Seçenek

Seni yitireceğimi varsayalım
ve bir kez daha görüp görmemeye
karar vereceğimi
Bir kez daha gördüğümde seni
on kat daha mutsuzluk
on kat daha az mutluluk
getireceğini bilerek

Hangisini seçerdim?

Seni yeniden görmenin mutluluğuyla
kendimden geçerdim

Erich Fried

Karmakarışık

Gittikçe
daha da iyi silahlarla
insanların birbirini öldürdüğü
ve birbirleri açlığa mahkum ettiği
bir zamanda sevmek birbirini
Ve bilmek
fazla birşey yapılamayacağını buna karşı
ve denemek
vurdumduymaz olmamayı
Ve yine de
sevmek birbirini

Sevmek birbirini
ve açlığa mahkum etmek birbirini
Sevmek birbirini ve bilmek
fazla birşey yapılamayacağını buna karşı
Sevmek birbirini
ve denemek vurdumduymaz olmamayı
Sevmek birbirini
ve zamanla
öldürmek birbirini
Ve yine de sevmek birbirini
gittikçe daha iyi silahlarla

Erich Fried

Seni Düşünmek

Seni düşünüp de
mutsuz olmak
Neden?

Düşünebilmek
mutsuzluk değil ki
ve düşünebilmek
seni:
Seni
olduğun gibi
seni
hareket edişini
sesini
gözlerini
seni varolduğun gibi
Kalır mı ki
ne yer
ne de sıkışıklık
(benim onu
onun da
beni tanıdığı gibi)
gerçek mutsuzluğa?

Erich Fried

Aşk ki

Demet’e

I.
aşk ki…

……kıvılcım hafifliği
……bedeli ağır mı ağır

ki aşk…

……iki kişi bir olup taşınır…

II.
aşk ki…

……kıyamete kadar bekleyecek ruhu
……binlerce kez diriltip öldüren

ki aşk…

……yegane ispatı ölümsüz kılanın

III.
aşk ki…

……için için kaynayan şehvet
……şeytanla barıştıran bizi

ki aşk…

……taşarak bizi tanrıya taşıyan

IV.
aşk ki…

……bedenle ruhun birleştiği yegane an
……tenimizi yırtılma arzusuyla saydamlaştıran

ki aşk…

……yekpare bir anda varlıkla yanyana duran anlam

V.
aşk ki…

……bedenin ruha boyun eğişi
……dar duruşu bedende ruhun

ki aşk…

alemleri bir bedene daraltan terzi

VI.
aşk ki…

……körelmiş göz ardındaki
……karanlığa doğan güneş

ki aşk…

billur bakışıdır ışığın

aşk..

ölümlerden ölüm beğenenlere
…………….bahşedilmiş en güzel ölüm

ve
..insanın kendinden ayrılıp
……….boyun eğmesi aşka

tanrıya en büyük ibadetidir.

Turgay Uçeren

Suyun da Hafızası Var

Suyun da hafızası var: …

(sesinde buzullar eriyen kadına)

Sizin yüzünüzden avcısız kalmıştı diğer ceylanlar
Belleğimde hâlâ / beni içerken içime bakan gözleriniz

Saçlarınızda gezdi o akşam elleriniz hep ve ben biraz eğilmenizi
Söğüt dallarını öpmek isteyen su kadar sessizce beklemiştim

Ben bengisu / nasıl saklardım ki umudun o kıvılcımını
O akşamdan beri akşamlarımı ateş böcekleriyle geçirdim

Suyun da hafızası var:

Siz / en evvel sönen ateşin imgesisiniz

Dokunamasa da yüzüme / gövdeniz gövdemin içinde büyüdü
Siz / yüzümde açan çiçek / siz / benim nilüferimsiniz

Ben yanardağ ağzında birikmiş su / ateşin su sancısı bana yakın
Dibimde şiirden sandalıyla batıp boğulan bir şair söyledi bunu

Sizin susuz şehrinizden uzak / bütün akarsuları kıskandım durdum
Şimdi taşarak melen çayına karışmayı / derin derin düşler dururum

Suyun da hafızası var:

İçimde yosun tutmuş tüm taşlar / bana söyleyemediğiniz sözler kadar

Size / suskunun önceliği / size / içimin şakayık güzelliği
Burgaçlar düşleyerek / köpük köpüğe size sürükleniyorum

Siz / aşk kadar yalan / yalan kadar acımasız / yılan kadar güzel
‘’Aşk bir yalandır’’ derken yalan söyleyen kadınım

En büyük yalan:

Susuz sönen ateştir.

