Sanma ancak baña bu dîde-i giryân aglar

Sanma ancak baña bu dîde-i giryân aglar
Derdimi yazdıgı demde kalemim kan aglar

Tıfl-ı bî-dâye-i dil giryesin artırmadadır
‘Âleme geldigine oldu peşîmân aglar

Bî-kesem öyle ki bu hâl-i garîbim görse
Kendi derdin unudup baña yetîmân aglar

Pençe-i hâr-ı sitemde göreli dâmenimi
Çeşm-i şebnemle benimçün gül-i handân aglar

Zulmet-i râh-ı talebde bu tekâpûlar ile
Teşne-leb kaldıgıma çeşme-i hayvân aglar

Kiştzâr-ı emelim şûre-zemîn olduguna
Girye-i şefkat ile ebr-i bahârân aglar

Tamla yâkûta döner katre-i hûn-ı eşki
Sahtî-i bahtıma kanlar dökerek kân aglar

Böyle ‘uryân-ten-i esbâb-ı emel kaldıgıma
Çaglayıp lûle-i germâbe-i sûzân aglar

Hüşkî-i bâg-ı ümîd-i dil-i bî-bergim içün
Nâle vü zâr ile dōlâb-ı gülistân aglar

Cûşiş-i eşkimi seylâb gibi gördükçe
‘Ayn-ı pür-şefkat ile cûy-ı firâvân aglar

Pür-humâr oldugumu çeşm-i habâb ile görüp
Cür’a-efşân olarak sâgar-ı rindân aglar

Berk-i kühsârı dahi nâle-i germim eridip
Yüregi taşdan iken kûh-ı girân-cân aglar

Hûn-çekân olduguna sanma sebeb âteşdir
Sîh-i gamda dönerek hâlime biryân aglar

Revganın tâb-ı güdâzişle edip eşk-i revân
Sûziş-i sînem içün şem’-i şebistân aglar

Böyle üftâde-i girdâb-ı melâl olduguma
Eşk-i telhin saçarak mevce-i ‘ummân aglar

Gam-ı hicrân beni hem-hâlet-i Ya’kûb edeli
Girye vü nâlişime külbe-i ahzân aglar

Âsafâ güldür o gam-dîde-i mahzûnu meded
Der-i lutfuñda gelip Vehbî-i nâlân aglar

Sünbülzâde Vehbi Efendi

Evrenin Işığıyla Oynuyorsun

Evrenin ışığıyla oynuyorsun her gün.
Sen, çiçeğe ve suya gelen minicik konuk.
Her gün bir salkım gibi ellerim arasında
ezdiğim o beyaz küçük baştan daha fazlasın sen.

Benzemezsin kimseye verdim vereli sana gönlümü.
Bırak yatırayım seni sarı soluk çelenklerin arasına.
Güneyin yıldızları arasında kim yazıyor adını dumandan harflerle?
Ah, bırak anımsayayım seni, olduğun gibi, daha oluşmadan önce sen!

Birden uğulduyor rüzgâr ve çarpıyor kapalı pencereme.
Gökyüzü karanlık balıklarla dolan bir ağ gibi.
Geliyor buraya bütün rüzgârlar ve kırbaçlıyor, evet, hepsi.
Soyunuyor yağmur.

Kaçışarak geçiyor kuşlar.
Rüzgâr. Rüzgâr.
İnsanın gücüne karşı savaşabilirim sadece.
Fırtına fırıl fırıl döndürüyor kasvetli yaprakları
ve çözüyor dün akşam gökte demir atan bütün kayıkları.

Buradasın. Ah! Kaçmıyorsun sen.
En son çığlığa kadar yanıtlıyorsun beni.
Kıvrıl yanımda, korkuyormuşsun gibi.
Gene de bazen gözlerin arasında bir yabancı gölge geçiyor.

Şimdi, küçüğüm benim, getiriyorsun şimdi de bana hanımellerini,
ve senin göğsün bile dolmuş kokuyla.
Üzünçlü rüzgâr dörtnal koşarken ve öldürürken kelebeği,
seviyorum seni, ve erik ağzında ısırıyor neşem.

Ne kadar da ıstırap verdi alışman bana,
benim yalnız, yabanıl ruhuma, herkesi korkutan adıma.
Ne çok baktık sabah yıldızının yanışına, öperken birbirimizin gözlerini,
ve üstümüzdeki alacakaranlık açarken dönen yelpazelerde.
Sözcüklerim düştü sana okşayışlardan bir yağmur gibi.
Haylidir seviyorum senin güneşte yanmış sedef bedenini.
Her şeyin hükümranı olduğunu bile düşünüyorum.
Dağların neşeli çiçeklerini getireceğim sana, tırmanan zambakları,
karanlık yemişlerini, ve öpüşlerle dolu orman sepetlerini.

Seninle, yapmak istiyorum
ilkbaharın bir kiraz ağacıyla yaptığını.

Pablo Neruda
Çeviri: İsmail Haydar Aksoy

Rubâî

Her rind bu bezmin nedir encâmı bilir,
Dünyamızı nâgâh zalâm örtebilir,
Bir bitmeyecek şevk verirken beste,
Bir tel kopar âhenk ebediyyen kesilir.

Yahya Kemal Beyatlı

Yaprak

Üç gündür okuduğu romanın
son sayfasını özellikle yavaş okudu,
gülümseyerek bitirdi. Yerinden kalktı,
kitabı özenle raftaki yerine koydu.

Oturdu, ağır ağır bir sigara yaktı
– çoktandır .azaltmaya çalışıyordu –
içkisinden bir yudum aldı, gerindi,
esnedi, adamakıllı yorgundu.

Okuduğu romanı düşündü biraz.
Yeni biten onyılı gözden geçirdi,
doksanlı yıllarda neler yapabileceğini,
artık neler için çok geç olduğunu tarttı.

“Her şeyi yapabilirim, tüm kapılar açık hala.
Fakat bir akşam, on yıl sonra, yine bu odada,
yine bu soru, yine bu cevap … “

Telaşsızca tırmanıp pencere kenarına sonra
kendini bir yaprak gibi boşluğa bıraktı.

Roni Margulies
Telgrafçiçeği / Toplu Şiirler / Everest

Metrodan Çıktığım An

İlk geldiğim gün on yedi yaşımda İngiltere’ye
Victoria metrosundan çıktığımda günışığına,
Batılı bir seyyahın onaltıncı yüzyılda
ününü duyduğu İstanbul’u ilk görmesi gibi
görsel ve hissi bir karmaşanın ortasında
bulduğumu anımsar gibiyim kendimi.

