İstasyon

Yalnızım bir kompartımanda
Bir hızar testerisinin yaz ışığı ufuk hattından
Ağır ağır gözlerime geliyor köşede rüzgar
Tozla yıkıyor söğüt dalını çocuk
Onaltı bağımsız devlet büstünün
Sarkan bıyıklarını düzeltiyor zaman
Düşündükçe koyu bir renk alıyor
Buraya uzun bir yol boyunca
Kurulu bir kumpanya çadırlarından
Tuğla harmanlarından geldim her ateşin
Çemberinde yanarak ve darağacında
Kurutarak dikişsiz gömleklerimi
Her sabah zekeriya sofralarında herkesle
Kalın kitapların yufkasını yeniden ıslatıp
Yedik açlık
Düşündükçe daha da artıyor hangi geçmişin
Kaynağına eğilsem acı bir su
Gelecek günlerin yorgun treni yıllardır
Telaki bekliyor
Bekle bekle bekle gençliğin karanlık yıldızı
Yıllardır takım değiştiriyor ve cephe
İsimsiz bir tortuyla kapanmış
Bilemedim nasıl bir mangal yüreğimiz
Kömür gözlü çocuklarla yanıyor ve bedenim
Ateş içinde
Eylül.

Her yanımdan geçen öpüşlerinin
Islak serçelerini duymasam
Kör testereyi bile göremeyeceğim.

Onat Kutlar

hafiz İstasyon

Ruhi Bey Anlatıyor: Bir Düğün Günü Ve Sonrası

Kısacık bir gündü, bir iki dakikalık bir gündü
Çocukların günü gibi bir gündü
Kahverengi fotoğrafları vardı, bulanıktı
Hiçbir şey açık seçik görünmüyordu
Kocaman bir bahçe olmalıydı, orda burda
Tavuskuşları olmalıydı, herbiri
Öyle bir başına hiç kımıldamadan duruyordu
Saniyeler sümbüller gibiydi
Saniyeler sümbüller gibiydi dokunsam iki parmağım arasında akıyordu
Kısacık bir gündü.

Bir kişi bile yoktu
Hayrünnisa ile ben vardım
Seylan taşları ile işlenmiş bir iğne vardı
Yansıyan kırmızılık taranıyordu güneşte
Kan gibi parlıyordu
Şöyle böyle hatırlıyorum
Beni ölüme uğurlayan bir düğün günü
Babamı hatırlıyorum
Babamın ölümünü
Kırbacıyla birlikte bir çam ağacına gömülü
Annemsa odasında babamın
Hasta yatağında
Kımıldamadan yatıyor
Pencerede sapsarı bir limon görüntüsü
Duvarda rengarenk bir kırbaç koleksiyonu
Hatırlıyorum
Dişleri vardı Hayrünnisa’nın
Hatırlıyorum
Bir şeyler vardı, ortasından kesilir gibiydi
Dişleri bembeyazdı
Kesilen her şey bembeyazdı
O dişleriyle vardı, ben yoktum
Seylan taşlı iğnenin altındaydım, ben yoktum
Hayrünnisa vardı, ben yoktum
Üç gün üç gece geçti, ben yoktum
On gün daha geçti,sonra ben günleri unuttum
Bir kuşluk vaktini iyi hatırlıyorum
İçerenköy’deki tozlu bir yolu
Postacıyı
Terziyi
Oyanmış limonluğu
Çiçek satan adamı
Bir otobüs durağını iyice hatırlıyorum
O yoktu.

Ve bir sabah ben vardım
Koskoca bir konağı bir başıma soydum
Yer halılarını çıkardım, kalın kadife perdeleri
Maun konsolu, Çin porselenlerini, gümüş takımlarını
Hatırlıyorum
Mineli pandantifleri çıkardım, altın zincirleri, pırlanta yüzükleri
Büyük kristal avizeleri, sedefli koltukları
Bursa çatmalarını, Beykoz koleksiyonlarını, minyatürleri
Hepsini, hepsini bir bir çıkardım
Tutkuyla çıkardım, şehvetle çıkardım
Öfkeyle
Kanını akıtaraktan konağın
Hatırlıyorum
Konakta o gece konakla kaldım.

