Bir Şair Ölünce

Bir şair ölünce yıkılır gökler,
Düşer hayâllerin ipek kanadı.
Bir şair ölünce yanar büyükler,
Göklere yükselir çocuk feryâdı.

Bir şair ölünce öksüzdür artık:
Çiçekler, ağaçlar, çocuklar, kuşlar.
Bir şair ölünce bin gönül yıkık,
Geçit vermez olur küçük yokuşlar.

Bir şair ölünce göklerden ona
Kucaklar dolusu rahmet yağacak.
Bir şair ölünce, ey toprak ana
Gözleri mezara, nasıl sığacak?

Bir şair ölünce… Ölünce mi âh!
Kaç yürek duracak kim bilir yarın?
Bir şair ölünce her gün her sabah,
Kim kuracak kalbini çocukların? …

Nafiz Nayır

Yakışıklı Ütopya

Uyuştu baştanbaşa dokunduğun eşyalar
Kalbimi gözlerinde cehenneme uzattım
Yerlerini şaşırdı gökyüzünde bulutlar
Ve bir tufan içinde son uykuya uyandım

Bahçem tarumar oldu ıslandı zambaklarım
Bir serabın ucundan tuttu diye aşklarım
Yaşlı gözlerle aktım içimdeki kahıra
Güneşi öpmeliydim kararmadan ufuklar

Yakışıklı bir tabut kesti yollarımı
Sardık içine koydum yirmi beşlik yaşımı
Ne yapsam sana doğru koşan ayaklarımı,
Artık yakalayamam bak koynumda kement var

Nazir Akalın

Kuş Burnu

Uykudan evlerin var günden önce rüyadan
Doğarken bir dalgınlık büyüsüne dönüşü
Aşk da üşür sevgilim kanatlarında titrek
Yoksulluğu giydiren bakışların da üşür

Kalbinin yuvasından düştüğü zamanların
Erken uçuş temrini… Yaramazlıklar için
İçinin gökyüzüne, dallarına, suyuna
Döngüler köpüğünden giysiler var diktiğin…

Mehmet Aycı

İkiz Sızı

Ben rengini bilmezdim
Bir şeyler taşırırdım tarif edemediğim
Bir ayet iner gibi güney göklerinden
Erik aylar çizerdim eski defterlerime
Esrik bakışlar çizerdim: Portakal!
Sen olduğun bilmezdim.

Yüzümdeki çizgiler neden böyle acemi
Üzülünce kederli, sevinince çılgın
Senin bozkıra bahçeler doğran çılgınlığın
Ve acemi gülüşlerin: Portakal!
Hatırlarsın koynuna bakınca ellerini…

Bir Eskimo hayretiyle bakıyorsam yüzüne
Ve yakıyorsa dilimi avuçlarımı rüya
Portakal!
Gerçeği parmak ucundan öpen bir masal…

İçimde gümüş bir kısrak yeleleri turuncu
Gün doğumunu taşıyor üşümelerin için
Gem tutmaz ve kan sevmez ve korkar bıçaklardan
Biliyor uykusunun portakal olduğunu…

Diyorum, çatlatalım yalnızlığın taşını
Taşıralım kendimizi bir pınar çıkaralım
Kıyısına dünyanın her yüreğinden tutku
Dünyanın her vicdanından bir avuç toprak
Şiir olsun, ekelim:  Portakal!

Mehmet Aycı

Ara

Benim katil tarafım her an intiharlarda
Benim kâfir tarafım karanın en karası
Benim müşrik tarafım atılsa kuyulara
Benim mümin tarafım iyi ki Allah var ya

Benim çapkın tarafım her ırktan kızlar için
Benim sarhoş tarafım gökyüzü sayısız a
Benim dingin tarafım la ilahe illa hu
Benim dalgın tarafım ey dünya I love you…

Benim göçmen tarafım yurt kurdum yıldızlara
Akarsular yakınır ince sızı yanımdan
Benim mahkûm tarafım ellerim eski toprak
Korkarım zindanımdan korkarım zindanımdan