Ne cesareti vardı bende o seyyahın oysa
(uçağa atlayıp dönmek istemiştim o anda),
ne de ne denli küçük, ne denli bir örnek
olduğunu biliyordum henüz dünyanın
(o gün şaştıklarını ilgimi bile çekmiyor artık).
Bakakalmıştım bir süre öylece insanlara.

Bir de çıkışım var ertesi sabah yurttan sokağa:
ne dil yabancıydı bana, ne kıyafetler,
ne de kentin ortasında kıvrılıp giden o nehir.
Ama ben yabancıydım hepsine, ben, Roni,
tek bir bilen yoktu bunca insan arasında beni.
Bilen yoktu doğduğum evi, gittiğim mektebi.

Yalnızlık bilmemesidir Attila İlhan’ı kimsenin.
“Köprünün Ortaköy ayağı bitmek üzere galiba”
diyememektir yalnızlık kimseye içkiliyken.
Mektup beklemeyi çok çabuk öğrendiğimi,
aşık olmaktan kaçındığımı çok uzun zaman,
olunca hep hata payı bıraktığımı unutamam.

Bir keresinde bir bardak dolusu viskinin
oturup yanına, içindeki iki parça buzun
eridiğini seyrettiğim aklımdadır, sıkılmadan.
Buzların erimesi gözle görülür bir süreçmiş,
bilmezdim, direnir gibidirler önce bir süre,
hızlanır sonra yenilgileri, teslim olurlar adeta.

Kaç kez ramak kaldı acaba havlu atmama?
Bir bir benden uzak öldükçe sevdiklerim
neler anlattığımı ben bilirim odamın duvarlarına.
Derken anlaşılan hep bunlara alışmış olmalıyım da,
Alışamadıklarımı bir yerine atmışım ki beynimin,
Beni rahatsız ettiklerinin farkında bile değilim hala.

(. …. )

Zamanla her şey kolaylaştı kuşkusuz ama,
bilmem ki, ne pahasına? Merak ederim bazen.
Kaybettiklerim çok mu kazandıklarımdan acaba?
Şimdilerde artık ne heyecanlandırabilir beni?
Dayanamayacağım bir özlem var mı örneğin?
Hiç yaşamamış olduğum korku kaldı mı?

Neler vermezdim, tanrım, şimdi
bir kez olsun yeniden yaşamak için
heyecanlı bir maceraya atılır gibi
Victoria metrosundan ilk çıktığım o anı!

Roni Margulies

Poliglot

Kuşkum yok, yalnız öleceğim
Daha şimdiden hızla,
dedem, babam, Elsa,
azalıyor sevdiklerim.

Ölümün kendisi korkutmuyor beni
– korkunç olan başkalarının ölümü –
fakat bir başıma ölmek, nedense,
kanımı donduruyor düşündüğümde.
Anlamsız bir çaba ama, iki dilde yazıyor
ve üç dilde konuşuyorum insanlarla.
Ve olmasa da yanımda duyacak kimse,
üç dilde sayıklayacağını ölüm döşeğimde.

Roni Margulies

Bundan İbaret

Anneannem için

“İki kızım var” dedi, “benim.
Ve ben” dedi, “onları büyüttüm.
Bundan ibarettir hayatım.

Yaşam beni kızlarımla arama
girdiği ölçüde ilgilendirdi,
tehdit ettiği ölçüde bizleri.

Olan ve olabilecek
her şeye karşı korudum onları.
Acılardan uzak tutabilmek,

hayal kırıklığından, kaygılardan,
kırgınlıktan esirgemek istedim kızlarımı.
Sormadan cevaplamak istedim sorularını.

Nasıl zorlandım ama, bilseniz!
Harbiye, Arif Paşa Han:
Kocam askere alınabilir her an,

ülke garip, dönem garipti,
6-7 Eylül, varlık vergisi filan.
Anlayamadım, anlaşılmaz şeylerdi.

Kalın bir yorgan gibi ırkımı
sırtımda taşıdım, ısındım.
Güçlü olmalıydım. Güçlendim.

Ve başardım:
Geçirdik kırılmadan o günleri,
büyüdü kızlar, evlendiler. Kazandım:

Gerektiği gibi oldu her şey –
onlar büyüdü, ben yaşlandım.
İşte: ben, kızlarım, torunlarım.

Her şey gönüllerince mi?
· Mutlu mu hepsi?
Değil. Biliyorum.

Ama elimden gelen buydu.
İki kızım oldu benim
ve ben onları büyüttüm.
Bundan ibarettir hayatım.”

Roni Margulies

Beytü’l – Hazen Kavramına Dair

Beytü’l-hazen, Yakup peygamberin en sevdiği oğlu Yusuf’u kaybetmesi üzerine üzüntü ve acı içinde çekildiği evidir. Kendisini anlayan olmamış, özellikle diğer oğullarının kendisine ve kardeşleri Yusuf’a ihanetleri ona ağır gelmişti. Bu davranışı kabullenemez, isyan eder ama elinden hiçbir şey gelmez; sabretmekten başka çaresi yoktur. Âdeta dünyaya küserek tüm üzüntülerini paylaştığı evine kapanır. Sabır ve derin bir tevekkülle Allah’a sığınır. En güzel çözümün onda olduğunu düşünür. Yakup peygamberin yazımızda ele alacağımız yaşamı Klasik Şiirimize akseder. Şairler onun kapandığı evi şiirlerinde “beytü’l-hazen” yanında, “beyt-i ahzan”, “külbe-i ahzan” şeklinde adlandırarak ele alırlar.

Yazımızda öncelikle Yakup peygamber etrafında oluşmuş kıssayı ele alıp daha sonra Klasik Şiirimize yansıma biçimi üzerinde duracağız.

Hz.Yakup, Hz.İbrâhîm’in torunu, İshak peygamberin oğludur. Dayısının iki kızıyla evlenmiş ve bunlardan on iki oğlu olmuştur. Aynı anadan doğan Yûsuf ile Bünyamin’i diğerlerinden daha çok sever. Yakup, babasının ölümünden sonra Ken’an ilinde kalarak babasının yerini aldı. Allâh ona peygamberlik verdi.

Yûsuf’u kıskanan diğer oğullarının onu kuyuya atmalarından sonra duyduğu üzüntü ve hasret sonucunda Beytü’l-ahzan (hüzünler evi) denilen kulübesinde yıllarca ağlamış ve ağlamaktan gözleri kör olmuştur. Yıllar sonra oğlu Yûsuf’un yaşadığını gönderdiği gömlekten anlayan Hz.Yakup’un gözleri açıldı ve kısa bir zaman sonra da oğluna kavuştu.

Yakup peygamberin lakabı “İsra’il” dir. Onun soyundan gelenler Beni İsra’il diye anılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de on beş âyette ve Yûsuf Suresi’nde bu olay ve Hz.Yakup’la ilgili bilgi verilmiştir.

