Yağmur Damlalarını Kıskanırım

Yağmur damlalarını kıskanırım
Öpücüklere fazla benzediğinden
Her parlak şeyin gözleri
Kıskanmak için haklı bir neden

Kıskanırım kıskanırım
Arıların sokmalarını bile
Kıskanırım unutkanlığı ve belleği
Uykuyu ve terkedilişi de

Seçmiş olduğu kaldırımı
Rüzgârın okşayan ellerini
Benim o diri kıskançlığım
Düş görürken uyandırır beni

Kıskanırım bir şarkıyı bir sitemi
Bir nefesi ve bir sızlanmayı
Kıskanırım kıskanırım sümbülleri
Hoş bir kokuyu bir anıyı

Kıskanırım kıskanırım heykelleri
Boş ve fettan bakışlarını
Kıskanırım susmaya görsün
Kıskanırım önündeki boş kağıdı

Bir gülüşü ya da bir övgüyü
Bir ürperişi kış gelince
Değiştirdiği elbiseyi
Bir an için dışarıya çıkınca

Kömür tozlarıyla dolu bu dünya
At tekme atar ısırır köpek
Sen deli misin Giyiniyorsun
Sokağa çıkacaksın demek

Sokağa çıkacaksın ne serüven
Hem de bensiz kötü bir oyun bu
Öylesine korkarım arabalardan
Ateş kadar korku verir bana su

Günlerimin tümü O’nunla dolu
Evren ise O’nun yansımasıdır
Kırlangıçların hemen ardında
Gökyüzü olduğu gibi kalır

Cezayir menekşelerinin sapıklığı
Parmaklarının arasındadır gözleri
Elleriyle soğuktan bembeyaz olmuş
Damların üstündeki karlar gibi

Louis Aragon
Çev: Gertrude Durusoy / Ahmet Necdet

Yagmur+damlalar%C4%B1n%C4%B1+k%C4%B1skan%C4%B1r%C4%B1m Yağmur Damlalarını Kıskanırım

Mor Rüya Barı

Sesin mektup olsa bir kuş gibi kanatlanır, dolaşır yeryüzünü
Ve içindeki keder mavileşir sen elmayı ısırdığın zaman
Sen turnalara baktığın zaman iklimler aşkla yer değiştirir
Sen üzgün evlerden güneş bakışımlı bahçeler yaparsın
Akan sularsın ağaçları şımartan, kalbisin çılgın sokakların

Ellerinde lirik telaş, ellerin gökkuşağı olmalı renkleri üzmeyen
Ellerin karanlığın penceresini kapatan bir kalp gözü sabahı
Ellerin aşk kurabiyeleri yapan mükemmel bir pasta ustası
Ah, biliyorum yaz okulu olmalı parmaklarındaki gülümseme
Çocuklar sevinsin diye parmakların dans ediyor renklerle

Ve şarkılar hatıra biriktiriyor, benim yerime de bak deniz orada
Deniz ve balıklar armağandır bizlere, roka ve rakı da öyle
Sevdiklerimiz de özler bizi ve inan ki ölmüyor hiçbir şey
Aşk istasyonunda ne kadar çok bekleyen varmış kendisini
Mor rüya barına gidelim, iki şiir parlatalım ve doya doya içelim

Ah, İstanbul’un gözleri senin gözlerine nasıl da benziyor ışıltılı
Gözlerin arkadaş ve sevgili, gözlerin gurbet gibi bakıyor
Gözlerin susmanın bulutlarını taşıyor ve masum yazlar
Sen incecik bir yağmur olmalısın ovaların kalbine iyi gelen
Küsmesin gözlerindeki martı, gözlerini al da gel adalara kaçalım

Lekesiz hevesler sahilinde rüzgâr olmalısın boşluğu kenara çek
İçimden geçen arsız kelimeler ıslık çalıyor duyuyor musun?
Biliyor musun nasıl da kıskanıyorum yenilmiş öteki yanımı
Bağışlar mısın şu geveze kalbimi, aklım hep şiirin diline düşüyor
Anlıyor musun herkese şiir yazılmıyor, üşüyor seyyah renkler

