Eylül; Belki Son

güller vazgeçti, çocuklar büyüdü
kuzeydeki vadiden geldi eylül
belki birkaç sıcak gün daha
sabahlarında üşüdüğüm

epey uzağımda kaldı içimden geçen yol
okunmuş bir kitaba kimseler dokunmuyor
sığlaştı yüzümdeki gamze, kuytularım boşaldı
toprak sert, yeni bir cümleye başlamak zor

bacasındaki duman, duvarına yaslanmış ağaç
bozmuyor kırdaki evin yalnızlığını
akşam, ölü kuşlar gibi düşüyor bahçeme
gece omzumda uykusu ağır, yorgun bir kızın kolları

yaprakları anlıyorum, yere yaklaşan
gökyüzünün dilini çözdüm
geçtiğim yerdeydi cennet, şimdi
buz tutmuş bir cehennemi yürüyorum

güller vazgeçti, çocuklar bekliyor

Nuri Demirci
nuri+demirci Eylül; Belki Son

Şiirin Dip Sularında

1
Yeni bir dize’yi pencereden uzatıp, güneşe doğru
tuttunuz mu akşam üzeri, hava esintiliyse eğer,
pır pır ettiğini görürsünüz ışıltılar saçarak yer yer.
Kimi kez elinizden kaçtığı da olur; tepe, göl, koru,
tarlalar, karşı dağlar derken bulutlara karışır gider.
Boş kalır şiirdeki yeri. Artık dilinizde bir soru :
Nerde benim düş kelebeğim, ışıktan kuşum? Neydi zoru?
Yokluğunu gidermek için ararsınız yeni bir şeyler.
Zaman geçer. Bilinmedik bir yerde, umulmadık bir gün
Üstünüze bir ışık düşer, aydınlanır çevreniz bütün:
yüz güneşin hep birden at sürdüğü aynaya döner deniz.
Bir de bakarsınız gökten aşağı bin kollu bir avize :
sayısız billuruyla parıltılar saçan o yitik dize!
Der gibidir size: Her zaman bu şiirin bir yerindeyiz!

2
Kendi yolumu bulurum, düşünme beni;
her sözcüğün arasından, ağaç, kor, sülün,
serçe… kolayca geçerim, serin, mor, yeni..
ne gelirse aklına … Bak, diken’in, gül’ün
bütün dönemeçlerinde ayak izim var.
Yolda bulduğum her şeyin tadına baktım,
acı’nın liflerini çiğnedim; korkular
şarap tadındaydı, hüzünler elma… Atım
ürktü kimi sözcüklerden, zora düştüğüm,
yol değiştirdiğim zamanlar oldu. Gök, düğüm
üstüne düğüm atlı geçmeyeyim diye
dağın ardına. Olsun. Ben oradan gelen
iniltileri dinledim, sık sık yükselen
çığlıklar, ağıtlar duydum. Dönmem geriye!

3
Ne bekliyorsun? Uyak mı bekliyorsun burada
yağmur bekler gibi kaç gündür?
Bak, bulutlandı yüksekler, umut kesme, incecik
bir çisenti başladı bile.
Dur, ne diye kenti çisenti’ye uydurdun? Gerek
yok daha. Az sonra her yeri
bir engerek gibi sarar yağmur; gündelik sofra
çamurla örtülür üstelik.
… Her yer su dolu, delik deşik. Gideceğin yolu
bulamazsın bu karanlıkta.
Bize buyur. Aralıkta çıkarırsın üstünü,
dinlenirsin. Uyak ararız
birlikte. Gerekirse tuzak kurarız en uzak
yerlere. Bana bırak o işi.

4
Bu şiirde her dize’nin
çizdiği gizli eğriler
üst üste gelince, senin
yollarını birer birer
düğümleyecektir, sevin,
düşünde beyaz gemiler
yüzen uzak bir kimsenin
uykusuna. Bir el siler
gibiyken o eğrileri
var hızıyla, ayrı bir el
uzanıp ileri geri
saracak seni bir mumya
sarar gibi, öyle güzel,
yok olacak eski dünya.