Hz. Yakup, evlat acısı ve evlat ihânetiyle imtihan edildi. Yûsuf’un hasretiyle yıllarca sessiz sessiz inledi. Sonunda gözlerine ak indi. Hüznünü içinde gizledi. Şikâyetini sadece Allâh’a iletti. Kimseye “derdim şudur” demedi. Bir an bile ümidini kesmedi. Ümitsizliğe düşmedi. 

Yûsuf’un Mısır’da sultan olması üzerine babası ve ailesini yanına getirtince, İsrâiloğulları da Mısır’a yerleşmiş oldular.

Konu edebiyatımızda şairler için ilham kaynağı olmuş, mahiyet itibarıyla da dikkat çekmiştir. Bu nedenle sıkça işlenen konu olma özelliği taşımaktadır. Konu ele alınırken şairane özellikler kazanmış, şairlerin hayal dünyasında zenginleşmiştir.

Vehbî ayrılık derdiyle Yakup peygamberin durumuna düşmüştür. Şairin ağlama ve sızlamalarına Yakup peygamberin hüzünlerini paylaşan, gözyaşlarını döktüğü ev bile ağlamaktadır.

Gam-ı hicrân beni hem-hâlet-i Ya`kûb ideli
Girye vü nâlişüme külbe-i ahzân ağlar

Hz.Ya`kûb şiire aksederken; âşık sevgiliden ayrı düşmenin hüzün ve kederi ile perişandır. Gönlü gamla doludur. Bu durumda kendisi, Yûsuf’u bekleyen Hz.Yakup’a, içinde yaşadığı hânesi, hüzünler evi “Beytü’l-ahzan”’ne benzemektedir. Bazı beyitlerde âşığın kendisi değil de gönlü, anlatılan yönlerden Yakup’a teşbih edilir.

Muhibbi, Yûsuf peygamberin güzelliğindeki sevgiliden ayrı düşerek gönül evini Hz.Yakup gibi hüzünler evine çevirmiştir. Şairin gönlü ayrılığın verdiği gam ve kederle hüzün doludur.

Hasret ile âh senden ayru Yûsuf-ı cemâl
Eyledüm Ya`kûb-veş dil hânesin beytü’l-hazen

Hz.Yakup, Dîvân Edebiyatı’nda Hz.Yûsuf’la beraber ele alınarak, onunla ilgi kurulur. Yakup peygamber gam ve hüznün sembolüdür. Bu özelliği ile âşık için benzetme unsuru olur.

Gözlerinin görmez oluşu, yıllarca ağlaması, “Kulbe-i ahzân”ı, gözlerinin açılışı gibi yönleriyle telmih yoluyla kendisinden söz edilir. Âşık, bu çileleri yüzünden kendini veya gönlünü Hz.Yakup’a benzetir.

Ayrılık derdiyle hanesi Yakup peygamberin “hüzünler evi” ne dönen Hayretî, kendisini kınayanlara sesleniyor. Yusuf güzelliğindeki sevgiliden ayrılan herkesin kendi durumuna düşebileceğini hatırlatıyor.

Ya`kûb-veş giryân isem beytü’l-hazende ta’n degül
Vâ fürkatâ bir Yûsuf-ı Ken`ândan ayrıldım meded

Hayretî, sevgiliye sesleniyor. “Sen eğer izzet ve şöhrette Hz.Yusuf’un güzelliğindeki şöhret makamına sahipsen; ben de Yusuf’u hüzünler evinde bekleyen Hz.Yakup gibi seni sabırla bekleyen olurum.” Şair, sevgiliden ümit kesmemekte kararlıdır. Sabırla onu bekleyecektir.

N’ola sen mesned-i `izzetde begüm Yûsuf isen
Biz de Ya`kûb gibi âkif-i beytü’l-hazenüz

Nâ’ilî, her aldığı nefeste cam şişeye benzeyen hanesinde göz yaşına boğulmaktadır. Bu haliyle hüzünler evinde göz yaşı döken Hz.Yakup’u andırmaktadır.

Her nefes garkâb-ı eşk eyler bu mînâ hücreyi
Çeşm-i Ya`kûb-ibtilânun beyt-i ahzânın görün

Hz. Yakup’un gözleri üzüntü ve kederle âmâ olmuştu. Yûsuf’tan aldığı haberle gözleri açıldı. Şair Bâkî de sevgiliden ayrı, üzgün ve kederlidir. Gönlü âdetâ “beytü’l-ahzan”’ı andırır. Fakat sevgiliden gelen bir haber, âşığa büyük bir sevinç kaynağı olur. Hüzünler evi durumundaki gönlü, düğün-bayram yeri olur.


Rûşen oldı açılub dîde-i Ya`kûb-ı emel
Demidür menzîl-i `işret ola beytü’l-ahzan

Cennet, Allah’ın rızasına ermiş ve O’na gerçek kul olmuşlar için mükâfat yeridir. İnsanın hayallerine durgunluk verecek güzelliktedir. Kişi orada her istediğine kavuşabilir. Zâtî, sevgilinin olmadığı cenneti düşünemez. Sevgilinin olmadığı cennet onun için zindandan farksızdır. Cennetin gönül alan her köşkü, sarayı ona “beytü’l-ahzân”’ı hatırlatır.

Bâğ-ı cennet dil-rübâsuz bend ü zindândur bana
Her serâ-yı dil-güşâsı beytü’l-ahzândur bana

Yahya Bey, aşk derdiyle kendini Hz.Yusuf’un hasretini çeken Yakup peygambere benzetir. Yolunu ayrılık yolu, yaşadığı hanesini “beytü’l-hazen”, bulunduğu şehri Kenan ili kılmıştır. Şair böylece hasret timsali olmuş Hz.Yakup’la kendi arasında bir bağ kurar.

Kendümi Ya`kûb-ı hasret yolumı râh-ı firâk
Hânemi beytü’l-hazen şehrümi Ken`ân eyledüm

Beyitlerde, şâirin döneminde yaşayan halkın pek çoğunun içinde bulunduğu yokluk, sevdiklerinden ayrı olmaları, varlıklı ve idareci durumundaki insanların ilgisizliği gibi nedenlerle sıkıntı, acı çektiği düşünülüyor. Dönemin yöneticilerinin bu konuda dikkati çekiliyor. Halkın çektiği sıkıntıyı ifade edebilmek için aşağıdaki birinci beyitte Yahya Bey, ikinci beyitte Usûlî Yakup peygamber örneğinden yararlanır.

