35. ayet)
Aşkar süzülüp misâl-ı ankâ Ol âteşe girdi bî-muhâbâ
Kiraz devşirmeye gitmiştin hani Çilek kokuyorsun vakte yabani Unutma sana bergüzarım var İntizarım yoktur, inkisarım var.
Bahaettin Karakoç
Bir yolcunun
Kiraz çiçeklerini döken rüzgarında,
Dönüp baktım arkama.
*
Ne büyük bir suç,
Kiraz çiçekleriyle kendinden geçmiyor,
Kyoto’nun bayanları.
*
Bir yaprağı
Eğleniyor uzakta,
Dökülen kiraz çiçeğinin.
*
Dökülen kiraz çiçeklerini,
Durdurmanın bir anlamı
Yok ki.
*
Dağ kirazı,
Anılarım var
Eski bir dosta rastlamış gibi.
*
Kiraz çiçeği işte,
Kolumun üstüne
Telaşla dökülen de.
Takahama Kyoshi
kiraz bahçelerinden geliyordum yakamda hınzır çocukların gülümsemeleri seni sevmekten geliyordum bir çeşit yalansızından sevda cümleleri tren yolculuklarında kiraz bahçelerinin resmi geçitleri
Betül Dünder
büyümek
kiraz bahçelerinden kaçmakmış
ya ben ne anlamıştım
Betül Dünder
İtiyorum onu, itiyorum, itiyorum Bütün zamanlar bitti diyorum -anlasa ya- İki tek kiraz ağacı kaldı yalnız İki tek kiraz ağacı İlkyazlar ve bütün başlangıçlar bitti Kiraz ağacı?O da
Edip Cansever
Kiraz ve kamıştan kavalımızın
Sesleri
Dağılıyor havada
Bir kuyu ağzından geçiyor gibi
Onat Kutlar
Ah sevgilim! Ah merhametsizim benim İçin el verse. Kirazdır yaban çileğidir Kızıl ve lâl taşı dudağın.
Tudor Arghezi
Bir mektup geldi ihtiyar anamdan
İçinde kargacık burgacık harfler
Hasattan bahsediyordu, yaz hasadından,
Firenk üzümlerinden, kiraz ağaçlarından.
Pär Lagerkvist
Manav yarı anlamlı güldü biz geçerken Eriklerden,çileklerden,o canım kirazlardan bile utanmadan Hani o çocukluk küpesi olan kirazlardan Hani rengi içimize göre değişen: mor,mavi,pembe ,sarı
Edip Cansever
Bütün uçurtmalarımı göğe salıyorum
Güvercine bulanıyor o yılgın avlular
Bir çığlık, bir mektup, ıslak bir mendil
-Ve aşk; herkesin ana dili, biliyorum-
Yitiyor sonra alevler arasında o şiir
O gemi, kiraz ağaçları, o tutkulu şarkılar
İçimde bir kenti yaktılar sanıyorum.
Ali Emre
şu kiraz çiçekleri bırakıp beni hayran gittiler bu dünyadan
Issa
Benim küçük kızım
biraz ot,biraz beyaz kiraz yaprağı ve iki üç
karahindibadan oluşan
minicik bir bahar toprağı parçasının üzerinde
dans etmektedir.
Ekaterina Yosifova
Kiraz dalına asılmış bir mendil gibi kaldım bekliyorum tarihin kaçınılmaz fırsatlarını Yok. Sevgilim. Duasız bir din arıyorum. Yok.
Ahmet Erhan
O küçücük odada soluğun
Mavi resimler çizer havaya
Avludaki kiraz içini çeker
Elma, armut, akasya
Ahmet Erhan
Yaklaş, yüzünü örse de acılar Ve nasıl yakalarsa toprağı kök Suları renk, dalları kiraz Sen de öyle yakala hayatı
Abdülkadir Bulut
Bir sancıydım boğuk akşamlar gibi
Büyüdükçe büyüdü isli ve yalnız olmak
Kirazını soldurdu ağaçların
Nasıl devrildi taşlar üstümüze
Afşar Timuçin
Sokak başlarında sazımı çalsam Anlatsam şu kiraz mevsiminin Para kazanmak mevsimi değil Sevişme vakti olduğunu.
Sait Faik
Öyle birşey yok elbet hatırlamam
Laz kirazının da kırmızı balıkların da çabası boşuna
Turgut Uyar
Bir kuş ötecek şimdi… Havada bir durgunluk, Mermeriyle konuşan açık kalmış bir musluk, Beyaz çiçeklerini tektük düşüren kiraz.
Ziya Osman Saba
Gençliğime sunulan kefaret gibi sevdim
Şehre tepeden bakmak gibiydi onu sevmek
Uykulu sesinde bahçelerle tanış olmak gibiydi
Kirazlar kadar
Süleyman Unutmaz
Kirazın derisinin altında kiraz Narın içinde nar Benim yüreğimde boylu boyunca Memleketim var Canıma ciğerime dek işlemiş
Bedri Rahmi Eyüboğlu
seyrediyorum, olgun kiraz gibi önüme düşüyor
acılar,
yalnızlık bukadar kötü dolanmamıştı dilime,
onu bile okşayıp sırtımda taşıyorum.
Mehmet Sadık Kırımlı
çiçeğini özleyen kirazın yapraksız dalına bir kuşu salıyor rüzgarı uçacağı yön belirsiz iki göz/ çarpan bir yürek/ camlardan akan bakışlar
Küpeler takacağım kulaklarıma ikiz iki kirazdan ve tırnaklarımı papatya çiçeği yapraklarıyla süsleyeceğim.
Sohrab Sopehri
kiraz ayı, orak ayı, aylandız
bırak kim kazanacaksa kazansın sürümden
kaldı mı bir tonu grinin… bilmediğimiz!
Perihan Baykal
Kiraz ve kamıştan kavalımızın Sesleri Dağılıyor havada
Onat Kutlar
halbuki benim yaz ırmağına değen
kiraz dalından farkım yoktu
Ahmet Uysal
Bu yaz bol bol kiraz ye Heveslerini diri tut. Dinsin yüzünün gürültüsü
Engin Turgut
Sizin meleğinizi hiç üzmedim bahar hanım, kelimelerin
gurbetinden geçiyoruz, şiir hep genç ve yetim bir şey
değil midir bahar hanım, çilek sizi mırıldanıyor, herkes
kendisini kiraz sanıyor, sanıyorum sizin adresiniz de
kendisini bir mektup sanıyor, dili tutuluyor yazların
siz yazları terkedeli kaç yaz geçti allahaşkına!
Şükrü Erbaş
kardeşler ben çalayım siz görün nasıl geçilir kiraz rengi sokaklar soluk soluğa yeni aşklarla yorulmaz yaşlı bir yürek bile gülüşler ona akar da
Haydar Ergülen
Yüreğim parmağımın ucunda
Ve dokunuyorum onunla senin
Kiraz dudaklarına!
Cahit Koytak
Uykusunda üzerine kirazlar dökülen kristal bir bahçenin gülümsemesi olmalı bakışlarındaki…
Engin Turgut
yoğunlaşır akıl, düşlem ve ufukla.
kiraz çiçeklerini severim : gençleşirim.
Hayati Baki
Saçlarımda kiraz bahçeleri Salıncak kuruyor dallarına çocuklar Hep ben düşüyorum, hep ben,
Didem Madak
bana getiremediğin yazların var:
kırmızı haziranında dal dal kiraz!..
temmuzunda namluya yatan ekin!…
Tayyibe Atay
Sesin nerde kaldı? Sen sustukça gün, Konuştukça kış uzuyor, ince yüzün Minelerini açıyor bir bir yaza. Başucumuzda dinlenen ak kiraza…
Hüseyin Cahit Kerse
sen elimi tutunca çinli bir şairin yamağı
dizeleri mutfakta bırakıp orman yoluna çıkıyor
kirazlar açmışlar çiçekleri, ilkyazmış
sonunda sen varmışsın yaralı ülkemizin
Hakan Savlı
“ya da bir gün,” dedim “uzaklarda ufacık bir kulüben olurdu da incecik parmaklarıyla kirazlar yedirirdi bir kız sana.. öylesine bir yer övgüden yergiden uzak”
Andrey Voznezenski
git
dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım
Behçet Aysan
Susuzdu, suya değdi dudaklarım seni sevdim Mevsim kirazlardan eriklerden geçti yaza döndü
Dışına atıldım ben hüznün de sevincin de Bir kıyıya bağlanmış boş bir sandal gibiyim.
Cahit Külebi
Irmaklarımın altından akan ırmak Sandal sefalarım Marmara toprakları Ama söyle olmuşsa yüzüme karşı söyle neyi inkar ettim Cahit Zarifoğlu
Kırık bir sandal bulsam girip içine ağlarım Bütün unutulmuşluklarımı Tek bir gecede unutup Kabul eder mi beni Tahta Su Ve karanlık
Ali Lidar
Alkolden bir denize bıraktım kalbimi Kırmızı bir sandal gibi
Didem Madak
üç güvercin kuşu var üstelik su gökleri direkler adamlar oturmuşlar sandal boyuyorlar adamlar oturmuşlar bir kırmızı uydurmuşlar denizin mavisine yangın ateşi
Turgut Uyar
Tüm bu şarkıları senin için yazdım ben iki mum yaktım, biri kırmızı, diğeri siyah biri kadın, diğeri erkek iki sandal ağacının dumanıyla evlendirdim onları Leonard Cohen
Aşk ateşi ısıtır sanıyorsan aklından geçmeyen ihtimalle yanılırsın Cehennem ateşiyle aşk gönlü kavurur belki ama açık denizde bir sandal gibi yalnız ve savunmasız kılar bedeni
Babür Pınar
soyumuz geçerlidir biliyorum geçerlidir, sık sık unutulan soyumuz geçerlidir bir kıyıya bir sandal gibi bağlanan. gelirdi. malatya’ nın kâhta kasabasından
Turgut Uyar
dün gece bir kadın doğurdu haliç bir kuş havalandı galata kulesi’nden minareler göğü deldi bir sandal intihar etti izledim dur diyemediğim ölümleri
Derya Önder
Baktım süzülüp geçti açıktan iki sandal. Bir lahzada bir pancur açılmış gibi yazdan Yahya Kemal
Büyük bir sandal -Akıntının içinden çekip- Rakı kadehimle benim arama bırakacak.
Sait Faik Abasıyanık
Doldurdum kadehleri ey felek! Şanlı felek! kahbe felek! Buyur karşılıklı oturalım. Tüm gelişlere, yollara, gidişlere sandal olsun unutkanlığımız. Şafak Temiz
anlamı yok sensiz bir çıngının göğsüne baş yaslamanın küreksiz bir sandalla uzak denizlere açılmanın
Kemal Bayrakçı
Hepsi yirmişer, otuzar yaşında ihtiyar rüyaları görmüş; Aşağıda, İstanbul bıçkınlarının söğüştüğü sandallarda. Sait Faik Abasıyanık
Irmaklarımın altından akan ırmak Sandal sefalarım Marmara toprakları Ama söyle olmuşsa yüzüme karşı söyle neyi inkar ettim
Cahit Zarifoğlu
Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun? Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Can Yücel
Kimsenin ölümü, Çinli şair Li Po’nun ki kadar güzel olamaz. Li Po sandaldaydı, yeterince içmişti. Hava açıktı. Günaçığı değil de, ayaçığı bir gece. Li Po, ayın sudaki görüntüsünü bütünüyle kucaklamak istedi. Bunun için suya sarktı. Kollarını gepgeniş açarak daha da sarktı.
