Kar Kar

Farı, kalbim, farı da
Kapına yığılacak karları
Kürüyeme!

Ben senin necinim, kalbim
Kulun, kölen, müneccim
İşlerin, açmazlar – – koş aç, koş aç!

Rafında kapkacak, torbada un
Al bir lenger kar
Deve hamurunu kendine kendin!

Yokum ben, bıktım, gerçek bıktım
Kapan derdinle içerde
Acılar mı anılar mı kar kar.

Behçet Necatigil

Vakit Sarı Tunç Kara Demir

İnsanın delikanlılığı üzerine konuşalım

Parmağıyla bir zincir sallayarak geçiyor önümüzden 
Bu bir müzik 
De ki balyozlanan kaburgalar
İşkence odaları hayır diyorum ki 
Kulağımızı dayadık mı kumluklarına 
Kadırga kırıkları deniz dibi fısıltıları

Elbette bu suçları 

Bu suçları 
Bakın nasıl utanıyorlar 
İnsanlık bizde kalsın fakat Allah 
Onları sorguya çekecek 
Bir zebani düşünemeyiz daha 
Dünyaya ait beş duyumuzla 
Ateşi bilemeyiz daha 
Dünyaya ait beş duyumuzla 
Bir adımını bir iskele gibi şöyle uzat 
Bir hesap yapıp durduğun belli

Ara bakalım çölleri 

Boynunu kütürdetip gezinen bir kutup ayısı ol 
Eşle bakalım geleceklerin çulunu patırtısını 
Şöyle bağıracaksın 
Kala ölüm meleğinin vurmasına bir vakit
– Bana bir kaldıraç bulun 
  Gücüm orta yerde görmenin tam sırası 
Derken 
Oğlunu görmen bir baba gördüm 
Açılıp duruyor gibi kafatası 
Elleri gidip kapanıyordu başına 
Saçları incelip savruluyor tel tel 
Rüzgar mı var mezar mı uğulduyor 
Pek sesli bangır bangır selviler 
Güneş öğle vakti sarı tunç kara demir 
İşte geçti gitti bitti 
Göçmen kuşlar gibi zaferler naralar 
Gök bir zaman oldu boşaldı 
Sırtın eğik başın kambur 
Birbirine birşey soran bakışların 
Parkta ateş parkında 
Arasında apaçık açılan defterlerin 
Hayat bunu ilaveten yanımıza koydu 
Bu bilgi sağlam 
Ne vakit bilmem 
Çıkar kurt başı korkunun
Çıkar havlı başı recanın
Üstümüze diker bakışını
Cahit Zarifoğlu
Şiirler / Beyan Yayınları

Ilık Kocaman Bakışlar

Yorgun ve bozuktum bir çağda
Verimsiz bezgin
Geçti günler
Uçtu çekip karnından kopardığım tüyler

Şen miyim martıları koluma takarak
Bir güç denemesiyle pazularım
Kahverengi-kendi kendine canlı-kabararak

Birara bütün kuvvetlerim elimde
Öyle ki dalgalar gibiyim
Bir okyanus kalbinde
Çevirdim hem üç kere numaranı
Birileri bir cumartesi
Müthiş morarıp genişlediğini bildirdiler
Şaka mı bu hayır şırrak bir şok
Üzülmüyorum korkmuyorum ağlamıyorum
Sadece
“Melenkoliniz uğradı” diyor pansiyoncu kadın
“Haber vereyim dedim yoktunuz dünden beri bekliyor odanızda”

Elimle
Kendi elimi tutuyorum
Yan yana gidiyormuşum gibi kendimle
Ah yine bir aldatmaca durma koş
Bu ses
Telefonun olabilir
Yineliyorum kendimi
Önüne itiyorum hayalinin ölü seslerin

146 31 çift sıfırdan 18 çalıyor
Kaldırıyorum ahizeyi
Mazara şu
Beton kalıplarının içine akıyorsun harçla

Gelebilir miyim mümkün mü
Vıdı vıdı çenebaz sokaklar
Düşman baltalar vitrinler yola doğru küstah
Gelir miyim dersin
Yaban çehrelerin tırpanlarını göze alarak

Koca kent bir sancı dayanamayıp kalabalığa
İlk eczaneye dalacağım
Hani şöyle birden sessizlik yumuşak
Minik hafif eller cam tezgahta
Sürüngen