Meger Ken`ân ilinde Hazret-i Ya`kûb mânendi
Tolubdur kesret-i evlâdı ile beyt-i ahzânı

Beytü’l-hazendedür kâmû Ya`kûb gibi bu halk
Kapdı meger ki Yûsufı bu gurk-i cân-şikâr

Fuzûlî, baharın gelişinde nergis çiçeğinin topraktan filizlenip çıkması olayı ile Yûsuf’tan haber alan, onun ölmediğini öğrenen Hz.Yakup’un gözlerinin açılışı, uzun yıllar hüzün ve kederle oturduğu evinden sevinçle dışarı çıkışı arasında benzerlik kuruluyor.

N’ola çeşm-i ter ile çıksa habs-i hâkden nergîs
N’ola ger çıksa Ya`kûb-ı belâ-keş Beytü’l-ahzândan

Yûsuf’un güzelliğini andıran güneşin akşam saatlerinde batarken yeryüzüne yaklaşması ile henüz çilesi bitmemiş, kederler içinde oturduğu evindeki Hz.Yakup’a benzeyen ay, Hayâlî‘ye Yakup kıssasını hatırlatıyor.

Çâh-ı arza düşicek Yûsuf-ı mihr oldı o dem
Mâh-ı Ya`kûb-ı felek külbe-i ahzân-şekil

Beytü’l-hazen kavramı ilahi kaynaklı bütün dinlerin ortak literatüründe yer alan bir kavramdır. İslâm kültüründe de zikri geçen konu yüzyıllarca şairlere ilham kaynağı olmuştur. Dert çeken pek çok şair kendisi ile Yakup peygamber arasında benzerlik kurar. Dolayısıyla yaşadığı hanesi, Hz.Yakup’un hüzünler evini andırır.

Adnan Uzun
Kaynak: Ay Vakti / 68. Sayı / Mayıs 2006

Külbe-i Ahzân Şiirleri Bercestem

Babam Şükrü Efendi’ye



Yûsuf gibi ‘izzetde sen Ya’kûb-veş mihnetde ben
Dil sâkin-i Beytü’l-hazen tenhâlara salduñ beni

Bâkî


Var mı bir dîvâne kim geşt-i beyâbân istemez ‘
Uzlet idüp halkdan bir beyt-i ahzân istemez

Bâkî


Sabr eyle dilâ derdüñi cânâne tuyurma
Cân içre nihân eyle velî câna tuyurma

Zinhâr sakın mey yirine kanuñ içerler
Keyfiyyetüñ ol gözleri mestâne tuyurma

Esrâruñı keşf eyleme tahsîl-i mizâc it
Nûş eyle mey-i nâbı hakîmâne tuyurma

Sûfî gelicek açma sakın ‘aşk hadîsin
Dânâ-dil iseñ sırruñı nâ-dâne tuyurma

Ya’kûb-sıfat Bâkîyi ol Yûsuf-ı sânî
Hüzn içre komaz kıssayı ihvâne tuyurma

Bâkî


Şâdmân oldı bu gün devr-i kühen-sâl yine
Vuslat-ı Yûsuf ile niteki pîr-i Ken’ân

Rûşen oldı açılup dîde-i Ya’kûb-ı emel
Demidür menzil-i ‘işret ola Beytü’l-ahzân

Bâkî


Mihnet-i ‘ışkı nigâruñ râhat-ı cândur baña
Derd kim dil-dârdan irişse dermândur baña

Ey felek al cânumı ayırma yârumdan beni
Yârdan dûr olmadansa ölmek âsândur baña

Olmadum Ya‘kûb-veş gam-hâne-i ‘âlemde şâd
Yûsuf’am hecrinde ‘âlem beytü’l-ahzândur baña

Şâd olup hayvân suyın ey Hızr sen nûş eyle kim
Gam beyâbânı serâbı âb-ı hayvândur baña

Fürkatüñ şâmında ey meh encüm-i eşküm görüp
Subha dek biñ çeşm ile eflâk hayrândur baña

Şu‘le-i âhumla şevk-ı ‘ârızuñ her subh u şâm
Şem‘-i bezm-ârâyile hurşîd-i tâbândur baña

Dime cevrümden Sehâbî halka şekvâ eylemiş
Dostum hâşâ ma‘âza’llâh bühtandur baña

Sehâbî


Gün gibi sen evc-i istignâda seyrân eyledüñ
Sâye-veş üftâdeñi hâk ile yeksân eyledüñ

Sen hırâmân ‘âlemi seyr itdüñ ey vahşî gazâl
‘Âşıkı ser-geşte-i kûh u beyâbân eyledüñ

Gâyib olduñ Yûsuf’um ben hasteñe Ya‘kûb-veş
‘Âlemüñ dâru’s-sürûrın beytü’l-ahzân eyledüñ

Vasl-ı yâre irmedin ölmek katı düşvâr idi
Veh ki ben bîmâra ol düşvârı âsân eyledüñ

Yâd-ı gül-zâr-ı visâlüñle Sehâbî’nüñ gözin
Ey gül-i handân misâl-i ebr-i giryân eyledüñ

Sehâbî


Bî-derd şevk-ı âteş-i ‘ışkı neden bilür
Kadr-i gül-i şükûfteyi mürg-ı çemen bilür

Sorma hadîs-i tîşe-i Ferhâd’ı Husrev’e
Bu ser-güzeşti kendü başından geçen bilür

Dil zevk ider işitse lebüñden cevâb-ı telh
Kadr-i nebâtı tûtî-i şîrîn-sühan bilür

Hâl-i şehîd-i hancer-i hûn-rîz-i ‘ışkuñı
Sahrâ-yı gamda lâle-i hûnîn-kefen bilür

Dil fürkatüñde çekdügi âlâmı dostum
Yûsuf’dan ayru sâkin-i beytü’l-hazen bilür

Vâ‘iz kelâm-ı ‘ışk degül kâbil-i beyân
Her kimse anı fehm idebilmez bilen bilür

Sor şâh-ı nükte-dâna Sehâbî nükâtını
Husrev me‘ânî-i kelimâtı hasen bilür

Sehâbî


Ol sehî-kad kim elif-veş hasreti cânumdadur
Cilve-gâhı cûy-bâr-ı çeşm-i giryânumdadur

Göñlümüñ ebvâb-ı rahmetdür açılmış üstine
Çâkler kim hancerinden cism-i ‘uryânumdadur

Sîneme gönderdi tîrin geldi ârâm itmedi
Geçdi göñlümden velîkin acısı cânumdadur

Bagladum Ya‘kûb-veş ‘ışkuñla ülfet şöyle kim
Yûsuf’um gûyâ benümle beytü‘l-ahzân’umdadur

Bir münevver dîdedür gözler visâl eyyâmını
Her şerer kim şâm-ı gamda âh-ı sûzânumdadur

Ey Sehâbî mahzen-i genc-i me‘ânîdür gönül
Bil ki miftâhı kef-i şâh-ı sühan-dânumdadur

