Uzun düşünceleri
Bahar günlerinin
Unutulmayacaktır
Gün gelip gönüllere
Güz çökse bile
Mibu No Tadamine
Çeviri: Rahşan Ecevit
Şub 23
Şub 23
ve son kışımızı Voronej’de,
mutlu yoksulluğumuzu ve şiirimiz?
Her gece düşüme giriyorsun,
ne olduğunu soruyorum sana,
cevap vermiyorsun.
Son düşüm de şu:
Yiyecek alıyormuşum kirli bir dükkandan,
çevremde karanlık yüzler, yabancılar,
parayı verip yiyecekleri alıyorum
ama birden anlıyorum ki
dayanılmaz bir acıyla,
götürecek bir yerim yok bunları
çünkü sen yoksun
ve bilemiyorum artık nerede olduğunu.
Nerdesin Ossia?
Uyanınca,
“Ossia öldü,” dedim, Şura’ya,
bilemiyorum hayatta mısın hala
ama o günden sonra yitirdim izini
bilmem ki duyacak mısın beni?
Bir bilsen seni ne çok sevdiğimi,
yeteri kadar vaktim olmadı, biliyorum,
seni nasıl sevdiğimi söylemeye
sadece “sen” diyorum,
hep yanımdasın, bir gömlek gibi,
hep yabanıl ve katı olan benim yanımda
doğru dürüst ağlayamayan benim yanımda
şimdi bak, ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorum…
Benim, Nadia, sen neredesin? Elveda!
Nadia.“)
Adejda Mandelstam
1943 yılında öldü Osip Mandelstam
Sürgünde, Sibirya’da
okuyamadan Nadia’nın mektubunu.
Çoktan silinmişti zaten
telefon defterinden
adı, adresi ve numarası
ve yeri yoktu hiçbir kitapta.
Seviyorsanız eğer geç kalmayın sakın,
aşkınızı söylemeye!…
Telgraf çekin, telefon edin, mektup yazın,
uçaklara, trenlere, tüm taşıtlara binin,
koşun, arayın, bulun, haber gönderin, birine anlatın,
duvara yazın, ağaçlara kazıyın,
yani deneyin bütün olanakları,
hiç olmazsa iki yaprak samanlı kağıda yazın,
Nadejda Mandelstam’ın yaptığı gibi
ama sakın geç kalmayın aşkınızı söylemeye!..
Özdemir İnce
Şub 23
Arasıra düşmüyor değil aklıma
Yabancı kadınların sıcaklığı
Ama Allah bilir ya ne saklıyayım
Yanında ihtiyarlamak istiyorum
Turgut Uyar
Ey hüzünlü ruhum,ihtiyar budala
Charles Baudelaire
– Neydi ayrılık delikanlı?
– Hiç. Benden kaçması ihtiyar bir atlının.
Süreyya Berfe
Bitti aşk dolu günlerim, artık aklımı
Alamaz eskisi gibi başımdan
Kızların, evli kadınların, dulların çekiciliği,
Terk etmeliyim o hayatı eskiden yaşadığım,
İki kafanın uyuşabileceğine inanan o saf umudum geçti,
Geçti aşırı şarap kullanmalarım,
Yaşlı bir beyefendiye yakışacak bir günah için
Sanırım para tutkusunu arkadaş edinmeliyim.
Lord Byron
Modern toplum düzeni, delileri, sakatları olduğu kadar yaşlıları da görünmez kıldı. Ayak altında dolanmamaları, hayatın akışında bir sekteye yol açmamaları icap eden, bu sebeple de mümkünse buharlaşan, silikleşen unsurlara dönüştüler: Bir yük, bir ayak bağı, yavaşlatan bir kaygı unsuru.
Ahmet Murat
Yaşlı bir adamdan duymuştum:
Bir bildiği yok konuşanların, bilenler sessizlik içinde.
Eğer o yaşlı adam Yol’u bilenlerden biriyse
Neden beş bin kelime yazmak zorunda kaldı ki.
Konfüçyüs
Kuru dalı ağacın
Artık çok yaşlı, beli solgun
Ve yok tomurcuklanmak umudu
Cahit Zarifoğlu
Ördeklerle uçma özlemi içindeyim
Yaşlı bir kaplumbağa gibi kabuğumun içinde sabırlıyım
Kayser Eminpur
hüzün çocuklar için arada bir, yaşlılar için sürekli
Gülten Akın
Ey yüce gökleri yükselten!
Neden yaşlılığımda beni çaresiz bırakıyorsun?!
Genç iken herkesten üstün tutardın beni;
Yaşlılık çağımda neden alçalttıkça alçalttın beni?!
Firdevsî
Ve sefil yaşlılığının küskünlüğü içinde
hayatını nasıl boşa harcadığını düşünüyor
güçlü, yakışıklı, sazı sözü yerindeyken.
Yannis Ritsos
Hep duldalı güz şarkıları mırıldanır yaşlı kadınlar
Cennetle Cehennem arasındaki A’râf’ta
İlkbaharları, yazları geçmiştir ömürlerinin
Kışları birer buz çiçeğidir tozlu rafta
Bahaettin Karakoç
Kurtlara yenilmemekti dileğimiz,
Bizler de olduk birer tilki…
Şimdi ne kadar bizden uzak kalbimiz,
Bize ne kadar yakın kin, ne uzak sevgi.
Hüsrev Hatemi
Rahmetli ninem derdi ki “Bak oğlum!
Beni tek inciten, tek üzen var ya?
O yıllar söylenen aşk suçlarıydı.
Gönül kovanımda ilk gezen var ya?”
Dedemi göstererek:
“Aha şu haşarı kızıl arıydı!”
Ahmet Süreyya Durna
Gençler bütün haşarı
Yaşlılar büsbütün kederlidirler.
Cahit Külebi
bir somun ekmek çalan
yaşlı kadındır aşk
ve çok fazla ve
fazlasıyla erken kullanılan
bir sözcüktür aşk.
Charles Bukowski
pencerede oturmuş
yaşlı adam
gözleri yorgun
saçları ak
ağzı kötümser
kimin yolunu bekler
ölümünden başka
Attila İlhan
Serüvenlerin yorgun yeniği
elleri titreyen yaşlı bir kadındır hüzün
ya da hasta bir tanıdıktır ancak
hepsi o kadar
Unutma
Ahmet Telli
Vâkıâ ben de yoruldum, o fakat pek yorgun…
Mehmet Akif Ersoy
Dün akşam gün batmadan
Yaşlı ölülerin arasına
Bir küçük misafir geldi.
Çocuk bahçesinde kovası kalmış
Kumların üstünde küçük küreği.
Besbelli çok yorgun hemen uyudu.
