Yetmez mi sana bister ü bâlin kucağım

Yetmez mi sana bister ü bâlin kucağım
Serd oldu havâ çıkma koyundan kuzucağım
Âteşlik eder sana bu sînemdeki dâğım
Serd oldu havâ çıkma koyundan kuzucağım

Sen böyle soğuk yerde niçin yatar uyursun
Billâhi döğer dur hele dâyen seni görsün
Dahi küçüceksin yalınız yatma üşürsün
Serd oldu havâ çıkma koyundan kuzucağım

Yaklaştı şitâ ebr-i siyeh tuttu cihânı
Kalmadı sabânın gezecek tâb ü tüvânı
Kurbânın olam geçti Boğaz seyri zamânı
Serd oldu havâ çıkma koyundan kuzucağım

Bir câm çek ey gonce-dehen def’-i humâr et
Çeşmimde hayâlin gibi gel geşt ü güzâr et
Nakşın gibi âyine-i sînemde karâr et
Serd oldu havâ çıkma koyundan kuzucağım

Der sana Nedîmâ bunu tekrâr be-tekrâr
Bigâne ile etme sakın azm-i çemenzâr
Gürgân gibi ağyâr kaparlar seni zinhâr
Serd oldu havâ çıkma koyundan kuzucağım

Nedîm

Güz rüzgarları esiyor

Güz rüzgarları esiyor
gene de ne kadar yeşil
kestane kozalakları

Başo

Haiku

Tırtılın biri
Kemiriyor çeltiği
Ses çıkartmadan

Başo

günler ne kadar kısa!

Bütün gün
şakıdı durdu tarlakuşu-
günler ne kadar kısa!

Başo

Güz

Güz-
kuşlarla bulutlar bile
yaşlı görünüyorlar

Başo

şimdi iyi şeylerden susmalıyım

“azra’ya”

şimdi iyi şeylerden susmalıyım uzun uzun
alnımda kaynayan göğün müptezel alevinden
damlayan atları koşmalıyım intişar caddelere
ilkin kavmime susmalıyım kavmim bana susmalı
ilkin ben buharlaştım güneşin suçu yok
suçu yok kaatilin kurşuna duyarlıyım
ölüler kazanılmış susku çiçekleridir evet
evet balıklar da boğulur suyun yükünden
hiçliğin çeşmesi akar parmaklarım akar
nasıl da akar biz sızıdır derinlere, ta derinlere
aktıkça erozyondur ruhumun ağaçsızlığına…
sonra bana susmalıyım ağzıma susmalıyım
sakırga doyana dek susmalıyım uslu köpekçik
sonra o benim cinayetim o polisler bana
benim adı geçen telsiz anonslarında
adına sansür konan anarşist benim
nabızda ikilem… Rabb’im
yalnızlığa rölans… Rabb’im
kargaşada cezm… Rabb’im
faili malumdur yaşamak, Rabb’imdir ve hamd O’nadır.

hadi sevin
bu son yenilgindir kalbim
başını yere saplayıp son çıkışın buralardan

duvara yaslanan kurşun geçirmez takkesiyle
konuşur Kim’le şikayet içerek badanasından
profile ağan sancısıyla yumruklarını duvarın döşüne
nasıl yatırılan susuşunu anımsa yorgun bahçesinden
nasıl yatırılan tarhların kundağına böcek cesetlerinin
gelir geçer kokularını sürdün mü hiç o iştiyakın
çıkrıkla in mideye gürültüsüne şiddeti boğazlayan
kalan bana kalır ne kalacaksa elenen suküttan
yağmurcuk koşusu kalır nefes nefese kaşıklanan
sofralardır kalkılır boşluğun toynaklarından ezilerek
ezgin bir bıçak dağılır tene yumuşak yerinden
hayır tende bağıran damarın ne güzel senin
menevişlenmene hoyrat akıp giden sahilinden kan
bize iyi geldi dişlerimize yapışan ruh toksitleri
bize iyi geldi oturup içtik ağzımızın içsel sukunu
başladıkça ordulara sokulan o başsızlık korkusu
çöle giren zayıf bir nehir gibidir, şimdi meydan
savaşı kazanılamaz, çünkü meydanı sulayan korku
tutmuştur ellerinden kapanan ricat yoluna bile kadar
düşlenen evlere