Em
Aspirin

– Bana bir asprin
– Kutu tablet
– Farketmez
  Isırmasın da timsah gibi

Ilık kocaman bakışlar
Şaşırmak isteyerek

Biri saklasın beni
Eskilerin yüzaklarından

Bir incelik gösterin
İncinmesin yüreğim

Hala içerdeyim dikkatle bakıyor eczacı kadın
– Otuz liranız yok muydu
Olabilirdi sancıyla susuyor bakışım
Biri bağırarak konuşuyur
Biri giriyor
Veya öyle bir sükut

Başka?
Hava sıcak nemli ağır
Ağustos temmuz

Kuru havaları arıyorum
Bir de isteğim var
Dişlerim onaltı yaşımdaki gibi olabilir mi bir gecede

Bakışlar boşuna
Kırmızı dudak izleri mektuplar boyunca
Bir yalan

Ansızın uyanıyorum her gece
Biliyorum bahçede dolanıyorlar
Solukları kapı önünde

Beni istiyorlar
Onlarla yemek yiyorum düşümde

Kendimi yalnız bildiğim her gece
Yalvarışım ağlayışım
Cenkleşiyorum kendimle

Medet
İmdat

Bir ses kaydına
Upuzun iniltiler bekliyorum
Danışman olarak gırdapları
Yeryüzünden arta kalan bütün deprem kırıntılarını

Cahit Zarifoğlu
Şiirler / Beyan Yayınları

Küllenen

karlı ve tipili
bir gece yarısı

bir eski dost
çaldı kapımı

bıyıkları mavi
buz sarkıtları

eskimiş kaputu
yırtıklı postalı.

    -tak tak, kimdir o
     kim, ya gelmişse
     gecelerin kara
     yüzlü konukları.

    -yabancı değilim
     benim
     sana kalbimi
     getirdim

konacak yer arayan
ürkek bir kuş gibiyim

bu aldığım kapı da
paslı bir kilitse

unutup koştuğumuz
delikanlı aşkları

kırmızı bir balık
yaşamı akvaryumda

    -içeri gir
     üşümüşsün
     sen bizim
     türkümüzsün.

Dağılınca atkısından
Odaya kar parıltıları

      -karşılaştı
           -bakışlarımız
                -bakışların
                    -parıltıları

gülümsedik gelincik
karanfil nakışlarda

gülümsedik birlikte
yürüyüp sobaya doğru

közü küllenen ateşe
yeniden odun attık.

1982

Behçet Aysan

Anlam

Ve kayığına bindi,
Yanına bir anlam aldı,

açıldı.

Özdemir Asaf

insan, kendi sesini, dâima, başkalarından önce işitir

Bile bile aynı kâğıdı açıyorum: kendimi sınamanın ağırlığı hergün artsa da.

*

Saat kaç olmuş… hâlâ bir çocuk yürümemiş sokakta!

*

Sabah da, akşam da kül boşaltıyorum: yanan zamanın.

*

Tek tek kendi yazgımızı mı yaşayacağız, yoksa yazgılarımızın toplamından her birimize düşen parçayı mı yaşayacağız?

*

Hayır! yazar havlu atmaz. Olsa olsa, sükûtunu duvara asar, tüfek gibi; bakar.

*

Bir nidâ kadar gerekli bana: sinirliliğim sakinleştiriyor beni.

*

Alınyazıma sâdık kalmalıyım.

*

İki eliyle sıkıyordu başını: çatlamasın diye…

*

Çileyi çeken yazıyı yazandır. Bin çile de bin çeşit yazı demektir.

*

İnsan, yeryüzündeki garipliğini, sabaha girmek üzere olan ıssız bir sokakta daha iyi mi anlar gibi oluyor ne?

*

Ağlaya ağlaya yanına geldi zaman: diz dize oturup, teselli etti; n’apsın. İçinden, ‘Amma da buldu ha adamını!’ da geçmedi değil doğrusu.

Ne durumda olursak olalım, bir müziğiz; insan, kendi sesini, dâima, başkalarından önce işitir. Herkesin, kendince bir çileye dayanabilme gücü de burdan gelir ya.

*

Elbette aynı şeylerle acı çekmek çok zor bir eylem.

*

Yüzünüze güller, dün gece çok okudum.