Doğruldu yerinden yaşlı bir ölü
Örttü üstünü:
Madem ki annesi burada yok,
Bu küçük kız bize emanet,
İlerde yatan bir başka ölü
Yavaşça seslendi:
Başındaki kurdelayı çözüp katlayın
Ütüsü bozulmasın.
Baki Süha Ediboğlu
Ah, Yaşlılık günleri yorgun, bezgin günler,
Uykusuz geceler geçiyor acılarla:
Ey gençlik günlerimin altın zamanları,
Neden dönüp gelmiyorsunuz yeniden bana!
Robert Burns
on yılları uçurup
yaşlılığa doğru kayarken
Charles Bukowski
Geçim parası için
nice yaşlının
eski İstanbul evlerinden
getirdiği eşyalar
üstüne kar koyulup
satılıyor antik
acılar çarşısında
Sunay Akın
orta yaşlı bir kelebeğiyim istanbul’un
her ayrılık bir hüzün bırakır yüzümde
Sunay Akın
İhtiyârım ama bir gece sen beni adam akıllı bir sev de, seher çağında koynundan genç çıkayım
Hâfız
Bir çocuk sevdim uzaklarda
Bir elinde yarın öbür elinde dün
Erken ihtiyarlamaktan sanki biraz üzgün
Dünyanın haline bakıp güldü geçti
Metin Altıok
«İhtiyarım, hazan yaprağı gibi kuru;
Karım yok, yalnızım, bir ayağım çukurda;
Belim bükülmüş, Tanrım, mezarıma doğru,
Nasıl eğilirse suya, susuz bir boğa.»
Victor Hugo
ya da ucuz bir pansiyon odasında
Marilyn Monroe’nun fotoğrafıyla yaşayan bir ihtiyar
Charles Bukowski
“İnsan ne yaparsa yapsın ölümlü bir varlık. Vücudu yaşlanıyor; hemen değil hayır, önce gözleri ya da bacakları ya da kalbi yaşlanıyor. İnsan parça parça yaşlanıyor. Ve bir gün ruh yaşlanmaya başlıyor. Çünkü vücut ihtiyar olmak istiyor, ama ruhun hâlâ özlemleri, hatıraları var ve hâlâ arıyor, seviniyor, arkadaşlarını özlüyor. Ve mutluluğa duyulan özlem kaybolduğunda sadece hatıralar ya da kibir kalıyor; ve insan o zaman gerçekten sonsuza dek ihtiyar oluyor.”
Sandor Marai
Yaşım 27 -İnsan
kökü çürümüş çınar gibi
apansız ihtiyarlar-
Azaltmıyor, azaltmıyor
müezzinin sesi
göğsümdeki kederi
Ahmet Oktay
Cami avlusunda
İkindiyi bekleyen ihtiyarlar gibi
Beklerdim gelişini
Oysa sen
Sehiv secdesi gibi geldin her seferinde
Bizimki iki tövbe arasında aşktı
Belli ki…
Adige Batur
Çardak altları bitti, bitti üzümün tadı,
Artık ihtiyar çamlar, selviler saltanatı,
İşte bir kere daha haraboldu bahçeler.
Ziya Osman Saba
Artık yanarak değil, tüterek yaşıyorum.
Nemli bir tomar gibi.
Kanatlarım her gün bir parça daha ağırlaşıyor.
Galiba ihtiyarlıyorum…
Cemil Meriç
deneyimlerim sesleniyor ki
bitimindeyiz zamanın
yaklaşan bir sonu var
ya senin, ya ihtiyar akbabanın
Furuğ Ferruhzad
Ey zaman, bilmez misin ettiğin kötülükleri?
Sana düşer azapların, tövbelerin beteri.
Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:
Ya bunak bir ihtiyarsın, ya da eşeğin biri.
Ömer Hayyam
Bir ihtiyar delikanlılık taslarsa gülünç olur,
Ama bir delikanlı yaşlı gibi olsa bu da hüzün verir!
Nikoloz Barataşvili
Güz-
kuşlarla bulutlar bile
yaşlı görünüyorlar
Başo
istanbul dönüşü yaşlı kucağına atlardım
kırkında bir olgun adammış o zaman
şimdi ihtiyar diyorlar, ben onu bu yaşıma değişmem
Ömer Faruk Hatipoğlu
Bazı el sanatçıları yirmi yıllık tecrübeleriyle övünürler. Oysa aslında bir yıllık tecrübeyi yirmi kere geçirmişlerdir. Sen bu hataya düşme. Senden büyüklerin tecrübe avantajına da kızma. Unutma ki onlar bu tecrübeyi kazanmak için karşılığım hayat keselerinden ödemişlerdir. Yemden doldurulamayacak bir keseden.» Otake-san hafifçe gülümsedi. «Sonra yaşlıların tecrübelerinden mutlaka yararlanmak isteyeceklerini de hatırından çıkarma. Ne de olsa ellerinde ondan başka bir şey kalmamıştır artık.»
Şibumi
Gecenin bir yarısı Lalelide ölüm raporu düzenlediğim yaşlı adam da hafızamdaki mezarlıkta yerli yerinde duruyor. Anladım ki, insan dokunduğu ölüleri hiç unutmuyor. Ya şu önümüzdeki bilmem kaç piksellik ölüm fotoğraflarına da dokunsaydık… Ya dokunanlar… Ya sevdiğimiz birinin ölüsüne dokunmak…
Zehra Betül
Yaş da geldi yaşlılığa erdi ya, herkese her şeye bir veda gözüyle bakıyorum artık. Eskiden gördüğüm, duyduğum dokunarak geçtiğim her eşyadan, her insandan, her yerden son bir kez daha görerek, duyarak, dokunarak geçeyim istiyorum.
Ali Asker Barut
Dualar bir işe yaramıyor ve inatçı yağmur, yaşı gereği toplulukta yağmurun tutumunu herkesten daha iyi bilen en yaşlı adamın uyarısından sonra diniyor: “yağmak mı istiyor? bırakalım dilediği kadar yağsın”
Louis Althusser
ben, yeryüzünün yaşlı şairlerinden biri,
taşların, otların, kuşların dilini
çözmüş sanırdım kendimi.
Cahit Koytak
Yanımdaki masaya bir genç kız oturuyor,
On yedi on sekiz yaşlarında.
‘Ne çıkar’ diyorum kendi kendime,
‘Güneşli bir ikindi değil mi yaşlılık da?’
Ahmet Ada
– “Sağ ol, sağ ol genç adam. Kaç yaşındasın sen?”
“Seksen,” diye yanıtladım.
– “Ah ah, şimdi seksen olmak vardı!”
“Peki ya siz? Siz kaç yaşındasınız?”
