Çünkü hiç hazır olmadığım bir yaza girmek üzereyim ve çünkü geçen kışın soğuklarında, şimdi senin rüzgârlı bir tepesinde uyuduğun bu kentteki son sevdiklerim, beni, sevdiğim için öldürdüler!
Bazen kendi evini terk etmesi gerekir insanın. Tası tarağı toplayıp ardına son bir defa bile bakmadan çekip gitmek. Çünkü ağır geldiğini hissedersin bazı evlere, insanların sana “gitse de kurtulsak” gözüyle baktığını. Bunu fark ettiğin ama …
Dünyanın öbür ucunda bir yerde mavi bir kervan laternalar içinde samanyoluna gider bir saman parçası savrulur, bir tarlakuşu uçar dolaşırım tahtabacaklı bir atla: ben, senin sokağını ararım… penguenler bile bilir seni sevdiğimi… hayat bir gül yarasıdır her şeyde seni görürüm ve dünyanın öbür ucunda bir yerde aşk vardır… kısacık da olsa… Dünyanın öbür ucunda bir yerde hayal kura kura gelirim ilkyaz tarlalarından bir berduş gibi ilkyazdan sarhoş gibi… bir nisan gecesi gelir pencerenin altında dururum git dersin… gidemem derim hiçbir yere gitme dedi nisan ve dünyanın öbür ucunda bir yerde aşk yoksa… bir parça yağmur yağar… …yağmur olurum pervazını saran toza sıçrarım usulca bulaşırım parmaklarına gözlerinde dolaşırım usulca aya yansır mutluluğun müziği bakar lombozlardan kürek mahkumları… bir nisan gecesi uykunda gökyüzünü dinlerim şafağa kadar Dünyanın öbür ucunda bir yerde şarkıcılar dolaşır göklerde Dünyanın öbür ucunda bir yerde bir mezarcı kirazçiçekleriyle konuşur tepelerde Dünyanın öbür ucunda bir yerde çingeneler ekmeklerini dilencilerle paylaşır makinistler zurnadır kıvrılıp gider raylar suya oturup ağlar zavallı kaymakamlar sarhoşlar aşıklarla danseder parklarda çinliler dişçiye gider, kediler hayal kurar orda masmavidir meyhaneler, seni bir ayçiçeğiyken bulurum sızlar korsanların kancaları çocuklar okşar kamburların sırtını öperim parmaklarının ucunu ve dünyanın öbür ucunda bir yerde kamburları kimse içeri almaz bir akşamüzeri bir kente girerim şarkılarla marşlarla sen benimsin diye bağırırım yollarda o kent aslında çoktan… yitirilmiş de olsa bir akşamüstü bir kente girer sen benimsin derim sana içimden elimde bir kızıl bayrak… bir nisan akşamında rengi azıcık solmuş da olsa… Dünyanın öbür ucunda bir yerde yoksulluğun kavalcıları solar mavilikte o gece herkes samanyoluna bakar samanyolunu kaplar yüzün bir saman parçası düşer bir gül tarlasına, kalbimde usulca bir düğme kopar dolaşırım üzgün bir eşecikle sırtımda: ben, senin sokağını ararım… sokak köpekleri bile bilir seni sevdiğimi… hayat bir gül yarasıdır her şeyde seni görürüm ve dünyanın bir yerde öbür ucunda git dersin… gidemem derim
/siz de biliyorsunuz ‘hüzün’ bu yıl yine moda çocuklar/
cumartesi olanca buğusuyla yayılıyorken iğde dallarına, nar kırmızısı sıcaklığıyla örtülü caddelerden, kaldırımlardan sokak aralarına sızıp kara kavruk kadınların ve tezgâhtarların ellerinde bir tomurcuk, bir orkide çiği oluveriyor.
/hüzün monepeto değil çocuklar/
yorgun, pazar çantalarını kavramış bilekler ince, ola ki nazenin bir gülümseyişi temiz giyimlilere değil, biliyorsunuz kravatla, fularla elma satılmaz çünkü yitmişlere, kumaş tüccarlarına, küfürbazlara yüzlerine bile bakmadan bir file dolusu hayat karşılığı ödeyiveriyor.
/iyisi, kötüsü olmaz acının ve acı insanın yüzünde gizlidir; çocuklar/
oysa cuma bugün günlük güneşlik sevincin abidesi sisli vapurlar, sigara dumanları, yarım bırakılmış sarışınların yas günü bugün
/ah! Robenson, cumayı bırak adandan ‘yarın cumartesi’ biliyorsun biliyorsun ben yeşil gözlü bir çinle avunabilirim Pekin’de bile olsa/
yavaş yavaş alışıyorum kente yeni gelmişlerin ürkek sorularına hatırımda gözlerle geçilen boğaz bir salı günü uzaklığında olsa da.
/cuma cumartesi Robenson ve saire ne intihar ve balkon bir buse versene/
sonra yayılsın olanca buğusuyla özlem bitmeyen zafer haftası; ‘hüzün’ zaten.
Batıya doğru sıradağlarına kavuşuyor açık deniz. Çıldırtıyor bizi solumuzda esen lodos, bu, eti kemiğinden ayıran rüzgâr. Çam ağaçlarının, harnupların arasında evimiz. Kocaman pencereler. Kocaman masalar yazmak için sana seslendiğim mektupları: Aylar boyu yazdığımız ve ayrılığı dengelemek için ayrılığın yüreğine attığımız mektupları.
Sabah yıldızı, gözlerini indirince sen, yaraya sürülen yağdan daha tatlıydı, daha neşeliydi damağa değen soğuk sudan daha durgundu kuğunun kanadından saatlerimiz. Senin avucundaydı yaşamımız. Acı ekmeğinden sonra gurbetin, ak duvarın önünde durursak geceleyin yoluna bağlanan umut gibi yaklaşır bize sesin ve bu rüzgâr gene biler sinirlerimizin üzerinde bıçağını.
Hepimiz aynı şeyleri yazıyoruz sana ve susuyor ötekinin karşısında herbirimiz bakarak herkes kendi adına o aynı dünyaya karanlığa, sıradağlardaki ışığa ve sana. Kim sökecek yüreğimizden bu acıyı? Bir sağnak boşandı dün akşam ve bugün gene bulutlu gökyüzü. Dünkü sağnağın çam pürenleri gibi düşüncelerimiz yığılmışlar kapımıza, yararsız, yeniden dikmek istiyorlar bir yıkılmış kuleyi.
Bu yıkık köylerde lodosa açık bu burunda seni gizleyen sıradağlarla önümüzdeki, kim hesaplayacak unutma kararımızı bizim için? Kim kabul edecek sungularımızı bu güz bitiminde?
Neyi arıyor ruhlarımız böyle çıktığı yolculuklarda hurda gemilerin güvertelerinde sıkışarak solgun kadınların, ağlayan çocukların arasına, ki ne kırlangıç balıkları, ne de direklerin uçlarıyla gösterdiği yıldızlar avutabilir onları. Yıpranarak silinmiş gramofon plaklarından var olmayan tapınmalara istemeden bağlı yabancı dillerde kırık dökük düşünceler mırıldanarak neyi arıyor böyle çıktığı yolculuklarda ruhlarımız?
Neyi arıyor böyle yolculuklarda ruhlarımız çürük teknelerde dolaşarak bir limandan öteki limana?
Taşıyarak parçalanmış taşları, her geçen gün biraz daha güçlükle soluyarak çamların serinliğini, yüzerek sularında kâh şu denizin kâh bu denizin ilişkisiz kimsesiz artık ne bizim ne de sizin olan bu yurtta.
Biliyorduk, güzeldi adalar rastgele gittiğimiz yerin yakınlarında bir yerde, biraz aşağıda ya da biraz yukarda, belki de burnumuzun dibinde.
Liman eski, bekleyemem artık ne çamlık adaya giden dostu ne çınarlı adaya giden dostu ne de denize açılmış olanı.
Pas tutmuş topları okşuyorum, kürekleri okşuyorum gövdem dirilsin de karar verebilsin diye. Yalnızca öteki fırtınanın tuzuyla kokuyor branda bezleri.
Tek başıma kalmak istedimse, yalnızlıktı aradığım, böyle bir bekleyişi aramadım, ne ruhumun ufuklarda parçalanmasını, ne de bu çizgileri, bu renkleri, bu sessizliği.
Geri götürüyor gecenin yıldızları beni çirişotları arasında ölüleri umutla bekleyen Odisseus’a. Çirişotları arasında demir atınca burada bulmak istiyorduk yaralı Adonis’i gören geçidi.
Ülkemiz kapalı, hep dağ dört bir yanımız çatı olarak basık bir gökyüzü, gece-gündüz. Irmaklarımız yok, kuyularımız yok, pınarlarımız yok, yalnızca bir kaç sarnıç, üstelik boş, ses yankılanır içlerinde, taparız onlara. Kof, ölü bir ses, tıpkı yalnızlığımızın benzeri, tıpkı sevdamız gibi, gövdelerimiz tıpkı. Şaşıyoruz, evlerimizi, kulübelerimizi, ağıllarımızı bir zamanlar nasıl yaptık diye acaba. Taze çelenklerle, yüzüklerle düğünlerimiz çözülmez bilmeceler oluyorlar ruhumuza. Nasıl doğdu, nasıl büyüdü çocuklarımız acaba?
Ülkemiz kapalı. İki Simplikades kapıyor onu, kapkara. Hava almaya inince pazar günleri limanlara, çürümüş teknelerini görürüz bitmemiş yolculukların parıldarlar batan güneşin aydınlığında, görürüz bu artık sevişmeyi unutmuş vücutları.
Bir zamanlar ay gibi donardı kanın; tükenmez gecede kanın açardı ak kanatlarını kara kayaların, ağaç gölgelerinin, evlerin üzerine çocukluğumuzdan artakalan azıcık ışıkla.
Ruhlarımızı kaybetmişiz de (Yürüdüğümüz sokaklarda, gecelediğimiz evlerde) Onları arıyoruz sanki… Sanki sokaktan eve dönüp ışıkları yakmış Konuşuyoruz, eskiden olduğu gibi — dolaşarak Ya da bir gürültüye kulak vermek için durarak.
(Küçük gürültüleriz biz, gürültü ederiz, Küçük kanatlarız biz, havaya çarparız…)
Birbirimize dokunur sonra uzun zaman susarız Yüz yüze eğilip birbirimizi tanımak için.
(Sonu olmayan gizli bir ilişkidir tanışıklığımız…)
Uyku yavaş yavaş gelir ve sarar bizi.
Tanıdığımız yüzler, dokunduğumuz eşya, Bir yüzden kalan izler, buluşmalar, yanıp sönen bakışlar, Yüreklerimizde ışıldayan yeryüzü, Girip çıplak ruhlarımıza bir bir onları paylaşırlar…
Bilmiyorum estirdiğimiz rüzgâr mı bu Küçücük çığlıklarla doldurduğumuz Yürüdüğümüz sokaklarda, gecelediğimiz evlerde Şimdi bize yas tutan.
Bilmiyorum kar mı bu bizi örtmeye gelen…
(Nerede bulacaklar bizi sabah olunca, çanlar çalmaya başladığı zaman?…)
Ağlayarak yürüyor bu adam kimse bilmiyor neden ağladığını kimi yitik sevgililer için diye düşünüyor yazın deniz kıyısında gramofonlarla bize nice çile çektiren sevgililer benzeri.
Kendi gündelik işleriyle ilgileniyor kimileri: Eksik kâğıtlar, büyüyen çocuklar, güçlükle yaşlanan kadınlar. Onunsa iki gelincik gözü var baharda toplanmış gelincikler gibi ve göz kıyılarında iki kaynak.
Sokaklarda yürüyor hiç uyku girmiyor gözlerine arşınlıyor dünyanın sırtındaki ufacık dörtgenleri artık hiçbir anlamı kalmayan sınırsız bir acıyı yaşama makinesi.
Onu konuşurken duymuş kimileri geçerken yapayalnız yıllarca önce kırılan aynalardan söz ediyormuş artık kimsenin onarıp diriltemeyeceği aynaların içindeki kırık yüzlerden. Uykudan söz ettiğini duymuş kimileri uykunun eşiğindeki korkunç hayallerden sevecenlik yüzünden dayanılmazlaşan yüzlerden.
Alıştık ona, dürüst, sakin bir insan durmadan ağlayarak yürüyor yalnızca trenden gördüğümüz ırmak kıyısındaki söğütler gibi bulutlu bir sabah keyifsiz uyanınca.
Alıştık ona, hiçbir anlamı yok artık, tıpkı alıştığımız öteki şeyler gibi size ondan söz ediyorsam eğer, bu, alışmamış olduğumuz bir şey bulamamamdandır; saygılarımla.
(Işığın belirsiz bir hüzünle Sıkıcı bir şey gibi üstüne yüklendiği saatte, Sanki kaybettiğin bir şeyi bulamıyormuşcasına — Ne olduğunu açıkça bilmediğin — ne zaman, nerede — İçinde bir kuşku yalnız, kaybettiğin şey seni görüyor da, sen onu göremiyorsun diye. Üstüne çullanan bir ağırlık sanki, yattığın zaman, Birini öldürmüşsün de, bunu bilmiyormuşsun gibi.)
Birden bir gövdeye takılır ayağın…
(Gözlerin kapalı, bir zamanlar senin olan Ve onunla gece yarısını aydınlattığın ışığı içinde tutarak…)
Eğilip kaldırmak istersin yerden, sonra kaybedersin yeniden (Bir kalemi ya da bir düğmeyi kaybedercesine…) Sokağa çıkıp ararsın, gelen geçeni durdurup.
Yüzlerini incelersin, gürültüleri dinlersin, Yürüyüp en gizli kuşkuna bakarsın derin derin. Ellerine bakakalır, kendi derine dokunursun.
