Bu İğdiş Gökler Altında

Bu rüzgâr dağların kokusunu getirmiyor
Bu bulutlar tutsak daracık bir gökyüzüne…
Akşam güven vermiyor, sabahın sevinci yok
Ne güleç bir yüz ne hareli bir merhaba
Herkes sırtıyla konuşuyor birbiriyle…
Toprak yok bahçe yok sular bir derin hasret
Kuşlar bile kekeleyerek uçuyor havada…

Acıdan başka her şeyi bırakıp geldik
Alnımızda külü kalbimizde koru yanan evlerin
Her parmağımızda bir çocuk can verdi.
Bizim olan ne varsa terk edip bir talana
Bizim olmayan bu iğdiş gökler altında
İnsan nasıl başlar yeni bir hayata
Bir diş gibi sökülüp atılmışsa yerinden…

Şükrü Erbaş

Açıklama

Annemin sesi öksüz bir çocuğa benziyordu
Babam ölmüştü. Çocuklarım
     gözlerimin önünde bir uzaklıktı.
Çoktan sönmüştü kalabalığın kandilleri.
Günahlarımdan oluşan bir geceydi karım
     günü bitiren ve başlatan.
Göğsümdeki kederle yumuşatmaya çalışıyordum
     ağzımdaki taşı.
Akıl almaz bir hızla azalıyordu her şey.
Ne şiir, ne kitaplar. Aptalca türkü söylüyordum.
Sesinden başka suçum, yüzünden başka
     iyiliğim kalmamıştı.

Sana neden sığındığımı anlıyor musun?…

Şükrü Erbaş

Cümleten İyi Yolculuklar

Galiba biraz acemisiydik (!) güzel şeylerin.
Külebi’nin kamyonları kavun değil, hüzün taşırdı. Yaşamak, hüzün yüklü kamyonların, keskin dönemeçlerde eksilen düşlerimizle rüzgarda yol alması gibiydi.
Sonra…
Giderek azaldık.
Başka hayatlara savrulduk.
Okullar bitti.
Rastlantılara dönüştü arkadaşlıklar.
Alınan adresler hiç bir işe yaramadı.
Çürümeye yüz tutan anılar konuşuldu ayaküstü. Herkes kendi küçük dünyasına hapsoldu.
Coşkularımız yetim kaldı.
Yoksul kağıtlarımızı onarmadı şiirlerimiz.
Hayatımıza bulduğumuz anlam, kendimize yazdığımız kader bize benzemedi.
Artık zaman; dengeli, aklı başında, dikkati işinde insan istiyor..

Sıddık Akbayır- Yol günlükleri
(Cümleten İyi Yolculuklar)

Stratis Talasinos Bir Adamı Tanımlıyor

I.

Nesi var bu adamın?
Bütün bir öğle sonu (dün, önceki gün, bugün)
öyle kaldı gözlerini bir aleve dikerek.
Akşam üzeri bana çarptı merdivenden inerken.
Şöyle dedi bana:
“Beden ölür, su bulanır, ruh
kararsız kalır
ve unutur yel, hep unutur
ama değişmez alev.”
Sonra ekledi:
“Biliyor musunuz, belki de öteki dünyaya göçmüş olan bir kadın
seviyorum ben; ama bundan değil böylesine terkedilmiş halim,
bir aleve tutunmaya çalışıyorum
çünkü değişmiyor alev.”
Sonra yaşam öyküsünü anlattı bana.

II. Çocuk

Büyümeye başladığım sırada, aklımdan çıkmazdı ağaçlar,
neden gülüyorsunuz? Yoksa küçük çocuklara
acımasız davranan ilkbahar mı geldi aklınıza?
Çok sevdim yeşil yaprakları;
Biraz okuma öğrendiğim sıranın üzerindeki kurutma kağıdı da yeşil
olduğu için öğrendim
Çıkmazdı aklımdan ağaç kökleri, gelip bedenime sarılırlardı kışın sıcağında,
başka düş görmezdim ben çocukken;
işte böyle tanıdım ben kendi gövdemi.

