Bir Olay: Ruhi Bey ve Gülcünün Ölümü

Bir kara parçası sanır insan
Düştü mü başı derde
Kendini açık denizlerde.

Şimdi bir kıyı bile değil
Bir ufuk çizgisi bile değil
Yalnızca ölü
Sabaha doğru yağan karın altında
Kıvrılmış kalmış
Besbelli tutunmak istemiş boşluğa
Kolları havada
Sıkmış avuçlarıyla bir demet gülü
Yayılmış gövdesine bir gülümseme
Ve çevresine
Taş binalara, karanlık pencerelere
Kefeni kardan ve gülden.

Polis arabası kapıya geldiği zaman
Giyimevlerini, mezecileri, postaneyi geçerek geldiği zaman
Arka sokaklardaki birkaç kiliseyi
Cenaze levazımatçılarını ve
Bin dokuz yüz yirmi sekiz modasına göre giyinmiş bir kadının bir anlık ölüsünü
Geçerek geldiği zaman
Bir kamyon et boşaltıyorken bir kasap dükkanının önünde, tam o zaman
Yüzü sabunlu bir otel müşterisinin elinde traş makinesiyle
Pencereden sarktığı zaman.

Polis arabasını görmeden önce
Her yanı aynalarla çevrili bir meyhanedeydim
Sırçaları dökülmüş aynalarla
Parça parça görüyordum kendimi
Dışarda kar vardı, kirli kar
Isınmak için konyak içiyordum
– Isınmak için mi dedim, tuhaf –
Dışarda kar vardı
Saat dokuzu on geçiyordu, Balıkpazarı’nın her günkü sabahı
Yıllardır hep aynı sabah
İri bir kayabalığının içbükey karnı
Ve binlerce, on binlerce kedinin hep birden
Kente hiç uymayan bir yaratık gibi kımıldandığı
O sabah.

Polis arabası kapıya geldiği zaman
Aynalıpasaj’ın düğmecileri, gömlekçileri
Yüzükçüleri, bilezikçileri, tuhafiyecileri
Dükkanlarını açık unuttukları zaman
Ve dükkanların üstündeki heykelciklerin
Bir yas törenine hazırlanır gibi
Anlatımlarını değiştirdikleri zaman
Balıkçıların balıkların karşısında en iyi durdukları zaman
Ayakta çay içtikleri zaman
Mermer masaların altından yorgun gövdeleriyle
Çıktıkları zaman serserilerin
Ve Pasaj temizlenmeye ve karlar kürenmeye başladığı zaman
Masmavi iki yengeç gibi bakmaya başladığı zaman gözleri garson Vasil’in
Tam o zaman.

Polis arabası kapıya geldiği zaman
Üç kişi siyah bir otomobilden indiler
Üçü de sivildi, ellerinde çantaları vardı
Ben meyhanenin penceresindeyim
İçerde ve kar içindeydim
Bir demet gül içindeydim
Güle gömülüydüm
Kana.

Polis arabası gittiği zaman
Demir kapının yanında ölü
Gökyüzünü dönemecinin altında
Ve yerde bırakmamak ister gibi sözünü
Elinde bir demet gülle
“Gül, gül!” diye acı bir bağırtıyı uzattığı güllerle
Ipıslak saçlarıyla buzdan yatağına uzanmış.

(O zaman ıhlamur ağaçları kardan görünmezdi. Gözlerim azalırdı,
gizlenirdim. Babam koyu kahverengi çizmeleriyle karları ezer ezer
ezerdi çakıltaşlarının ayaklarının altında oynaştıklarını duyuncaya
kadar. Annem çatı katının yanındaki sivri kuleden gözlerini ayırmazdı,
yeter ki gök kanasındı beyaz beyaz ve kocaman bir alabalığın karnı.
Uşaklar bir köşeye sinerlerdi, hiç konuşmazlardı, bir kristal sürahi
rüzgardan ürperir titrerdi. İniltiye benzeyen bir ses yayılırdı.
Karanlığa yapışırdım, bir kapı karanlığına, bir duvar karanlığına, bir
yokoluş karanlığına. Ölüm çok uzaklardaydı, o zaman çok uzaklardaydı
ölüm.)

Sordu
Karla kaplı kirli bir cümle
Başında kimler vardı?
Bir, emekli postacı Hüseyin
– Çok adres bildiği için adı pezevenge çıkan –
İki, cenaze kaldırıcısı Adem
– Çıplak kafalı, ön dişleri çürümüş –
Üç, akordeoncu kadın
– Hemen hemen hiç konuşmayan, saçları oksijele sarartılmış, Bizanslı bir
kehribar taciri gibi şişman, yaşlı ve kızoğlankız –
Ve sonra ötekiler
Üç Horan Kilisesinin kapıcısı
Çingene çalgıcılar, bademciler
Lotaryacılar
Bir iki garson
En geride
Çengelli iğne satan bir kız çocuğu.

Ve onu kaldırdılar, ben gördüm
İkinci konyağımı içtim bitirdim
Demir Kapıdan çıkardılar ve gördüm
Morg arabasına koydular
Kapısını ittiler, kapı kapandı
Taraklar, istiridyeler açıldı kapandı
Çiçekler titreştiler
Bir balıkçı balık doğradı ve tarttı
Pencereden çekildim.
Günlerdir ilk olarak güldüm, gülümsedim
Yıllardır ilk olarak
Sanki ilk gözyaşının tarihini buldum, üstünü çizdim.

Ve sordu gene
Ölümle kaplı o kirli cümle:
Siz Ruhi Bey nasılsınız
Ben Ruhi Bey nasılım
Anladım anladım
Ve şimdi iyi biliyorum artık nereye.

Edip Cansever
edip+cansever+ruhi+bey Bir Olay: Ruhi Bey ve Gülcünün Ölümü

…Ve Çocuğun Uyanışı Böyle Başladı

Gül kokuları çocukların kaburga kırıklarından geliyor

Acıyı ve insanlığı çocuklar
Böyle dayanılmaz kıldılar ve yeni suları
Onların bilgileri getirdi
Elleri önlerine bağlı – duruşları
Omuzlarından göğüslerine doğru kıvrık ve yumulu
Yaşarlar ebedi göz ve ölümsüzlük aşısı yapan kitabı
Ki şimendifer
Nasıl peşinden koşturursa katarları yolcu kutularını
Oralarda civarda
Böcekler sürüngenler bulunan kırda
Dönen çember – toprakla çalkalanan çocukların önünde
Bir dev gezinir
Şimşek düşer

Ve balık yumurtaları
Ki onları balıklar
Suyun gencine bırakırlar
Ve suları da gezer ölüm
Çelikağ yok eder insan eliyle uzanarak
Hem balığı hem yumurtayı
Hem yumurtadaki balığı
Hem balıktaki yumurtayı.