Avutulmaz bir acıyla biri ağlamaktadır içinde...
Koyulaşan karanlıkta kimse tanıyamaz seni — Terkedilmiş bunca eşya arasında, aranmayan bir ölü, Nesnelerden daha çok nesneleşmiş bir eşya, Boşluklar aydınlansın diye günün ağarmasını bekleyen.
karşıdan karşıya geçerken eli bırakılan çocuklardık o insan kalabalığındaki son gülümsemesiydi annemizin
Zafer Ekin Karabay
Nedense aldanmış ilk gece annem Efsunlu bir gömlek giydirmiş bana İşte vuramadı gökler bana gem Dinmedi içimde kopan fırtına Nedense ilk gece aldanmış annem
Sezai Karakoç
Yarısını tuttum çocuk doktoru olmamı isteyen anneme hasta yatağında verdiğim sözün doktor olamadım ama çocuk kaldım
Sunay Akın
Hans’ın, bana göre bir eş olmadığını Düşünüyorsan anneciğim; Tüm bunların, yankının bir oyunu olduğunu anlat ona! Ama, inanıyorsan eğer iyi bir çift olacağımıza, Bırak yankıyı ben sansın; Onu düş kırıklığına uğratma!
Ignaz Franz Castelli
ikmale kalmış, kovuşturulmuş, buruşturulmuş bir fotoğrafım; say istersen topu topu kaç kadın girdi ki hayatıma!
anne, kulağımı çekmeden önce son dileğin ne diye sor, allah aşkına!
Altay Öktem
Ayrılmadan daha Toplaşır gölgesine annemizin Fısıldaşırdık aramızda Tanrım n’olur bağışla Evimizi bağışla tanrım n’olur Dokunma sofamıza Orada gülebiliyoruz ancak Orada adamakıllı susuyoruz Orada ağzımız bizim oluyor Dokunmasak da
Bejan Matur
Mutluluk, beşikte uyuyan ilk çocuğuna bakmasıdır bir annenin Duyarak memelerine dolan sütün çılgınlığını.
Ahmet Erhan
Çocukların derdindeydi anne Biricik umudu çocuklarının Çekirdeği değil mi onlar dünyanın Dalmıştı bir derin uykuya öylesine
Sabahattin Kudret Aksal
Annesi gül koklasa, ağzı gül kokan çocuk; Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk…
Necip Fazıl
Tek çocuk olduğum günler gibiydi. Yaz tenhası cami avlusunda o öğle saati, annemin tabutuyla .. Annem, yıkadığım bir mum bebekti. Kendine ve bana yabancı. Yabancı son yıllarda tüm çektiklerine. Güleç ve dingin. Ne ellerinin kınalanmasına bir şey dedi ne küpelerinin alınmasına. “Zaten hep uysaldı” sözü uymaz ki ona. Tek çocuk olduğum günler gibiydi. O yaz öğlesi, gölgeli, loş, taş avluda. Annemi kıskandım elbet. Kıskandım bacılarıma bağışladıklarına. Bana yalnız gözyaşları kaldı. Ölmüş görmüştü beni. Düş denmezdi, karabasan da. Helva dağıtmış gece boyu sokak sokak. Şaştık sabah, öyle bir töre yok ki. Üstelik ağıt da yakmış. Ah ince İstanbul kızı. Kızlarının biri sana benzemedi. Tek çocuk olduğum günlere kavuştum, annemin tabutuyla.
Sennur Sezer
Beni boya başa yetirdin anne Bize borçlu bildik her zaman seni Sen beni dünyaya getirdin anne Bense yola saldım dünyadan seni…
Bahtiyar Vahabzade
Annemin ölümüyle, Düşüyor bedenimi örttüğüm en son yün gömleği .. Son şefkat gömleği .. Son yağmur şemsiyesi .. Gelecek kış .. Caddelerde çıplak olarak dolaşırken bulacaksınız beni ..
Nizâr Kabbânî
zorlu anlarımda çıkıp gelirdin hep yanıma eziyetle yürüdüğün yeter dökünüyorum yorgunluğunu bedenime sarnıçlarda yağmurlar dinlenirken senin için anne, gül et beni kederine
Kaan İnce
Ey anneciğim! .. Denizde yol alan çocuk benim Hâlâ şekerlerin gelini (Şam) onun zihninde yaşıyor Nasıl .. nasıl… anneciğim, Baba oldum da .. hâlâ büyüyemedim?
Nizâr Kabbânî
Avrupa’nın kadınlarını tanıdım Tahta ve betonun duygularını yaşadım Yorgun medeniyeti tanıdım Hint ve Sind‟i (Çin), sarı dünyayı(uzak doğuyu) gezdim Ama bulamadım bir kadın, Sarı saçımı tarayacak, Çantasında bana düğün şekeri getirecek, Elbisesiz kaldığımda beni giydirecek, Düştüğümde beni kaldıracak.
Nizâr Kabbânî
Ana başa taç imiş Her derde ilaç imiş, Bir evlat pir olsa da Anaya muhtaç imiş.
Hüseyin Nail Kubali
ben seni hep sevgilim ben seni hep yüzünden geçen dalgalardan okudum. ellerine sevgi okudum gözlerine şefkat okudum annen seni inkar etmişti aldım etime dokudum.
Birhan Keskin
Bir namaz gibi masum yüzümü bir daha istiyorum Geri dönmek istiyorum annemin göğsüne, yaşamak istiyorum.
Nizâr Kabbânî
Şaşkın, dolaştım sevgi diye diye, Fakat bulamadım hiçbir yerde, Döndüm geldim üzgün, hasta.
Karşıladın beni, eve gelince Ve ah! yüzdüğünü gördüğüm gözlerinde O tatlı sevgiydi, aradım aylarca.
Heinrich Heine
Bir süre sessizlik oldu, gözkapakları yarıya düşüp uykuya geçeceği sırada tekrar ‘’Anne!’’ dedi. Onun anne deyişinden gelecek sorunun zorluğunu tahmin edebiliyorum artık. ‘’Anne, siz ölüp cennete gittiğinizde beni de yanınıza çağırırsınız değil mi? Beni de çağırın.’’Sesi titreyerek devam etti: ‘’Anne çok korkuyorum senin ölmenden’’ Ve sıkıca sarılıp ağlamaya başladı. Onu teskin etmek için, arka arkaya bir sürü cümle kurdum. Uyumadan önce son söylediği şey: ‘’Anne sana sarılayım, sarılınca rahatlıyorum’’ oldu. Bir çocuk için kaygılarını korkularını dindirecek şey kelimeler cümleler değil, başını sıkıca yaslayabileceği anne-babasının şefkatli göğsüdür. Sımsıkı sarıldı, iç çekerek sakinleşti, nefes alıp verişi düzene girdi ve uyudu.
Zehra Betül
bir çıkmaz sokaktayım kimseler bakmıyor yüzüme bile
bulutlar gölge düşürüyor künyemin seçemediğim önyüzüne içimde yalnız bana karşı ben kaldı diye gözlerime yağmur yağıyor anne
Nazir Akalın
Babamın elinde kızıl akça ağaç yaprağı annemin mezarından.
Arno Herrmann
Seni gömdük anne yıllarca evvel Göz yaşlarımızla bu ıssız yere Kimsesiz bir akşam ziyaya bedel Matem dağıtırken hasta kalblere.
Ahmet Hamdi Tanpınar
Hergün daha da büyüyor yüreğimdeki yırtık Annemi anılarda bile bulamıyorum artık
Babamın hemen ardından gitmesi gerekmezdi Evinin badanasını yarım bırakıp erkenden O gün bugündür bana gülden önce gelir diken Dedim ya anahtarını yitirmiş bir kilidim Hayatta ben en çok annemi sevdim
Abdülkadir Budak
Duyuyorum özenip tasanı gizlemeye, Kederleniyormuşsun benim güç yazgıma, Sık sık çıkıyormuşsun yolumu gözlemeye Bürünüp eski moda harap urbana. … Unut, son ver artık tasanı gizlemeye, Kederlenme benim güç yazgıma. Öyle sık çıkma yolumu gözlemeye, Bürünüp eski moda harap urbana.
Sergey Yesenin
Anneler Oğullarını Affetmez
‘Affet beni anne’ dedim ‘Affet, tüm bunlar bir ölünün hayatta kalma heyecanından! ‘
Küçük İskender
“…ana, baştan başlayayım, beni yine kundakla.”
Anne Micheals Kış Mezarı
bir cihangirken ben, kitaplar arasında ıslıkla yürürken şiirin okları sinemi parçalardı ama en çok sevince kanardım ben isterdim baş ucumda hep olsun ayrılıklar için iyi bir anne.
Kemal Sayar
çocuklar üstünü örttü annelerin toprakla – çocuklar ki yarının cesetleri-
İbrahim Soylu
Beni bir şiir olarak yeniden doğur anne!
Mehmet Yaşın
kim uzun susarsa bilin ki daha uzun konuşur içinden bir yılda bir gün ne ki her anneye bir Anne Günü lütfen evlerin odalara buyurgan bakması babaydı da anne kimdi annem dört harften yapılma ev kışı bir susma şimdi–
Hüseyin Alemdar
hüküm soran donuk annedir öpüp başıma koyduğum bir el gıyâbında yargılanır kalbim anlatılır: buymuş sana sebep
Kemal Varol
Boyna soruyorum kendime sırtımda ağırlaşan bir ölü gibi taşıyıp sıkıntımı nasıl anlatmalı dünyayı anlaması için çocukların
Sennur Sezer
Annem, kimse seni darıltmamıstır, Ben seni Ben seni darıltan kadar. Şimdi kime açsam derdimi bir bir Kim benim derdime yanar sen kadar?
Bahtiyar Vahabzade
Bana böylesi garip duygular Bilmem niye gelir ,nereye gider? Döndüm işte; acı, yüreğimden beynime sızar Bu gün de ölmedim anne.
Ahmet Erhan
Babam korkuydu bana, annem yürek serinliği En sevdiği oğluydum -bana hep öyle gelirdi- Uzun avcı öykülerini ilk ondan dinlemiştim Hayatta ben en çok annemi sevdim
Abdülkadir Budak
geri dönersem bir gün anne tandırının ateşine bir odun olarak koy beni… as evinin avlusunda bir çamaşır ipi gibi. direncimi yitirdim anne duaların olmaksızın
Mahmut Derviş
Ağlamak için çok geç şimdi; Annemi uçuşan kır saçlarıyla Görüyorum gökyüzü sonsuzluğunda Göğün suyuna katarken çivitini…
Attila Jozsef
Nasıldır acının kalbine damlayışın söyle Acısuyu gelir gibi ağzına sunturlu bir sözün Açılacağın bir deniz de yok senin, yürüsen Peşinden gelir arsız kahır Annenin yüzünü hatırlarsın bunaldıkça Anneler, Allah gibi ancak bunaldıkça hatırlanır
İlhami Atmaca
Ben böyle Hüsran görmedim Anne ay ışığının gözlerine bakamaz olmuştum, kestane ağaçlarının buğusundan, anılardan enstantane: bir yalnızlık, bir saksofonun üflediği dram sonsuzluğun da annesiydin anne sen menekşelenmiş bir ağıt gibi dururdun canımın içinde.
Yılmaz Arslan
burada kendini ayıklayan ben yine de kaçmıyorum sığınacak bir yer de aramıyorum bir hain var aramızda ona yer açıyorum ne de olsa sonuna kadar ihanete açığız artık iyice anladım insan yalnız annesini sever ve tanrıya inanır yalnız
İbrahim Kiras
Narin bir üzüm anne yüreği ağlaması çocuğun çöl tülbent üstünde sarar onunla anne yüreğini
Çocuk harita anne çocuğun gözleriyle bakar uyur çocuk anne bekçi daim
Nuri Pakdil
Annem yok artık. Beni düşünen kalbi yok. Bitti. Umutsuz olmak istemiyorum. Umutsuzluğun bir çıkar yol olmadığını biliyorum. Annem yok artık, yeryüzü çok gördü onu, Kalabalığın arasında kuş gibi çırpınan varlığını Çok gördü Dalgın yüreğini çok gördü Bizim için çarpan, kaygılarla dolu yüreğini. Annem yok artık. Bu kesin. Gelinecek bir yere gitmedi. İşte geldim çocuklar demeyecek Nasılsın yavrum demeyecek Sobanın yanında oturup uzatmayacak yorgun ayaklarını, Sabah kahvaltılarının masası olmayacak artık, Yine gel demeyecek, Çıkarken ben kapıdan, çıkıp karanlığa karışırken Yeni bir dönemi başladı ömrümün, Annemin olmadığı dönemi, Onu yüreğimin üstüne nasıl bastırmak İstediğimi bilemeyecek artık. Gençlik dönemleri birşey anlatmıyor bana, Aklımda hep son dönemlerinin annemi Hayatım sürüp gidecek, annem olmadan,
Ataol Behramoğlu
bir anne atlamış Fırat’tan üç çocuğuyla biri sırtında ekiplere haber boşuna aramayın oralarda bana vurdu cesetleri…
Esra Zeynep
“Yalnızlık nedir?” diye sordu çocuk Gülümsedi kadın “Memeden kestiğimde seni İçimde doğan boşluk gibidir” dedi.
“Kokundan uzak kaldığım an gibi mi?” dedi çocuk “Ses sağnağında yüreğine tek bir tınının değmemesi gibi, Düşsüz uyku gibi, Renksiz düş gibi, Çocuksuz ana kucağı gibi” dedi kadın.