hadi sevin
bu son yenilgindir kalbim
başını yere saplayıp son çıkışın buralardan

kaybettik Vezir’im bu cephe artık bize haram
kaybettik, son atın rüzgar kaldırdı naaşını
bizde yontuldu mızrağın körlenen ucu…
Vezir’im elimden tut şimdi kaybolan pusuladan
yollarım hep giyotine çıkar bana Payanda ol
kıraran saçlarını yolan dağlardan
derisi kırışan denizlerden sakın beni
bana çözülecek çünkü şimdi biriken sitemleri
çünkü pusatladığım ne varsa bana ihtilal
oluyor, yağmur uzak mevsimlere militan iklimler
gibi çöküyor damsızlıklara şemsiyesizliklere…
kaybettik işte zehirlediğim şehzadelerden
kaybettik mücessem acılardan göremediğimiz
Vezir’im koluma gir bana Payanda ol
artık çeşm-i şehla uyusam toprak.
bu son başının eğilişidir kalbim öne
sakladığın tüm o iri mavilerinle
bu son yıkılışındır
bu son kırtıpilliğin
bu son kaçıp gidişindir

hadi sevin
bu son yenilgindir kalbim
başını yere saplayıp son çıkışın buralardan

Hüseyin Cahid Doğan

Büyükbabam

Büyükbabam dikmişti
köydeki genç ağaçları,
büyükbabam çakmıştı
nallarını köy atlarının.
Köyün çitlerini
inşa etmişti
büyükbabam,
buğday dövülen yerleri kendi yapmıştı.
Sulamıştı meyve bahçesini,
kazmıştı tarlasını,
alnının temiz teriyle
geçindirmişti ailesini.
Büyükbabam sürüp
ekmişti toprağı;
hasatta ağrırdı
orağı tutan elinin bileği.
Büyükbabam düşünürdü
ve konuşurdu toprakla, ağlardı
bulutlarla, gevezelik ederdi
suyla…
Bir gün, ayakları
ansızın büküldüğünde,
şaşkınlıktan donakaldı
ve kızardı utancından.
Bıraktı sabanı
nefes almak için: soğuk terler
boşaldı alnından.
Büyükbabam uzandı
sürülmüş toprağa ve uyudu,
toprakla bir oldu,
onu besleyen toprakla bir.

Hamo Sahyan
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Meleklerle Arkadaşlık Etmek

Bir kadın olmaktan bıktım,
bıktım kaşıklardan ve postadan,
bıktım ağzımdan ve göğüslerimden
bıktım kozmetiklerden ve ipeklilerden.
Hâlâ masamda oturan adamlar vardı,
sunduğum çanağın etrafını çevrelemiş.
Çanak doluydu mor üzümlerle
ve kokusundan dolayı sinekler üşüştü
ve babam bile geldi beyaz kemiğiyle.
ama cinsiyetle ilgili şeylerden bıktım.

Geçen gece bir düş gördüm
ve ona dedim ki…
“Sen cevapsın.
Sen kocamdan ve babamdan çok yaşayacaksın.”
Zincirlerden yapılmış bir kent vardı o düşte
Jan d’Arc’un ölüme erkek giysileriyle götürüldüğü
ve meleklerin doğasının anlaşılmaz olduğu yerde,
ikisinden hiçbiri aynı cinsten yaratılmamıştı,
birisi bir burunla, birisi elinde bir kulakla,
birisi bir yıldız çiğnedi ve yörüngesini kayıt etti,
her biri kendine boyun eğen bir şiir gibi,
Tanrı’nın işlevlerini yerine getirdi,
bir insandan farklı olarak.