Toprağa dikili gözler neler bulmaz
İstese dağlar mı bulmaz
Sonsuz gebelik ölümü su çiçeği gibi döken hayat
Suları ve karaları uluyor birbirine
Erkekler kadınla donlarının altında harp cep kitapları
Dudaklarında verem çiçekleri uzaktan
Yakından aynı ve ayrı uluslardan

Genç bir adamdım
Tren uğurladım

Eski ve yeni efendileri
Taç giyen şahzedenin karpuz gibi
Yada gemilere açılan çelik bir köprü gibi
Serin kırmızı ve sıcağını bırakarak
İkiye bölüneceği haberini
Büyük olayları hava limanlarında zonklayan
Trenlerle ben yolladım

Parklarım vardı akşamları
Kapatırdım
Saati vurunca trenlerin bekleyip gelmiyenlerin

Bıldırcın tüneli ve bir açık ve bir örtülü tren
Akşamsa hemen
Korkardım – bir kızeline tutunarak
Karşı komadan sarışın – onu dökülmüş yapraklara yayarak
Çıkarırdım yanağından ürkek şapkalı
Ve çantalı adamım
Yaklaşırdı ve sorardı
– Oralı mısınız oralıyım
– alın ve okuyun incil ve yohannaya göre
– misyoner misin değilim
– o hah ha
– Değilim ve okuyun yohannaya göre
İnsana olan sevgim – bodurluğuna kurnazlandığına
Birden bilerek
İstasyon bir boşluk
Çünkü bir yok bir var
Trenler çenreler

Üçüncü hat koş üçüncü hat
Katlan elele katlandık ey Anna taş içinde heykelim
Yonttum yonttum taş bitti sen çıkmadın
Yanıldım avrupalanmakla çün bizde
Kadını kelimeyle kurarlar saklarlar örtülerle
Derken katar üstümüzdeki katardan çoğaldı
Sen burgu oldun içimin dağlarına tünele girdim
Sıtrasburg akşamın karnında
Uslu çocuk olarak bekledi
Bianka boğazlanan boğanın önünde kaldı
İstersek durduruldu diyelim
Çünkü halklar vardı
Güvercin halkı
Meydan
Göz halkı
İnce doğranmış fransız halkı
ey Anna sen kalkan balığı
Kafa vurmayan fakat gövde vuran
Ağzın karnından biraz yukarda
Karnında bir anne yeni kız doğuruyor işaretleri
Kan gidişmeleri
Açık göğün önünde açık meydan halkları
Bianka kıvılcım
Ucu kendine kıvrılmış kılınç

Öpüşümüz gizli olmalı
Öpebilirsek uzanıp kaderlerimizden öpmeli
Sıcak gözyaşı ve şikayetle
Ağzı konuşmaz kılan
Ağzımızda
Dilimizi şişiren ayrılık bademi

Senin elin söyler
Avucunun toprağa deyip donan çızgileri
Anlatır
İstasyon çayevini dolduran gebeyi
Aşkın
Şişen bir yara gibi gelişi
İçimizden iki yolcu gibi gideceğini

Venedik birdenbire kavruldu
Nedensiz ve niçin
Çün korkunç
Ve savaşla gidiyorsun
Ama ancak sen
Vurulduktan sonra ve kurşun
Benden ayrıldı
Ve gittin
Ve dağ çöktü

*

Artık dayanamam
Yabancı isimlerin ebelerinin içinden
Yabancıların ter kokusunun içinden
yabancının buyruğu ile geçmeye

Ey toprağım kalkamadığım
Üs kimin üssü
Kime ait minare

Ey sen karşımda paylaşılan
Alna dudağa ve kalbe ayrılan
Sen aşkım sabah doğrulunca bağırdığım
Geceleri sancınla kıvrandığım

Karanlığı itiyorum yine gelir
Sabahı seviyorum özlüyorum
Seni aydınlığa getirip anlıyorum
Daha sonra ışıksızlıkta anlamsız
Ve sancım var

İnceden ve derinden gözlüyorum
Çılgınlık ve inceliyorum
Kilom elli beş boy bir yetmiş üç
Sen kendime etiplikle eklediğim
Kanı benden canı ciğerimden alırdım
Aydınlıktın
Hep onarırdım eksiyenlerini güneşle

Ay gece görününce açar aylığını
Kurbanlar ve senin büyüklüğün dağınıklığın
Çünkü her bölgeni başka bir şehirde yaşadım

Küskünlüğünü aşk öncesi şehirde
Etinin lekelerini doğduğum şehirde
Korkularını ve yüksek korkmalarımla
Irmağı kapayan boydan boya
Suyu toprağa ilave eden şehirde
Gidişini özel olarak
Kalbimin bağışladığı şehirde – en önce

Ayrılık vardı hep

Ay gece olunca pay ederdi ayrılığı
Ey güzelce yakalandığım
Mutlulukla sunulan
Bize bahşedilen armağan kılınan
Ayrılık sen ki
Aşkın ve sanatın
Durmadan doğumlar getiren anası
Hep orda gebe kadınların dibinde içinde
Doğuma en yakın
Doğmadan gibi ve aralıksız doğarak

*

Böyleydi kuruluş yapı ve bizim ustalığımız

*

Fakat sen
Hep karşımda kalan
Ağzı ağzımdan alınan
Paylaşılmakta olan

*

Biz dördünce Muratın kılıcının sivri ucunu tutuyoruz
Keskin yanında karılarımız ve çocuklarıyla
Hızla akan bir vatan tutular
Aşkın ve birlekteliğin çatısını orada kurdular

Karılarımız her asrın insan güzelleri
İmkan bekçileri
Ağır arabalarla taşınan sancılarımız
Ağır tabanlarımız
Etten değil gibi az yiyen gövdemiz
Toprağın ürününe avuç açan karşı koyan
Yeri var olmayan bir lisanla bağlayan
Sıcağa ve nalın kıvılcımlarına gerçek isimler koyan

Irmak ve ırmağı süren yol
Biri uzağında kaldığımız
Öteki içine daldığımız

Buzul uzaksa ve beraberlik ateşi kucaklamışsa
Sabaha çıkmamız kolay
Güneşi bir mızrak boyu yükseltmemiz
Yabanı kolundan tutup germemiz
Alnına bir mıh
Sırtına bir yafta ekleyip göndermemiz
Yekin seslerindeki yanlışlığı düzeltip
Büyük doğrulamanın aklına geçmemiz
Yavuz boğalara benzeyecek
Ve sancı değiştiren hayvanlara

Küçük kahraman öğütlerle büyük esere
Bir mısramızdan girer
Bir çocuk avlusunda salıncaktaki çocukların
Anneleri ablaları sahilde çay içen ev’den konuşan
Gelecekle haberli yemiş yutan elleri
Şimdi salıncakta aynı anda
Bir fotoğrafta gibi
Her geçen anı fotoğraf olan çocukların
Altlarındaki toprağa
Öğütlerle büyük eser okları işaretleri
Düştükleri taşlara dizlerini kanatmak için
Biz açıyoruz
Ekonomik iktisat risaleleri

Her şey benzinle aşk ve ilkbahar bile
Barut ateşle harmanlandı
Kılıç nasıl deldi geçti ve çekildi
Ve nasıl kan göstermedi et
Tanrı adıyla renk değiştiren mavileşen ateşe
Örtü yapıp otururlar ateşten ateş ve yanmazlar
Güvercin teslimiyeti içinde
Bakın istiyorsak

Nasıl yıllarla sürüyor bir salise
Sabah bulantıları birlikte yatılan akşamlar
Kuşların yalnız uzanıp pencereden

Havaya alıştıkları saksıları kavrayıp uzaklaştırdıkları
O gökler ağaçların tulumba gibi çalışan özsu boruları
Sızıları tahta kulübelerin
Dağda tahta kulübelerin

*

Ateş için odun topladık
Ben makki ve beşimiz
Kısa ama kesin çağırarak
İçeriksiz coştuk hemen.Hey önce ateşin içinde ol
Hey önce alevin sıçrasın
Yüreğimizi kavuran soluğumuzu başka yollardan geçir
Aynı an ayağa kalkıldı
Doğranıldı
Nasıl söylenir bir erkeğe bir kadın
Denize atılan bombanın
Balıklar delirtiğini
En zor sorunun yöneltildiği
Bir kadındı
Nasıl ki kelimisiz ve gözler olmadı

