Sonnet

Eskiden niceleri Bourgueil bahçelerinde,
Adlarını kazdılar ağaçlara sevdiklerinin
Niceleri, yaldızında, yüce tavanlı Louvre’un,
Burunları havada gülüp eğlendiler delice.

N’oldu peki? Şimdi kim biliyor onları, kimse;
Hepsi göçüp gittiler ardısıra birbirinin.
Adlarını bilen yok bakın bugün hiç birinin
Bunlar da yaşadı bir zaman demiyor hiç kimse.

Her şey bu hesap. Marie, Cassandre, siz Helena
Eriyip giderdi o canım tenleriniz toprakta,
— Bir günlüktür saltanatı zambakların, güllerin

Gelip Ronsard, Seine’de ya da sarı Loire’da,
Ölümsüz etmeseydi sizi bu dünyada, acaba
Kim ederdi lâfını sizin de yaşadığınızın.

Jose Maria de Heredia
Çeviri: İlhan Berk

Sonnet

Büyü hakkınızı bana daha az kullanınız:
Bunu yapmazsanız kaybedersiniz beni.
Bilirim tehlikeyi görmek isterim sizi;
Sevmeye zorlamaktan da hoşlanmam yalnız.

Ama kuşkumu yersiz, nedensiz sanmayınız;
Bir şeyler oluyor içim görür görmez sizi;
Güç katlanmak tutan nice şeye esenliğimi;
Hem sevgiden de fazla bir şey bu şüphesiz.

Yanlış anlamayın: bozgunluğumun şânı.
Salt ele vermemektir bunu bilmelisiniz:
Bilirim büyülerden sıyrılmak sanatını.

Ama ondan kendimi savunamaz olursam
Ne yaparım ah, güzel îris, bilir misiniz?
Teslim olmaktansa kaçıp kurtulurum.

Pierre Corneille
Dünya Edebiyatından Aşk Şiirleri
Varlık Yayınları / 1968
Çeviren: İlhan Berk

ÖNSÖZ

“Şiir bir başka dile
çevrilmiyen şeydir.”
(E. E. Cummings)

Şiirin çevrilmez olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Bu da şiirin hemen hemen kendisi demek olan biçiminden gelir. Biçimse, gerçekten, çevrilir şey değildir. Nedeni de, biçimin sait onun yaratıcısı olan ozana özgü olmasıdır. Böyle bir şiir, kendi ilkelerini kendi getirdiği için, kendi dışına aktarılamaz. Aktarılan, çoğun, anlamdır. Anlamsa şiiri açmtya, özünü ortaya koymaya yarar. Şiirin yapısına bir şey eklemez. Kısaca, yapıcı bir öğe de­ğildir. öte yandan, anlam bir şiiri çevirirken tutulacak ilk doğru yoldur. Hattâ anlama bağlanıldığı ölçüde iyi bir çeviriye gidilir. Anlamdan uzaklaşmak hiçbir çeviriyi ba­şarıya ulaştırmaz. Ama hepsi o kadar. Çünkü anlam, yaratmanın kendisi değildir. Şiir çevirisinde güçlük bunun için doğrudan doğruya bir yapı kurmaya gelip dayanıyor.
Şiir çevirisine önce bu gözle bakmak gerekiyor.

Öyle sanıyorum ki başarılı çeviriye çevirmen, çevirdiği şiirin yapısına yaklaştığı ölçüde ulaşır. Yapabileceği sanırım budur. Genellikle de bu yapılıyor. Buna, Höldernlin’in, Sophokles; Gerard de Nerval’in, Henri Heine; Mallarmğ’nin, Baudelaire’in Edgar Poe çevirileri örnek olarak gösteriliyor. Kimi çevirmenler, ozanlar (Esra Pound, İtdbert Lowell) yapımn çevrîlmezliğinden hareket ederek,
aslına yaklaşık yapıyı kurmaktan da vazgeçerek özü alıp kendi yapılarım koyma yoluna gidiyorlar. Bunun için olacak, çevirilerine kendi şiirleriymiş gibi bakabiliyorlar. Hakları da yok değil,

Şiiri yapan anlam değildir çünkü. Ben bu çevirilerde birinci yolu, şiirlerin kendi yapılarına en yaklaşık yapıları koyma yolunu seçtim. Bu bana daha doğru göründü. Bunun için şiirlerin asıllannın da karşılıklı olarak basılmasını isterdim. Bunu okuyucunun karşılaştırmasını sağlamak için olduğu kadar, o şiirlere girme olanağını kazanması için de isterdim. Anlamlan dı­şında kalanlar için bile, görünsel de olsa, bir yararlığı vardır bunun.