Turgay Uçeren

Şeftali çiçekleri

Üç gün boyunca
Fu nehrine yağdı yağmur gibi
şeftali çiçekleri.

Arno Holz
Çeviri: Turgay Uçeren

Annemin mezarından

Babamın elinde
kızıl akça ağaç yaprağı
annemin mezarından.

Arno Herrmann

Mr. Parkınson

Hergün uzak ülke kırpıntıları dökülür
Güneşin ceplerinden.
Yoksul aile babası cebi gibi,
Biraz kasvetli ve susam kokulu.
Sanki gretagarbo artisti ölür gibi
Gün batana dek karabasanlar dolaştırır
Sokaklarda hırdavatçılar,
Gecenin her köşesinde sarhoşlar gündüzü kusarlar.
Güneş vergi iade zarflarında saklanır.
Ucuz elbise askılarında tiril tiril
Amortiden bir deniz sallanır.
Sabaha karşı nemli bir ıslık,
Bir köşede siftinip duran sokak kedilerinin
Tüylerini tarazlar.
Yampiri bir yağmuru seyreder
Dizilip rengârenk, pis kediler.
Boyozcular
Elleri yağlı, gözleri yağlı,
Gönülleri yağlı pis adamlar.
Güvenoyu alamamış martılar.
Kemeraltı çarşısına alışverişe çıkarlar.
Otuziki yerinden bıçaklanmış aşklar damlar gözlerinden.
Kulenin altında bekler her öğlen Mr.Parkinson.
Bu şehirde adamın biri
Her öğlen bir deprem bekler.

Didem Madak

Oğlumun Gölgesi

yelken gibi şişti rüzgâr yüzüm oyuk oyuk
kırgınım ölüden kalan giysiler içinde erselik
bir meme mi bu dikelen gece şu saatte hâlâ
hapşıranlar olmalı kendini düşe sayan unutan
büyük kibire atanan cüce bir memur tımarlı
rakılarla korkunç bir sataşma mübaşir çağırmadı
demek ben de masumum

kuluncu alınmış bir zaman daraltılmış pantolonlar
içinde semiz şehrin virgülleri yok hazır
düşler satılan çarşılar kapalı burada artık
Hiçkimse’nin külüyüm anlamsız zayıf kederli
göğsüne yarayla başladı oğlum nasıl üzgünüm
kollarım açık belki ben de çarmıhım ağzımda unf
çarh gibi tuhaf sözcükler sanki bir Göl tercümesi
şitâb hattâ hab gibi sesler çıkar ulurum

soluk derler ona hadi oğlum bir tarihi var onun

biri elma soyacak durup bana bakıyor yanlış
diyorlar ordan yanlış kuş kanatla yazılır dışarda
ağır aksak bir dışar asılmış bir pencere çok sakallı
bir ay süt gibi gerçek şeylerden konuşmalı âh
ölüyle geçirdiğim haftanın saçları mı uzar
yollarda bayraklı infial uzun uzun kırılan
yüzüm yalnızım aylak gençliğimin veda partisinde
meraktan üşüyen o bâğ o bâğbân da yaralı

soluk derler ona hadi oğlum bir tarihi var onun
Partlar Akadlar Elamlar yemyeşil bir indus gamlı
bir Samsat seninle katıldığım kavmin hâtırâtı
gri yumuk gözlerle açıldığın ölüm de benim
kendimi duyduğum bütün vadiler yine güz
şu güz bize de borçlu terin bir şekle eşyanın bir
isme döndüğü yer ah vefanın kolları kısaymış
senin inleyen ağzında bitiyor ma’nâ

soluk derler ona hadi oğlum bir tarihi var onun

girye girîn ve crying dört dilde ağlıyorum
vedanın yaslı ellerine tutunarak çekiyorum uzağı
boynumu unuttuğum odalardan aceleyle toplanmış
gemiler gümüş gemiler sarı gemiler batık gemiler
tesekkün yahut ağırbir dengbéj havası içinde Kürtçe
ezgin olduğum dil tutup herkesi yitirdiğim babanın
oğula kestiği vakiymiş meğer burada buranın
uzayında kımıldayan ceset benimmiş fakat