Rensiz bir iz seçiliyor
Belki karanlığın kendisi işaret veriyor
Saçların değişiyor
Karanlık tahta kulübe ve saçların
Hepsi bu hepsi bunlar

özgürlüğü kur
Suyu dök yürek etlerimizi
Parçalanmalarımızı topla
Büyük ateş meydana yağmur getirdi
Gökteki kazan devrildi
Ağaçların gece aydınlığı
Duygunun canlılığı
Kıvrılıp eğilişi dalların hüzne ateşe
hüzne ateşe
hüzne ateşe tutuşu

Toprağı üzüntüden ayıklayışı
Sende kaybedebildiğim yani ey korkulu hayat
Taktığım tarafımızdan sevilen
Haklarımız esenliğimiz karanlığımız
Güzelliğin ellerin alnınla
Mızrağını seç önce seç kabarık alnımı
Fırlat kayaya kimliğini kişiliğini
Dişlerimin ortasına
Sar beni kumlu ağaç kütükleriyle
Ki suyu geç beni kurula

Arkamdan rüzgar seğirtiyor
ellerim dağdaki kulübeden ses ediyor
Orman uğultular kurt ulumaları
Aşkın omurgan
Yapışkan
Yak beni çocuğumsuz

Senden ışıklandırılmış havuzlarımda
Ve gizli su yollarında
Sözün ediliyor

O sen sen
Gölgemi bırak beni sürme
Ben benimleyim

İçim büyük sabırla haşlandı
İçim ey İçim bu yolculuk nereye
Yine bir şehrin ölümünü başlatır gibisin

*

Ve çocuğun uykusu böyle başladı
Çünkü yeni bir çocuk uyanacaktır

Ey ana
Parkları çocuğumla eş doğurdun
Çimenleri mutlu kıldın

Bayrakların sularda aktı
Pulatın
İnce ve yumuşak saçın
Yaralı ağzın

Mutlu kılan çocuk
Çimene düşen yaprakları

Kadın sen tattın
Babanıkine benzeyen
Çocuğun böbreğindeki katlar

*

Gün gelişini açıkladı
Sen kapanan gözü açıkla
Karısına arabayla tabut taşıyan adamı
Güzel yontulmuş ve sarıları olan kadını
Yeni bir çocuk planı yapan
Yeni ve ölümü de trasfer eden aileyi

Nalçayı yiyince nasıl çöküyorsam yere
Nasıl dumanını üfürürken ve solarken ciğerlerime
Düşten yıkanıp ava değil çocuğa yatıyorum
Değil vurmaya ve raslantıya
Değil hülyalanıp dalgalanmaya
Çıkara değil kedi gibi sokulup ayartmasını
Değil sarı demire
Değil söylev’e asla değil aştım gitti yirmi dokuz yıl önce ölenleri

Nalçayı yedikçe nasıl çöktüm yere
Zorla ezilenin zorlu öldürmesi olur
Fabrikanın kasıklarını ovan işçilerin
Hak dünyasında hastalanırım olağandır
Neden mi şimdi tepilebilirim
Maden ocaklarına dinamit yerine

Bir hakkın düşmanıyla kucaklaşıyorsam
Sök beni yeniden şakağıma it ellerimi
Bileklerime aklım aksın
Damrlarımı lif lif denetle çöz gözümün perdelerini
Trenleri uzlaştır sulh fenerlerini yak
Nerede olursan ol kim olursam olayım

Sesimi bir dağ zannet
Irmağa ver haberi
Yangına doğru sürünen haberi
Güneş beni saklar
Sen alnındaki dumanı kazı
Kemiğimin geleceğini düşün beni yont alıştır

Sararan örtü cafe müller
Gırtlakta sarı halka
Esirlik ve kendimden kayma halkası
Yalnızlığın çarmıhı dere balıklarını ilanı
Çarmıh yaylı ve değişken
Karın çarmıhı bel kemiği ve baldırı
Karnımız ayrı sancılardan kaymış
Yeşil yada yeşil olmayan çocuğun ağzından çoğaltılmış

*

Ey gece sen de aldatıldın
Sana da tuzak kurdu yüzü güneş parıltılı kız

Rosemariegirbach

*

Gidip bilmediğin kentlerin
Böğrünü delen harp mikkaplarını gördüm
Kartpostal tüccarlarını
Kilise ortak pazar dirlik orak çekiç
Ve asya ve afrikaya ayak atma postallarını

Ve kimseyi göstermeyen aynaları

Ve bir istasyonda
Hatta önemsiz bir memurun yakınında
İçinden asya çıkan bir balya

Geleceği
Ormana terk etmeği dener gibi yeni doğan çocuğu
Ananın karın bulaşıklarını arımadan
Çalıları ve topraklaşan yaprakların içine
Alabildiğine gevşeyip bırakılmış gerginliğin ortasına iterek
Geleceği ormana iter gibi ormana iterek
Meleklerin hayatını yaşamaya
Gidelim sizinle kendimde insan olmadan
Kimseyi insanlamadan yaşamaya
Sıcak kayayı arayan iki tavşan gibi
Evleri korkutmadan uluyan kurtlar gibi
Bellemeden
Etle bilinçlemeden
Evdeki sevincin ballanan hüzünleri
Bilmeden aşkı ve aşk benzerini
Çocuk sesinin düzgünlüğünü arayan bir çeşit insan olarak

Görevi bu olarak
Yalnızlığımızı sesizce ortaya koyalım
Erkeçe sesiz ve erkekçe
Kiminki sahipse ölümü o karşılasın
Ağırlasın

Ayaklarım ağrıdı güvercin izlemekten
Onun başının önündeydi alevli sancak
Elimi ve kalbimi uzattım
Eriştim tanrıya çağırma kuleli evin
Bekliyen güvercine
Güneşi ayı ve yeryüzünü bütün şekilleriyle
Bir kutlu çehrenin emrine kul bildim
Bilesiniz
Ona döndürüleceksiniz

Ve başı yeşil haleyle çevrilen
Yüzünde tarihten ve gelecekten bir renk beliren
Atmacanın pençesinde atmacayı kendinden geçiren
Bir güvercin ki ne gören olmuş
Ne işiten

Bir sabah bir çeşit güvercin fırtınasıydı sur önünde
Gözleri burçlara
Bayrak tebdiline dikilmiş bir kartalın
Buyruğundan hızlanarak
Bir kartaldı gözünü burçlara dikmiş
Döşü surları geriletmiş
Durur gücercinlerin en önünde

Emrolundu.Haliç bir yılan gibi yönelip
Soktu Kayser’i

Zaman bir takla attı
Zaman bir takla daha attı

Zaman altında kalan
Çıplak boynu hançer kuşaklı
Başı sülük ağızlarında
Ayakları boşlukta çırpınan
Bir millettik artık

Güvercin
Merhamet kılıçlarını toplayabildi ancak

Camide toplantı var davranın
Aşkı denetleyen güvercinler
Kılınçlar eskinin habercileri
Keskin bekçiler
Bildirciler.