– “Seksen dört, Evet, aynen öyle, seksen dört. Hiç inandırıcı gelmediğine eminim. Arkadaşlarım otuzlarımda gösterdiğimi söyler”
Irwin D. Yalom
…Gencim, ne ki, eriyor
tükeniyor gençliğim, tıpkı yaşlılığım gibi.
Korkuyorum yaşlılığımdan daha uzaklarda
olmasına karşın. Yok bir farkı
ömrümün baharının ondan.”
Giacomo Leopardi
Mutluluğun capcanlı anıtını gördüm geçen gün
Dimdik bir yokuştan çıkıyor
Çok yaşlı bir kadınla bir erkek
Kol kola elele
Dayanmışlar birbirine
Bakışları gülüşleri titrek titrek
Sanki yapışıp kaynaşmışlar
Aziz Nesin
kardeşler ben çalayım siz görün
nasıl geçilir kiraz rengi sokaklar
soluk soluğa yeni aşklarla
yorulmaz yaşlı bir yürek bile
gülüşler ona akar da
Haydar Ergülen
Eskiden her konuda konuşurdum istekle
Bir geniş gülümsemeyle dinliyorum şimdi
Şükrü Erbaş
Oğul bakıyor
yürümeyi bile göze alamayan yaşlı anaya
adım atsın diye koluna giriyor
ve düşünüyor yıllar öncesini o anda:
“Onun gibiydim bir zamanlar
ayaklarım güvensiz titrek…
Beklerdim uzatsın diye kollarını
esirgesin beni yürümeye başlarken…”
Kemal Özer
Artık yüzün
Yaşlı bir adamın yaşlanmaya başlamış yüzü,
Uzun süredir yolcuların inmediği
Bir hanı andırıyor gözlerin
Ülkü Tamer
Tanabay, “Böyle olacağını bilsem hiç bugün yola çıkar mıydım?” diye hayıflandı. “Şimdi ne ileri gidebilirim ne de geri. Yolun ortasında kalakaldım. Atı iyice yorup bu hallere düşmesine sebep oldum.”
Cengiz Aytmatov
Âşinâ, çehre azaldıkça duraktan durağa,
Acı bir hâtıra enkazı çöker ortalığa.
İbrahim Alâettin Gövsa
Yaşlı adam, yaşlı çocuk, yaşlı kız
Savaşın sağladığı eşitlik!
Şükrü Erbaş
Yaşlılık işte. Bardak doldu, ama damlası eksik. Onu bekliyorum efendim.
Ercan Kesel
Ben yaşlılığa inanıyorum, sevgili dostum. Çalışmak ve yaşlanmak, işte yaşamın bizlerden beklediği. Günün bitiminde ihtiyarlamak, ama her şeyi anlamaktan hâlâ çok uzak bulunmak, öyleyken yeniden işe koyulmak, öyleyken sevmek, öyleyken sezgilere açık olmak ve yıldızlara varıncaya kadar uzakta yer alan ve dile gelmeyen ne varsa, tümüyle ilişki içinde yaşamak.
Ralner Maria Rilke
‘Oğlumu benden önce almayın’ diyen
Yaşlı bir adamın bakışları
Karanlıkta
Vicdan gibi.
Bejan Matur
Bir zamanlar olduğumdan daha yaşlı olmayı isterdim. daha dingin, deneyimli, bütün olumsuzluklardan kurtulmuş, dünyaya yukardan bakabilen biri. Belli yaşa gelmiş, tutkulardan arınmış, durulmuş oturmuş kadınlara hayranlık duyar, imrenirdim. onları hayatlarının hesap sağlamasını yapıp kadınlık sınırını aştıklarını, gözyaşlarını arkada bıraktıklarını, sevilmeye fazla gereksinme duymadıkları için artık acı çekmediklerini düşünürdüm. Şimdi gençliğimde özlediğim yaşlardayım, ama hâlâ olmayı umduğum kadın değilim. Bu modelin bana pek uyduğunu da sanmıyorum ayrıca. Olgunluğu niteleyen bütün iyiniyetli sözcüklerin arasında başıboş dolaşıyor, yan yollara sapıyorum bu yüzden.
İnci Aral
-87’yim! Ama bir türlü kendimi yaşlı gibi hissetmeye başlayamadım. Sanki orta yaşlıyım. Sanki yapacağım daha çok şey var…
Betül Mardin
Malum, ölüme hazırlanmak üzerine çok kesin sözler söylenebilecek bir mesele değildir. Ama eğer seçme şansım olsaydı son gün gelip çattığında Schmid gibi sıradan, sevdiğim bir gün gibi yaşayabilmeyi isterdim. Yağmur sonrasının rayihasıyla tüten bir avuç toprak, limon kokulu yaprakları ürperten serin bir rüzgar, sevdiğim bir şiirin eksik hatırladığım mısraları, taze bir bahar kokusu ve yaraları iyileştiren ‘insan olma’ mucizesine derin şükranla…
A. Esra Yalazan
Gölgeler yerleşiyor pencereme;
Çağınız başlıyor ey hâtıralar
Cahit Sıtkı Tarancı
İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?
Şükrü Erbaş
Herşey herşey belli
Ortada ve açık
Birlikte çekilmiş resimlerimizden pişmansın
Resimde sarıldığın yaşlı adam
Üç beş yıla kalmaz ölür
Kalıtı arasında resimlerin görülür
Onurun iki paralık olur
Herşey herşey belli
Yazdığın mektuplarından pişmansın
O güzelim sevi sözlerinden
Ki yaşlı adamın uğruna can vereceği
Aziz Nesin
Bir anlasam şiirden
şiirden ne anladığımı bilsem
Aşktan -yalan-
yaşlılıktan -doğru- anlarım
Belki bilirim yaşlı olanları
sadece onları
Yaşlı karmaşık ilişkileri
Yaşlı sıkıntıları bıkmaları
Yaşlı istememeleri ve sonuçlarını
ve benim gibi bütün yaşlıları
Yaşlarına göre geç de olsa anlarım
Aşktan ve şiirden
ve insan sevgisinden
ve senden anlamam
Şiir olsun diye değil
sahiden anlamam
Süreyya Berfe
Sanki birçok hayat yaşamışım gibi
Çok yaşlı hissediyorum şimdi kendimi.
Belki de hiç bilemeyeceğim artık
Deli olduğum için mi,
Yoksa yazgımın isteğine uyarak mı
bunları yaptığımı.