Sehâbî


Gird-bâd-ı gam gibi çerh itdi ser-gerdân beni
Soñra yirden yire çaldı gerdiş-i devrân beni

Şûr-ı ‘ışkı bir büt-i Leylî-veşüñ Mecnûñ-misâl
Eyledi hayret beyâbânında ser-gerdân beni

Bî-hod olsam geçdi meyden dimeñüz meclisde kim
Câm-ı meyde ‘aks-i sâkîdür iden hayrân beni

Fürkatüñ Ya‘kûb-veş ey Yûsuf-ı Mısr-ı cemâl
‘Âkıbet kıldı mukîm-i Külbe-i Ahzân beni

Gizledüm şi‘rümde dil râzın Sehâbî bilmedüm
Kim ider rüsvâ-yı ‘âlem defter ü dîvân beni

Sehâbî


Nâ-gehân gelmiş hayâlüñ nükhet-i Yûsuf gibi
Beytü’l-ahzân-ı dilüm dârü’s-sürûra beñzemiş

Pertev


Neyleriz zevk u sefâyı derd ü mihnet gam değil
Kasr-ı â‘ladan güzeldir kulbe-i ahzânemiz

Rızkımız kâf-ı kanâât yek kadeh peymânedir
Bekleriz baykuş gibi ma‘mûr olur vîrânemiz

Fezâ (Ali Rızâ Efendi)


Hayâl-i Yûsuf-ı ümmîd ile Ya‘kub-ı vakt oldum
Ziyâ ver külbe-i ahzânıma ey mâh-ı Ken‘an

Neccarzâde Rızâ Efendi


Çâh-ı arza düşü-cek Yûsuf-ı mihr oldu o dem
Mâh-ı Ya‘-kub-ı felek külbe-i ahzan-şekl

Hayâlî Bey


Hayâl-i Yûsuf-ı ümmîd ile Ya‘kub-ı vakt oldum
Ziyâ ver külbe-i ahzânıma ey mâh-ı Ken‘an

Neccarzâde Rızâ Efendi


N’ola çeşm-i ter ile çıksa habs-i hâkden nergîs
N’ola ger çıksa Ya‘kub-ı belâ-keş beytü’l ahzandan

 Fuzûlî


Hasret ile âh senden ayrı Yûsufcemâl
Eyledim Ya‘kub-veş dil hânesin beytü’l-hazen

Muhibbî


Ya‘kub-veş giryân isem beytü’l-hazende ta‘n değil
Vâ firkatâ bir Yûsuf-ı Ken‘an’dan ayrıldım meded

Hayretî


N’ola sen mesned-i izzette beyim Yûsuf isen
Biz de Ya‘kub gibi âkif-i beytü’l-hazeniz

Hayretî


Her nefes gark-âb-ı eşk eyler bu mînâ hücreyi
Çeşm-i Ya‘kub-ibtilânın beyt-i ahzânın görün

Nâilî


Beni Ya’kûb-veş beytü’l hazende ko melûl u zâr
Yüri ey Yûsuf-ı gül-çehre var sen Mısra sultân ol

Âşık Çelebi


Ya‘kûba fikr-i ‘ârız-ı Yûsuf hemîn idi
Yakmazdı çeşmi merdümi Beytü’l-hazende şem‘

Emrî


Cülûs-ı meymenet-me’nûsı itdi ‘âlemi mesrûr
Kudûm-ı kasr-ı Yûsuf kıldı künc-i beyt-i ahzânı

 
Kânî
 
 
Beytü’l-ahzâna misâl oldı mekânum şimdi
Bana bâr oldı bu şeb Yûsuf-ı Ken’ân-ı firâk

Yâver (Enderunlu Hasan Yaver)


Bütân Âgâh cümle hâl-i dilden bî-haberlerdür
‘Azîzân-ı melâhat külbe-i ahzânı sormazlar

Âgâh (Semerkândî-i Âmidî)


Ya‘kûb-ı hazîn Yûsufı da üste virürse
Gamhânemi ben külbe-i ahzâna degişmem

Âgâh (Semerkândî-i Âmidî)


Bir hasîrüm yoğ iken külbe-i ahzânumda
Bûriyâ nakşı görinür ten-i ‘üryânumda 


Âhî


Âkıl u makûl u akl u  âşık u ma’şûk u ışk
Yûsufuñ hüsni vü Yakûbuñ dahı ahzânı ol 

Ahmedî


Teşrîf ede ger külbe-i ahzânumı dilber
Göñlüm gibi ancak aña bir mâ-hazarum var

Beyânî


Beyt-i hazen-i ‘âşıkı dilber unudur mı
Yûsuf edemez külbe-i Ya‘kûb′ı ferâmûş

Beyânî


Makâm-ı rûşen ü cây-ı safâ idi dil ü çeşm
Birisi külbe-i hüzn oldı biri beyt-i hazen

Emrî


Gülşen görinür beyt-i hazen ol yüzi gülsüz
Meclis nitekim dâr-ı mihen ol lebi mülsüz 

Emrî


Beni ol Yûsuf-ı Mısr-ı melâhatden cüdâ dâyim
Yirüm Ya’kûb gibi beytü’l-ahzân eyleme yâ Rab

Edirneli Nazmî


Başum üzre yüzümi yoluñda pâmâl eylemek
Tek kadem rencîde kıl gel külbe-i ahzâna bas 

Edirneli Nazmî


Gel iy iklîm-i hüsnüñ hânı Yûsuf
Melâhat Mısrınuñ sultânı Yûsuf

Şeker-leblerle Şîrîn-sözler-ile
Kamu ‘âşıklarınuñ cânı Yûsuf

Cemâl ü hüsnle bî-misl ü hem-tâ
Bu devrüñ Yûsuf-ı Ken’ânı Yûsuf

Göñül Ya’kûbı şâd olurdı itse
Müşerref külbe-i ahzânı Yûsuf

Olubdur hüsn birle Nazmiyâ âh
Cihânuñ cânı vü cânânı Yûsuf

Edirneli Nazmî


Gün gibi bir gün gelüb iy mâh-ı Ken’ânum benüm
Lutfla kılsañ müşerref beytü’l-ahzânum benüm 

Edirneli Nazmî


Götürülmiş görürem halk-ı cihândan şefkat
Çıkasım gelmez ebed külbe-i ahzânumdan 

Edirneli Nazmî


Düşmemişem dâr-ı belâda bir meşakkat küncine
Gamdan özge kimse gelemez külbe-i ahzânuma 

Edirneli Nazmî


Gelse cânânum mahabbet gösterüb bir yanuma
Mihr-veş virse şeref bu külbe-i ahzânuma

