Bu itirafın acılığı ne yakıcıdır! Öfkeli bir adam Davullu hamâselerimin taş duvarlarının ardında Acılı ve ateşli olarak tükenmiştir
Gece boyunca granit taşlarından çiçek yontan adam Şimdi Ağır çekicini bir yana atmış Aşktan, umuttan, gelecekten yoksun olan ellerine emir vermek
Bu saçmalığa son verin! Bunun ardı üzücüdür Bir hiç üstüne aptalca bir bahis gibi Kısa kesin bu rahatsız edici macerayı. Her gece Bu macera bataklıkta dibe çöken çamuru andırıyor
Ben çiğnendim Yazık, vahşilik dişleriyle Binlerce yazık çiğnenme zahmetine güler yüzlülükle razı olduğum için! Neden mi? Sanıyordum ki böyle yaparsam, aç dostlarıma yılında kendi etimden yiyecek veririm kıtlık
Bu azapla sarhoştum Ancak aldatıcıydı bu sarhoşluk
Ya da temiz yaradılışımın bataklığına gömülmek vardı Ya da dürüst olmayanların merhametsizliğine dayanma Ve bu dostlar düşmandı olsa olsa Doğru olmayan insanlar
Ben kendi ölümümün işçisiydim Yazık ki seviyordum yaşamayı!
Acaba benim tüm çabam Kendi ölüm çanımı daha güçlü çalmak için değil miydi?
Ben uçmadım Ben soldum gittim! Hamâselerimin taş duvarları ardında Bütün güneşler battı Duvarın bu yanında bir adam telaşsız balyozuyla yapayalnız Kendi ellerine bakıyor Ve elleri umuttan, aşktan, gelecekten yoksun.
Şiirin bu yanında boş bir dünya, kıpırtısız, kıpırdayansız bir dünya ayılmış ebediyete kadar Sükûn beşiği sallanıyor bir samanyolundan öbür samanyoluna Karanlık, soğuk boşluğu ölüm usâresiyle dolduruyor Ve kibirli hamâselerin ardında Yalnız bir adam Kendi cenazesine ağlıyor.
Hey günahsız arayıcı! Kara gözlerin seni aldatıyor! Sen hiçbir zaman beni çevremdeki karanlıklarda bulamayacaksın. Çünkü bakışlarında iştiyak ateşi yok.
Beni daha aydınlık istiyorsun İştiyakla benim karşımda daha alevli yan Yoksa binlerce gözün aldatacak seni; günahsız bir arayıcı gerek. İştiyak çerağın daha alevli olsun
Söylenmemiş, terennüm edilmemiş sözlerle doluyum Tanınmamış düşüncelerle Üstünde düşünmediğim şiirlerle
Gözyaşı ukdem dolu, dopdolu bir derttir ve geride kalan Söylenmemiş sözler bir suskunluk değil; bir inilti
Şimdi ağlama zamanı. Yalnız ağlamak mümkünse yahut eteğindeki bir sırdaşlığa güvenmek mümkünse veya hiç olmazsa nabekârların yüzüne açılma ihtimali olan kapılara.
Bütün bunlara rağmen benim zindanıma gel. Tek penceresi tımarhanenin hayatına açılıyor. Ama nasıl, sahiden nasıl Böyle yıldızsız bir gecenin derinliğinde Şarkısız, sessiz kalmış zindanımı Tekrar tanıyabilirsin?
Biz karanlıktayız Kimse aşkımıza yanmadığı için
Biz yalnızız Çünkü kimse bizi yanına çağırmıyor
Biz suskunuz Çünkü bir daha asla size geri dönmeyeceğiz
Ve başımız dik Çünkü hiçbir şeye yok itimadımız, itimatsızlığı sevmediğimiz hâlde.
Kırık havuzun kenarında baharsız bir ağaç kendi gömülmüş usâresinin gücüyle çürüyor.
Ve kirlilik yavaş yavaş yanakların parlamasına engel oluyor.
Masum aşklar işsiz, dürtüsüzdür. Sevmek Uzun yolculuklardan eli boş dönüyor.
Ortak harabelerin kemerleri altında nefret uyandıran kadınlar kendi arsızlıklarının kara örtüsünde cellat ve zorba, ilâhî mesaj getirenlerin gam mektubuna kulak veriyor, kendi yem arayan kokuşmuş mutsuzluklarına gözyaşı döküyorlar.