Gary Snyder
Her yıl bir yaprak daha düşüyor çınardan
Yaşlı bir aslanın boynu bükük dönmesi gibi ormana
Dibine kadar mağlûp, dibine kadar mağrur, dibine kadar munis
Cihan Oğuz
Yaşlı bir adamı gömmüştük
Uzundu, zordu, bulanık ve tenha
Öldükten sonra da babamdı…
Şükrü Erbaş
Ama ben yaşlı bir kadınım artık. Bunu duymaya alışık olmayabilirsiniz, yani bir kadının kendi kendini ele vermesi sizin için şaşırtıcı bir şey olabilir. Olsun. Ben gerçekten yaşlı bir kadınım. Bir zamanlar diri birer aşk ikonu olan göğüslerim şimdi güneşte kalmış bir sigara paketi gibi solgun ve yorgun. Ama içlerinde hala tütün, hala aşk var. Çünkü zaman yalnızca bedeni yakar.
Martha Nicole King
herkesin gençliğinde
yaşanmamış bir çocukluğun,
yaşlılığında da yaşanmamış bir gençliğin
gömülü olduğunu biliyor
Cahit Koytak
Ey ölüm, yaşlı kaptan artık gidelim!
Charles Baudelaire
Yaşlı ve yorgun ruhum
vedalaşıp uzaklaşıyor gölge ve ışıktan
Hüseyin Atlansoy
“Yaşlı kişinin kalbi iki şey üzere gençtir. Uzun yaşama sevgisi ve mal çoğaltma sevgisi.”
Hz. Muhammed S.A.V.
aşlı bir komşum var, ahvâli güzeldir
Yaşlıları severiz;
Gel, bir çayını içmeye gideriz
İbrahimî Feyzullah Yalçın
yaşlı bir köpek şimdi şiirim
ne kulağı duyuyor ne yüreği
Haydar Ergülen
kırk yıldan fazla oldu martha,
anımsa beni lütfen
seninle bir kahve içelim
eski günlerden bahsedelim
şiirler, yazılar ve martha,
her şeyim sendin,
senin her şeyindim
yarını hiç dert etmedik
kederlerimizi kaldırdık rafa
yağmurlu bir günde indirmek için
kendimi çok yaşlı hissediyorum
sen de yaşlandın tabi
kocan, çocukların nasıl?
biliyorsun, ben de evlendim
şanslısın, seni koruyacak birini buldun
o günlerde çok gençtik,aptaldık
şimdi olgunuz ve güzel günler geride kaldı
Ne kadar uzakta görünüyor yıldızlar
Ve ilk öpüşmemiz ne kadar uzak
Ve ah, yüreğim ne kadar yaşlı”
William Butler Yeats
Sen de öyle incineceksin sonunda.
Ama ben yaşlıyım, sen gençsin
Ve barbarca bir dille konuşuyorum ben.
William Butler Yeats
Yalnız bir taze kadın yaşlılığı arıyor;
Yaşlılığım, yaşlılığım! Diye yalvarıyor.
Sırları dökülüyor baktığı aynaların;
Söndürüp yürüyor bir bir aynaları kadın
Ahmet Muhip Dıranas
Ah kırlaşan başım, sevecen yumuşaklılığıyla
Yaşlılık’ın karlarını eritmeye yetmez;
Şu yaşlı bedenim, saçsız ya da başsız,
Batıyor Zaman’ın soğuk öfkesine.
Robert Burns
yaşlı şairlere iş kalmıyor demektir, yârenler,
yaşlı şairlere iş kalmıyor,
sessiz sessiz ağlamaktan başka;
Cahit Koytak
Bazı yönlerden sen benden daha yaşlısın. Asla derin bir şekilde aşık olmadın. Belki de asla olmayacaksın. Aşk insanın yakasını bırakmaz. Erkeklerin yakasını. Yeniden yirmi yaşına döner insan, yirmi yaşında olduğu gibi acı çeker. Yirmi yaşının bütün saçmalıkları. Şu anda sana çok mantıklı görünüyor olabilirim, ama kendimi hiç de öyle hissetmiyorum. Bana telefon ettiğinde, heyecandan neredeyse altıma kaçırıyordum. Ben aşık olmuş yaşlı bir adamım. Eski neslin komik bir figürü. İyice bayatlamış. Hatta komik bile değil.
John Fowles
Yaşlılık, karasevdaya döndürecek gözlerini
Yalnız, yapayalnız olacaklar
Perde kapandıktan sonraki sahne gibi.
Lo Men
Yılların, azgınlıklarının yıprattığı,
belini büktüğü yaşlı bir adam, bitkin
ağır ağır yürüyor dar sokakta.
Konstantinos Kavafis
Giderek azalınca kaygıların,
Bir an gelip adın yaşlı olur,
Yaşlılığa teslim olma yine de,
Kale ol fethedilemeyen.
Şota Nişnianidze
kırığım ve yaşlıyım nasıl onarsam kendimi
Gülten Akın
Uykuya dalan bahçeyi uyandırmadan geçti de yağmurlu güz,
kışı atlatamadı, toprakla kucaklaştı sokağın yaşlıları.
Oya Uysal
sözverdiğimiz yerde buluştuk
sözverdiğimiz zamanda değil.
ben yirmi yıl erken gelip bekledim
sen geldin yirmi yıl geç
ben seni beklemekten yaşlıyım
sense beklettiğin için genç
Aziz Nesin
Yaşlı bir çocuğum ben, çocukların en yaşlısı
Ağzımda sakız tatlısının hiç eksilmeyen tadı
Sevilince kendimi tadıyorum bir de
Kendime dönüşüyorum
Edip Cansever
Acı,
ağulu dikenler gibi ruhuna dolandığında,
öfke,
kızıl bir küheylan gibi koşturduğunda,
keder,
yaşlı bir ağaç gibi üstüne yıkıldığında,
duracaksın,
Aynasına bakıyorum ömrümün
Bir nice yüz ki ben miyim şu, o mu ben
Bir liman gibi ihtiyarlamışım
Bir düdük sesi kaldı her gemiden
Ne icinde yolcu, ne anbarında yük
Ne işaret, ne kampana, ne düdük
Bir limansız gemide boş gemiyim.
İlhami Bekir
Yıllardan beridir ağaran teller,
Bu akşam parıldar şakaklarında.
“Bu gece ömrümün en son demi, der,
Büsbütün ağarsın varsın yarın da…”
Ahmet Kutsi Tecer
Çocuk olamadım hayatımda ihtiyar doğdum, onun için oyun kardeşliği edemezdim sana ama hikayeler anlatırdım, ekmeğimi bölüşürdüm.
Cemil Meriç
Bir ayağın çukurda, ihtiyar Maria,
geldim seninle gerçekleri konuşmaya:
Bir tesbihin dizili acıları oldu hayatın
ne seven bir erkeğin oldu, ne sağlık, ne mal mülk,
ancak açlık vardı paylaşılan.
