Bende kıyamet öyle bilindiği gibi kopmuyor
Bende kıyamet ahmet
Bende kıyamet otuziki dişimden başlıyor kopmaya
Trenle yarım gidiyor gideceği yerlere
Kadınlar yarım adamlar yarım
Yarım bir göğü paylaşıyorum herkesle
Bir dalgınlığım olmuştur ağaçların sünnetinden gelen
Bir yeşili tanırım örneğin bir mavi bana hep az olmuştur
Hep sabahı bekledim hep nehirlerin yatağını değiştirdim
Değiştirdim çünkü komşuluk hakları yok
Bunların hepsi bir masada bir bardağa dolmuştur
Yudumlasam olacak olan olur yudumlasam beni belki biri bulur…
Şub 23
Bende kıyamet öyle bilindiği gibi kopmuyor
Şub 23
Özlem
Usul, sessiz arkadaşım benim
Özledik seni
Susarak söylerdin çoğu şeyi
Konuştuğunda da yeri gelip
Usulca havalanır sözlerinden
Yumuşacık konardı sohbetimize
İçtenliğin sıcak kelebeği
Özledik seni
Ve biliyorum ki
Sen de bizi özledin
Kitapların ve hayatın gizini
Ustalıkla çözmeyi bilen Hasan`ı
Geveze ama güvenilir Nevzat`ı
Yorulmak bilmez, çalışkan Musa`yı
Kaytarıcı Ahmet`i, özverili Cahit`i
Her işe gülümseyerek
Olur diyen Süleyman`ı
Hiçbir işe olur demeyen Sabahattin`i
Erhan`ı, Mehmet`i, Ali`yi
Bir yalnız seni, sen
hepimizi, her şeyi özledin
Sabahları işe giderken
Köşedeki bakkala selam vermeyi
İş dönüşü, bir tanıdıkla
ayaküstü laflamayı
Üst kattaki komşuların gürültüsünü hatta
Yandaki yatalak kadının iniltisini
Ve evini
Akşamları bütün yorgunluğunu
Eşiğinde bıraktığın
Acılarını dindiren evini
Evin de seni özledi
Koltuğun, kitapların, terliklerin
Bıraktığın gibi duruyor masan
Dolapta rakın
(Sahi hiç rakı
İçmedik biz seninle değil mi
Pek vaktimiz olmadı öyle şeylere
Çık da bir gün içelim)
Bıraktığın gibi duruyor tablada sigaran
Sekseninci sayfadaki Gorki
Ve penceredeki karın
Seni bekliyorlar, dönmeni
Seni bekliyoruz, dönmeni
Usul, sessiz arkadaşım benim
Özledik seni
İsmail Uyaroğlu
Şub 23
Kesik Esintiler
Şub 23
Gece Yarısı Başlayan Bir Hüzünle
Alnıma kuşlar birikiyor alnımdan hüzünler uçuyor
Elimin yarısı dağılıyor, hiçbir ucunu tutamıyorum hayatımın
Artık beni anlatacak kadar yağmur yağmıyor sokaklara
Artık ne söylesem yaşadıklarım üzerine kaygılarımdan
Sıyrılarak
Tozlu ve yavan kalıyor, bir ölüm olmuyor aldırmayarak bir
Kıza
Müthiş bir hikayeye benzemiyor hikayem, coşkumu
Paylaşacak
Bir tek şarkım bile olmuyor, ağır bir yaz gecesi babamı alıp
Götürmelerini
Anlatsam da şiirlere denk gelmiyor benim bildiğim
Ortaya anamın sarayla sarılı gönlerini döksem öfkem
Seken bir kurşunu andırmıyor suskunlukları bozan ama iplik
Fabrikasında son vardiyada kaneviçe işleyen parmaklarını
Yitirince bacım
Aklıma şehirler takılıyor ve çığlıklar utandırıyor boynumu.
Bahtıma sahralar çıkıyor, dağlar dağlar, ansızın bir çavlana
Yakalanıyorum dolu dizgin bir şeyi yaprağın kan rengine
Kestiğini görüyorum dudaklarıma değince kendi kendime
Soğuk bir ceset oluyorum bir dostu uğurlarken karşılarken
Ya da
Ama bunlar sana göre değildi sevgilim bunlar sevdamızdan
Düşüldü
Rüzgarın eşiğimi başka türlü savurduğunu görüyorum artık
Sevincin koçanını alarak koynuma ayrılıyorum evimden her
Sabah
Çenemin, rüyasını yorumlayan genç kızlar gibi güzelleştiğini
Görüyorum
Dilimin ucunda kirpiklerin, elimin altında, bir gül bir kitap
Bir balık
Olarak döndüğüm oluyor akşamları, biraz suyum
Eksiliyor mataramdan biraz şapkam kalkıyor yukarı
Ve dönerken senden yana kalbimle… ah!..