Edirneli Nazmî


Şöyle olduk ki gam u gussadan özge hergiz
Kimsemüz yok ki gele külbe-i ahzânımuza 

Edirneli Nazmî


Cihânı Beyt-i Ahzân itdi ¡âlem döndi Ya¡ûba
O sengµn dil de olmaz mı görüb bu mâtemi mahzûn

Fevzî


TOP-HÂNEDE KÂDİRÌLER ŞEYHİ MUSLİHÜ’D-DÌN EFENDİNÜÑ
VEFÂTINA TÂRÌ»DÜR

Mu§li√ü’d-dµn velµ ya¡ni …u†bu’l-a…†âb
Emr-i √a……ıyla idüb dâr-ı fenâdan rı√let

Nev√a-i mevti ile †oldı şu resme ¡âlem
~andılar Beyt-i √azân oldı bu dâr-ı √ayret

Ne beşer belki melekler de gelüb efπâna
‰utdılar mâtemini itmege künc-i ¡uzlet

Çâk çâk olmaya ya n’eyleye Nâhµd-i felek
Ra…§a girdükde o da ra…§a gelürdi elbet 

Fevzî


yaǾķūbvār külbe-i aĥzānda men garįb
niçe yanam iy yūsuf-ı kenǾānum evliyā

Hakîkî


Külbe-i ahzânumı reşk-i gülistan eyle gel
Gonca-i kalbüm açılmaz ıztırâbum var benüm

 
Filibeli Vecdî
 
 
Cülûs-ı meymenet-me’nûsı itdi ‘âlemi mesrûr
Kudûm-ı kasr-ı Yûsuf kıldı künc-i beyt-i ahzânı
 
Kânî
 
 
Bir degül ârâmgâhı ‘âşık-ı şûrîdenüñ
Külbe-i ahzân-ı pür-efsûn bir sahrâ iki 
 
Kâmi
 
 
eksük olmaz câna cevr ü derd-i cânân her gece
cem‘ olur bu külbe-i ahzâna yârân her gece 
 
Hecrî
 
 
SÂKIB şeb-i gam rûza dönerdi mey-i sâfî
Pertev-fiken-i külbe-i ahzânumuz olsa 
 
Kâtib-zâde Sâkıb Mustafa
 
 
Râhat olduñ mu felek kim beni giryân etdiñ
Gülşen-i ‛işretimi külbe-i ahzân etdiñ
 
Kârımı bülbül-i şûrîdeveş efgân etdiñ
Nüsha-i hâtırım evrâk-ı perîşân etdiñ
 
Beni Mecnûn-ı ser-endâz-ı beyâbân etdiñ
Dest-i bî-dâdıñ atıp çâk-i girîbân etdiñ
 
Cigerim pâresini bezmiñe biryân etdiñ
Dili zehr-âbe-çeş-i kâse-i devrân etdiñ
 
Nâr-ı Nemrûd-ı kederle beni sûzân etdiñ
Beyt-i ma‛mûr-ı dil-i zârımı vîrân etdiñ
 
Kıldıñ âmâc-ı hazân ol varak-ı tekrîmi
N’işlediñ gonçe-i bâg-ı dilim İbrâhîm’i
 
Lebîb
 
 
‛Âciz ü bî-dest ü pâyım külbe-i ahzânda
Dâ‛i-i dîrîneyim kalb-i hulûs-ârâ ile
 
Lebîb
 
 
Münîrün külbe-i ahzânın aslâ
Yüzün şem’iyle kılmadun münevver
 
Münîrî
 
 
Ey kemâl-i kudretünün akl-ı kül hayrânıdur
Her dü âlem sırrunun cân ile ser-gerdânıdur
 
On sekiz bin âlem ü ger sad hezâr ender-hezâr
Pür durur bir leman ile hep anun tâbânıdur
 
Devlet-i vaslundan ayru düşmegin bî-çâre dil
Sîne-i dil-sûz lâ-büd külbe-i ahzânıdur
 
Bana zindân oldı hicrünle bu gin dünyâ belî
Füshat-i meydân kimine kiminün zindânıdur
 
Pertev-i hüsnün kim oldur kurratü’l-ayn-ı Münîr
Gönlümün şem’-i sürûr u nûr-ı çeşm-i cânıdur
 
Münîrî
 
 
Kadem-i rence kılup külbe-i ahzânumuza
Göre gelsen n’ola ben haste-dili gâh gehî 
 
Münîrî
 
 
Da’vet itsem ugramazsın külbe-i ahzânuma
Ey perî-ruhsâre bu bi’llâhi âdemlik degül

Pertev


Sâyeñ ki ne dem külbe-i ahzânuma düşdi
Meh-tâb olup hâne-i vîrânuma düşdi

Pertev


Külbe-i ahzâna da’vetsüzce gelmiş ol perî
Şimdi artık ‘âşık-ı zâr ile kimler söyleşür

Pertev


Sen olmasañ ey gayret-i hûr ey meh-i Ken’ân
Kasr-ı İrem’i külbe-i ahzân bilürüz biz

Pertev


Bûstân-ı Nebevîden yine bir gül kopdı
Öyle bir gül ki cihân bâgını kıldı vîrân

Hayf sad hayf ciger-pâre-i Müftî-zâde
Gül-i âl-i Nebevî ya’nî Muhammed Bürhân

‘İlm ü ‘irfân-ı hakâyıkda muhâdîm idi ol
Gitdi eyvâh kim ol mefhar-ı sâhib-’irfân 

Dâhil-i dâr-ı sürûr oldı o mahdûm ammâ
Eyledi vâlidinüñ kalbini beytü’l-ahzân

Oldı târîh-i vefât âhirete lafzı aña
Cân atup âhirete oldıgı dem rûh-ı revân

 (1206 H.=1791-2 M.) 

Pertev (Muvakkit-zâde Muhammed Pertev)
 
 
Külbe-i ahzânı teşrîfe kelâm itdiñ baña
Gelmediñ şâhım efendim subhı şâm itdiñ bañâ
 
Mehmed Sıdkî
 
 
Ten şebekesinde zâhir hâlet-i ‘aşk mû-be-mû
Lâne-i kudret degil mi külbe-i ahzânımız
 
Mehmed Sıdkî
 
 
Rûz u şeb nâliş-i hasretle misâl-i Ya’kûb
Pür-tanîn eyleyelim külbe-i ahzânımızı
 
Meşhûrî
 
 
Ey sabâ beñzer ki geldüñ hıtta-i Ken`ândan
Gel haber vir şâh-ı Mısra külbe-i ahzândan 
 
Ziyâ
 
 
Külbe-i ahzânıma rahm eyle bir sâye sal
Seyr eyle sûzânıma âteş-i hicrâna bah 
 
Nigârî
 
 
Cânım yakılur âteş-i hicrân-ıla ammâ
Hasret odı bu külbe-i ahzânım içündür
 
Nigârî
 
 
Sensiz ey gonçe-i gül bülbül-i dil kan ağlar
Ün virür şâm u seher külbe-i ahzân içre 
 
