ilham yiter ve solar gül;
kalp su alan bir sandaldır işte.. ne kadar görkemli de olsa
bir yanardağ olur ten; hüzne ve aşka mütercim..
beni yollara düşmekten alıkoyacak nedir;
bana bir yanardağa dönüşen arzuyu tercüme edecek kim?
Kenan Çağan
bir kadınla bir adam arasında tutuşuyor deniz
mumlar büyülü sözler camdan toplar yetmiyor
ve bir kadınla bir adam arasında sıkışıyor hayat
ölü canlar kurumuş dallar ve vurulmuş atlar
yenileniyor,kan ve yürek de yenileniyor
bazilakası durgun sular akşamına gömülüyor
ne bir adam bir kadını gözlerinden yaralıyor
ne bir kadının dudakları kana rengini veriyor
insan döndüğü yollardan topluyor yaralarını
döndüğüm yollar ne çok acı veriyor
anılarımı sokak çocuklarına ve karda kalmış
kuşlara dağıtıyorum,köpek ulumaları korkutmuyor
ve ben artık çardakta donup kalmıyorum
elim boş dönmüyor gökten en çokta sihrin
doluşuyor gözlerime en çok nasırlı ellerin
hadi desem mahallenin bütün çocukları
yağmur suyu gibi akacaklar kırk odalı konaklardan
hadi desem ihtiyarlar haminneler
kendi tabutlarını taşıyacaklar öldükten sonra
el yazması bir kitap gibi dokunaklı kalaçağım
naftalin kokusuyla ahşap bir sandukada
sen seslendikçe ben akaçağım
ömrüm uzayacak
ve serpilecek çengilerin bin telaşlı etekleri
tek taş yüzük bağlamayacak sözlerimizi
bütün hesaplarımız yarım kalacak
bütün aşklarımız yarım
dört koldan da aksak karşılaşmayaçağız
başkasının ağzıyla konuştukça karşılaşmayaçağız
hadi yürü,üzerinden dökülen ölü bakışlara aldırma
savaşmak kadar zarifdir yaşamak
sevişmek kadar arzulu
seni yeniden tohumun çatlaması gibi yeniden
teyellenmiş bir elbise gibi yeniden
mushaf gibi yeniden
seni kalbimin ağrısı gözümün karası
bileğimin gücü seni
Kenan Çağan
konağım diye kat kat derine nam salan kuyulara indim
ve cumbalarına tüneyip çağıltılı nargile ırmaklarına kandım
telvesiyle alev alev yanan boğazımda bad-ı saba
mıydı herkeste sır olsun diye payettiğim yalnızlığım
yalnızdım. içe doğu bir burguyla bungun sabahların meltemini taşıdım
yüksünüp nar çiçeklerine içlendiğim münhaldi. zira hüzünler içinde bin haldim.
yazgım tereddütler ve terler içinde uyanmaktı mevsime
rüyaları çözmek değil rüyada ölmekti bütün hevesim
and içip ömrümün çürüyen yerlerinde yeşerecek her şeye
ömrümden çalıp yüreğimde yer açtım
o yüzden artık büsbütün umarsız ve yersizim
evet hâlâ bir nehir ve bir yıldız saklı tutuyorum kendim için
bir nehir ve bir yıldız hâlâ
bir tutamak nedir bilemezsem
ölüm endişesi nasıl silinir
ve nasıl başlar ölüm neşesi
sorularım. içimde uluyan köpeklerim ağular içinde kalsın teniniz
ben bir yaprağın sırtında bir nehre düştüm
yankılandım bir yılkı ata bindi tenim
tende değil tenden tedirginim
ben dilimin bir heceye sıkışan küfü
ve gözlerimin içinde bin dağın arzulu gölgesiyle
gemi ambarında sıkışmış yalnızlığına meftun bir kaçaktım
kaçtım…kaçtım… kaç asır ve nice yoksunlukla kaçtım
ta ki yaşamın eczası kaçmak değil
acıyı acıyla yuğmaktı yaşamın şifası
anladım.
bu yüzden
şimdilerde
çiçek tozlarına karışmış uçuşan dudaklarına
bir düşte rastlamak düşündeyim
eylülün incecik ellerinde ezilen tutkulu bir rüzgara vurgun
gökle sevişir gibi göç eden kuşlarla izini sürmedeyim
ben yedi iklimde soluğuna mahkum mücrimin
bir sana teşneyim bir de sır oluşuna
sır da faş oluşuna
gecenin kandilleri arasına sıkışmış inceden kanayan yaralarla
mahmur ışığı vurunca duvarları dillenen ölü tozlar içinde bir kümbetsem
sabaha uykusuz yağmurlarla ve gözleri camlarda yeşillenen
bir eski zaman saadetine sarılı bir aşkla girmeliyim
soluğumla havalanmalı cümle alemin ölüme yazgılı ruhu
zira cümlesinin ruhunda suzinak yara
yanılgılarımın harlı narında yüreğime çöreklenmiş duruyor
siyah
dipsiz denizlerimin gözlerinde gemileri ürküten fırtına
gürültülü bir sağanağı andıran kamçılarıyla
biraz huzur için hangi sağanaktaysam orayı vuruyor
dönüyor ve kayboluyor dünya. evren bir delhizin kocaman
ağzı oluyor
yarasalar içinde bir gök ne kadar gökse ya da bulutlar içinde
ay ne kadar narinse
içimde ölüsüyle bende o kadar çocuk oluyorum
bütün gizlerimin tanığı ve acılarımın içine hikmetini serpen bilgelik
kelimelerimin ve kanatsız kuşlarımın sahibi
ve dağdaki ıssız rüzgârın ve bütün yönlerin ve a’rafın sahibi
sahibim!
bütün dillerimi bir iç yangınında yitirdim. dilsizim.