Mehmet Aycı

Günler

Yükünüzü tuttunuz da güle güle
giderken anlatın biraz hey günler
heybenizde neler var kaç resim sığdırdınız
kaç gönül gizlendi sizden başka defter kaldı mı

Yükünüzü tuttunuz da giderken bir hoşcakal
demeyi unuttunuz nasıl da şaşkınsınız
kaç mevsim yanacağım benden eser kaldı mı
aslında bile bile bende bir şey bıraktınız

Aşka düşen gönül başka ne diler
kimi baştan çıkar gider kimi ağlarken güler
bir atım vardı rüzgara uydu şimdi neylesin gönül
heybenizde resmi vardır ona iyi bakınız

Hey günler bende kalan neye baksam kül olur
akşamdan suya düşen bir yaprağa benzerim
sizde yağmur, sizde bulut sizde ırmak giderken
bende bir şey unuttunuz böyle sefer mi olur

Hüseyin Alacatlı

Son Şiir*

Kimi dostlarım,
En onurlu kısmında
noktaladı yaşamını
Ya bir orman karanlığında
Ya bir dağ geçidinde
Kimi dostlarım;
Asıldı bir başka cellâdın ellerinde
Kimi dostlarım;
İhanet etti, tek kelimeyle ihanet
Kimi ise
En saygınları
Zorlukları göğüsleyerek yürüyorlar
İnanıyorum ki, yürüyecekler
Yüreklerinde yarattıkları
O duru, o güzel günlere

19 Ekim 1985

Kenan Özcan
*Kenan öldükten sonra hücresinde arkadaşları tarafından bulunan son şiiri.

Yılbaşında annesine şöyle yazar: “Altı yıldır, demir parmaklıklar ardına, birkaç nefeslik sevgi iletebilmek umuduyla, ayaz kış günlerinde bekleyen fedakâr ve mutluluğu hak eden yüreklerindeki tebessüm yerine, buruk acılara büründürülen tüm analara ağız dolusu gülücükler tattıramamanın üzüntüsü ile kutlarım yeni yılınızı.” 1985 yılbaşıdır bunları yazdığında. Tam altı ay sonraysa daha büyük bir acıyı bırakıp anasına, ölümü seçer.

*

Bir arkadaşı anlatıyor:

“O sabah hücrelerin kapıları açılmaya başlandığında, askerler Kenan’ın hücresine geldiklerinde birden durdular. Sonra hızla geri dönüp açtıkları hücreleri de kapatıp müşahadeyi terkettiler. Ortada bir olağanüstülük olduğu çok belliydi. Herkes mazgallardan birbirine ne olduğunu sormaya başladı. Ne olduğunu tam anlayamamıştık. Bu esnada askerler yanlarında subaylar da olduğu halde geri döndüler ve doğruca Kenan’ın hücresine gittiler. Bir süre konuşmalar oldu ama biz tam duyamadık. Önce Kenan’ı tekrar emniyete götürnıek istediklerini sandık ancak bu arada bir “ölüm” lafı telaffuz edildi. Sonra askerler ve subaylar tekrar çekip gittiler. Kenan’ın hücresinin sağındaki ve solundaki hücrelerden Kenan’a seslenildiyse de cevap alınamadı. Bir ara sessizlik oldu, sonra biri “Galiba Kenan ölmüş” dedi. Önce donup kaldık; sonra kıyamet koptu. Hücre kapılarına vurulmaya başlandı, bağırışlar hıçkırıklara karıştı. Gürültü üzerine bir subay müşahadeye geldi ve “Arkadaşınız intihar etmiş” dedi. Kenan’ı görmek işin ısrar ettik. Bunun üzerine temsilci arkadaşı… Kenan’ın hücresine götürdüler. Temsilci Kenan’ın üzerinde çıkan bir miktar para, bu paranın borçlu olduğu bir arkadaşa verilmesini istediği kısa bir not ve son gece yazdığı şiirle geri döndü. Sadece “Kenan ölmüş” diyebildi.”