Nigârî
 
 
Kalursın subha dek bezm-i rakîbi rûşen eylersin
Niçün ey mâh-ı tal‘at külbe-i ahzânda kalmazsın
 
Nev’i-zade ‘Atâyî
 
 
İrişdi külbe-i ahzânuma berîd-i visâl
Getürdi Yûsuf-ı güm-geşteden nevîd-i visâl
 
Nikâb-ı hüsni götür tâ hezâr Yûsuf-ı cân
Ola ki cân ile ‘abd-i direm-harîd-i visâl
 
Hemân ki eyledi ol nakd-i ârzûyı dirîg
Ve ger ne degdi Züleyhâya min-mezîd-i visâl
 
Görüp muhâsebe müstevfî-i fenâ yer yer
Çekildi defter-i hicrâna hep resîd-i visâl
 
Gidüp güneş gibi korsaŋ yerüŋde ‘ayn-ı yakîn
Görürsin imdi el üzre hilâl-i ‘îd-i visâl
 
Gilüŋden el çeküp ol gil yanup ki tâ göresin
Açıldı kendü elüŋden saŋa kilîd-i visâl
 
‘Abîd-i pîr olanuŋ ‘aynı açılup NEHCÎ
Görür ki görmemek ile imiş ba’îd-i visâl 
 
Nechî
 
 
Külbe-i vicdâna ey Yûsuf-hayâl
Gel şeref vir dîde-i giryâna bas 
 
Nâmî
 
 
Rûzigâr-ı zûr-kâruñ seyr idün bî-dâdını
K’âteş-i hicrân saldu külbe-i ahzânuma
 
Sâkıb Dede
 
 
Ey felek al cânumı ayırma yârumdan beni
Yârdan dûr olmadansa ölmek âsândur baña
 
Olmadum Ya‘kûb-veş gam-hâne-i ‘âlemde şâd
Yûsuf’am hecrinde ‘âlem beytü’l-ahzândur baña
 
Sehâbî
 
 
Bagladum Ya‘kûb-veş ‘ışkuñla ülfet şöyle kim
Yûsuf’um gûyâ benümle beytü‘l-ahzân’umdadur 
 
Sehâbî
 
 
Şeb ki ol mâh gelür külbe-i ahzânumuza
Çerh pervâne olur şem‘-i şebistânumuza 
 
Sehâbî
 
 
Fürkatüñ Ya‘kûb-veş ey Yûsuf-ı Mısr-ı cemâl
‘Âkıbet kıldı mukîm-i Külbe-i Ahzân beni
 
Gizledüm şi‘rümde dil râzın Sehâbî bilmedüm
Kim ider rüsvâ-yı ‘âlem defter ü dîvân beni 
 
Sehâbî
 
 
Gülşenüñ her sebz ferşi ‘arş-ı işret-bahş iken
Sensüz iy ârâm-ı cânum beytü’l-ahzândur baña 
 
Süheylî
 
 
Gam-ı hicrân beni hem-hâlet-i Ya’kûb edeli
Girye vü nâlişime külbe-i ahzân aglar 
 
Sünbül-zâde Vehbî Efendi
 
 
Gelmedi külbe-i ahzânıma ahşama karîb
Bir gece bedr-i felek gibi o mâh-ı Ken’ân 
 
Sünbül-zâde Vehbî Efendi
 
 
Nice ârâm eder tenhâ-nişîn-i külbe-i ahzân
Sen insâf eyle gel ey Yûsuf-ı gül-pîrehen sensiz 
 
Sünbül-zâde Vehbî Efendi
 
 
Ümîd-i şâhid-i vaslı komaz hasret-keş-i tenhâ
Bu sûretle enîs-i külbe-i ahzândır Yûsuf 
 
Sünbül-zâde Vehbî Efendi
 
 
Inledür `âlemi aşkun tuyulur ey Yahyâ
Acizüm inlemege külbe-i ahzânumda
 
Şeyhülislâm Yahyâ
 
 
‘Adnî’nün ger külbe-i ahzânına kılsan nüzûl
Cân u dildür ‘arz olan ‘izz-i huzûra muhtasar 
 
Adnî Beg
 
 
Ca‘d-ı vírāne-zād-ı mahrūmı
Oldı bünyād-ı ‘ayşuma mi‘mār
 
Beytü’l-ahzānam āb-ı çeşmümden
Gūte-hor cün mekān-ı būtímār 
 
Şehrî
 
 
Emr kıldı üstüme gam leşkeri sultân-ı ‛aşk
Turfetü’l-‛ayn içre dil şehrini vîrân etdiler
 
Özleri .. ol vîrâne-i mezkûrda
Yapdılar gam-hâne … beytü’l-ahzân etdiler 
 
Nâcî
 
 
Ayırdı felek meni vatandan
Bir sen kimi yâr-ı gül-bedenden
 
Gûyâ sene oldu Mısr Şirvân
Baku mene oldu Beytü’l-ahzân 
 
Mollâ Sâdık Bâdkûbeli
 
 
Be-çeşm-i tâ’ir himmet çe âşiyân çe kafes
Ez-ân be-Külbe-i Ahzân-ı hud neşâtem nîst
 
Tâlib
 
 
Fürûd âyed şebî în-külbe-i gam ber-serem z’ân-sân
Ki tûfân mî-kuned der-girye-i çeşm-i eşk-bâr-ı men
 
Câmî
 
 
Külbe-i ahzânda çekdüm yâra Subhî mâ-hazar
Kanlu yaşumdan şarâb-ı ergavân oldı kebâb 
 
Subhî
 
 
Ugrasun külbe-i ahzânımuza ey Yahyâ
Göñül alçaklıgını eylesün ol serv-i bülend
 
Yahyâ 
 
 
Geldügince külbe-i ahzânuma mihmân-ı gam
Çekdügi hûn-ı cigerdür âb-ı çeúmüm mâ-hazar
 
Sâfi 
 
 
Münîr’üñ külbe-i ahzânın aslâ
Yüzüñ şem’iyle kılmaduñ münevver 
 
Münîr
 
 
Ayaguñ lutf eyle úâhum külbe-i ahzâna bas
Gel kadem-rence kılup bu sîne-i sûzâna bas
 
İbrâhîm Paşa 
 
 
Fürkat-i dildâr ile ey gussa kaldum yaluñuz
Bir kadem lutf eyleyüp bu külbe-i ahzâna bas 
 
Andelîbî 
 
 
Halka hâlüm rûúen oldıysa ne tañ ey dûstlar
Beyt-i ahzânumda yakar her gice âhum çerâg 
 