III. Yeniyetme

Yazın, yabancı bir ses şarkı söyledi kulaklarımda, on altı yaşımda,
deniz kıyısındaydım, anımsarım, kırmızı ağlar ve kumsalda sanki bir
iskelet gibi unutulmuş bir sandal arasında,
o sese yaklaşmak istedim kulağımı kuma dayayıp
yitti ses
ama bir akanyıldız
sanki ilk kez bir akanyıldız görüyordum
ve denizin tuzu dudaklarımda,
ağaçların kökleri gelmedi artık, o akşam.
Bir yolculuk açıp kapattı sayfalarını içimde ertesi gün
bir resimli kitap gibi;
deniz kıyısına gitmeyi düşündüm her akşam
önce deniz kıyısını öğrenmeyi ve sonra açılmayı denize;
üçüncü gün bir kıza aşık oldum bir tepede
bir beyaz evi vardı küçücük bir kilise gibi ıssızda
pencerede yaşlı bir ana, gözünde örgüsüne eğilmiş gözlükler, hep sessiz,
bir saksıda fesleğen, bir saksıda karanfil
adı; Vasso, Froso ya da Bilo’ydu galiba
böylece unuttum denizi.
Bir Pazartesi günü Ekim ayında
kırık bir testi buldum beyaz evin önünde
Vasso -böyle diyelim kısaca- göründü, üzerinde siyah bir entari,
nedenini sorunca:
“Öldü, dedi, kara horoz kesmediğimiz için ölmüş temel atılırken,
böyle diyor doktor… Nerede bulacağız kara horozu buralarda…
yalnızca beyaz ve piliçler bile yolunmuş satılır pazarda…”
Acının ve ölümün düşünmemiştim böyle olacağını
uzaklaştım oradan ve denize döndüm.
Gece, “Aya Nikola”nın güvertesinde
ağlayan çok yaşlı bir zeytin ağacı gördüm düşümde.

IV. Delikanlı

Bir yıl dolaştım Odiseas kaptanla
mutluydum
güzel havalarda deniz kızının yanına kurulurdum geminin puruvasında
kırlangıç balıklarına bakarak şarkı söylerdim al dudaklarına
bir köşeye sinerdim ambarda beni ısıtan geminin köpeğiyle birlikte
fırtınalı havalarda.
Bir yıl geçince minareleri gördüm bir sabah.
“Bu Ayasofya’dır, dedi lostromo,
seni kadınara götüreceğim bu akşam.”
İşte böyle tanıdım çoraptan başka bir şey giymeyen kadınları,
hani şu seçmelik kadınları, evet, onları.
Tuhaf bir yerdi
bir bahçe, içinde iki ceviz ağacı, bir sarmaşık, bir kuyu,
ve çepeçevre üzeri kırık cam döşenmiş duvar
ve “Hayatımın akışında” diye şarkı söyleyen su harkı.
O zaman gördüm işte ilk kez o ünlü okla
delinmiş yüreği kömürle duvara çizili.
Asmanın sararmış yapraklarını gördüm
yerlerde
pis çamurda taşlara yapışmış.
Gemiye dönmek için davrandım.
Ama yakamdan tutup lostromo kuyuya attı beni;
ılık su ve teni saran bunca yaşam…
Sonra, dalgın dalgın sağ memesiyle oynayan kız:
“Rodosluyum, dedi, nişanladılar beni yüz para için on üçümde”
ve “Hayatımın aşkına” diye şarkı söyleyen bir su harkı.
O serin öğle sonu gördüğüm kırık testi geldi aklıma
“Bu da ölecek bir gün, diye düşündüm,
nasıl ölecek acaba?”
Bir tek şunu söyledim kıza:
“Dikkat et, hırpalama onu, yaşamın ona bağlı…”
Akşam yanaşamadım deniz kızının yanına. Utandım.

V. Adam

Birçok yeni yer gördüm o zamandan bu yana; yeri göğe kavuşturan yeşil ovaları, karşı konulmaz nem içinde toprağı karıştıran insanı; çınarları, çamları; pörsümüş görünümlü gölleri ve seslerini yitirdikleri için ölümsüzleşen kuğuları -çözüp açar bu sahne dekorlarını gönüllü yoldaşım; bu gezgin tiyatrocu, dudaklarını parçalayan uzun deniz kabuğu borusunu öttürerek ve kurabildiğim her şeyi Eriha’nın borusundakine benzer bir tiz çığlıkla yıkarak. Birçok insanın hayranlıkla seyrettiği bir eski resim gördüm, basık tavanlı bir salonda. Lazarus’un dirilişini betimleyen bir resim. Ne İsa’yı, ne de Lazarus’u anımsıyorum. Anımsadığım bir köşede, sanki kokusunu alırmışcasına mucizeye bakan bir yüzde betimlenen tiksinti yalnızca. Başından sarkan kocaman bir bezin ucuyla korumaya çalışıyordu solunum yollarını. Fazla bir şey beklememek gerektiğini öğretti bana bu “Rönesans” efendisi kıyametin Yargı Günü’nden…
     Bize değerli, yeneceksiniz boyun eğdiğiniz zaman
     Boyun eğdik ve külü bulduk
     Bize derlerdi, yeneceksiniz sevdiğiniz zaman
     Sevdik ve külü bulduk
     Bize derlerdi, yeneceksiniz yaşamınızı bırakınca
     Bıraktık yaşamımızı ve külü bulduk.