Gassan Satar
Bu dizilerdeki; annelerimize benzemeyen anneler Hadım ediyor şükürlerini onların, tevekküllerini parçalıyor Surat asıyorlar artık boş ellere, Hediyesiz , “en azından bi buket”siz ellere surat asıyorlar İç çekiyor, perdeyi düzeltiyor, mutfağa geçiyorlar sonra Dilsiz bir sitem demliyorlar elde yok, yok avuçta avuçlara Oysa annemin günü değil, anneyim ben benim günüm değil Değil annenin günü de, Allah’ın günü işte, annelerin günü değil
Dilek Kartal
anne ban artık iyiyim perhizim kaldırıldı yüzlerim artık yamulmuyor yüzümde bir şiirin tebessümü yüzlerim düzgün artık kabus görmüyorum takıldığım ufkuna sürekli bayram hilalleri göndermiyorum
Murat Kapkıner
Sen rüyama gelmeyince sol yanımın acısıyla uyanıyorum anne.
Sol yanım acıyor anne. İşte tam şurası,
Sol yanım çok acıyor anne. Seni çok özledim,
Anne çook.
Ayla Aydemir
Sorma ki başımdan çok şey geçti mi? Ah… eğer anlatsam sergüzeştimi! Nasıl terk edildim, nasıl atıldım; Anne aldatıldım, ah aldatıldım, Belki her zamandan fazla severken. Bir lahza bahtiyar olayım derken, Bilmezsin kaç gece böyle ağladım! Şimdi tecrübem var, artık anladım: Aşk, o bir masalmış, yalanmış meğer! Seven bir kalp için sığınılacak yer Yalnız o kucakmış, yalnız o dizmiş… İnsanlar ne kadar merhametsizmiş.
Orhan Seyfi Orhon
annem yüz yaşını birkaç yıl geçti; bir buçuk yıldır da, upuzun bir rüyada kanatlarını deniyor, katılmak için tanrıya dönen göçmen kuşlara. yalnızca sütünü içmek, ilaçlarını almak, bazen de kısa repliklerini fısıldamak için girip çıkıyor oyunlara.
Cahit Koytak
annesine dargın ölecek küçük kız, annesi bunu bilmeyecek. gülkurusu akşam alacası içinde ölü bir kuş taşıdığını.
Asuman Susam
Yüreğimde sonsuz bir uçurum duygusu Annem hiçbir zaman bilmedi bunları Yüreği büyümüş bir çocuktum ben Gizli gizli ne kadar çok ağladım Bir gün öleceğini düşünerek onun Annem yok artık, Onun yüreğindeki ben de yokum, Yani annemle tanımlanan ben de öldüm onunla Şimdi, Yeni bir tanıma alıştırmalıyım kendimi, Şimdi, Ben kendimi düşünmezken bile Kim düşünür beni…
Ataol Behramoğlu
Anne öldü mü çocuk Bahçenin en yalnız köşesinde Elinde siyah bir çubuk Ağzında küçük bir leke
Çocuk öldü mü güneş Simsiyah görünür gözüne Elinde bir ip nereye Bilmez bağlayacağını anne
Kaçar herkesten Durmaz bir yerde Anne ölünce çocuk Çocuk ölünce anne
Sezai Karakoç
Söz bitti. Annem öldü. Saklanacak karanlığım kalmadı. Alın yalnızlığımı örtün üstüne, artık üşümem akşamları.
Bir ağaç düşünün ki; terk edilmiş olsun yalnızlığına uçurum kenarında eğik, cılız, tutunamadı dallarıma.
Ah! haksız yere hırpalanmış sahipsiz çocukluğum. Birer deniz feneriyken karanlıkta anneler fırtınada kaybolan bir gemiydi henüz zaman fırtınada bir gemi, bir gemi kâğıttan.
Oya Uysal
Bir anne, bebeğin burnunu ovar Ta ki uyansın da bir yiyecek arasın. Zira o habersizce aç halde uyumuş,
Mevlânâ
annem sütten bir ikon gibi hayat damarlarımda oğluna uzun bir ağıt olduğunu söylüyor manasız buluyorum bütün ayinlerimi gözlerimi afyon gibi içime çekiyorum rahibeler görüyorum meryem güzelliğinde ağır taş merdivenlerde baharı gözlüyorlar bir kapı aralanıyor badem çiçeklerinden küçük bir tufan alıyor çiçekleri, baharı annem bir rüya oluyor, benimle konuşuyor.
Mehmet Aycı
Dalsam çocukluğumun eğri sokaklarına Büyüyen yanım beni arayıp bulamasa Girsem büyük dünyama birden ufalsa masa Değse alnım annemin ıslak dudaklarına
Sedat Umran
Yine döndüm gecenin kalbinden kalbimde kör kuşlar -bazen bir çocuk ağlar ya içimde sabaha kadar- başını dayamış gecenin dizlerine odam
şehre bakan pencereyim ben hayatın dışına düşüyor gölgem.
–Sahi anne! Sen hiç çocuk olmuş muydun eskiden?
Oya Uysal
Anne hayatta her şeydir: Hüzünde teselli, kederde umut ve zayıflıkta güçtür.
Halil Cibran Kırık Kanatlar
Söyle evladım, diye teselli ederdi annem beni. Söyle de içine hicran olmasın. Hicran oldu anne.
Oğuz Atay Tehlikeli Oyunlar
Bu anda oğlunu tekdire değil, teselliye muhtaç bulan annesi, gülümseyerek: «Oğlum» dedi, «hastalığının sebebi buysa müsterih ol, sen iyi olunca her şeyi ben yaparım.»
Decameron Boccacio
Kimse hatırlamıyor adımı Bahar gelmiş. Balkonlar serin Annelerin çocuk ambarı balkonlar serin Su dalgın değil. bademler açmış
Sahi kaç yıldır yalnızım ben
Refik Durbaş
Annemi ölmüş gördüm rüyamda. Ağlayarak uyanışım Hatırlattı bana, bir bayram sabahı Gökyüzüne kaçırdığım balonuma bakıp Ağlayışımı.
Orhan Veli
Eski bir fotoğraf hatırlattı bana Ölüm yıllar önce omzuma Dokunmuş Sana saklıyordum Oysa omzumu anne Başını yaslayacağın Günler için.
Gökhan Akçiçek
bir gün çözüp bakışlarımı tel tel kirpiklerimden elif elif ağlayan gümüş saçlı bir anneye bağışlayacağım son kez ağlayacağım belki düşerken sevdanın eşiğine varsın bağışlamasın beni hayat ki, ay uzak tepelerin ardına çekilsin çarpa çarpa dövsün kıyılarımı acılar yarasına figan düşsün kırlangıçların eriyip gitsin hüzünlü bakışlarımda ne varsa yokluğuma kahırlanmayacaksa bu kent ah! çekmeyecekse ardımda kalan anılar
Nuri Can
Öyle yalnız kaldım ki hayatımda Kimi gün öldüm kimi gün ilah oldum Çok zaman annemin dizlerine hasret Koydum başımı kendi dizlerime Doya doya ağladım
Cahit Sıtkı Tarancı
Mohsen Namjoo konserden 2 saat önce annesinin vefat ettiği haberini alır. İran’a dönmesi yasak, sürgün. “Bugünlerde dünya benim için evimden bile daha küçük” diye bir bölüm var şarkıda. Ağlamaya başlıyor, “Toranj” şarkısını da ayakta ağlayarak söylüyor.
Mohsen Namjoo
Karda soğuk kokardı paltosu Peder Bey’in Soğuğun da kokusu mu olurmuş? Demeyin Babalar paltolardır, siyah, gri, lacivert Her pederin pederi kendi yüreğine dert, Her anne yüreginde kendi annesi anı, Bilinç okyanusunun köpek balıklarıysa, Parçalar anılara biraz derin dalanı
Hüsrev Hatemi
Ağlamak için çok geç şimdi; Annemi uçuşan kır saçlarıyla Görüyorum gökyüzü sonsuzluğunda Göğün suyuna katarken çivitini…
Attila Jozsef
anne beni merak et kaybolmam yakın
Fulya Codal
Beni bir şiirden mi doğurdun anne anneler başka ne doğurur beni bir şiirden mi doğurdun anne mısrâlar bana anne diyor
Hüseyin Alemdar
geri dönersem bir gün anne kirpiklerine örtü yap beni ört kemiklerimi ayaklarınla kutsanmış çimenlerle bağla beni… saçının bir tutamıyla …elbisenden uçuçan bir iplikle
Mahmut Derviş
Pencerem kuşları çekmiyor Soluğu azaldı nergislerin Üç tarak olsa taranmaz Yuku-Lilinin saçları Ben annesi çalışan bir çocuğum
Gülten Akın
boşadır ayrılığı anlatmaya çalışmak anlarsa ancak yüreği anlar bir çocuğun annesinden ayrılmışsa)
Akgün Akova
susulur, orda işte, sesindeki kargaşaya aldanır gönül bir gün bir çocuk mecbur sorar: bu nasıl gitmek kahır, korku, sabır; vedâ bile mahrum bana yalnız, etten ve kemikten bir ses: gitme! hüküm soran donuk annedir öpüp başıma koyduğum bir el gıyâbında yargılanır kalbim anlatılır: buymuş sana sebep
Kemal Varol
Dün akşam gün batmadan Yaşlı ölülerin arasına Bir küçük misafir geldi. Çocuk bahçesinde kovası kalmış Kumların üstünde küçük küreği. Besbelli çok yorgun hemen uyudu. Doğruldu yerinden yaşlı bir ölü Örttü üstünü: Madem ki annesi burada yok, Bu küçük kız bize emanet, İlerde yatan bir başka ölü Yavaşça seslendi: Başındaki kurdelayı çözüp katlayın Ütüsü bozulmasın.
Baki Süha Ediboğlu
erkekler ölümü bekler dönmek için annesine meğer kardeşler de nifak, durgunlaşırken arkadaşlığın arkı
hastalık neden yakın ediyor insanın ırağını
Yücel Kayıran
giderim gitmesine lakin oyuncaklarım kimin olacak beş vakit tuttuğu anneciğimin kollarım kimin, parmaklarım kimin olacak
Gülten Akın
o uzak evden hayatın neşesinin kaçmış olduğunu biliyorum şimdi bir çocuğun annesinden ayrılık matemine ağlamakta olduğunu biliyorum şimdi ancak ben yorgun ve perişan arzu dolu yolu bırakıyorum yarim şiir, arkadaşım şiir onun huzurlu eline ulaşıncaya değin gideceğim
Furuğ Ferruhzad
Ey bir hüznü büyüten solgun anne Sen de düşün benden sana kalan ne.
Metin Altıok
Bir insan ha aslan pençesinde paramparça olmuş Ha olmuş şiirimin nişanı Aynı kaderdir onu bekleyen Annesi yakında ağlayacak ona
Hasan Bin Sabit
Annemle karanlık geceler bazı çıkardık; Boşlukta denizler gibi yokluk ve karanlık Sessiz uzatır tâ ebediyyetlere kollar… Guyâ o zaman, bildiğimiz yerdeki yollar Birden silinir, korkulu bir hisle adımlar Tenha gecenin vehm-i muhâlâtını dinler… Yüksekte sema haşr-ı kevâkiple dağılmış, Yoktur o sükûtunda ne rüya, ne nevâziş; Bir sâ’ir-i mechul-i leyâli gibi rüzgâr, Hep sisli temasiyle yanan hislere çarpar.
Ahmet Hâşim
Anne ben geldim, yoruldum artık Her yolağzında kendime rastlamaktan Hep acılı, sarhoş ve sarsak Şiirler çırpıştıran bi adam
Ahmet Erhan
Buğday başakları arasına daldığında, Kaybolan o sarı saçlı çocuk, Şimdi babasının evlendiği yaşta. … Anne ben çok yoruldum..
Erdem Arslan
Bu garip dünyada ben yadırgadım yerimi… Yıllardan sonra bir gün görüp çektiklerimi, Tanrım, bir meleğine emredecek: “Yetişir!” Gözlerimi o saat sessiz kapayacağım. Beni bekleyedursun artık ılık yatağım, Bütün yorgunluğumu alacak bir teneşir. Bir yükü atmış gibi sırtımda bir hafiflik, Oraya geçmek için aşacağım bir eşik. Bir lâhza tutacağım bana uzanan eli. Bir el gözlerimdeki perdeyi sıyıracak. Onları bulacağım!.. Ve annem şaşıracak: “Oğlum! Ne kadar da büyümüş ben görmiyeli.”
Ziya Osman Saba
Dünya ellerimden kayıyor sanırken, Kayan benmişim onun ellerinden; Anne, Baba, Arkadaşlar ve nicesi Buhar oldular ardarda Sıklıkla gözlerimde yağar yağmurları… … Saz heyeti, neden vedalaşmadan Arkanıza bakmadan gidiyorsunuz?
Hüsrev Hatemi
Ve ben; Öyle küçüğüm ki, hayatın kollarında.
Annemin adı; henüz sadece anne…
Sahir Üzümcü
Canımın içini özlerim şimdi, üşüyen nefesiyle; İstanbul dönmesem sana, dönmesem çirkin ekmek kavgasına, annemi aldın, süründürüp hastane kapılarında,
Adnan Özer
‘Biz artık gitmeliyiz dağımıza anneciğim Yorgun geldim savaşmadım ama Bir ceset gibi ayaklarının dibindeyim’
Cahit Zarifoğlu
bir gün gelir hasret dolu bakışların bu hüzünlü şarkılara kayar benim anam oydu diyerek beni sözcüklerin arasında arar.
Furuğ Ferruhzad
Çıt yok bellekte Acı anıları ilerlere kaçırmıştır Çocuklarını kurtaran anne gibi.
Behçet Necatigil
sokakları gönendirmek için gezinen yüzüm şimdi pas artık kesif kokularla anılıyor adım ve cismim her kötülüğe varım artık: annem beni görmüyor çünkü anneler bir gün icâzet verir her cocuğa: git ve gözlerin güz olmadan başkalarını öv artık.
eski bir sevgilinin hatırasını örter gibi kapandı ardımdan yedi kibir bir karar üstüne yüz sürdüm yolların sonsuz âvâzına, yürüdüm melekler bakmasın diye uyurken örtünen annem ben uzak yaşına gelince şimdi naz:
âh ki büyüttüm çocuklarımı başkalarına!