Edip Cansever

K%C4%B1sac%C4%B1k+bir+g%C3%BCnd%C3%BC+bir+iki+dakikal%C4%B1k+bir+g%C3%BCnd%C3%BC Ruhi Bey Anlatıyor: Bir Düğün Günü Ve Sonrası

Değişen

sen bana daha az acır
beni daha çok severdin eskiden
yıldız düşerdi
öpüştüğümüz taraçaya
yavru ağzı bir sızı
bırakırdı dişlerin

adını bilmediğim
bir çiçeğe benzerdin
hani sularda açan
uğruna ölünesi
akşam akşam ay tozunda
bulanırdı ellerin
çarpıntı kuşlarıydı
göğsünde biryerlerin

bulutlar ertelese yağmurlarını
safi karanfil kokardı geceler
bir gözün sevinçten ağlardı
bir gözün üzünçten
hüznünde kol kola
mandolinli öğrenciler

şimdi en sevdiğim tablo
duvara dönük
meğer yanarken yürürmüş orman
meğer unutkan bir kıvılcım kalırmış
talan hızıyla geçen günlerden
sen bana daha az acır
beni daha çok severdin eskiden

Hamdi Özyurt

hamdi+ozyurt Değişen

Dağçiçeği Sağanağı

kızım benim
en güzel şiirim
kırık kapımdan içeri
dağçiçeği sağanağı
hoş geldin

kalbim artık
ağzın kadar narin
ve ince dudaklarından
babamı vuranı bile affettim
nolur taşa değmesin
ayağı oğlakların
martılar ah martılar
kırılmadan kanatları
çıkabilse fırtınadan

tarihten eski bir müjdedir
bu caniçi felsefe
bu kısmet bu bereket
bu şaşkın matematik
neye dokunsam beş parmak yeşil
bir artı bir üç ettik

kızım benim
en güzel şiirim
kırık kapımdan içeri
dağçiçeği sağanağı
hoş geldin

Hamdi Özyurt

en+g%C3%BCzel+siirim Dağçiçeği Sağanağı

Saçlarını Sancıma Sür

yine güze, kahrolası yine güz
yapraklar yapraktan çok
sallanan ellere benziyor
merhabasız elvedasız sallanan ellere

yaz gibi uzadıkça bacakları düşlerin
kekeme bir mum fitilinden sarsılıyor
geri gelmez biliyorum, geçti gitti
anılar ırgatı bir hüzün kaldı geride
yıllar göldü ben fildim, içtim bitti

doğrultusu gammazlanmış
bir çocuk eşkıyayım
eti sedef egzeması, saçları lastik kokusu
ve sen, karşı kaldırımda kanayan bir gül
bulut üstünde yarısı, yarısı ölüm korkusu

bir eski zaman ölüsü resimlerden nasıl bakar?
kurutulmuş çiçeklerde bebek unutkanlığı
ne zaman ulaşır özlediği yıldıza
gözlerinden hiç durmadan
yükselen o merdiven?

kelebek düşü sinmiş giysilerime yazdan
kirden kokarsa koksun, yıkama
albümleri kaçır benden, şarkı falan söyleme
baygınlık tadında yanan ışığı söndür
gece sırlarını pul pul döküyor sokaklara
üşüyorum sarıl bana, saçlarını sancıma sür

Hamdi Özyurt


Sa%C3%A7lar%C4%B1n%C4%B1+Sanc%C4%B1ma+S%C3%BCr Saçlarını Sancıma Sür

                                               

Çıplak Kal

nicedir dokunuşlar çakmaktaşı bu iklimde
gülüşler günahtan gerdanlık
sevişmeler göz yordamı
çıplak kal
bir çift güvercin olsun memelerin
gagasında göç külfeti, aşk kırıntısı
beni işgal etsin, çıplak kal

şimdi susam kavrulu bizim orda
mavi yarpuz şimdi
buğday kırılır bizim orda
akşam alacası şimdi
narin ceylana buz rengi bir dağgölü
benim içim kor kor
kızıl kor

küfürbaz kalkıyorum
ayıp sinmiş her masadan
türünü bilmediğim bir kuş oluyorum
kanatlarım gök yorgunu, tünek arıyorum
deprem korkuyorum
çağlayan düşüyorum
ip kopuyorum…
çıplak kal
pul kadar örtük yeri kalmasın
zarf beyaz etinin
çıplak kal
tenin namusudur kainatın
endamın kavaklarla aynı türküye dursun
tabanca gibi tehditkar memelerin
beni vursun
diriltsin vursun, diriltsin vursun,