5
Korkular ne renktedir, düşündün mü hiç,
ayva sarısı mı, üvez renginde mi,
küf yeşili mi yoksa? Ya senin sevinç
çığlıkların sülün kuyruğu, kuş yemi,
serçe göğsü renginde mi? Ben öpe öpe
bakıyorum her şeyin tadına. Tanrı
ne renkte, senin renginde mi, körpe
kuzukulağı renginde mi? Dağları
örten şu kızıl akşam sisleri, kuşku
mu yoksa acı mı? Mor kanatlı bir uyku
dönüp duruyor havada, narçiçeği
gökyüzü bir benim yüzüme benzerken
bir senin yüzüne… ben bunları derken
nasıl açıyor bulduğum renkler gerçeği!

6
Bir sözcüğü değiştirmek istersiniz de
bozarsınız ya kapanmış bir dize’nizi,
çözüp yolu düğümünden, çözüp denizi
halatından ağır ağır, içerinizde
uzun bir geziye çıkıp, şu liman senin,
bu liman benim gidersiniz ya, derken
yeni bir yığın sözcükle kabarır yelken;
hangisini isterseniz alın, kimsenin
bilmediği bir düşte avuç avuç yıldız
ya da kucaklar dolusu gül topladınız
dizenizde boş kalan yere. Sizin bunca
çabanıza karşın, o da ne? eski sözcük,
gözlerinin içinde hınzır bir gülücük,
uzanmış kendi yerine boylu boyunca!

7
Bir sözcüğün içinden geçiyoruz seninle,
ufacık bir sözcüğün, yaprak gibi, kırlangıç
gibi… ilerden gelen şu çağıltıyı dinle
karanlıkta: Derin bir suyu usta bir dalgıç
gibi geçmemiz gerek…
Evet, şimdi sivri, sert
taşlara sürtünerek gideceksin. Mağara ;
gibi bir yer burası. Bir uğultu var, evet,
ateşböcekleri var, gözler var, ara ara
yanıp sönen… Güç adım atıyoruz yapışkan
çamura bata çıka … Ansızın ilerde kan
rengi yapraklarıyla yükselen bir ağaç, ve,
üzerinde bir yığın insan yüzü, tek meyve…
Korkma, yolun sonuna az kaldı, Şu burgacı
aşınca kurtuluruz.
– Neydi bu sözcük?
-Acı

Sait Maden

sait+maden Şiirin Dip Sularında

Kan ağlasın bu dide-i dür-bârım ağlasın

Kan ağlasın bu dide-i dür-bârım ağlasın
Ansın benim o yâr-ı vefâ-dârım ağlasın
Çeşm ü dehân u ârız u ruhsârım ağlasın
Baştan başa bu cism-i siyeh-kârım ağlasın
Ağyârım ağlasın bana hem yârim ağlasın
Gûş eyleyen hikâyet-i esrâr’ım ağlasın
Nâ-dide bir güher telef etdim dirîg u âh
Hâk içre defnedüp gerü gitdim dirîg u âh

Zât-ı şerifi âleme bir yâd-gâr idi
Fakr u fenâ vü aşk u hüner-ber-karâr idi
Her şeb misâl-i şem’ benim ile yanar idi
Sâye gibi yanımda enis-i nehâr idi
Hakka tamâm âşık idi yâr-ı gaar idi
Birkaç zaman muammer olaydı ne var idi
Allah verdi aldı yine kurb-i hazrete
Biz kaldık intizâr ile rûz-i kıyâmete

Ahir nefesde sohbeti oldu mahabbet âh
Bir yâre urdu bağrıma âh derd-i firkat âh
Gelmezdi hiç kalb-i fakire bu sûret âh
Ey kâş etmeyeydim o âşıkla sohbet âh
Yakmazdı belki cânımı bu nâr-ı hasret âh
Telh etdi kâmımı o zehr-nâk şerbet âh
Eyvâh elden o gül-i handânım aldı mevt
Esrâr’ım aldı cümle dil ü cânım aldı mevt

Olsun mübârek ol mehe kabr-i saâdeti
Mevlâ müyesser ede makaam-ı şefâati
Bitmiş ne çâre dâne vü gelmişdi sâati
Dehrin budur hemişe muhîbbâna âdeti
Tefrik içündür etse de izhâr vuslatı
Zehri yutulmaz ağza alınmaz harâreti
Ben gördüğüm bu dâr-ı fenânın fenâsıdır
Baakî hûdâ rızâsı bekaa hâk bekaasıdır