Erkenden uyanıyorsun sulardan önce, renkler kilit tutmuyor
Renklerin çocukluğu şen şakrak, renklerin kayığına binelim
Yalayalım renklerin, tuvalin, kâğıdın, boyanın kokusunu
Bir aşk kamaşması olsun hayat, sadece hayatın peşinden gidelim
Yırtılmasın daldaki mahcup gül, yırtılmasın kelimelerin saflığı

Rüyanın renkleriyle de yıkanır gövdenin güzden kalma akşamları
Kırlara inilir, bayırlara çıkılır, dumanı tüter yolcu olmuş ruhlarımızın
Yalnız ruhlar resitaline iki bilet aldım, ne kadar da kalabalıkmış salon
Hepimiz aşkın elinde oyuncak olmuşuz, kaybolmuşuz ıssız parklarda
Güngörmüş sokaklardan geçiyoruz, su gibi kardeşliğin yaz gecelerinden

Tanrının kalbine tırman, çok çalışsın ellerindeki ışık, şiirin ışığına tutun
Şehrin göğünü kucaklasın ellerin, çok olsun yüreği yufka dostların
Kediler gibi mırıldan renklerin duasını ve gölgeni de götür her yere
Düşlerini de götür, düşlerimizden daha büyük değiliz hiç birimiz
Komşun olsun kelimeler, kelimeler hiç bitmez hatırlamak için kendimizi

Eşyaların sessizliğine dokun, çünkü onların kalbi var, bakılmazlarsa ağlar
Kayıp bir eşya gibi durmayalım evlerin unutulan tozlu yerlerinde
Başkasına sığınmak ceza, kendimize sokulmak iyi olmanın şarkısı
Kasvet ve kahır o yaşlı trene binsin de gitsin, hakikat çiçeği el sallasın
Sahici bir vefanın alkışlarıyla ısınsın ellerimiz, gül koksun ellerimiz

Nefes olmanın bereketiyle gönlünü alsak şu yarası derin dünyanın
Arkadaşım gurbete sürgün olmuş, zalim anılar boşanıyor boğazından
Arkadaşım şiir olmuş, evlerden tuvallere, sokaklara kaçan solgun bir şiir
Şehirlerden, ülkelere uçan tek başına kalabalık bir resim meleği olmuş
Belki de bundandır fiyakalı bir aşkın dumanlı renklere doğru yelken açtığı

Engin Turgut
“Suyun Rüyası” adlı kitabından

mor+ruya+bari+engin+turgut Mor Rüya Barı

Adonis Gibi Angela

Bugün yattım masum genç bir kızın yanında
beyaz bir okyanusun kıyısında gibi,
korlu bir yıldızın
yavaş yörüngesinin ortasında gibi.

Sonsuz yeşil bakışından
aktı ışık kuru su gibi
berrak derin çemberlerinde
taze gücün.

İki alazlı ateş gibi göğüsleri
parladı dikelmiş olarak iki bölgede,
ve çifte bir akıntıda ulaştı ateş
büyük ışıklı ayaklarına.

Altın bir iklim olgunlaştı erkenden
bedeninin gündelik uzantılarına
ve doldurdu onu akın akın meyvelerle
ve gizli korla.

Pablo Neruda
”Yeryüzünde Birinci Konaklama”dan
Çeviren: İsmail Aksoy

adonis+gibi+angela Adonis Gibi Angela

Yüzüstü Kalakalmışlar

Değil yalnız deniz, değil yalnız kıyı, köpük,
güçleri boyunağme nedir bilmeyen kuşlar,
değil yalnız şurada buradaki kocaman gözler,
değil yalnız yaslı gece ve gezegenleri,
değil yalnız orman ve yüksek kalabalığı,
acı da, evet, acı da ekmeğidir insanın.
Ama neden? Ben o zamanlar
ip gibi inceydim ve daha kara
bir gece suları balığından,ve elimde değildi,
elimde değildi dayanmak, dünyayı değiştirmek
isterdim bir yumrukta.