Ölüm: Ellerim Bağlı Gözlerimde

G. Güleç’e

Şiddeti ölçülemeyen alevler kuşatmıştı her yanımı
Her yanım tren istasyonları
Ömrüm ve sesim tarih kitaplarındaydı,
Firavunlar, krallar, hükümdarlar, padişahlar
Zihnimin içindeydi

I
Günlerdir şaşırarak bakıyorum ellerime
Acımı çoğaltan ellerime
Ellerim alıp götürüyor beni bir yerlere
Sensizliklere, parklara, bulvarlara
İnsanlar görüyorum ansızın
Seni çoğaltan imgesiz ellerimde
Ellerime bakarak yürüyorum caddelerde
Gözlerim anlamsız beynim tabula-rasa
Dinmeyecek bu acı, biliyorum
Anlatamam
Ellerim bağlı gözlerimde
Sokaklar tutulmuş
Kimlik soruyor üniformalılar
Kalbimi soyuyorlar
Ellerimi gösteriyorum çaresiz
Acımı büyütüyorum
Kan sızıyor gözlerimden
Ellerim “alo” diyor bir telefon konuşmasına
Sonra senin ürkek sesinle
Anlamsız geometrik şekiller çiziyorum gözlerime
“Gözlerim sığmıyor yüreğime”
Yüreğinde sevgi
Ellerinde ölüm birikmiş
Bir gezgin dolaşıyor sokağınızda her akşam sonra her akşam
Senin çocuk yüreğinde
Duygusal bir Spartaküs dolaşıyor
(Bırakıp kentin sorularını ve acılarını bana çekip
gittin sonrasız bir hazirana)
Sen gittin gideli
Ay ışığı vurmuyor ellerime
Gözlerimde anlamsız bir sancı
Denizlerin ve dağlann tekilliği
Kaybolmuş tüm anlamlar
Yeni bir hayat için
Yalnız başına
Gelecek bir yolcuyu bekliyor ellerim
Ellerim bir tren istasyonu şimdi
Eller bedenim

II
Bu şiire başladığımdan beri
Bir yağmur bekliyorum nedense
Gecikmiş damlalar vuruyor pencereme
Ellerimi uzattığımda
Senin ıslak saçlarınla boğuluyorum aniden
Sonra o ürkek sesin çoğaltıyor ölümü
Öldürdüm bütün nesneleri
Yeniden var ettim
Yitirdim kendimi
Seni varettim
Düşün
Herşeyin anlamı
Dört sayfalık bir mektupta gizli
Senden bana kalan son gerçek
Bir giz
Ellerim uzanıyor gize sonra kayboluyor herşey kan örtüyor gözlerimi
Bir el düşünüyorum uzakta acıyı bitirecek
Bir göz düşünüyorum yakında
Korkuyu yitirecek
Olmuyor
Sonra
Bir intihar tasarlıyorum
Yeniden yazılıyor
Yeniden anlam kazanıyor herşey

III
İntihar sonrası girilen hayat
Yeni bir doğumdur bedenimde
Masam, beynim gibi darmadağınık gecede
Bıçak, kalem, kibrit kutusu, çay bardağı
Anahtar, kitap ve dünya haritası
Doğduğum yeri arıyorum haritadan
Bulamıyorum hiçbir yerde
Birden sen düşüyorsun ellerime bir çığ gibi
Yaşamı ertelemeyi hızlandırıyorsun
Tren istasyonlarına götürüyor bedenim seni
Katilimi arıyorsun ateşler içinde
Göğü ve yeri delen oluyorsun o an
Sonra tirajı yüksek bir gazetede
Görüyorsun intiharın gizini
Haylaz çocuklar ve benzersiz ütopyalar
Ateş ırmağa karışıp
Bir ip boşluğa salınırken
Ellerimi tutuyorsun bir istasyonda
Alıp götürüyor bizi bir tren
Denizlere ve göklere
Sen beniz kızı Eftalya oluyorsun
Ben yanrıyı öldüren Krilov
Yeni yollar arıyoruz kendimize
Şeytana anlam veriyoruz
Cehenneme çıkıyor yolumuz
Korkma
Cehennemin,çocuktandır şairler