Şimdi başını karın düşüşü gibi omuzlarıma yaslayabilirsin
Aşiretinin
Adetlerinden başlayıp dere diplerine tünen çocukları
Anlatabilirsin ha.
Yılgın ev kızının topuklarına vuran yalnızlığı sonra
Anlatabilirsin alaca şafağın içinde çıngı gibi giden trenleri
Çayını bitirmeden, saçlarını çözmeden gözlerini kapatmadan
Ama.
Ve gurbetlerde soyunup gözlerine sokulan şu gençliğim
Deli saçlarına daldığı gün, hüzün bir akarsu gibi akacak
Şakaklarında
Ara sıra bir mendil yoklar gibi acılarımı yokladığım olacak
Salıdan umut kestiğim, çarşamba beklediğim o perşembe
Mektuplarınla
Yollar umut ırmakları oluyor benim için çırak çocukları
Görünce sefil
O saatler bulutlar kaynıyor Sivas ilinde o saat güneşi
Kucakladığım oluyor
Üniformam rüzgar tutukluyor, otobüsler kan ağlıyor beni
Taşımaktan
Kan ağlıyor yedeğimdeki gece, yakamda silkip attığım
Karanfil
Alnıma çoktandır çattım şehir birden boşanıyor
Parmaklarımdan
Nicedir beklediğim bir ilkyaz kınalanıyor yanaklarıma
Bir ağacın yürüdüğünü görüyorum bir denizin kahkaha
Attığını
Çay içerek dinelttiğim gövdemi çarçur edebilir bir kurşun
Sözgelimi bir ejderha gibi uzarken kalbimin sana bakan tarafı
Yine de bir şeyin sırtımdan sıyrılmasındaki sevinç yok artık
Bende
Bir şeylerin olağan güzelliklerini yontup yontup duruyorum
Bir nehrin kıyısında susuz gövdem ve üstünde hummalı
Parıltılar
Burkulan yerlerime değiyor suskunluğun, kanayan yerlerime
Bir gelini nasıl süsler zaman nasıl konuşur bir gelin aynalara
Kekliklerin düz ovada avlandıklarını söyleyen kardeşim
Nerede
Sapanım, kalkanım ilk aşkım, son aşkım ve aksamayan o eski
Yürek
Ben şimdi annemin çağrısını beklemesem de çocuklar gibiyim
Ben şimdi kendime yanaşıyorum, biraz ürkek biraz tenha.
Cafer Turaç
Şub 23
Bir Şiire Sığmayan
Haramın azıdişi gereksiz konan her zam
Hiç âşık olmamışsa tam olur mu boş adam?
Kara tüylü kırlangıç, her gün hamama gitse
Kırlangıcın tüyünü ağartır mı bir hamam?
Geometrik şekiller çiziyor kanatlarım
Üzerinde uçtuğum ırmaklara tastamam.
Yüreğim yıldızlara dokunur arada bir
Başımı döndürür hep göklerdeki ihtişam.
Şair kepenk indirip bir geziye çıkarsa
Şiir kendini asar ve bozulur intizam.
Ey dağlara gidenler, çiçeklere basmayın,
Bir çiçek ezilirse artık kalır mı nizam?
Akşamsefası gibi bir garip çiçek gönlüm,
Uzaklardan bir yıldız göz kırparken her akşam.
Aydınlatır eşyanın görünmeyen yüzünü
Ve susar gizemli kuş, anlat de, anlatamam…
Bahattin Karakoç
Şub 23
Aşık mısın kızım?
Ama…
Demişti ki babası;
“Aşık mısın kızım?”
Bu zaten hayrandı adama; hayran hayran bakmış; “Aşık olduğuma inanıyorum baba.” Demişti.
“İnanmakla olmaz. Aşık olduğunu biliyor musun?”
“Biliyorum baba. Aşığım, biliyorum.”
“Peki, aşığın akılla fikirle işi olmaz, bunu da biliyor musun?”