Benim kölesiz, şefkatli Tanrı’m zorba ve korkunç değil Ben ve o, umutsuz inzivâ sınırlarına sürüldük. Ey gök şeytanının yeryüzündeki ortak yazgılısı! Senin yalnızlığın ve günahsızlık ebediliği Tanrı’nın toprağında yeni bitmiş bir bitki değil
Bir arzulu göz sizin avareliğinize asla ağlamayacak Bu kuşatılmış gökyüzünde hiçbir yıldız görünmeyecek ve sizin yabancı tanrılarınızı asla himayesine almayacak Çünkü kalpler artık aşikâr bir aldatmacadan başka şey değil Ve son sığınakta ejderha yumurtlamış
Oturaksız bir kayık gibi bulutlu gecede, karanlık denizde Son girdaba doğru yol alıyorum Selam umudu yok Okşama umudu yok.
Kalmak -evet!- Ve kendi hüznünü akşamları Terkedilmiş kuyulara bırakmak, Kendi acının feryadını Fırtınanın kükreyişine koyvermek, Yerinde duramayan ruhunun inleyişini Yağmurun gürültüsüne katmak. Kalmak evet kalmak Seyre koyulmak evet seyre koyulmak Yalanı: Riyayı kimsenin gizlemediği şehirde Ömür ne şâhâne geçiyor Ve hemşehrilerimin sadâkati yalnızca bunda
Ahmed Şâmlu
Artık yer yok Kalbin hüzünle dolu Sıcak mavi rengini yitirdi senin göklerin.
Titrek el ve yüreğimde tek korkum Aşkın bir sığınağa dönüşmesiydi Uçuş değil, kaçış olmasıydı. Ey AŞK, ey AŞK! Mavi yüzün görünmüyor
***
Arhk aşk İçimizdeki soğukluğa alev coşkusu değil yaramızın sızısına uyuşturucu bir merhem Ey AŞK, ey AŞK! Kızıl yüzün görünmüyor
***
Güçsüzlük üzerine karanlık tozlu avuntu ve huzurlu kurtuluş varlığın kaçışına. Mavinin huzuruna Karanlık Ve erguvan üzerine EY AŞK, EY AŞK! Yeşil yaprakçık tanıdık rengin, tanıdık yüzün görünmüyor.
Elimde bir kandille, yüreğimde bir kandille: Karanlık’ta savaşmaya gidiyorum yorgunluk beşikleri bırakmış gelip gitmelerin keşmekeşini ve güneş derinden kül olmuş samanyollarını aydınlatıyor. dolunun bulutları tohumlandığı an yıldırımın asi çığlığı duyulur. ve asma’nın sessiz sızısı: kıvrım kıvrım uzun dallarının ucunda filizlenirken küçük koruklar
***
Tüm çığlığım sıkıntıdan kurtulmak içindi, çünkü ben en korkunç gecelerde, güneşi ümitsiz dualarda Sen güneşlerden, seherlerden gelmişsin. talep ettim. Sen aynalardan ipeklerden gelmişsin
***
Ateşin ve ilahın olmadığı bir boşlukta Senin bakışını ve itimadını ümitsiz Dualarda istedim. İki ölüm arasında İki yalnızlığın boşluğu arasında bir esinti senin bakışın ve güvenin böyledir, Senin sevincin acımasız ve uludur. Nefesin benim boş ellerimde, nağme ve yeşilliktir.
***
Elimde bir kandille Gönlümde bir kandille ayağa kalkıyorum Ruhumun pasını gideriyorum Senin aynanın karşısına bir ayna bırakıyorum Senden ebedi bir varlık yaratmak için
Akasyaların rüyasında ölmek istiyorum. Yavaş esen rüzgarda -İkilem arasında gidip gelerek. Akasyaların rüyasında ölmek istiyorum.
Atlas çiçeklerinin ağır soluğunda
ölmek istiyorum. yazın ıslak ve sıcak bahçelerinde. günbatımının ilk saatlerinde atlas çiçeği soluğunda uçmak istiyorum.
Göğsümde hançer yarası süsen gibi açsa da. akasyaların rüyasında ölmek istiyorum atlas çiçeklerine geçit olmak istiyorum. -son fırsatta- akşam vakti, saat yedide.
Nazlı! İlkbahar gülümsedi ve erguvan açtı. Avludaki yaşlı yasemen bile çiçek açtı inat etme! uğursuz ölümle uğraşmal var olmak, olmamaktan daha iyidir, hele ilk baharda. Nazlı konuşmadı, başı dik Yiğitçe sustu ve gitti.