Meydân-ı mevlevide nişân âşikâr edip
Pervâz ederdi şevk ile ankaa şikâr edip
Eylerdi nây u defile semâ’ âh u zâr edip
Bulmuşdu kân-ı matlabı hak’da karâr edip
Almışdı müjde kûyuna yârın güzâr edip
Gitdi ne çare galib’i hasretle yâr edip
Olsun visâl-î hazret-i pirânla kâm-yâb
Kıldı karîn’i kabri fasîh-i felek-cenâb

Şeyh Galip

(Şeyh Galib’in çok sevgili arkadaşı Esrar Dede’nin ölümü üzerine yazdığı mersiye)

esrar+dede Kan ağlasın bu dide-i dür-bârım ağlasın

Geh kar yağar idi geh karanlık

101. Sihr ile yağar o deste âteş / Gâhice de ef’i-i münakkaş
101. Büyüyle o çöle ateşler, bazen de nakışlı ejderhalar yağarmış.

102. Allâh muîn olup geçersen / Kalb şehrinin âbını içersen
102. Allah yardım eder de geçer; Kalb şehrinin suyunu içersen,

103. Kıl andaki kîmyâyı hâsıl / Gel bunda ol işte Hüsn’e vâsıl
103. Ordaki kimyâyı elde edip buraya gelirsin; işte Hüsn burada; gel ona kavuş.

Sefer kerden-i Aşk be diyâr-ı Kalb ve ser-encâm-ı vey 
Aşk’ın Kalb Ülkesine Gitmesi ve Burada Başına Gelenler

104. Aşk oldu bu müjdeden ferah-nâk / Bin şevk ile etdi câmesin çâk
104. Aşk bu müjdeye sevindi; binlerce sevinçle coştu, elbisesini yırttı.

105. Fi’l hâl sorup diyâr-ı Kalbi / Tutdu reh-i reh-güzâr-ı Kalb-i
105. Kalb ülkesi nerede diye sorup Kalb yoluna varan semte yöneldi.

106. Gayret de olup ana kafâ-dâr / Kıldı iki yâr azm-i dil-dâr
106. Gayret de ona yol arkadaşı olup; iki dost, sevgiliye varmaya yüz tuttular

107. Çün girdi o merd-i râh râha / Evvel kademinde düştü çâha
107. O yol eri, yola düşer düşmez ilk adımda bir kuyuya düştü,

108. Ammâ ki ne çâh çâh-ı girdâb / Mânend-i ebed verâsı nâ-yâb
108. Ama ne kuyuydu? Bir girdab kuyusu ki ebed gibi sonu görünmüyordu.

109. Gayret dedi ana ey fedâyî / Kârûn’a sor imdi kîmyâyı
109. Gayret ona, ey fedâyi dedi; şimdi var da kimyâyı Kârûn’a sor.

Der sıfat-ı şeb ve şiddet-i şitâ 
Gece ve Kışın Şiddetinin Niteliği

110. Bir deşt-i siyehde oldu güm-râh / Yeldâ-yi şitâ belâ-yı nâgâh
110. Bir kapkara çölde yollarını yitirdiler; kışın en uzun gecesiydi, ansızın gelip çatan bir kıştı bu.

111. Bir deşt bu kim neûzu billâh / Cinler cirid oynar anda her gâh
111. Bir çöl ki bu Allah’a sığınırız; orada her an cinler cirit oynar.

112. Birbirine ye’s ü havf lâhık / Geh kar yağar idi geh karanlık
112. Yeisle korku birbiri üstüne yığılıyordu; bazen kar yağıyordu; bazen etraf karanlık.

113. Deycûr ile berf edince ülfet / Bir kâlebe girdi nûr u zulmet
113. Karanlıkla kar; birbiriyle uzlaşınca; nurla zulmet bir kalıba girdi.

114. Sermâdan olup füsürde mehtâb / Şebnem yerine döküldü sîmâb
114. Mehtap soğuktan donup çiy yerine cıva dökülmekteydi.

115. Âhû-yı şefîde döndü deycûr / Sahrâ dolu müşk içinde kâfûr
115. Karanlık beyaz bir ceylana dönmüş; ova, misk içinde kâfurla dolmuştu.

116. Bir bakıma berf içinde deycûr / Mânend-i sevâd-ı dîde mahsûr
116. Bir bakıma da kar içinde karanlık, âdeta gözün beyazı ile çevrili karası gibi, kuşatılmış bir halde.