Uzak bir pencereydi, yeni kalkmıştım uykudan: bir ağacın dalları Kâbe’ye bakıyordu.

*

Stop – zamanın da bir uğunması var ki, doğrusu dayanamıyorum bakmaya; mekânda, çünkü, zamanla derin bağıntı içindedir ya, herhalde sana göstermemeye çalışıyor.

*

İnsan, yıkılan KENDİKENDİSİYLE DE burun buruna gelebilir bazan.

Nuri Pakdil
Klas Duruş / Edebiyat Dergisi Yayınları

Okuma Sanatı Üzerine Bir Deneme

 Walter Winkelman, “Okuma Sanatı Üzerine” yazısının girişinde Goethe’den şu anekdotu nakleder: “Goethe, Eckermann ile Konuşmalar’ında doğru dürüst okumayı öğrenmek için seksen yıl harcadığını, yine de kendini bu ülküye tam ulaşmış saymadığını söyler. Goethe bu sözle besbelli okullarda öğrenilen okumayı değil, fakat bu melekeyi işlete işlete onu gerçek okuma sanatı hâline getirmeyi kastediyor ve ilerlemiş yaşında bile bu sanata istediği kadar sahip olamadığından dert yanıyor.”(1)

     Okuma sanatı üzerine düşünüyorum… Okuma eylemi, Goethe’nin bile tam anlamıyla yapamadığını itiraf ettiği kadar zor mu? Elbette Goethe’nin “istediği” ile biz fânilerin “istediği” bir olmaz: Onun gayesi, büyük sanatkârlığının gereği olan yüksek beklentiler; fikrî ve rûhî mânâda erişmek istediği son noktalar olabilir. Ne olursa olsun, bu itiraftan şunu anlamalıyız ki; okuma eylemi, ancak sanat düzeyinde olursa kıymet kazanır. Belki Goethe’nin seviyelerine her okur çıkamayacaktır fakat onun bu arzusundan şu ders çıkarılmalıdır: Okurlar olarak bizim hedefimiz, okuma yolunda yetkin ve seçkin adımlar atmak; yâni, okuma sanatını öğrenip, bu doğrultuda ilerlemek olmalı…

OKUMAK, YETENEK İSTER

     Hilmi Yavuz’un, çok sevdiğim ve katıldığım bir sözü var: “Kitap okumak, bir alışkanlık olmaktan çok, bir yetenek işidir bence. Bu yetenek, ilkokulda ortaya çıkar, ortaokulda gelişir, lisede ise yapılacak iş bu yeteneğe yön vermektir. Okuma yeteneği olmayan birini, okumaya yönlendirmek için ne yaparsanız yapınız, bir yararı olmaz. Tıpkı resim yapmak gibidir okumak…”(2). Hakikaten böyledir bu; okumak bir yetenek, -Selim İleri’nin yazılarında ara sıra vurguladığı gibi- bir sanattır. İyi bir kitabı anlayabilecek yeteneğe (yetkinliğe) gelebilmenin tek yolu, çok kitap okumaktır kuşkusuz. Kitaptan kastım, “iyi” yazarların “iyi” eserleridir tabii… Aksi hâlde, isterse bir kamyon dolusu “best-seller” okumuş (yâni ‘çok okumuş’) olsa da insan, bir arpa boyu bile yol almış olamaz… [“İyi kitaplar okumayan bir kimsenin okumuş olmasıyla câhil kalması arasında bir fark yoktur…” demiş Mark Twain.] Böylesine kısır ve sonsuz tekrarlardan mürekkeb bir okuma biçimi, “Benim oğlum bîna okur, döner döner bir daha okur” deyimini tahakkuk ettirmekten başka bir şey değildir…