Külü bulduk. Artık elimizde hiçbir şeyin kalmadığı şu anda, çıkar yol yok bize yaşamı yeniden bulmaktan başka. Sanırım, bunca kağıda, bunca duyguya, bunca tartışmaya ve bunca öğrenime karşın yaşamı yeniden bulacak insan, sizin, benim gibi biri olacak, belleği biraz daha güçlü yalnızca. Bizim için güç, verdiklerimizi anımsıyoruz hâlâ. O, her verişinde kazandıklarını anımsayacak yalnızca. Ne anımsayabilir bir yalım? Söner, eğer anımsarsa gerektiğinden biraz azını. Söner, eğer anımsarsa gerektiğinden biraz fazlasını. Ah bir öğretebilse bize, yanarken, doğru anımsamayı! Ben bittim; hiç olmazsa bir başkası başlasa benim bittiğim yerden! Gün olur, amacıma ermişim, her şey yerindeymiş, topluca şarkı söylemeye hazırmış gibi bir duyguya kapılırım. Makine çalışmaya hazır. Onu devinim durumunda bile düşünebilirim hatta, canlı, inanılmaz bir yenilikte. Bir şey dah var! Küçük bir engel, bir kum tanesi, gittikçe küçülen ama hiç yok olmayan. Ne demeli, ne yapmalı, bilmiyorum. Orkestranın çarkları arasında sıkışmış ve kendisi yok oluncaya kadar onun sesine engel olan bir gözyaşı damlası gibi gelir bana bu engel. Ve geriye kalan bütün yaşamın ruhumdaki bu damlayı yok etmeye yetmeyeceği gibi dayanılmaz bir duygu var içimde. Ve beni diri diri yakacak olsalar, enson teslim olanın bu inatçı an olacağı hiç çıkmaz aklımdan.

Kim yardım edebilir? Birinde, daha gemideyken, bir temmuz öğlesinde tek başıma buldum kendimi bir adada, bitkin güneşin altında. Güzel bir meltem tatlı düşünceler getiriyordu aklıma; derken, ince ve diri ceylan vücudunun çizgilerini belli eden saydam bir entari giymiş bir genç kadınla onun gözlerinin içine bakan sessiz bir adam gelip oturdular biraz ötemde. Anlamıyordum konuştukları dili. Kadın, Jim diyordu adama. Hiçbir ağırlık yoktu ama sözlerinde ve gözlerini körleştirmişti kımıltısız ve birbirine karışmış bakışları. Hep onları düşünürüm: Çünkü bir tek onlarda rastlamadım ömrüm boyunca herkeste gördüğüm o yırtıcı, o ürkek bakışa. Bu, onları kurt sürüsüne ya da kuzu sürüsüne sokan bakışı. Adanın, o dışına çıkar çıkmaz unutulan, o hep rastlantıyla keşfedilen küçük kiliselerden birinde tekrar gördüm onları aynı gün. Hep aynı mesafeyi korudular yürürken, birbirlerine yaklaşıp öpüştüler sonra. Buğulu bir görüntü oldu kadın, kayboldu, zaten ufacıktı. Biliyorlar mıydı acaba dünyanın ağırlığından kurtulmuş olduklarını?

Gitmeyelim artık. Denize eğilmiş bir çam biliyorum. Öğleyin, yaşamımız gibi ölçülü bir gölge sunar yorgun gövdeye ve akşamleyin, tuhaf bir şarkı tutturur rüzgâr pürenlerin arasından geçerken, yeniden deri ve dudak olmaya başlar başlamaz ölümü yürürlükten kaldıran ruhlar gibi. Bu ağacın altında sabahlamıştım bir zamanlar. taşocağından yeni yonyulmuşcasına yepyeniydim şafakta.

Ah, bari böyle yaşayabilmeli insan! Önemli değil.