İlhan BERK

Afiş Yapıştırıcısının Şarkısı

Nasılsa hayata adım atan insana
Üç şey verilir hayat yolunda:
Küçük bir merdiven,
Bir fırça, bir de kova.
Derler ki sonra, böyle bir merdiveni
Herkes yanında taşır;
İnsanlar eşit olduklarından bugüne bugün,
Herkesin yükselme şansı vardır.
Ancak bir düzine yıl geçince
Anlar zavallıcık için iç yüzünü

Bir yararı yok bu merdivenin,
Fırçayı yiyen hep ben olduktan sonra,
Anlamı yok inip çıkmak için didinmenin,
Kovayı hep ben taşıyacağım nasıl olsa.

Her insan hoşlanır, hayatının afişini
Şöyle rengarenk ve yükseklere yapıştırmaktan.
Kim ki hem kurnaz hem de edepsizdir ancak o başarır
Basamak basamak daha yükseklere erişmeyi.
Yukarıda bayağı iyi yapar yapacağını
Ve bırakmaz yanına çıksın başkaları
Onlara gelince, boyunları büküp,
Ta aşağılarda, dökülenleri toplamak düşer ancak.
Sende vurursun hayatım dediğin artığı duvarlara
Sonra zamanın gelir, kazınıp gidersin;
Boynun bükük, toplarsın merdivenini,
Öğrenmişsindir artık öğreneceğini:

Bir yararı yok bu merdivenin,
Fırçayı yiyen hep ben olduktan sonra,
Anlamı yok inip çıkmak için didinmenin,
Kovayı hep ben taşıyacağım nasıl olsa.

Jura Soyfer
Tükçesi: Ahmet Cemal

Sıradan İnsanın Şarkısı

Belki de insandık bir zamanlar
ya da insan olacağız günün birinde,
bütünüyle iyileştiğimizde her şeyden.
Ama bugün insan değilsek, neye yarar?

Pasaporta yazılmış bir adız yalnızca,
Aynadan yansıyan dilsiz bir görüntü,
Bir sürü boş lafın çarptığı duvarlar
Ve ölü bir yankının yankıları.

Çoktan ayaklar altında bütün insanlık,
Burada rol yapmayalım boşu boşuna!
Bizler, insanlığını çoktan yitirmiş bu kentlerde,
hâlâ insan mı diyeceğiz kendimize? Hayır!

Büyükkent yollarının tozu toprağıyız yalnızca,
Birer numara kadastro sayfalarında,
Uzun kuyruklarıyız bir belge damgalatmanın,
Ve kendi kendimizin gölgeleriyiz, o kadar.

Kurtulacaksa içimizdeki insan günün birinde,
Ancak bir yol gider bu özgürlüğe:
Saatbaşı sormak, bizler insan mıyız?
Ve saatbaşı vermek yanıtını: Hayır!

Bizler, daha resmi çizilmemiş insanın
Kötü birer taslağıyız yalnızca.
Zavallı bir mırıldanışı sonraki büyük şarkının.
İnsan mı diyorsunuz bizlere? Bekleyin daha!

Jura Soyfer
Tükçesi: Ahmet Cemal

Başkasının Kederi Üzerine

Başkasının derdini görürüm de,
Durabilir miyim dertlenmeden ben de?
Kederini görüp de başka birinin
Teselli aramadan yapabilir miyim?

Görüp de dökülen bir gözyaşını,
Paylaşılmış duymaz mıyım tasamı?
Bir baba çocuğunun ağladığını görüp de
Kalabilir mi dolmadan kederle?

Bir anne oturup dinleyebilir mi
Bir yavrunun korkusunu, inleyişini?
Hayır asla olamaz.
Asla asla olamaz.

Ya hepimize gülümseyen o,
Duyup karatavuğun küçücük kederini,
Küçük kuşun derdini kaygısını,
Yavruların taşıdığı derdi—

Oturmaz mı yuvanın yanıbaşında,
Merhamet doldurup göğüslerine,
Oturmaz mı beşiğin yanıbaşında,
Yaş döküp yavrunun ağlayışına?

Gece gündüz oturmaz mı,
Silerek hepimizin gözyaşlarını?
Ah! hayır asla olmaz.
Asla asla olamaz.

William Blake
Çeviri: Selahattin Özpalabıyıklar

İstinye

İstinye körfezinde bu akşam garipliği
Bir mihnetin sonunda teselli kadar iyi.

Hulyâ, serinleşen köyü, her an moratıyor;
Sessiz gelen saat başı sürdükçe artıyor.

Durgunlaşıp bir ayna kadar parlıyan suda,
Dünyâ güzel göründü resimleşmiş uykuda.

Binlerce lâle serpili yüzlerce bahçeden
Beş yüz yılın kadehleridir şimdi yükselen.

Eşsiz Boğaz! Şerefli hayâlin derindedir!
Senden kalan o levhada her şey yerindedir.