Kemal Varol
cebime tıktığım kuşlar çok üşüyor geriye sayacağım söz veriyorum, vurmayın vurmayın kuşlarım ağlıyor, geriye sayacağım
anne, hangi sayıdan başlayacağım?
Altay Öktem
İnsan hep başlangıca inanıyor Annenin dokunuşu Ve ilk soluk Bir el saçlarda gezinirken Şefkatli bir yürek Öyle sanıyor dünyayı.
Bejan Matur
Çocuklar travmatik oluyorlarmış boşanınca babayla anne O ne ki, bizimkiler kaç evi başımıza yıktılar her mahallede.
Birhan Keskin
dayanmak çok zor anne dindirmez artık en serin gülüşler bile içim yanıyor anne çözülmez bir düğüm bu bağlandım bile bile
Sıtkı Caney
Gizemli kokular ve gülüşler Beni bir yaza gömdülerdi bir zaman Annem olan bir sessizlikte Belki de onun kalbidir açan Derin bir gülün içinde
Ataol Behramoğlu
Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya: Duymaz bu anda taş gibi kalbinde bir sızı; Fark etmez anne – toprak ölüm maceramızı.
Yahya Kemal Beyatlı
Sevgili çocuk Hem sevgili hem de çocuk olan Ah, bir de büyümeye çalışmasan Anneni sev, çiçeğini kokla Kaplumbağana biraz yeşillik ver Durma benim gibi yağmur altında Sevme benim gibi
Ahmet Erhan
Gölgende buldum ey dal bir anne ihtimamı. Şahane manzaraydı dünya sınırlarında Bir kubbenin rüku’u, bir zirvenin kıyamı.
Arif Nihat Asya
Öptüğünden beri anneciğim, en son defa sen beni Her kapıdan kovdu oğlunu, muhabbet bekçisi
Bütün gönüllerden ılık, yumuşak, kabrinin taşı Orada aksın göz yaşımın en acısı ve en tatlısı.
Abdullah Tukay
Annem yollara bakarak uzatıyor ömrünü Kızlarını kendi yaşına getirdi uğraşa uğraşa. Mezarlığı yatak odasına taşıyalı beri Yalnız oğullarının uzaklığını büyütüyor.
Ödül müsün ceza mı ey geçmiş zamanlar Kurtulan da mutsuz senden kurtulmayan da.
Şükrü Erbaş
bu kadar bebek ölüsüyle, bu kadar çocuk ölüsüyle, bu kadar anne ölüsüyle, bu kadar seyirciyle ve bu kadar sessizlikle…
Cahit Koytak
Biz çocuktuk, seni defneylediler Bî-vefâ kumlara bî-kayd eller. O zamandan beri, müştak’u zebûn. Ne zaman Kıbleye dönsem dil-hûn, Seni bir mafhede pûyân görürüm; Sonra kumlarda perişân görürüm. Bir diken belki delîl-i kabrin. Develer belki ziyaretçilerin; Kim bilir, belki de. pâ-mâl-i gubâr. Ne diken var, ne ziyâret, ne mezâr; Ne de sen… Bense bugün derdimle Seni inletmeye geldim, dinle.
Tevfik Fikret
Annemin naʹşını gördümdü; Bakıyorken bana sâbit ve donuk gözlerle. Acıdan çıldıracaktım. Aradan elli dokuz yıl geçti. Âh o sâbit bakış elʹan yaradır kalbimde. O yaşarken o semâvî, o gülümser gözler Ne kadar engin ufuklardı bana; Teneşir tahtası üstünde o gün, Bakmaz olmuştular artık bu bizim dünyaya
Sezai Karakoç
Annem, zamandan kalan cevherimdi Dünya kargası çaldı cevherimi
Pervîn‐i İ’tisâmî
Hezâr şîri bu deştün zebûn‐ı pençesidür Ne şir virdi ‘aceb tıfl‐ı câna dâye‐i ‘aşk
Şeyhülislâm Yahyâ
Ak saçlı başını alıp eline, Kara hülyalara dal anneciğim. O titrek kalbini bahtın yeline, Bir ince tül gibi sal anneciğim.
Necip Fazıl Kısakürek
Annem Hadi tek başına Uyu bakalım der geceleyin Görmeden Elimdeki pırpır uçurtmayı
Fazıl Hüsnü Dağlarca
sahi senden mi doğdum anne yollar nehirler kuşluk vakitleri dururken bir insandan mı doğar bir çocuk
Haydar Ergülen
Uykusunda, uyanık, seyredilen bir çocuk Gülümser masum. Yıllar sonra bileceği yakınlığı o yaşta, Anne baba arasında adlandıramadığı Bakışları, ilgiyi şimdiden anlar da Gülümser Bilirim.
Behçet Necatigil
Çocuk düşerse ölür çünkü balkon Ölümün cesur körfezidir evlerde Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların Anneler anneler elleri balkonların demirinde
Sezai Karakoç
Hilmi diyor ki annem Çiçek işlemeli bir lâmbaydı Karartma gecelerinde Tabut kalın ciltli bir kitaptır Senin de çocukluğun bir ceviz tabut muydu Usulca denize bırakılan?
Hilmi Yavuz
İlmin derin görüşleri, aklın hükümleri Doldurmuyor boşalmış olan hisli bir yeri.
Yahyâ Kemâl Beyatlı
Rıhtımda kalanlar bu seyâhatten elemli, Günlerce siyâh ufka bakar gözleri nemli. Bîçâre gönüller! Ne giden son gemidir bu! Hicranlı hayâtın ne de son mâtemidir bu!
Yahyâ Kemâl Beyatlı
Sürekli sevgiyi duydukça anne toprakʹtan. İçimde korku nedir kalmıyor yok olmaktan. Hayâtı râyiha sihriyle sindiren toprak, Bugün ne semtine baksam, çiçek, çimen, yaprak! İçinde râhata varmış yatan azîz ölüler Demek ki böyle bahâr örtüsüyle örtülüler!
Yahyâ Kemâl Beyatlı
Ey eski kamer, sen bizi elbette bilirsin! Annemdi o nûrunda gezen zıll‐ı mehâsin, Bendim o çocuk, bendim o sîmâ‐yı tahayyür Bir gün ki hazân ufka kızıl dalgalı bir nûr, Bir kanlı ziyâ haşrediyorken onu bir yed Bir bâd‐ı haşîn aldı o rü’yâyı müebbed. On beş sene evvelki hakikat hep o gündür Rûhumda bugün zulmet‐i pür‐girye onundur
Ahmet Hâşim
Anam doğurdu beni Sivas ilinde Sivralan Köyünde tarla yolunda Azığı sırtında orak elinde Taşlı tarlalarda avuttu anam
Aşık Veysel
sen neysen o kadarsın, ey akşam! annem içini çekiyor kimi ansa; ürkü!.. biri ansızın bir gül koparsa; şimdi uzak olandır neye ulaşsam…
Hilmi Yavuz
annem yıldız kayıyor içinden dilek tut koşuyor sana kısa pantolonlu çocuk
Nevzat Çelik
Eger dîbâ ola egninde ger post Anadan gayrı olmaz ogula dost
Rûmî
Anadur oglını gine avutdı Bu tasvîrile sûretden sovutdı
Ahmed Rıdvân
Başımı gavgâya saldı tıfl iken ‘aşkın senin Mâderimden emdiğim şîri harâm itdin bana
Mehmed Sıdkî
Zâra gelse mâder eyler şîr ile tıflânı meks
Mehmed Sıdkî
Dil-i zârum eger matlab-res olursa bulur ârâm Keser gûdek figânın mâder-i pistân-ı şîr olsa
Kenâr-ı dâye-i gerdûnda ol tıfl-ı yetimüm kim Mükerrer zehr nûş itdürmeyince şîr vermezler
Âgâh
Kucagımdan kim alır âh o tıfl-ı nâzı Çıksa bir kerre hele dâyenin âgûşundan
Sünbülzâde Vehbî
Âgûşa çekeydim o ciger-kûşe misâli Bir hem-ser ü hem-şîre vü hem-dâyen olaydum
Şûhî Bengîzâde
Anası koynında arar yitigin ‘Âşık kişi Ceyb-i gülde bûy-ı yârı gonce-i handân arar
Âşık Çelebî
Olıcak emr-i Hudâyile Nedîm-i zârın Mâder-i müşfikası ʽâzim-i şehrâh-ı bekâ Gelüp iki gözüne yaş dedim târîhin Sâlihâ kadına cây ede behişti Mevlâ
“Ağlayan,inleyen Nedîm’in şefkatli annesi Allah’ın emri ile ölümsüzlük âlemine varınca gözüme iki damla yaş gelip târîhini söyledim: Mevlâ Sâlihâ kadına cenneti mekân etsin.”
Nedîm
Hûn‐ı dil‐hûn‐âba rîz‐i çeşm‐i rikkattir bugün Her taraftan rû‐nümâ âlâm‐ı hasrettir bugün Ben libâs‐ı mâteme girdikçe ağlar kâ’inât Ağladıkça ben cihân mağmûm‐ı fıtrattır bugün
Ben seni şâd eyledim ammâ cihân şâd etmedi Tâliʽ-i maʽkûsu giryân-ı nedâmettir bugün Ettin isbât-ı şeref mâder Hüseyn’in neslisin Meşhedin ‘aşr-ı Muħarremdir şehâdettir bugün
Kırk bir ihlâs ile bir târîh-i mühmel söyledim Mâderin rûhu karîn-i Rabb-i ‘izzettir bugün
Abdülaziz Mecdî Efendi
Bagrum kebâb oldı benüm gözyaşı akdı mül gibi Pür-hûn surâhî gibi dil söyler zebân gul gul gibi Hâtır perîşân târ-mâr sünbül gibi kâkül gibi Aglayayın bülbül gibi hiç gülmeyeyin gül gibi
Câm-ı şarâb-ı ‘aşk ile sekrân olayın varayın Su gibi sahrâya düşüp giryân olayın varayın Bagrum delindi nâyveş nâlân olayın varayın Aglayayın bülbül gibi hiç gülmeyeyin gül gibi
‘Aşka olayın âşinâ bilişlerümi yâd idüp Evvel bahâr olursa da âhir hazânı yâd idüp Aglayayın bülbül gibi hiç gülmeyeyin gül gibi
Filibeli Vecdî
Cenâb-ı Şeyh Zeynü’d-dîn Efendî zevcesi hayfâ ‘Ubûr itdi bu şîvengâhdan bu cisr-i mâtemdür
Hezârân lokma tabh itdi eliyle elli yıl bunda Geçirdi mevkıf-ı haşri bu dergâh-ı mükerremden
Ümîd-i şefkat ile fevtine Zâ’ik didi târîh Nesîbe Hânum oldı münzevî el çekdi ‘âlemden
Şeyh Mehmed Emin Zâ’ik Efendi
Ben mâder için ederken efgân Olmakta semâ benimle giryân
Artmaktadır iştiyâk-ı mâder Lakin ebedî firâk-ı mâder
Ya Rabbî yakışmıyordu ölmek Ben varken o toprağa gömülmek
Yaşar Nezîhe Hanım
Mâder-i Mütehassır
Hisseylediğim dilimde her an! Hasret denemez azâb-ı nirân Ateşînde cân sîne-i suzân, Elbette ederdi beni perişân… Evlâd-ı firâkîdir bu hüsrân Yezdan açsın bu hâli yezdân ʽİcâz-nümâ olan o sultân
Çektim nice ızdırâb-ı mihnet Nezdimde kalır diye o hey’et; Takdîr-i Hüdâyı sabr u gayret Tabîre nasıl eder kifâyet! Vâkiʽ yine ayrılık nihâyet Evlâd-ı firâkı gamlı hasret, Yezdân açsın bu hâli yezdân ʽİcâz-nümâ olan o sultân
Nezdimde iken o nazlı etfâl Eylerdi beni hep inler işgâl Gelmez idi istirâhat-i bâl; Râhatların etmedikçe ikmâl
Nigâr Hanım
Ağlama ey verd-i âl Em memeden lezzet al Cüz’î n’olur hâba tal Niceye dek bu figân
Şeref Hanım
Em meme feryâdı ko Yat uyu ey mâh-rû İşte sana ninni bu Eyle dilin şâdkâm
Şeref Hanım
Yat uyu çekme mihen Süd içün ey sîm-ten İşte meme işte sen İtme figân ü bükâ
Şeref Hanım
Ben yirmi üçe girince mâder Hep işleri risk edip ser-â-ser
Evlenme sözü ederdi tekrâr Fikrinde eder dururdu ısrar
Teklîfine i’tirâz ederdim Ben doğruca derse giderdim
Üstâd idi mâdere birâder İrzâya çalıştılar berâber
Tâm birisine eyledi temâdî Terk eylemedim yine ‘inâdı
Gördüm ki bekâ-yı nev’-i insân Bulmuş bir cihetle şekl-i imkân
Eşyâdaki izdivâca baktım Evvelki inâdımı bıraktım
Teklik yakışır Hüdâ’ya ancak Mahlûk ise çift olur muhakkak
Mâder beni eyleyince irzâ Hep kendinin oldu sanki dünyâ
Abdülaziz Mecdî Efendi
Mâderin ser-tâc-ı fahr u hürmet ü iʽzâz kıl Mâderin memnûn eden elbette ber-hor-dâr olur
Nûr-ı ‘aynım en mühim pend-i mükerrerdir sana Vâliden her hürmete şâyeste-i îsâr olur
Mâderin kalbindedir Hakkın rızâ-yı aʽzâmı Hüsn-i da’vâtiyle hatta yok olan şey var olur
Abdülaziz Mecdî Efendi
Buna huccet nebînüñ beyânı Ki didi mihnet akdâm ümmehâtı
Götürseñ her birini kenefge ger Hem iderseñ niçe kez hac-ı ekber
Ödenmez hakkı atanuñ ananuñ Kalur bu yanuñda olmasun gümânuñ
Dilerseñ Hak Taʽâlâ’dan rızâyı Atadan anadan algıl duʽâyı
İbrahim b. Bâlî
Peder ü mâdere eyle taʽzîm Yaʽni ifrâtla eyle tekrîm
El-hazer olmayasın ehl-i ukûk Ki odur ekber-i erbâb-ı füsûk
Öf deme başına ursa farazâ Dâ’im eyleyegör celb-i rızâ
Vâlideyne sözümüz yok amma Arama gayride âsâr-ı vefâ
Nesre Çeviri: “Babaya, anaya hürmet göster. Yani onlara fazlaca saygılı ol. Sakın ana-babaya asi olanlardan olma. Ki onlar en büyük yanılgıya uğrayanlardandır. Mesela başına vursalar bile öf deme, her zaman rızalarını kazan. Ana-babaya sözümüz yok ama başkasında vefadan eser arama.”