Che Guavera
onlara ün mü gelir bazı ses mi duyarlar
yumuşak bir kedere ufalır bakışları
idam mahkumlarıdır aslında ihtiyarlar
ölüme koşullanmış bütün davranışları
yorgun öksürükleri oturup kalkışları
yaşayıp durmaktan gizlice utanırlar
her gece artık gitmek vaktidir sanırlar
geçmiş günlerinden bir destek aranırlar
uysal bir gülümseme tek sızlanışları
idam mahkumlarıdır aslında ihtiyarlar
ölüme koşullanmış bütün davranışları
Attila İlhan
– Seni ne ihtiyarlattı?
– “Beni Hud Suresi ihtiyarlattı?”
– Hud mu?
– Hud.
– Hud da nedir?
– “Elif lam ra… Öyle bir kitaptır ki bu…”
Abdullah Harmancı/ Seni Ne İhtiyarlattı?
– Neydi ayrılık delikanlı?
– Hiç. Benden kaçması ihtiyar bir atlının.
Süreyya Berfe
Çok ihtiyarladığımı hissediyorum.
Halbuki biliyorsun,
henüz kırkıma basmadım.
Nazım Hikmet Ran
Yorgun ihtiyarlar bir de, gençliğini arayan
Nurullah Genç
Görgülü ihtiyarlar bir bir ortalıktan çekilir
Yaşlandıkça insan dünya başkalaşıyor.
Attila İlhan
Lâkin bu ikinci varlığımda,
Son devrede, ihtiyarlığımda,
Artık çekilince söz ve sazdan,
Ömrüm İç-Erenköyü’nde geçsin.
Yahya Kemal Beyatlı
Günler kısaldı. Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbalarları.
Yahya Kemal Beyatlı
istanbul bir kadıköy vapurunda gazete okuyan asık suratlı ihtiyarlardır
Abdullah Harmancı
İhtiyarın bir oğlu vardı ve yirmi yıl kadar önce savaşta ölmüştü. Pek gençti öldüğü zaman ve şimdi onu Çordon’dan başka kimse hatırlamıyordu.
Cengiz Aytmatov / Oğulla Buluşma
Yaşam, belleği icat etmekle gaddarlık etmiş. En eski anılarımı ayrıntılarıyla içlerinde taşıyan ihtiyarlar gibi, ölümün kıyısına gelmişken belleğim, güneşin çevresinde dönüyor ve neleri aydınlatmıyor ki o güneş! Her şey mevcut, hiçbir şey yitmemiş.
Frida Kahlo
Anladığım kadarı ile sona doğru gidiyorum. Kendimde ihtiyarlık ve zayıflığı daha çok hissediyorum.
Ali Şeriati
Ah nasıl inanmışım nasıl da kanmışım sonra yaşlandım işte
Oysa ihtiyarlara kalan çok ağır ve çok kısa öyle ki rüzgar başka türlü eser onlara
Louis Aragon
Bu defa farkına vardım ki ihtiyarlamışım.
Hayatı bir camın ardında gösteren tılsım
Bozulmuş anlıyorum, çıktığım seyahatte.
Cihan ve ben aynı değiliz artık eski hâlette.
Yahya Kemal
Gidip o ihtiyara sormalı bunu
Kirpikleri ellerinden çok titreyen.
Şükrü Erbaş
ihtiyar bir adam neden hayattan öyle vazgeçer.
Enis Batur
Bu def’a farkına vardım ki ihtiyarlamışım.
Hayâtı bir camın ardında gösteren tılsım
Bozulmuş, anlıyorum, çıktığım seyâhatte.
Cihan ve ben değiliz artık eski hâlette.
Yahya Kemal
su bitti gül susadı her şey bitti
bir kurt ihtiyarladı ve soğuk bölgelere gitti
Turgut Uyar
belki de kırgın bir ihtiyar olduğum için artık
olanla yetinmeliydi kalbim; gel gör ki,
William Butler Yeats
«İhtiyarım, hazan yaprağı gibi kuru;
Karım yok, yalnızım, bir ayağım çukurda;
Belim bükülmüş, Tanrım, mezarıma doğru,
Nasıl eğilirse suya, susuz bir boğa.»
Victor Hugo
Ey hüzünlü ruhum.
İhtiyar budala.
Kanının kanatlarında hırçın bir kıvılcım yanardı,
Charles Baudelaire
Vakit ikindi.
Gün ihtiyarladı.
Güneş solgun rengini bırakıyor güller üstüne.
Hüzün renkli bulutlar sardı göğü.
Güneşin saltanatı bitmek üzere.
Zevale akıyor ışıklar.
Hatırla ki, sen de bir ömrün ikindisine yürüyorsun.
Mevlânâ Celâleddîn
İhtiyarlıyorduk, o bir dolu yaprak bense pınar,
O az güneş bense derinlik,
O ölüm bense yaşama bilgeliği.
Yves Bonnefoy
Sen aklıma düşünce
Üstüme yemek dökecek kadar ihtiyarlıyorum
Bülent Parlak
Dün gece rüyamda bir ihtiyar, aşk mahallesinde,
“Bizim tarafa gel.” diye işaret ediyordu bana eliyle.
Mevlânâ
“Ben şahsım itibarıyla vazife-i Nuriyeyi yapmaya tâkatim kalmamış. Belki ihtiyaç da kalmamış. Hem müteaddit tesemmümlerle ve çok ihtiyarlık vaziyetiyle ve hastalıkla, şimdiki hayatta kalmak, tahammülüm kalmamış gibidir. Şayet müştak olduğum ölüm elime geçmese de, zahirî hayatımda ölmüşüm gibi diye bu vasiyetimi yazıyorum.”
Bediüzzaman Said Nursi
Koltuğuna gömülür de güzin
Derdi ki ihtiyarlıktır önüm
Beni yalnız bırakacaklar ah
Yakında bütün aşıklarım
Sâlah Birsel
Her şairin bir gülle bahtiyar olduğunu
Bir sana bir göklere baktığım gün hatırla
Gönlümün kahrın ile ihtiyar olduğunu
Sigaramı sessizce yaktığım gün hatırla
Nurullah Genç
İhtiyarların cebinde bir yumak sicim,
Ve en fazla bir elli lira.
Bir de paslanmış bir çakı.
Hüsrev Hatemi
Azalınca ihtiyarlık çağlarında
Aşkın ateşi,
Bir sevdâ hatırasıyla ısınmak
Her ihtimale karşı.
Behçet Necatigil
Sıkıntım da benimle birlikte ihtiyarlıyor.