ANDRE GİDE’İN TASNİFİ
   
     Okuma sanatı hakkına düşünürken, aklıma, ‘Bunun bir önemi var mı?’ sorusu da geldi. ‘Kitabı açar okuruz. Bunun için, sanata gerek var mı? Okumayı bilmek, neden yeterli olmasın?’ Bu soruların peşini kovalayınca, ‘O kadar da değil’, dedim, ‘her kitabı, öyle çerez köşe yazılarını okur gibi, bir çırpıda okuyup kenara fırlatamazsın. Bazı kitapları okumak için ehliyet gerek. İşte okuma sanatı denilen şey de, bu ehliyet oluyor.’ Bu yargıya varmışken, büyük bir tesadüf eseri, o sıralarda okuduğum  André Gide’in günlüğünden şu cümleler çıktı karşıma: “Hâlâ bir kitaptan neler bekliyorum? Son bir ‘ruh zenginleşmesi’ mi? Boş bir bekleyiş: Benim yaşımda zarlar atılmıştır. Eğlenmek mi istiyorum? Pek o kadar da değil. Daha çok boş bir vakit geçirmek. Evet, okuyarak ‘kendimden geçmek’, kendimi unutmak istiyorum. Düşüncelerimin bu dağılışı beni her gerçek çalışmadan uzaklaştırıyor, içimdeki tembelliği teşvik ediyor…”(3)
     Görüldüğü gibi,  André Gide, kitapları iki kısımda değerlendirmiş: Ruhu zenginleştirenlerle, boş vakit geçirtenler…  Şüphesiz, faydalı okuma, ancak ‘ruhu zenginleştiren’, düşünce dünyamızı genişleten kitapları okumakla olur. Bu türdeki kitaplar, insan aklını kışkırtan ve böyle yapmakla da insana bir şeyler katan; o okumaların sonunda, kişiyi, bir öncekinden daha ileri bir düzeye taşıyanokurluğunda rütbe kazandıran eserlerdir. Böyle eserleri hazmetmek de, okuma sanatını bilmek ve bu sanatın gereklerini yerine getirmekle olur. Tıpkı, iyi kitabı kötü kitaptan ayırabilmenin tek yolunun, bu sanatı bilmekten geçtiği gibi…
     Buna benzer bir ayrımı, Montaigne de yapar: O meşhur ve enfes eseri “Denemeler”in dördüncü cildinde, Tacitus’un “Târih” isimli kitabından söz ederken, bu kitabın, “okunmak için değil, öğrenmek ve incelemek için” olduğunu söyler.(4) Doğrusu, Montaigne’in bu ayrımını biraz yadırgadım. Sonra şu kanıya vardım: Montaigne, bu tür kitapların okunmasının elzem olduğunu; ve ‘okuma’ işinin de, ancak keyif aldığımız ve ‘okumak zorunda da olmadığımız’ kitaplara özgü olduğunu düşünmüş olabilir. Bu tasnife katılalım katılmayalım –ben katılmıyorum-, ortada şu hakikat var: Okuma sanatı, her çeşit okuma biçimi için lûzumludur…

İYİ YAZAR OLMANIN ŞARTI

     Okuma sanatı; başka bir deyişle, ‘sanatlı okuma’, okuma yolunda istekli bir yolcu olan okura, uzun kilometrelerden sonra, yazma ihtiyacını da yükleyecektir. Zaten aksi mümkün değildir: Yazar, ancak okur’sa yazar; ve ondan sonra da dâimâ, okur-yazar olarak kalır. İyi bir yazar olmanın yeri, okuma sanatının tezgâhıdır…
     İnci Aral, “Okumak ve Yazmak” başlıklı yazısında şöyle der:  “Yazma yeteneği; okuma birikimi ve sağlam bir dünya görüşüyle dengelenip gelişir. Okumadan yazamayız. Okuma zevki almamış, kitaplarla arasında şöyle böyle bir sevgi ilişkisi kurulmamış biri, yazmayı aklına bile getirmez. … Yazmaya özenmenin, anlatmayı öğrenmenin ve yazının derinliğini kavramanın öteki ayağı okumaktır.”(5)

RİTÜELLER

     Okuma sanatı, yedeğinde, birtakım ritüelleri de getiriyor. Lûzumludur bu ritüeller: Gereken cümlelerin altını çizmek, sayfaların kenarlarına işaretler koymak ve notlar almak gibi… Evet, anlaşıldı sanırım: Kitap, kalemsiz okunmaz!… Benim için kalem, kitabın en önemli uzvudur. Eğer –hani olmaz ya- yanıma kalem almayı unutup da dışarı çıkmışsam, elimdeki kitabı okurken huzursuz olurum. Bir kırtasiyeye girip kalem alana kadar da, altını çizeceğim ve(yâ) notlar alacağım yerleri aklımda tutarım… Bunun, bana özgü bir takıntı olduğunu zannedip ürktüğüm olmuştur; fakat pek çok iyi okurun ve okur-yazarın da bu biçimde okuduklarını öğrenince, rahatladım. Misal, Nermi Uygur. “Birkaç Okuma Alışkanlığı” başlıklı denemesinde diyor ki:  “Beni okurken gören biri, ne yapıp ettiğimi iyice saptamadan, okuduğum değil, yazdığım sanısına kapılabilir çoğu kez. Azıcık dikkat eder de bir şey yazmadığımı anlayınca, kitaptan bir şeyler aktardığımı düşünebilir. Ne yapıp ettiğime zaman ayıran biriyse, kimi kısa kimi uzun uzun aralıklarla, kitapta bazı sözcüklerin, satırların altını çizdiğimi; sayfa kenarlarını, bâzan yinelenen bâzan birbirine benzemeyen birtakım çentiklerle bezediğimi görür…”(6)
   