Sünbülzâde Vehbî
Dün ü gün şoldur sana himmetleri Kim bilesin sen kamu ni‘metleri
Her neye kim sunsan elün irişe Mâla mülke ni‘mete her bir işe
İstemez bunlar ki sen aç ölesin Yâhud uşbu halka muhtâc olasın
İlla isterler senün begligüni Halk içinde kamudan yigligüni
Âşık Paşa
Bir zaman ata ana işler idi Oglını vü kızını bisler idi
Bu kez ogul kız gerek kim işleye Atayı vü anayı hoş bisleye
Âşık Paşa
Cennetime dir koram bilün Ata ile anayı razı kılun
Ahmed Mürşîdî
Bu bizden öndin gelenler ma’nîyi pinhân didiler Ben anadan togmış gibi geldüm ki ‘uryân eyleyem
Yûnus Emre
Alur yigidi kocayı yakar ananun içini
Yûnus Emre
Atan anan hak’ı yitürdünse Yeşil tonlar geyenesin tonanasın
Yûnus Emre
Bâddan goncelere hâmile oldu gül-bün Öyle kim Îsi’ye Cibrîl deminden Meryem
(Sabah rüzgarı bahçeye İsâ gibi nefesinden esenlik bağışlamış. Kuru ağaçlar Meryem’in fidanın gibi yeşermiş.)
Nesîmî
Veysel Karanî Hazretleri ve Annesi
Halk arasında Veysel Karânî diye bilinen Uveys Karanî Hazretleri, Mekke civarında bir semt olan Karan’da yaşamıştır. Rivâyetlere göre bu zât, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i görme aşkıyla yanıp tutuşmasına rağmen hasta ve yaşlı annesini bırakıp Peygamber’i görmeye gidememiştir. Bundan bir şekilde haberi olan Peygamber yanındakilere Uveys Karanî’yi övmüş, onun cennette olacağını söylemiştir. Yanındakiler bu zâtın kim olduğunu sorunca Hz. Muhammed (s.a.v.), dünyada onu zâhir gözüyle göremeyeceğini, Karan köyünde ibadetle meşgul bir hâl ehli olduğunu; gözleri kör, eli ayağı tutmaz ihtiyar annesini şeriata bağlılığı yüzünden bırakamadığı için kendisini görmeye gelemediğini, hayatını deve gütmekle kazandığını anlatmıştır. Sahâbelerden Ebu Bekîr onu görmek istediğini belirtince Peygamber onu Hz. Ali ve Hz. Ömer’in göreceğini söyler ve onlara Uveys’i gördükleri zaman ümmetine dua etmesini söylemelerini ve hırkasını ona vermelerini vasiyet eder (Tansel, 1975: 223).
Ana hakkı için Peygamber sevdasını içine gömen ve sonunda Peygamber’in övgülerine mazhar olup onun mübarek hırkasını alma şerefine nâil olan bu zât, evlatlık vazifesini yerine getirmenin Allah katında öneminin delîlidir. Veysel Karanî Destanı’nda onun, gözleri görmez annesine gece gündüz baktığı, annesini arkasına bağlayıp deve gütmeye gittiği, onu bir gölgeye bırakıp develeri güttüğü, anasına hürmet ettiği için Allah tarafından yüceltildiği anlatılır:
Kimdir ol sultân-ı Veysi âşikâr Ol Yemen elinde idi bahtiyâr
Deve güderdi gece gündüz yakîn
Varidi bir gözsüz anası anın Bekler idi anı ol leyl ü nihâr
Arkasına alur idi çün müdâm Deve güdmege giderdi ol hemân
Kor idi bir gölgede anı hemân Devesini güder idi ol yakîn
Ücretile develeri ol güder Gice gündüz Tenriye tâʽat ider
Anasına ider idi hürmeti Anın için buldı Hakdan rifʽati
Ey mûnis-i rûzgârum ane Gam-hârum ü gam-güsârum ane
Men dâr-ı bekâya azm edende Dünyaya vedâ edüp gedende
Mensüz çeküp âhlar figânlar Sahrâlara düşdügün zamanlar
Düşse yolun ol olan diyâra
Fuzûlî
Göçdi kâfile gitdi karanluk gece Sormagıl kim Yûsuf’un hâli nece
Deveye bindürdüler aldı gider Anası kabrine uğrar gör n’eder
Çünki Yûsuf anası kabrin görür Kend’ özün şol deveden endürün
Bir zaman ağlar ol kabri kucar Gönülinden sırrını söyler açar
Şeyyâd Hamza Yûsuf u Zelîhâ
Çü buldı dâyesi agzını şîrîn Bu lezzetden didi adını Şîrîn
Ahmed Rıdvân Hüsrev ü Şîrîn
Geld’anası urdı tâbûta yüzin Bîm-idi k’öldüre anda kendüzin
Bu sebebden bilübem kim bu cihân avrettir Avretin böyledir evlâdı ile ef’âli Ulu evlâdı keser südden ü te’dîb verir Süd verip lutf ile bağlar beşiğe etfâli
Fuzûlî
Mehd içinde tıfla benzer nâ-şüküfte goncalar Kim salar gehvâresini nitekim mâder nesîm
Mesîhî
Arkama sâyen girüb dâ’im kucagında tutar Her gice bekler beni tâ subh dek bî-hâb şem’
Zâtî
Takınur göz degmesün diyü hamâ’il boynına Sakınur yavuz nazardan n’eylesün anacugı
Bâkî
‘Ayb itmek olmaz âh-u-enîn itdügünüze Çün mihr-ü-şefkat ile bugün ata anasuz
Necâtî
Gam atam oldı derd anam yine hecründe yek-sânem Esirge bu yalunuzın bu gün atanun ananun
Necâtî
Ey Behiştî ma’ni ebkârın ne ra’nâ beslemiş Eyle billâhi ri’âyet lutf-ı tab’un dâyesin
Behiştî
Nevrûz gülün tıflına hem dâyelıg eyler Hem nergis-i mahmûr didi lâleye lâlâ
Cemâlî
Ana hûr u melek dadı vü lâla olmağa hâzır Ne dem muhtâc olursa hidmet-i dadı vü lâlaya
Nef’î
Anemin bana öğrettiği kelime Allah, şahdamarından yakın bana benim
Annem bana gülü şöyle öğretti Gül, O‟nun O, sonsuz iyilik güneşinin teriydi
Annem, gizli gizli ağlardı dilinde Yunus Ağaçlar ağlardı, gök kuyulaşırdı güneş ve ay mahpus
Sezai Karakoç
Ben Hızır… gün… falan saatte… yerde İnceleme yaptım Anne suçsuzdu ve öldü Baba suçsuzdu eski incirler gibi hışırdıyordu
Küçük çocuk suçsuzdu Bal rengi bir akıl sarasına bağışlandı. Öbürleri suçsuzdu Çiçeğe yeni durmuşlardı Suçlu bendim Geç kalmıştım
Sezai Karakoç
Sabahları gün doğmadan uyanır Dilini yutacak olur içi kanlanır Gün boyu çalışır aydınlanır Kederini anlarsanız size ne mutlu Acır fakir çalışan kadınlara Titrer bir gönül kıracak diye hanım dizi İncedir billurdandır yoktur gölgesi Türkiye‟de Bir meçhul Meryem mermerden değil ama kutlu Gözlerine baksanız erirsiniz kar gibi Elinizi sallasanız rüzgârından sallanır Bir geyik olur sizi arar melül ve bakır Görür gibi uyur konuşur gibi susar güler gibi ağlar
Sezai Karakoç
Bir kadını al onu yont yont anne olsun Her kadın acıma anıtı bir anne olsun Çocuklara açılan mavi kırmızı pencere anne Sen bu şehrin sokaklarından geç pencerelerle Bir insanı al onu çöz çöz çocuk olsun
Sezai Karakoç
Ve anne ilkin düştü Anne indi demire Bir ağıt var çamaşır ipinde bile Artık kurşundan gölgeler baba ve kardeşler Durup suçluyorlar birbirlerini İlerlerken lanetliyor her biri kendisini Öldü anne ve mutfaklar kilitlendi Kilerler boşaltıldı farelerce Anne gitti evler döndü yazlık otellere Anne gitti ve sular buruştu testilerde Artık çamaşırlar yıkansa da hep kirlidir Herkes salonda toplansa da kimse evde değildir
Sezai Karakoç
Ve kadın, anneden çocuğa akan Bir şelale belki, dünya kayalıklarından Ta… Cennete dökülecek
Sezai Karakoç
Doktor istemem annem gelsin Yataklar denize atılsın
Çocuklar çember çevirsin Ölürken böyle istiyorum.
Sezai Karakoç
Bir balık görünce nasıl çırpınırsa bir martı Gün batınca nasıl çırpınırsa Boğulmuş bir kuş gibi Bir deniz Çocuğu ölünce öyle çırpınır bir anne Annesi ölünce bir çocuk öyle çırpınır.
Sezai Karakoç
Ve o kadınlar nereye gittiler Anne olan sevgili olan o kadınlar Çocuklarının üzerine titreyen Kirpiklerinde hep aynı Sevgi ve merhamet ışığı O kadınlar gökyüzüne mi çekildiler Eleğimsağmalara mı göçtüler Muratlarımızla birlikte Ve şimdi Erkeklerin kötü alışkanlıklarına özentili Bir kadınlar seli Onlar gibi kumar içki ve şiddetin esiri
Sezai Karakoç
Annenin başı elleri arasında Parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük Bir fotoğraf asılıdır duvarda Aynaya, geceye, maziye dönük Annenin başı elleri arasındadır
Sezai Karakoç
Ötesini söylemeyeceğim Bay Yabancı Ben siz belki bilmezsiniz on yaşındayım Annem böyle konuşmak ayıptır dedi Annem o kadına şeytan diyor Bizim kediler de ona tuhaf tuhaf bakıyorlar Siz şeytanı çok seviyorsunuz galiba Bay Yabancı Siz şeytanı niçin bu kadar çok öpüyorsunuz Kabul ediyorum sizinki bizimkinden daha güzel Ama bizimki sizinkinden daha efendi daha utangaç Onu hiç görmedim o bize hiç gelmiyor Hele yağmur onu hiç deliğinden çıkarmıyor sanıyorum Ben yağmuru çok seviyorum Bay Yabancı Sizin ıslak saçlarınızı hiç sevmiyorum Tunusluların saçlarına benzemiyor sizin saçlarınız Bizim saçlarımıza benzemiyor sizin saçlarınız Ben karayım beni de amcamın oğlu seviyor Sizin o kadını sevmiyor Süleyman Süleyman benden başka kimseyi sevmiyor Ben de onu seviyorum Onu ve bizim evi seviyorum
Sezai Karakoç
İçerde, pasın gölgeye, gölgenin çocuğa dönüştüğü yerde aşınmış bir lavanta kokusu… Ve içinden sessizce geçilen bir oda: Tedirginlik!.. Böyledir anne ve hatırlama.
Vural Bahadır Bayrıl
İçerde, pasın gölgeye, gölgenin çocuğa dönüştüğü yerde aşınmış bir lavair oda: tedirginlik!.. Böyledir anne nta kokusu… Ve içinden sessizce geçilen bve hatırlama.
Vural Bahadır Bayrıl
Sen, bir gölün uykusundan çaldığım ayna, gitme kal. Dayanamam ıssızlığım çok ince. Aşk, aşk, âh, sen küçük anne! … Kabuk tutmaz ki, mazi açık bir yara. Anne, eteklerinde kesik saç yığını, bakar ve ağlar ufka
Vural Bahadır Bayrıl
Anneler göl uykusundayken çocuklar derin alınganlıklardır.
Vural Bahadır Bayrıl
Çocuk koparır tebessümle, kendini geleceğe bağlayan lehimi. Z a m a n h u r d a y a ç ı k a r. Asit, söker oksidi… İşte hatıranın balkonlarında zaman ötesi iki sevgili: Ç o c u k v e A n n e ! A ğ ı y o r l a r göğe. Yakarışlar ve kalbe aşina dualar gibi…
Vural Bahadır Bayrıl
‘Amentü Gemisi’ demir alır ay ırmaklarına doğru… (…) Âh çocuk, bilmeliydin. Ateş denizine inmezdi mum kayık. Yazmaksa pişmanlıktır.