Cemal Süreya
İpleri kesik artık uçurtmaların insan yiyen otlar çıkar göldeki sandalından. Dilek Değerli
İçimde ıssız balıkların Çekingen kabarcıklarla Dolandığı Mahzun bir akvaryum var.
Sallanan bir sandalım da Perişan hafif rüzgârda
Ahmet İnam
Şimdi Akdeniz kıyılarındasın Bütün bir yıl çiçek açan limon ağaçlarının altında Bir sandalda dostlarınla geziyorsun Guillaume Apollinaire
Kumsalda, çam tahtasını astarlıyor sandalcı baba Çocuk büyümüş; yüzmeyi biliyor, denizle oynamasını da Yüreğim çürümez; gözyaşları işlemez, kurşunlarınız da
Ali Cengizkan
birdenbire batacak olan düş denizinde yarattığın umut sandalıdır Nevzat Çelik
Mehtapta sandallar ne hoş manzara Sahildir yayladır yerin İstanbul
Aşık Veysel
Pansiyon önündeki sandalların kıpırtısı, çiçeklerin çekingen dirimi, günbatımıyla gölgelenmiş alanların rengi kalmış aklımda.İkimizde yalnızdık ve birbirimize ilişmemeye çalışıyorduk adını kimselerin bilmediği o uzak sahil kasabasında. Murathan Mungan
Bir çocuk bile çeker sandala beni Bu kadar ağır olmasam
Halim Şefik Güzelson
Sevincim kırık bir sandalla gidiyor uzaklara Neşe Yaşın
sandalını sağlam kazığa bağla aşkın gibi karışıp gitmesin kalabalığa
Tuğrul Tanyol
ben zamanı uyutayım mırıl mırıl ufkun sandalında deniz tutmuş gibi Emel İrtem
Ya o, Muallâ’yı sandala atıp, Ruhumda hicranın’ı söyletme hikâyesi?
Orhan Veli
mutsuzun biriyim işte. tek parça kaldı sandalım Cafer Turaç
“Bir varmış bir yokmuş” derler hani: Aşkın küçük sandalı hayat ırmağının akıntısına kafa tutabilir mi? Dayanamayıp parçalandı işte sonunda…
Mayakovski
uzadıkça acının boyu boğulmuş bir sandala döndü dilim Betül Dünder
Bu sandalı geçen hafta denk getirip Çalıntıdan düşürdük. Arkadaşlar ısrar etti, Biz de, iyi olur, bize uyar diye düşündük.
Yusuf Hayaloğlu
Kuğular mı salmamıştı ardımdan, Sandallar mı, kara sallar mı yüzdürmemişti. Anna Ahmatova
puslu bir sabah ayazını peşimden sürükleyerek gidiyorum. yalnızlığımı köhne bir sandalın sahipsiz sürüklenişine bırakırken hüznüm ardından ağlıyordu
Pelin Onay
Tüm gelişlere, yollara, gidişlere sandal olsun unutkanlığımız. Şafak Temiz
Bana ‘benden iyisini bulamazsın’ diyen sevgilim: Ne gemiler yaktım ben, kıçı kırık bir sandalın lafı mı olur.
Küçük İskender
Bir yanda parçalanmış teknem durur, Sert tütünüyle gün bir yanda. … Tutunacak bir tekne arar gibiydi Melih Cevdet Anday
Yüreğim, sürüklenip giden teknene bindi bineli, tek bir gün geçmedi dondurucu dalgalarla baştan ayağa ıslanmadığım.
Tekneler kadar sağlam bağlı değil artık yüreğim Bir zamanlar adını yazdığım bu kumsallara
İlker Pamukçu
sevgilim ölü tekne kırık omurgasıyla uzanırdı kumsalda ben ona korsan masalları anlatırdım Salih Mercanoğlu
Bir kuş gibi tıpkı, hafif kanatlı belirdi pupa yelken bir tekne ve ok gibi uzaklaştı.
Peyo Yavorov
her şey bâtınî! göl kendi dibindeki batıktan başka nedir? acılar derin ve siyah bayraklarını tekneme çekeli beriydi: her şey bâtınî! tenim kendini yurtsuyor birden: “ben kendimin teknesiyim ben…” Hilmi Yavuz
dağbaşında tek ağaç fırtınada bir tekne uçurtması kopup gitmiş bir çocuk bakıyorum yalnızca şaşkın ve umarsız gözlerle arkalarından
Hasan Hüseyin Korkmazgil
Kumsalda sağlamasını yapan garip tekneyim Bir denize bakarak ve büyük gemilere Abdülkadir Budak
Dağ gerindi, asfalt anımsadı uzun bir yol olduğunu usulca sallandı tekneler, gözlerini açtı orman bir saklı liman usulca çıktı yeryüzüne
Zerrin Taşpınar
Önde sakin tekneler, fırtına arkasında Ne dipte ne havada, suyun tam yüzündeyim Caner Fidaner
denizini yitirmiş bir sevdalıyım ben gözlerim yalnızlığın hüzün teknesi fırtınalarda bir yanı zifir kıyılarımın bir yanı zehir hiç bir limana çıkamam artık
Nuri Can
Oysa şimdi küçük kız, bakışların Fırtınaya tutulmuş tayfaların Rüzgar dinse bile, yarılmış, kırık Tekneleri sulara gömülürken Umutsuz, çaresiz gözlerine dökülen Parlak bir yıldızın ışığından farksız.
Gerard de Nerval
Uzaklardan geldin sen ve uzaklardan Ve kokular ve ışıklar ülkesinden Şimdi bir teknedeyim seninle birlikte Fildişi, bulut ve kristal Götür beni ey yüreğimi okşayan umudum
Furuğ Ferruhzad
Dedim ki: garip çiçek, şu tepenin üstünden Bulutların, yosunun ve teknenin gittiği Uçsuz bucaksızlığa yolcu olmalıydın sen. Victor Hugo
Kıvrılıp giden dalgın bir yol, yolda eski bir taş, Limanda bağlı bir tekne, yosunlu bir halat gibi durdum.
Birhan Keskin
Tekne şizofren öyle mi, kayalara yöneliyor İlk celsede berrat ettiriliyor deniz Abdülkadir Budak
Aşkın acılığı dolmuş içime, sarhoşum; Yarılsın artık bu tekne, alsın beni deniz.
Arthur Rimbaud
O güzel iklimlere sürükler beni kokun Bir liman görürüm, yelkenle, direkle dolu Tekneler, son seferin meşakkatiyle yorgun Charles Baudelaire
kaçınılmazdım omurgası su alan teknede durmadan daha derine
Tuğrul Asi Balkar
Aykırı sularda bungun Bir çürük tekne gibi Rüzgarını özlüyorum. Şükrü Erbaş
Geceleyin tek başına, gözyaşından bir döşekte; sanki ıssız bir deryada, terk edilmiş bir tekne.
?
Yürür zavallı kırık teknecik, yürür; “Yürümek, Nasibin işte bu! Hala gözün kenarda… Yürü!” Yürür, fakat suların böyle kahr-ı hiddetine Nasıl tahammül eder eski, hasta bir tekne? Tevfik Fikret
Bir sallayan yoksa, inilir salıncaktan Gökyüzü mavi yırtık, deniz yamalı bulut Bir güzel boğul tekne!.. Alabora olmadan
Hülya Deniz Ünal
batık teknemin suya gömülmüş ahşap direklerinde asılmış tüm yolcularım. celal’im! sinan’ım! bu deniz nereye gider, bir biz kaldık ve yağmur tüm kapıları siler. Tuğrul Tanyol
bir akşam vakti, tekneye gene yaklaşıp sorduklarında, isteyecek hiçbir şeyim yoktu. bir denizkızı istedim. gittiler ve bir daha görünmediler.”
Akgün Akova
ha geldi ha gelecek beklediğim gemi: ya bir yolcum var ya binip ben gideceğim. Bilgin Adalı
kırık bir tekneyim çılgın sularda içimde kırık bir dal artık kırklara karışır giderim anne
Sıtkı Caney
Kabarıp duruyor içimde, kabarıp duran bir okyanus yurdumu arıyorum batık bir tekne değilim yurdumu arıyorum kızgın küller ortasında Ahmet Telli
Teknenin su aldığını herkes biliyor Herkes biliyor, kaptan yalan söyledi
Leonard Cohen
gerdik ya ölü yüzlerimizi rüzgârın sesine, sevdamıza savrulan küller kadar ıslak gözlerimizi kurutmak için; dökük tekneler gibi Kaan İnce
ıssız teknelerle kıyılarıma koşardım hemen, bakardım (bakmak uzanmaktır); atlaslar yırtılırdı düşümün bir ucunda, bir ucunda ben;
Hasan Ali Toptaş
Git. En fazla hırçın kayalarda parçalanır teknen, kalbimdeki fener söner. Ah şairdir bütün fenerciler. … Peşinen kayalara oturacak biliyorsun teknen gitsen, gitmesen ölü bir balık olarak kıyıya vuracaksın. İbrahim Baştuğ Bir kayığa biner geceleri Sığlıkta o kadın tek başına Dua biçiminde inceltir korkuyu Sunar içtenliksiz, tanrısına
Sunay Akın
Kalbimin yetim kayığı Geçmeye çalışıyor oynak, dalgalı Zaman deryasını
Ping Hsin
‘Olay kapandı’ derler ya işte bu da öyle, Aşkın kayığı günlük yaşama çarptı. Ödeştim yaşamla.
Vladimir Mayakovski
Uysallaşmışsın sen de. Geriye dönen yol unutulmuş, Kaybolmuş gözden. Boş bir kayığa dönüyorum, Senin gibi, sularda sürüklenen.
Tu Fu
Seviyorum onu… Tohumun ışığı sevdiği gibi Tarlanın rüzgarı sevdiği gibi Kayığın dalgayı sevdiği gibi Kuşun yüksekleri sevdiği gibi Seviyorum onu…
Furuğ Ferruhzad
Adaya sığınmış rüzgâr gibiyim gökte tütüyor kayığım bu sefer ruhuna çek beni anne, içine değil!
Haydar Ergülen
Ay ışığında şarkı söylüyorum, ve sürüyorum resimli bir kayığı İnanarak esen rüzgârın beni tekrar evime uçuracağına.
Yu Hsuan Chi
sen kimin kayığıyla vardın karşıya ben kime kaldım, bilmedik.