117. Buzdan kırılıp sipihr-ı mînâ / Düştü yere rîze rîze gûyâ
117. Camdan yapılmış gök, güya buzdan kırılarak parça parça yere düşmüştü.

118. Bak bak felek-i siyâh-kâre / Âyine getirdi Zengibâr’a
118. Her işi zulüm olan şu feleğe bak, sanki Zengibar’a ayna götürmüş.

119. Sermâyile berf olunca munsab / Dendânı sırıtdı Zengi-i şeb
119. Soğukla kar birbirine karışınca, gece zencisi sırttı; bembeyaz dişleri göründü.

120. Bin mîh ile na’l-i mâhı encüm / Deycûr-ı şitâdan eyledi güm
120. Yıldızlar, bin mıh çakılmış olan ayı karanlık yüzünden kaybettiler.

Güzeşten-i Aşk ez harâbe-i gam
Aşk’ın Gam Harabesinden Geçmesi.

121. Vaktâ ki cenâb-ı Aşk bî-bâk / Gam deştine düştü ârzû-nâk
121. Aşk, korkusuzca ve istekle Gam çölüne düşünce,

122. Ol tiyg ile Aşk-ı bark-cevlân / Gam deştini etdi rîk-i meydân
122. Şimşek gibi koşup giden Aşk, o kılıçla Gam çölünü, meydan kumuna döndürdü.

123. Her gûl-i bekâ ki çıktı râha / Kıldı anı tu’ma tiyg-i âha
123. Yoluna çıkan her belâ gulyabanisini âh kılıcına bir lokma yaptı.

124. Döndürdü zemîni âsmâna / Ejderleri reng-i kehkeşâna
124. Yeryüzünü göğe çevirdi; ejderhâları kehkeşan rengine boyadı;

125. Etti ser-i dîvü gûlü sergi / Verdi o sipâha nakd-i mergi
125. Devlerin, gulyabanilerin başlarını sergi haline getirdi, o orduya ölüm nakdini verdi.

126. Hûnâbe-i şîri etdi deryâ / Kaplan derisine döndü sahrâ
126. Arslanların kanlarını deryâ gibi akıttı; ova, kaplan derisine döndü.

127. Bir seyf ile etti ol melek-zâd / Deycûr-ı cahîmi cennet-âbâd
127. O memleket doğmuş güzel, bir kılıçla cehennem karanlığını cennet haline getirdi.

128. Az vaktde geçdi gam harâbın / Hem sihrini gördü hem serâbın
128. Az bir vakitte Gam harâbesini geçti; onun hem büyüsünü, hem serâbını gördü.

129. Geçdi o yolu ecelden akdem / Kaldı geride serây-ı mâtem
129. O yolu ecelden önce geçti, Mâtem sarayı geride kaldı,

130. Gûş etmiş idi o sergüzeşti / Âteş yemi üzre mum keştî
130. Ateş denizinin üstünde mumdan gemiler olduğundan; başa gelecekleri önceden işitmişti.

131. Çıkdı yolu üzre şimdi nâgâh / Ol kulzüm-i âteş-i ciğer-kâh
131. Ansızın yolunun üstüne şimdi: o ciğerler yakan ateş deryası çıkıverdi.

132. Mumdan gemiler edip hüveydâ / Kılmış nice dîv o bahri me’vâ
132. Mumdan gemiler meydana çıkararak bir nice dev, o denizi yurt edinmişti.

133. Çün âteş o kavme etmez âzâr / Âzürde olur mu nârdan nâr
133. Çünkü o kavme ateş zarar vermez; ateşten incinir mi ateş?

134. Keştîleri ber hevâ tutarlar / Çok ebleh-i bî nevâ tutarlar
134. Gemileri havada tutuyorlar; bir çok zavallı ahmağı böylece avlıyorlardı.

135. Keştîye kim eyler ise ikdâm / Ol dîvler eyler idi i’dâm
135. Gemiye kim binmeyi kurarsa o devler, hemen onu yok ediyorlardı.

136. Zavrak velî nahl-i sûra benzer / Kâlîbedi surh u şu’le-peyger
136. Gemiydi onlar, ama düğün alayındaki nahle benziyorlardı; tekneleri kırmızıydı, alevden yapılmıştı.

137. Gûyâ ki cezîre-i felâket / Pür-sûz belâ kızıl kıyâmet
137. Sanki felâket adasıydı orası, ateşle dolu bir belâ idi, kızıl kıyametti.