     Hayır hayır; kesinlikle bir takıntı değil bu, okuma sanatının gereklerinden olan bir ritüel: İyi kitapları hakkını vererek okumak, ancak elde kalemle sayfa kenarlarına notlar alarak, satırların altlarını çizerek olur. Onlardaki sanata, öneme işaret koyarak… O işaretler ve notlar, okurun ufkunu açacak, fikir dünyasını zenginleştirecektir şüphesiz…

BİR KİTAP: “OKUMAK SANATI”

     Kötü kitaplar arasında ömür tüketmemek için eleştiri okumak nasıl gerekliyse, okuma sanatından nasibini almış olanların sözlerine kulak vermek de o kerte lûzumludur. Bu denememe vesile olan “Okumak Sanatı” kitabı, bu sanatı öğretmek iddiasında olan bir kitaptır. Bu kitaptan kısaca söz etmek istiyorum:

     Hakkı Arık’ın tercüme ettiği ve Ahmet Hâlit Kitabevi’nin 1944 senesinde neşrettiği “Okumak Sanatı” kitabının yazarı, Paul Nyssens. Adını daha önce hiç işitmediğim bu yazarı internette aradım ve Wikipedia’nın Fransızca sayfasında buldum. Yer darlığı nedeniyle tanıtamayıp, sayfanın linkini vermekle iktifâ etmek zorundayım: http://fr.wikipedia.org/wiki/Paul_Nyssens

     Tercümede, ne yazar, ne de kitap hakkında bilgi verilmiş; palas pandıras konuya girilmiş. Yine internetten bulduğum bilgiye göre söylersem, “Okumak Sanatı”nın, 1936’da yayımlanan “Comment lire et étudier avec profit” kitabının çevirisi olduğunu söyleyebilirim.

     Çok hoş bir alıntıyla (“İyi seçilmiş kitap kolleksiyonu, hakîki bir üniversite tahsîli değerindedir.” Carlyle) açılan kitap, dokuz bölümden oluşuyor. Bunlar, sırasıyla; “Şahsî Gelişim”, “Tam Gelişim ve Başarı”, “Terbiye Edilecek Umûmî Meziyetler”, “Sağlık Koruması”, “Vakit Meselesi”, “Okunacak Kitapların Seçilmesi”, “Edebî Terbiye”, “Nasıl Okumalı” ve son olarak “Fişlerle Tasnif”

     “İyi okumak, okunacak şeyi iyi seçmek ve; zamandan, gayretten ve paradan tasarruf etmek demek olduğundan, şu kitapçıkta biz bunları göstereceğiz.” iddiâsındaki yazarın, kitabın tümüne yaydığı iyi/verimli okumak hususundaki (derlemeye ve özünü vermeye çalıştığım) tavsiyelerine kulak verelim:

*Çabuk ve hızlı okuyunca aklınızda bir şey kalmıyorsa, yavaş ve dikkatli okuyun.
*Düzenli çalışın ve her şeyi zamanında inceleyin.
*Gramer kaidelerine dikkat edin, imlâ hatâsı yapmayın.
*Güzel ve okunaklı yazmaya bakın.
*Bir konuyu anlamak güç geliyorsa, o konuyu bölümlere ayırın. Bir meseleyi, bir noktayı ele alıp, onu öğrenin.
*Akıl sağlığınızı ve hâfızanızı, edebî ve ilmî eserleri okumayı bırakmayarak korursunuz.
*Mevkî ve ihtiras sâhibiyseniz, bu özelliğinizi ilim yolunda kullanın. Kalıcı mevkî, ilmî olandır.
*Yalnızca kendi alanınızın uzmanı olmakla kalmayıp, ilgili konuları da öğrenin. İş yerinden örnek vermek gerekirse; bir iş yerinde makine mühendisiysen, o iş yerinin muhâsebesiyle de ilgili ol.
*[“Terbiye Edilecek Umûmî Meziyetler” bölümünden]: Azimli olun, sebatlı olun (başladığınız işi sona eriştirin), devamlı olun, intizamlı olun (belli saatlerde okuyun; zihin, mutat saatlerde uyanıktır), zihninizi bir noktaya toplayın, şevk ve ilgiyi elden bırakmayın, mâkûl derecede haris olun (bir maksada ulaşmak için, içinizdeki hırs beslenmeli ve terbiye edilmelidir).

*[“Sağlık Koruması” bölümünden. –Her ne kadar, bu bölüme “Doğru fikir sağlam vücutta bulunur” gibi saçma bir cümleyle girilmişse de, öneriler, okurların işine yarayacaktır]: Erken kalkın (“Dünya, çok erken kalkmasını bilen adamındır” demiş Avrupalı bir devlet adamı), zihin açıklığına dikkat edin (dikkat duygusunun zayıflamasının birkaç nedeni; hazım faaliyeti güçlüğü, kabızlık ve iktidarsızlıktır), okuyup yazarken dik oturun (hattâ mümkünse ayakta okuyun), göz sağlığınız (ve gece uykusunu ihmâl etmemek) için gündüz okuyun; araba, tren ve tramvay gibi vâsıtalarda okumayın.
*İyi eserleri seçin: Bunlar çok defa edebiyatın ve felsefenin temel kitapları ve klâsikleridirler.
*Meslekî bilgilerinizi ilerletebilecek kitaplar da okuyun.
*Edebiyatı katiyyen ihmâl etmeyin; çünkü edebiyat, bütün beşerî bilgilerin esaslarını ihtivâ eder.
*[“Nasıl Okumalı?” bölümünden]: Eleştirel okuyun. Bilgileri kontrol edin. Sözlük okuyun; kelimelerin mânâsını bilmek gerekir. Altını çizerek ve notlar çıkararak okuyun. Aynı mesele hakkında yazılmış kitapları mukayese ederek okuyun.

     Kitabın özeti bu. Biz okurlara da bu ‘kurallara’ uymak düşer. Aksi hâlde, şu hakîkat tecellî eder: “Okuduğunuz şeylerin iyi veyâ kötü seçilmesine göre, hayatta muvaffak veyâ bedbaht olacaksınız.”

—–
[Not: Denemelerde dipnot verilmez, biliyorum; fakat bu, dipnotlu denemelerden.]
(1) Tercüme dergisi,  Ocak-Mart 1966, sayı 85. Tercüman: Melahat Toygar.
[Bu yazıya şu siteden ulaştım: http://www.ahenkdergisi.com/dergi/index.php?option=com_content&view=article&id=399:okuma-sanat-uezerine&catid=80:nesir-defteri&Itemid=81 ]
(2) Hilmi Yavuz, “Denemeler”, Boyut Kitapları, 2003 -3. baskı-, s.86.
(3) André Gide, “Hâtırâ Defterimden”, Tercüme dergisi, 19 Temmuz 1944, cilt 5, sayı 26, s.144. Çeviren: Erol Güney.
(4) Montaigne, “Denemeler”, cilt 4, Cem Yayınevi, 2008 -2. Basım-, “Tartışma Sanatı Üzerine” başlıklı deneme, s.216.  Çeviren: Hüsen Portakal.
(5) İnci Aral, “Yazma Büyüsü”, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2011, s.38-39.
(6) Nermi Uygur, “Tadı Damağımda”, YKY, 1995, s.313.

Orçun Üçer

Kaynak: http://orcunucer.blogspot.com.tr

Spleen (Melâl)

Bin seneden ziyâde yaşamışım gibi hatıralarım var.