Yahya Kemal Beyatlı

1918

Ölenler öldü, kalanlarla muztarip kaldık.
Vatanda hor görülen bir cemâatiz artık.
Ölenler en sonu kurtuldular bu dağdağadan.
Ve göz kapaklarının arkasında eski vatan,
Bizim diyâr olarak kaldı tâ kıyâmete dek.

Kalanlar ortada genç, ihtiyar, kadın, erkek,
Harâp olup yaşıyor tâli’in azâbıyla,
Vatanda düşmanı seyretmek ıztırâbıyla.
Vatanda korkulu rü’yâ içindeyiz, gerçek.
Fakat bu çok süremez, mutlaka şafak sökecek.
Ateş ve kanla siler, bir gün, ordumuz lekeyi,
Bu, insan oğluna bir şeyn olan Mütâreke’yi.

Yahya Kemal

Yol Düşüncesi

Bu def’a farkına vardım ki ihtiyarlamışım.
Hayâtı bir camın ardında gösteren tılsım
Bozulmuş, anlıyorum, çıktığım seyâhatte.
Cihan ve ben değiliz artık eski hâlette.
Mısır ve Sûriye, pek genç iken, hayâlimdi;
O ülkelerde gezerken kayıdsızım şimdi.
Bu gözlerim, medeniyetlerin bıraktığını,
Beş on yıl önce, görür müydü, böyle taş yığını?
Bugünse yeryüzü hep madde, her ufuk maddî.
Demek ki alemin artık göründü serhaddi.

Ne Akdeniz’de şafaklar, ne çölde akşamlar,
Ne görmek istediğim Nil, ne köhne Ehrâmlar,
Ne Bâlebek’te lâtin devrinin harâbeleri.
Ne Biblos’un Adonis’den kalan sihirli yeri,
Ne portakalları sarkan bu ihtişamlı diyâr,
Ne gül, ne lâle, ne zambak, ne muz, ne hurma ve nar,
Ne Şam semâsını yâlel’le dolduran şarkı,
Ne Zahle’nin üzümünden çekilmiş eski rakı,
Felekten özlediğim zevki verdiler, heyhât!
Bu hâli, yaşta değil, başta farzeden bir zât
Diyordu: “İnsana çarmıhta haz verir îman!”
Dedim ki: “Hazreti İsâ da genç imiş o zaman.”

Eğer mezarda, şafak sökmiyen o zindanda,
Cesed çürür ve tahayyül kalırsa insanda,
-Cihan vatandan ibârettir, îtikadımca-
Budur ölümde benim çerçevem, murâdımca;
Vatan şehirleri karşımda, her saat, bir bir;
Fetihler ufku Tekirdağ ve sevdiğim İzmir;
Şerefli kubbeler iklimi, Marmara’yla Boğaz;
Üzerlerinde bulutsuz ve bitmiyen bir yaz;
Bütün eserlerimiz, halkımız ve askerimiz;
Birer birer görünen anlı şanlı cedlerimiz;
İçimde dalgalı Tekbir’i en güzel dînin;
Zaman zaman da “Nevâ-Kâr’ı” doğsun, Itrî’nin.
Ölüm yabancı bir âlemde bir geceyse bile,
Tahayyülümde vatan kalsın eski hâliyle.

Yahya Kemal

Yetmez mi sana bister ü bâlin kucağım

Yetmez mi sana bister ü bâlin kucağım
Serd oldu havâ çıkma koyundan kuzucağım
Âteşlik eder sana bu sînemdeki dâğım
Serd oldu havâ çıkma koyundan kuzucağım

Sen böyle soğuk yerde niçin yatar uyursun
Billâhi döğer dur hele dâyen seni görsün
Dahi küçüceksin yalınız yatma üşürsün
Serd oldu havâ çıkma koyundan kuzucağım

Yaklaştı şitâ ebr-i siyeh tuttu cihânı
Kalmadı sabânın gezecek tâb ü tüvânı
Kurbânın olam geçti Boğaz seyri zamânı
Serd oldu havâ çıkma koyundan kuzucağım

Bir câm çek ey gonce-dehen def’-i humâr et
Çeşmimde hayâlin gibi gel geşt ü güzâr et
Nakşın gibi âyine-i sînemde karâr et
Serd oldu havâ çıkma koyundan kuzucağım

Der sana Nedîmâ bunu tekrâr be-tekrâr
Bigâne ile etme sakın azm-i çemenzâr
Gürgân gibi ağyâr kaparlar seni zinhâr
Serd oldu havâ çıkma koyundan kuzucağım

Nedîm

Güz rüzgarları esiyor

Güz rüzgarları esiyor
gene de ne kadar yeşil
kestane kozalakları

Başo