lsırdığımı sandım birden en acı otu,
böldüğümü cinayetle kirlenmiş bir sessizliği.
Ama yalnızlık içinde doğar ve ölür her şey,
akıl durmadan büyür taşkınlığa dönmek için,
güle ulaşamadan genişler taçyaprağı,
yalnızlık işe yaramaz tozudur dünyanın,
dönen tekerlektir insansız, topraksız, susuz.
Ve böylece haykırdım da ben yitik
ne oldu bu dizginsiz çığlık çocuklukta?
Kim işitti? Hangi ağız karşılık verdi? Hangi yolu tuttum?
Ne karşılık verdi
duvarlar, başımı vurduğumda kendilerine?
Yükselip geri gelir zayıf yalnızın sesi,
döner, döner durmadan acımasız tekerleği felâketlerin.
O çığlık yükselip geri geldi. Bilmedi kimse.
Yüzüstü kalakalmışlar bile.

Pablo Neruda
Kara Ada Şiirleri / Çev: Said Maden

neruda-sea-poem-733x1024 Yüzüstü Kalakalmışlar

Yitik Mektuplar

Benim için yazdıkları ne varsa
görmez gibi okuyorum geçerken,
bana yöneltilmemiş gibi
o haklı ya da kıyıcı sözler.
Yadsıdığım falan yok
iyi gerçeği, kötü gerçeği,
bana sunmak istedikleri elmayı
ya da almış bulunduğum zehirli gübreyi.
Başka şeyden söz ediyorum.
Tenimden, saçlarımdan,
dişlerimden,
yandığım şeyden mutsuz saatlerde:
gövdemle gölgemden söz ediyorum.

Niçin diye sordum kendime, sordular bana,
sevgisi de, sessizliği de olmayan başka biri
açar çatlağı ve bir çiviyle
vura vura
ulaşır tere, oduna,
taşa ya da gölgeye
bunlar öz varlığımken benim?

Niçin uzaktan gördüğüm dokunur bana,
ben ki varolmayanım, çıkmayanım,
dönmeyenim,
kuşları alfabenin ah neden korkutur
gözlerimi, tırnaklarımı?

Eli mi sevindirmeli, kendim mi olmalıyım?
Kimin oluyorum ben?
Nasıl rehine verdiler gücümü
her şeyimden oluncaya dek? .
Niçin sattım kanımı?
Sahipleri kimler kuşkularımın, ellerimin,
acımın ya da egemenliğimin?

Korkuyorum arasıra
uzak ırmağın yanında yürümekten,
korkuyorum, bakmaktan yanardağlara
ki her zaman tanıdım, onlar da beni tanır:
belki yukarıda, aşağıda
beni inceliyor şimdi su·, ateş:
açmadığımı düşünüyorlar gerçeği daha,
bir yabancı olduğumu.

Böylece, üzüntü içinde,
okuyorum üzüntüden daha iyisinin belki de
görünmeyenle ilişki kurmak, onun öfkesi
ya da ondan haber gelmesi olduğunu.
Ama biliyorum ki
bütün bu sözler
ayırabilecekti beni yalnızlıktan.
Ve durmadım üzerlerinde, geçtim
kızmadan kendime, yasdımadan kendimi,
sanki bunlar yazılan
mektuplarmış gibi başkalarına,
hem bana benzeyen hem de uzak
olanlara benden, evet, yitik mektuplar.

Pablo Neruda
Kara Ada Şiirleri / Çev: Said Maden

guvercin+gerdanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1 Yitik Mektuplar

Artık Kimse Yok

Artık kimse yok, hayır, ne ses, ne ağız,
ne gözler, ne eller, ne de ayaklar: herkes gitti,
duru gün bir çember gibi koşuyor,
çıplak bir metaldir soğuk hava.
Evet metal su ve hava, ne sarı
çiçek öbeği salkımında öyle sık,
onun o yapışkan kokusu bir de,
eşsiz kalıtı bu toprağın.

Nerde gerçek? Anahtar
şaşkındırdır bir kapılar ordusu içinde
arasında başkalarının
bulamadan
kilidini
bir türlü.

Artık
işte bunun için yok yitirileceği yer
anahtarın gerçeğin ya da yalanın

Burada
ne sokak var; ne kimsenin kapısı,
yalnız kum açılıyor titreye titreye.

Ve bütün deniz açılıyor; bütün sessizlik
sarı çiçekleriyle boşluk
toprağın kör kokusu açılıyor
ve hiçbir yol olmadığından

kimse gelmeyecek bir çanın
çalınışı gibi çınlayan
yalnızlıktan aşka.