Vural Bahadır Bayrıl
Ben ölsem be anacığım Nem var ki sana kalacak Ceketimi kasap alacak, Pardösömü bakkal Borcuma mahsuben… Ya aşklarım Ya şiirlerim ne olacak Ya sen ele güne karşı Nasıl bakacaksın insan yüzüne Hulasa anacığım Ne ambarda darım Ne evde karım var. Çıplak doğurdun beni Çıplak gideceğim
Rüştü Onur
Bütün bunları merak etmiyorum Ha bir gün önce olmuş ha bir gün sonra Anacığım duyacak mı mezarında İşte onu söyleyin bana
A. Kadir Paksoy
Anacığım! Yılları senin yaşamının benziyor birbirine mezar taşları gibi
Nur içinde yat anacığım Mecbur muydun beni doğurmaya Bir daha yapma
Vüs’at O. Bener
başını biraz çevir ve bakıver dışarı, bulutun doğurgan gölgesi, yağmurun hüzünlü ezgisi, ağacın ruhanî yeşili yeryüzü için neyse, senin gülücüğün de benim için öyle, benim için öyle, benim için öyle!
Cahit Koytak
Hepinize!.. İşte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü. Hele dedikodudan, unutmayın ki, merhum nefret ederdi. Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın beni. İş değil bu, biliyorum (kimseye de öğütlemem), ama benim için başka bir çıkar yol kalmamıştı.
Mayakovski
Ruhumu öksüz bıraktın Mürşidim? Annesinin çarşıya gittiğine inanmış çocuk gibiyim, Eve dönmeni bekliyorum.
Zeynep Kamilov
Baktım annem yoktu yanımda; Sırtımda bahriyeli giysimle, Ben bir kez kayboldum çocukluğumda.
Metin Altıok
(Dargındım babama söylemek zor
annemin kefeni solmamıştı)
babam da bana dargındı
Sennur Sezer
bir evde anne çay, baba ekmektir ne kadar demlenir ve ne kadar pişersin sana kalmış bir an evvel görün, kaderin gözü üzerimizdedir
Yağız Gönüler
babam her gece ölüyor şimdilerde annem nihavent bir çığlık oluyor
Kadriye Yılmaz
Ben anneme benzerim Babama da tabii.
Bejan Matur
Adın üç kere geçti saçma sapan bir filmde yalnız olsam çok ağlardım ama annem bakıyordu otoban dolusu gürültüyü sıkıştırıp beynime anne dedim, hadi çay koy da içelim..
Ali Lidar
Anam, küfür yetiştiremedi dünyanın hallerine Benden bu kadar deyip dün gece çekip gitti Belki sorgucularına kazık çakıyordur şimdi de. Babamsa karıncayla kelebekten İncelik ilmi dersinde hâlâ.
Mahmut Temizyürek
Ana baba çocuğu doğduğu zaman, âdet, Akıllı olsun ister. Oysa akıllı olduğum için değil mi, Başıma gelen bunca belâ? Ondan işte şimdi bütün dileğim, Budalanın biri olsun çocuğum. Ömrü boyu rahat eder, en azından Müdür olur, nâzır olur.
Su Tung Po
Babalar ölür Dolaşır eli ölümün Saçlarında anaların oğulların
Erdem Beyazit
kırık bir tekneyim çılgın sularda içimde kırık bir dal artık kırklara karışır giderim anne
Sıtkı Caney
Anneler derin bir yara taşırlar içlerinde, onlar uykusuz aynalardır Sessiz rüya kapısıdırlar, kalbinden öperseniz ruhunuzdaki sis dağılır Uzun bir üşümek kalır, çünkü masum bir avludur şairin kül ağzı Anneler üzgün şairdirler, oğulları, kızları bozguna uğramış bir şiir.
Engin Turgut
Anne senin yüreğin taş olsa dayanır mı Kuş olsa çiçek olsa gündüz olsa Kırılmaz mı acıdan bir sap menekşenin boynu
Bu kez dağlar doğursun beni anne Sen de ılık bir yağmur ol Durmadan yağ kanayan yerlerime
Haydar Ergülen
Narin bir üzüm anne yüreği ağlaması çocuğun çöl tülbent üstünde sarar onunla anne yüreğini
Nuri Pakdil
Biz seninle eski bir cami avlusunun sahipsiz iki güverciniydik ezan sesiyle başlardı güne öksüz uyanmalarımız dualarımız ağladığında anladık… annemiz değildi her başımızı okşayan
Esra Ezher
Seneler aktı gitti, artık ne kuş, ne anne Biçare yaşlı asma sarardı ve çürüdü. Kapıyı, duvarları vahşi otlar bürüdü, Ve ben, ben ağlıyorum, o günlerin peşinde.
Alphonso de Lamartine
Çocukluğumla aramda ölüm var. Ölümle hayat arasına sıkışmış, uykulu, kadim bir tepedeyim. Annem yoldan gelmiş yol olmuş kardeşime, Ölümleri gösteriyor. Birlikte ağlıyorlar. Ben güneşe ağlayacağım. Issızlığına bu tepelerin.
Bejan Matur
Bir gün de annenin seni emzirirkenki yüzünü gör düşünde
Süreyya Berfe
babam tadı damağımda baldı o sabah kalkamadı peteklerden akıttın zehrini tanrım gözlerimde ölüm ağırlığı annemin yangınına koştum deli rüzgar gibi dolanıyor annemin sesi
Süheyla Taşçıer
Bense, Annesinin elini bırakıp kaçan Küçük bir çocuğun merakıyla, Nereye varacağımı bilmeden, Olanca gücümle Uzaklaşmak istiyordum o gölgeli bahçeden, Gençtim. Bir ömür boyu koşabilirdim, Yere düşen bir yaprağın içindeki Saklı harflerin peşinden.
Melisa Gürpınar
Birden pencere açılacak annem beni çağıracak
Tadeusz Rózewicz
Ve ey saçı ak gönlü ak Anneciğim pencerede ağlayan . Ah biliyorum güç gelecek sizlere Ama artık gitmek geliyor içimden Bir sabah masmavi bir bulutun peşinden Dönüşü olmayan yerlere…
Ataol Behramoğlu
annem pencereleri sardunyalara bakan bahçeli bir evdi
Sema Enci
Allah’a sarılıp ağlamak istiyorum bazen Sûr üç gece önce üflenmiş Üç gece önce korkunç aydınlanmıştır gökyüzü Anne, “oğlum” diyerek uykusundan Ve korkuyla pencereye: “hayrolur inşallah”
Dilek Kartal
anne, derle bahçelerin ve yüreğinin en kokulu çiçeklerini derle ve oğulcuğunun acıyan yüreğine aktar
İhsan Tevfik
yeniden gülmesini öğrenirken çocukluğum ah anne dünya sussun gözlerin konuşsun!
Hıdır Işık
uyumuş bebeğin kokusunda yatağı gül ve sabun konup kalkıyor kelebekler kuş fırtınasına tutulmuş sevinçten beni gördüm annem ki aynasında ağrısız dolaşır çocuklar köze düşmesin diyedir közü avuçladığı yanarken beni gördüm
Arife Kalender
yoruldun artık, bütün gün didinip durdun toprak bile, gök bile, deniz bile bir yerde yorulur bırak kalsın süpürge duvarda sabun kovada anne, gel yanıma otur
Ahmet Erhan
Diyorlar ki benim için şimdi Takmıyor Azrail’i En derin yerine giriyor ırmakların Ben de diyorum ki onlara N’olur yadsımayın beni Yok artık ardından gideceğim kadın Hayatta beni en çok anam sevdi..
Abdülkadir Paksoy
Annem güleç bir sabahtı uyandığımda Parmaklarının ışığıyla hazırlardı kahvaltıyı Haylaz tin, denizin köpüğü, Bendim tek dişlediği elma
Kuş olup uçmak da vardı ya Susunca çoğalmaya başladı annem Parmak uçlarından
Ahmet Ada
biteviye uzanıyor çamaşır sepetine bir daha, bir daha düzeltiyor ipteki havluları kim bilir hangi çocuğunun bezini serer gibi usulca, usulca çıkartıp mandalları yeniden takıyor ve geçip seyrediyor kısacık bir an upuzun yıllarını sonra çekip gözlerini dalgın hayatından uzanıp okşuyor biraz önce suladığı zakkumun dallarını
Ayten Mutlu
geçen gün bir mezar yerinden söz etti bana şöyle sulak olmayan, güneşli bir yer… ben bunları düşünürken bir kuş kondu balkonun demirine ve uçup gitti belki de bir daha hiç göremeyeceğim o kuş uçup gitti bir ikindi büyüsünü bırakarak annemin başörtüsüne
Ayten Mutlu
Düşeni kucaklayıp yerden kaldırır Üşüyeni sevgisiyle sarardı anam, Yanından birazcık ırayıp gitsek Bizi köşe – bucak arardı anam, Rüzgârın dağıttığı saçlarımızı İnce parmaklarıyla tarardı anam… Çiçektik, sulardı, ‘solmayın! ’ diye Hep dua ederdi ‘çirkin ölmeyin! ’ diye…
Bahaettin Karakoç
Ak saçlı başını alıp eline, Kara hülyalara dal anneciğim! O titrek kalbini bahtın yeline, Bir ince tüy gibi sal anneciğim!
Sanma bir gün geçer bu karanlıklar, Gecenin ardında yine gece var; Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar, Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!
Gözlerinde aksi bir derin hiçin, Kanadın yayılmış, çırpınmak için; Bu kış yolculuk var, diyorsa için, Beni de beraber al anneciğim!…
Necip Fazıl Kısakürek
şimdi yalnızım ve dar omuzları yetmiyor bana gelmeye gül açma mevsimiymiş unutmanın. kederi ve herşeyi hangi söz anlatır o beyaz örtünün altında. karanlığa doğru bir kuş gibi küçülüşünü.
Yelda Karataş
herkes içine seslensin, anne sözü vakit düğümü üçte ikim yaşasa da anlamak isterim öldüğümü
hatıra da insanla birlikte yaratılmıştır, ne ederim kimse bilmez kaç sevabın bir günahı örttüğünü
heyhat, ya kalbi ya gözleri karıştığında ağlar insan allah ve anne yerle göğün çift kulplu güğümü
Hüseyin Alemdar
canım bugün tufan olmak istiyor anne… gitme dedim, gitme dedim, gittin! canım bugün yağlı kurşunlar istiyor anne!..
Osman Erkan
Annem kalbi iyilik dolu komşuluğun mavi şarkısı, kalbi kırık bir beyazlık, küs bir çocuğun büzülen alt dudağı, açmadan önce solmayı öğrenmiş bir çiçeğin uykusuz sancısı, yeni çağların merhametli ve cömert hayalcisi, hayatın kalbinde oturan vefa çiçeği, sanki üzgün bir gül yaprağı, ruhunda bayram sevinçleri taşıyan, sevdiklerini sevgisiyle yaşatmaya çalışan bir düş tıpırtısı, ağzını hicaz şarkılarıyla yıkayan yağmur yalnızlığı, boynu bükük hatıralar kasabası, kucağı sıcacık kuş cenneti, kalbi camdan bir hakikat masalı, üşüyen ahşap bir keder, eski vapurlar, eski trenler, eski yazlar, yazlık sinemalar serinliği, taş plak bir gönlün solgun yorgunluğu, saksıdaki güz, balkondaki güneş desenli hırka, içten sarılmanın konuşkanlığı, her şeye üzülen, üzüm ve hurma kokan bir yemiş ve hep incinmiş bir dut ağacı türküsü, annem portakallı bir kurabiyenin gülümsemesi, hayatın alnına sığmayan sıcacık nefes, dikiş tutmayan o ince yara, o ince hanım.
Melekler erken uyanır sabahları fakat ben annemden başka gökyüzü görmedim!
Engin Turgut
Çünkü annem bir yorgun zorunluluk Yüzünde içi çiçekli eski kutu duruşu Neydi unuttuğu mutfağa girip çıkarken Dalgınca boyayıp duruyordu kirli göğü
Gonca Özmen
Ah! haksız yere hırpalanmış sahipsiz çocukluğum. Birer denizfeneriyken karanlıkta anneler fırtınada kaybolan kaybolan bir gemiydi zaman fırtınada bir gemi bir gemi kâğıttan.
Oya Uysal
Anam küfürbaz bir kadındı Bu huyuna dün gece istemeden son verdi. Babamsa “lan” bile demez “Sen”i “Siz” gibi söylüyor hâlâ. … Anam, küfür yetiştiremedi dünyanın hallerine Benden bu kadar deyip dün gece çekip gitti Belki sorgucularına kazık çakıyordur şimdi de. Babamsa karıncayla kelebekten İncelik ilmi dersinde hâlâ.
Mahmut Temizyürek
Ben beş yaşında çocuktum kış sokaklarından, Annem geçerdi içimden, düşünmeden, Sevgiyi kim bilir nelerle ödediğini
Galiba yazdı gök güzelliğinin değişilmediği, Her yerde kuş gölgeleri, ayak izleri, yalınlık belki, Öyle bir mevsimdi annemin sevgisi
Ahmet Ada
annem ne zaman bir tren geçse istasyondan dönmeyen kardeşini anımsar ağlardı sessizce
Ahmet Ada
Şimdi bu erken sabah saatinde Acıtıyor kalbimi özlemle O sabah vaktin görüntüleri Babamın güzel, ağır başlı yüzü Annemin azıcık hüzünlü Ve hep azıcık telaşlı gölgesi
Ataol Behramoğlu
geri dönersem bir gün anne tandırının ateşine bir odun olarak koy beni… as evinin avlusunda bir çamaşır ipi gibi. direncimi yitirdim anne duaların olmaksızın
Mahmut Derviş
Annemin vasiyetindeki, ‘Oğlumu benim yanıma gömmeyin sakın’ maddesi kadar sevecendin.
Küçük İskender
Hüzün neydi sanki o zaman Artık kullanılmayan dikiş makinesi annemden kalma.
Didem Madak
Yalnız sever, evlenir, nurtopu gibi ülseri ve gastriti olur. Yalnız boşanır, çocuk annesine verilir. Hüzün babaya.