Kemal Varol
bizi karşıya geçir, söz dolu kayığını çağırdın geldik, haz dolu bahçeni dağıttın geldik, göç dolu dilini aldattın geldik, iz dolu rüyalarında beyazların gözü var
Haydar Ergülen
Eğer sularını köpürtüp delirtiyorsa kayığım Ben yokum kayığım yok…
R.Tagore
Keşke, Ah, keşke Bir kayığım olsaydı Ve her akşam gözlerinin mavi limanına doğru yelkenlerim savrulsaydı…
Nizar Kabbani
Olur da yanlış anlarsan söylediklerimi Çok özür dilerim Bakma marifetmiş gibi anlattığıma İcap ederse susup tek kelime etmeden İçimden geçenleri buluttan bir kayıkla yollayıp sana Beklerim..
Ali Lidar
gerçeğine geri dön diyor kadın, sesinde kayıp bir kayık yalpalıyor. geç kaldın şiire, hayata geç başladın. bu yüzden bir ihtiyar gibi yazıyorsun imgeleri, yaşamadığın günleri özleyerek.
Murathan Çarboğa
İçimin denizinde bir kayık yüzüyor bir de küskün kır çiçeği.
Engin Turgut
bir şiir kazırım kayalara koyveririm dalgalansın bağlanmamış bir kayık gibi dünya.
Han Şan
Taş sırrını unuttu Ada hapsindeyiz, kayık gitti Issız kaldım suyun gövdesinde
Gonca Özmen
Hani o masal dünyası yalılar, Hani o kayıklar ki kızca beyaz, Hani o kadınlar ki sevdalılar, renk renk şemsiyeler altında bin naz?
Ahmet Muhip Dranas
deniz feneri olsaydım gecede, fırtınada ışıktım balıklara, vapurlara, kayıklara.. ne yazık ki ben kendim batmak üzere olan bir gemiyim!..
Wolfgang Borchert
Yalvarıyorum sana, geceleri kayıklarda konuşulan o birbirine karışmış güzel diller adına.
Henrik Nordbrandt
varsın patlasın fırtına yansın gün de gece de ıssızlık tünesin damımda olsun, ben yine sarılır ve yatarım öksüz bir kayıkla
Akide Ufuk Türkelli
şimdi herkes buruk gibi gidiyorlar ırmakta sarsılan bir kayık gibi
Tuğrul Asi Balkar
vardın, oldun, kayboldun şimdi ortasındasın ne kayık göle dahildir artık ne kuş gökyüzünde seferi yangının içi şehir yol senin içindedir
Haydar Ergülen
Ben, birlikte kıyıya sürüklediğimiz kayıktan saflığımı ve sabrımı aldım tek kalanları kumsala göm sen de
Birhan Keskin
Deniz dökme altın, salıvereceğim sulara gördüğüm düşü ışıyan bir kayıkla. Bir pırlanta gömeceğim çakıllara, pırıl pırıl.
Konstantinos Karyotakis
– Yarın sen ağları gün doğmadan hazırlarsın; Sakın yedek biraz ip, mantar almadan gitme… Açınca yelkeni hiç bakma, oynasın varsın; Kayık çocuk gibidir: Oynuyor mu kaydetme, Dokunma keyfine; yalnız tetik bulun, zira Deniz kadın gibidir: Hiç inanmak olmaz ha!
Tevfik Fikret
İçinde bir kaçakçı yaşar senin, Kayıkla dolaşır göllerinde, Beynine tabanca ve şiir satar, O kaçakçının bakışını sakın unutma.
Ülkü Tamer
Her satırı Mendireğe dizili karabataklara benzeyen Bir mektup bırakarak balıkçı koyundan sisler icinde uzaklaşan kayık gibi bir sabah usulca ayrıldın koynumdan
Sunay Akın
Sana bakmak gölde kayık olmaktı
Abdülkadir Budak
Gûş etmiş idi o sergüzeşti Âteş yemi üzre mum keştî … Mumdan gemiler edip hüveydâ Kılmış nice dîv o bahri me’vâ … Tâbût idi san o keştî-i mûm Olmazdı mezârı liyk ma’lûm … Ol fülk u o nâr-ı pür felâket Hep şem’-i mezârdan ibâret
Beyaz ipek gibi yağdı kar Bir kız kardan hafif yüreğiyle Geçip gitti güvercinleri anımsatarak.
Ataol Behramoğlu
Sen elimden tutunca Bir mavilik çökerdi gözlerime Sonra tüm denizler çekilir Bir orman uğultularla sarsılır Bir güvercin sürüsü havalanırdı Kış bürümüş yüreğimden
Tuğrul Tanyol
onu vurdular gözümle gördüm onu bir güvercin havalandı.
Behçet Aysan
başını menekşeye koydu, uyudu bir güvercin çalılığın orada
Edip Cansever
Güvercinlere emanet ederdim yüzümü Aç gagalarını ıslatırdı gözyaşlarım Didem Madak
Zümrüd-ü anka uçar senin bakışlarında Benim rüyalarımda birkaç deli güvercin
Nurullah Genç
Ya da her bozulduğunda yuvası dehşetli bir tutkuyla aynı yere çer çöp taşıyan güvercine. Ali Lidar
Sonra bu güvercinler niye varlar Bir anıyı yaşatmak için mi
Erdem Beyazit
Birden güvercinli güvercinli gülüyorum Bak Sevdamıza bir numara dar geliyor sanki şimdi yeryüzü Akgün Akova
ak bir yaban güvercini gibiydin aşk vişnelere bulaştın kirlendi beyazın.
Behçet Aysan
sen bende daha bitmedin ki gönlü güvercinli kadın Tekin Gönenç
Dallarında defne ağaçlarının İki çıplak güvercin gördüm, Biri ötekiydi, Ama hiç kimse değildi ikisi.
F.G. Lorca
balkonum güvercin güzergâhı, banyomda kabilesinden kovulmuş örümcekler Turgay Demir
Kuşları temaşa eden yedi adamdan biri ‘Ben yedinci güvercinin kanadında Siyah bir nokta görüyorum.’ Der. Halil Cibran
Yüreğini Avuçlarında bir güvercinin Yüreğiyle yatıştıran çocuğun Bileklerinde çözüp Doldurduğu şeyi Sana anlatmalıyım…
Nihat Behram
Siyah kahırdı yaşadıklarımız, cesur bir güvercin ayaklandı bundan Gözlerimiz mahcup bakardı, un ufak olmuş devrim çocuklarıydık Aşk kadar kısacık ömrümüz vardı, korkmazdık uçurumlarda yaşamaktan. Engin Turgut
Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza Turgut Uyar
güvercinim/ ürkek ve sıcak/ sokulmuş koynuma uyuyorsun
Emre Gümüşdoğan
İki güvercin ey ömrüm yılların omuzuna tünemiş biri hayat, öteki ölüm yaşadığım olsa da Refik Durbaş
gün sessizce çekildi güvercin rengi kubbelerden ezanlar doldurdu kuş yuvalarını
İzzet Yaşar
bu yolu buraya mavi otobüsle kasten getirmişler tuhaf güvercin dalgalarıyla
Şeyda Mohammedi
Ey avlanmış atın falı, ey yeniden başlamanın Aç güvercini! Falımız yok bizim.
Melih Cevdet Anday
Bölüştürülen mutluluk günün bütün saatlerinde Çeşmede güvercinlerin içtiği inciler doğusu gibi Aragon
sen yanıma gelince yıldızlar koşuşur karanlığa güvercinler ayaklanır
Behçet Aysan
Atmacanın pençesinde atmacayı kendinden geçiren Bir güvercin ki ne gören olmuş Ne işiten
Cahit Zarifoğlu
bilenmiş yoksulluk hasta posta güvercinleri kokusu beslenmese ölecek çocuk
Hamdi Özyurt
Telaşını taşıyorum yıllardır Konuşurken birbirine vurduğun parmaklarının Ve içine yüreğini koyup koyup Ak güvercinler gibi ağzından uçurduğun O büyülü, sıcak, doğru sözlerinin… Şükrü Erbaş
Bulacağız biz güvercinlerimizi yeniden bir gün, Ve tutacak güzelliğin elinden sevgi.
Ahmed-i Şâmlû
omzumuzda mırıldanan güvercinler dahil aldatıyor bu kahperengi hayat bizi Özge Dirik
Bütün uçurtmalarımı göğe salıyorum Güvercine bulanıyor o yılgın avlular
Ali Emre
Bunlar ne belleğimizde uyanan sarı güvercinler, ne de anılardır kuşaktan kuşağa akan. Pablo Neruda
Sedeflerinden yapılmış İstanbul camilerinin taşları Beyaz güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerin
Sezai Karakoç
Korkma, hiç yaşanmaz nasılsa, artık posta güvercinleri yetişmiyor düş bahçelerinde Ulaşmaz ellerine parmak uçlarımda yazılı mahrem şiirler Cihan Oğuz
ellerim çenesi düşmüş bir adam dudak dudağa iki kadından başka bir hiç şimdi güvercinler
Müşir Fuat
tanışana kadar vardır sardunyasız dünya güzelsiz, güvercinsiz Serkan Yıldırım
Geceleyin damlar üzerinde güvercinlerin sesi Hapishanelerin iniltisi dalgıçların incisi Şarkı söyleten ve susturan her şey sensin
Louis Aragon
Ve toprağa bakıyorlar Masum güvercinler Kendi beyaz burçlarının tepelerinden Furuğ Ferruhzad
ölüm girmeden aramıza kavuşacağız elbet öpüşürken iki güvercin
Nuri Can
senin bakışın bulutlarla yanak yanağa gezen kırlangıç uçurumların anlamını bilen albatros yağmurlu günlerde güneş devrimi yapan güvercin Akgün Akova
Ansı bir gün mısır serptiğin güvercinleri Nasıl mutluydun ölümsüzdün cömerttin
Necati Cumali
Yaşamaya yerleşiyor seniha Kendi yaşamına -Güvercinsiz bir avlu mu? olabilir Sırları dökülmüş bir ayna?- Edip Cansever
Ve büyür gözlerimde güvercin güzelliğin Sonra bıkıp usanmadan sabahlara dek Biri durur kapında korkulu ürkek… O duran benim.
Yavuz Bülent BÂKİLER
Kamyona, yerli gelenekle,yüzüm açık yükleneceksem, bir şey damlayabilir alnıma bir güvercinden; uğurdur. Nazım Hikmet
Bir güvercin kadar hafif kelimelerle konuşalım isterseniz kısayısa mutluluklar dileyelim birbirimize
Özkan Mert
İnsan dediğin saçaktaki Güvercinin farkında olacak Ve bir çiçek açacak kendince. Metin Altıok
Yıl 2000 Tekke ve zaviyeleri kapatıldı kalbimin Tombul güvercinler dolaşırdı kiremit çatısında Bulutlar akardı paçalarından, uğuldarlardı.
Didem Madak
Şimdi bir güvercinin uçuşunu bölüyoruz Gökyüzünün o meşhur maviliğinde Uzun saçlı iri memeli kadınlarıyla Bir akdeniz şehri çıkabilir içinde Alıp yaracak olsa yüreğini Şimdi bir güvercinin Cemal Süreya
Öpücükler kondurup bu küçük armağana Şiir-söz taşıyan bir güvercin uçuruyorsun.