Nazlı! Konuş! Suskunluk kuşu aşiyanda dehşet bir ölümün üzerine kuluçkaya yatmış. Nazlı konuşmadı. güneş gibi karanlıktan geldi. Kan kırmızı oldu ve gitti.
Nazlı konuşmadı Nazlı yıldızdı: Bir an bu karanlıkta parladı ve gitti. Nazlı konuşmadı Nazlı menekşeydi Çiçek açtı, kışın bittiğini müjdeledi ve gitti …
Ahmed Şamlu
• Nazlı: Politik görüşleri sebebiyle Şah döneminde idam edilen yazar ve düşünür.
Taş çekiyorum omuzumda Lâfızlar taşını Kafiyeler taşını Gurûb vakti ter dökerek geceyi Karanlık çukurunda Uyandırıyor Ve renk katran karası oluyor Tabutun körlüğünde Ahenk nefessiz kalıyor Sessizliğin patlaması korkusuyla Ben çalışıyorum Ve sözcük taşlarıyla Yükseltiyorum Sağlam Bir duvar Şiirimin çatısını üstüne örtmek için İçinde oturmak İçinde yaşamak için Ben böyleyim. Ahmağım belki de! Kim bilir Ben Zindanımın taşlarını omuzumda taşıyorum Meryem oğlunun haçı taşıdığı gibi Sizin gibi değil Celladınızın kırbaç sapını yontuyorsunuz Kardeşinizin kemiğinden Celladınızın kırbacını örüyorsunuz Kız kardeşinizin saçından Ve bencillerin kırbaç sapına kaş oturtuyorsunuz Babalarınızın kırık dişlerinden
Ve ben kafiyelerin ağır taşlarını omuzumda taşıyorum Ve şiir zindanına Hapsediyorum kendimi Çerçevesinin zindanında Hapsolmuş resim gibi
Nice Aptal resim vardır Ham insana ait Yıllar öncesinin beninden Kaybolmuş Küçük çocuk bakışım var Gözlerinde Daha eski bir “ben”i yerine koymuş Tebessümünü Dudaklarına Ve bugün ona bakışım Günahlardan Pişmanlık gibi
Benzersiz bir resim Onun tebessümünü unutsaydı Yanakları incelseydi Hayat arayışında Alnı çizik çizik olsaydı Zamanın kölelik zincirine vurulmuş geçişiyle olurdu “Ben”!
“Ben” olurdu Aynen! Ben olurdu. Çünkü zindanımın taşlarını Omuzumda taşıyorum sessizce Ve hapsediyorum ruhumun çabasını Sözcüklerin dört duvarı arasında Onların sessizliği patlıyor Ahenklerin boşluğunda Araştırıyor gözlerindeki bakışsızlığı Renklerin çölünde “Ben” olurdu Aynen! Ben olurdu; gülümsememi unuttum İşte yanağım İşte alnım
Böyleyim ben Dilsiz lâfızların hoş ahenkli duvarlarının zindanı Böyleyim ben Resmimi çerçevesinde hapsettim Ve adımı şiirde Ve ayağımı kadınımın zincirinde Ve yarınımı çocuğumun kendisinde Ve gönlümü sizin pençenizde
Sizinle ortak çabanın pençesinde Sizin sıcak kanınızı İdam mangasının askerlerine içiriyordu Soğuktan titreyen Bakışları Aptallığın donuk şekli olan askerlere
Siz Kendi “şimdi”nizin mezar odası duvarını yıkma çabasında Ve güvenerek yaslanıyorsunuz Dirseklere Kafatasınızın fildişi mecrasını Ve emek penceresinden Yarınınızın aydınlık kasrının tad manzarasını Çabanızın hamâse ağzında mırıldanıyorsunuz
Siz.. Ve ben… Siz ve ben Yapılan başkaları değil.
Hançer Onların ciğeri için Zindan Onların bedeni için Zincir Onların boynu için
Ve daha başkaları değil Sizin cellat potanızı yakanlar Bahçenin odunuyla Celladımın ekmeğini pişiriyorlar Doğup büyüdüğünüz külde Yarın ateşli, kanlı toprağa girince İndirirsiniz duvardan resmimi Evimin duvarından
Aptalca sırıtan resmi Karanlıklarda ve yenilgilerde Zincirlerde, ellerde
Söyleyin ona: Benzersiz resim! Neden güldün? Asın onu Bir daha Baş aşağı Duvara.