“Nasıl baba?”
“Akıl bir sürü şeyi dert eder kızım. Faruk’la evlenebilmen için ona kaçman lâzım; akıl,
Var mısın kızım? Hiçbir şeye aldırmamaya var mısın? Acı çekmeye, rezil kepaze olmaya var mısın?”
“Varım baba.”
“Tekrar soruyorum; sen sahiden aşık mısın kızım?”
Bu daha da hayran bakarak tekrarlamıştı cevabını: “Aşığım baba.”
“Aşk aklın hesaplarına takılmaz.” Diyerek devam etmişti babası. “Pervâsızdır,
geniş ufukludur, sınırsızdır… Aşığın da öyle olması icap eder… Aşık adam yılmaz, canını sakınmaz,
üzülme, utanma nedir bilmez. Değirmen taşının altına girmiş gibi ezilip unufak olur da ‘bunaldım’ demez.
“Aşığım baba… Aşığım.”
“O zaman ben de sana yardım edeceğim.” Demişti babası.
Ve etmişti.
Kün / Sezgin Kaymaz / Sayfa 68-69
Şub 23
kan
“unutulmuş bir ihtilal bildirisinin arkasına yazılmıştır”
devrildi mevsimin ak sancağı
karardı her yer örtüldü pencereler
baharla mı aldatacaklar beni
kuşlarla mı kitaplarla mı
kapattığım kapılar aldanmışlığımdır
benim
kıvıldayan akkurtlar benim
özkardeşlerim
toprak çürüdükten sonra nefret neye
yarar
ne yana gidilir harita alkanlar
içindeyken
güz bile değil yaprağın sararması
tırnağın uzaması ölüm bile değil
kıyamı bildim ve gördüm kıblelerin
ihanetini
nasıl da koşuşurduk uğruna
gökçekimlerinin
genç ölüler tutardı ihtilallerin güncesini
bir kan bilirdi
bir ben bilirdim
işleyen rotatiflerin kıymetini
geldi ki sonu gelmez sandığımız
tuttuk dinledik
tevekkül hain dostumuzdu
ey kardaşlar ey yaranlar imdi sözüm vardır size
unutun adlarınızı
onlar size titreyen nabızlardan başka ne verdiler
değil mi ki her yer günlük güneşlikti
değil mi ki kırılmıştı kabuklar
sıkılı yumruklarla umut terennüm edilirdi
merhaba mı diyelim şimdi elveda mı
siz yarası soğumuş kızgın bakışlarım
kendini bükülmez sanan dizlerim benim
sözle başlamıştı her şey, söz bir büyüydü
yaşamaksa bir kabullenişti ancak
yazılmış tarihleri unutun artık
karanlık daha çok anlatır günden
bir tek sorum var zaman sefihlerine
ben neyi unutacağım ey biliciler
ve neyi hatırlayacağım ey susayna eskileri
ağudur suyun anlattığı
söz biter ve kapanır kuyular
Faris Kuseyri / Sonra Edebiyat Dergisi
Şub 23
Kül
yakın mı uzak mı o yaralı yüz
o saydam bakış o kapalı kapılar
yeni mi dersiniz erguvanın bu hırçın rengi
dönenip duran bu harmaniler
neden kara ve yakaları kirli
her şey yerli yerinde mi ey mağrur zaman
için için akan bir ırmakta gizlenen tabutum
söz dinleyen ellerim
gürültüyle devrilen günün altında verilmiş sözler
saklı sevinçleri derdest eden
bin yıldır beklenip de verilmemiş sözler
düş neye yarar hatırayı unutturmaktan başka
uykuma közlenmiş ateşiyle bedenler biçiyor
atlas yükünden yük beğeniyor sırtıma o ihtilal şarkısı
her gece evreni yıkıp da yeniden kuran kim
siz misiniz harflere tılsımlar bağışlayan
lanetlenmiş şiirleri kulağıma fısıldayan siz misiniz ey
alıştım her sözüne babil’de adımı unuttuğumdan beri
şaşırt beni, ak göğüslerini göster
yazık ki ellerimi de aldı düşlerim
ellerim tedirgin birer balıkçıldı benim
bir kavafın oğlu olsaydım
bırakıp giderdim ardımda bütün şehirleri
eskiyen ayakkaplarıma aldırmadan hem de
ama buradayım işte, bu kum gibi dağılan odada
bir ümmi dervişsem kim anlatıyor bu hikâyeleri