Oğuz Atay
Ben de
Boğaziçi de bu bahar
Mavi sakalına erguvanlar takmış
Sarhoş bir İskele Babası kadar
Hem delikanlı
hem deliler gibi ihtiyar
Can Yücel
Bir mektup geldi ihtiyar anamdan
İçinde kargacık burgacık harfler
Hasattan bahsediyordu, yaz hasadından,
Firenk üzümlerinden, kiraz ağaçlarından.
Pär Lagerkvist
Alnım omzuna dayalı olarak ihtiyarlayacağım
sanıyordum oysa ben.
Ekaterina Yosifova
Şub 23
Bu yıl ölümün kıyılarına yaptığım üçüncü yolculuk.
Ve bir geri dönüş daha.
Ve yine tuhaf bir güven duygusu: “Bu hikâye daha bitmedi…”
Cankurtaranın sirenleri gecenin karanlığını yırtarken bile gücünü yitirmeyen bir duygu: “Bu hikâye daha bitmedi…”
Başlangıçta, iç dünyamda hafiften nabız gibi atarken, henüz soyut adımlarla ilerleyen bir kıpırdanış. İleriye yönelik, sanki yeterince şekillenmemiş bir köprüde el yordamıyla ilerlemeye çabalayan bir duygu: “Daha söyleyeceklerim, söylemem gerekenler var…”
Adı Federico Garcia Lorca olan bir köprü…
Evet, köprünün adı Federico Garcia Lorca.
Tam adıyla: “ne garip federico adında olmak…”
Lorca’nın kimliği için kitabın arka kapak yazısının son cümlesine bakmak yeterli : “…Ölümün gölgesi, Lorca’nın şiirlerinden de, oyunlarından da hiç eksik olmadı. Şiddet, acı ve ölüm sanki onun yazgısında vardı. İç Savaş’ın başlarında bir gece Granada’da General Franco’ya bağlı faşistler tarafından yargılanmadan kurşuna dizildiğinde otuz sekiz yaşındaydı.”
General Franco, Lorca’nın ve İç Savaş’ın ardından daha uzun yıllar yaşadı. Şimdi Madrid yakınlarında, harcı uygar insanlığın sonrasız lanetleriyle yoğrulmuş bir anıtmezarda yatıyor. Yeryüzü yolculuğu otuz sekizinci yılında Franco’nun gözlerini kan bürümüş faşistlerinin kurşunları ile noktalanan Lorca’nın mezarı ise belli değil; çünkü insanlık mimarlıktaki onca ilerlemelerine rağmen, tüm dizelerini insanı her defasında daha da insan kılan sözcükler bestelemek için avuçlarından evrene üfleyen şairlere layık gömütler inşa etmeyi henüz başaramadı.
Gömütleri bağlamında Lorca’yı da, Nâzım’ı da saran umarsız bir hüznün ve toprak özleminin köklerini bu başarısızlıkta aramak, hiç de bir abartı olmaz!
Bir ressamın uzattığı köprüden Lorca’nın ölümsüzlüğüne geçmek…
Hayatımın yaklaşık son on yılında karşılaştığım her trajik dönemeci yeni bir başlangıcın ışıkları ile aydınlatan, dostlarımın dostu ressam Hale Işık, bu kez de “yapacağını yapıyor”. Hastaneden çıkmama üç gün kala, elinde Lorca’nın “ne garip federico adında olmak” başlıklı şiir seçkisinin yeni basımı ile (Can Yayınları) yatağımın yanında bitiyor. Erdal Alova’nın hazırladığı ve İspanyolca’dan çevirdiği bu şiirleri yalnızca ‘çeviri’ diye nitelendirmek, her çeviri başyapıtı için geçerli olduğu üzere, çok zor. Alova’nın yaptığı, aslında Lorca gibi bir ölümsüzlüğü Türkçenin o neredeyse eşsiz şiirselliği ile bir kez daha gözler önüne sermekten başka bir şey değil.
Benim yapmam gerekene gelince, Hale Işık’ın sessiz fırçası ile gösterdiği yol, çok açık: “Bak dostum, sana bir şans daha verildi! Birileri sana, elbet istersen, bunca öldürmek peşinde olanlarla dolu bir dünyada ölümsüzlük üzerine söylenebilecek daha nice şarkılar besteleyebileceğini anlatmak peşinde!”
Peki. Öyle olsun!
Ahmet Cemal
Aydınlara yönelik ciddi eleştirileriniz var. Düzmece aydın, ağır aydın ve alıntı aydınlar diye sınıflandırıyor ve yukarıdan bakışlarını eleştiriyorsunuz..?
Bizde genelde batılı olmak isteyen bir aydın kesimi var. Fakat bu batılı olmanın anlamı çok önemli. Aydın sınıfı Sabahattin Eyüboğlu’nun deyişi ile şöyle bir hata işledi, aydınların genel söylemi “halka inmek”tir. Eyüboğlu bir denemesinde diyor ki, “Neden hep halka inmekten bahsediyoruz da halka çıkmaktan bahsetmiyoruz.” Burada, ‘onlar aşağıda ben yukarıdayım’ diye bir varsayım var. Gerçek aydın tavrı bu değildir. Bizde aydın kesimi batıya oranla çok geç oluştu. Batıda en geç Rönesans’tan sonra aydın kesimi belirginleşmiş, aydın nitelikleri belirginleşmişti. Biz, Tanzimat’la ama asıl Cumhuriyet’ten sonra aydınla tanıştık. Gerçek aydın kesimi hiçbir zaman baskın bir pozisyon elde edemedi. “Gibi aydınlar” tarafından bastırıldılar hep. Bizde aydın tipi şöyle; Ne söylediği anlaşılan değil, ne söylediği anlaşılmayan birisi. Etrafında da onu anlamamakla övünen bir müritler çevresi. Ama gerçek aydının kafası çok aydınlık olduğu için söylediği de çok nettir. Hiçbir bulanıklık yoktur ve halk kesimiyle de çok iyi ilişki kurar. Bizde bu tutum bugün de var.
Türk yayıncılığının ağır bir çevirmen sorunu olduğunu söylüyorsunuz.
Çeviriyi hep teknik bir konu olarak düşünüyoruz. Çeviri teknik bir iş değil. Hele edebiyat çevirisi hiç değil. Ayrıca, iyi bir çeviri yapabilmek için anadilini çok iyi bilmek gerekiyor. Çünkü yabancı eseri kendi anadilinde var edecek. Dolayısı ile bu, doğrudan doğruya bir nakil, bir aktarım değil. Bunlara dikkat edilmediği taktirde, o yapılan bir çeviri olmuyor. Herşeyden evvel, Türkçeye yazarın üslubu gelmiyor ya da yanlış geliyor. Geçmişte bazı çevirmenler her yazarı aynı üslupla çevirirlerdi. Bence çeviri sorunumuz bilgi sorunumuz. Çevirinin ne olduğunu bilmemekten kaynaklanıyor.