Bir iç çığlıkla
Yürüken üstüne bir mısır habbesinin
Yeni yorum yatırımcıları
Ve büyük doğrulma günüyle
Bir aliterasyon olan güvercin

Dansöz kalkışlı güvercin
Gel.Sen gelince
Azap çıkacak her evden
Gidecek kendi evine

Organlar sizinle benim savaşım
Ben ahretim
Ahret yere gebedir

Sizinle hep beraberim
Dağı tutmuştunuz kalbinizden geçendim
Güzel duydunuz ve durduruldum
Atımı atınız büyüledi
Okyanus everesti nişanlayıp durdu
Çünkü etin ötesinde
Bir şey değildi everest ve okyanus

Korkunun yüzüne ayna konmuş gibi
Başkayım sizinle
Aynayı eline alan korkuyu bilir
Çün korku etin içinden yekinir

Hep koşmaklayız kitabın onayıylayız
Tarlayı çok severiz.Yaradan
Lokma lokma bölmüş istiyenlere
Karından gelenlere
Ve karna gelenlere

*

Aşkı canbazımız aldı
Tokmak kırıldı
Kapının çatlağı esner
Gözetleyen göz şişer küçülür
Et aralığından görmeyi dileyince

Duyulur iç ses
Uyan ey kaplumbağa kelimeyi kımıldat
Çünkü kıymet sezilsin otobüs devrilsin
Kımıldat kanlarını
Koşanın yıldırım gibi duranın
Susanın ve dağlarla konuşanın
Kendiyle
Dağları konuşturan
Aklı çok kez hançerce bulunduranın
Kendini sürü için öldürüp
Sürüyü çobansız bırakan çobanın
Hep içilmez sulara varan koyunların
Mermerin namütenahi bekleyen kayanın
İçinden hata edilerek çıkarılanların

İnsan yüzleri
Çömelmiş inleyen ve içgüdü şekilleri
Yaralar kan akmayan
Kanla işi olmayan
Taştan çıkanın ve çıkaranın birlikte söylevleri
İnsan sanatı çığlıkları
(bir yerde onlarlayım)
Öpülerek topuğu parlatılan tuncun
Günah anlatılan karanlıkların
‘Enriko istersen anlat önce sonra işle’

O dağlar güvercinin yabanına yuvadır
Hiç solunmamış bir hava üfler rüzgar
Dünya sürü yürüdükçe döner
Çoban sürü için ölmez gelecek sürüler için
Yaşamağa bakar
Kısa süren bir hatıra değildir toplum

Mısır taneli çocuk avuçları
Fotoğraflarını çek günahların
Tövbeleri yıldırımla yayınla yine de

Esmeri
Karayı
Kızıl ve sarıyı bir tutanı
Benden aldın

Buruşmaz entarisi İstanbulun entarisi buruşmaz entarisi
Maraşın seferde
Fakat İstanbul ve Maraş
Fakat Maraşın
Her kurban arayışında
Fazla davrandım ben
Yangına uğradım ben
Kara bir moloza uğradım
Bazen marsık sanıldım

Maraşın her kurban arayışında
Ve bulup sunuşunda
Mutlaka bir işareti vardı
Bayram çöreklerini tuzundan yağından anlayışın
Sertçe düşmanca gibi tokça kucaklanışın
Harbeder gibi sevişin

Mesela adil erdem aynı silahla mücehhezdi

Üstümüzden aynı katr geçti
Mutluluğumuz anlaşılsın yıkıldık
Toprağa yayıldık ve büyüdük
Çünkü topratan ancak böyle geçtik

Kızlar burgulu
Etlerinde tahta kıymıkları karınca yığınları
Alabildiğine açılmış bir organ
Bir gramofon
Geniş ağızlı

Her adımlarını bildiğimiz
Hangi yörüngeye güttüklerini
Hangi suyu geçtiklerini
Ne çeşit bir şölenden koyulduklarını
Çünkü sokağı aman nasıl eğilerek geçiyorlar
Hangi tahta kapıdan çıktıklarını
Zenginini ve bulgurlu su içenini
Ellerinin çatlaklarını yine krem sürüleni
göğüslerinin bakımını tahta sütyenlerini
Ocaktaki dumanın yaktığı sapladığı göz sürmelerini

Çünkü kara dumunlı ocak
Ve sürmeydi

Sürmeyi niye çekmeli
Sürmeyi çekmeli mi

– Annen ne söyledi
– (Elmanın yarısını kardeşin yesin)
Kardeşin yesin anne yemesin mi

Elmayı yemiyorsun bir
Ve öyle sıkılıyorsun ki elma ölecek
Ne sen yiyeceksin
Ne kardeşin ne annen

Bu evde yılanı yine değiştirmemişler
Baba ana ve kardeşler
Aynı odada soluyorlar
Oda şişip iniyor
Dışardan bakınca odaya
Duvarlar kıvrılan oda
Özel bir skorku ve kuşkuyla irkilerek
Tehlikenin hayvanları yönünden
Boğularak
Yılandan gizli işaret alarak
Göz kırpar gibi yapıp uluyor
Oda uluyor

Yılan göz kaş işareti
Konuşmayan hiç bir şey yapmayan

Başını yılandan çevir yemek taşmasın
Başını yılandan çevir kuyu yakın
Başını yılandan çevir unutma babayı yürekte tut
Baba dağ ve balata

Anne
Kolundan koynunda karnında çocuklar
Gitti pazara dolandı çocuk beğendi

Anne ve dönünce
Anne eve dönecek

Ölüm bilinecek küçük ölüm
Mahalle daracık bilinecek

alçak duvar ötesinde ölün taht asıcak su
Ve odun kokusu
Kabre akıtılan sabunlu suyu
(Yolun burasında çoşkuyla karşı ko)
Nasılki beyninden apartman fışkıran mimarın
Yaşamın öte yarısı
Burçları gezer
Kutup yıldızından söz eder

Gök çoğalınca
Göğe açılan göz kapanınca beni duyacak anlamayacaksın

Bunlar hep senin ölün
Bir yerinde yatağa sığmayan çocukların
Suçları bir atmacayla alınan çobanların

Her şey karıştı çünkü öldün
Artık kimse bulamaz kendini
Eller birbirinin içinde
Senin ölmüş elin yapışır
Benim tetiğimin üzerine

*

Silah benim tetik bende koşanadek kurşun benim
Parmak senin et senin güç senin
İrade kimde
Benim elim hangi köpeğin içinde
Dişleri birbirine geçmiş bileğimde
İlk traşını olan gencim
Jileti kemiğin iliğinde
– Kan seli
– Tetik kan seli
Hedef nerede kız mı erkek mi
Dünya çekirdeği mi
Yeryüzü ateş mi
Şehvetin ya da nur içinde birleşmenin
Sanat’ın içinde beklerken herşeyi önceden kestirenin
Çünkü şarttı bir kere
Ölümle yanyana şeytanın içinde durmak

Karnından geçmek
Bir lambayı bekleyen makkinin
Öpüşünü kanla bekleyen
En küçük kilisede çarmıha çekilen
Dom’un üç asrın
Kana kan koyup
Yücelttiği abesin
Galerisi insan ve heykel ve resim ve kezzap galerisi

At gözü oyuk
Heykel atın içinde
Çünkü at büyük heykel
Sürücünün içinde on aziz bir kaç isa yezus hiristus

Yüz bin haç
Atın ayağında bir nalbant heykeli
Nalın içinde bir at benzeri
Karşılıklı uyuşan iki arslan
Biri dişi diğeri dişi
Yuvarlak yalanmış ve parlatılmış derileri
Ki karpuz yenmiş gibi
Goldah karpuz
Anna karpuzun çekirdeği
Frankrayh şu dağın ardındaki dağ

*

Düşman kim onu anlat
Mişel’i hatırlat alnımı uğraştır
Kalbine planlı ve
Avrupa bir duvarın taşları dizilen mişeli
Saçlarına çocuk kuşlrı konmaz
Çocuk uçmaz dallarından.İçinden yanından
Boy tüfeği patlatsan
Tuzaklı
Hatırlat mişeli mişeli
İçinden hep bir kuşku tankeri
Bir petrol tankeri namıyla yol alır
Pergel petrol
Borusu motorun icadı
Aşkın feda bayramı cenaze şekli
Boyuna hatırlat
Yoksa olur ki unuta kalırım esmerliğimi

