Daldıkların her neyse seni baya oyalamış olmalı

– Keyfin nasıl
– Soran Sağolsun.. keyif değilde huzur diyelim.. kandil sayesinde daha iyiyim bugün.. yüklerim hafifledi. Beraat kandili günü hayatımda hep bambaşka sayfalar açıldı, dönemeç gibi bişey bu gün.. bakalım yaşayıp görücez kardeşim
– Özel geceler sende hep olumlu etki yapıyor, iyi geliyor. Ne mutlu sana. Nasıl sağladığını bilmek isterdim.
– Hep! Hep mi ? Sende de ne tespitler var haa. Kontak kuruyoruz işte .Hep bu mihval üzre kalabilsek keşke.
– Keşke.
– Dalıyoruz işte gafletlere. Halbuki üç günlük dünya.
– Bağlantın koptuğunda huzursuzluk artıyor.
– Aslında sürekli kendimle cenk halindeyim. Unutuyoruz dostum aaaahhh ahh!
– Sen uzaklaştıkça agresif depresif oluyorsun, şükür.
– Peki ya sen nasılsın?
– Huzursuz olmayı isterdim.
– Nasıl?
– Kontak kuramıyorum.
Perdelerin çoğalmıştır. Daldıkların her neyse seni bayaa oyalamış olmalı. Tıfli mani çocuğunu biliyor musun ?
– Hayır.
– Tasavvufta geçiyor. Okumuş olman lazımdı bunu. Yazıklar olsun sen ne oluyorsun Allah aşkına. O kadar okuyan biri olduğun için çok şaşırdım. Benim okuduklarım senin okuduklarının yanında cin ali serisi gibi kalır ayol. Kısaca bahsetmemi ister misin?
– Lütfen!
– Ki, kendimle ilgili korkum da budur. Geri dönüşü olmayanların en kötüsü bu. Her insanın doğarken bir tohum olduğunu varsayar anlatım tarzı en iyi anlaşılır şekli bu tohum gerekli ortamı sağlayıp patlamazsa çürür ya da kurur diyor. Tıfli mani = yani mana çocuğu. Içimizde var, bizimle geliyor. Bazı alimlerin de haber verdiği gibi bu çocuğu büyütmenin yani imanı güçlendirip yaşama çevirmenin bir süresi var. Bu sürenin de aşağı yukarı 35 ten sonra 45 ten önce olduğu söyleniyor, yani yaş olarak. Dikkat edersen inkar yolunu seçmiş insanların yaşları ilerledikçe suratları meymenetsizleşiyor. Işte onlar artık geri dönüşü olmayan bir yola girmiş oluyor, tıfli mani çocuğunu yasatamamış öldürmüş oluyorlar. Tabi kesin hüküm Allaha ait. Haşa! Anlatabildim mi?
– Çok iyi anladım, büyük bir silkinme için çok kıymetli veriler ortaya koydun.
– Dalga geçme yaa
– Estağfirullah! Çok ciddiyim
– Peki, o halde bak icabına!
– Meşgul oldukların uyarın uyarıcıydı.., İmanı güçlendirme veya kaybetme eşiğindeyim.
– Yapmaaa! Yapma bunu kendine…
– Bu çocuğu bu binayı güçlendiremezsem vay halime..
 Yolladığım mesajda önemli bir detay vardı; Efendimizin nasıl namaz kıldığı;
Huzeyfe (r.a.) şöyle anlatıyor:

“Bir gece Peygamberimizle birlikte namaz kıldım. Bakara sûresine başladı, ben içimden, yüz ayet okuyunca rukû eder, dedim, devam etti. Ben, her halde bütün sûreyi bir rek’atta okuyacak diye düşündüm. O, yine devam etti. Ben bu sûre ile rukua varır dedim, sonra Nisa sûresine başladı, onu da okudu. Sonra AI-i İmran sûresine başladı, onu da okudu.”

“Ağır ağır okuyor, içinde tesbih bulunan bir ayet gelince tesbih ediyor, istek ayetine gelince istekte bulunuyor, sığınma ayetine gelince Allah’a sığınıyordu.”

“Sonra rükua gitti ve: “Suphane Rabbiye’l-azîm – büyük Allah’ımı tenzih ederim.” dedi. Peygamberimiz rukuda da kıyamda olduğu kadar kaldı. Sonra: “Semiallahu Iimen hamideh – Allah kendisine hamdedenin hamdini işitir.” dedi ve doğruldu. Rukuuna yakın uzun bir süre ayakta durdu, sonra secde etti ve: “Ulu Allah’ım’ı tesbih ederim” dedi. Secdesi de hemen kıyamı kadardı.”
Namazı böyle kılıyordu.
– Aa Hayır biz çok meşgulüz. O kadar zamanımız yok. Zaten küçük namaz sureleri dışında ezbere bildiğimiz de yok.
– O küçük surelerin anlamı da kâfi ya. Ben müsadeni isteyeyim. Gayet verimli bir sohbet oldu benim için. Teşekkür ederim. İrtibatını koparma O’nunla
– Amin Amen. Huzurla kal huzurda kal kalalım yani
– Amin. Hoşçakal

Baba Tâhir Uryân

DÛBEYİTLER (RÛBAİYYÂT)

(1)
Sıkıntı çeken bir vücudum vardır, Ey Tanrı
Hasret çeken bir kalbim vardır, Ey Tanrı
Mesken şevki ile gurbet derdinden
Göğsümde bir ateş vardır, ey Tanrı

(2)
Sensiz Tanrı, bahçede çicek açmasın
Yetişse bile bir kimse onu koklamasın
Sensiz dudağını gülmek için açan herkes
Yüzünü gönül kanından hiçbir zaman yıkamasın

(3)
Kuşak bağlarım, kadek(renkli bez) giyerim
Çark-ı feleğin dönüşünü seveyim
Bütün denizleri baştanbaşa gezeyim ve
Tuzsuz(nankör) iki elimi yıkayayım

(4)
Sen ki göklerin ilmini okumamışsın
Sen ki meyhaneye hiç yolun düşmemiş
Sen ki kendi menfaat ve zararını bilmiyorsun
Yâre nasıl erişirsin yazık yazık!

(5)
Eğer gönül dilberdir, dilber hangisidir?
Ve eğer dilber gönülse, gönülün adı ne?
Gönül ile dilberi birbirine karışmış görüyorum
Gönlün kim, dilberin hangisi olduğunu bilmiyorum. 

 (6)
Gece karanlık, yol taşlık ben ise sarhoşum
Kadeh elimden düştü ve kırılmadı
Onu koruyan iyi korumuş
Yoksa yüzlerce kadeh düşmeden kırılmıştır.

(7)
Ey sevgili benim göz çanağım senin evindir
İki gözümün arası ayak basacağın yerdir
Ayağını yanlış atıp da, diken gibi olan
Kirpiklerimin ayağına batmasından korkuyorum.

(8)
Benim derdim de, dermanımda dostadır
Kavuşmam da, hicranım da dostadır
Kasap, eğer derimi vücudumdan ayırırsa
Hiçbir zaman canım dosttan ayrılmaz

(9)
Sen yanımda olmadığın zaman gönlüm de yanımda değil
Başkasının aşkının da başımda yeri yok
Dilberin canına yemin ederim ki her iki dünyada
Yârimden başka dileğim yoktur.

(10)
Dağlar mutludur dağlar mutludur
Böyle laleleri eken de mutlu olsun
Birçokları varmış, birçokları vardır, birçokları ise gelecek
Fakat dağ aynı, çöl aynı ve ova aynı kalacak.

(11)
Çöle, ovaya ve her yere bahar geldi
Gençlik de bir bahar gibi idi geçti
Güzeller gezmeye çıktıkları zaman,
Gençlerin mezarında lale biter.

(12)
Gönlü yaralı bu yârinden hiç sormuyorsun ki
Kimlerle baharını geçirmişsin
Bu müddet içinde beni yâd etmedin
Bilmiyorum kimlerle haşir-neşir olmuşsun

(13)
Cesur bir erkek olduğumu gönlüm bilmiyordu,
Ecel kükremiş arslan gibi bana da gelecektir
Benden kükremiş asrlan sakınırdı.
Vücudum ölüm ile savaşmak bilemedi.

(14)
İnleyen bir çiftçi bu ovada
Kan ağlar gözle, lale ekiyordu
Bir taraftan ekiyor bir taraftan yazık diyordu
Bunları ekmeli sonra da ovada bırakıp gitmek lazım diyordu.

(15)
Benim dünyada korkunç nefsimin sebebi
Vücudumla karıncaların dünyada beslenmesi sebebindendir
Köleliğin şartının ne olduğunu bilmiyordum
Benim her zerrem cihandadır.

(16)
Sevgi satın alan bir gönlüm vardır
Ki ondan sevgi piyasası revaçtadır,
Gönül Vücuduna öyle bir elbise ördüm ki,
Boyuna iplikleri dertten, enine iplikleri ise sevgidendir.

(17)
Kader daima kulağıma söylüyor ki
Senin bu gönlünün derdi çaresizdir.
Mücevher olsan da isteklin yoktur
İşte bu senin canın revaçta değildir. 

(18)
Göz ile gönül elinden feryat ediyorum
Çünkü göz neyi gördüyse gönül onu hatırlar
Ucu çelikten bir hançer yapayım
Onu göze sokacağım ki gönül azat olsun

(19)
Ne mutlu onlara ki can ile vücudu ayrıt etmezler
Candan cananı, canandan canı ayırt etmezler.
Onun derdine alışırlar, aylarca yıllarca
Fakat kendi dertlerine bir çare bulamazlar.

(20)
Âşık olan herkes canından korkmaz
Âşık, kütük ve zindandan korkmaz
Âşığın gönlü aç bir kutrun heyheyinden
Korkmadığı gibi hiçbir şeyden korkmaz.

(21)
Ne mutlu onlara ki her akşam seni görürler
Seninle konuşur ve seninle otururlar
Eğer seni gelip görmek mümkün olmazsa
Gider seni görenleri görürüm.

 (22)
Ne mutlu onlara ki her akşam seni görürler
Onlar her zaman sevinçli bir gönülle otururlar
Acaba bu aşk ve sevişme âdetimi ki,
Küstahça gelirler seni görürler.

(23)
Ne mutlu onlara ki başla ayağı ayrıt edemezler
Alev içinde kuru ile yaşı ayrıt edemezler
İster kilise veya Kâbe, isterse puthane veya meyhane olsun
Sevgilinin olmadığı bir sarayı düşünmezler.

(24)
Ey lale ekicileri, artık lale ekmeyin
Ey bahçıvanlar artık iki elinizi gülden çekiniz
Eğer çiçeklerin vefası benim gördüğümse
Çiçeğin kökünü kazıyın yerine diken ekin.

(25)
Ayağına taş dokuyacak bir iş yapma
Ve böyle büyük bir dünya sana dar gelsin
Yarın (kıyamet günü) yazı isteyenler senden yazı isteseler
Sen yazını okumaya utanacaksın(amel defterini)

(26)
Senin aşkının gamı beni çöllere düşürdü
Bahtın hevesi beni kolsuz kanatsız bıraktı
Bana sabırlı ol, sabırlı dedin.
Sabır görünmemiş toprak döktü başıma

(27)
Feleğin boynu kırılsın inşallah
Ki, dünyanın bütün çocuklarını götürdü
Kimse demiyor filan yaşıyor
Herkes diyor ki, falan oğlu falan öldü.