Yine çeviriyle ilgili sizin yayınevlerine yönlendirdiğiniz soruyu ben size sormak istiyorum: Sizce yayınevine gelen çevirilerin temel sorunu yabancı dil bilmemekten mi, Türkçe bilmemekten mi kaynaklanıyor?
Ben bu konuyu geçtiğimiz yıl güvendiğim yayınevlerine sorarak özel bir soruşturma yaptım. Aldığım cevap aynıydı: Türkçe bilmemekten kaynaklanıyor. Ve şu da vahim bir hata, yabancı dili iyi öğrenenler zaten çeviri yapabileceklerine inanıyorlar. Bir yabancı dili en iyi kendi anadilinizi bildiğiniz kadar bilebilirsiniz. Daha fazla bilemezsiniz çünkü düşünmeyi biz anadilimizde öğreniriz. Bazen birisi için, “Çok iyi Almanca, İngilizce biliyor, hatta anadilinden daha iyi” deriz. Bu çok saçma bir şeydir.
Bir eleştiriniz de eleştirmenlere. Eleştiri yetersizliğinden yakınıyor ve yazarın kişiliğine yönelik dedektiflik yapıldığını söylüyorsunuz…
Bu tür eleştirmenlere eleştirim şu; gerçek bir dedektiflik işine giriyorlar. ‘Bak falanca karakter aslında o yazarın kendisi’. Okuru bu yönden yönlendiriyorlar. Bunun okura hiçbir yararı yoktur. Çünkü onun kim olduğu önemli değildir. Romana göre, öyküye göre nasıl anlatıldığıdır. Yaşayan biriyle özdeşleştiğini bilmek hiçbir bilgi getirmeyecektir okura. Ama bunu yapanlar hala var.
Bizde biraz kitap tanıtımı gibi oluyor herhalde?
Evet o da ayrı bir sorun. Eleştiri sözcüğünü biraz cömertçe kullanıyoruz. Kitap tanıtım yazısında eleştiri yapılmaz, yapılmamalıdır. Eğer kitap tanıtma yazısının içine siz biraz da eleştiri katarsanız büyük hatadır.
Sizi tanıyanlar ve okuyanlar dil kullanımı konusundaki hassasiyetinizi ve eleştirilerini iyi bilirler. Türkçeyi hakkıyla kullanabiliyor muyuz?
Yapılan bir araştırmada ortaya çıktı ki, 75 bin dev sözcük dağarcığından Türk insanı günde 200 – 300 sözcükle idare ediyor. Ludwing, “Dilimin sınırları, dünyamın da sınırlarıdır” demiştir. Bu şu demektir, siz ne kadar tanımlayabilirseniz o kadar tanırsınız dünyayı. 250 kelime kullanmak, dünyayı 250 – 300 kelimeyle tanımak demektir. Bugün Türkiye’de “En az bilinen dil hangisidir?” diye ciddi bir bilimsel araştırma yapılsa Türkçe çıkacaktır diye düşünüyorum. Bunun da nedeni şu, biz kendi dilimizi bildiğimiz varsayımındayız. Bizim dışımızda hiçbir toplumda böyle bir şey yoktur. Dile devamlı özen göstermeliyiz. Dile özen şudur; eğer kapıcınıza yazdığınız bir not ile çok yüksek bir makama yazdığınız not arasında özen bakımından fark gözetmiyorsanız, siz dile özen gösteriyorsunuz demektir. Konfüçyüs, “Bir kültürde çöküş önce dilde çöküşle başlar” diyordu. Bugün dilimiz çok vahim bir durumda. Bunu televizyonda da, basında da görüyoruz.
Gerçek roman okurunun önemine vurgu yapıyor ve “Ülkemizde 10 bin gerçek anlamda roman okuru olsaydı bugün epey farklı yerlerde olabilirdik” diyorsunuz.
İyi bir edebiyat okuru demek okuduğu üzerine kafa yoran, onu içselleştiren, dolayısı ile bilgiye dönüştüren kimse demektir. Okuyup geçen değil. Bizde insanlar kitap okumuyor, bakıyorlar. Eski Yunanca da “görmek” kelimesi bir şeyi fiilen ele geçirmek demektir. “Bakmak” deyince sadece bakmak demektir. Bu, böyle bir şey. İyi okur, edebiyat eserini kendi içinde tartışandır. Bizde bu eğitim eksik çünkü alışılagelmiş şey bir edebiyat eseri okunur, sonra ana fikri bulmaları istenir. Sanki her edebiyat eserinin bir ana fikri varmış gibi. Halbuki edebiyat eserlerinin önemi, çok fazla ana fikre gebe olmalarıdır. Üniversite’de de Hamlet’in ana fikri nedir diye soruluyor. Hamlet’in ana fikri aynı olsaydı, 400 yıldır oynanmazdı. Eskirdi. Öğrenciler de yüzeysel okumayla yetiniyorlar. Onun için iyi okur sayımız çok az.
Yazılı dostlar ihanet nedir bilmezler ve cömertlikleri hiçbir insanda olmadığı kadardır?
Onları ne zaman açsanız size vermiyorum demez. Kendini açar. O bakımdan çok sadık dostlardır. Yeni bakış açıları verir, ihanetlerine uğramazsınız, sizi yalnız bırakıp gitmezler.
Yalnızlık hissetmiyor musunuz hele hele çeviri insanı yalnızlığa iten bir iş olsa gerek?
Bu soruyu bana “Tarabya Çeviri Ödülü” kazandığımda bir Alman radyosu da sormuştu. Aynı yanıtı veriyorum; Kitaplar arasında hayatı geçirmek yalnızlıksa ben yalnızlığa razıyım. Çevirmenlik yalnız çalışılan bir meslek evet ama zenginleşiyorsunuz.
Bir denemenizde bugünün insanı kendini robotlaştırma peşinde diyorsunuz.
Genç kuşak düşünerek hayatını var etme yerine olanlardan birine katılmayı tercih ediyor. Hayatını kendi kurgulamak yerine, modellenmiş olana katılmayı tercih ediyor. Üniversite öğrencilerinde de çok sık gözlemliyorum. Biz tembel bir toplumuz. Ve ben diyorum ki, biz yatay bir toplumuz, dikey bir toplumuz. Çok ağırcanlıyız. Çabalar bizi korkutup yıldırıyor.