138. Her biri misâl-ı Kûh-i Surhâb / Dobdolu içinde dîv-i küh-râb
138. Her gemi, Sürhâb dağına benziyordu, her gemide üvey babası dağ olan devler dopdoluydu. (Sürnâb : Tebriz’de ot bitmez bir dağın adı).

139. Tâbût idi san o keştî-i mûm / Olmazdı mezârı liyk ma’lûm
139. O mum gemiler sanki tabuttu, fakat içine girenlerin nereye gömüldükleri belli olmazdı.

140. Ol fülk u o nâr-ı pür felâket / Hep şem’-i mezârdan ibâret
140. O gemiler, o felâket dolu ateş, hep mezarda yanan mumlardan ibaretti.

141. Ol sihre mahall idi fakat nâr / Hiç sâhile edemezdi âzâr
141. Fakat o büyünün hüküm sürdüğü yer de ateşti. Ancak kıyıya bir zararı dokunmuyordu.

142. Çün dîvler etdi Aşk’ı da’vet / Gel keştîye bulasın selâmet
142. Devler, Aşk’ı gel, gemiye bin de selâmete er diye çağırınca,

143. Aşk eyledi mâcerâyı iz’ân / Sabreyleyip olmadı şitâbân
143. Aşk, başına gelecekleri anladı, sabretti, koşup gemiye binmedi.

144. Amma ki ne çâre râh mesdûd / Hîç olmadı bir tarîk meşhûd
144. Fakat ne çaresi var ki yol kapalıydı, hiç bir yol görünmüyordu.

Hasb-i hâl
Kendi Halini Anlatış

145. Ey hâlık u kirdgâr tâ key / Bu mihnet ü hâr hâr tâ key
145. Ey daima tedbir ve tasarruf sahibi olan Allah, bu mihnet, bu eziyet ne vakte dek sürecek?

146. Reh-zen ne revâ ki yol senindir / Ger hâhiş ararsan ol senindir
146. Yol kesenin bulanması revâ mı ki yol senindir. Dilek, istek ararsan, o da senindir.

147. Lâzım mı her ehl-i derd-i pür-şûr / Çıkmak ser-i dâra hemçü Mansûr
147. Her dertli, her coşkun kişinin Mansûr gibi darağacına çıkması mı lâzım?

148. Etme beni firkate nişâne / Bed-ahdi ne lâzım imtihâne
148. Beni ayrılığa amaç etme, ahdi kötü kişiyi, sınamaya ne lüzum var?

149. Çün zerre-i aşka mazhar ettin / Horşîde başım berâber ettim
149. Değil mi ki zerre kadar aşk verdin, lütfettin de başımı güneş gibi yücelttin.

150. Câdûlar elinde etme beste / Öldür beni koyma böyle haste
150. Cadılar eline düşürme, beni öldür de böylesine hasta etme.

Şeyh Galip
gah+kar+yagar+gah+karanl%C4%B1k-SNOWGLOBE Geh kar yağar idi geh karanlık

Gazel

Hâl-i sekrim zâil olmaz, târumâr olsam da ben,
Neşvedârım, gussa bilmem, dâğzâr olsam da ben.

Âlemi bir noktadan fark etmem asla fariğim.
Gözlerim dünyayı görmez pürhasr olsam da ben.

Her taraftan derd-ü mihnet savlet eyler sineme,
İştika etmem elemden eşkbar olsam da ben.

Sen mi meyden, bâde mi benden harap olmuş, nedir;
Bir harab –ender– harabım şehriyar olsam da ben.

Kabrimin topraklarında bûy-ı müskir yükselir;
Bitse ömrüm, dursa kalbim, hâksâr olsam da ben…

Yaman Dede

(Yaman Dede’nin 55 yaşlarında yazmış olduğu şiir.)

Kaynakça: İki Mevlevî Remiz Dede – Yaman Dede
Muhsin İlyas Subaşı s.185-189 Nesil Yayınları

Yaman+Dede Gazel

Yâd-ı Sabâvet

Handân ki çeşm-i giryenâkim,
Bir sur idi her zamanım evvel.
Mahvolsa da arz yoktu bâk’im.
Pürnur idi asumanım evvel.

Günler geçer ıstırap içinde,
Ten mahvolur ah-u zar içinde,
Mes’ut görünen azap içinde,
Rahat nerede, mezar içinde…

Yaman Dede

(Yaman Dede’nin 15-16 yaşlarında yazdığı şiir.)