Londra, 5 Haziran 1932

Yorgo Seferis

Mutluluk

Kim bir kadını sarıyorsa odur Adem. Kadın da Havva.
Herşey ilk kez olmaya başlar.
Gökyüzünde beyaz bir şey gördüm. Bana Ay olduğunu söylüyorlar
ama bir kelime ve bir mitoloji ile ne yapabilirim.
Ağaçlar korkutuyor beni biraz. Öyle güzeller ki.
Sakinleşmiş hayvanlar onlara adlarını söyleyebileyim diye yaklaşıyor.
Kitaplıkdaki kitapların harfleri yok. Ben açınca ortaya çıkıyorlar.
Atlasın yapraklarını çevirirken tasarlarım Sumatra′nın şeklini .
Karanlıkta kim bir kibrit yakıyorsa o icat ediyor ateşi .
Aynanın içindeki Öteki, pusuda bekler.
Kim okyanusa baksa İngiltereyi görür.
Kim Liliencron’dan bir dize mırıldandıysa savaşa katıldı.
Rüyamda Kartaca’yı gördüm ve Kartaca’yı yıkan lejyonları.
Rüyamda gördüm teraziyi ve kılıcı
Sahip olanın veya olunanın olduğu değil, ikisinin de teslim olduğu aşka olsun övgü!
Bize cehennemi yaratma gücümüz olduğunu gösteren kabusa olsun övgü!
Kim bir nehire gitse Ganja gider.
Kim bir kumsaatine baksa bir imparatorluğun dağılışını seyreder.
Kim bir hançerle oynasa Sezar′ın ölümünü önceden söyler.
Kim rüya görse, o, insanların hepsidir.
Çölde genç Sfenksi gördüm, daha yeni çıkmıştı yontucunun elinden.
O kadar eski başka bir şey yok güneşin altında
Herşey ilk defa ama sonsuz bir biçimde oluyor.
Sözlerimi kim okuyorsa onları icad ediyor.

Jorge Luis Borges

Beşir Fuad

                                                        Enis Batur’a

Gün doldu: Kendime bir aksisedayım.

Ürktüm hep hayalâttan. Aklım
bana açıkla: Yırtılan
zaman mı gülün yaprağı mı? Elinde
buruşturuyordu validem. Kapatılmış
ve leylî bakışlı mecnune. Ömrüm
şimdiden “bir devr-i hüzün”
ve kapkara matem: Diz dizeyim
dalgın hayaletinle. Ufku
sen misin seyreyleyen
Darüşşifa’nın o tozlu
penceresinden, ben mi? Vehimler
ve cinnet korkusu
bana mirasın. Ölü oğul da
küçük, çıplak ayaklarıyla
geziniyor sofada, çatının
içindeki rüzgâr gibi.

Ey hafıza! Kanıyor
Ne varsa süzdüğün. Siyah zambak:
Koridorlarında usulca açan
o Civzit mektebinin. “Gecede
yazmayı mutad edindim”
daha o zamandan. Sırdır
çünkü yazı: Candan doğar
ve âyân ettikten sonra
sır olur.

                    Nemsin benim
öteki zamanlardaki çocuk? Bir hasım
gibi mi büyüttüm seni kalbimde?
sözüm sana yine de: Kimi gerçek
daha derin düşten. Düşler de
geleceğe gönderir ve Yitik söz
dirilir okurun dilinde.
Yaşamım! Doğrusun
yanlış olduğun kadar. Bir diken
gibisin içimde.

                      Ah! Gülün yok.
Doğ karanlığın devasa
rahminden de
okurum hisset beni:

                                                              İntiharımı da fenne tatbik edeceğim:
                                                              Şiryanlardan birinin geçtiği mahalde
                                                              cildin altına klorit kokain şırınga
                                                              edip buranın hissini iptal ettikten
                                                              sonra orasını yarıp şiryanı keserek
                                                              seyelân-i dem tevlidiyle terk-i hayat
                                                              edeceğim”

Zevcem! Kim kimin uçurumu?
Her ağuş, ne yapsak
bir serzeniş aslında. Metresim!
Kucaklaştık ama daha bir kez
buluşamadık. Tecilin
dolmasını bekledim ben.

                                                                     Suret-i Varaka
                                                               “Ameliyatımı icra ettim. hiç
                                                              bir ağrı duymadım. Kan aksın
                                                              diye hiddeyle kolumu kaldırdım.”

ki “kağıt dahi kanla mülemma”

TEBLİĞ
                                                              “Matbuat idare-i behiyyesinden Ceridet ül  Hakayık
                                                              nam gazetenin bir nüshasında intihara dair münderiç
                                                              olan varakanın diyanet-i islâmiyeye mübayin fıkaratı
                                                              mutazammın olmasına ve merkez-i hilafet-i islâmiyede
                                                              tab ve neşrolunan evrak ve havadisten bazılarının akaid-i
                                                              islâmiyeyi mazallah-ı teala inkâr ve istihfaf yolundaki
                                                              neşriyatı, diyaneten ve siyaseten rehih-i cevaz ve
                                                              müsamaha olamayacağına”¹

Beşir Fuad! Kardeşim benim.

1) “İntihar hareketini böylesine etkin bir toplumsal silah haline getiren şey, intihar hareketlerinin düşünsel (refleksiv) boyutudur. Sanırım şudur kastedilen şey: ‘Hiç kimse yaşamında bir yanlışlık olmadığı sürece intihar etmez’. Bu gewrçek o kadar açıktır ki, çoğu zaman göz ardı edilmiştir. Böylece hareketin önemli bir ögesi gözden kaçırılmıştır: İntihar, geride kalanlara işlerin ne kadar kötü gittiğini göstermeyi amaçlar“. (A.Alvarez, The Savage God, A Study of Suicide, s.116, Penguin Books 1983).