Pablo Neruda
Kara Ada Şiirleri / Çev: Sait Maden

artik+kimse+yok Artık Kimse Yok

Bellek

Her şeyi anımsamalıyım,
çimen yapraklarını saklamalıyım,
ipliklerini hırpanî olayların,
ve metre metre dinlence yerlerini,
sonsuz demiryollarının izini,
acının yüzeyini.

Eğer bir gonca gülü yitirmişsem
ve geceyi bir tavşanla karıştırmışsam,
ya da belleğimin bütün bir duvarı
yıkılmaktaysa,
mecburum oluşturmaya
havayı, buharı, toprağı, yaprakları,
saçı, hatta tuğlaları,
beni delik deşik eden dikenleri bile,
kaçışın hızını.

Merhamet gösterin şaire.

Her zaman hızla unuttum,
ve benim bu ellerim
yalnızca kavranılmaz olanları tuttu,
artık var olmayan şeylerle
karşılaştırılabilecek
dokunulmaz şeyleri.

Duman bir aromaydı,
aroma duman gibiydi,
öpüşlerimle can bulan
uyuyan bir bedenin teniydi,
fakat sorma bana düşlediğimin
zamanını ya da adını,
ölçemem ki
ülkesi olmayanın yolunu
ya da değişmiş olan gerçeği
ya da belki günle sönmüş
gecede bir ateş böceği gibi
o dolanan ışığı.

Pablo Neruda
Çeviren: İsmail Aksoy

bellek Bellek

Buruk Aşk

buruk aşk, benim dikenli menekşem,
onca kabarmış tutkunun içindeki çalılık,
ağrıların kargısı, tacı öfkenin
nasıl ve ne şekilde buldun ruhumu?

nereden hızlandırdın acının ateşini,
birden, yolumun soğuk yapraklarının arasında?
kim öğretti seni bana getiren yürüyüşü sana?
taş, duman ya da çiçek kim öğretti evimi?

ama bilirim titreşti ürkünç gece,
gelen gün kadehlerini şarabıyla doldurdu
ve güneş, o tanrısal saltanatını kurdu.

acımadan soluk almadan sardığında beni aşk
kılıçlarıyla yarıp beni dikenleriyle
yanık bin yol açardı yüreğimde.

Pablo Neruda
Çeviri: Metin Cengiz

buruk+ask Buruk Aşk

Peki Nerdesin

peki nerdesin Matilde? görmedim
kravatla yürek arasında aşağıda ve yukarıda
birden anlarım da yokluğunu
başlar kaburgalarımda üzünçlü bir dalga

gücünün ışığı yok bende
baktım her şeye umudu yutarak
baktım eve, sensiz boşluğuna
yürekler acısı pencereler var yalnız artık

baca sessiz, dinler durur
gecede tutsak şeyi ve eski yağışları
düşen tüyler ve yapraklar gibi

işte bak, seni yalnız bir ev gibi bekliyorum
hem dönmelisin bana görüşmeli oturmalıyız
eğer dönmezsen rahatsız olur pencerelerim de.

Pablo Neruda
Çeviri: Metin Cengiz

peki+nerdesin Peki Nerdesin

İnandım Öleceğime

inandım öleceğime ve duydum yakındaki soğuğu
sensin kaybettiğim yalnız ömrümde
ağzın günümdü benim ve topraktaki gecem
ve tenin öpücüklerimle kurulmuş ülke

demek şu an defterler tükendi
dostluklar üst üste birikmiş hazineler
ikimizin kurduğu şu pırıl pırıl ev
her şey son verdi varlığına ayırıp gözlerini.

çünkü aşk, kıydığında yaşam bize
yüksek bir dalgadır dalgaların arasında
ama yazık eğer ölüm kapımızı çalıyorsa.

yalnız senin bakışındır boşluğu engelleyen
senin parıltındır yalnız yok oluşun karşısında
ve yalnız senin aşkındır geceyi kapayan yeniden.

Pablo Neruda
Türkçesi: Metin Cengiz

inand%C4%B1m+olecegime İnandım Öleceğime