(28)
Yine akşam oldu ki benim canımı yaksın
Yakamdan eteğime kadar yaksın
Bir yeşil rengin uğruna
Daima imanımın yanmasından korkuyorum.

(29)
Ne mutlu onlara ki sevdanı taşıyorlar
Ne zaman ayaklarına kafalarını eğiyorlar
İçimde öylelerini arzu ediyorum ki
İçlerinde seni özlüyorlar

(30)
Ne mutlu onlara ki A’yı B’den ayrıt edemezler
Ne bir harf yazar ne bir harf okurlar
Ne onun gibi çöle doğru yöneldikleri zaman
Bu dağlarda ceylan otlatırlar

(31)
Benim yârimin yâr olmaya niyeti yoktur
Benim derdimin hafifleyeceği yoktur
Bana diyorlar ki sevgilin uykudadır
Öyle bir uykuda ki onun uyanması yoktur

(32)
Geceleri çiçek yanında uyuttu ve
Çiçeğin kopardı, uykumu ziyan etti.
Bahçıvan çiçeği sevdiğimi görünce
Binlerce dikeni çiçeğime bekçi yaptı

(33)
Şaşkınım zira kâfir şaşkın ölür
Öyle şaşkınım ki kâfir dahi bana acır.
Bin can ve kalp veren bu Tanrı
Muma ve pervaneye kol kanat verir.

(34)
Gönlüm senin visalin olmadan sevinmesin
Dertten başka bir serbestlik görmesin.
Harap olan bu gönül, senin kademin olmadan
Dilerim ki hiçbir zaman onarılmasın.

(35)
Benim hayatımda yaşama düzeni yaratılmamış
Perişan yaratılmışım.
Perişan olanlar toprağa girdiler
Beni onların toprağından yaratmışlar. 

(36)
Felek nihayet beni güçsüz ve zarif yaptı
Beni nihayet çiçek yüzlümden ayırdı
Tavla ortasına oturttu beni
Sonra bir şeşü beş ile kolumu bağladı

(37)
Benim dağdaki lalelerim sensin sevgili
Benim su kenarındaki menekşelerim sensin sevgili
Dağdaki laleler bir haftalıktır
Bütün ömrümün ümidi sensin ey yâr.

(38)
Ben öyle bir gönül eriyim ki, adım kalenderdir
Ne yurdum var, ne yuvam var, ne de sabit yerim.
Gündüz olunca mahallenin etrafını dolaşırım
Gece olunca başımı kerpiçlere koyarım

(39)
Karanlık gecede, gönülde senin hayalin çizilir
Karanlık gecede, senin hatların hayali çizilir
Gözün etrafını kirpik çiti ile öyle çevirdim ki,
Karanlık gecede senin yüzünü görebileyim

(40)
Ey Müslümanlar üç dert birden geldi.
Gurbet, esirlik ve yârin derdi.
Gurbet ve esirlik kolay giderilir
Yârin derdi zordur iş ne olacak belli değil

(41)
Bir şahin kuşu idim avlanmaya gittim.
Kara bir el kanadımı okla vurdu
Çeşme kenarında, gafil otlama
Gafil otlayan, gafil okla yaralanır

(42)
Benim gönlüm sen olmadan rahat edemiyor
Ve bana eziyet etmekten başka bir işi yoktur
Yaramaz bir çocuk gibi iki eli tepesinde
Gece gündüzün geçmesi onu bu işten alıkoymuyor

(43)
Dikenin eteğinde bir lale gördüm
Dedim ki ey lale, ne zaman seni koparmalıyım?
Dedi ki ey bahçıvan mazeretli bil
Dostluk ağacı geç meyve verir.

(44)
Ey yâr, biraz gel de halimi gör
Canım sıkkın, gel de geceni benimle geçir
Ey benim çiçeğim sen başına çiçek takasın
Ben ise çiçek yerine elimi başıma vururum.

(45)
Gönlüm hastadır ve gönlüm hastadır ve gönlüm hastadır
Hekim getirin derdime çare bulun
Hekim beni böyle hasta görünce
Çaresiz, derdime deva olacaktır.

(46)
Sen bal dudaklı ve yasemin vücutlusun
Ben ise alevli vücutlu ve yaşlı gözlüyüm
Acaba, ateşte gümüşün ve suda şekerin eridiği gibi
Sen de benim kucağımda eriyeceğinden korktuğun için mi gelmiyorsun

(47)
Onun gülü, sümbülün gölgesinde bile parlar.
Onun fidan boyu yeni meyve veren bir hurma ağacı gibidir.
O kırmızı çiçek yüzlünün aşkı yüzünden
Bülbül gibi inle ve ağla.

(48)
Ben ki gece gündüz çöllerdeyim
Gece gündüz gözlerimden damlalar yağdırıyorum
Ne ateşim var, ne de bir yerim ağrıyor
Sade gece gündüz, inlediğimi biliyorum

(49)
Sen ki biliyorsun, bana çareyi öğret
Ki bu karanlık geceleri kiminle sabah edeyim
Bazen ne zaman sabah olacak diyorum
Bazen de hiç sabah olmayacak diyorum

(50)
Ey bülbül gel de bu dertten inleyelim
Gel de sabah benden öğren
Sen beş günlük bir çiçek için inliyorsun
Ben ise sevgilim için gece gündüz ağlıyorum.

(51)
Ey tanrım gönlümün feryadına yetiş
Kimsesizin kimsesi sensin, ben ise kimsesiz kaldım.
Herkes diyor ki; Tâhir’in kimsesi yoktur
Allah benim yardımcımdır başkasına ne hacet.

(52)
Benim derdimi ve kaderimi Attar’a sor.
Gecenin uzunluğunu hastaya sor
Bütün yarattıklarının hepsi halimim soruyolar
Sen ki, canımsın, ruhumsun bir kez olsun sor.

(53)
Gece karanlıktır kurtlar koyuna saldırıyorlar
İki zülfünü hamail eyle ileri yürü
Dudağının köşesinden bana bir öpücük ver
De ki, Allah yolunda dervişe verdim. 

(54)
Kendi elimle yetiştirdim bir çiçeği
Gözyaşı ile çiçeğe su verdim
Allah indinde yakışır mı ki
Çiçek benim olsun diğeri suyunu alsın

(55)
Ey gönül biçareyim biçareyim biçare
Elimden namus şisesi taşa düştü
Herkes diyor ki, arın yok utancın yok
Âşık olanda ar ve utanç ne arar.

(56)
Çaresiz ve deli bir gönlüm var
Şöhretimin veya utancımın olduğunu biliyorum
Bu delilikten o zaman kurtulurum ki
Yârimin eteğini elime almış olayım

(57)
Ne mutlu o güne ki, mezar beni koynuna alır
Başımın üstünde kerpiç, taş ve çöp dökerler
İki ayağım kıblede, canım çöllerde
Vücudum yılan ve böceklerle savaş eder

(58)
Vay o günden ki, dar mezara sokarlar beni
Ve başıma toprak, taş ve çöp dökerler
Yılanlardan kaçmak için ayağım olmaz
Böcekler ile savaşmak için elim olmaz.

(59)
Ey gönül senin elinden lacivert elbise giyerim
Lale gibi derdinin alâmetinin yüreğime basarım
Sabah anı gibi sevgiden söz ederim
Bu andan, İsrafil’in sûru anına kadar.

 (60)
Ey tanrım, bu gönülden bıktım
Bu gönül yüzünden gece gündüz eziyetteyim.
O kadar inledim ki, inlemekten kına geldim
O’nu benden al ki bu gönülden bıkmışımdır.

(61)
Ey gönül, ey gönül neden üzgün duruyorsun
Ey gönül, ey gönül neden hep düşünüyorsun
Git bir köşede otur, Tanrı’ya şükret
Ey gönül belki muradına eresin

(62)
Ey gönül sen aslan, yoksa kaplan mısın?
Ey gönül, ey gönül benimle hep savaşırsın
Elime geçersen kanını dökerim
Ta ki renk olduğunu öğreneyim, ey gönül ey gönül.

(63)
Gül topla ki güzeller gönlün lale toplayanıdır
Onların lale toplaması senin için kâfidir ey gönül.
Körüm sağırım benim hiç ilmim yok,
Sen ki biliyorsun gel lale topla gönül

(64)
Gideyim ki gönül yardım etsin
Bu bahtıma inlesin inlesin ağlasın gönül
Dolaşsan benim gibi yar bulamazsın
Ki cânu gönülden yardım eder gönül

(65)
Ey gönül, tanrıdan habersizsin ne fayda,
Şeytanın nefsine boyun eğmişsin ne fayda
Senin kıymetin meleklerden daha çoktur
Sen kendi kıymetini bilmiyorsun ne fayda.

(66)
Senin zülfünün kokusuna meftunum ey gül.
Senin renginden ve yüzünden dilhûnum ey gül.
Âşık olan ben senin aşkından kararsızım
Sen Leylâ gibi ben ise Mecnunum ey gül.

(67)
Hâlâ be o tuğladan yapılmışım ki
Kanatlandığım zaman bir anda dünyayı yakarım
Ressam, eğer resmimi duvara çizerse
O resmin etkisiyle dünyayı yakarım.

(68)
Tanrım, şu gönül elinden feryat ediyorum
Çünkü bu gönül yüzünden bir an şâd olmadım.
Yarın eğer adalet isteyenler adalet isteseler,
Bu gönülden yüz bin feryat söylerim.

(69)
Ey Allah kimlere gideyim, kimlere gideyim
Benim ki ne ayağım var ne elim, kimlere gideyim
Herkes kapıdan kovar sana gelirim
Sen de şayet kapıdan kovarsan kimlere gideyim

(70)
Böyle dostsuz kimlere gideyim
Böyle yurtsuz ve yuvasız kimlere giderim.
Eğer herkes beni kovarsa sana gelirim
Sen de kapıdan beni kovarsan kime giderim.

(71)
Ey Allah, söylesem de söylemesem de
Sen ihtiyacımı biliyorsun ben ne diyeyim
Okşayacaksan beni ihtiyacımı gider
Eğer mahrum edersen ben ne yaparım. 

(72)
Eğer gelirsen canına yemin ederim ki söylemem
Ve eğer gelmezsen ayrılıktan yanarım
Gel de derdini, kalbime koy,
Öleyim, yanayım veya onunla ünsiyet peyda eyleyeyim.

(73)
İki zülfün Rübâb’ımın telidir
Bu harap halimden ne istiyorsun
Sen ki başlangıçta yâr olmak istemiyorsun
Neden her gece yarısı rüyama giriyorsun

(74)
Eğer bir dilberin yüzünü arzuluyorsam
Menetme beni çünkü gönül elinde tutsağım
Deveci, Allah için yavaş ol,
Çünkü ben bu kafileden uzak kalmışım.

(75)
Ben Kalubela’dan korkuyorum
Yağmurdan ve yapraktan daha çok günahım var
Eğer (la taknazu) celimden tutmazsa
Ben (ya veyleta) dan endişeliyim

(76)
Ters çarkın elinde feryat ediyorum
Binlerce inlemem ve feryadım vardır.
Gönlümün sahibi çerçöple oturmuştur.
Nasıl gönlüm şâd etsin?

(77)
Üzüntülü, yurtsuz yuvasızım ben
Nasibi dert olan sabırlı kimseyim.
Çöldeki başıboş dikenim ben ki,
Esen her rüzgârın önüne koşarım. 