çölde kum tanesi yüreğim. aşka yeltenemeyecek kadar yüreksizim.
gökte bir darağacı kurulsa yüksündüğüm başımı hatırlarım
narda nar tanesi olsa umursamam gözlerimi. bir umut külündeyim
ey şiirin kekemeliğinden melekler kanatlandıran
ey çaresizliği yer ile yeksan eden
bir kar tanesinin ömrüne sığan ömrüm zebun oldu
medet ya Hu!
Kenan Çağan
Kendi ve Siyah / HECE Yayınları
mezar toprağını çizmekte bir otomobil
galoşları giyinip bir evhamın hijyenli saatleri
ziyaret edilmekte
bir de hatırlatmak gerekmekte
soytarıdan devlet olmaz
hiçbir
devlet ebed müddet olmaz
misal evladı fatihan bir leşkerin istilasında
korkular içinde leş
serkeşlerin kıyamında
hemcinsine eş
isteyince hep daha fazlasını; cennetin krallığını
ve kendi karanlığına kıvrılan bilgeliğini
toprağın huyunu gecenin geçkinliğini
ya da itiraf edince bir savaştan döner gibi
kazanmanın ya da kaybetmenin hali değil
bitirmiş olmanın
iki dirhem bir çekirdek olmanın kalbiyle
yaralarına daha sonra dönüp bakmanın
burada ilmi siyaset gterekmiyor
burada hesaplar tükeniyor demenin
demem o ki hayat asla taviz vermiyor
,
bak bu sana dair olsun
ama önce seninle kimliğinle kişiliğinle
itirazın olmaz umarım öyle
başlayalım bence
bir kadının eğrisi olmaz mesela
varsa hatları
ya da bir adamın eskisi
illa gerekiyorsa eksiği
bir adamın eksiği mesela
hep karanlıkta açması kendini
ve sürekli suskunluğuna düşmesi
kendime dair de konuşmalıyım
ağrı kesicileri bırakıp kitaplarımı kapatmalıyım
döktüklerimi
dörtlüklerimi toparlamalı
örneğin önce kendime uğramalıyım
bir ömrün içinde yengiyle yenilginin
atbaşı gittiklerini anımsamalı
kendimi bütün korkulardan soyunmalıyım
belki de o yüzden oluyor bu büyük ayin
adaklar adanıyor kurbanlar kesiliyor
ekran büyüyor buyurgan bildirge öne çıkıyor
hizaya çekecekler uygun adım diyecekler
ikişerli üçerli sıralarla
bölünmeyecek vatan
kan aktıkça kan bağı güçlenecek
lanet edilecek: niye var ki kimlik
örtülü siyasetin çapraşık hazlarla
bulaşık ağzı
büyük general büyük vatan büyük halk
soluk yıldız kaygısız hatıra bunaltıcı yaz
her zaman seçenek olsun
her zaman kaçacak bir yerleşke
hiçbir tedbir
hayatın haşarı sürprizlerini karşılayamaz
ben de diretmeyeceğim
bütün tedbirler için doğrulmayacağım
DÜZ YÜRÜYECEĞİM SADECE ÖNÜME BAKARAK
ŞIK BİR ÖLÜM İÇİN EN ŞIK HAYATI SEÇECEĞİM
DİK SADECE DİMDİK DURARAK
Kenan Çağan
…
onları
bakır bakraçlıları kıyısına küsmüş denizleri
hadi söyleyelim onları
hiçbiri değil sözümüzün muhatabı
seken taşın kara bahtlıları
esasında yoktular
konu değildiler
hatırlanacak ya da özlenecek değildiler
onları diyorum
o koyu sofuları o efkarlı bahtiyarları
geçtim artık anlatacak değilim
çünkü kimselere gözükmeden kaybolmanın sırrını
çekemez kendi gölgesindeki
hiçbir ince dal
Kenan Çağan
…
yaşlanmak hatıra denizinde boğulmaktır
üzerine alma sen
zaten ne zaman senin için konuşsam
senden kendime doğru bir kuruma nöbeti
ikimiz de geciktik kalktı bütün vapurlar
ülker yıldızı kayboldu
iyisi mi kendimizden vazgeçelim
çok sofistike değilse
kahpelikten o uzun cemselerden
şiddetten bahsedelim
vatandaşın ekmeksiz gözlerinden
kabul etmesen de olur
öneri deyip geç
zaten toplamda
insan bir ömür körlüktür
önerileri önermeleri görmemektir
algısına yandığım dünya
körün küllüğünde tüten ince bir dumandır
o da varsa
Kenan Çağan
Ölü Diller Arşivi / Hece
inandık ve aldandık!
aldanmaktaki kekre tat
hayatın tadıydı
a n l a d ı k ….
***
tedbirsizdik ve iyi ki tedbirsizdik
yağmuru ve geceyi sokakta karşılar
bu serencam bir ömre sığacak sanırdık
***
en azından kaybımızı bilsek
tekrardan yönümüzü belirlesek
yola düşsek
***
denklerimizi toplayalım
eşlerimizi sürülerimizi
fırtına kopmadan
sur üflenmeden
bu belalı vadiden geçelim
***
zamansız ölüm yoktur
amenna
ama bir başka babda
her erkek zamansız ölür illa
***
3. ve tanrım
söze sonradan girmeyeceğim
ilk konuşup son sözü söyleyeceğim
gencölüm yeğdir
yaşam sarasına tutulmaktan
***
mendilimde gizli o ağır yarayla yürüyeceğim
ardıma bakarsam yenilgim olsun
gözlerine inemezsem yenilgim
***
istedik mi sahiden