çıktığım her avdan kanlı sözcüklerle döndüm barbar
fatihlere ulandığım seneler çılgınca bir katılım duygusu
herkesin uzağına düşüren fakat bunu sevmemeli
bir gölge bir is çıplak ruhun kınında parlayan şehvet
vahşetin emzirdiği sakar bir ülke nehir boyları
gülmek ya da uyumak uzun yataklarda iyimser
ahmaklara kanmak kendini bir şey sanmak

soluk derler ona hadi oğlum bir tarihi var onun

göğsüne bakıyorum kekeme bir Venüs’le acının
düşünceye döndüğü gözlerle kani’: hayat kazanır
sonunda ne büyük çaresizlik ne beter inanç öykü
değil dedim nihayet bu bir atmosfer delirdim ağrımla
mayalayıp bütün evleri kurşun tahtıma kuruldum
bana ölüm suresi bir oğul suretinde inecekmiş meğer

ağıt bilirim ana dilimdi uzun sıska uyaklarla yaralı
memelerini merak ettiğim kadınlarca söylenirdi Ah,
Nijad’ı bildim sonra gölgeyle konuşan yitik yaşları
köprü mü demiştim usançla inanç arasına nasıl asılırsa
çamaşırlar iki kardeş balkona yoksa kendimi bu acı için
mi büyüttüm ah benim bu benim kırık çopur hiç
toprak yiyerek büyüyen sefil son demdir anlıyorum
evet burada bitiyor harflerini gövdemle kazıdığım mesel
süngüm kırık, oyuncak bir babayım artık!

Selim Temo

Kırılan Ümit

Bakışlarımda değişti artık eşyaların rengi
Anlıyorum ki, gençliğim geçmiş, geçmiş ömrümün yarısı

Gözlerimi çevirsem, hayatımın göklerine
Oradadır, genç hilalin yerine dolunayın ışığı

Hangi dert ile kalem oynatsam kağıt üzerinde
Uçmaz evvelki deli, saf, genç sevgi kıvılcımı

Ey mukaddes, kederli sazım, neden pek az çaldın?
Sen kırılıyorsun, ben sönüyorum, ayrılıyoruz sonunda!

Uçtu dünya kafesinden sıkılıp gönül kuşu
Mesut yaratsa da, yabancı yaratmış cihana Tanrı

Ne kadar hüzünlensem, konup milli ağaçlar üstüne
Hepsi kurumuş, bir tane bile yok canlısı, yapraklısı

Olmadan altın yarım, soğuk yarım sen de benim
Bir tebessümle hayat yolunu aydınlatıcım

Göz yaşın bile kurumadan ağlarken vefat eden anne
Cihan ailesine neden getirdin yabancı insanı

Öptüğünden beri anneciğim, en son defa sen beni
Her kapıdan kovdu oğlunu, muhabbet bekçisi

Bütün gönüllerden ılık, yumuşak, kabrinin taşı
Orada aksın göz yaşımın en acısı ve en tatlısı.

Abdullah Tukay

Üzilgen Ümit

Küz karaşımda hezir üzgerdi eşyalar tüsi
Sizile: Ütti yeş vakıtlar, citti gumrim yartısı

Küz tigip baksam eger de turmışımnıñ kügine
Yeş hilal urnında anda tulgan aynın yaktısı

Nindi dert birlen kalem sızsam da kegaz üstine
Uçmıy evvelgi yüler, saf, yeş mehebbet çatkısı

İy mukatdes, muñlı sazım! Uynadıñ sin nik bik az?
Sin sınasıñ, min sünemiñ, ayrılabız ahrısı!

Uçtı dünya çitliginnen tarsınıp küñlim kuşı
Şat yaratsa da, cihanga yat yaratkan Rabb’ısı

Küp mi muñlansam kunıp milli agaçlar üstine
Barsı kurgan, bir gine yuk canlısı, yafraklısı

Bulmadıñ altın yarım, salkın yarım sin de minim
Bir tebessim birle de turmış yulım yaktırtkıçı!

Küz yeşiñ de kipmiyçe yıglap vafat bulgan eni!
Gailesine cihannıñ nik kitirdiñ yat kişi?!

Üpkeniñnen birli, enkey, iñ ahırgı kerre sin
Her işitken sürdi uglıñnı mehebbet sakçısı

Bar küñillerden cılı, yumşak siniñ kabriñ taşı
Şunda tamsın küz yeşimniñ iñ açı hem tatlısı!

Abdullah Tukay