(78)
Ey bağrı yanıklar gelin biz inleyelim
Korkusuz yârin elinden inleyelim
Meftun bülbül ile gül bahçesine gidelim
Eğer bülbül inlemiyorsa biz inleyelim

(79)
Çöle baktığımda çölü sen görüyorum
Denize baktığımda denizi sen görüyorum
Dağa, çöle ovaya nereye bakarsam
Senin boyun posundan alâmet görüyorum.

(80)
Sırrımı kime söyleyeceğim bilemiyorum
Beni yakan derdimi kime söyleyeyim bilmiyorum
Neyi diyeyim, bakan herkes açıkça görür ve anlar
Artık sırrımı kime söyleyeyim?

(81)
Ben ki bağrı yanıklardanım nasıl inlemeyeyim?
Ben ki mahsulü almayanlardanım nasıl inlemeyeyim?
Gülle beraber oturan bülbül inliyor
Güllerden uzak kalan ben nasıl inlemeyeyim?

(81)
Ey bağrı yanıklar gelinde bir araya gelelim
Birbirimizle konuşalım ve derdimizi açalım.
Terazi getirelim ve dertlerimizi tartalım
Daha dertli olan daha ağır gelir.

(83)
Gel de bir gece yuvamı aydınlat
Uzaklık ve hicran derdine bırakma beni
Senin iki kaşına yemin ederim ki
Senden uzak kaldığım sürece, gamla beraberim.

(84)
Ben kabına uygun gelen denizim
Ben harfin başında gelen noktayım.
Her bin yılda bir elif boyu gelir
Ben o elif boyluyum ki bin de bir gelmişim

(85)
Ben ki dere gibiyim, dikene kanaat ederim.
Yemeğim diken ve yüküm yüz kilodur.
Bu az masrafla ve ağır yükle
Hâlâ, Allah karşısında mahcubum.

(86)
Gideyim bu âlemin dışına çıkayım
Gideyim, Çin’den Maçi’den daha uzağa varayım.
Sevgiliye şöyle bir mesaj göndereyim ki,
Eğer uzaklık iyi ise ben daha uzağa gideyim.

(87)
Gel, senin yüzünü gördüğüm gün
Senin için çiçek ve sümbül koparırım.
Gel de yanımda aylarca, yıllarca otur.
Ki seni, doyasıya göreyim ey sevgilim.

(88)
Senin aşkına yönelmedim
Senin visal müjdeni hâlâ işitmedim
Nihayet gönlüme senin vefa tohumunu ektim
Fakat hüzün ve diken tohumlarından başka bir şey biçmedim.

(89)
Bilmiyorum, neden ben başıboşum?
Neden bazı inliyor, bazen ağlıyorum?
Bütün derdi olanların dermanı var,
Bilmiyorum ben neden dermansızım?

(90)
Gönlüm dertli ve hüzünlüdür, nasıl inlemesin?
Vücudum yanıyor nasıl inlemeyim?
Bana niye ve niçin inliyorsun diyorlar,
Ölümüm yakındır nasıl inlemeyeyim?

(91)
Gamın, gamımdır ve gönlümü avutan gamdır.
Gamın hem munisimdir, hem de arkadaşımdır.
Gamın beni yalnız bırakmıyor ki ben yalnız oturayım
Bravo gama, aferin gama

(91)
Sensiz gül bahçesi zindandır gözüme
Gül bahçesi ateş bahçesidir gözüme.
Sensiz rahatlık ve bütün ömür,
Karışık bir rüyadır gözüme.

(93)
Ne mutlu o ana ki seni görüyorum
Saçının amber kokulu kemendini göreyim
Benim gönlüm hiçbir zaman şenlik görmez,
Senin yüzünü gördüğü andan başka

(94)
Gönlüm uzaktır ve halini bilmiyorum
Haber göndermem için birine ihtiyaç var
Ey tanrım ölümümü biraz geciktir de,
O yâri bir daha görebileyim

(95)
Sensiz yatak karayılan gibidir gözüme
Sensiz günler karanlık gecedir gözüme.
Sensiz gül bahçesini gezmeye çıktığımda,
Gül bahçesi baştanbaşa diken olur gözüme.

(96)
Yüksek dağ başında o kadar otururum ki
Lale bitsinde ben koparayım
Eğer lale vefasızsa, vefasız,
Ben vefasız yâri nasıl seçerim?

(97)
Eğer gözümü dikersen, dikili isterim
Eğer vücudumu yakarsan, yanık isterim
Eğer çiçek koparmak için bahçeye götürürsen
Senin rengin ve kokunda bir çiçek isterim

(98)
Ben ki solmuşum, nasıl inlemeyim?
Kolu kanadı kırılmışım nasıl inlemeyim?
Herkes der ki ey fidan biraz inleme,
Sen gelirsen hayalime nasıl inlemeyim?

(99)
Güzellerin cefasından yüreğim yaralıdır
Yüreğimdeki dağlama laleninkinden daha büyüktür
Yarın (kıyamet günü) yazı okuyanlar yazı okusalar
Utancımdan başım öne eğik olacaktır.

(100)
Bir ah ile yeşil kümbedi yakarım,
Feleği baştanbaşa yakarım.
Eğer işimi çözemezsem yanarım
Ne dersin çözecek misin? Yoksa yanayım mı?

(101)
Gel biraz inleyelim de yanalım
Çünkü her ikimizde kara günlüyüz
Bülbül bile benim gibi değildir
Ömrümden bir gün bile dertsiz, gamsız değildir.

(102)
Bütün âlem tozla doludur ne diyeyim
Benim gibi bütün gönüller dertle doludur, ne diyeyim?
Evlend’in eteğine bir sümbül ekilmiş
O da benim bahtımdan sarıdır ne diyeyim?

(103)