Metin Üstündağ
Bu son buseydi anlıma koyduğun …Ve… benim sana son seslenişim anne Kalk üzerimden topla düşürdüğün incileri …bedenim henüz sıcakken nefesinle Yıka beni gözlerindeki hüzünle
Yıka beni sözlerindeki ağıtla ?
bir çocuğun annesini sevişi gibi seviyorum seni, kederle ve hüzünle
Behçet Aysan
sen neysen o kadarsın, ey akşam! annem içini çekiyor kimi ansa; ürkü!.. biri ansızın bir gül koparsa; şimdi uzak olandır neye ulaşsam…
âh, akşamdan bile ürküyor çocuk; her yer alaca karanlık gurbet; soldu annem, solarken goblen ve tülbent; ve akşamın ucuna doğru yolculuk…
bir türkü söylendi, neyin tadı var? akşam bile bitti, kalmadı çünkü.. çekildik, bir başına kaldı o türkü; kapılar arkamızdan kapanmadılar…
Hilmi Yavuz
Tanrı onları dört gözden ayırmasın Hiçbiri anne baba yokluğu bilmesin. … Bizler ki büyükken bu kadar yılmışız da Ya onlar küçükken kalırsa ardımızda?
Behçet Necatigil
Annemi üzdüm Böylece hep bana tirenler çarpsın
Muhsin Ünlü
Her zamanki gibi oldu gene Yalnız kaldığımda Kalemlerimle Testiler konuşmaya başladı, Perdeler kımıldadı Birazdan. Ölü annem de gelir dolaba Süt içmeye
Ergin Günçe
“Sinemaya gidiyorum” de annene Cuma namazına gidelim onun yerine
Sezai Karakoç
Annemin sessiz geceleri için!
Kaşan şehrindenim Fena sayılmaz halim, Bir lokma ekmeğim var, biraz aklım, İğne ucu kadar da zevkim. Annem var, ağaç yaprağından daha güzel, Dostlar, akan sudan daha iyi
Sohrab Sepehri
Belli bir bozgun yaşamışız Her şeye ölüm dadanmış sanki Kadınlar ki anne olmamak için direniyorlar
Erdem Beyazit
Sordum yeni doğmuş bir bebeğe: -Boş zamanlarını nasıl değerlendiriyorsun? -Annemin sütünü düşleyerek.
Süreyya Berfe
Tanrı sessiz Annem kadar sessiz Bakarak Neden bekliyorsunuz burada Diyordu kalanlaraBejan Matur Tanrım ne yaptık sana Kuşlarının kanatlarını mı kırdık Ne yaptık sana
Bejan Matur
Ben kökünü toprağa batırmış bir ağaç değilim Taşları ve o ana sevgisini emen Bu yüzden büyüyemiyorum parlak yapraklara her nisan, Bir çiçek tarhının güzelliği de olamadım ne yazık ki
Sylvia Plath
Ölüler! Özlemez olur muyum dünyanızı, Aranıza karışmış annem var, babam var.
Ziya Osman Saba
Şu göklerin altında, Olacağız o kadar bahtiyar Ki çıkıp mezarlarından annemiz, babamız da, Beyaz evimize yerleşecekler, Uzun kış geceleri onlar da aramızda Göz göze bakışacak, mangalı eşecekler..
Ziya Osman Saba
Cennet ülkesine herkes in. Cennet ülke sine. Cen- in olup koynuna annemin.
Seyhan Erözçelik
Anne ve babanın kıymetinin olmadığı ve çocukların kendi arzulara göre hareket edip anne-baba tarafından yapılan en küçük bir müdahaleye bile katlanmadıkları bu zamana lanet olsun!
Mihail Nuayme
Anası boğmuş kendini bir ipek gömleğiyle Çocuklar gibidir yüzünün bilmecesi Avlunun bu erken saatinde
Ergin Günçe
akşam, annemle aramda bir süs!
Hilmi Yavuz
Her zaman, fakat bilhassa Beni sevmediğini Anladığım zamanlarda Görmek isterim seni de Annemin kucağından Seyrettiğim insanlar gibi küçüklüğümde…
Orhan Veli
annemin gözleri acınacak bir ağaçmış babamın teni durulmaz bir rüzgar
Sinan Oruçoğlu
Ve anne ölür Ezanda ölür anne Selamı üzerine olan her çocuk Allahı düşünür.
Bejan Matur
Bana ders vermeye kalkma ben dersimi yıllar önce tek başıma çizgi film izlerken aldım. Çünkü annesi çok meşgul olan çocuklar oturup tek başlarına çizgi film izlerler. Bana empati yapma çünkü annem, Annem empatinin ne olduğunu bilmiyor..
Ali Lidar
kendini yalnız bir çocukluktan büyütenler terk edilmek, bütün çocuk arkadaşlar dağılınca evlere beklemektir bir anneyi
Betül Dünder
Nasıl anmazsın o çocukluk günlerini! Dalda bülbülü vardı, gökte beyaz bulutu. Annem vardı, babam vardı. Bahçemizde, ılık, uzayan günlerdi yaz, Bir beyaz âlemdi kış. Başkaydı günesi, böyle değildi ayı. Artık istemiyorum yaşamayı! Bir gün ver bana Tanrım, Ta çocukluğumdan kalmış…
Ziya Osman Saba
özlüyorum pişirdiği ekmeği kahvesini dokunuşunu çocukluğum büyüyor içimde günden güne. göz kulak oluyorum kendime ölürsem çünkü utanırım annemin gözyaşlarından
Mahmut Derviş
kocadım, geri ver çocukluğumu anne eşlik edebileyim diye küçük serçelere …dönüş yolunda senin bekleyiş yuvana.
Mahmut Derviş
Tek çocuk olduğum günler gibiydi. Yaz tenhası cami avlusunda o öğle saati, annemin tabutuyla ..
Sennur Sezer
Annesinin dizlerinin dibinden hiç ayrılmayan uslu bir çocuk gibidir limandaki deniz ama sokağa çıkıp dalga olmak geçer yüreğinden…
Sunay Akın
Ben şimdi annemin çağrısını beklemesem de çocuklar gibiyim Ben şimdi kendime yanaşıyorum, biraz ürkek biraz tenha.
Cafer Turaç
her anne bir anne yumağıdır çocukların kalp albümünde çocuklar ağlasalar da birer gül inceliğidir annelerde sahi, beni bir şiirden mi doğurdun anne anne hanginiz! çocuk gitmekti anne kalmak hani! hani hep kalmaktınız!
Hüseyin Alemdar
çiçek bayramında annesiyle arkadaş kör bir çocuk
Kikaku
ne zaman baksam gözlerine annemsiz kalmak korkuları gelir çocukluğumun
Tekin Gönenç
çantana baksana yanında azıcık anne kokusu var mı?
Dilek Kartal
Annelerinse kırgınlıklardan hüzne döndüğünü Hüzün varsa yerleşen bir şey olduğunu
Ahmet Ada
Yıldızsız geceyi gördüm anne. Su Çılgınlığı olan hayatı. Gök gürültüsünü Duydum. Gördüm de yazıyorum boşlukta Asılı kalan kuşları, çiçekleri. Oturup Konuşuruz bunları yani çocukluğu Yani yaşlılığı, yıkım taşlarını, nedense Bize sıkça uğrayan parsı anne
Ahmet Ada
sık sık anne tekrarı ve kalbinde allah yazan çocuk kızlar hızlanan gelinler erkeklerde insan uğultuları çocuklar ki mutlaka kutupta bırakılan ve dönülen bayrak
Cahit Zarifoğlu
ne yağmurlar bitiyor ne de işlerim anne ıslanmış kağıtlar gibi günler ve dağılıyor yaşamak artık kırklara karışır giderim anne
Sıtkı Caney
Ey bitmeyen kalbimin samanyolu destanı Sen bir anne gibi tuttun ufukları Ve çocuklar gülle anne arasında Seninle güller arasında Tuhaf bir ışık bulup eridiler
Sezai Karakoç
Kaç zamandır yüzüm tıraşlı Gözlerim şafak bekledim Uzarken ellerim Kulağım kirişte Ölümü özledim anne Yaşamak isterken delice … geride masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem bağışla beni güzel annem oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana elleri değsin istemedim gözleri değsin istemedim ağlayıp koklayacaktın belki bir ömür taşıyacaktın koynunda … bir sabah anne bir sabah acını süpürmek için açtığında kapını adı başka sesi başka nice yaşıtım koynunda çiçekler çiçekler içinde bir ülke getirirler başlarını koymak için yorgun dizine sen hazır tut dizini anne o mükemmel güne
Nevzat Çelik
sen belki tanımazsın ama ben senin için ölürüm! sen beni tanımazsan ben zaten ölüyüm! bir Allah’a bir anneme sonsuz itimadım var herkes beni yarı yolda bırakıyor ya Ali herkes beni yarı yolda bırakıyor bu çok zor!
Alper Gencer
Bugün içim içime sığmıyor. Annemden mektup aldım, Memlekette gibiyim.
Cahit Sıtkı Tarancı
Bir akşamdı, evimizde ecel kanat germişti, Anneni – bir cellad gibi – vurup yere sermişti. Ölüm ile pençeleşen bir hayatın güreşi, Sekiz yıldan sonra dinmiş; nihayete ermişti. Adalar’ın denizinde batan akşam güneşi Sönük, ölgün ışığını çamlıklara dökmüştü. Evde yoktun, sonra geldin, dağda kırda gezmiştin; Lâkin bilmem bu yokluğu nerden, nasıl sezmiştin? Güzel ela gözlerine bir öksüzlük çökmüştü, Gözyaşımda dehşetli bir sır arayan gözlerin, Issız kalan vicdanıma karanlıklar serperdi. ‘-Baba! Annem nerde? ‘ dedin, hep tüylerim ürperdi: Hançer gibi ta ruhuma battı yaman sözlerin. O gün bugün ‘Annem nerde? ‘ diye ba’zı sorarsın, Gülümserim gözyaşlarım sakin sakin akarken; Uzaklarda bir şey arar, ufuklara bakarken, Benim dalgın gözlerimde hayalini ararsın. … Nice yüzler gördüm, geçti – ben unuttum- besbelli; Her çehre bir hayalettir bu süreksiz ru’yada Unut yavrum, sen de unut! . Bu ölümlü dünyada Her cefayı unutmaktır bizler için teselli. Sonbaharın matemini gözlerimde okuma! …
Rıza Tevfik Bölükbaşı
Anneciğim, büyüyorum ben şimdi, Büyüyor göllerde kamış. Fakat değnekten atım nerde Kardeşim su versin ona, susamış.
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Dünyanın bütün sabahları için iki bilet al maviş anne Aman umutsuz bir yer olmasın! İki kendim varmış maviş anne Biri benmişim biri mutsuz Ben ölürsem maviş anne, mutsuz için Dünyanın bütün sabahlarına bir bilet al. Ben ölürsem mutsuza iyi bak!
Didem Madak
Felâketimizi başka biriyle taksim etmek saadettir, fakat annelerle değil, annelerle değil. Annelere anlatılan kederler taksim değil, zarbedilmiş olur: Çocuklarının felâketini iki kat şiddetle hisseden anneler, bu ıstıraplarım çocuklarına fazlasiyle iade ederler; böylece keder anadan çocuğa ve çocuktan anaya her intikal edişinde büyüdükçe büyür. … Ve baktım: Minderde üstüste konmuş iki yastık. (Demek annem biraz rahatsızlanmış ve buraya uzanmış.) Masanın yanında rafın önüne çekilmiş bir sandalye. (Demek annem en üst raftan bir ilâç şişesi almış). Ha… İşte masanın üstünde bir şişe: Kordiyal. (Demek annem bir fenalık geçirmiş.) Minderin üstünde ıslak, buruşuk bir mendil. (Demek annem ağlamış.)
Benim de bu şişeye, iki yastığa ve bir mendile ihtiyacım var, ben de Kordiyal alacağım, uzanacağım ve ağlayacağım.
Peyami Safa 9 uncu Hariciye Koğuşu
Bütün oğullar anneyi bir şiire terkeder! O kadın beni terkederse şair olurum oğul olduğum kadın sakın beni terketme, şiirdir söylenir, yazdır biter, kadındır gider
Bütün kadınlar şiiri bir kadına terkeder!
Haydar Ergülen
Polis memuru, böyle tuhaf bir olaya ilk defa rastlıyordu. Herhalde en çıkar yol, bir ilân verir gibi görünüyor olmaktı. Zaten bu ihtiyarcık, karakoldan çıkar çıkmaz her şeyi unuturdu. Masadan bir kâğıt kalem alarak:
– Peki dedecim, dedi. Sen ne istiyorsan öyle yapalım. “Annem ve babam kayboldu” yazıyoruz değil mi?
Yaşlı adam, küçük bir çocuk gibi hıçkırırken:
– Yok be evlâdım!.. dedi. Kaybolan benim. Annem ve babam bu ilânı görürlerse, belki beni alırlar yanlarına.
Cüneyd Suavi
Gömleği yırtılmasın diye aşağı sarkmayan ben şimdi uçurum bulsam aşağı sarkacağım. Hep sana derdim ya bu şehirden aşağı atacağım bir gün kendimi diye. Yağmurun bu işte bir kabahati var. Düşemedim.
Sevgili Kızım,
Bir ölü bir evden ancak bir kez dışarı çıkar. Sen hiç bilmedin ama ben hangi eve varsam oradan her gün ölü çıktım..
Annene selamlar…
Bülent Parlak
soğuk olur anneciğim.. soğuktur beklemek soğuktur kör umut biriktirmek sağır beyinlerde yeni yükünü yıkmaya benzemez ama en az senden eksilen kanlar kadar kutsal ve yardan, yarenden yoksun, öylece, birbaşına, sebepli bir intihar sebepli bir koyverip kendini, arkadan geleceklere.. yani anneciğim soğuk olur dizinden uzak her yer
Selim Temo
gece bir annenin şiir okuması karnındaki cenine
Müştehir Karakaya
annem annem tüm kapıları çivilemek geliyor içimden
Mehmet Müfit
artık buruşuk bir çarşaf gibi dağılan yüzüne bakınca duydum ancak: anneler erken ölümlerine yakın sevilir babalar.