IV
Şiddeti ölçülemeyen alevler kuşatmıştı her yanımı
Her yanım tren istasyonları
Ömrüm ve sesim tarih kitaplarındaydı,
Firavunlar, krallar, hükümdarlar, padişahlar
Zihnimin içindeydi
Silip attım hepsini putlar bahçesine
İntihar edenlerin mezarlığına gömdüm kendimi
Ellerim kaldı geriye
Tut ellerimi
Aynalara bak
Bir intihar göreceksin
Her dokunuşta yüzüne
Ben değilim o
Tarihin lanetlediği yaşam
Bir çocuğun evreninde kaldı herşey

V
Çocuklar eskidikçe günlerin umudu düşler
Eksildikçe yaşamın durakları artıyor
Vazgeçemiyorum tren istasyonlarından üzgünüm
Nüfusu azalacak bu kentin
ve yağmur yağmayacak bir daha
(kimliğimi bırakıyorum düşlerinize)
Kendi dünyamda mezhepsiz bir deliydim şimdi
Senin mezhebinde dünyasız bir deliyim..
…../…../…../…../
Yaşam bitti
Gerçekten bitti
Uykuya dalabilirsin artık…

Kemal Taştekin

Mektup

Yarım kalmış acılar deniz pencereme kanardı ge-
ceyle savrulurdum. Gözyaşı kokusuyla dolu bir
kuğu, zamanın sonuna kalkan, sürgünümdü; göz
mavisi duman, sessizliğim. Aktım ölü denizkızıyla
gökkuşağı saklı mektubun içine, pulumuz rüzgar
oldu, postacımız güvercin. Cıva gibi eridik kabı-
mızda. Kırmızıya gittik. Hemen kokladım yüzümü
yağmurun yuva yaptığı ellerimle. İyice şaşırmıştı
alıcısı vapur ıslığımızın. Saklandı gözlerimin ışığı
yeni güne.

            Mermer bir kayıkla geri döndük
            diğer yarısına acının,
            usulca çekildi deniz,
            son bulduk, yenildik.

Artık yataksız bir liman yüreğim, soğuk ve loş.
Kırık düşlerim. Serçelerde gözlerimin buğusu.
Buruk içim.
 
       Böylesi bir yenilgiyi beklemediğim için
       sabahın en serin ucunda bağıran ben
       intihar edecekmiş gibi sıkıyorum
       düşük boynuma asılı sonbaharı.

Çekildi yaşanan hıçkırıklara, yaşanmayan düş kı-
rıntılarımızla boğulduğumuz odaya. Düştü saat
duvardan, telefon diye çevirdim yelkovanı: İmdat.
Akrep soktu kendini. Çan sesleri, ezan sesi, martı
sesi, çatılarda kaldı gecenin gizi. Unuttum mektu-
bun içinde boğulduğumu. Elveda.

Kaan İnce

Ben Aşkı Bir Üveyikten Satın Aldım

Ben aşkı bir üveyikten satın aldım, yaşım onaltı
O zamanlar bakır rengiydi dağlar
Daha şıvan düşmemişti böğrüme
Daha deli deli esmemişti rüzigar
Kalbim acıya düşmemişti
Sanırdım bütün ırmaklardan koşacaktım
Halayda delikanlı başı olacaktım
Bıyıklarım yeni terlemişti

Gurbeti
İsmail dayımın gönderdiği
Kuru üzüm ve fıstıknan
Bir de İstanbul fotoğraflarından
Tanımıştım

Hey deli yanım
Türkülerim ince gül dalım
Gönül közüm
Verdiğim sözüm
Ne zaman duman olsa
Munzur`un doruklarında kalırdı gözüm
Arada bir durup Fırat`a bakışım
Ve yanımdan ayırmadığım
Bir üveyikten satın aldığım aşkım

Yani ahretlik gülüyordum
İstanbulu fotoğraflardan
Vurgunu üveyikten biliyordum

O zemheri akşamında
Oturup tandırın karşısına babam
Oğul yürü, dedi
Yürüdüm
Topak oldu babam, acıdan yumdu gözlerini
Yalnız bir “ah” etti anam
Sessizce ırmağa düştü sözleri

Yürüdüm
Terleyen bıyıklarım
Şahin bakışım
Ve yıldızlı gecelerimde birinde canım
Bir üveyikten satın aldığım halis aşkım
Geride kaldı