Ahmet Necdet
Yürürken sağ omzuma hafif sesle ötüşüp – Bir evden anlaşılmaz fısıltılarla düşüp – Bembeyaz bir el gibi bir güvercin konacak Sabri Esat Siyavuşgil
Sökülür durmadan uzayan ipliğiyle, Sarılır mekiğine sabahın Ürkek bir güvercin halinde. Ve sen eksildikçe o güvercin tamlanır, Kanatlanır böylece köpüren özlemiyle. Uçar gider geçmiş bir günün ardından, Bir tüy kalır geriye senin bittiğin yerde.
Metin Altıok
Bunlar ne belleğimizde uyanan sarı güvercinler, ne de anılardır kuşaktan kuşağa akan. Pablo Neruda
neden yanılgılar peşimizde karabasanlar gibi gezer yenilgilere düşmeden uçurmalıyız artık içimizdeki beyz güvercinleri
Zafer Şık
her gece konuşunca güvercinlerle sadece insan anlıyor neydi o uyar’da taklit edilemez olan insan anlıyor nedir bize sarılmayı öğreten Zeynep Elif Arkan
Tam öğle vaktiydi gittin Köy öğle sıcağıyla uyuyordu Soluk soluğaydı tarlalar Güvercinler gökyüzüne uçmuşlardı Balkondaydım. Yalnızdım. Bir başımaydım
ah İstanbul, beni inciten şehir gençliğimin ince sızısı öksüz çoçuklar geziyor şimdi içimde yalınayak kanadı kırık güvercinler
Nuri Can
Birgün gidersem, Haydarpaşa’ya iner inmez Denizi kucaklayıp gözlerinden öpeceğim Emirgan’da çay içecek Yenicami’de güvercinlere yem verecek Sonra gidip çığlık çığlık Martıları seyredeceğim Gülcihan Atalay
ve bilmiyordu kimse yüreklerimizden uçan üzgün güvercinin inanç olduğunu.
Furuğ Ferruhzad
Andolsun temaşaya Ve sözün başına Ve zihinden uçuşuna güvercinin Ki bir kelime var kafeste Sohrab Sepehri
Üstünde güvercinler gezen şu rahat damın Kalbi atar ardında birkaç mezarla çamın
Paul Valery
güvercin dönüyor bir dal zeytinle Murathan Mungan
Sesini yapraklara kazırdım Göğüsünü Şam güvercinlerine benzetirdim Ve denize uzanmış bir balkona
Nizar Kabbani
Senin şiirin senin yüzün. Yaralı bir güvercin misali Başımın üstünde dolanır durur. Gelir sessizce konar, bu şiirin bir yerine Bedri Rahmi Eyüpoğlu
Şanssız mıydık? haksızlık olur şimdi Düşünsene nasıl geçmiştik hızla Birleşen iki güvercinin arasından Hiç dokunmaksızın onlara
Cemal Süreya
ve yaşasın barış! diyen kardeşin omzuna konan güvercin gider mi gider gitme desen de. Tuğrul Asi Balkar
dallar kırılırken ince bir sızı güvercin kanadında
M. Aşır Karabacak
bahçemde, kanayan; ama sessizce kanayan bir ağacın melali kuşanan yapraklarını iki güvercin okşuyor kanatlarıyla İsa Karaaslan
Konsun –yine- pervazlara güvercinler, “Hû hû”lara karışsın âminler… Mübarek akşamdır; Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Arif Nihat Asya
İstanbul her günkü yaşantısı içinde, uğultulu, Güvercinler güneşten bir sessizliği biriktiriyor
Cemal Süreya
Yok senin gibisi Eriyen karından güvercinler su içer
Nizar Kabbani
Girdapları, hortumu; benden sorun akşamı, Bir güvercin sürüsü gibi savrulan fecri.
Rimbaud
bakarsın bir haber getirir ak güvercin kanatlarında gülücükler
Önder Yılmaz
nehrin kızını yazmak istiyorum nehri öpen dudaklarını kaçak bir güvercin oluyor yüreğim, bir rüzgar güz, hırkama altın ışıklar bırakıyor, kendimi şehre bırakıyorum
Cafer Turaç
içimde büyüttüğüm bir güvercin uçurdum yüreğimi canandan saat oniki oldu ağlamak bana düştü
Müştehir Karakaya
Güvercin Pencerede kopan alkış Melih Cevdet Anday
sarıya boyamışlar evlerimizi sanki güvercinsin, kanadındayım.
Cafer Turaç
ve ben biliyorum örümceği, mağarayı, güvercini, asâyı
Ferman Karaçam
ankara garına usulca ikindi yağıyor bir güvercin çırpınışı yüreğim
Müştehir Karakaya
yadsıdıklarımızdan bir yaz kalmıştı geriye, susarak gölgesinde güvercinler vardı, ürkütmediğimiz güvercinler ne şanlı saatleridir gökyüzünün! Tuğrul Asi Balkar
Hoşça kal havuz, bütün güvercinlerim, İnce bakışlarınız, yuvarlak uçuşunuz, Onları unutmadım, yumuşak tüyleri de,
Max Jacop
Kim bilebilirdi artık Yüreklerden kaçan o üzgün güvercinin İnanç olduğunu… Furuğ Ferruhzad
Yine de severim sözcükleri. Tavandan düşen güvercinlerdir sözcükler.
Anne Sexton
‘sessizliğin sesi’ni, sonsuzluğun sesini açıkça işitilir kılan, daha gür, daha beyaz, daha cesur kanat vuruşlarıyla gökleri çatırdatan ‘tedirgin güvercinler’… Cahit Koytak
ömür bahçesinden uçmaya kararlı bir güvercinin boynunu koparmayı düşünürken Güvercin Gerdanlığı’nı ah evet belki bunu için sevdim ben
Mehmet Can Doğan
Adamın kafasında koskoca bir güneş var diyorum ben Adamın kafasında sultanahmedin güvercinleri Gülhanenin ağaçları Oturacak yerleri parkların Erdem Beyazit
Bir an dudaklarıyla Değen alnımıza masmavi Bir güvercin kanadı gibi Ey annelerin sesi
Erdem Beyazit
sarılırken mesafe koyuyorum kendimle arama atılmasın diye içimdeki kedi masum güvercinlerin üstüne kahkahayla ağlayan kac kisi var söyle? Turuncu
Kalbimin güvercinine bakan cefa Kanımda günbatımısın sen
Özlem Sezer
Garip telâşını, binlerce fecrin Ocağında nezir güvercinlerin Hülyâm o kıvılcım ve kül yağmuru Çırpınır bu beyaz mahşere doğru! Ahmet Hamdi Tanpınar
Gülerken yüzün Dem çeken bir güvercinin sesini
Gülten Akın
Buğday havada durdurur kurşunu Onlar başkası değil bir çift cami güvercini Güvercin buğdayın ağzında sırayla Göğü soluyan bir ejdarha gelecek şehirlere Bir zaman bıldırcınlar ve kırlangıçlar Nasıl alınırsa ağıza ve ağırlanırsa Cahit Zarifoğlu
Ne güvercin umurumda artık Ne kışkırtır beni şahin
Hakan Şarkdemir
Yukarda bembeyaz bir güvercinin Mavi bir balkonun bulutlarından Benim toprağımı aradığını Onat Kutlar
oysa mor bir şafaktasın canım sevgilim güvercinim
Aria Ay
kapama gözlerini; karanlıktan korkarım atlılar kaybeder yolunu, hasretimin posta güvercinleri geri dönmez ülkeme yaslı dereler gibi mutsuzluğa akarım kapama gözlerini; karanlıktan korkarım Nurullah Genç
Muhassen’e uğradım -çağırdı demin- Firuze ve turuncu deniz kabuğu alaşımı Muhassen’e Yedi lamba, yedi güvercin saçlarında Edip Cansever
Biliyor musun: güvercinler isterlerse (ve istediklerinde) kanatlarını dimdik tutup, havada hiç kıpırdamadan durabilirler. En azından bir süre için…
Oruç Aruoba
bir ıslıkla, gecenin çok saklı sokağına. ürkütmekten korkarak elinin güvercinlerini, kimseler dokunmaz saçlarıma. Hilal Karahan
biz bu sokağı fesleğenli bilirdik, ezelden şurada bir çeşme vardı hani suyu güvercin sebili, gölgesi söğüt!
Perihan Baykal
çok önce miydi, elimizdeydi bir masada saatlerce susmak boynumuzda güvercin gölgeleriyle kalkardık çınaraltından Akif Kurtuluş
İçimde kaç güvercin tutsak Kaçının kanatları kırık İyice anlıyorum.
Mehmet Fidan
Gökyüzü kararıp şehrimin üzerine kapaklanıyor. Ayağı taşa takılan güvercinim ağlıyor. Turgay Demir
Ağıtı yaralı kuşlar konar alnıma Sesini sebil etmiş çeşmeler durulanır Güvercin uykulardan bir menekşe uyanır Zamanın aynasında salınır salkım söğüt Göğün kırlangıcını şu ağaç tanrı sanır
Bülent Özcan
Yüreğim bakışlarımda Ve sonra kanatlarımda şimdi: Sarhoş bir güvercin gibi Dalıp giriyorum Onunla gözlerine, Ruhuna, Ruhun gök katlarına, Göğün saklı bahçelerine. Cahit Koytak
abimin acıyla yontulmuş yüzü yaşlı bir güvercin gibi düşer avuçlarıma dağılır ses olur acısı ezberlediğim bir öğüdü yineler bana
Arkadaş Z. Özger
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Serin serin Kapalıçarşı Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa Güvercin dolu avlular Orhan Veli
Yakut dalgalar ayaklarımın ucunda parçalanıp bütün yıldızları saçacak, avuçlarımda iki güvercin doğmuş olacak;
Konstantinos Karyotakis
Gidiyor dansöz gibi Yere ve göğe açık avucunda o kan O işlem onda güvercin ve sevap Onlarda en ağrımalı yara Ve yollanıyor o güvercin onlara Güvercin değişiyor gittikçe ondan Güvercin değişiyor vardıkça onlara Cahit Zarifoğlu
Ölümsüz günler onlar, bir hiçle beslenen Zaman dışı güvercinler, uçma bilmeyen
Oktay Rifat
koltuğunun yerini değiştirdim dün yüzün beliriyordu camda dudaklarından geçen güvercin tozunu alıyordu sözcüklerin sen ağzını açmıyordun ama Enver Ercan
görgü tanıkları, posta güvercinleri, akbabalar aşk çekişen biri var olay yerinde, belki o aklar
Akif Kurtuluş
Bir ağır çekimde yüzlerimiz Şöyleydi Su içen güvercinler gibi ürkektik, bakışıklıydık Edip Cansever
Demek hançer yarasıyla süzülüyor güvercin Otobüs durağından göğün uçurumuna doğru
Metin Cengiz
iki güvercin uçursalar nerede olduğumuzu bilsek Attila İlhan
fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına bir güvercin uçurup kıtalar arasından çağırdın beni geçerek birer birer sürgün kanyonlarını
Nurullah Genç
kalbimden aşk da acı da her şey ama her şey geçer kör bir güvercinin türküsü bile.