“Sen cevapsın,”
dedim ve girdim,
uzanarak kentin kapılarının üstüne.
Sonra gevşetildi etrafımdaki zincirler
ve yitirdim bilinen cinsimi ve son görünüşümü.
Adem benim solumdaydı
ve Havva sağımdaydı,
her ikisinin de mantık dünyasıyla uyumsuzlukları yüzünden.
Kollarımızı birlikte birleştirdik
ve güneş altında gezinti yaptık.
artık bir kadın değildim,
bir şey ya da diğeri değildim.

Ah Kudüs’ün kızları,
kral beni odasına getirdi.
Karayım ve güzelim.
Açıyorum ve soyunuyorum.
Kollarım ya da bacaklarım yok.
Bir balık gibi bütün bir deriyim.
Artık bir kadın değilim
İsa’nın bir erkek olmadığı gibi.

Anne Sexton
Çeviri: Dilek Değerli

Yıldızlı Gece

“Bu beni dehşetli bir ihtiyaçtan alıkoymuyor – hadi söyleyeyim – dinden. 
Sonra gece dışarı çıkıp yıldızları resmediyorum”
-Van Gogh’un kardeşine bir mektubundan

Şehir yerinde değil,
sıcak gökyüzünde boğulan bir kadın gibi
yükselip kayan karaşın bir ağaç dışında,
Şehir sessiz, kaynıyor gece onbir yıldızla
Ah! yıldızlı yıldızlı gece!
Ben böyle ölmek istiyorum

Hareket halinde. Her biri canlı
Ay bile esniyor turuncu rengiyle
sürmek için çocukları, bir tanrı gibi, gözünden
Yaşlı ve esrarlı bir yılan yıldızları yutuyor
Ah! yıldızlı yıldızlı gece!
Ben böyle ölmek istiyorum:

Atılıp kollarına gecenin canavarının
o büyük ejderha tarafından yutularak
hayatımdan kopmak istiyorum, izsiz işaretsiz
ne bir dans
ne bir ağlama.

Anne Sexton

İspanyol Ölüsü

Bunun hesabı sorulmadı
Gözyaşlarının hesabı sorulmadı ama sorulacak
Madrid’in, Barcelona’nın, Valencia’nın gözyaşları
Bu gözyaşlarının hesabı sorulmadı.
Almeria’nın, Badajoz’un, Guernica’nın döktüğü kan

Bu kanın hesabı sorulmadı.
Gözyaşları yüzlerde kurumuş
Kum üstünde kurumuş kan.
Gözyaşlarının hesabı sorulmadı, kanın hesabı sorulmadı
Sorulacak bunların hesabı.

Çünkü Guernica’nın adamları konuşmaz.
Almeria’nın çocukları sessizdir
Badajoz’un kadınları dilsiz
Dilsizdir onlar, sesleri çıkmaz, sesleri çıkmaz
Boğazlarını tıkamıştır oranın kumu
Konuşmazlar, konuşmayacaklar da ve çocuklar
Almeria’nın çocukları usludur
Kıpırdamazlar, kıpırdamayacaklar da
Vücutları kırık, kemikleri kırık, ağızları
Çünkü ölüdür onlar, dilsizdir hepsi.

Yanılmayın
Hesap sorulmayacak sanmayın.

Yanılmayın
Dökülen kanın hesabı sorulmamışsa
Yalanın hesabı sorulmayacak sanmayın

Yanılmayın
Bunun hesabı sorulacak
Sorulacak ama
Vakit var

Vakit var daha.
Bu yerlerde ölülerin vakti boldur
Badajoz’da, Guernica’da, Almeria’da
Bekliyebilirler vakitleri var daha.

Vakit var
Bekleyebilirler daha.


Archibald MacLeish
Çeviren : Melih Cevdet Anday