Telefon
– Görüşünüz nasıl
– Yorgun uyanırken ve gittikçe diri ve daha esmer

Tanımadığım kentin
Ağırlık merkezine alındım
Taşıtlar grevler insan böğürmeleri
alış verişler
Şapka çekerken birden çocuk doğuruyorlar
Baba oyundan çağrılan çocuklar gibi isteksizdir
Ya da bırakır kürekleri denizin üstüne
Suda kayan cilalı bir taş gibi seyirtir

*

Her doğan çocukla orda
Birlikte. Daha yeryüzüne bakınamadan
Kırbaçlarınız uyumaya. Anakarnı yorgunluğumuz alınmadan
Vurulur kollarımıza ve. Çarpılır dizimiz dizime

Her doğan çocuk
Bir ertelemeydi analarca bağlanarak memelere
(Artık sigara içmeyeceğim artık
Koyun gütmiyeceğim)
Meşgul uğraşır azar altında bile uyurken de
Uykusundan silkelenip irileşmeye hamle elleri ve duramadan
Yan beşiktekinin yüzüne gölgesini indirerek
Bir gün önceki bedenini
Kaybedilmiş bir okul eşyasını gibi özliyerek

Her doğdu
Bir ölendi

Mayland uzun yüzlü bir kız resmi
Hani şu hep
Selamlaşıp geçerdik
Uzun yüzlü kızlar çizen ressamla
Aklımı anlat gönlümü kazandır
Benden beni çıkar bakalım kalacak mıyım
Üstüme beni koy bir de
Gözle dayana bilecek miyim
Yoksa hemen birkez daha bütünle bende beni
özümü kullan
Çünkü aşktır
Beyaz bir sanat

*

Evlerin dışında
Çünkü böyle oldu

Pencereden uzanan başın dışında
Günahın ve sevabın

Merkezinde hem tanımadığım
Alışmadığım bir sistem gitgelinde
Boyuna sırtımdan ve kafamın arkasından delindiğim
Oynuyorum ve rolümü. Oyun çarkının boşuna döndüğünü
Seyircilerden bir kadın olgun ve eteçalan
Çıplak. Eşyadan ve odanın kapamasından
Her an biraz daha soyunarak
Yatağında
Çivilenmeden gerilmiş çarmıha gibi yatan

Anlıyorum oyun çarkının kendine döndüğünü
Ölümün
Saklanacağı kalmayan avhayvanı gibi
avcısına göründüğünü
Ah anlıyorum
Çünkü annanın
Anlaşılmaz bir gözaldanımıyla
İçimde bir gemi batırıp döndüğünü

Unutmadı
Yanlışlıkla
Onlara:
Beni unutmayacaksınız

*

Anlat kızın ekmek tutuşunu
İçimdeki soylu kişiden utanışını
Annayı tutarken balık tutuyorum
Ekvator ağzıyla kolumu buzdan indirmişim
Kız içimde bir sarmaşık kelimesiyle büyürken
Arada bir kanla uslayıp
Seni anıyorum
– eyeski sevdiklerim –
Sizi şaşırtıyorum?Sanatım
Fakat ben korkutuldum

*

Şatoya bağlanan tahta köprüde beynim
Ağırlaşmış dalmışım
Güneş doğmuş işte böyle. Taş ısınmış ısınmış
Neredeyse belleğinden kan ürperten
Birsipahi sureti

Aşka ne zaman veda
Demiş ki bu topraklar
Boyuna kiliselere taşıyorlar otobüslerle.Isınamıyorum.
Ve Baden Baden’de kaçtım
Başka bir kiliseye
gittim.Hafifçe.
Çok ve canlı renkli süslemelerden azürpererek

Dost için yani dosto için
Dönerken
Kule yerine
Küreye yakın parlak başlıklarına dönüp baktım

Dosto Badende
Ve kumar da oynardı
Bir çocuğun.Hırsla.Bir taşı
Atışı gibi.Dikine.

Kapa perdeyi kapa köprüyü
Ve şatonun ta kendisini
İnce bedenin mühürlenişini
Tüfek mahzenini
Sevginin tiklerini aort deliklerini
Duvarda asırlardır dinlenemeyen
Dört işkence resminin

Takip tutuklanma işkence
Ve tahta kurulan işkenceli etin
Bin dokuz yüz 77 yıl
Yenilen içilen kan ve etin
Yarı açılan mor pelerinin
Çizgi – kan
Çizgiler ve kanın
Başta yer yer kemiğe batan tacın
Dört resmin dört korkunç dakikanın
İri jestlerini anlıyorum

Makkiyi hayır
Sigridi tren getirdi
tren götürdü
Yedi

*

Duruşu kımıldanışı
Mağrur tavırları olan
Çünkü o güzel kelimelerle ağırlanan

Göllerin beşiği toprak eğrisi
At yiyen ejderdi
Tılsım
Karıncanın kölesi

At köpeğin kuruyan ölüsünü
Minderi düzelt
Baklava kırıntılarını
Ana babanın kol gezdiği koruduğu pencere kıyılarını
Mutfak ve yüznumara korolarını
Yatak amaliyatlarını cinsiyet taslarını
An binlerce yıl olan et kabartmalarını

Pervaz ve şimdi
Büyük terasalarda doğuruyorlar
Kol bakımı bilek ve dizkapağı bakımı
Gebelik ve sancı limonlukları
Sıcağa karşı ay ışığı
Yelpaze atkı palan
Acılar yerdeler sinir göğü tırmalayan
Kutlu sevinç giysileri yalayan
Ve yağmur suyunu
Havuza koyan ırgat olarak

Anlat insanda ölümsüz olmak yaprağının
Hangi ağacın kıvranışı olduğunu
Güzün hazırladığı insan yavrularını
Kışın insan yeteneklerini
Anlat durmadan

Hurmayı anlat hala uzanan
Tüylü kalın dudağı anlat
Yaban elmayla eriği
Aşıyı
Elmanın gelinliğini geyiğin baskın güveyliğini
Atlı karıncayı
Lunaparkta bir hayvan olan

Atlı karınca bir hayvansa
‘İsa ağladı’
Kuzeyde ses kalmadı
Alnımız buz kondu gece
Aksın.Gündüz karıştırılmasın
Ah sade bir gün yaşasak
Dal dal – Kitap bil
Lord kimin lordu hangi mabadin
Sinonimi
İkisi duman tütsü su rengi
Perde kıllı el korku
Bölüşmek kekelemek
Donup kal – Aklımı al

Durmak bilmez yaşamakla
Senin yaşamın nereye kadar neyana böyle benimki
Can kamaram
Yalnız göğsüm değil
Hayat var kaçıp bıraktığım zamanlarda da
Ölmek koşup varmak mıdır oralara
Soluğunu yatıştırarak
Perdeyi aralayıp girmeden çiçekli ovalara
Ah kıra gitmek böyle zor olmasa
Ellerimiz ısınan ocakta – Tabaktaki zifafet tasında
Kızartılmış bir keklik
Paslı ve kükürt salyalı bir ağızla
Tatlılıkla ololki
Ölünü gebeliğini morarmışlığını
Etin devinme sanatını
Bilesin yuvarlak akasın akşam olunca
Yuvarlak akşam akşam
Serçenin girdiği dolap