Behçet Aysan
güvercin gözlerine yakışmıyorsa yağmur nasıl açabilirim bulutlara derdimi nasıl geçebilirim mayınlı köprülerden..
Nurullah Genç
sevgilim dökülürken tüyleri savaş uçaklarına çarpan güvercinlerin her gün değişen atlasların içinde tara saçlarını ve yalnızca kanatlarına güven
Akgün Akova
Ve ölüm Bir güvercin Beyaz Süzülen masmavi gökten Berrak sulara.
Erdem Beyazit
Biz seninle eski bir cami avlusunun sahipsiz iki güverciniydik
Esra Ezher
gidiyorum.. eski plakları odaya serdim.. belki güvercinler camı kırıp içeri girerler.. olmaz deme.. ben, bu “belki”lere tutundum hep.. belki içeri girerler belki değer gagaları plaklara belki ben gittikten sonra da, odam duvarlar güvercinler ve gece sevdiğim şarkıları dinlerler.. b e l k i
Dilek Kartal
Güvercinler kuyusunda seher çırpıntısı Cuma gecesinin kalp çarpıntısı, Düşüncede karanfil çiçeğinin akışı Hakikatin, uzaktan saf kişnemesi.
Sohrab Sepehri
Kalbim bir güvercin gibi titrerken adından, Ne olur Sana ulaşmam için kanadından; Bana bir tüy ver, pervaz edeyim hep ardından.. Kalbim bir güvercin gibi titrerken adından.
buyurun kibar hanımlar beyler… Babanız sizi sevdi de ne oldu? Perihan Mağden
Babanız öldüğünde büyüyorsunuz. Artık soru soracağınız, öğreneceğiniz, azarını duyacağınız, Takdirini alacağınız, akşam eve dönerken yolunu gözleyeceğiniz, Korkacağınız bir babanız yoksa büyüyorsunuz.
Yarınınızdan sorumlu tuttuğunuz, her istediğinizi almak zorunda olan o kişi yoksa artık. Hep sessiz ağlayan, suskun seven, en zor dönemde bile yıkılmaz görünen, Sırtınızı dayadığınız çınar ağacınız yoksa artık… Büyüyorsunuz o zaman işte.
Savaşın ortasında komutansız kalmaktır, babasız kalmak. Kaç yaşınızda olursanız olun babanız yaşıyorsa hala çocuksunuzdur…
Orhan Seyfi Aras
bir kızın babası olmak yoğun bakımın camında bir hıçkırık biriktirmektir çünkü adak kurbanı, yaşlanmak, pazarlık, namaz, boş bakış, bir düş incecik İsmail Kılıçarslan
ve biri gözyaşlarına boğulsa, derdi ne olursa babamın parmakları dinginliği sunardı ona: çıt çıkarmaktan korkardı ses bile boşu boşuna çünkü dağların büyümesini seziyordu babam.
Edward Estlin Cummings
Sesinin yankısı var hâlâ kulaklarımda Sevdiği sözler kıvranıyor dudaklarımda Hasret yakacak yurdumu yıllar yılı artık Emanetini bir gül gibi kabrine bıraktık Nurullah Genç
Uzaktaki teyzene gidemezsin ya Bakarsın teyzen gelir sana Sevdiğin oyuncağı alamazsın ya Ne de üzülürsün Bakarsın hediye gelir sana
Ya babam
Betül Zarifoğlu
Anam, küfür yetiştiremedi dünyanın hallerine Benden bu kadar deyip dün gece çekip gitti Belki sorgucularına kazık çakıyordur şimdi de. Babamsa karıncayla kelebekten İncelik ilmi dersinde hâlâ. Mahmut Temizyürek
Bu şiirleri toprağa gömeceğim Sözcükleri tohum olacak Çiçekler fışkıracak topraktan Sevgilerin dal olacak baba Uzanacaksın uzaktaki bir ışığı yakalamak için Işık köklerine dolacak bir gün Yorgunluğun o çiçekleri sulayan Koca bir nehir olacak Baba, acıların sürgün…
Ahmet Erhan
Anama iyi bak baba Onun gözlerinde sana adanmış koskocaman bir ömür göreceksin !!!! Ersin Hoşgenç
İşte bir minder daha koydum yanıma Henüz sıcak Sanki yeni kalkmışsın üstünden Terliklerin şuracıkta, getireyim Çayı da ocağa koyarım istersen.
Ahmet Erhan
artık babam sümbül kokan toprakmış … “ rabbim babamı başa sar.. ve biraz da öyle dondur” Hasan Tan (Pejmurde Dilim)
Baba, senin aldığın bu pantolonum bir gün yırtılır, Bu ceketin rengi solar, Bu ayakkabı delinir, biliyorum.. Sonrası ne olur baba?… Bir daha gözlerim hiçbir zaman böyle bakmaz Hiçbir zaman büyüyemem ben sensiz Baba, bu film başlamadan bitmiştir, bunu unutma.. Baba…Ne olur gitme!…. Baba…Beni unutma…….
Ali Kınık
Baba, lütfen affet Beni anlamaya çalış, Baba,bilmiyor musun,başka çarem yoktu. Gece seslerle dolu olsa bile..? Dua ederken beni görüyor musun Her söylediğim şeyi işitiyor musun? … Yıldızlar eskisi gibi parlamıyor Baba,seni ne kadar seviyorum.. Baba, sana ne kadar ihtiyacım var Baba, seni ne kadar özlüyorum Öp beni babacığım, iyi geceler de. Barbra Streisand
İkinci karnede babası yarısını silahıyla dışarda bırakıp Öyle öğretildiği için saygılı, sınıfa giren parmak çocuğun Boş yerine, girilmeyen bir dersin denizi, gelip oturmuş
Ece Ayhan
Gurbet habersizce çıktı karşıma babamın sert bakışlarıyla ergenliğimin hayallerini şehirler arası otobüslerin camlarının buğusuna kurban ettim Lou Salome
gözler var aramızda hasan’ın gözleri selahattin’in gözleri ece’nin gözleri seyhan’la konuştuk da ece gibi bakmış sona doğru onun babası da ‘beni bırakma’ der gibi çocukluğuna baktı babam da
Haydar Ergülen
ey, yüzleri bir babakuş gölgesine çakılmış olanlar, üzgün adım, ileri marş! Nilgün Marmara
Ana baba çocuğu doğduğu zaman, âdet, Akıllı olsun ister. Oysa akıllı olduğum için değil mi, Başıma gelen bunca belâ? Ondan işte şimdi bütün dileğim, Budalanın biri olsun çocuğum. Ömrü boyu rahat eder, en azından Müdür olur, nâzır olur.
Su Tung Po
Bir gül düşün, gönülsüz açan Olan her şeyi solduran zaman; Çocuklardan önce yatan babalar Gelmiş ve kalmış o yorgunluklar… İbrahim Tenekeci
ailem dedim o sararmış resimden baktım geçmişe ikiniz yan yanasınız, kucağınızda kırılgan çocukluğum babam genç bir gülüşle süslemiş yüzünü sen, ciddi duruşla bezgin bakış arasında med cezir bölünen evlilik, çatlayan evren, sızan sır
Aslı Durak
Bu çocuk bu hüzünle büyümez fazla Evlerinin arkasında gölgesiyle konuşurken yakalanıyor babasına Ali Asker Barut
elbet aklımı alacak bir öpücüğü daha vardır babamın
Yasin Erol
görsün diye önünden geçtim babamın yolu sordum, bahane işte çok eski bir resmine bakar gibi baktı bana dudağında ağlamayı andıran bir gülümseme Nuri Demirci
Dedemin ölüm haberini, bir an durakladıktan sonra, babam vermişti telefonda. Babamınkini dayım.
Roni Margulies
Babamın öldüğü yaştayım artık Refik Durbaş
Terzi olsa da babam sökük dikmesini beceremem beni yalnızca sen anlarsın iğnenin deliğinden geçsin diye ipliklerin bir anlık ıslatıldığı dudaklara takılıp kalan annem
Sunay Akın
Genç cesedin ölüm gölünün başında Diz çökmüş olan baba Hınç ayırdı Hayret ve üzgünlük şerbeti Ve abes ayırdı Çok yıl sonraki tanrı tanımaz savaşlara Ve yenilip ve yenip dönerken ordu Neyi algılarsa çiftleşip çoğalmaktan Babanın yüreği ordu yüreği / Zırhını kırdı / Narası göğe vurdu Daha gür bir ses duyuldu Belki bir melek gülümsedi Çünkü sıyrıldı gergefi dizinden Belki ayağının dibine vuran sesten Cahit Zarifoğlu
kokusu babamın kokusu nasıl desem masal göğü düş kırığı hiç bitmeyen inşaat taksiti tükenmeden kırılan pikap kokusu şimdi şu an şurasında burnumun kokusu kar kıyamet kıyısında ağustosun
Babamı hatırlıyorum Babamın ölümünü Kırbacıyla birlikte bir çam ağacına gömülü Annemse odasında babamın Hasta yatağında Kımıldamadan yatıyor Pencerede sapsarı bir limon görüntüsü
Edip Cansever
bizim babalarımız neden ölürlerdi hatırla sıra sıra Turgut Uyar
Neden her çocuğun ille de bir babası vardır
Oğlum, zaman ağır, gün ağır, gece acıya aşinadır.
Ahmet Erhan
Çocuklarda bir telaş Her akşam kapılarda -Bize ne getirdin baba? Bu da bir acıdır. Şükrü Erbaş
İyi bak, ben de bir babayım, üç kız babası hem de sen geldin ya duygularımın toplamı 3+1 :ne gereği var ki şimdi sizi geçmişime götürmenin kim bilir kaç kez eridi içimde aşkın kum saati merak mı ettiniz!
Hüseyin Alemdar
annemin içine hüngür hüngür ağlayınca babam alnında oğul terleri birikince dünyaya bakma vaktim gelmiş
Seyyidhan Kömürcü
Babam başucuma duayı koyardı.
Erdem Arslan
bazı sevdalarda hafızasını kaybeder ya insan telaşlanır, ağlar babasını sorar çevresindekilere öldüğünü bildiği halde
küçük iskender
Seninle büyüyecek bil ki Uzaktaki şu baba
Ahmet Erhan
Ve ölüm hayatı kuşatalı beri İki şey yan yana gelişiyor evlerde Babalar bıçak biliyor Analar yaslı İsmail Uyaroğlu
tiril tiril teriyle açılır mıydı özleyen babaların gözleri
Faris Kuseyri
kurudu kuyu, babamın gözyaşları doldurmaya yetmedi İbrahim Halil Baran
Nereye gitti çocuğu olduğu zaman utanan babalar?