Ormanlar gördüm
Ağaçlar gördüm
Dallarında adamlar asılıydı
İpince fidanlar
İpil ipil kan sızardı dudaklardan
Bakışlar
Gecenin koyukatmer albasması karanlığına karşı
Nasıl da gülüyordu
Nasıl da gülüyorlardı

Hani benim yıldızım
Hani şehla bakışım
Hani sazım
Ve halis aşkım

Dağlardan geliyorum ben
Fırat`ın doğduğu yerden
Gönle aktığı yerden
Serin göze başından
Soğuk bulgur aşından
Dağlardan geliyorum ben
Aşkın doğduğu yerden hey!
Yusuf`un kuyusundan
Eyyub`un sabrından geliyorum
Etmeyin eylemeyin
Ben İstanbulu fotoğraftan
Vurgunu üveyikten biliyorum

Hani benim yıldızım
Hani şehla bakışım
Hani sazım
Ve bir üveyikten satın aldığım
Halis aşkım

Hey anam
Ne aynam ne tarağım ne sedef çakım
Ne tesbihim ne mintanım
Bir han odasında
Akşam alacası değip geçerken böğrüme
Yavaşça önüme düştü alınyazım

Kim tutar kaldırır başımı yerden
Kim dinler türkülerimi, bozlağımı, sazımı
Bir duan olaydı ah, yanıbaşımda
Bir çift lafın
Bir tas ayranın
Bir dağ soluğun
Entarine yapışmış kalmış bir yayla çimenin
Bir tesbih böceğin
Bir avuç toprağın
Bir küçük taşın
Bir tel taçın alyazmanın altından

Hey anam
Akşam indi kırıldı sazım
İstanbul`da
Haramiler sokağında
Bir han odasında
Yavaşça önüme düştü alınyazım
Hani benim yıldızım
Hani benim yıldızım
Hani şehla bakışım
Hani dağlara verdiğim aşkım

Akşam dediğim ana
İstanbul`da aykaranlık yürek pustur
Bir de hikayesi var
Kanadı kırık martıdan dinlediğim:
Çok önceden
Zebaniler yakıp geçerken şehri
üç damla baldıran zehri
Üç damla hıyanet dökmüşler mavi denize
Üç martıyı boğmuşlar
Herşeyi gördüler diye

Akşam dediğim
Dam aralıklarından
Han bacalarından kaçıp giden güneşin
Vurması değil mi taa dağlara, dağlarıma
Değil mi ana

Yani akşam dediğim
İsli han odasında
Bir ben
Bir viranşehirli Yakup
Bir de çaykaralı Musa
Üç bardak çay hatırına
Üç gurbet türküsü değil mi uçurduğumuz
Üç damla baldıran zehri değil mi ana
Akşam dediğim

Buradan
Bu halis aşkımı
Bir han kirasına sattığım hovarda İstanbul`dan
Aranan bütün overlokçular sıraütücüler adına
Budur havadisim
Hatırladığım
Ne bulgur tadı
Ne bir çiçek
Ne bir isim
Ben gündüzleri Müslüm Gürses dinlemeye
Geceleri han odasında
Alın yazımı görmeye hüküm giymişim

Yine de ana
Ana yine de
Öperim gözlerinden
Dağlarımın
Çimenimin
Ve kanayan gençliğimin
Öperim hepsinin tekmil gözlerinden
Bıyıkları yeni terlemiş gençliğim adına

Ana
Can ana
Can ana
Yaran ana
Oyy ana
Hani benim yıldızım
Hani şehla bakışım
Hani sazım
Bir üveyikten satın aldığım halis aşkım

Ben aşkı bir üveyikte satın aldım, yaşım onaltı
O zamanlar bakır rengiydi dağlar
Daha şıvan düşmemişti böğrüme
Daha deli deli esmemişti rüzigar
Kalbim acıya düşmemişti
Sanırdım bütün ırmaklardan koşacaktım
Halayda delikanlı başı olacaktım
Bıyıklarım yeni terlemişti

İbrahim Sadri