Şehri – eycanım – uçtan hayvan kuşları olarak yukarıdan
Devgözüyle – bakışı görüyorsun
Süzül.Kanatlar arasından
Uzanan boynunla evleri ara ikizleri araştır
Ren’in çamurlu suyundan bir gümüş iplik bük
Sür yeryüzünü hamuruna
Ki orda
Bir yılan renkli başını onarır
Kuyruğunu ağrı dağında yakala

Ekmek raketini çıkar kuşlar çağrılsın
Kirazın yuvarlağı gibi yanağın
Bir güçlü böceğen ki gibi alnın
Otlara yayılmiş çıplaklığnda bir uçuç böceği
Yanından dikene toprağa iniyor
Ekmeği göğsünde ufala kuşlar çağrıldı
Tutulmuş ve öyle güzelken
Korkarak.Ağaçların arasında dolanan cin

Sen misin-Ama içim Eyiçim

Kara başımı tutup kara başımı

Şu suyun insanını güttüğüm vakit
Göğsümü asya bir edayla gerdiğim vakit
Hem barışmak ne demek kendimle
‘Sen yoksan mekan yok zaman belli değil’dediğim vakit
Sen ölçesilirsin sesimdeki beygirimsiliği
Çün bu çamur
Şu yaşamı bulandıran su
Donyüzlü rahibe şu
Şu ev ki ev
Ve o karanlıkta cin
Ve ormandaki dev

Oysa melodim
Ne güzel. Sözlerim ne tatlı

Kuşkusuz. Yanımda olaydın
Testiyi deler ırmağı temizlerdik
Avucumuzla buz gibi içer
Bileğimizden akan toprağa düşerdi

Ve şimdi
anlat bana ey can tatlısı kız ki
Çünkü ben ödevliyim yinelemeye
Eskiçağ ozanlarının ağız toplantısını
Anlat bana gönüllerindeki bağ bozumunu
Hep şarkı sancıyan dizelerini
Kocamış dumanı ve is yüklü tavan direklerinin
Arasından destanlara sarkan yılanı
Kapıdaki baharı yaprak selini sarı kanaryayı
Ölümsüzlüğünün kar yığını – granit yığınını – su yığınını
Anlat durmadan

Oğlu teketek öldüren babanın
Oğula mızrağın ucuyla
Gürzün kılıcın kıyımıyla ad koyan babanın
Anlat bize içinde koşan atların
Hangi koşudan kaçtıklarını
Yani ilkel
Ya da kültürle deşilmiş olmanın
Anlat durmadan anlat oğlum
Gençliğin
Yarısı akan yarısı mezara konan kanın
Genç ve geniş bir yaradan
Hem babanın elinden mızrakla
Ve baltayla açılmış yara’dan
Şefkat ve müthiş bir dikkatle
Ve müthiş bir hayranlıkla
Şövalyelik adına açılmış yara’dan
– Huysuz kan sonuna dek akar düşünürüz –

Anlat ki ey can tatlısı kız
Babanın cesedi bir türlü toprağa atamadığını
Yine de kanın sonuna dek atamadığını
Anlat
Babanın can elmas’ıyla kesilen oğulu
Aydınlığa sun
Toprağa sözü olan kanın
Neden sonunadek akmadığını

Karşılık verir
Can tatlısı kızlar korosu:

– OĞUL MIZRAK KESKİN GENÇ
oğul genç mızrak keskin
BABA DİNÇ YAŞLI MIZRAK AKILSIZ
oğul baba
MIZRAK BABA
ÖLÜM baba
Ölün Oğul Mızrak
Ölüm Baba Mızrak
OĞUL MIZRAK baba ÖLÜM

Kan ŞAŞIRDI KAN Şaşırdı

Genç cesedin ölüm gölünün başında
Diz çökmüş olan baba
Hınç ayırdı
Hayret ve üzgünlük şerbeti
Ve abes ayırdı
Çok yıl sonraki tanrı tanımaz savaşlara
Ve yenilip ve yenip dönerken ordu
Neyi algılarsa çiftleşip çoğalmaktan

Babanın yüreği ordu yüreği
/ Zırhını kırdı /
Narası göğe vurdu
Daha gür bir ses duyuldu
Belki bir melek gülümsedi
Çünkü sıyrıldı gergefi dizinden
Belki ayağının dibine vuran sesten

Eybaba
Kılıcı toprağa gizle
kendini kınamak için çıkarıdı gerektikçe
Yüzünü saratıp karatmak için
Kavurması geldikçe

Çünkü bir serçenin diliyle gelmiyordu düşünce
Beyaz güvercinin
Bir ilkbahar gencinin güz güneşinin
Taşı heykelleştiren eğlimin
Su taşıyan kedi seven uykunun altına geçen döşeğin
Erkeği kadında koşturan geleneğin
Kızlıkta açan çiçekleri
Sevişen fillerin
Uyuyan çocuk ellerinin
Karaya vuran geminin
Yemeği hazır eden annenin
… yalvaran dilin diliyle
Gelmiyordu düşünce
Geliyordu düşünce
Ateş kuşunun gagasında

Çünkü soyluluğun ağırlaştı baba
Bir’din orda oldun
Zamanın bir gerisine bir ilerisine
Son dünya savaşının eşiğine serildim
Çocuğu vururken çekilen işkencenin
Beşiğine

Baba çocuk
Azap sancak

Baba genişledi nalbantı bildi
Toprağın içinde oğlun ölümü
Artıkça ve gezdikçe denizlerin dibini
Çünkü ölüm artık canlı oldu
Nasıl kuduran boğa canlıysa
Ve bir şeye koşarsa

Baba açığa çıkan kandan yedi
Gezdi yeryüzünü
Hayvan alım satım yerlerini
Annenin ayak diplerini
Karnı karıncanın ölmez gelenekçiliğinin
Hayvanları şartlayıp
Şatoları kefenleyip
Ahırları koyunları
Gördü baba gezdi baba
Oğulun taş benzerlerini
Nasıl ki oğulun ölümü
/ Eli babanın derisinde /
Bir gerisinde bir ilerisinde
Artıkça ve gezdikçe suların dibini

Baba devşirdi bir ana
Ki yüreğinin altında
Bir et kordonla tutan
Oğlu delmeyecek olan babayı

Cahit Zarifoğlu

hasan+aycin ...Ve Çocuğun Uyanışı Böyle Başladı

Riprap

1.ÇİÇEK

Ağlama, çengel, diş, ulumalar,
etobur hiçlik, çalkantı,
hepsi yokolmakta bu basit çiçeğin önünde.

2. O KIZ

Her gece iner kuyuya
ertesi sabah ortaya çıkar
kucağında yeni bir sürüngenle.

3.BİYOGRAFİ

Ne olabileceği değil,
ne olduğuydu önemli olan:
Ölmüştü işte.

4.GECELEYİN ÇANLAR

Gölgelerden dalgalar, körlük dalgaları
alev alev yanan bir alında:
Düşünceme su dökün, boğun onu!

5.KAPIDA

İnsanlar, sözler, insanlar.
Duraksadım:
Yukarıda orada, yalnız ay vardı.

6.BAKIŞ

Kapatınca gözlerimi kendimi gördüm:
Uzam, uzam
bulunduğum ve bulunmadığım yerde.

7.PEYZAJ

Böcekler tükenmezcesine çalışkan,
atlar güneş renginde,
eşekler bulut renginde,
bulutlar, ağırlıksız kayalar,
dağlar, eğik gökyüzü gibi,
bir ağaç sürüsü su içer derede,
tümü de orada, orada olmaktan hoşnut
ve burada biz
kızgınlığın yıpratmadığı, nefretin
aşkın ve ölümün yıpratmadığı
insanlardan değiliz.