Süreyya Berfe
Çocukluğum olmadı benim Gençliğim olmadı. Babam karanlık bir adamdı Korkularla besledi bizi Annem zayıf mı zayıf Sevgisini göstermeye korkardı. Şükrü Erbaş
Babası daha ölmemiş Oktay’ın,
Melih Cevdet Anday
Ona göre baştan beri iflâh olmaz biriydim Babam korkuydu bana, annem yürek serinliği Abdülkadir Budak
Annemiz Siyah kadife elbisesini okşadığında Saçlarını düşürerek bakışlarına Babamızı hatırlardı:
Beyaz bir dağda olduğunu söylüyordu onun Beyaz ve her bahar küçülen bir dağda
Bejan Matur
Şimdi bu erken sabah saatinde Acıtıyor kalbimi özlemle O sabah vaktin görüntüleri Babamın güzel, ağır başlı yüzü Annemin azıcık hüzünlü Ve hep azıcık telaşlı gölgesi Ataol Behramoğlu
Dallarda ilkyazı muştulayan o göksel koku Balkır babamın yüzü gibi Güneş karşı tepelerde
A. Kadir Paksoy
“babam nasıl?..O’na sarılmayı çok özledim” dedi.. Galip Sevindir
Baba yaşamadaydı geçmiş zamanı Bir pencere açık dururdu düşüncesinde Bir kadın eşsiz elbiselerinin içinde Ne uzun zaman sevmişti onu
Sabahattin Kudret Aksal
Dağa çizilmiş resimdir Bir çocuğun babası olmak Yakından balınca anlaşılmaz Uzaktan belli eder kendini. Salih Bolat
Ve babamın yüzünü taşıdım yüzümde Saçlarından saçıma düştü aklar Eski bir oğul gibi baktı bana Boğazından boğazıma bir Bir… Düğüm aktı Bir düğüm aramızdaki yıllardan
Süleyman Unutmaz
Kendime baktım da şöyle bir babamım Kendime baktım da şöyle bir babayım. Celal Fedai
Neden gitmeyeyim ki? Baba korkusu yok, usta korkusu yok
Şükrü Erbaş
(Dargındım babama söylemek zor annemin kefeni solmamıştı) babam da bana dargındı Sennur Sezer
ve bunlardan payına düşeni söyle. ne kadarı kaldı babandan, sen ne ekledin üstüne,
Metin Altıok
Babanızı sevin diye öldürdüm babamı Şükrü Erbaş
Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;
Necip Fazıl
bir evde anne çay, baba ekmektir ne kadar demlenir ve ne kadar pişersin sana kalmış bir an evvel görün, kaderin gözü üzerimizdedir Yağız Gönüler
Babam Çıkarılmış bir adam bütün fotoğraflardan
Didem Madak
benim için “benimle oynayan baba” diyebiliyor Muhammed Palewi
ütüldüğüm sokakta babam vuruluyor! bu bendeki son düş onu vurma!
Gazze Avazı
baba evine döndüm misal beni düşünme Selma Özeşer
baba olamayacağım örneğin toprak olmak ne garip şey anne
Nevzat Çelik
Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Cezmi Ersöz
Düşünüyorum… Bu mevsimde baban, Her akşam bir yerine iki içerdi. Miyoplaşınca gözleri “Şair, iç be oğlum bahar dişidir doğurur” derdi.
Rıza Polat Akkoyunlu
Senin bu şehirden gidişini izlemek, Bir babanın; sırtını sıvazlayarak oğlunu askere göndermesi gibi. Yağız Gönüler
Karıcığım hoşçakal, ışığım azalıyor, Yanımda ölü arkadaşlarım. Artık kömür kokulu ekmekler getiremeyeceğim sanırım. Buraya kadarmış çocuklarım, hoşçakalın, Hakkınızı helal edin; anacığım, babacığım. Işığım azalıyor, hoşçakalın..
Şerif Erginbay
Öğlene doğru ninem döndü, Daha da kocalmış, Babamla annem döndü, Gözleri hâlâ nemli. Suat Engüllü
şimdi eminim, içindeki korkunun annesi sensin ben babası değilim, dönmeyeceksin
Jan Ender Can
babası erken ölen her çocuk gibi dinsel şeyleri düşünmeyi benden daha çocuk olanlara bıraktım Jan Ender Can
Babam gelirdi ve akşam olurdu. … Ben o zamanlar bütün babaları susar sanırdım. Yalnızca gaz lambasıyla konuşan bir diş gıcırtısıydı babam. … Babamdan yapılmış bir korkuydu dünya. … Babam en çok kışa yakışırdı. … Babam neden yalnızca içince güzeldi. … Babam on altı yıldır ölüme saçmalığını anlatıyor…
Şükrü Erbaş
babalar, içlerine cehennem kadar büyük, cehennem gibi harlı ve uğultulu bir öfkeyi gömmeye çalışırken ağlamamak için yumruklarını dişliyor, yüzlerini bizden saklıyorlarsa hâlâ, “Uludere, Uludere, Uludere!” deyince,
Cahit Koytak
Odalar sığılmaz olur artık Baba, elma ağacını kökünden keser
Dilek Kartal
babamın, ak saçlı babamın açtığı yara bir tarla konusu oy bre dolduran doldurana boşluğu babamın akıttığı kan bilmem ki neresiydi, neresidir vahalam babamı tanıyorum: çorabı, tütünü, acılarıyla o adam eksiği yok küfürden başka onu buğdaylar öldürecek, sapsarı öldürecekler onu
Edip Cansever
Mavi kareli gömleğiyle hatırladıkça babamı Kırpıp kırpıp fotoğrafları, döküyorum başımdan aşağı Sanırım ben assolist oldum maviş anne Şimdi mutluyum Geçmişini mi yok ettin kızım diye soran Bir babadan kurtuluşumu kutluyorum Babama söyle, o gelmesin maviş anne
Didem Madak
uzun bir hayatın yorduğu baba sessizlikle dinlendiriyor gözlerini ve şubat ömrünü yarılamışken kar kokusu eşliğinde işaret bekliyor kervan her şey dönerken aslına fatiha af dilemedir baba adına.
M. Aşır Karabacak
“Babam neden kapattı dükkânını?” Ve fabrika benzemiyor babamın dükkânına” diye düşündü 16 yaşında.
Nazım Hikmet
pardon bayım; sizin adınız neydi? ben size yanlışlıkla baba dedim tüm noktaların (….) bir tek anlamı var şimdi; baba ! Dilek Akın
Ben hep bir baba aradım; bana anne olabilecek… Bütün fahişeler annem olmak isterken ve bütün fahişelerin babam içindeyken…
Dilek Akın
babaların hüznüdür şemsiye yüzünde değişen manzara tedirginliğini ele verir Metin Celâl
Bir eli alnında benim gibi. Ama biraz daha mı hüzünlü? Otururken de Biraz daha mı çıkarıyor kamburunu?
Biraz daha mı benziyor babama?
Bir eli alnında benim gibi. Ama biraz daha mı hüzünlü? Otururken de Biraz daha mı çıkarıyor kamburunu?
Biraz daha mı benziyor babama? babam öldü koptu çalar saatlerin gergin yayı
Mustafa Ruhi Şirin
Babam öldüğünde el kadardım ben, beni herkesten kıskanır gibi sarıl
Ali Emre
babam her gece ölüyor şimdilerde annem nihavent bir çığlık oluyor
Kadriye Yılmaz
bazı şeyler… bir gün kendiliğinden silinir gider yok olur gibi değil, babamın elinden sımsıkı tuttuğum günler, -oğlum, hayatı karanlık sularda sanma; taşların soğuk yüzünü oyna! orda mısın baba? Mustafa Erdem Özler
babam elin eskilerini giyerdi. ben bu yüzden ezik olurum bayram sabahlarında. yani bir sömürgede doğan kırılgan olur. çünkü insan öldüğü yaşta..
Selim Temo
Susku beklenmesidir bir babanın akşama
Bülent Parlak
tunçtan bir yalnızlık kalesi babam gözleri çakır.
Tuğrul Asi Balkar
babam, şarkılarla karışık savaşlarını anlatırdı karıncalarla hamamböceklerinin. Mehmet Müfit
babamı affettiğim gün, sevdalarımı da affedeceğim
Pelin Onay
aşkı ölen bir baba özlemi kadar… Muharrem Özcan
ben nasıl öldürürüm şimdi babamı tek bıçak darbesiyle?
Altay Öktem
beş yıldızlı otel yapmışlar sırtımda annemin hırkasıyla babamın kucağında uyuyakaldığım yazlık sinemanın yerine Sunay Akın
keşke yaşasaydınız öğretmenim sorardım; hangi babanın pazusu oğlunun tabutunu taşımaya yeter, diye … babam ne zaman gelecek diyen çocuk bavê mın çı waxt weri diyen çocuk ya da avutulur mu öğretmenim nece
Dilek Kartal
Bazen babamla gideriz, çok uzağa değil şuralara Babamın gençliğine gideriz, benim gençliğime Birer sigara yakar, vay anasını deriz. Babamın sol yumruğu vardır oralarda, Benim solaklığım, kalemi sol elimde tutmam Ellerine bakarım babamın, sol yumruğuna, Eğilip öperim sağ sol fark etmez, Babamın elidir sonuçta. Babam, devrime inanırdı eskiden, ben Allaha daima Babam eskide polisten korkardı; ben Allahtan daima Dilek Kartal
Babalar ölümü dengede tutar Seçerek en sağlam vakti arabasına.
Erdem Beyazit
insan nasıl alışır içindeki cam kırıklarına baba? Çiğdem Sezer
Bak, dünya serçe şarkıları ezberliyor, bir bak Yetim bir çocuğun babasız geçirdiği ilk günden başlıyor sanki
Mustafa Akar
üzgün annelerin zalim babalarına bir kemik buluyoruz bıçakları dayamak için İsmail Kılıçarslan
Gidişini sorsam, zamansız bir yaprak dökülür takvimlerden Gel diyemem, yüzlerce mum birden söner kalır içimde.
Cihan Oğuz
toprağın burnumda tüttüğü bir kış günü bir cümle eklemişsin babamın mektubuna sade ve kırık karların eridiği zaman çözdüm düğümü Mustafa İslamoğlu
Bir babamız vardı katı yürekli, Ektiğini biçemeden Gürledi gitti.
Metin Eloğlu
annemin gözleri acınacak bir ağaçmış babamın teni durulmaz bir rüzgar Sinan Oruçoğlu
Önemli babalar / eve gelmez Çünkü cennete götürmek isterler herkesi
Hayriye Ünal
Merak etme okuldan çıktımda geldim. Annelerde babalar gibi merak eder mi bilmiyorum ama Ayla Aydemir
zaman korkunçtur, bir babanın sarsıla sarsıla ağladığı.
Enis Akın
çocuğu babasına baktıran bir pencere babasını getiren sürgülü bir kapı var mı babasını kucaklayan, ertesi günü olan? Mehmet Efe
çünkü şiir babamdı ve amin derken bile kulu olmamı istedi kendimin.
Ayşe Sevim
Erkek yazgımızın hüzünlerini Paylaştığım babamın elleridir Ataol Behramoğlu
Annem vardı, babam vardı. Bahçemizde, ılık, uzayan günlerdi yaz, Bir beyaz âlemdi kış.