Ahmet Oktay

Hiçliğin Tadı

Ruhum, o hırçın yüzün neden şimdi donuk, mat?
Parlatırken hırsını Umut mahmuzlarıyla,
Artık terk etti seni! Yat, uyu hayasızca
Sürekli tökezleyen canı çıkmış yaşlı at.

Katlan kalbim, boyun eğ; hayvanca uykuna yat.

Sen, yenik, bitkin düşmüş yüreğim, artık sana
Aşkta ne hırçınlıklar kaldı, ne de eski tat;
Elveda saksofonlar, hoşça kal içli flüt!
Arzular! aldırmayın bu somurtkan insana.

O eski kokular yok güzelim İlkbaharda!

Zaman bitirir beni her dakika, her saat
Bir gövde kazık gibi nasıl donarsa karla;
Bakıyorum tepeden şu yuvarlak dünyaya,
Sığınacak kulübe kalmadı artık. Heyhat!

Ey çığ yıkıl üstüme, beni de kendine kat!

Charles Baudelaire

Ağıt

Gün bitti. Saat kaç. Bitecek mi bir gün savaşımız
Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de
Dönüp dönüp arkamıza baktığımız
Bir dünya kalıntısı üstünde
Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de.

Edip Cansever

Terkib-i Bend

1

Sâkî getir ol badeyi kim mâye-i candır
Ârâm-dih-i akl-ı melâmet-zedegândır

Ol mey ki olur saykal-ı dil ehl-i kemâle
Nâ-puhtelerin aklına bâdî-i ziyandır

Bir câm ile yap hatırı zîrâ dil-i vîrân 
Mehcûr-ı hârâbat olalı hayli zamandır 

Sâkî içelim aşkına rindân-ı Huda`nın
Rindân-ı Huda vâkıf-ı esrâr-ı nihandır

Sâkî içelim rağmına softa harisin
Kim maksadı Kevser emeli hûr-ı onandır

Aşk olsun o pîr-i mey-i perverde-i aşka 
Kim badesi sad-sâle vü sâkîsi civandır 

Pîr-i meye sor mes`elede var ise şübhen
Vaizlerin efsâneleri hep hezeyandır

Ben anladığım çarh ise bu çarh-ı çep-endâz
Yahşi görünür sureti amma ki yamandır

Benzer felek ol çenber-i fânûs-ı hayale 
Kim nakş-ı temâsîli serî`ü`l-cereyandır 

Sâkî bize mey sun ki dil-i tecrübet-âmûz
Endîşe-i encam ile vakf-ı halecandır

İç bade güzel sev var ise akl ü şuurun 
Dünyâ var imiş yâ ki yok olmuş ne umurun 

2

Yetmez mi bu kasrî reviş-i ağreb-i âlem
Bir menzile ermez mi aceb kevkeb-i âlem

Şimdi uyuyanlar o zamanda uyanırlar
Bir subha resîde olur âhir şeb-i âlem

Pâ-mâl eder encam kimin üstüne dönse
Ağâz edeli devre budur meşreb-i âlem

Bin böyle cihân-ı zer ü sîm olsa yetişmez 
Mümkin mi ki is`af oluna matlab-ı âlem 

Hâricden eğer olsa temaşasına imkân
Müdhiş görünür heykel-i müstağreb-i âlem

Almış yükünü şöyle ki seyrinde halelsiz 
Bir zerre dahi kaldıramaz merkeb-i âlem 

Ebnâ-yı beşerde kalacak mı bu muâdât
Bilmem ne zaman doğrulacak mezheb-i âlem

Her safhada bir şekl-i hakikat eder ibraz
Her gün çevirir bir varaka makleb-i âlem