8.OKUMA YAZMASI OLMAYAN

Kaldırdım yüzümü gökyüzüne,
o eskimiş harflerden oluşan dev taşa,
ama yıldızlar tek bir söz söylemedi.

*riprap: taktuk, çatçut sesi

Octavio Paz
Çev: Ali Cengizkan

Octavio+Paz Riprap


Sürgünden Şiir

Kimsin sen, uzaklardan çağıran beni
korkular içinde, ses çıkarmadan,
o ürkek ve sessiz rüzgârlara
sessizce adımı ünleyen?

Kimsin sen, niye bağırıyorsun,
o uzak seslerde ölen nedir;
kimsin sen, böyle fısıltılarla
derimden ayıran kemiklerimi?

Donmuş bir söz tadı var dişlerimde,
ölmüş bir korku tadı ölü dilimde,
yüreğimde bir vuruşun sessiz tadı var.

Soğanın derisi kanda yüzüyor,
denizlerde, kurumuş bir gözyaşı denizi…
… beni çağıranlar çoktan gitmişler.

Rafael Alberti
Çev: Ülkü Tamer

Rafael+Alberti Sürgünden Şiir

Sesim Karada Ölürse

Sesim karada ölürse
deniz düzeyine indirin onu,
götürüp kıyıya bırakın.

Deniz düzeyine indirin onu,
beyaz bir savaş gemisinin
kaptanı yapın.

Ey denizci nişanlarıyla
süslenmiş sesim:

yüreğin üstünde çapa,
çapanın üstünde yıldız,
yıldızın üstünde rüzgâr,
rüzgârın üstünde yelken!

Rafael Alberti
Çev: Ülkü Tamer
sesim+karada+olurse Sesim Karada Ölürse

Alınyazısız Meleğin Şarkısı

O giden sensin
sensin beni taşıyan,
beni bırakan o deniz

Dalgada ara beni

o sonsuz olan sensin:
gölgelerin ardında
o yanıp sönen rüzgâr.

Karda ara beni.

O bilinmeyen sensin:
kimseyle konuşmayan
o kıpırtılı toprak.

Rüzgârda ara beni.

Rafael Alberti
Çev: Ülkü Tamer

rafael+alberti Alınyazısız Meleğin Şarkısı

Gülü Yaratacağım Senin İçin

Gülü yaratacağım senin için
Senin için anlatılmaz gülsün sen
Az sözle o sözler ki hep gülün ardında yürür saygıyla
O güle yabancı sözlerle ancak gösterilen gül
Kopan çığlıkta ve çığlığı salan acıda olduğu gibi
Ve haz yıldızları gösterir gibi aşkı uçurumun üstünde

Gülü yaratacağım senin için tapınan parmaklarla

Onlar ki mihrap oldular kavuştular birbirlerine yolunup döküldüler
Gülü yaratacağım senin için o kollarından
Başka yataklan olmayan sevgililerin saçağı altında

Taş yontuların itirafsız ölülerin yüreğindeki gülü
Saldıran köylünün gülünü tarlasında çıkan gömüye
Kırmızı kokusunu bulunmuş bir mektubun
Ki bana bir şey demez ne bir övgü ne de bir sövgü

Kimsenin bilmediği bir buluşma sözünü

Kaçan bir orduyu sert rüzgârlı bir günde

Bir annenin adımını bir zindan önünde

Bir erkeğin türküsünü zeytinlikler altında dinlenme vakti

Sisli bir ülkede bir horoz döğüşünü
Yurdundan ayrı düşmüş askerin gülünü

Gülümü yaratacağım senin için hem de ne kadar
Elmas varsa deniz suyunda o kadar gülü
Ne kadar yüzyıl varsa gök tozları içinde o kadar gülü
Tek bir çocuk kafasında ne kadar düş olabilirse o kadar
Ne kadar aydınlık içerebilirse bir hıçkırık o kadar hem de

Louis Aragon
Çev: Sait Maden

G%C3%BCl%C3%BC+yarataca%C4%9F%C4%B1m+senin+i%C3%A7in Gülü Yaratacağım Senin İçin

Ne Gelir Elimden

Ne gelir elimden Yaşamında insanlar vardı
Onları sinekler gibi kovan elinse
Ayırt edemiyordu beni besbelli

Söz verdim Ağzımda kalacak geçmiş zaman
Pek yavaş eritilmesi gereken bir pastil gibi

Söz verdim Hiç konuşmayacağım geçmişi

Ama söz açmanın gereği var mı düşünüzde kemiren hayvandan sizi
Kemirsin diye sizi duyuyor musun yüreğime vuran gagasını
Söz açmanın gereği var mı düşlerindeki insanlardan
Orda yaşamında olsunlar diye kemirmek üzre beni
O düşlerindeki insanlar o yabancılar

Bense kovdum kendimden senin soluğun senin soluman olmayan her bir şeyi
Hayınlık ettim senden önceki göğe senden önceki ilkyaza sevincime acılarıma bense
Hayınlık ettim senin uğrunda baş dönmesine rüzgâra kadınlara
Tam bir sadakatsizlik umacısı olup çıktım senin için
Tahta mobilya gibi javel suyundan geçirdim geçmişimi
Bütün rahatlığınla yemek yiyebilirsin bu masada sen
Ne bardak izi var üzerinde ne şarap izi
Bak nasıl oyulmuşum unutuluşla
Oyulup çizilip kırışıp delik deşik olmuşum unutuşla
Yok artık bildiğim tek şey kendimden
Cehennemim senin cehennemin
Üstünde yara izlerinden başka damga yok
Senin acı çektiğin yerde
Bıçak derin iz açtı bende Çentik çentik oldum
Senin acı çektiğin yerde

Yalnız senin çektiğin acıyla dolu bütün belleğim
Yalnız seninle kanıyor bütün belleğim
İşte ezik içinde dizlerinin dibinde senin

Her şey bir yara bir delik çtı üstünde
Ayakkabındaki her çakıl
Zavallı bitkin omuzun
Birdenbire gecenin göz çukuruna çevrilen kurşun gözlerin
Bu akşamki haça gerilme bu bin dokuz yüz otuz sekiz yılındaki

Ve gövdenden daha çok ruhuna saplanan hançer
Cezasız kalan cellatların sana sözle ettikleri bu işkence
Bugün de arada bir ettikleri benimse arada bir engel olamadığım işkence

Geçerken söylenen bir söz postaya atılmış bir mektup
Ve kolay öldürme aracı telefon
Ah sevgilim bir hiçten öyle çabuk yaralanan bir çocuk gibi
Bende geçer bu bende
Derin bir çizik açar kollarım boyunca derin bir çizik sinirlerim boyunca
Ve ağzımda öldürme tadı bir tersine söz yüzünden
Bağışlamam seni sıyırıp geçen hiçbir şeyi
Vay haline seni ağlatan şeyin
İçimi kıyım kaplar sana eller bir iş etmeye görsün
Bir tayfunla tıkanır sanki karnım kollarım göğsüm
Çılgınlığım ateşim kanım dipten kopan dalga gibi tüm

Ha

Başkaları sevgilim
Sevmediler seni kin duyacak kadar
Çatlayacak kadar gözbebekleri
Yitirecek kadar duyguyu rengi gündüz

İyidir iyidir söz açmayacağım hiç bundan
Saklayacağım hep öfkeyi ağzımda
Çiğniyorum geçmişi işte vahşi ağzımda
Bu acılığı ben bu köpüğü ağzımda
Ak ve kızıl ağzımda