Elime kadeh alarak çiçekleri görmeye giderim
Yeşillik ve su kenarına giderim
Mutlulukla bir iki kadeh içerim
Sarhoş olurum ve laleleri görmeye giderim.
(104)
Gönlüm dertli ve nâlandır, ne diyeyim?
Yüzüm tozlu ve topraklıdır, ne diyeyim?
Yetmiş, iki millet gezdim
Yüz mezhep diyenlere ne diyeyim?
(105)
Dünyada parmakla gösterilmekteyim
Sevgiliden ve yurdumdan uzak olduğum için
Hilesiz yere can kaybetti mi zannediyorum
Başıma vurmaktan başka çârem yoktur.
(106)
O yaralı ve efkârlı gönülden
Ağlayarak kabir taşının altına girdim
Senin heyecanın yoktur derler
Baştan ayağa heyecanım kötülüğüm yoktur.
(107)
Gece ay parçasının yüzüne hayranım
Gündüz dert ve gamdan biçareyim
Sen kendi yerinde sakinsin
Ben ki, bütün dünyada avareyim. 
(108)
Senin verdiğin hüznün derdi hâlâ gönlümdedir,
Derdimden ve yakınlığımdan kimsenin haberi yoktur.
Gül bahçesinden bağrı yanıklı bir bülbül yoktur
Gündüz benim gibi yanan bir kâfir yoktur
(109)
Felek ne zaman ah ile figanımı duyar
Her dönüşüyle canıma ateş düşürür.
Gam ve dertle bir ömür geçiririm
Gökyüzü gönlümce olmaz.
(110)
Ey felek, yoksul olduğumu bilmezsin
Ve ben çok kötü söyleme ki dertliyim
Bir dönüşteki dönüyorsun görüyorsun
Saçın teli gibi servetin samanını bağlarım.
(111)
Şimdi kimlerle olduğumu gördüğün gibi de
Cefadan kemiğin yanmaktadır.
Kimi düşünüyorsun ey zalim.
Ki âhım oktur, inleyişim ise yaydır.
(112)
Ben kendi halimden habersizim
Hazerde veya seyahatte miyim bilmiyorum
Ey insafsız senin elinden figan ediyorum
Sadece bunu biliyorum ki bir ömür derbederim.
(113)
Dostlar biz iki derdin pençesindeyiz.
Birisi çirkinlik diğeri ise yalnızlık
Seni görmek bize nasip olmadı
Yüzünü bir kerecik görmeden öldük 
(114)
Gül bahçesi senin yerindir ey nâzeni yârim
Ben ise Külhanda ve kül içinde otururum
İster gül bahçesi olsun, isterse külhan veya çöl olsun
Gözümü açtığım zaman senden başkasını görmüyorum.
(115)
Geceleri yıldızları teker teker sayarım
Gece yarısı olunca sana kulak veririm
Gece yarısından sonra gelmeyince
İki gözümden gözyaşı dökerim.
(116)
Aşktan kalbimde bir ateş vardır
O ateşin içinde gönül ve can yanığı vardır
Ey dost köpeğin eğer ayağını gözüme basarsa
Yolunun toprağını kirpiklerim ile süpürürüm.
(117)
Kalbimde binlerce toplanmış derdim vardır
Göğsümde yanan bir ateşim vardır
Yürekten çektiğim bir sabah âhı ile
Binlerce iddiacıyı yakarım
(118)
Eğer bir daha lale ekersem kâfirim ben
Eğer bir daha onu sularsam kâfirim ben
Çünkü iki yüz gönül dağlamasını bana lale verdi
——-
(119)
Bütün âlemin gamını bana yükledin
Meğer ben sarhoş kervanın en kuvvetlisi miyim?
Yular taktın boynuma, ehil olmayana verdin
Her zaman yükümü bir daha arttırdım. 
(120)
Ey sevgili sensiz zayıf ve güçsüzüm
Ciğerim diken, gözüm ise yaşla dolu
Seni saran bu ellerimi,
Şimdi ise sinek avlar gibi kafana vuruyorum.
(121)
Eğer binlerce dünya malım varsa
Eğer binlerce ahiret malım varsa
Gel sen ki, sana söyleye (ey dilber)
Ki senin yüzünü görmeden onun faydası yok
(122)
Ne zaman kadar ciğerim dert dolu, gelip gideceğim
Visalinden uzak ne zamana kadar gelip gideceğim
Niye sokağıma gelmiyorsun diyorsun
Ne zamana kadar bu sarı benizle gelip gideceğim? 
(123)
Ne kadar sokağın başına gelip gideceğim
Visalinden yoksun ne kadar gelip gideceğim
Sokağın başına seni görmek için,
Ne kadar gelip gideceğim tanrıdan korkmuyor musun?
(124)
Bu gönülden feryat ki hiç muradıma uymuyor
Bu gönülden feryat ki devamlı bana eziyet ediyor
Bu gönülden feryatlar ki yabani kuşlar gibi
Yem yemeden tuzaktayım her gün.
(125)
Gel ki iki gözden nehir yapalım
Gel de Leylâ ile mecnun olalım
Aziz Feridun elimden gitti
Gel ki yeniden Feridun yapalım 
(126)
Ben ki senden uzaktayım ateşle bağlıyım
Yâhut putperestim, eğer gülersem
Ey sevgili seninle yaptığım aşk antlaşmasından sonra
Bir daha başkasıyla böyle bir antlaşma yapmam.
(127)
Sen kendin dedin ki ben gemiciyim
Gözyaşlarında gemi sürerim
Korkarım ki gemi batsın,
Ve ben bu engin denizde kalayım
(128)
Gel ey bağrı yanık biz inleyelim
O rânâ gülün aşkından inleyelim
Vefasız yârin elinden inleyelim.
(129)
Başını ayağından ayırt etmeyen sarhoş benim
Sevgiliden başka baş ve ayak tanımam.
Öyle bir gönül sahibidir ki,
Gönül ondan avunur.
Kevser sakisinden başkasını bilmiyorum
(130)
Gece inlerim gece yarısı inlerim
Tedbirsiz yarın elinden inlerim
Bazen yarı bazen kaplan gibi
Bazen de aslan gibi zincirde inlerim.
(131)
Nihayet felek düzenimi bozdu
Elbisemi lacivert boyalı küpe soktu
Eğer beni öldürmek için elinde beratın varsa
Kopar artık bu dünyadan kökümü. 
(132)
Ben ki üzüm şarabından sarhoşum
Neden nazenin yârinden uzak olayım?
Ben ki senin ateşinden ısınma görüyorum.
Neden cefa dumanından kör olayım?
(133)
İnşallah düşmanını yorgun görürsün
Göğsünde sapına kadar saplanmış hançer görürüm
Akşam halini sormaya gelirim
Sabah ise mezarını kapanmış görürüm.
(134)
Eğer sarhoşların sarhoşuysak sendendir
Eğer ayaksız ve kolsuzsak sendendir
Hindû, kâfir veya Müslüman’sak
Ne milletten olursak olalım yine sendeniz.
(135)
Ey gönül nasılsın, ey gönül nasılsın, ey gönül nasıl?
Hep kansın, hep kansın, hep kan…
Gümüş yüzlü bir Leylâ uğruna
Mecnun gibisin, Mecnun gibisin, Mecnun gibisin
(136)
Ne mutlu onlara ki ne serveti var ne de samanları
Otururlar her iki ayağı eteğe dolarlar
Gece gündüz sabırlı olurlar
Devamlı sevgililerinin yüzünü hatırlarlar.
(137)
Dünyada kimse benim gibi olmasın
Benim ayinimi kimse dinine ve ayinine sokmasın
Her kimse ki benim düzenime inanmıyor
Benim durumuma düşsün benim durumuma düşsün. 
(138)
Gel ey gönül gel ey pişman sevgili
Bir iş yapma ki sonra pişman olasın
Bir iki gün mahrum yaşarız
Eteğimize çiçek koparıp dolduracağımız gün gelir.
(139)
Gönlüm senin elinden inliyor, inliyor
Kalbimin içinde kan toplanmıştır
Bana binden fazla söz verdin
Senin bütün sözlerin tuzak tuzak
(140)
Sensiz arzu doluyum gel de gör
Çanağımda zehir var gel de gör
Şarabım kandır, sâki ağla, inle mutrip
Arkadaş yalnız bu üç arkadaşım var gel de gör.
(141)
Gel ey canı, dert dolu gönlümü gör
Kırmızı gözyaşımı sarı benzimi gör
Baliğ olmamamın gamı ile sabırlılığın derdini
Gel de benim gam dolu kalbimi de gör
(142)
Eğer feleğin çarkı elime geçerse
Ona sorarım bu niye böyledir o neden öyledir
Birisine yüz çeşit nimet vermişsin
Ötekine ise kana bulanmış bir arpa ekmeği
(143)
Yaka seninle beraber titriyor
Mahşer sahasında kefen boyumda
Onlar ve bunlar senin halini soruyorlar
—–
(144)
Elvend eteğine bir çiçek ektim
Sabahlar ve akşamlar gözyaşı ile suladım
Kokusu bana geleceği sıra gelince
Onu rüzgâr diyar diyar götürüyor.
(145)
Kendini düşünmekten vazgeç
Ve bizim tarafımıza temâyül et.
Bende olan bu takat kimde var
Hatta bu takat dahi yok
(146)
Gel de cömertlerin minnettarı olalım
Ve alçakların sofrasından el çekelim
Cömertlerin eli cömertlilik sofrasındadır
Ki onun sofrasıdır cömertlerin nazarı vardır.
(147)
Yine eteğini elimden çektin
Bu huyundan arpa kadar pişman değilsin
Nihayet gidip öyle bir eteği tutacağım ki
Ondan benim işim düzene varsın
(148)
Sıkıntılıyım sabretmesini bilmiyorum
Sıkıntıdan ölmeğe razıyım
Senin yüzünden çektiğimden ben peçedeyim
Arzu halimi kime söyleyeceğim bilmiyorum
(149)
Yurtsuz yuvasız kalan benim, ben
Düzeni altüst olan benim ben
Geceleri inleyiş ile sabah eden
Gündüzü gece gibi olan benim ben. 
 (150)
Pişmanım, pişmanım, pişman
Bir kervan gibi gidiyoruz
Bu eski dünya kimselere kalmamış
Her bir yolda bir omuzluk yük taşıyoruz.
(151)
Ben beyaz ve göğsü bileği taşı olan şahinim
Gezdiğim yerler zirvesi olmayan dağlardır
Herkes kılıcı bileği taşı ile biler
Ben o kılıcı ki Allah beni bileği taşı yaptı
(152)
Eğer Yusuf gibi beni zindana götürseler
Veya eğer zavallılar gibi gamdan inlesem
Eğer yüz bahçıvan düşmanlık ederse
Her zaman güler yüzlü senin gül bahçene gelirim
(153)
Gamın inleme sesini, onu toplayan bilir
Halis kalbin ayarını fidan bilir
Gelin ey bağrı yanıklar beraberce inleyelim
Çünkü bağrı yanığın kıymetini bağrı yanık bilir.
(154)
İyileşmeyen bir kalbim vardır
Nasihat ederim ona fayda etmez
Rüzgâra veririm rüzgâr götürmez
Ateşe koyarım dumanı olmaz
(155)
O kâkülden gelen meltem
Bana sümbül kokusundan daha hoştur
Gece hayalini kucakladığım zaman
Sabah yatağımdan gül kokusu gelir 
(156)
Yuvası olmayan bir başım var
Sonu olamayan bir gamım var
Eğer inanmıyorsan bana doğru gel
Dermanı olamayan bu derdi gör
(157)
Bir an mutlu olamayan bir kalbim var
Hiç azalmayan bir gamım var
Benim dünya güzellerinden bir alın yazım var
Vefasız yârim dost olmuyor.
(158)
Senin aşkının gamı ne zaman biter?
Devlet kuşu her duvara her dama oturur mu?
Aşkından büyükler yararlanırlar
Çünkü güneş ilk önce dağlara doğar
(159)
Allah’a yemin olsun ki cananım sensin, cananım sensin sen
Arap sultanına yemin olsun ki canım sensin sen
Ne olduğunu nasıl olduğunu bilmiyorum
Sadece bunu biliyorum ki dermanım sensin sen
(160)
Baharım hazansızdır ey çiçeğim
Hangi gam benim kökümü koparmış?
Bir an yanıma gel ey bağrı yanık
Sensin bugün gönlümü tazeleyen
(161)
Benim bu gönlüm hiç işime yaramıyor
Sulu kandan başka bana bir faydası yok
Çiçek mevsiminde sevda peşinde
Gönlüm ne kadar korkusuzdur burada 
(162)
Şu kalbin dertle dolu olmadığı gece yoktur
Çünkü dilber bir an bile dost değildir
Allah’ın bin rahmeti olsun ki gam
Bir an kalbimden uzak kalmıyor
(163)
Vay o gün ki Allah hâkimimiz olur
Sırat köprüsü başında maceramız olur
Sıra ile yaşlılar ve gençler geçer
Vay o ana ki sıra bize gelir
(164)
Gel gel ki cananım sensin sen
Gel gel ki sultanım sensin sen
Sen kendin biliyorsun ki, senden başka bildiğim yok
Gel gel ki imanım sensin sen
(165)
Senin karanlık geceni karanlık karanlık göreyim
Onun her zulmeti burç ve kaleyi kararttı
Ey tanrı kalbime aydınlık ver ki
Sekiz ve dördün (sevgilini) yüzünü göreyim
(166)
Gönlüm senin derdinden daima gamdadır
Yastığım kerpiç yatağım ise yerdir
Suçum budur ki seni seviyorum
Seni seven herkesin hali böyle değil mi?
(167)
Benim gibi bir bağrı yanık pervane yoktur
Dünyada benim gibi bir divane yoktur
Bütün yılanların ve karıncaların yuvası vardır,
Divane olan benim viranem yoktur 
(168)
Birden fazla gönlü yağma etmişsin