Bin ders-i maârif okunur her varakında
Yâ Rab ne güzel mekteb olur mekteb-i âlem

Bu cism-i kesifin neresi merkez-i kuvvet
Yâ Rab ne matıyyeyle gezer kâleb-i âlem

Sübhâneke yâ men halaka`l-halka ve sevvâ
Sübhâneke sübhâneke sübhâneke el-fâ

3

Ey kudretine olmayan âğâz u tenâhî
Mümkin değil evsâfını idrâk kemâhî

Her nesne kılar varlığına hüsn-i şehâdet
Her zerre eder vahdetine arz-ı güvâhî

Hükmün kılar izhâr bu âsâr ile mihri
Emrin eder ibraz bu envâr ile mâhı

Dil-sîr-i bisât-ı ni`amın mürg-ı hevâyî
Sîr-âb-ı zülâl-i keremindir suda mâhî

Eyler keremin âteşi gül-zâr Halil`e
Mağlûb olur peşşeye Nemrûd-ı mübâhî

Zâlimlerin adlin ne zaman hâk edecektir 
Mazlumların çıkmadadır göklere âhı 

Bigânelere münhasır envâ`-ı huzûzât
Mihnet-zede-i aşkına mahsûs devâhî

Sensin eden ıdlâl nice ehl-i tarîki
Sensin eden ihdâ nice güm-geşte-i râhı

Hükmün ki ola mûciıb-i hayr ü şer-i ef’âl
Yâ Rab ne içindir bu evâmir bu nevâhî

Sendendir İlâhî yine bu mekr ü bu fitne
Bu mekr ü bu fitne yine sendendir İlâhî

Güftî bi-kün ü bâz zenî seng-i melâmet
Dest-i men ü dâmân-ı tu der-rûz-ı kıyamet

4

Bir katre içen çeşıne-i pür-hûn-ı fenadan 
Başın alamaz bir dahi bârân-ı belâdan 

Âsûde olanı dersen eğer gelme cihâna 
Meydâna düşen kurtulamaz seng-i kazadan 

Sâbit-kadem ol menkez-i me`mûn-ı rızâda
Vareste olup dâire-i havf u recâdan

Dursun kef-i hükmünde terâzû-yı adalet
Havfın var ise mahkeme-i rûz-ı cezadan

Her kim ki arar bûy-i vefa tâb`-ı beşerde
Benzer ana kim devlet umar zıll-i Hümâ`dan

Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmen 
Baran yerine dün- ü güher yağsa semâdan 

Erbâb-ı kemâli çekemez nakıs olanlar
Rencide olur dîde-i huffâş ziyadan

Her âkile bir derd bu âlemde mukarrer 
Rahat yaşamış var mı gürûh-ı ukalâdan 

Hail etmediler bu lugazin sırrını kimse
Bin kafile geçti hukemâdan fuzalâdan

Kıl san`at-ı üstadı tahayyürle temâşâ
Dem urma eğer arif isen çûn u çerâdan

İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez
Zîrâ bu terâzû o kadar sıkleti çekmez

5

Dehrin ne safa var acaba sîm ü zerinde 
İnsan bırakır hepsini hîn-i seferinde 

Bir reng-i vefa var mı nazar kıl şu sipihrin
Ne leyl ü nehârında ne şems ü kamerinde

Seyr etdi hava üzre denir taht-ı Süleyman 
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde 

Hürr olmak eğer ister isen olma cihanın
Zevkında safâsında gamında kederinde

Canan gide rindan dağıla mey ola rızân
Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde

Hayr umma eğer sadr-ı cihan olsa da bi`1-farz
Her kim ki hasâset ola ırk u güllerinde

Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim 
Gaflet ile görmez kuyuyu reh-güzerinde 

Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât 
Bin türlü teseyyüp bulunur hânelerinde

Âyînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz 
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde 

Ben her ne kadar gördüm ise ba`zı mazarrat
Sâbit-kademim yine bu re`yin üzerinde

İnsâna sadâkat yaraşır görsede ikrah 
Yardımcısıdır doğruların hazret-i Allah 

6

Gadr ede reayasına vâlî-i eyâlet
Dünyâda vü ukbâda ne zillet ne rezalet

Lâyık mıdır inşân olana vakt-ı kazada
Hak zahir iken bâtıl için hükmü imâlet

Kâdî ola da`vâcı vü muhzır dahi şâhid
Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet

Ey mürtekib-i har bu ne zillet ki çekersin 
Birkaç kuruşa müddet-i ömrünce hacâlet 

La`net ola ol mâla ki tahsiline anın
Yâ dîn ola yâ ırz u ya nâmûs olan âlet

Âdem olanın hayr olur âdemlere kasdı
İnsanlığa insanda budur işte delâlet

İnsân ana derler ki ede kalb-i rakîki
Alâm-ı benî-nev`i ile kesb-i melâlet

Adem ana derler ki garazdan ola salim
Nefsinde dahi eyleye icrâ-yı adalet

Sâdık görünür kisvede erbâb-ı hıyanet 
Mürşid sanılır vehlede ashâb-ı dalâlet 

Ekser kişinin sûretine sîreti uymaz
Yâ Rab bu ne hikmettir İlâhî bu ne halet

Ümmîd-i vefa eyleme her şahs-ı dağalde
Çok hacıların çıkdı haçı zîr-i bağalde

7

Bir abd-i Habeş dehre olur baht ile sultân
Dahhâk`in eden mülkünü bir Gâve perişan