Ve ben öylece gidiyorum Sizinle ve sizin için Sizin için. Çünkü bu şekilde sevdiğinizim. Ve geleceğimi geçmişim gibi gidiyorum omuzumda taş Sözcükler taşı Kafiyeler taşı Bir zindan yapıp orada hapis kalmak için Sevmek zindanı Adamları sevmek Ve kadınları
Kavalları sevmek Köpekleri Ve çobanları Gözü yolda beklemeyi sevmek Yağmurun billur parmak darbesini Pencere camında
Fabrikaları sevmek Avuçları Tüfekleri
Beygir resmini sevmek Dişlilerinin yörüngesinde Leğen kemiğinin dağlarıyla Kırbaç ırmağı Ve kızıl suyuyla Senin gözyaşını sevmek Benim yanağımda
Ve benim sevincim Senin gülümsemende
Devedikenlerini sevmek Isırganları, yabanî kekikleri Ve klorofilin yeşil kanını Tekmelenmiş yaprak yarasında
Şehrin ergenliğini sevmek Ve aşkını Yaz duvarının gölgesini sevmek Ve işsiz güçsüz dizleri Koltukta Sorguçu sevmek Onunla avucun tozunu sildiklerinde Ve çelik başlık İçinde mendil yıkadıklarında Çeltik tarlalarını sevmek Ayakları ve Sülükleri
Köpeklerin yaşlılığını sevmek Ve bakışlarındaki yakarışı Ve kasap dükkânlarının tezgâhında Tekme yemek Ve kemiğin uzak düşmüş sahilinde Açlığın verdiği susuzlukla Ölmek
Gurûbu sevmek Bulutlarının zincifresiyle Ve söğüt sokaklarındaki sürü kokusu
Halı dokuma atölyesini sevmek Renklerin suskun mırıltısını Düğüm damarlarında yün kanının akışı Ve parmağın nazenin canları Ayak altında kalan canlar
Kinleri sevmek Hançerleri Ve yarınları Gök gürültüsünün boş fıçılarının koşmasını sevmek Gökyüzünün taş döşemeli inişinde
Liman göğünün tuzlu kokusunu sevmek Ördeklerin uçuşunu Kayık fenerlerini Ve dalganın yeşil billurunu Gece lambasının gözleriyle
Hasatı sevmek Ve mırıltı sokaklarını Başka feryatları sevmek
Koyun leşlerini sevmek Et satan herifin kanarasında Müşterisiz kalır etler Kokuşur Çürür
Balıkların kırmızısını sevmek Çinili havuzda
Aceleyi sevmek Ve durup düşünmeyi İnsanları sevmek Ölürler Erirler Ruhsuz kuru toprakta Deste deste Öbek öbek Yığın yığın Batarlar Batarlar ve Batarlar Sessizliği, mırıltıyı ve feryadı sevmek
Şiir zindanını sevmek Ağır zincirleriyle Sözcükler zinciri Kafiyeler zinciri
Ve ben öylece gidiyorum Benimle birlikte olan Zindanda Ayağıma bağlı zincirde Gözümle birlikte olan koşuşta Fethimle birlikte giden yakînde omuza omuza Dünkü duvarda aptalca bir resmin Gülümseyiş goncasından Bir gömleğin kızıl çiçeğine kadar Bir idam çalılığında Yarına kadar
Böyleyim ben Kibirli hamâselerin kalesinde oturan Vahşi öfke atının gurur dolu toynak darbeleri Takdir sokağının taş döşemesinde
Bir esinti kelimesi Bir tarihin büyük şarkısının fırtınasında Bir mahpus Bir kinin zindanında Bir yıldırım Bir intikamın hançerinde Ve bir gömleğin kızıl çiçeği Bugünün kölelerinin yarınki yol kenarında
Önceki şairin şiirinin konusu, Hayat değildi. Kuru hayal dünyasında o, Şarap ve sevgili dışında bir şeyden söz etmezdi. Gece gündüz hayal eder dururdu: sevgilinin komik zülüflerinin ağına düşmüş, öte yandan başkaları da; bir elde şarap kadehi, bir el sevgilinin zülfünde sarhoşça Allah’ın mülkünde nara atıyorlardı!
Bugünün şiirinin konusu bambaşka bir konudur… Süngüsüdür şiir bugün halkın! Çünkü şairler, Daldırlar halk ormanının Gül bahçesinin yasemin ve sümbülü değiller falanların! Yabancı değil bugünün şairi Halkın ortak dertlerine: O, halkın dudaklarıyla birlikte güler, Halkın derdini ve umudunu İliklerine kadar hisseder…