Senin gibi binden fazla ciğeri kanlı etmişsin
Binden fazladır ve ondan daha fazla say
Daha sayma çünkü saydığından daha fazladır
(169)
Gönlümün güzellerin aşkından şaşkın ve sitemlidir
Gözümü sıktığım zaman sulu kan akar
Aşığın kalbi yaş oduna benzer
Bir taraftan yanar bir taraftan ise kanlı su döker
(170)
Birbirine bağlı saçlarını daima dağıtma
Mahmur gözlerini uyku dolu yapma
Aşkını benden kesmek istiyorsan 
Zaman götürü veya keser acele etme
(171)
Bu ne biçim manastırdır ki mekeni ateştir
Bu nasıl çöldür ki toprağı kan içer
Yoksa zavallı gönüllülerin yurdu yuvası mıdır?
Yoksa nazenin aşkının çölü müdür?
(172)
Ey benim sevgilim benim işim senindir
Yoksa dünyada yâr çoktur
Benim gibi yanık birisini nerede düşünürsün
Senin gül bahçende benim gibi binlerce bülbül vardır
(173)
Sensiz gönlüm biraz mutlu kalmaz
Eğer senin yüzünü görürsem gam kalmaz
Eğer gönlümün derdini paylaşırlarsa
Dünyada dertsiz gönül kalmaz. 
(174)
Bu memlekette benim için beslenme yoktur
Geceleri yerim, gündüzleri ise yemeğim yoktur
İçinde beyin olmayan bir kafam var
Kafasına aldırmayan bir vücudum var
(175)
Benim gönül acım sana alışmıştır
Ey vefasız sen gönül acısı nedir bilmezsin
Gel de ben bu yanık gönlü sana vereyim
Gönül senin sen gönlün ne yaparsanız yapın
(176)
Sabahları gözyaşım aktığı zaman
Âhımdan yedi gök yalvarır yakarır
Gözümden öyle kanlı gözyaşı dökerim ki
Bütün dünyayı sel alır götürür
(177)
Aşığın gönlü bir yağma ile yetinir
Mahmur olan bir kadeh ile yetinir
Senin gözünün niteliği bana yeter,
Kanaatkâr olan, bir tek badem ile yetinir.
(178)
Gariplik beni çok sıkıyor
Felek boynuma bir zincir geçirmiş
Ey felek, boynumdaki zinciri kaldır
Çünkü gurbetin toprağı tutucudur.
(179)
Gönlüm senin bahçendeki çiçeği arzuluyor
Bütün göğsüm senin dağlarınla doludur
Gideyim laleliklere gönlümü şad edeyim
Lalenin de senden bağlı olduğunu gördüm. 
(180)
Dünyada ben, sensiz mutlu olamam
Sensiz hiçbir zaman kadeh elime almam.
Söğüt gibi gece gündüz titrerim
Sensiz bir an sükûn bulmam.
(181)
Mest gözü olan herhangi bir dilberin
Binlerce benim gibi gönlü kaptırmışı olur
O ay yüzlünün âşıkları arasında,
Benim şiirim gibi çukurda tümseklikte var. 
(181)
Sabahları bülbüllerin feryadı
Çiçeklerin aydın yüzü içindir
Benim âhımdan felek nihayet sakındı
Bağrı yanıkların inleyişi etkilidir
(182)
Dünyada benim gibi bağrı yanık yoktur
Benim gam ve dert yüküm kimsede yoktur
Nasıl iki gözden akan seli durdurayım?
Ki bu kalbimin yarasını yakan sen değilsin
(183)
Gönlümün acısı hesapsızdır
Allah bilir ki gönül kuşu kebaptır
Ey cellât elini ve pazunu seveyim
Beni öldürürsen vallahi sevaptır.
(185)
Benim gönlüm daima senin matemindedir
Gönlümde daima senin derdin ve acın var
Boynumun büküldüğünün sebebini ne soruyorsun
Boynumun büküldüğü senin kuraklığındandır. 
(186)
Gam yüzünden canım kargaşalıdır
Kafam keskin kılıç yanında rehindir
İradem kendi elimde değildir neden kıvramıyorum
Benim kalbim bu sevdaya tahammül edemez
(187)
Ey istenilen yâr neresi sensizdir?
Ki ben oraya yol alayım
Her yer senin yerin ben kalben körüm
Yanlış dedim yanlış Estağfurullah
(188)
Kafam meydandaki top gibi dönmektedir
Gönlüm ne zamandan ne de anlaşmadan dönmektedir
Eğer dünya mert olmayanlara kalırsa
Oturur yedi devrin dönmesini beklerim
(189)
Gönlümün derdi kimseye söylenmez
Çünkü taş gökten yere atılmaz
Bana yârini terk et derler
Yârim öyle birisidir ki terk edilmez
(190)
Gönül eğer sevgini taşımazsa neye yarar?
Sevgini taşımayan gönlü istemem
Senin elinden yakası yırtan her kimse
Göğsü âşık bir âleme değer.
(191)
Gönlüm senden başka bir sevgili kabul etmez
Bir cevherin yerini cevher almaz
Benim gönlüm yandı senin vefan ise ateş
Olsun yanmamışları ateş yakmaz. 
(192)
Kafamda senin zülfünün sevdası vardır
Gönlümde senin ay yüzünün sevgisi vardır
Eğer gözüm yeni ay’a meyilli ise,
Senin kaşını görmek istemektedir.
(193)
Gemi gibi deniz kenarına oturmuş
Ve bacağı kırık kuş gibi kalbim vardır
Herkes diyor ki Tâhir, Târ çal
Parçalanmış Târ nasıl ses çıkarabilir?
(194)
Kimin tarafında çırılçıplak edildiğimi bilmiyorum.
Kendim cellâdım benim kim gamsız bırakmış bilmiyorum.
Ver hançeri de göğsümü yırtayım
Bakayım, aşk vücudumda ne yapmış
(195)
İhtiyarladım ve gençliğim kalmadı.
Vücudumda artık güç kalmadı
Bana git de lale topla derler.
Nasıl koparayın görüşüm kalmadı.
(196)
İki gözümü sen kanla dolu yaparsın
Kafamda aklı şapkasını çıkartırsın
Eğer Leylâ, Mecnun’un halini sorarsa
Onun dikkatini çöle doğru çevirirsin
(197)
Senin aşkın canımdan ateş çıkartır.
Vücudumdan bir avuç kül çıkarır
Gönlümdeki senin sevgi dalını keserlerse,
Her taraftan binlerce dal yeşerir. 
(198)
Gam ağacı canımda kök salmıştır
Allah’ın dergâhında daima inlerim
Azizler birbirinizin kıymetini bilin
Ecel taşa ve insan cama benzer
(199)
Bela senin boyundan bir işarettir
Delilik senin sevdanın bir parçasıdır
Öyle zannediyorum ki seni yaratan
Gizlice seni seyretmektedir
(200)
Eğer beni kovarsan yaralı giderim sen bilirsin
Eğer nihayet beni yakarsan sen bilirsin
Eğer Evlend ile Meymend’i başıma koyarsan
Allah bilir demen sen bilirsin
(201)
Bizi yarattığın günden bu yana
Günahtan başka bir şey görmedim
Ey Allah sekiz ve dördünün hatırı için
Benden vazgeç deve gördüm izin görmedim.
(202)
Hatıra tarlamda gamdan başka bir şey bilmez
Bahçemde matem çiçeğinden başka bir şey bilmez
Benim faydasız gönlüm çölümde
Ümitsizlik bitkisi bile bitmez.
(203)
Ben gözyaşı ateşten olan mumum
Bağrı yanık olan herkesin gözyaşı böyle olur.
Her gece yanarım her gün ağlarım.
Senin yüzünden gecem öyle, gündüzüm böyledir. 
(204)
Bahar gelince her dalda bir çiçek olur
Her bahçede binlerce bülbül olur
Her yere ayak basamıyorum
Benden daha bağrı yanık birisinin orada olmasından korkarım.
(205)
Ey taş yürekli yüreğin bizim için yanmıyor
Hara taşı yanmıyorsa acep değil
Yüreğini yakıncaya kadar yanarım
Ateş içinde yaş odun yalnız başına yanmaz.
(206)
Sensiz kirpiklerimden gözyaşı nemli akar
Sensiz hayat nahlım meyvesiz olur
Sensiz tenha bir köşede gece gündüz,
O kadar otururum ki ömrüm sona ersin.
(207)
Ne mutlu onlara ki Allah yardımcılarıdır
Ve hamd ile işleridir
Ne mutlu onlar ki daima namazdalar
Edebî cennet çarşılarıdır
(208)
Dağdaki laleler bir haftalıktır
Su kenarındaki menekşeler bir haftalıktır
Şehirden şehre sesleniyorum ki,
Çiçek yüzlülerin vefası bir haftalıktır.
(209)
Gönül beladır, ey Tanrı gönül beladır.
Günahı gözler işledi gönül müptelâ oldu
Eğer gözler gözleyicilik yapmasaydı
Gönlüm güzellerin nerede olduğunu nerden bilirdi? 
(210)
Eğer peşinden zavallı bizi çekersen kimden korkarsın?
Eğer küçümseyerek kovarsam kimden korkarsın
Ben bu yarım gönülle kimseden korkmam,
İki âlemin yüreğine sahipsin kimden korkarsın?
(211)
Hurma ağacının dalını dışarıya çıktığı her bağda
Devamlı bahçıvanın ciğeri kanlı olur
Kökünden kazılması gerekir
Meyvesi hep mücevher olsa dahi
(212)
Âşık odur ki daima belada olsun
Eyyüp gibi kurtlara müptela olsun
Hasan gibi zehir kâsesini içsin
Hüseyin gibi Kerbela şehidi olsun
(213)
Ey gönül yolun diken ve çerçöple doludur
Yolun dünya ve feleğin başındadır
Elinden gelirse derini etinden ayır
Belki yükün birazcık hafifler
(214)
Gece karanlık ve çöl diken doludur
Bütün çöl diken ve çerçöple doludur
Bu yolda ışık yoktur
Ne mutlu yükü az olana
(215)
Daima yüze dökülmüş zülfe sahipsin
Birbirine karışmış gül ile sümbüle sahipsin
Saçının o tellerini dağınık yaptığında
Her telde bir yürek asılıdır. 
(216)
Sen ki, boylu poslu ve dilbersin
Sen ki, sürme sürmede, sürmeli gözlüsün.
Sen ki sırtında iki siyah saçın var.
Bana neden avaresin mi dersin?
(217)
Derdim bir tane olsaydı, ne olurdu?
Gamım biraz olsaydı ne olurdu?
Başucumda sevgili veya hekim,
Bu ikisinden biri olsaydı ne olurdu
(218)
İki gözün şarap dolu kadeh olsun
İki zülfün Rey mülküne haraç olsun
Hep bugün yarın vaadinde bulunursun
Bilmiyorum senin yarının ne zaman olacaktır?
(219)
Gönlün hoş sesli bülbüldür ki
Gamdan her sabah inler
Sabah çiçek dalında bülbül şöyle diyordu
Ki ey çiçek vefasızsın vefasız
(220)
Senin zülfünün teli neden lale gibidir?
Neden nergis gibi devamlı naz ediyorsun?
Bir gün aşkıma baş eğmediğin zaman
Ki başında ne kadar uzun senelerin nazı var (derim)
(221)
Ben ne alışveriş fikrindeyim ne de kâr
Yüreğinde ne iyilik var ne de varlık düşüncesi var
Çeşme başı ve su kenarı istemem
Çünkü her gözüm binlerce akan nehir gibidir 
(222)
Ey sevgili can ve gönül sendendir
Bütün gizli olan olmayanlarım sendedir
Bilmiyorum bu derdi kim verdi bana
Yalnız biliyorum ki dermanım sendedir
(223)
Dünya acıları bizim câna nasip oldu
Bizim derdimize rahatlık iksir oldu
Herkes nihayet derdinin ilacını bulur
Yalnız bizim gönüldür ki dermanı beladır
(224)
Daima yüreğim ateş dolu yaştır
Zevk ve sefamın temeli ciğer kanıdır
Sen ki başkası tarafından yüreğin yakılmamış
Bağrı yanıklardan neden haberin olur?
(225)
Mutluyum vatanım dağ zirvesindedir
Dünyayı seyrederim her taraf çimendir
Ne evim var, ne yurdum ne de yuvam
Ölünce kolum kanadım kefenim olur
(226)
Vefasız dünya bize zindandır
Eteğimizin kıymeti gam dikenidir
Eyyüp’ün sabrı ile Yakup’un çileleri
Sanki hepsi bizim canın kısmetidir
(227)
Bütün vücudumdaki bağlar ney gibidir
Daima uzaklık derdin peşindedir
Kıyamete kadar yanıp yanacağım
Kıyametin ne zaman olacağını Allah bilir 
(228)
Meleğe kavuşmaya başlamak ne kadar güzel olur
Senin visalin benim gönlümü avutur
Ey çevik tatlı güzel senin hicranından
Her zaman hasret eli tepemdedir 
(229)
Ne mutlu gamdan hisse almış yüreğe
Vay olsun, gamdan habersiz olan yüreğe
Sevgi piyasasında o insanın geçer parası
Vardır içi daha yanık olsun
(230)
Gecem gündüzüm, gündüzüm gecemden daha beterdir
Karışık bahtım altüsttür
Hicranımdan gece gündüz yaptığım inlemeler
Zavallıların âhı gibi etkisizdir.
(231)
Güneş gibi yüzün alevli olsun
Canıma giren aşk okun daha sıkı olsun
Yüzündeki benin neden siyah olduğunu biliyor musun?
Çünkü güneşe yakın olan daha çok yanar
(232)
Âhımdan yedi çark alev doludur
Eğer ses çıkarırsam ciğer kanıdır
Senin ki gam daha yüreğini yakmamış,
Bağrı yanıkların halinden ne anlarsın?