Ziya Osman Saba
çocuğun bakışında çelişkidir büyüyen ağlamak bir soru olur sevginin yarım payında -ah baba niye baba ve bir gün babalar ölür tanrı bir ürpertidir çocuğun yüreğinde her tanrı biraz baba gibidir Arkadaş Z. Özger
Her dokunuş bir baba öpücüğü Görünmez; sınırları aşardık
Merih Akoğul
oğul bir babadan değil baba bir oğuldan bilinir ve çok bilinir ve kahırla söylenir ki babalar bir soğan erkeği çok kere Celâl Fedai
Çok az şey biriktirmişim yaşamımda ; hiçbir andaç yok babamdan, verdiği mineli çakmağı unutmuşum bir Amerikan Bar’da ; ah umursamaz gençlik! Sımsıkı tutsaydım şimdi avucum ısınır mıydı acaba ?
Ahmet Oktay
‘Zaman en iyi ilaç’ derdi babam. Toparlanmaya çalışıyorum. Erhan Güleryüz
Baba evleri, ilk kez girilen ırmağa dönüş
Gülten Akın
ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam… Yılmaz Erdoğan
her şey masallar kadar yakınken gerçeğe sabahları umuda yoran babalar akşamları yarı bunak ve kambur yokuşu sırtlanıp da gelirler eve
Portatif Zenci
oysa hem ittim hem itildim kuyuya her ihtimal dönüştüm babamı kör bırakan bir evlada Alper Gencer
içerde bu garip bu yalnız babam bir geyik postunda kıyama durmuş
çözülse babaların kaşlarındaki bulut.
Şükrü Erbaş
Ben anneme benzerim Babama da tabii. Bejan Matur
zamansız özledikçe seni, gönlüme nakış, sana yasin; ve yetim çocuklar için ve nunu sakin kasesinde yepyeni umutlar biriktirdim çöl yetimi bir sevdasın sen şu bükük boynumda büyüttüğüm hiç duymayacağını bilebile şiirler söylüyorum sana yetim ellerimle okşarken toprağını gurbet ellerin
Hasan Tan (Pejmurde Dilim)
Babalar ölür Dolaşır eli ölümün Saçlarında anaların oğulların Erdem Beyazit
Yollar kapanmış Dönmemiş eve baba
Mustafa Özçelik
Bir babanın serzenişi nasılsa öyle Cahit Külebi
Merhameti engindi dolu başaklar kadar… … Üzüncü gerçekti yediği nimet kadar… … Bizi kendimize sala yaza göçtü babam, şarkılar söyleyerek dalından düşen her taze yaprak aşkına… … Ve hiçbir şey o denli az değil gerçek kadar…
E. E.Cummings
tel sarar kızıma tel sarar diyen babana benzemeyecek her erkeğin gözleri. Ceyhun Yılmaz
bir baba’nın, bir anne’nin gözyaşlarına bir çocuğun avuçlarına gömün beni
Nuri Can
içimde gencecik bir keder var babamı düşündükçe oğlum geliyor aklıma diyorum şimdi Fatih de beni anar ama alışamadım işte benim de bir baba olduğuma Sıtkı Caney
durdum binlerce sene kendime ki ağlarım anam babam diyorum her an ölebilirler
Alper Gencer
Babam Kırlangıçların iki göç dönüşünün arkasında, iki kar düşüşünün arkasında Babam iki balkonda yatışın arkasında, Babam zamanların arkasında ölüdür. Gökyüzü maviydi babam öldüğünde, Annem habersizce uykudan fırladı, kız kardeşim ansızın güzelleşiverdi Öldüğünde babam, bütün bekçiler şairdiler. Sohrab Sepehri
Babasına masal anlattıran bir genç kıza
Süreyya Berfe
-babam, doğum günümde ölmüştü benim- ibret-i âlem için göreceksiniz beni doğum günümde vuracaklar Bünyamin Durali
ezber ettiğim hatıralar olmalı çıkınımda babamdan kalan şapkadaki terin kokusu
Bünyamin Durali
“her şey alnımıza yazılı” der din baba “her şey olacağına varır” der bilim baba Metin Üstündağ
ablam babamın ilk acısı
Sıtkı Caney
Akşamı göğüsleyemez o yalnız İncinir evlerin gölgelerinde Evine boş dönen baba Şükrü Erbaş
İyi yürekli babacığım Bunları çok severdi…
Fatos Arapi
Gözümden bir damla yaş düşüyor yastığa Korkuyla izliyor oğlum ve “Ama baba diyor, bu gözyaşı, şiir değil!” Nizar Kabbani
Yarin yüzünü ve baba ocağını Ebeddiyen görmeyeceğim bir daha.
Sergey Yesenin
bir babanın kızım tadında kokan, iyi geceler öpücüğü düşüyor fotoğraflardan
Pelin Onay
babam; hayatımın en anlamsız ve en izdüşümsüz çığlık çığlığa çıldırtan suskunluğudur
Hasan Tan (Pejmurde Dilim)
İnsan eşref-i mahlûkattır derdi babam bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
İsmet Özel
Babam Diyor: “Geçti benden! Benden geçti! Eledim unumu, Astım eleği.” Ve odasında sabahtan akşama dek Ya Şâhnâme okuyor Ya Nâsihüttevârih. “Lanet olsun balığına da kuşuna da! Ben öldükten sonra ne fark eder ha bahçe olmuş ha olmamış! Yeter emekli maaşım bana!”
Furuğ Ferruhzad
İşte şimdi babanı düşün Azize Bu dünyadan göçende bile aklı sende kalan babanı Kadir Bal
Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır.
Kimi zaman asarlar kendilerini tütün dumanına bir akşamın en ince yerinde yorgun yorgun, kimi zaman iç kanamalı bir şilep gibi rakıya demirlerler yüreklerini; kimi zaman dayanamayıp kusarlar bizi hızla, kimi zaman silerler görüntümüzü kızları olmamış bir kızla ve dönüp dolaşıp baba kelimesinde yaşarlar. Bu kelime biricik evleridir onların ve onların, koşulsuz sevmek gibi sonsuz bir mahkûmiyetleri vardır; severler.
Babalar ki, bizim tamamladığımızdır; döverlerse, yalnızca kendilerini döverler. … Babalar ki, yalnızlığın en uzun tarihidir içlerinden gelip geçtiğimiz.
Yalnızlık, çocuk kılığında bir babadır torunların büyüttüğü.
Ve her terekede bir yalnızlık vardır sulh hâkimlerinin göremediği.
Hasan Ali Toptaş
Babamın yüzü gözümün önüne geliyor. Anılarımda hep başımı kaldırıp onun yüzüne bakıyorum. Küçük elimi kavrayan elinin ne kadar büyük ve kuvvetli gördüğünü hatırlıyorum. Sanki sinirlerimin de kendi belleği varmış gibi göğsümün ta içinde hissettiğim bir başka anımda babama onu ne kadar sevdiğimi bir türlü söyleyemeyişim. Bu kadar açık ve dünyasal kelimelerle konuşma âdetinde değildik. Babamın sert fakat hassas profilinin her çizgisi gözümün önünde. Elli yıl. Her biri önemsiz bir sürü şeyle dolu. Asıl önemli olanlar belleğimden yıkılıp gitmiş. Zaman zaman babama acıdığımı hissederdim. Ona kendisini çok sevdiğimi söylemediğim için. Ama aslında kendime acıyordum. Benim söylemeye duyduğum ihtiyaç, onun işitmeye olan ihtiyacından fazlaydı. Şibumi
herkesin yalnız klarnet çalarken duyduğu kendinin öksüzü ıslak bir adam. benzemem diye düşünürken müsvedde oldum ona. … kavmim kadar ümmîydi babam ya da herkes kadar sis. dağılır bu kirli yarış diye düşünürken yekûn oldum ona. … çünkü boşaltılmış köylere fısıltıyla bakan babam katarlar boyunca gözyaşı şişelerini görmezdi o, karın kapadığı rayları temizleyendi sadece yorulunca klarnet çalan, boş vagonlara. yürürüm diye düşünürken sebep oldum ona. … babasız büyüyen babamın oğulsuzluğuna dokunurdum. ummam, diye düşünürken sebep oldum ona. … babam kuytu konuşur ve susardı. katrana bulanmış bir ağacın aleviydi o. dönmem diye düşünürken tavaf oldum ona. … çiğnedim babamın sancı sırtını gittim raylarda unutulan hikâyelerin kahrına. ben o dişi taşların oyuklarında duaydım artık. alışır, alışır, diye düşünürken merak oldum ona. … fermandır: babayla bozgun her çocuk hoyrattır elbet aşklarına. çünkü zamansız yolcuya susar kavşaklar. dedim, dedim ve revân oldum ona … çünkü kara örtüler atılırken üstüme canıma kesilen paralar da hebâ. hiç gitmedim kendimden uzağa, diye düşünürken sıla oldum ona. … yaşlandıkça neden yalvaran kabirler gibi bakardı babalar. neden! diye düşünürken medet oldum ona. … rüzgarda dalgalanan bir perde kadar dokunaklıydı onca aleve susan babamın gözleri. bakmam diye düşünürken nişân oldum ona. … sararmış istasyonlara yanaşması gibiydi babam. herkesin kulak kesildiği bir salâ oldu sonunda. unuturum diye düşünürken mürekkep oldum ona:
artık buruşuk bir çarşaf gibi dağılan yüzüne bakınca duydum ancak: anneler erken ölümlerine yakın sevilir babalar.
yoksa Zor değil, hiç zor değil, demli çayı bardakta karıştırıp bir başına yudumlamak doyasıya…. Ama ‘çaya kaç şeker alırsın? ‘ Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra…… Elif Şebnem Akal
Ey bana kuyular kazan dizginlenemez sözcüklerim Savrulan beş çaylarına kırık aynalar şenlensin Ey şair! Savur kendini sözcüklerine yaraların neşterlensin.
Naim Kandemir
teşekkür ediyorlar, çok yaşıyorlar, işe geç kalmıyorlar çeyrek altını önemsiyorlar, küresel ısınmayı ve beş çaylarını Güven Adıgüzel
sahte kimlikle yapılan görüşmeler esaret tarihimizde bir çayiçimi tadıdır
Bayram Balcı
ince ve daha dünya görmemiş sesiyle anlattı dünyasını, narin ellerinde tutmakta olduğu çaya birşeyler anlatırcasına. Gökhan Yalçın
Binlerce şeydir çünkü Ruhi Bey Nanedir, ada çayıdır, zencefildir
Edip Cansever
İyi demlenmemiş bir çay gibi kaldım Kırdım dolduğum tüm fincanları Ahmet Erhan
Kar olur, kış olur, üşürsün, neme lazım Bir çay koyarım sobaya, radyoda incesaz…
Ali Kınık
Kırmızıyı esirgemeyen çay bardaklarının ince bellerine dayanamadan, beni de aldatıyordur belki, sevinince terleyen parmakların. Özge Dirik
dedikodumuzla içiyorlar ikindi çaylarını evde kalmış iktisatçı kızlar
Taha Ayar
Haydar gel çay içelim konuşalım aşklardan Seni bilmem ama ben çok kötüyüm Abdulkadir Budak
Sıcak çaydan adamların Yüzleri ağarırdı ilk ışıklarla Didem Madak
Sen dudaklarında buğulanan çaydan Ben nargilemin dumanıyla Çekip gülümsesek içimize hüznü.