Hamdi Özyurt

c%C4%B1plak+kal+hamdi+ozyurt Çıplak Kal

Tütün Közü

kuşlar bile sökün etti
viran ikliminize
bağışlayın gelemedim
tel boyu
sınır taşı
koca deniz.. .
Vah çocuklar vah
beni beklemediniz

deprem işte
tuz bile sarsılıyor
ekmek içinde
yel vurmaz
rüzgar almaz
bir akrep yastığımda
düşler hayra yorulmaz

böyle mi morartırmış
ev bildiğiniz tuzak?
yılan bile
terk etti deliğini
aman ne de şirinmiş
canım uykularınız
vah çocuklar vah
kalkıp kaçamadınız

fidan bu
nasıl dayansın taşa, betona?
Kim bilir ne incindiniz
kandan beter kırmızı
gül goncası ağzınız
vah çocuklar vah
çürük yumurta gibi
ezildi başlarınız

artık boynum gamla bükük
tatlı öpüşler acemisiyim
ağzım çiriş çanağı
küfür çiğner
keder yutar oldum
yürek değil çocuklar
içimdeki tütün közü
yakar yakar ısıtmaz

Hamdi Özyurt

tutun+kozu+yanar+yanar Tütün Közü

Kokusu Düş Kırığı

karpuz hep aynı çatlar
tütün hep aynı çürür
ovanın büyüklüğü değişmez
güneş o güneş
nehir o eskisi
elin babası ölsün ölmesin
farketmez

kokusu babamın
kokusu nasıl desem
vagon kiri
bilenmiş yoksulluk
hasta posta güvercinleri
kokusu beslenmese
ölecek çocuk

babamın sıcaklığı
gölgede okul masrafı
kendisi yiğit ama
yüreği pusuda ceylan
-çeyrek maaşa çektirdi
bir tek fotokopiyi
o deyyus fotoğrafçı
elime geçse…-

kokusu babamın
kokusu nasıl desem
masal göğü
düş kırığı
hiç bitmeyen inşaat
taksiti tükenmeden kırılan pikap
kokusu şimdi şu an
şurasında burnumun
kokusu kar kıyamet
kıyısında ağustosun

dünya yoksulluğu dünyada kalır
o tren gitti
dönmez demeyin
hep elin babası yatmaz yerin altında
diner sızısı rayların
demeyin
elin babası başka türlü ölür
bu kesin

Hamdi Özyurt

elin+babasi+baska+olur Kokusu Düş Kırığı

no: naftalin kokusu

bana gel
her evde ben oturur
herzaman evde olurum

önce telefon gerekmez
rüzğarın telaşından haberim olur
kapıyı çalmadan gir
ayakkabılarını çıkarma
bakma öyle
birazdan tedavülden
kalkacak pul gibi
gençsin, yaşın müsait
daha çok kitap arasında
çok leylak unutulur

bana gel
her evde ben oturur
her zaman evde olurum

saçların biraz ilkyaz
biraz uyku iklimi
yüzün az asimetrik
yüzün zor ezberlenir
gel, teninin altındaki
mumları birlikte yakalım
ışık hızında karanlığa
batalım, aklanalım

bana gel
her evde ben oturur
her zaman evde olurum

bu çakmak
musahibimden armağan
taşı yok, bulamadım
ilaçlarımı bıraktım durakta
biliyorum
ölüme yakın bir mevsimdeyim
ne allah, ne şeytan
ben bir meleklere inandım
onları sevdim

bana gel
her evde ben oturur
her zaman evde olurum

adresimi söyleyeyim, yaz:
asimile ruhlar kenti
bir anı bırakmadan
biten aşklar bulvarı
bizi mutlu bilsinler sokak
no: naftalin kokusu

Hamdi Özyurt
naftalin+kokusu no: naftalin kokusu

Kısa Bir Not: Konakta Son Gün ve..

Ve yıllarca sonra kadının ölüsünü
Bir bulantı cenazesi gibi kaldırdılar içimden.

O gece konağın bütün lambalarını yaktım
Elimde bir içki şişesiyle ben
Sanki bir insan şehrayini vardı da, ben
Gecesiz bir sarışındım
Gecesiz bir sarışındım ve işte
Bütün kapıları açtım kapadım
Kırdım parçaladım elime ne geçtiyse
Biblolar mı olur, yağlıboya tablolar mı, kristal takımlar mı
Elime ne geçtiyse
Açtım pencereleri dışarı attım.