Celîlî
 
 
Kanı ol gün kim gelüp ol mâh-ı Ken’ân’um benüm
Gün gibi ide müşerref Beytü’l-ahzânum benüm 
 
Li-mürettibihi
 
 
Şem’ yakmañ gam şebinde külbe-i ahzânuma
Kim furûg-ı dâg-ı dil yiter çerâg-ı rûşenüm 
 
Eyzen
 
 
İltesin zerrelerüm kûyına ey bâd-ı sabâ
Güzer itdükçe seher Külbe-i Ahzânumdan
 
Subhî 
 
 
İşigüñden baña turmaz gice gündüz çekilür
Nâleler kâfilesi külbe-i ahzânumdan
 
Gedâyî
 
 
İltesin topragumı kûyına ey bâd-ı sabâ
Güzer itdükçe seher Külbe-i Ahzân’umdan 
 
Subhî-i Kâdî
 
 
Hey kıyâmet gel beni bir lahza toprakdan götür
Bir kadem bas lutf idüp bu külbe-i ahzânuma 
 
Şem’î
 
 
Kanıol Yûsuf Cemâli dîde-i Ya’kûb-ı dil
Giryeden agard gelmez Külbe-i Ahzân’uma 
 
Cemâlî
 
 
Şöyle me’nûs oldı göñlüm külbe-i ahzânına
Ger bihişt olursa meyl itmez cihân bustânına 
 
Sûzî
 
 
Âb-ı eşk ile yuyam gayruñ hayâli nakşını
Dil yazarsa gözlerümüñ Külbe-i Ahzân’Õna 
 
Emrî
 
 
Bir hasîrüm yog iken külbe-i ahzânumda
Bûriyâ nakşı görinür ten-i ‘uryânumda
 
Âhî 
 
 
Gün yüzi virse ziyâ külbe-i ahzânumuza
Ola pervâne kamer şem’-i şebistânumuza
 
Tâcî-zâde 
 
 
Yâr lutf ile gelüp külbe-i ahzânumuza
Bir nazar eylemedi hâl-i perîşânumuza 
 
İshâk Çelebi
 
 
N’ola teşrîf idüben külbe-i ahzânumuza
Gelesin bir gice biñ minnet ola cânumuza
 
Resmî 
 
 
Bir gice hâtırumuz yazmag içün cânânı
Okısak gelmeye mi külbe-i ahzânumuza 
 
Fakîrî
 
 
Taht-ı dilde dil-berâ sultân olayduñ ola mı
Külbe-i Ahzân’uma mihmân olayduñ ola mı
 
Şemsî 
 
 
Esîr-i dest-i hicrânım garîb-i külbe-i ahzân
Ne derdi hicre cân verdim ne yâre vâsıl oldum ben
 
Muhammed Es’ad Erbilî
 
 
Dimedüñ bir gün gelüp bu külbe-i ahzânuma
Ey Tarîkî zâr imişsin böyle bilmezdüm seni 
 
Tarîkî
 
 
Zevk-bâhşa beyt-i firdevsîde eylerken karar
Bir temelsiz külbe-i ahzâna muhtaç ettiler
 
İbnülemin Mahmut Kemal
 
 
Yusuf-ı güm-geşte bâz âyed be-Ken’ân gam ne-hor
Külbe-i ahzân şeved rûzî gülistân gam ne-hor
 
Döner yine Kenân’a kaybolan Yûsuf, üzülme
Üzüntüler kulübesi gül bahçesi olur bir gün, üzülme
 
İyileşir durumun ey gam çeken gönül kaygılanma
Geçer bu çılgınlığın, sakinleşir başın, üzülme
 
Dönmese de felek bizim arzumuzca iki gün
Bir kararda kalmaz devran her zaman, üzülme
 
Gelirse ömrün baharı, yine çimenler üstünde
Başına gülden şemsiye çekersin ey bülbül, üzülme
 
Ümitsiz olma sakın ha, bilmezsin gaybın sırrını
Perde ardında olur gizli oyunlar, üzülme
 
Ka’be aşkıyla çölde yürüyeceksen eğer
Batsa da ayağına muğîlân dikeni, üzülme
 
Sevgilinin ayrılığında, rakibin sıkıntısında halimizi
Bilir hep halden hale sokan Allah üzülme
 
Söküp götürürse de yokluk seli varlık temellerini ey gönül
Kaptanın Nûh ya, korkma tufandan, üzülme
 
Konak tehlike dolu, hedef çok uzak olsa da
Sonu olmayan bir yol yok, üzülme
 
Yoksulluk köşesinde, karanlık gecelerin yalnızlığında Hâfız
Oldukça virdin dua ve Kur’ân üzülme.
 
Hâfız-i Şîrâzî

yüzmeyi öğrenmeden öldürülen oğullar

bin odalı sarayda kaç ayna lazım olur
kaç okur yazar yatar paspasının altında

birden bine sayarmışım okumayı bilmezken
okumadan boğulan ne çok akranım oldu
sağ kalanların hepsi ne de çok benim gibi!
ciğere basılan suyun dehşetini bilmeyen
günde bin yalan için ayda bir kan şerbeti
herkes her şeyi kurt gibi bilir demişti babam
böyle olurmuş demek kötülüğün kemali
kaç tövbe eksiğim var yutkunma zamanıma

bin kere yirmi nefes alırmış insan her gün
her nefes biraz daha koyu kırmızı sakız
aynı cümlenin altını çizmişim canilerle
cinnetten sığınacak bir yaşam odası yok
ne olmak lazım ise olayım istiyorum
boğazımı tırnağımla yırtmamak için takat
yüzmeyi bilen baba kalmak için oğluma

bin eksi elli sene yaşamış Nuh ve tufan
yirmi üç sene sürmüş oku dediğin kitap
Muhammed hepimizdi anlıyorum Allah’ım
neden “hanginiz?” diye sorduklarını hatta
Adem’in iki oğlundan haberin hakkını
İsa’nın çarmıhını Firavunun çağını
cehennem insanlara reva gördüklerimiz
bağışla anlamayı zor sandığım günleri
zor olan inanmakmış bilmek anlamak değil
kaç tövbe eksiğim var secdeye kapanmama

bin odalı saray için kaç anne incitilir
yüzmeyi öğrenmeden öldürülen oğullar
tuzbuz edilmiş kızlar sedyeden ucuz baba
çocukları boğmadan dikilmiş saray mı var?
vermek istemeseydin isteme’yi vermezdin
annemden daha merhametli imişsin bana
kaç tövbe eksiğim var gerçekten utanmama

mukayyet ol Allah’ım anlamadıklarıma

Mehmet Efe
Kaynak: mehmetefe