Kemal Varol
çok gittik. dere tepe düz gitmiş bile olabiliriz. ne dersin geri dönmeye; anne sana söylüyorum olur olmaz zamanlarda ölme
Altay Öktem
Hepimiz, yani taflan çiğnemekle güzelleşen çocuklar havariler karşısında harami gövdesinde hayvan kabarınca mecalsiz kutlu bir tan çıkarmayı denedik kayser makinasından anneler sevecen gözyaşlarıyla korurdular bizi.
İsmet Özel
Biri acıları unuttursun diğeri toprağı avutsun üçüncüsü şehri dolaşsın geceleri ağlayan annelerin elini tutsun.
Neşe Yaşın
gelecekten değil daha çok geçmişten korkan bir türküdür annem benim cennetkuşu. süzülmüş kekik bu şimdi akvaryumda dolaşan bir oğulun boğulan gülümsemesidir bu şimdi beni de götür denilmesi gereken yerde dünyaya çarpan bir hoşçakal çığlığı
Bayram Balcı
Yeni bir dönemi başladı ömrümün, Annemin olmadığı dönemi, Onu yüreğimin üstüne nasıl bastırmak İstediğimi bilemeyecek artık.
Ataol Behramoğlu
İlk üç vişneyi verdiğinde bahçedeki ağaç Annem sevindiydi hatırlarım. Ah demişti. Ah! Üç küçük kırmızı dünya verilmişti sanki ona. Annem çok sevinmelerin kadınıydı. … Güçlü bir el silkeledi beni sonra Sanırım tanrının eliydi, Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan, Çok şey geçmiş gibi başımdan Ah dedim sonra, Ah!
İç ses, diye söylendim. Gel! Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla.
Vasiyetimdir: Bin ahımın hakkı toprağa kalsın…
Didem Madak
Düşlerimi tüy gibi hafifleten Annemin ya da kızımın elleridir
Ataol Behramoğlu
Annem zayıf mı zayıf Sevgisini göstermeye korkardı.
Şükrü Erbaş
Beni senin gibi bir de annem terketmişti ki göbeğimde durur onun yokluğundan bana kalan çukur
Sunay Akın
Ha bir de annem var tabi durup durup üzdüğüm. Orantısız ayıp ettim, hayatımdaki herkese..
Ali Lidar
böyle vardı bir ırmak kıyısına anne bir tedirginliktir nerede olsa bağırgan bir karmaşadır onun sesi takılır gibi eski bir gıramafona titrek bir iğne – bu ayıp bu günah bu çok ayıp günay -el ne der sonra ayak ne der bırakmaz çoçuğu çocukça yaşamıya
ama bir gün anneyle de hesaplaşılır
Arkadaş Z. Özger
Kimi gün öyesine yalnızdım Derdimi annemin fotoğrafına anlattım. Annem Ki beyaz bir kadındır Ölüsünü şiirle yıkadım.
Didem Madak
Görüyorum, gülümsüyor annem, çok uzaktaki bir evin önünde. Üşüyorum. Kiremitler ne güzel kokuyor.
Enis Batur
Anlat annenin kimsesiz yüzünü Direnci tanımamış hiç bir zaman Bilmemiş dayanmayı, yenilmemeyi Kavrulup ufalmış acının karşısında. Ayır birbirinden onu sevmekle İçe kapanıklığı küçümsemeyi.
Kemal Özer
Babalar pek anılmaz şiirlerde. Annelerdir daha çok sözü edilen. Beslenip barındıkları yere belki Bir sığınma duygusudur şairleri Biraz da buna yönelten.
Metin Demirtaş
Kalbimde bir çırpıda uçan kuşları ürküten kendi hayatım belki sarsak ve küstah ve biraz da serseri her filmin sonunda ağlatan anneleri yine sade ben varım her şafakta kurşuna dizilip şairlerle her sabah güllerle açanım
Cumali Ünaldı Hasannebioğlu
Babamızı gördün mü şair amca Annemizi gördün mü? Görürsen söyle. Biz bağlandık onlara.
Ali Cengizkan
Çocuklar acıdan ölmez annesizlikten ölür
Mustafa Ruhi Şirin
Bütün sokağı sarardı iğdenin kokusu Hanımeli açmasa da olur ya açardı Gören vurulurdu bahçemizin güllerine Sen bunu da bilirsin lütfen söyle Hüzünden başka bana ne yakışır anne
Mehmet Şeker
Telefon etti dayım : “Bizim hatun söylüyor,” dedi, “orda annen ve sen rahat değilmişsiniz. Derhal eşyanızı bir arabaya koyunuz ve geliniz buraya. Annen ihtiyar, süküna ihtiyacı var. Sen felaketzede bir kadınsın zaten daha fazlasına tahammülün yok. lzzetinefsinizi kırdırmayınız derhal geliniz,” dedi. Telefonun ötesinde konuşuyor, o, telefonun bu yanında ben ağlıyordum.
Nazım Hikmet
yedi kat arzımdasın dilim lal kısıldı sesim tükendi dad kelimeleri feryadımdan içimde bir iltihab son kanserim miydin geliştin gene mi yanlış adrese geldim yoksa yanık bir anneden yansıyan bir barak havası mı bu işittiğim bazan uzaktan karlı dağlar ardından
Murat Kapkıner
Beni anneme götürsün bindiğim bütün taksiler. Kalbim neden isli bir şehir? Kalbim! Neden ben? Bir tek aşk sözü söylememiş gibiyim.
Didem Madak
Bir daha görmeyeceksin gökteki güneşi Yavrusunu kucaklayan bir anne gibi, Bağrına bas onu toprak. Bir kadın nasıl örterse kocasını Sende onu öyle ört
Vedâlar’dan
ey anneleri korkutan bizi yaşatan kan
günler perişan
Arkadaş Z. Özger
dünya tren tren akar yollardan bir adam savrulup gurbet oluyor anneler bakıyor tüm balkonlardan ve annem eriyip hasret oluyor layya dönüp dönüp bakar yollardan
Sıtkı Caney
ışısa yeniden annelerin yüreği çocuklar çoğalsa sevinçten çözülse babaların kaşlarındaki bulut.
Şükrü Erbaş
ANNE
Annemi çağırın. Bana yüzümü anlatsın. Birini anlatsın. Hayat bütün yüzlerimi yırttı. Annemse hâlâ bakıyor, sanki yüzüm varmış gibi. Anne niçin terk etmedin beni, niçin kimsesiz bırakmadın? Anne, ben, noktasına kadar virgülsüz insanlar tanıdım, aralarında bir virgül payı bile yoktu, birinin bittiği yerde diğeri başlıyordu, biri bitmeden diğeri yanaşıyordu. Deniz gemilerden yorulur mu anne, ben su oldum da kaldıramadım ağırlıklarını. Durdum, akmadım, ama çok bulandım. Anne bağla gemileri, üstüme salma.
Anne ben su olmaktan yoruldum, yüzüme bakma.
BUGÜN
Bugün ölüm bir tül gibi indi kaybolmuş bir yüzün üstüne. Bugün dünyanın dumanı bende tüttü. Küller başıma! Bugün bütün kapılar yüzüme kapandı. Gecenin kapısında kaldım, rüyalar erken kapandı, gözlerim kapılarda kaldı. Bugün, bir manzara fabrikasının serisonu ürünlerinden biri gibiydi: Ucuz, kötü, kusurlu. Bugün, açık bir kapı gibi durmadan vurdu.
Bugün, benim evim mi? Bugün, ne zamandır?
Haydar Ergülen
Annem yok Onun için çok ağladım Ama bu değil Size söyleyeceğim
Bir yıldızım vardı Annemin öldüğü gün benim olmuştu Her gece buluşur Annemden söz ederdik sessizce
Dün gece görünmedi yıldızım Söz vermişti geleceğine Artık daha hüzünlüyüm balıklardan Daha güçsüzüm
Mevlana İdris Zengin
Bir anne yıllardır kolları açık bekliyor oğlunu
Mevlana İdris Zengin
Çaresiz bir annenin duaya kalkan elleri gibi açıp ellerimi, gözlerinden martı gülüşleri biriktirdim heybeme.
Nail Varal
dayanmak çok zor anne dindirmez artık en serin gülüşler bile içim yanıyor anne çözülmez bir düğüm bu bağlandım bile bile
Sıtkı Caney
İçimde kaynayan bir mahşer var Bu mahşer birde annelerinin kalbinde kaynar Çünkü onlar yün örerken pencere önlerinde Ya da çamaşır sererken bahçelerinde Birden alıverirler kara haberini Okul dönüşü bir trafik kazasında Can veren oğullarının.
Erdem Beyazit
Bir kuş sesinde bir kır çiçeğinde Bize neyi çağrıştırır kendiliğinden Yaşanmamış gibi duran bir acı Bir türlü tüketemez kaygıyı Öfkeyi de yokedemez kendinde Dönüp geldiğimiz yer bir anne sıcaklğı Ne zaman bizim desek yarım kalır
Belki de sarsılmaz tek doğru Masallardan bile kovulmuş sevdalardır
Afşar Timuçin
sadece ölebilmek için bile, yaşamış olması gerekir insanın. bu yüzden ölen bebekler bile şanslıdır ki onlar kısacık yaşamlarına ne düşler sığdırırlar kimbilir ağızlarında anne tadıyla. … söyle bana; çocukluğum mu daha güzeldi yoksa annem mi…
Özgür Ballı
niye ben ölmüş müyüm anne?
Hüsrev Hatemi
Anneni aramaya utanırsın Kardeşlerini aramaya çekinirsin Yıllar vardır akrabandan soran olmamıştır halini
Neyzen Muharrem Dere
Resulullahla Benim Aramdaki Farklar
resulullah süper bir insandı, ben o kadar değilim,
resulullah yolda ebu bekir’i görse ‘es selamu aleyküm ya sıddık’ derdi, ben yolda ebu bekir’i görsem tanımam. resulullah asla yalan söylemezdi; ben annem ölürken hiç ağlamadım. ben annem ölürken çok ağladım çünkü annem gırtlağından hırıltılar çıkarırken nasıl terliyordu, görmeliydiniz.
resulullah azrail’i yolda görse tanırdı; ben azrail’i annemin yanında görseydim ona bir çift lafım olurdu, derdim ki şimdi yani af edersin ama o sıktığın annemin gırtlağı.
resulullah olsa ona bunları söylesem o bana gülümserdi; o bana gülümserdi ben ona derdim ki, anam babam yoluna feda olsun ey allah’ın resulü; fakat şu koca melek, annemin gırtlağını sıkıyor, bir şeyler yapamaz mıyız?
resulullah orada olsaydı annemin elini tutardı derdi ki ‘kızım ha gayret!’; ben orada olsaydım annemin elini tutardım ve derdim ki ‘anneciğim ölmesen…’
ben oradaydım annemin elini tuttum ve dedim ki ‘anneciğim seni ben…’; annem döndü bana bir baktı o bakışı görmeliydiniz
resulullah o bakışı görseydi merhametten ağlardı; ben o bakışı gördüm haşyetten bayılacaktım ama annem elimden tuttu.
ne tuhaf, anneler ölürken bile çocuklarının
anneler ölürken bile çocuklarının ellerini bırakmıyor ne tuhaf…
resulullah çok şanslı bir insan annesi öldüğünde o küçücüktü; benim annem öldüğünde ben küçücük değildim, zaten şanslı birisi de değilimdir, filmlerim iş yapmaz.
annem daha yeni öldü fazla uzaklaşmış olamaz!
olamaz dedim annem son nefesini alıp da vermeyince verse de ben alsam onu, içim ferahlasa, siz de görseniz resulullah tutsa annemin elinden birlikte geçseler çölü nasıl olsa resulullah da ölü annem de ölü.
Ah Muhsin Ünlü
Ey anneciğim, sevgili Fâize‟m! Elli yıldır beni korumakla görevlendirdiğin meleklere de ki: Beni yalnız bırakmasınlar …
Nizâr Kabbânî
Ebu Hüreyre şöyle nakleder:
“Bir adam Peygamber (s.a.v.)’e gelerek: İnsanlar arasında kendisine en yakın davranmam gereken kimdir? diye sordu. Resulallah (s.a.v.): “Annendir.” buyurdular. Adam, “Ondan sonra kimdir?” diye sordu. Resulallah yine “Annendir.” buyurdu. Adam tekrar kim gelir diye sordu. Yine “Annendir.” buyurdular. Sonra kimdir deyince Resulallah (s.a.v.) “Babandır.” buyurdu.”
Ebu Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Ana babasının veya onlardan birinin ihtiyarlık zamanlarına yetişip de gerekli hizmette bulunmama sebebiyle cennete giremeyen kimsenin burnu yerlerde sürünsün.”
“Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer. Nihayet insan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki: Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et. Benim için de zürriyetim için de iyiliği devam ettir. Ben sana döndüm. Ve elbette ki ben Müslümanlardanım.”
(Kur’ân-ı Kerîm / Ahkâf 15).
“Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi ve ana-babaya iyilik yapmanızı kesin olarak emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlılık çağına erişirlerse sakın onlara “Öf!” bile deme, onları azarlama, onlara gönül alıcı tatlı ve güzel söz söyle!”
Bir taş atarsın, taş nereye düşerse Mutlaka bir köşebaşıdır Çünkü yüreğin daralmıştır ve kıştır Kullanılmamış bir sicim gibidir soğuk İşte bak her kestaneciye sapsarı bir köşebaşı kalmıştır.
Şimdi bir şamandıra denizin yüzünde Durulmamış bir anı gibi kendini salmıştır.
İçimizde birbiriyle konuşan yaprak bolluğu Yalnızlık bir başına kalmıştır.