Ahmet İnam
Ağaç altında çay içelim dedim kendi kendime. Kulağım çınladı: Hangi ağaç altında, hangi çayı, kimlerle? Süreyya Berfe
Ateşte unuttuğum çaydanlığıma sarılıyorum Ben çaylarımı hep soğutup içiyorum
Kadir Bal
Uzakta çay bahçeleri yerde çerçöp Gittiğimin farkında olsaydı eğer, Yeterdi bana, beklemiyordum özlenmeyi Hüsrev Hatemi
Bir ölümlük hatıralar edindim Yaz gecelerinde ıssız çay saatlerinde
Süleyman Unutmaz
çay içerler, çay saatleri durma saatleridir. Ahmet Güntan
Uğrak kahveler bulamazsın, birkaç aşina yüz Yalnızlık heryerde yalnızlık Sıcak bir bardak çay, heryerde çaydır
İlhami Atmaca
anladım ki küllenen sigaradır soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm Nevzat Çelik
Altın rengi gözleri yanan bir semaverdi Ilık bir çay kokusu akardı saçlarından.
Yaşar Nabi Nayır
Sana inat Yolcu vapurunda Denize karşı Çayla sigara da içeceğim. Gülcihan Atalay
Çayını dolduracağım, usulca karşına oturacağım, Sen asla benim an be an seni izlediğimi anlayamayacaksın, Huzur bulacağım sende… Yine!
Çisel Onat
bir evde anne çay, baba ekmektir ne kadar demlenir ve ne kadar pişersin sana kalmış bir an evvel görün, kaderin gözü üzerimizdedir Yağız Gönüler
Ve oturdu mu bir masaya Hakkını verir çay içmenin
Cahit Zarifoğlu
Bir cigara sar bitlis tütününden bir çay demle sonra, anısı kalsın Ahmet Telli
bir avlu taptaze bir çaydanlığı gösteriyordu giderek oooo! demek bütün insanlar çay içecek hayır! çok uzakta biri sevindi.
Edip Cansever
Adın üç kere geçti saçma sapan bir filmde yalnız olsam çok ağlardım ama annem bakıyordu otoban dolusu gürültüyü sıkıştırıp beynime anne dedim, hadi çay koy da içelim.. Ali Lidar
Iki çay söylemiştik orda, biri açık, Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Cemal Süreya
yeter ki yudumla bu tek dudak dokunuşlu çay bardağından… yeter ki anla… İbrahim Halil Baran
seni çay içerken izlemek seni çay doldururken seni demlerken çayı kimseler inanmasa da düpedüz sevap
Alper Gencer
hoşçakalın ağız tadları sıcak çorbam çayım sigaram Ersin Ergün
kitap kapakları , bi kaç fotograf için dönerken bir bardak çay..iki şeker evden çıkıyordu…
Şükran Belen
ankara garındaki garson yoruluyor önümdeki çay bardağına ben ninni söylüyorum o gülümsüyor Müştehir Karakaya
Demli bir çay, biraz melâl Yetmiyor bu hayatı anlamaya
Mustafa Özçelik
Hiçbir bardakta dudak payı bırakmadınız bana bir kaşık sesini bile çok gördünüz şekersiz içerek çaylarınızı Sunay Akın
Sana bakmalarımı Çocuklarını okula uğurlayan Bir anne gönenciyle Mola yerlerinde içtiğim çayların Buğusuna katıp Bozuk bir para üstü gibi Uykusuz garsonların Soğuyan avuçlarına bıraktım.
Gökhan Akçiçek
doğru anlamak diye buna derim binadaki çaycıyla aynı partiye oy vermiş patronun bildikleri: Osman Konuk
Başa dönelim biraz da, Hep başa döneriz; Belki bir çay bardağına, Sıcaklığa, tutuşa, dokunmaya, Ne güzel anımsarız geçmişi, Kendi yalanımızla.
Metin Altıok
ey kara çayımın buğulu kiri kıvrıla kıvrıla nere gidersin ötelerden eğer sorarsa biri bırakmadılar da gelmedi dersin kara çayımın ey buğulu kiri Mustafa İslamoğlu
birkaç damla yağmur karışıyor içtiğim çaya sonra bir bulut gemi gibi yanaşıyor masaya elele çıkıyoruz seninle güvertesine akşamın
Arif Ay
benimle birlikte dolan soğukla donup kaldı çay bardaklarının neşesi Selami Karabulut
elim sana ait bir çaya şeker atar gibi tereddütsüz ve işlek olmalıymış
Cafer Turaç
Aşkınla demlenmiş sıcak bir çay içmeliyim. Küfürler saçıp etrafa, belalara bulaştırmalıyım ağrılı başımı. Yokluğuna alışmamalıyım. Tarık Tufan
Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel, namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.
Can Yücel
usulca yerini alan selamlarla başlarsın sabahçı kahvesine, gevrek simide ve yüz gram peynire. ısıttığın avcunun çay bardağı kadar olduğuna aldırmaz bir çocuğu büyüten yüzün. Hilal Karahan
Diyelim ki akşamdan kalmaydınız- misal Önünüze kızarmış ekmek, bir bardak çay
Ahmet Erhan
Kardeşimle kendimize durmadan, Olmayan çayları, Olmayan fincanlardan içerdik. Didem Madak
Kır kahveleri kuş sürüleri sonra Konuşmadan oturduğumuz masa iskemle Demli çay, demli çayın buğusu O yaz daha mutluydu seninle
Ahmet Ada
Denizin sesi ayaklarına vuruyordu masada örtü yoktu iki çay söylediler biri içilmedi birinin sıcaklığı vapur dumanına karıştı akşamın son ışıkları Refik Durbaş
Yaşlı bir komşum var, ahvâli güzeldir Yaşlıları severiz; Gel, bir çayını içmeye gideriz
İbrahimî Feyzullah Yalçın
bir kıyı kahvesinde uyandık üç aşağı beş yukarı her şey denizdi sesimiz: iki çay, biri şekersiz Akgün Akova
– bir çay içimi dostluğuna gelmiştim “bir vardı/ bir gitmiş” dedi ardımdan-
Neriman Calap
Tiplerimize bakıp çay demlerlerdi. Sitelerin şımarık çocukları ve o gün bugündür tiplerine bakıp çay demlenilen insanları pek severim ne de güzel insanlardır onlar ve ne de mübarektir ocaklarına çay ağacı dikilen insanlar. Berkan Ürgen
Cami çıkışı aşure dağıtan amcalar, dünyayı yönetse, ne güzel Ne âlâ olurdu moda dergilerini ateşe verecek güzeller olsa Bizi o ateşe atmak yerine ateşe çay koysalar ve kestane Ben sonra ölürüm yine, acelesi mi var, kaçacak değiliz ya!..
Burak Uzun
o bir çay istemişti, trenin içinde biz tren yolcusuyduk, çölün içinde ben yalnız kalmıştım, senin içinde oysa kaç kişinin yerine sevmiştim seni! Haydar Ergülen
Ben seninle bir gün Van`daki bir kahvaltı salonunda… Ben seninle (sadece bilmek zorunda kalanların bildiği) bir yol üstü lokantasında… Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan Doğubeyazıt`ın herhangi bir toprak damında… Ben seninle herhangi bir insan elinin terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim…
Yılmaz Erdoğan
sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik, başımızda prensip sahibi bir başçavuş. Can Yücel
Garson çay uzatırken ben ‘aklımda’ diyorsam Sende kalmış demektir ladesim sende kalmış
Cemal Safi
Sobanın üstünde bir ıslık tuturacak porselen çaydanlık. Ve aşk demlenecek buharıyla. Zeynep Didem
Bana çay demlemeyi öğret elimi yüzümü yıkamayı, ağzıma rakı koydurma.
Ahmet Oktay
Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel, namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer. Can Yücel
Pencerenin önünde örgü ören birinin – Örgü mü, bir çay bardağını başka başka tutan ellerin becerikliliği mi- Görülmediği gibi
Edip Cansever
-Haydi iç de çay koyayım. Ah Muhsin Ünlü
Tazecik bir bahar olsam sabahlarında. Demlenen çayın kokusu olsam,
Sahir Üzümcü
bir yudum çay içerek kahvelerde oturmak seni düşünmek için bahane olmuş bana ve doğranan yudumdan tatlı vakitler kurmak Sıtkı Caney
söyle ne içersin çay mı kahve mi çok değişmişsin birden tanıyamadım
Atilla İlhan
şehri yakacak kadar tövbe biriktirmiştim sonra içecek kadar çay bir de sigara Alper Gencer
yüreğiniz kocaman bembeyaz bir manolya limonlu çay kokusuyla serinletir anıları
Nilay Özer
Bütün gün kahvede oturdum yedek kulübesinde ve bir kardeşim saf dışı kalsın diye çay söyledim kahveden. İbrahim Tenekeci
Adım Ruknettin,tanışıyor olmalıyız Bir çay ocağında ya da bir merdiven başında Sunmuş olmalıyım kalbimi size
Kemal Sayar
Yarın nemli balkonumda demlenen hasretimle Bekliyor sizi akşam çayıma karanfillerim. Hüseyin Cahit Kerse
Bir bardak demli çay burukluğu gibi kalsın gecenin ve sabahın tadı yaşasın anılarımızda
Ahmet Telli
Koydu Fincanına çayını. Sütle de karıştırdı. Kül tablasına, Koydu sigarayı. Dudaklarına götürdü, Sıcak fincanı. Şafak Temiz
demli bir çay yap kendine geç yaşam güvertesine ufka dik gözlerini tepende pupa yelken
Memet Sefa Öztürk
derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı Nurullah Genç
kola değil çay içmektir seni düşünmek, sen düşünmek erzurum, tebriz, tiflis; yani aşık garip coğrafyası.
Hüsrev Hatemi
Son paranı bir akşam evvel Beklerken kahvehanede İçtiğin çaylara vermişsindir Neyzen Muharrem Dere
seni içiyordum çay diye, cennet diye seni düşlüyordum -ki, sen yeşil çıplak bir yeşildin gözümde cennetten damıtılmış
Hasan Ali Toptaş
Üşüdükten sonra içilen, sıcak çaydır mutluluk, Beş dakikada biter. Sahir Üzümcü
Çekti ayakları kahveye vardı Açtı tabakasın, sigara sardı Daldı.. neden sonra garsonu gördü ‘Çay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Abdurrahim Karakoç
Bir daha gitmesin o sahil kahvesine, Başka bir yerde içsin ne olur, Tek şekerli çayını Söyleyin Leyla’ya beni unutsun İbrahim Berber