(233)
Binlerce lale vardır dünyada derler
Eğer hepsini getirip bana verseler gönle ağır gelir
Rengi hoş, kokusu hoş olan kendi lalem
Bütün lalelerden daha üstündür. 
(234)
Gecem, Yelde gecesinden daha karadır
Yüreğimin derdi başka dertlerden daha beterdir
Bütün dertler en son ilaç bulurlar
Bizim kendi derdimizin dermanı esersizdir.
(235)
O sevgilinin kapıdan girdiği gece
Geçmiş ömrüm o gece başa gelir
Her gece sabahlara kadar benim gözüm
Sen gelinceye kadar yola bakar.
(236)
Güzellerin ölümünden sonra çiçek bitmez
Bitse bile ne rengi olur ne de senin gibi kokusu
Kendi kendine bitenden masul alınmaz
Ancak haysiyetsizlik ve kötü nam elde edilir
(237)
Benim gibi hiçbir altın kaba girmemiş
Benim gibi yüreği dört dolu yoktur
Mumdan başka başucumda dostum yoktur
Çünkü bağrı yanığın dostu bağrı yanıktır.
(238)
Sen gelinceye kadar yolunun başında otururum
Sevinç kapısını yüzüme açarsın
Bir gün gelir benim vaziyetime düşersin
Vefasızlığın ne kadar zor olduğunu görürsün
(239)
Izdırap vermek feleğin çarkının işidir
Ki daima benim gözüm tuzla doludur
Zaman zaman ahımın dumanı göklere yükselir
Daima benim gözyaşlarım semen olur 
(240)
Daima yüreğim ateş dolu, gözüm yaştır
Zevk ve sefa ciğer kanı ile doludur
Ölümden sonra kokunu alarak tekrar hayat bulurum
Eğer mezarımın başına yolun düşerse
(241)
Ey felek, niye bana eziyet etmek istiyorsun
Eğer çiçeğim değilsen neden dikenimsin?
Sen ki sırtımdan bir yük almıyorsun
Bu yük içine niye bir şey katıyorsun?
(242)
Gönül senin gamının denizinde yüzmektedir
Benim için hicranımın alameti ciğerimdedir
Gözümdeki kanlı gözyaşı damlarlı
Sanki göz bahçesinin laleleridir
(243)
Cam gibi ince yüreğim vardır
Öyle ki âh çekilince endişe duyarım
Gözyaşım kanlı ise ayıp değil
Ben, kökü kandan olan ağacım
(244)
İsfahan İsfahan nasıl yerdir ki?
Seçtiğim sevgililer vefasız çıktı
Gideyim durmadan Şiraz’a süreyim
Ki her konakladığım yerde yüz tanıdığım vardır
(245)
Bilmezlikten bir çıkmaz yola girdim
Kuyuya düştüğümü bilmedim
Gönlü eve kadar arkadaş olacak sandım
Bilmedim ki yarı yol arkadaşıdır. 
(246)
Daima yüreğim ciğer kanı ile doludur
Daima yüreğim ıslaktır
Yoluna otururum gece gündüz
Belki bir gün yolun bana düşer
(247)
Bahtı ters dönmüş kara bahtıyım
Günü kara olan kara günlüyüm
Muhabbet köyünün mihnet çekeni oldum
Ey sevgili senin elinden gönül kana gark oldu
(248)
Gece sensiz başım yastığa gelince
Kemiğimden ney gibi inleyiş duyulur
Hicran gecesi gözümden gözyaşı yerine
Kirpiklerden ateş alevi çıkar
(249)
Bundan başka bir isteğim yoktur ki
Benim arkadaşım lale yüzlü olsun
Eğer yüreğimin derdini dağlara söylese
Artık dağlarda çiçek bilmesin
(250)
Aşksız yüreğin solması daha iyi
Derdi olmayanın ölmesi daha iyi
Aşk yolunda sabit olmayan vücudun
Zerre zerre ateşte yanması da iyi
(251)
Ben bağrı yanığa lâyık görmüyorsun
Senin âşıklarının divanını okusun
Binlerce defa bile okursan yine az olur
Çünkü sen, uçsuz bucaksız bir denizsin. 
(252)
Bundan eminim ki boş geziyorsun
Bu gezmenden dönmeyeceksin
Benim yüzüme bütün yolları kapadın,
Böyle bir âdete sahip olan sen, nasıl erkeksin?
(253)
Mekânı olmayan bir yerde olan bağışlayıcı
Bütün çiçek yüzlülere gönül şenliği verir.
Halkın gece gündüzünü koruyan sen
Her hareket edene rızık verirsin.
(254)
“Niye kararsızsın?”diyorsun bana,
“Meğer bahar rüzgârının beslediğiymişsin”
“Neden dağda, ovada ve çölde geziyorsun?”(diyorsun)
Senin canına yemin olsun ki iradem elimde değil.
(255)
Zannetme ki bostan benim için daha iyidir.
Kafam meydanda top olursa, benim için daha iyidir.
Sensiz gül bahçesi külhan gibi kapkaranlık görünür gözüme,
Zindan benim için daha iyidir.
(256)
Feleğin adaletsizliğinden dostlar aman
Aman dilemek kıyamet gününde olur
Eğer yakamı yırtarsam yerinde olur
Ki vay gökyüzünün sinirlendiği (gün) bana.
(257)
Sen ki nuş değilsin bana, niye zehirli iğne oluyorsun?
Sen ki yârim değilsin, niye yanımdasın?
Sen ki yüreğimin yarasına merhem değilsin,
Neden yaralı yüreğime tuz ekiyorsun? 
(258)
Ben, o Hemedan’lı beyaz şahinim.
Gizlice dağda yuvam vardır.
Kendi kanaatimle, dağdan dağa uçarım,
Kendi pençem ile av yeri bekçiliği yaparım.
(259)
Boyum daima üzüntü yükünden eğiktir
Benim gibi çile çeken dünyada azdır
Ben hiçbir zaman üzüntüden azad olmadım
Talihsiz yüreğim gam dağıdır.
(260)
Azizim, namertten mertlik gelmez
Dertsizden inleme ve figan gelmez.
Feridun’un oğlundan gerçeği duy
Ki soğuk tandırdan alev çıkmaz.
(261)
Öyle bir ah çekerim ki felek haberdar olur.
Deli olan gönlüm daha deli olur
Bağrı yanıkların âhının yakıcılığından kork.
Çünkü bağrı yanıkların âhı etkili olur.
(262)
İki kirpiğini de zehire bulamışsın
O çenendeki çukurda cadudan
Asılmış olan Harut’un gönlüne sahipsin.
—-
(263)
Gözyaşı incilerim eteğime dökülürse daha iyidir.
Yüreğimin kanı gözümden akarsa daha iyidir.
Senin cevrinden kimseye bir şey söylemem,
Çünkü cevir (hikâyesi) saklı kalırsa daha iyidir. 
(264)
Dostluğun hatırı için kendimi unuturum
Geceleri gözlerimden gözyaşları dökülür.
Kim ki, yüreğinin sırrını halka söyler,
Ya deliliktendir ya da şaşkınlıktan.
(265)
Senin yüceliğin nerede halimden haberdar olur?
Yüreği kanlı olan bu insana nerde rahmet olur?
Sen ki bir zahmet yüreği kanlı olmadın
Nasıl yüreği kanlılardan haberdar olursun?
(266)
Gecem karanlık gündüzüm daha karanlıktır
Karışık bahtım altüst olmuştur
Sağlam kirpik oklarıyla yaralanmışım
Ki her an tesiri yenileniyor
(267)
Beni o zalime götürecek yoktur
O, selvi azada haber götürecek biri yoktur
Bütün güzeller toplansalar bile
Seni hatırımdan silecek biri yoktur.
(268)
Ey Tanrı benim yüreğim al benden,
Çünkü benim gibi hastadan bir fayda olmaz
Bilmiyorum böyle sulu dudakların,
Bu kadar sulu olmasına rağmen neden susuzdur.
(269)
Eğer benimle, şefkatli olmayan şefkati olmuşsa,
Neden gözlerimden kan dökülsün?
Eğer gönlümü çalan bana yâr ise
Neden, bedenimde ne vücut var ne de can? 
(270)
Bağ ile bostanda laleler açmıştır.
Bütün asmalar jale gibi açmıştır
Eğer ben kervanı Horasan yoluna bıraksam
Bengal’e doğru yönelir.
(271)
Bir dilberin tuzağına gönül müptela olmuş ki
Ayrılığı da beladır, visalin de beladır
Bu viranede dilhûndan başka bir
Yürek deme sanki Kerbelâ çölüdür.
(272)
Benim göğsümde gam yer etmiştir.
Baykuşun viranede yer ettiği gibi
Ey felek benim bu yoksun yüreğimde
Her ne kadar kesende bu gamdan varsa koy.
(273)
Ey felek benim gibi küçük düşmeni Allah’tan dilerim
Yüreğin benim yüreğim gibi kanda boğulsun dilerim
Eğer beni bir an üzüntüsüz görürsen
Eminim ki gamdan kahrolursun
(274)
Her zaman beni Elvend dağının eteğine oturtursan
Eteği her iki âlemden çekersin
Elvend yolundan kanlı gözyaşı saçarım
Ta sevgilinin ayağına saçılıncaya kadar
(275)
Dünya sofradır insanlar ise misafir
Bugün lale olur yarın ise hazân olur.
Karanlık bir çukur kazarlar, adını da kabir koyarlar
Bana derler ki budur senin evin. 
(276)
Ben her akşam ve her sabah ağlarım
Öyle ki her köşeden sular akar
Zavallı ben, kavuşma bahçende
Ne kadar lale ekersem, hep diken biter
(277)
Talihimden yüreğimden inleme çıkmıyor
Benim yaş kirpiklerimden şebnem çıkmıyor
Seni rüyamda göreceğim bir gece gelmedi
Talihimden gözüme uyku girmiyor
(278)
Gözyaşı ile gözümün yaşlı olmadığı bir gece yoktur
Ciğerimin kanlı olmadığı bir gece yoktur
Gece ve gündüzüm inleme ve yakarış ile geçiyor
Sen benim halimden habersiz rahat uyuyorsun
(279)
Sabahları bülbül çiçeğe geldiği zaman
Gözümün yaşı çiçeğin eteğine gelir
Gidip çiçeğin yanına fidan ekerim
Öyle ki her bağrı yanık harekete gelir
280)
Dünya malının hepsi yanmalıdır
Dünya malından göz çevirmelidir
Bu gün yüreğinde olan dert ile gamı
Mahşer günü için toplamalısın.
(281)
Dünyada hiç kimse kalmalı değildir
Kimse dünyaya eteğini sermemiştir
Azizim hep ‘’Lâtaknaku’’ okuyorsun
‘’Ya Mevlana ‘’ okumamalı mıdır? 
(282)
Benim yüreğim gam ateşi ile yanmalıdır
Canım aşk ateşiyle inlemelidir
Bağı bağlamayan kefenler
Şahlar ve dilenciler için aynıdır
(283)
Derdi olmayanın ölmesi daha iyidir
Dert ile aşkı olmayan yüreğin solması daha iyidir
Sabahları bülbül çiçek dalında şöyle diyor ki,
Kimin aşkı yoksa ölse daha iyidir.
(284)
Gönül senin gamından altüsttür
İki gözüm ciğer kanı ile doludur
Aziz sevgilisi nazlı olan herkesin
Yüreği üzüntülü canı alevli olur
(285)
Ne söylerim her ne söylersem sendendir
Az ve çok söz seninledir
Denize cevher çıkarmak için girdim
Her gördüğüm cevherde sen vardın.
(286)
Senin karanlık geceni göreyim sonra rica edeyim
Dünya ve hayat senin yaratılışından hayat buldu
Gezen Tahir’den hakikati dinle
Bir kez yaratılan canlı dünyayı gez
(287)
Senin sümbülün Çin esansından daha siyahtır
Binlerce yürek kakûlüne bağlıdır.
İnleyişlerim yüreğine yol bulmuyor
Sanki yüreğin Hara taşından daha serttir 
(288)
Lalelerin devri bir haftalıktır..
Çünkü bahar mevsimi bir haftalıktır.
Aziz sevgilinin visalini ganimet bil.
Çünkü sevgililerin yüzün görmek haftalıktır.
(289)
Sana yakınlığı daha çok olanın yüreği
Senin uzaklığından daha çok yaralıdır.
Eğer bir defa senin kirpiklerinin görürsem.
Canıma, yüz binlerce neşter gibi olur.
(290)
Öleyim ki sen göz görmeyesin
Ateş dolu ah alevini görmesin
Aşk ateşinden öyle yanarım ki,
Benden kül rengi görmeyesin.
(291)
Yüreğim bülbül gibi güle hayrandır
İçim ağaç gibi kökü çamurdadır
Erguvana benzeyen kanlı yüküm var
Nahl ağacının meyvesi gönlümün kanı gibidir.
(292)
Eğer soruyorsan halim haraptır.
Eğer soruyorsan ciğerim kebaptır
Sen ki gidip yeni sevgili buldun.
Eğer soruyorsan kıyamet günü de hesap vardır
(293)
Ara sıra seni hayal ediyorum
Eğer beni istemezsen felaket olur
Sen ki beni kana bulamışsın,
Siyahın üstüne başka bir renk yoktur. 
(294)
Ey benim yeni yetişmiş sevgilim,
Ey benim gözünden sürme akan sevgilim,
Tahir’in nefesi göğsüne yetişmiştir
Ölüm anında azizim nerdesin?
(295)
Senin yüzün güneşten daha parlaktır.
Aşk okun canıma daha çok girsin
Senin siyah benim, benim yıldızımdır,
Ey sevgili benim yıldızım daha yanıktır.
(296)
Beni deli ve meftun eden sensin
Beni avare ve rezil eden sensin
Yüreğimin nerde olduğunu bilmiyorum
Sadece bunu biliyorum ki onda sen varsın. 
Baba Tâhir Uryân