İkbâline idbârına bel bağlama dehrin
Bir dâirede devr edemez çenber-i devrân

Zâlim yine bir zulme giriftar olur âhir
Elbette olur ev yıkanın hanesi vîrân

Ekser görülür çünki ceza cins-i amelden
Encamda inenden olur rahne-i sûhân

Tezkîr olunur la`n ile Haccâc ile Cengiz
Tebcil edilir Nûşirevân ile Süleyman

Kâbil midir elfâz ile tağyîr-i hakikat
Mümkin mi ki tefrik oluna küfr ile îmân

Bir hâkden inşâ olunur deyr ile mescîd
Birdir nazar-ı Hak`da mecûs ile müselmân

Her derdin olur çâresi her inleyen ölmez 
Her mihnete bir âhir olur her gama pâyân 

Geh çâk olunur dâmen-i pâkîze-i ismet
Geh iffet eder âdem-i ârâyiş-i zindân

Sabr et siteme ister isen hüsm-i mükâfat
Fikr eyle ne zulm eylediler Yûsuf`a ihvân

Zâlimlere bir gün dedirir kudret-i Mevlâ 
Ta’llahi le-kad âsereka`llâhü aleynâ 

8

Her şahsı harîm-i Hak`a mahrem mi sanırsın
Her tâc giyen çulsuzu Edhem mi sanırsın

Dehri araşan binde bir âdem bulamazsın 
Âdem görünen harları âdem mi sanırsın 

Çok mukbili gördüm ki güler içi kan ağlar
Handan görünen herkesi hurrem mi sanırsın

Bil illeti kıl sonra müdâvâta tasaddî
Her merhemi her yâreye merhem mi sanırsın

Kibre ne sebeb yoksa vezirim deyü gerçek
Sen kendini düstûr-ı mükerrem mi sanırsın

Ey müftehir-i devlet-i yek-rûzed dünyâ
Dünyâ sana mahsûs u müsellem mi sanırsın

Hâlî ne zaman kaldı cihan ehl-i tama`dan 
Sen zâtını bu âleme elzem mi sanırsın 

En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun 
Sen herkesi kör âlemi sersem mi sanırsın 

Bir gün gelecek sen de peşîmân olacaksın
Ey gonca bu cem`iyyeti her dem mi sanırsın

Nâ-merd olayım çarha eğer minnet edersem 
Çevrinle senin ben keder etsem mi sanırsın 

Allah`a tevekkül edenin yaveri Hak`tır 
Nâ-şâd gönül bir gün olur şâd olacaktır 

9

Pek rengine aldanma felek eski felektir 
Zîrâ feleğin meşreb-i nâ-sâzı dönektir 

Yâ bister-i kemhada ya viranede can ver
Çün bay u gedâ hâke beraber girecektir

Allah`a sığın şahsı halimin gazabından 
Zîrâ yumuşak huylu atın çiftesi pektir 

Yakdı nice canlar o nezâketle tebessüm
Şîrin dahi kasdetmesi cana gülerektir

Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma 
Zer-dûz palan ursan eşek yine eşektir 

Bed-mâye olan anlaşılır meclis-i meyde
İşret güher-i âdemi temyize mihektir

Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir 
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir 

Nâ-danlar eder sohbeti nâ-danla telezzüz
Dîvânelerin hem-demi dîvâne gerektir

Afv ile mübeşşer midir ashâb-ı merâtib
Kânûn-ı ceza âcize mi hâs demektir

Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efrâz 
Birkaç kuruşu mürtekibin câyı kürektir 

Îmân ile din akçadır erbâb-ı gınâda 
Nâmus u hamiyyet sözü kaldı fukarada 

10

İkbâl için ahbabı siâyet yeni çıktı 
Bilmez idik evvel bu dirayet yeni çıktı 

Sirkat çoğalıp lafz-ı sadâkat modalandı
Nâmûs tamâm oldu hamiyyet yeni çıktı

Düşmanlara ahbabını zem oldu zarafet 
Dil-dârdan ağyara şikâyet yeni çıktı 

Sâdıkları tahkîr ile red kaide oldu 
Hırsızlara ikram u inayet yeni çıktı 

Hak söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi
Hâinlere amma ki riâyet yeni çıktı

Evrak ile i`lân olunur cümle nizâmât
Elfâz ile terfîh-i raiyyet yeni çıktı

Âciz olanın ketm olunur hakk-ı sarîhi
Mahmîleri her yerde himâyet yeni çıktı

İsnâd-ı taassub olunur merd-i gayûra
Dinsizlere tevcîh-i reviyyet yeni çıktı

İslâm imiş devlete pâ-bend-i terakkî
Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı

Milliyyet-i nisyân ederek her işimizde
Efkâr-ı Fireng’e tabaiyyet yeni çıktı

Eyvah bu bâzîçede bizler yine yandık 
Zîrâ ki ziyan ortada bilmem ne kazandık 

11

Zâhirde görüp bizleri sanma ukalâyız
Biz bir sürü âkil sıfatında budalâyız

Âkil denilir mi bize kim hâli bilirken
Dil-dâde-i âlâyiş-i nîreng-i hevâyız

Yârân-ı vatandan bizi özler bulunursa 
Düşdük sefer-d gurbete muhtâc-ı duayız 

Terkîb-i acîbiz iki hâsıyyetimiz var
Ahbabımızın devletiyiz hasma belâyız

Güncîde durur hırkamız altında künûzât
Dervişleriz gerçi nazarda fukarayız

Ukbâya yarar bir işimiz yok ise bârî
Âzâde-de-dil şâibe-i zerk ü riyayız

Devletlülere bizleri tahkir düşer mi
Biz âciz isek de yine mahlûk-ı Huda`yız

Bir âfet-i hun-hâra esîr oldu gönül kim 
Her nâzma her lâhzada bin kerre fedayız 

Hâtırda durur sohbetinin lezzeti hâlâ 
Gerçi o şereften nice yıldır ki cüdayız 

Her çevrine râzîleriz ey şâh-ı melâhat
Bizler ki kuluz mu`tasım-ı bâb-ı rızâyız

İster bize lutf eyle diler bizden ırağ ol 
Dünyada heman sen şeref ü şân ile sağ ol 

12

Her millet için bir düziye adlini âm et
Fikr-i gazab-ı hazret-i Ma`bûd-ı enam et

Bevvâl-i çeh-i Zemzem-i la`netle anar halk
Sen Ka`be gibi kendini hürmetle be-nâm et

İncinmemek istersen eğer mülk-i fenada 
Bir kimseyi incitmemeğe hasr-ı meram et 

Bir yerde ki yok nağmeni takdîr edecek gûş
Tazyi`-i nefes eyleme tebdîl-i makam et

Avrat gibi mağlûb-ı hevâ olma er ol er 
Nefsin seni ram etmeye sen nefsim râm et 

Mânend-i şecer nâbit olur sabit olanlar
Her kangı işin ehli isen anda devam et

Noksanını bil bir işe yâ başlama evvel 
Yâ başladığın kârı pezîrâ-yı hitâm et 

Uğrarsa sabâ râhın eğer semti Irak`a
Bağdâd eline doğru dahi azm-i hıram et

Merdân-ı sühan-dânı ziyaret edip andan
Âdâb ile var ravza-i Rûhî`ye selâm et

Tahsinini arz eyleyip evvelce Ziyâ`nın 
Bu beyti huzurunda oku hatm-i kelâm et 

Meydân-ı sühanda yoğiken sen gibi bir er 
Bir şâir-i Rûm oldu sana şimdi beraber 

Ziyâ Paşa

Giacimo Leopardi / Zibaldone

İnsan aşkı hissettiğinde içinde, gözlerinin önünden tüm dünya silinir, sevilenden başka her şey görünmez olur, kalabalıklar, sohbetler, vs. ortasında, sanki yalnız başınaymışcasına soyutlanmış bir şekilde kalırsınız ve kafanızdaki o güçlü ve her zaman sabit düşüncenin esinlediği hareketleri yaparsınız, başkalarının şaşkınlığına ya da küçümsemesine aldırmaksızın, her şey unutulur ve sıkıcı vs. gelir, o düşünceden, o görüntüden başka. Aşk gibi, insanı çevreden böylesine güçlü bir  şekilde soyutlayan başka bir duygu hissetmedim hiç ben, (…)

Dünyanın tüm geri kalan kısmı bana ölü görünse de, hiçbir zaman kendimi, sevdiğim zamanki kadar yaşıyor hissetmedim. Aşk yaşam demek, nasıl nefret doğanın yıkıcı ve öldürücü ilkesiyse, aşk da yaşatıcı ilkesi onun. (…)

(…) Aşkın en güzel anları, bir huzur ve tatlı bir hüzün hissettiğin, nedenini bilmeksizin ağladığın ve hangisi olduğunu bilmediğin bir yenilginin karşısında boyun eğdiğin anlardır. O dinginlikte, biraz rahatlamış olan ruhun, neredeyse dopdoludur, ve neredeyse mutluluğu tadar. Ruhun zevk ve hayâllerle en zengin durumu olan aşkın da en güzel yanı, zevke ve bir mutluluk gölgesine giden en dolaysız yol olan acıdır. (….)

Giacimo Leopardi / Zibaldone
Çeviri: Zuhâl yılmaz / Doğu Batı Sayı 27