Pek yavaş eritilmesi gereken bir pastil gibi

Louis Aragon
Çev: Sait Maden

louis+aragon+NE+GEL%C4%B0R+EL%C4%B0MDEN Ne Gelir Elimden

İşte Otuz Yıldır

İşte otuz yıldır bu gölgeyim ben ayaklarının dibinde
Hep ardınsıra gezen kara bir köpek candan bağlı bir köpek
Senin dik boyunun altına saklanır öğleleri
Ve çıkar tarlalara yandan vurmuş güneşle oynamaya
Lambaların ipliğine sarar seni ve büyür kısık oldukları ölçüde
Nasıl seversin akşamı okumak için odalarda içinden geldiği gibi

İşte yalnız o zaman yükselirim de tavana kadar
Kapılır giderim sayfaları çeviren elini tekrarlamaya
İşte otuz yıldır aklım senin aklının gölgesi

Boşuna söyleyip dururum sanıyorlar
Bilmem hangi garip inceliğimle
Kara olan her şey gölgeden değil diyorlar
Dediğimden alıyorlar bunu ondan bırakıyorlar
Seni sevmekten vazgeçirmek için de beni
Bir yontu koyuyorlar tensel gerçekliğin yerine senin
Taş bayraklı bir simge bir vatan
Ve dayadılar mı kitaplarımın o yumuşacık koltukaltına kağıt açacağını

Hiç mi hiç anlamıyorlar niçin haykırıyorum
Senin kanınla kanıyorum görmüyorlar
Şarkını onlar için ne anlam taşır soruyorum biraz kendime
Sesimde kırılan her sözcük senin boğazının bir katkısıdır bilmiyorlar mı
Kollarını görmüyorlar mı ruhumun çevresinde

Ruhumdan söz açacağım bir defalık şurada

Karıştırılmış oyun kâğıtlarıdır insan dediğin
Valeleri papazların kızların kırmızısı karası
Ama uçucu renkler arasında karıştıran parmaklar vardır bir de hava
Benim seçmediğim iki bilinmeyenden oluşuyor bedenim
Ve dehşetle görüyorum ellerimin üzerinde belirdiğini yaşın bakır lekelerinin
Ki hiç bir şeyini anlatmayacak olduğum o babanın ellerine damga vururdu

Kendisinden olsa olsa bu baş eğme tarzını edindiğim kişinin
Sağ yanından zor işitmesini hem işte bende de var bu
Kulak biçimini anamdan almışım
Bir de saç bitişini

Ama ruh bunlardadır işte bunlarda

Silik şaşkın şekilsiz bir ruhtu bu daha
Işıktan söz açıldı mı zor anlayan kör bir ruh
Bilinmeyen bir ruh nerden ortaya çıktığı
Hangi atadan çağların felâketinde
Yaşamamış zırdeli akıl almaz hangi amcadan
Ya da sadece o büyük utancından annemin ben dünyaya geldiğim zaman
Şöyle böyle bir ruh kötü eğelenmiş bir ruh taslağı kirpi gibi bir ruh ve yitirilmesi
Üzmeyeceğe benzer bir ruh savaş alanlarında demiryolu kazalarında
Ne işe yarayacağı bilinmeyen zavallı bir ruh
Şimdiki zamana kapılmış giden
Değil Hamlet tarzında bir Ofelya saçı ancak
İçinde mektup olmayan bir şişe denizde
İşsiz bir kıraathane müşterisinin yuvarlayıp durduğu bir Japon bilardosu topu
Sense düşüyorsun ya sıfıra ya yüze
İşte tıpı tıpına böyle
Vestiyerde bir ruh ve sarhoş müşteri bulamıyor artık numarasını

Karnaval akşamı için bir ruh yarınsa atılacak bir maske
Takımı bozulmuş bir ruh giyilip dışarı çıkılmaz artık onunla
Taşınması da ağır ve her zaman durması gereken zehir

Hiç anlamamışımdır neden özen gösterdiğini ruhuma
Kürekle bulunur bunun gibileri

Ama ne der başkalarının gündüzünü ilk defa gören
Ameliyat mucizesiyle
Ruhum ne dedi sen onu kılıfından böyle çıkardığında
Biçim verdiğinde kendine benzer
Kollarında anlayınca bir insan olduğumu
Bıraktığım zaman iğreti yaşamayı ve sırıtmayı kendim olabilmek için elinin değmesiyle
Alın şu ruhumun kitaplarını alın da açın rasgele bir yerinden
Parçalayın en iyisi anlamak için
Kokuyu da gizemi de
Açın sayfaları bir hoyrat parmakla buruşturun yırtın
Bir şey kalır onlardan yalnız
Bir mırıltı bir nakarat
Bir şey anlatmayan bakış
Uzun bir teşekkür kekeme
O çayır gibi mutluluk
Çocuk- Tanrı’sı karasevdamın
Duaların Ave Maria’sı
Sürüp giden uykusuzluğum.

Açan göğüm çiçeklerim
Ey aklım ey çılgınlığım
Mayıs ayım ezgilerim
Cennetim yangınım benim

Elsa yaşamım evrenim

Louis Aragon
Çev: Sait Maden

Kollar%C4%B1n%C4%B1+g%C3%B6rm%C3%BCyorlar+m%C4%B1+ruhumun+cevresinde İşte Otuz Yıldır

İnanmak İstemiyorlar Bana

İnanmak istemiyorlar bana boş yere
Yazdım bunu kanımla dizelerim kemanlarımla
Ve nasıl da bilinmiyor artık söz açmak kayık küreklerinin eski dilinden

Asılı sular üzerinde
Kadınla erkeğin kara lehçesinden konuşmak
İki el birbirini kavrar gibi konuşmak
Mutluluktan çıldırır gibi
Öpüşe benzemeyen bütün sözcükleri yitiren ağız gibi
Buna inanmayıp inlemek gibi

Taşacak hale gelip geri çevirmek gibi
Sözlerin ötesinde ey en yetkin söz
Şarkının yükseltisi çığlığın ses uyumu
Bir an gelir ki işitilmedik bölgelere ulaşır nota
Kulak duymaz artık öyle yüksek müziği,
İstemiyorlar inanmak istemiyorlar bana, Boş yere
Söylüyorum orglarla baharla bunu
Göğün bütün heceleriyle bunu
Sıradan şeylerin eşsiz orkestrası
Ve bayağılığıyle sağır aleksandrenlerin
Boş yere söylüyorum bunu yaban çalgılarıyle
Boş yere söylüyorum bunu duvarlar içre yumrukla
Boş yere söylüyorum bunu beylik ormanlar tutuşturur gibi
Boş yere söylüyorum bunu bir savaş açar gibi
Üstüpü yiyiciden çıkan cehennem gibi

İnanmak istemiyorlar bana Benden
Bir surat uydurdular belki kendi suratlarına
Kendi fazlalarıyle giydiriyorlar beni
Yanlarında gezdiriyorlar beni ve şiirlerimi okumayacak kadar ileri gidiyorlar
Öyle yarıyor ki işlerine
Sevimli şarkılar oluyor şiirlerim onlara
Alım-satımıyım biraz onların
Bir sokak olmayı beklerken
Okul kitaplarında
Sözlüklerdeyim
Rezalet yasak bana

Boş yere bağırıyorum sana tapıyorum diye
Âşıkından başka neyim ki

Louis Aragon
Çev: Sait Maden

inanmak+istemiyorlar+bana İnanmak İstemiyorlar Bana