Rahat+nerede+mezar+i%C3%A7inde Yâd-ı Sabâvet

Resim Arkası

Mahvolur bir gün vücûdum, nur-i çeşmim söner,
Mahvolur ekdâr-ı dil, mâdûm olur âlam-ı can.
İntifa bulmak bilir mi şule-i hıbb-ü vedad,
Perde-i zulmetle mestur olsa zîr-ü asuman.
Resm-i hüzn-âlûduma atfeyle gâhi bir nazar,
Muhterik bir kalbi yâd et, rûh-i zârı şadman.

Yaman Dede

(Yaman Dede’nin 20-21 yaşlarında resminin arkasına yazmış olduğı şiirdir.)

blogger-image--1357013121 Resim Arkası

İnsan Tutkusudur

İnsan tutkusudur, ona benzer
Yaşken güneşle dağlar gezmiş…

Yorgun gelmiş bir kedidir insan
hayatı yinelemekten.
Kalbine koy, uyuyakalır
Tırnakları gevşer,
mırıltısı damlar damardan

Unutur bazen kurutulduğunu
Bu var ya, bu tutku,
her gece kazana atılır rüyasında
Sabah, acı da pıhtılanır.
Esirlerden
alınma kandan böyle bir huy geçmiş

Akşam, açılır ansızın bir
rüzgârla tutkunun arka kapısı
Yalnızlık aç bir kedi, girer içeri

Mahmut Temizyürek
tugrul+tanyol İnsan Tutkusudur

Kırık Mozaik

Kör bir kuyuda yitirdim suretimi belki bir yezidiyim
Bir ceylanın gözlerine akşam çökünce
Sanki yağlı kementler dolanıyor boynumda
Düşlerimde kanlı çocuk kundakları
Delik deşik ağıtlar bin yıllık çıban
Eski bir yalan oluyor babil söylenceleri
Toprağa ateşe su ve rüzgâra
Kan damlıyor avestanın sayfalarından

Her coğrafyaya bir renk işledim belki bir çingeneyim
Kırlarda unuttum desem de düşlerimi
Sönmedi o ateş hep yandı bedenimde
Kondular beni kendine benzetemedi
Her toprakta ölülerim var
Atlaslar parçalar yüreğimi bu yüzden
Ateşten bir ordudur bütün sınırlar

Ertelenmiş bir acıyım belki bir ermeniyim
Ziyaretçisi olmayan bir mezartaşı gibi
Hep tenha oldum nasibimi bilirim
Bütün replikler yanlış şifrelenmiştir
Yüzümün çizgilerinde durur rivayet
Her gün yeniden çarmuha gerilirim

Bir sığınmayım sanki bu dünyada belki bir süryaniyim
Eski bir çeşme gibi artık su akıtmayan
Silmeye çalışmayın anıların izini
İçinde yarım kalmış günlüklerimle
Gümüş işlemeli bir sandık gibi kalayım öyle
Varsın hüzün sözcüğü eşanlamlı tutulsun ömrümüzle
Ben yine her gece kulağına fısıldarım taşların
Yüzümü serin sularında yıkarım
Dicle kirvem olur milattan beri

A. Hicri İzgören

k%C4%B1r%C4%B1k+mozaik Kırık Mozaik

Beni Sevdin

‘Ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün
Ülkü Tamer’

seni içime bırakıyorum
kilitsiz bir kapıyı
açar gibi kolayca,
evin yalnızlığını
yüklenir eşyalar
giderayak
boşalınca,
mührü sökülmüş bir mektup
sahibi arar durur
yağmurun yağmadığı
şehirler boyunca

seni içime bırakıyorum
çünkü beni sevdin sen
hiç anlamadım nasıl,
bir deliği dolduran
su gibi aktın
beni kendimle buluşturdun

seni içime bırakıyorum
örterek üzerine
kapısını zamanın
sen orada hep genç kalacaksın
eşyalar yaşlanıp dururken uzakta

bir resim çizmiştim bir zamanlar
avutmak için yalnızlığı
tozdan bulutlar arasına
camlara, bir ürpertiye…

beni sevdin
ben teşekkür ederim sana

Tuğrul Tanyol

seni+icime+b%C4%B1rak%C4%B1yorum Beni Sevdin