Bir eleştiriniz de modern sanata ve edebiyata yönelik
Modern sanat ve edebiyat çok fazla biçime, içerikten uzaklaştı. Yani, doğa, insan ve sanat birbirinden kopamaz. Bugün bize sanat diye sunulanlar, edebiyat diye sunulanların kaçta kaçı insanca artık çok ciddi tartışmak gerektiği kanısındayım. Yapay buluyorum…
Şub 23
Gürültülü kahvenin içerlek odasında
yaşlı bir adam, masada iki büklüm;
önünde bir gazete, yapayalnız.
Sefil yaşlılığın ezikliği içinde
düşünüyor, ne kadar az çıkardı hayatın tadını
güçlü olduğu yıllar, yakışıklı,
Biliyor, nasıl yaşlandı; farkında, görüyor her şeyi,
ama gençlik yılları daha dün gibi
geliyor ona. Hayat ne kadar kısa, ne kadar!
Düşünüyor; Bilgelik denen şey nasıl da aldattı onu;
nasıl hep güvendi- ne çılgınlık!-
“ Yarın, bol bol zamanın var” diyen o yalancıya.
Dizginlediği coşkular geliyor aklına; gözden çıkardığı
onca sevinç. Yitip gitmiş her fırsat
Şimdi alay ediyor kafasız sağgörüsüyle.
Bunca düşünce, bunca anımsayış
başını döndürüyor yaşlı adamın. Ve gidiyor gözleri
kahvenin masasında iki büklüm.
Konstantin Kavafis
Çeviren: Erdal Alova- Barış Pirhasan
Şub 23
O zamana değin, çocukken insana sonsuz gibi görünen bir yolda yılların yavaş yavaş ve hafifçe geçtiği, böylece hiç kimsenin akıp gittiklerinin ayırdına varmadığı bir yolda, hep ilk gençliğinin kaygısızlığıyla ilerlemişti. İnsan bu yolda, sakin sakin, çevresine merakla bakarak ilerlerdi, aceleye gerçekten hiç gerek yoktu, ne arkanızda sizi sıkıştıran, ne de tabii, bekleyen hiç kimse bulunmazdı, arkadaşlarınız da kaygısız oynamak için sık sık durarak ilerlerdi. Evlerinin kapısından büyükler size dostça selam verir ve suç ortaklığı dolu gülüşlerle ufku gösterirlerdi; böylece yürek yiğitçe ve tatlı arzularla çarpmaya başlar ve insan kendisini az ötede bekleyen harikulade şeylerin umudunu tadar; gerçi o şeyler henüz uzaktadır ama bir gün onlara ulaşılacağı kesin, tartışmasız bir biçimde kesindir.
Daha çok yol var mıdır? Yoo, şu ilerdeki nehri geçmek, şu yeşil tepeleri aşmak yeterlidir. Belki de varmışızdır bile. Şu ağaçlar, şu kırlar, şu beyaz ev belki de bizim aradığımız şeylerdir. Bir an bunun doğru olduğuna inanıp, orada durmak isteriz. Sonra, kulağımıza ilerde daha iyisinin olduğu çalınır ve tasasız bir biçimde yeniden yola koyuluruz. İnsan böylelikle umut dolu, kendi yolunda gider durur; günler uzun ve sakindir, güneş yukarıda gökyüzünde parlamakta ve akşam bastığında üzülerek yok olmaya yüz tutmaktadır.
Ama bir noktada, belki de içgüdüsel olarak, insan geri döner ve arkasında bir kapının kapanarak dönüşü olanaksız kıldığını fark eder. İşte o zaman bir şeylerin değişmiş olduğunun ayırtına varırız; güneş eskisi gibi kıpırtısız değildir, hızla hareket etmektedir; ne yazık ki henüz bakmaya bile fırsat bulamadan, onun ufkun ucuna doğru hızla kaydığını, bulutların da gökyüzündeki mavi koylarda hareketsiz durmadığını, birbirlerinin üzerine çıkarak kaçtıklarını, iyice acele ettiklerini görürüz; zamanın geçtiğini ve günü gelince yolun zorunlu son bulacağını anlarız.
Dino Buzzatti
Tatar Çölü
Çeviren: Hülya Tufan
Şub 23
bir zamanlar, küçükken ben
bir çocuk vardı,
koruluktan çıka gelirdi
oynardım onunla ben
şadi idi adı.
ben ve şadi birlikte şarkı söylerdik,
karın üzerinde oynardık rüzgarda koşardık,
kısa öyküler yazardık
taşların üzerine,
aramızdaki sevgi içimizi ısıtırdı.
günlerden bir gün dünya tutuştu
insanlar birbirine karşı kavgaya girişti
kavga tepelere dek yaklaştı
tanıyamaz olduk hayatı.
kavga bizim vadiye de vardı sonunda
şadi görmek için koştu
korktum ve haykırmaya başladım
“nereye gidiyorsun, şadi? “
seslendim fakat duymadı beni.
uzaklaştı uzaklaştı vadinin içinde,
o günden sonra
görmedim onu bir daha
kayboldu şadi
karlar geldi gitti
geldi gitti karlar yirmi kez
büyüdüm ben
fakat şadi küçücük hala,
oynuyor karların üzerinde,
karların üzerinde…
Fairuz
Not: Bu şarkı Lübnan iç savaşında 6 yaşındayken öldürülen
şadi adındaki çocuk için söylenmiştir.

Şub 23
mısır’da saatler birbirine benzemiyor…
bütün anıların dakikalarını nil kuşları yeniliyor.
ordaydım. insanoğlu icat ediyordu
güneş tanrısını. hiç kimse kendine bir ad vermiyordu
‘ ben nil’in oğluyum – bu ad
bana yeter’. ve ilk andan itibaren
kendine ‘ nil’in oğlu’ diyorsun
uzak durmak için ağırlıktan.
burada yaşayanlar ve ölüler birlikte koparıyorlardı
pamuğun bulutlarını yukarı mısırdan,
deltada buğday ekiyorlar. yaşayan
ve ölü arasında nöbetleşe iki koruyucu vardı
palmiyeler için. her şey duygusal
sende, ruhunun etrafında yürürsen
zamanın dehlizlerinde, sanki annen mısır
seni bir lotus çiçeği olarak doğurdu, doğumdan önce.
şimdi kendini tanıdın mı? mısır oturuyordu
kendi kendine gizlice: ‘ hiç bir şey bana benzemiyor’. diyordu
dikiyordu delinmiş ölümsüzlük paltosunu
rüzgar yönlerinden biriyle. ordaydım. insanoğlu
ölüm/ hayat bilgeliğini yazıyordu.
her şey lirik ve mehtaplı… yalnız şiir
yarınına yönelmiş ölümsüzlüğü düşünüyor,
ve nil’in önünde yalnızca sevincini dile getiriyor.