Hesap pusulaları, şiirler, muhabbetnâmeler, dâvâlar ve şarkılarla,
makbuz kâğıtlarına sarılmış ağır saçlar dolu,
çekmeli bir büyük dolap benim kötü beynimden,
daha az sır saklar.
Bu umumi bir mezardan ziyâde, ölüleri hâvî,
bir ehramdır, cesîm mahzendir.
– Ben ayın menfur bir mezaristânıyım ki
orada vicdan azapları gibi uzun kurtlar sürünür
ve dâimâ benim en aziz ölülerimin üzerine savlet eder.
– Ben solmuş güllerle mâli eski bir kadın salonuyum;
orada bir yığın, mevsimi geçmiş modalar gömülüdür,
orada yalnız melûl pasteller, (buşe)nin soluk tabloları,
ağzı açık bir şişenin kokusunu teneffüs ederler.

Karlı senelerin sık kuş başı karları altında,
mağmum meraksızlığın semeresi, melâl,
ebediyyet nisbetlerini aldığı vakit,
uzunlukta hiçbir şey, kısalan günlere muâdil olmaz.
– Bâdemâ, sen ey madde-î zîhayat!
sisli bir sahrânın umkunda uyuşmuş
müphem bir koku ile muhat bir granit taşından
başka bir şey değilsin;
gamsız dünyanın meşhulü ihtiyar bir ebülhevl ki,
haritada unutulmuştur ve vahşi tabiatı
ancak gurub eden güneşlerin şuââtına şarkı söyler.

Charles Baudelaire
Tercüme: Âlişanzâde İsmail Hakkı Bey
Latinize eden: Hilmi Yavuz

İnsanlar

İnsanlar
Kokularını da kendileriyle getirir,
Bırakır
Ve giderler
İnsanlar,
Bir gün gelir ve diğer gün giderler
Ama
Rüyalarımızda kalırlar
İnsanlar,
Bir gün gelir ve diğer gün giderler
Ama
Dünlerini kendileriyle götüremezler
İnsanlar
Gelirler
Hatıralarını bırakır
Ve giderler
İnsanlar
Bir gün gelirler
Ve takvimin bütün yaprakları ilkbahar olur
Ve bir gün gittiklerinde
“Dört mevsim sonbaharı”
Kendileriyle götürmezler
Ama geldiklerinde
Kendi şarkılarını mırıldanır
Ama gittiklerinde
Onu götürmezler
İnsanlar
Gelir ve giderler
Ama özlemlerimizde
Şiirlerimizde
Ve gecemizin ıslak rüyalarında
Hep kalırlar…
Bırakmayınız
Bir gün getirdiğiniz bütün her şeyi
Götürünüz
Gittiğinizde
Asla insanın uyku ve hatıralarına geri
Dönmeyiniz…

Herta Müller

Kaynak: lisanifarisi.net/

Düşüncenin Kalbi Kitabevleri

Şehirlerde düşüncenin kalbi kitapevleri bulunmaktadır. Belli pasajlarda veya sokaklarda bulunan kitabevleri, şehre yaşam ve direnç katan unsurların başında gelmektedir. Mağaza vitrinlerinin hoyrat çağrıları, tüketim sarhoşu olmuş insanların boş ve melül bakışları arasında, başıboşluğun had safhaya vardığı şehirlerde kurtuluş limanı gibidir.

1950’li yıllardan itibaren ideolojilerin canlı olduğu dönemde kitabevleri düşünsel hareketliliğin ve etkinliğin merkeziydi. Kitabevleri bir okul vazifesi görüyordu. İdeolojiyi taşımak için kitabevi pratik bir rol üstlenmiş oluyordu. Buraya en son çıkan kitaplar gelir ve okuyucu ile buluşurdu. Ancak belli bir görüşü yansıtan kitaplar geldiği için farklı görüşleri tanımak mümkün olmuyordu. Buralar buluşma merkeziydi. İnsanlar bir araya gelir, gündemi tartışır, fikir alışverişinde bulunurdu. İdeolojik öğretilerin köprüsü işlevini görüyordu. Yasaklı kitaplar, yasaklı düşünceler buradan insanlara ulaşırdı.

12 Eylül süreci önemli bir kırılmayı da beraberinde getirdi. 90’lı yıllara kadar kitabevleri etkinliklerini devam ettirseler de modern çağın alış veriş kültürüne adapte olmaya başladı. Yayıncılıkta tekelleşme, korsan yayın ve okuma ihtiyacının azalması ile birlikte kitabevleri birer birer kapandı. Artık bazı şirketlerin kontrolü altında kitabevi zincirleri oluştu. Bunlarda ise farklı bir tekelcilik oluştuğu için kitapların okuyucu buluşması engellenmiş oldu. Bu zincirlerin sahibi olan holding veya grupların düşüncelerinin kabul etmediği eserlerin pazarlanması ve bulundurulması sorun halini almaktadır.