Durmadan atıyordum, eşyalar bitmiyordu ki hiç
Eşyalar bitmedikçe öfkeyle içiyordum
Ve kinle
İniltiler duyuyordum aşağıdan yukarıdan
Ve bağrışmalar
Ve çığlıklar duyuyordum bir de
Tanıdığım artık ve bildiğim iyice
Acayip hayvan seslerine benzeyen
– Konak ki bir şimşekti de, elle düzeltilmişti sanki bir yağmur öncesinde –
Uşaklar evlatlıklar birbirine giriyordu
Birbirlerinden çıkıyordular
Aralarına karıştım
Boşaldım boşaldım boşaldım
Ve bilirdim, biliyordum, süresiz bir sarışındım
Başkalarını da çağırdım daha sonra
Ve karşıladım.

Oramlakarşıladım, en çok oramla
Kapıda karşıladım, düşümde karşıladım
Bir sürü adamlar geldi,o bir sürü adamla bir sürü kadınlar
Nerde kim varsa işte bir bir geliyordular
Mutsuzlar, umutsuzlar, uyumsuzlar
Ellerinde paketlerle geliyordular – neler yoktu ki –
İçkiler, çiçekler, pastalar
Küçük küçük paketler, büyük büyük kutular.

(Ah, ne de çok şeyleri vardır da, nasıl
Hep böyle yerinde harcar bu kentsoylular.)

Giysiler giysiler gene giysiler
Fiyonklar, boncuklar, payetler
Değerli – değersiz, sahici – yalancı
Türlü türlü iğneler, yüzükler ve kolyeler
Önce hep nasılsınızlar, lütfenler, oturmaz mısınızlar
Denenmiş iç geçirmeler, gizliden bakışmalar
Ve yaldızlı cümleler
Bu pazar ne yaptınız? Hangi pavyonda? Sahi mi?
İğreti kahkahalar, ucuzundan gülmeler
Bacak bacak üstüne atmalar, yerlere uzanmalar
Sigaralar içkiler
Sonra gene içkiler, hiç bitmeyen içkiler
Ve dudaklar ve gözler, ince uzun boyunlar
Memeler, kalçalar, kıçlar, falluslar
Ve yavaştan seviciler, ibneler
Poz kesen jigololar.

(Nasıl da vaktini bilirler her şeyin
Ve vaktinde girişirler herşeye bu kent soylular.)

Sabaha karşı duruldu her şey
Gidenler, gelenler, yeniden gidip gelenler
Duruldu konak
Denizanaları gibi açıldı kapandı
Sızanlar mı dersiniz, uyuyup kalanlar mı
– Elle düzeltilmiş bir yağmur sonrası mı acaba –
Bir ara yağma edildiydibütün kamçılar
Ne kalmışsa kırıp dökmediğim
Fırlatıp atmadığım
Yağma edildiydi gümüş şamdanlar
Saatler, konsollar, sehpalar
Perdeler, avizeler, halılar.

(Bilmezsiniz siz, bilemezsiniz
Görseniz nasıl ince
Nasıl da kibardırlar bu kentsoylular.)

Kanadı kanadı kanadı o gece bütün konak
Görkemli bir Kadın kaburgasını andıran konak
Bahçede acı acı bağıran tavuskuşları.

(Kim ne derse desin iyi bilirler kovulmayı da
Azıcık sırıtırlar, azıcık da şakaya filan alırlar
Ve usuldan ve bozmadan hiç durumlarını
Çıkarlar kırıtaraktan dışarı
Yalanla avunurlar, yalanla korunurlar
Bilmezler utanmayı hiç bu kokuşmuş kentsoylular.)

Yaktım konağı da o gece
Bir daha, bir daha yaktım
Yüzlerce, yüzbinlerce yaktım hiç usanmadan
Aklımda bunlar kaldı sadece.

Soluksuz sessiz
Gölgesiz devinimsiz
Bir Ruhi Bey olarak Ruhi Beysiz
Kentin içine kadar sokuldum.
Ağzımın içi zehir gibiydi
Tuttum bir sigarayaktım
Kravatımı düzelttim
Ayakkabılarımı sildim
Ve sordum:
– Ben Ruhi Bey nasılım
– Sahi siz nasılsınız Ruhi Bey
– İyiyim iyiyim.

Edip Cansever
Ve+y%C4%B1llarca+sonra+kad%C4%B1n%C4%B1n+%C3%B6l%C3%BCs%C3%BCn%C3%BC Kısa Bir Not: Konakta Son Gün ve..