ben kanıyorum ey sisli sokaklar ben ve benim çıplak ayaklarım
kan, benim kanım yeter mi söylenmemişi söylemeye
ve hangi aşk göğerir bin yıllık söz kirlenince
kuyulardan güzel çocuklar mı çıkardı
tiril tiril teriyle açılır mıydı özleyen babaların gözleri
su böyle paslanmadan önce
ey göğe sürülmüş alınyazım, karakaderim
mutluluk
çıkıp gelsen sana korkak diyeceğim
irişti vakti sonsözü söylemenin
bana kaldı gün başaklarını yakan o lanetli kıvılcım
potada cezbeyle eriyen metal ve
yabanda adını hatırlamak için bavkırançakal ve
gecenin gözlerindeki puhu ve
sabahın yelinden bilinen açık kalmış uykusu
kapalı kapılaryaralı yüzsaydam bakış
ne varsa apaçık yazılacak elbet tedirgin ellerim
ta sin mim
Faris Kuseyri / Üç Nokta Dergisi
Şub 23
kün
kalu belada duydum sesini ben o gündür seni ararım
o gündür seni ararım ayaklanmaların ilk kargışlarında
bir eskimiş saat bekler çıkmaz sokaklarda, ıssız bulvarlarda
sana ne söyleyeyim karakara odalarda içim buruk bile değil
bilmem uyuyakalır mısın yaz akşamları tahta iskemleler toplanırken
bilmem, istemem bilmeyi ellerinin yumuşaklığını aklının mavi rengini
kan oturmuş uzuvlarım var gözlerim var görülmedik sen bilmezsin
kırık kalmış selamlarım, pazar yıkanmalarım, yapılmamış ödevlerim
kaçıp uzak koyakların yaprak kokularını bulsam da hep aynı yerdeyim
ölü bir dostun son bakışına mı benziyorsun, acı gibi değil, değil matem gibi
dönüp dönüp seni buluyorum sanki hep senden korktum hep sevdim seni
sanki sözlerin altın varaklı kitaplarda çoğaldı açık yeşil torbalarda saklandı
sanki kün dedin bu sokaklar o yüzden boş bu oda ondan dağınık
sinsi kâbuslar tutarken elimden bilmecesini cevaplardım istiharelerin
ah ben ne çok severdim yağ kutularından fışkıran fesleğenleri
açıl derdim kapılara ve açılırlardı beni dışarıda bırakarak her seferinde
şiirler okurdum hiçbir dilde yazılmamış, âşık olunmamış kadınlar severdim
intiharla biten romanlar alırdım, anlardım ölümün sevgili bir sayvan olduğunu
köleler gölgeleri özlerdi, ben utanırdım sana biriktirdiklerimden
gel de al bu kesilmiş saçlarımı saçılmış uykularımı bitmemiş şiirlerimi
sen ol dersin ve olur, dolar sokaklar taze kokular yükselir karakara odalardan
Faris Kuseyri / Heves Dergisi
Şub 23
Kokuna Özlem
Uzun bir aradan sonra, O’nun kokusuyla karşılaştım.
Sanki birkaç saniye önce buradan geçmişti.
Adımlarım mı, kalp atışım mı önce hızlandı, bilmiyorum.
Gözlerim O’nu aramaya başladı.
Bir köşe başında durup sokaklara baktım.
Göremedim, ‘Yok işte!’ diyemiyordum.
Kalbimi titreten bu kokuyu bir tek O kullanırdı.
Öyle içime sinmiştin ki, ne zaman sarılsam alırdım kokunu.
Bir defa boynunu koklamaya dalmıştım da gülümsemiştin; ‘kokum bitti.’ diye.
Yanılmış olamazdım.
Acaba dedim, özlediğimden olabilir mi?
Burnumun direği sızladı.
Ağlamamak için çabaladım.
Ben O’nun ardından gerektiği kadar gözyaşı dökmüştüm, rahattım.
Madem öyle, bu aralar ağlayamamaktan bu şikayet niye?
Oysa O’nu uzun zamandır düşünmemiştim.
Başka sevgililer edinmiş olmam, O’nu unuttuğumu yeterince ispatlamıyor muydu?
Kokunu hissettiğimde bu hale geliyorsam, ya bir de Seni görseydim ne yapardım sevgili Hanımeli Çiçeğim?
Beş 5 2013 pazar sabahı









