Odama geldi ve şöyle dedi: “Hiçbir şeyden anlamayan, hiçbir şey bilmeyen zavallı. Gel benimle; sana aklının ucundan bile geçirmediğin şeyleri öğreteceğim.” Peşinden gittim.
Beni bir kiliseye götürdü. Yeni ve çirkin bir kiliseydi. Sunağın karşısına geçirdi beni ve “Diz çök” dedi. “Vaftiz edilmedim” dedim. “Bu yerin karşısında sevgiyle diz çök, hakikatin bulunduğu yerin karşısında diz çöker gibi” dedi. İtaat ettim.
Dışarıya çıkardı beni ve bir çatı katına götürdü, açık olan penceresinden tüm şehir, birtakım ahşap yapı iskeleleri ve teknelerin mal indirdiği nehir görünüyordu. Beni oturttu.
Yalnızdık. Konuştu. Ara sıra içeriye başka biri giriyor, sohbete katılıyor, sonra ayrılıp gidiyordu.
Kış değildi artık. Bahar da değildi henüz. Güneş ışığıyla dolu soğuk havada ağaçların dalları çıplak ve tomurcuksuzdu.
Işık çoğaldı, paril paril parladı, sonra soldu, pencereden ay ve yıldızlar ışıldadı. Sonra gene gün doğdu.
Ara sıra durdu o, dolaptan bir ekmek çıkardı ve
paylaştık. O ekmekte hakikaten ekmek tadı vardı. Bir daha asla bulamadım aynı tadi.
Kendine ve bana şarap koydu, güneş tadında, şehrin üzerine kurulu olduğu toprak tadında bir şarap.
Ara sıra odanın ahşap zeminine uzandık ve uykunun hazzı sardı bedenimi. Sonra uyandım, güneş ışığını yudumladım.
Bana bir şeyler öğreteceğini vaat etmişti, ama hiçbir şey öğretmedi. Konudan konuya atlayarak bir sürü şey konuştuk, tıpkı eski arkadaşlar gibi.
Bir gün, “Git artık” dedi. Dizlerimin üzerine çöktüm, bacaklarına sarıldım, beni kovmaması için yalvardım. Ama merdivenlere doğru itti beni. Kendimi bilmez bir halde indim merdivenlerden, yüreğim paramparçaydı. Sokaklarda dolaştım. Çok geçmeden fark ettim ki o evin nerede olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu.
Asla bulmaya çalışmadım orayı. Belli ki o, yanlışlıkla gelmişti bana. Benim yerim o çatı katında değildir. Başka bir yerdedir, bir hapishane hücresinde, süs eşyaları ve pelüşle kaplı bir burjuva salonunda, bir istasyonun bekleme odasında. Başka bir yerde, ama o çatı katında değil.
Bazen kaygı ve pişmanlık içinde, onun bana
söylediği bazı şeyleri tekrarlamaktan kendimi alamıyorum. Doğru hatırladığıma nasıl emin olabilirim? O yanımda değil ki bana söylesin.
Pekâlâ biliyorum onun beni sevmediğini. Nasıl sevebilir ki beni? Gene de en derinimde bir şey, benliğimin bir parçası, korkudan titreyerek, belki de her şeye rağmen onun beni sevdiğini düşünmekten kendini alamıyor.
Simone Weil
Çeviren: Aytek Sever