Nar Taneleri

Bir zamanlar, bir narın ortasında,
her şeyden habersiz yaşarken ben,
bir gün, bir nar tanesinin,
“Gün gelecek bir ağaç olacağım,”
dediğini işittim,
“Gün gelecek bir ağaç olacağım
ve rüzgâr şarkı söyleyecek
dallarımın arasında;
dans edecek gün ışığı
yapraklarımın üstünde;
bütün mevsimler boyunca güçlü
güzel ve görkemli olacağım.”

Bunun üzerine, bir başka nar tanesi,
“Senin kadar genç olduğum günlerde,”
diye söze karıştı,
“ben de hayaller kurardım böyle;
ama olup biteni, geçmişi, geleceği
ölçüp tartabiliyorum şimdi
ve görüyorum ki, boşmuş, boş,
boşun boşu,
ümitlerim de hayallerim de.”

Sonra bir üçüncü nar tanesi
karıştı söze,
“Hiçbir şey görmüyorum ben,” dedi,
“hiçbir şey, bu tıkış tıkış
ve tekdüze hayatta-
öyle büyük, öyle parlak falan
bir gelecek vaat eden.”

Bir dördüncü nar tanesi,
“Fakat, parlak bir gelecek umudu
olmadan da, düşünsenize,” dedi,
“ne kadar manasız olurdu hayat.”

Beşinci nar tanesi,
“Niye tartışıp duruyorsunuz,
olacaklar hakkında
böyle boş yere,” dedi,
“anlam veremiyorum buna, doğrusu,
daha bilmezken şimdi ve burada
ne olduğumuzu.”

Fakat sohbet böyle felsefi
boyutlara varınca
altıncı nar tanesi:
“Şimdi neysek,” diye açıkladı fikrini,
“gelecekte de öyle
sürdüreceğiz, bence,
neysek, o halimizi
ve bu, hiç yoktan daha iyi.”

Yedinci nar tanesi,
“Gelecekte hayatın
ve onu bu tohum ambarından
dışarı taşımanın
yolu olabilecek
çok parlak bir fikir var
aklımın ucunda, fakat,” dedi
“bir türlü sözcüklere
dökemiyorum onu.”

Böyle, böyle tartışma kızıştıkça kızıştı,
sekizinci, dokuzuncu, onuncu,
derken bütün nar taneleri
tartışmaya karıştı
her ağızdan bir ses değil,
sanki birkaç ses birden
çıkmaya başladı bir an
ve ben söylenenlerden artık
hiçbir şey anlamaz oldum.

Bunun için de, tuttum hemen o gece
taşındım bir ayvanın içine,
Birkaç çekirdek vardı
ayvanın ortasında sadece;
ve ortalık sessizdi,
sessiz ve çürüyecek kadar rahat,
sanırım, bu nedenle.

Halil Cibran
-Kaçık-
Çeviri : Cahit Koytak

zeynepnazan

Güz Klasiği

Şehri terleterek dolaşmanın ne sakıncası olabilir
Önemli olan çıkabilmektir kalabalıkların arasından
Orada bir güz klasiği eşliğinde ikindilerin o korkusuz
O mahir o cüretkâr aşka müptela duruşlarında
Şehre dair çok şey vardır mutlaka.

Beni en çok çağıran o ses alakadar ediyor
Çarşıdan geçerken mütemadiyen arkama dönüp
Uzaklaşan sevgilinin gölgesini bulmaya çalıştığımda
Her şeyden bir nişan taktığımda o uçarı ceylanın
Bakışlarında çok şey vardır mutlaka.

Ne olursa olsun yürümeyi sürdürmenin önemi ortada
Bir cihangir gibi dolaşmanın bir derviş gibi oturmanın
Şehri boydan boya iyiliklere boyamanın ne kadar elzem olduğu ortada.
Yüzümdeki ifadeyi anlamışsınızdır
Şehre dair çok şey vardır mutlaka.

                                                                                                         
11Ocak.2001
Nurettin Durman

Allaha Sözü Var Bu Çocukların

İşe bakın hele siz gözyaşı damlasını
Dünya güzeli bebeğin yüzüne konmuş
Ölmesi benziyor ayın yüzüne
Alayı semada dahi dünyada
Bir imdat sedası bir yardım eli.

Bu dünya böylesi sağır ve dilsiz
Şeytan girmiş meğer bacadan açık
Bizim kardeşlerden hiç yok bir haber
Finansı, cirosu, kat kat arttıkça
Kendine Müslüman oluyor hacı.

Çocukmuş can cağız kumlar içinde
Oyunmuş meğer namlunun ucu
Hedefi bulmakta ne kadar mahir
Yeter ki vicdanı kurumuş olsun
Allaha sözü var bu çocukların.

Esef ile insan kıran bir zamana yetiştim
Ölümüne oynanan bu oyundan meğerse
Çocuklara düşmüş piyangonun büyüğü
Silahları çok olanın daha çoktu şöhreti
Ölüm tarlasını verir hediye.

Nurettin Durman
20 Temmuz 2014

Mevsim Dönüyor

Bir ara çay içelim oturup sahilde şöyle
Beylerbeyi mesela deniz olsun görelim
Uzunca seyredelim derin gölgeli zaman
Nereye bakar aklı nereden çıkar duman
Dalgacıkları olsun karşı yakadan bari
İşte böyle azizim çayların demi falan
Güzel günler bakarsın geliverir ardından.

Denizi biz burada ara sıra cam önü
Köy kahvesi olur ya nihayet mekânımız
Köylü deyip geçmek mi azizim olmaz öyle
Köylerimiz olmazsa ne olur ahvalimiz
Şehir bizi yoruyor acımıyor baksana
Stresine hele bak karmaşanın içinden
Çapul gibi parlıyor bakışları aniden.

Böyle olmasın sakın dedimse de nafile
Kimseler dinlemiyor zaten dediklerimi
Bir selam bir tebessüm bir merhaba ile
Gönül genişliğinde bir muhabbet edelim
Nasıl bakabilir yoksa başkasının yüzüne
Birbirine uzak yapyabancı dünyalar
Gücenik rüya gibi dolaşırsa insanlar.

Şaştım kaldım burada
Neden acıları milletin
Ölümleri kırımları bitmiyor.
Böyle böyle dert ortağı oluruz azizim
Dünya nedir, insan kim, burada işimiz ne?

Nurettin Durman

6 0cak 2014

Gönül İşleri

Başlı başına nokta şimdi kendine heves
Bir adı olsun artık desin ki böyle midir?
Ne zaman düşer gölge düşer merhamet
Diyeyim şimdi işte dünyanın ahengine ses
Bileyim kalp atışı bileyim derdim nedir
Önemli olan zaten gönül gözü olmaktır
Yoksa başka yolları mubah edip kendine
Eni sonu bilinmez karanlığa koşmaktır
Dünya hali meşakkat bilinmez sırlar ile
Sabır metanet ile biraz zahmet lazımdır.

Ne kadar tuttum seni bağrım yanacak diye
Yangına daha neler vermezdim göze gelse
Bunu elbet burada aşkla doğacak sözden
Çıkarmazsa aklından bundan gafil olmayan
Budur bütün marifet gönüle girmek neyse
Gönlünü yakıp yıkmak çare değildir elbet
Gönülden başka bahçe yoktur derdi olana
Ne vakit yağmur yağar güller açar ardından
Bir serin rüzgâr ile her taraftan bir hayret
Nihayet bir ferahlık bir muhabbet lazımdır.

Nurettin Durman
27 Ocak 2013

İkindiüstü Üsküdar

Bulaydım orada bir yerde ortasında şehrin
Ki şehre koşarak gelen adamı da düşündüm
Düşündüm de böyle oldum böyle gün ikindi
Vakit serseri bir kurşun gibi akıp gitmekte
Ben zarif bir halden zarif bir adamdan şiirler
Martılar ne güzel dalıp denize kanat açarak
Bir şairin selamıyla kelamıyla dalgalar.

Sevgilim bu dedim yaşıma başıma bakmadan
Çünkü öyleydi zaten sevgilimdi büyüdükçe
Beraber büyüyünce çocukları büyütünce
Ve tabii bu şehri büyütünce ellerimizde
Ne var ki serseri bir kurşun gibi vakitlerden
Ve vapurlardan, otobüslerden, yokuşlarından
Şehrin kaç yüzü varsa hepsini alıp yanımıza.

Şehri sevdik mi sevdik tabii sevdiğimiz gibi
Bir yağmur ıslanması eski sokak çarpması
Ne bileyim işte böylece geçip gidiyor derken
Evet, geçip gidiyor kalbimizi yaralı bırakarak
Çünkü böyledir hazırlanmaya doğru bir adımla
Eyvallah dedim güzelleşecek sonunda hayat
Eyvallah dedim öleceğiz nasıl olsa.

Nurettin Durman
29 Kasım 2012

Gökten ve Denizden Daha Güzelsin

insan sevdi mi gitmeli
ayrıl karından ayrıl çocuğundan
ayrıl dostlarından kadın erkek
sevdiğinden ayrıl sevgilinden ayrıl
insan sevdi mi gitmeli

yeryüzü kadın erkek zencilerle dolu
kadınlar erkekler erkekler kadınlar
güzel mağazalara bak
bu araba bu erkek bu kadın bu araba
ve bütün güzel mallar

hava da var yel de
dağlar su gök toprak
çocuklar hayvanlar
bitkiler ve taşkömürü

öğren satmayı almayı bir daha satmayı
al ve boyuna al ver
insan sevdi mi bilmeli
yemeyi içmeyi şarkı söylemeyi koşmayı
ıslık çalmayı
çalışmayı da öğrenmeli

insan sevdi mi gitmeli
ağlama gülerken
memeler arasında barınma
soluk al yürü al başını git

güzelce yıkandım ve bakıyorum
ağzı görüyorum bildiğim
eli bacağı gözü
güzelce yıkandım ve bakıyorum

orada hep yeryüzü bütün
şaşırtıcı şeylerle dolu yaşama
eczaneden çıkıyorum
yeni tartıldım daha
80 kilo çekiyorum
seni seviyorum.