Son yıllarda kitapçılar düşünce, roman, felsefe gibi türlerden ziyade okul test kitaplarına dönüş yaşanmıştır. Gerçek anlamda Okurlar hızla azalmaktadır. Eve gazete almayan, bulduğu her fırsatta televizyon kumandasına sığınan bir aile içinde birey zaten kitap ve okuma kültürüne yabancı halde yetişir. Okulda ise Test manyağı olmuş, iğdiş edilmiş, atom bombası etkisinde bilinç saldırısına uğramış beyinlerden bundan fazlası beklenemez. İlkokuldan başlayarak öğrencilerin- çocukların kitap okuma alışkanlığı verilmek değil aksine kitap okuma isteği köreltilmekte ve okumasına engel olunmaktadır. Üniversite öğrencileri de ders hocalarının çoğu absürd kitapları dışında bir tercihe yönelmeyi abes görmektedirler. Kütüphaneler ise müzelik kitaplar sergisi olmaktan öteye geçmemektedir. Kitapçılarda bu sürece paralel olarak mecburen ayakta kalabilmek için sınavlara yönelik türlere ağırlık vermeye başlamışlardır. Yaygın olan sınav hazırlık kitapları ve dergileridir.

Kitap ile olan ilintimiz ve ilgimiz git gide düşmektedir. Çeşitli vesilelerle geçmişte yürütülen bazı kampanyalarla kitap okuma oranı ivme kazanmışsa da bu süreklilik kazanmamıştır. Her değişim ters yönlü aksettiği ülkemizde internet ve televizyon alışkanlığının okuma şuuruna olumsuz etkisi görünmektedir. Bunu sadece internet ve televizyona yüklemekte haksızlık olur. İdeolojilerin prangalarından kurtulalım derken hazların köleliğine razı duruma gelinmiştir.

Şehirlerde düşüncenin kalbi kitapçılara gidip kitap almayı bırakın; seçen, inceleyen bulunmamakta ve alan ise nadirdir. Kitapçılar okuyucunun ilgisini çekecek ortamlar hazırlarken, diğer yandan ticari eksenli olaya bakıldığı için Kitapsever kitapçı çok azdır. Mağaza tezgahtarları gibi olan çalışanlarda okuyucuya fraklı kitap alternatifleri sunamamaktadır. Teknolojiperestleştiğimiz bu dönemde kitabın gerçek değerini anlayacak bir şuur sahibi olan kişiler azalmaktadır. Belli şehirler dışında dolgun fuarcılık çalışmasıyla okuyucunun kitap ile olan ilintisi kurulmamaktadır.

Sanal kitabevleri kitap satış organizasyonunda farklı bir açılım sağlamıştır. Okuyucu kitabı internette takip etmekte ve 1- 2 gün içinde teslim edilebiliyor. Kitap hakkındaki yorum ve değerlendirmeleri anında bulabilmektedir. İndirimler ile okuyucu lehine yarar sağlanmış da bulunmaktadır.

Kitaptan ve kitapçılardan soyutlanmış bir şehir deprem gecesi yaşanan hasardan çok büyük yıkıma uğramış ve karanlıktan daha büyük bir karanlığa mahkûm olmuş demektir. Bu yıkım ve karanlığa karşı kitab meşalesi ile karanlığı yarmak ve bu şehri aydınlatmak mümkündür. Düşünce tembelliğinin had safhaya ulaştığı bu zamanda kitapsızlaştığımız bir dönemde inadına kitap! diyerek bu algılayışın kırılması sürecini olgunlaştırmak gerekir. Bu şehir kitaptan yayılan bilgi- adalet ve özgürlük ile kendi kimliği bulacaktır. Asıl nedeni bilincimizde olan okumama hastalığına tutulmuş bilincimizi acilen tedavi ettirip bilginin sonsuz aydınlığında uzun bir yolculuğa çıkmaya hazır olmalıyız. Okumaz ve yazmaz bir toplumun geleceğini aramaya gerek yoktur. Çünkü onlar için gelecek yoktur.

Rüstem Budak