Blaise Cendrars
Çeviri: Sait Maden

Fiyakalı Aşıklar Cemiyetinden Bir Müzeyyen

-Kızın ağzını neden kestin?

-Talihsizlik.

-Yanlışlıkla mı oldu?

-Yok, ekmek almaya gelmişti.

-İnsan ekmek almaya gelen birinin ağzını yanlışlıkla keser mi oğlum?

( Yerinden kıpırdamadan gözlerini bir zıpkın gibi hâkimin gözlerine sapladı.)

-Onun başına gelen en talihsiz şey, ben birilerini sevmeye karar vermişken bakkala ekmek almaya çıkmasıydı hâkim bey. Daha önce o küçükken anası ölmüş. Ama bu talihsizlik sayılmaz çünkü analarımız sandığımız kadar fiyakalı kadınlar değildir. Öyle olsaydı bu kadar kötü insan dolaşır mıydı sokaklarda?

( Derin bir nefes aldı cigarasından. İçmeden konuşturamıyorlarmış onu.)

-Mahpustan yeni çıkmıştım o zamanlar. 1 sene evveldi. 23 yaşındaydım. Pek fiyakalı olmayan anam ben çıktıktan 10 gün sonra ölmüştü. Bana artık kimseyle kavga etmememi tembihlemişti. Oysa ne bilsin gariban ben kavga etmekle kalmıyor canlarını alıyordum onların. Pişman mıyım diye sorarsan değilim hâkim bey. Kötülerin bu dünyada yaşamasına siz tahammül edebilirsiniz ama ben edemem. Gözümü kapatıp yatağımda rahat edemem. Nerde bir şerefsiz görsem gırtlağını oracıkta keserim. Ama anam iki elim yakanda demişti, yüzüme şefkatle dokunarak. Söz verdim ben de ona. Söz bir, Allah bir hâkim bey. Biz Allah’tan korkan adamız.

( Allah’tan ve annesinden bahsederken o gür sesi daha kısık çıkıyordu.)

-Artık birilerini vurmayacağım madem birilerini seveyim dedim kendi kendime. İkisi başta aynı şey olmasa da sonda aynı şeydir. O an karşıma kim çıksa severdim yani hâkim bey. O çıktı.

-Gencecik kız, beyaz bir bluz, çiçekli yeşil bir etek giymişti. Saçlarını salmıştı kıvır kıvır. Gözleri zeytin gibi kocaman. Sanki göz bebeklerine kaçak elektrik bağlamışlar, bol keseden ışıl ışıl. Elinde iki kuruş, ekmek almaya gelmiş. Bende oturuyorum bakkalın önünde. Kafamı çevirdim hemen. Başkasının manitasıdır, karısıdır yakışmaz bize. Biz delikanlı adamız hâkim bey. Ekmeği alıp çıktı bakkaldan. Poşeti tutayım derken elindeki parayı düşürdü. Para yuvarlanıp benim kunduramın dibinde durdu, talihsizlik işte dedim ya. Eğildi aldı parayı, saçlarının kokusuyla karışık sıcak ekmek kokusu doldu ciğerime. Eğildiği için; terlemiş, henüz yeni büyümeye başlayan diri göğüsleri gözüme çarptı. Mahpusta kadına aç kalmışız hâkim bey. Siz fosforlu ağabeylerimiz gibi kadına doydum ayaklarına yatmayız biz. Hem kim kadına, sevdaya doymuş. O sırada bana gülümsediğini fark ettim. Gülümsemek dediysem bu senin bildiklerine benzemiyor benim bildiklerime de benzemiyordu, o an karşımda soyunsa gülüşünden başka şeyine bakamazdım inan. Ayak parmağının ucundan bütün bedenine yayılırcasına gülümsedi. İnsanın neresiyle gülmesi gerekiyorsa orasıyla gülüyordu işte.

( Hâkim beşikte masal dinleyen bir çocuk gibi kocaman açmıştı gözlerini. Bu benim ilk davamdı ve sanık arasan bulunamayacak cinsten bir adamdı.)

-Ben gülümsemedim ona hâkim bey, çevirdim yüzümü. Başkasının sevdiğidir, karısıdır delikanlı adamız biz.
Doğrulmak için elini dizime koydu. Küçücüktü elleri. Dondum, yüzüne biraz kızgın baktım. Saçlarını yüzüme savurup
kırıta kırıta yürüdü sokakta. Köşeye gelince döndü, ben bakakalmışım tabi ardından. Tekrar aynı bayık gülümsemeyi savurup kayboldu gözümün önünden.

( Adam gülümsüyordu bu son cümleyi kurarken. Hem de en az kız kadar güzel bir şekilde. Gömleğimin üst düğmesini açtım, göğüslerimi bir adım öne çıkararak dinlemeye devam ettim. )

-Bu böyle devam etti, aynı mahallenin insanıydık. Her karşılaştığımız yerde gözlerime bakıp güldü. Bana güldü diyorum hâkim bey, anlıyor musun?

( Hâkim olayın akışına o kadar kaptırmıştı ki kendini neredeyse anlayacaktı adamı. Ben de adamdan baya bir etkilenmiştim. Beni fark etmesi için saçlarımı açıp savurdum ama o cigarasından bir nefes daha alıp konuşmasına devam etti.)

-…

-Köpekleri bilir misin hâkim bey?

-…

(Hâkim köpekleri elbette biliyordu.)

-Köpeklerin gözlerine bakmayacaksın. Köpeklerin gözlerine uzun uzun bakarsan seni ısırırlar. Neden biliyor musun? Çünkü onların gözlerine bakmak onlara savaş açmak demektir. Yürüyüp gideceksin yanlarından.

-O benim gözlerime baktı. Uzun uzun. Aralıksız. O bol keseden ışıklı gözleriyle benim gibi bir sokak köpeğine açık açık savaş açtı.

Gittim adını öğrendim mahallenin çocuklarından. Müzeyyen demişler adına. Annesi o çok küçükken ölmüş. Babası uzun yol şoförü, ayda yılda bir gelir. Halasının yanına vermiş Müzeyyen’i. Ben mahpustayken taşınmışlar buraya. Mahallenin oğlanları erkekliğe adım atmak için ilk başta sünnet olur sonra Müzeyyen’e âşık olurlar diyor çocuklar.

(Hakim ne Müzeyyenmiş be dedi içinden muhtemelen. Ben başka bir düğmemi açarken öyle demiştim çünkü. )

-Ama Müzeyyen sevmezmiş kimsecikleri, kendini sevdirirmiş sadece. Müzeyyen el kadar kız hâkim bey. Anasının kendisine veremediği sevgiyi mahallenin sokaklarından toplar durur. El kadar Müzeyyen kız doymak bilmez ama hâkim bey. Ne yapar onca sevgiyle bilmem.

( Müzeyyen’e bir an için merhamet edecekti ama cigarasından bir nefes alınca kendine geldi. Göğüslerimi geri çektim, bir düğmemi ilikledim. Artık soyunsam bile beni görmeyeceğine emindim.)

-Ben sevgisini belli edebilen adam değilim hâkim bey. Anam için mezarlığın kapısında ağlar öyle giderim mezarının başına. Görmesin ağladığımı, serde erkeklik var. Müzeyyen de bilmedi onu sevdiğimi başlarda. Oysa o köşeden çıkar çıkmaz sevmiştim ben onu. Böyle işler fosforlu camialardaki gibi zamanla olmaz bizim burada hâkim bey, biz bizzat ve çabucak severiz. Çünkü insan hemencecik sevmeyip bir saniye bile düşünürse işin içine akıl karışır. İşin içine akıl karışırsa insan sevmez hâkim bey. Neden mi? Çünkü bir insanı sevmenin akla mantığa uygun bir yanı yoktur. Sevmek bir andır hâkim bey. Sizin gibi fosforlu abilerimiz uzun zaman içinde sevmeye cabalar, bizse görür görmez hatta görmeden önce sevmeye başlarız kadınlarımızı.

( Salonda inanılmaz bir sessizlik vardı.)
Ağlamak için duruşmaya 5 dk. ara verildi.

( 5 dk. aradan sonra yüzünde garip bir kararlılıkla yerine döndü. Hâkimin merakı gözlerinden okunuyordu. Bense ağlamış, gözlerimi ondan kaçırmaya çalışıyordum)

-Devam et oğlum, kızın ağzını neden kestin?

-Çünkü onun ağzı gözleriyle aynı dili konuşmuyordu hâkim bey. Gözlerin tek bir dili vardır ve o dili herkes bilir. Ama ağızlar öyle mi çeşit çeşit dilleri var. Ben onun ağzının dilini bilmiyordum hâkim bey. Ben bilmediği şeylerden korkan adamım. O bana büyük bir muallak sundu. Bir insana yapılabilecek en büyük vicdansızlıktır bu. Yetim hakkı gibidir hâkim bey. Çünkü bilinmezlik içinde sonsuz şeyler barındırır. Milyonlarca eşit ihtimal. şu kafamın içinde ne yapacağını bilmeyen aklımı karıştırmaya ne hakkı var el kadar Müzeyyen’in. Bana gülmeyecekti hâkim bey.

Bir gün önümden geçti görmedi beni. Takip etmeye başladım yavaşça. İsmail’in tuhafiye dükkânının önünden geçti. İsmail kart zampara hâkim bey. Allahsız herifin teki. Sorsanız herkes sever onu. Ama herkesin sevdiği insanlarda bir yanlışlık mutlaka vardır. İsmail yanlış adamdı hâkim bey. İsmail’e dondu sacını savurup güldü ona da. İsmail durur mu allahsız, başıyla gel dedi ve göz kırptı el kadar Müzeyyen’e. Yürüdü Müzeyyen girmedi içeri. Kırıta kırıta yürüdü.

Pesinden gittim boş bir sokakta kıstırdım. Yine öyle gülüyordu ben saçından tutarken. Gözündeki ışık hiç mi eksilmez bir insanın hâkim bey. Unutturmadı ama ışıklar yaptıklarını. Çıkardım çakıyı cebimden. Saçlarını şefkatle seviyordum bir yandan. Dudaklarını aralayıp beni öpmek için uzattı. O anda iki dudağının arasına geçirdim çakımı. Bir çırpıda çektim. Çakıdaki kanı ellerimle temizleyip gittim. Kimsenin kalbine yalan yere gülmesin diye çektim, bütün kandırılmışlar için çektim, el kadar Müzeyyen İsmail’in kapısından içeri bir daha girmesin diye çektim. O daha çocuk öğreneceği çok şey var. Yoksa kalbine saplardım o çakıyı. Ama ben insaflı adamım hâkim bey.

( Hakim adama hak vermemek için ellerini sıktıkça sıkıyordu.)

-Ben duygusal adamım hâkim bey ismim Tahar. Babamı annemin parmağını kırdı diye 13 yasımda şah damarından bıçakladım. Bunu kimseye anlatmadım, yasalar hakim bey benim kadar duygusal değil. Borsalar ve Müzeyyen’ler hiç biri değil.

(Deyip kustu. Çok fazla cigara içmişti. Birden elinde sakladığı çakıyı gözlerimin içine bakarak şahdamarına sapladı. Yere yığıldı. Gülümserken kanla beraber ağzından son bir cümle daha çıktı)

-Rüyalarım kendini gerçek sanıyor hâkim bey bir şeyler yapamaz mısınız?

Kader Büyükbingöl