Veda

gidiyorum; yorgun, solgun, ağlamaklı
viraneme doğru
sizin şehrinizden Tanrı’ya götürüyorum
perişan ve divane gönlümü

alıp götürüyorum, o uzak noktaya
günahın renklerinden arındırmaya
aşkın lekesinden temizlemeye
yok olup gitmiş, yersiz bunca istekten arındırmaya

alıp götürüyorum, senden uzak kalsın diye
senden, ey boş umudun cilvesi
alıp götürüyorum onu, diri diri gömeyim diye
bundan sonra konuşmayı hatırlamasın diye

inleyiş titriyor, gözyaşı oynuyor
ah, bırak, bırak kaçıp kurtulayım
senden, ey günahın coşkun pınarı
en iyisi bu belki de, senden sakınayım

Tanrı şahit ki mutluluk goncasıydım ben
aşkın eli geldi ve dalımdan kopardı beni
âhın alevi oldum, yazık ki
dudağım bir daha o dudağa kavuşmadı

sonunda yolculuk bağı bağladı ayağımı
gidiyorum, dudaklarımda gülümseme, bağrımda kan
gidiyorum, gönlümden çek elini
ey, hiçbir şey vermeyen, boş umut

Furuğ Ferruhzad
Çeviri: Makbule Aras

Sonraları

benim de ölümüm gelip çatacak bir gün
ışık dalgalarıyla parıldayan bir baharda
uzak ve dumanlı bir kışta
ya da feryat figandan arınmış

benim de ölümüm gelip çatacak bir gün
bu acı,tatlı günlerin birinde
diğer günler gibi bomboş bir günde
bugünün ve geçip giden günlerin gölgesinde

gözlerim karanlık hollere dönecek
soğuk mermerlere benzeyecek yanaklarım
ansızın bir uyku alıp götürecek beni
acının çığlığından boşalacağım

defterime usulca kayardı ellerim
şiirin büyüsünden kurtulurdu
hatırlarım, ellerimde
bir zamanlar alevlenirdi şiirin kanı

toprak her an kendine çekmekte beni
yıldan gelip yetişirler gömülmeme
ah, belki aşıklarım gece yarısı
çiçek bırakırlar kederli kabrime

benden sonra ansızın bir tarafa çekilir
karanlık perdeleri dünyanın
yabancı gözler dolanır
üzerinde defterlerimin, kağıtlarımın

ufacık odama ayak basar
benden sonra, hatıramdan habersiz biri
aynanın önünde yerinde durur
bir tel saç, bir taraf, bir elin izi

kendimden ürker kalakalırım
benden geriye kalan her şey yok olur
ruhum bir teknenin yelkeni gibi
uzaklaşır ufukta görünmez olur

birbiri ardınca sabırsızca geçer
günler, haftalar, aylar
gözlerin bir mektup bekleyerek
yollara dalıp kalır

lakin benim soğuk bedenimi artık
alıkoymuştur toprak, basmıştır bağrına
sensiz, kalbin atışlarından uzakta
kalbim çürür orada, toprağın altında

benden sonra adımı yağmur ve rüzgar
taşın yüzünden yıkayıp silecek yavaşça
adın sanın efsanesinden arınıp
mezarım adsız kalacak yol kenarında

Furuğ Ferruhzad
Çeviri: Makbule Aras

Uyku

gece, karanlık camlara çöküyor usulca,
korlu küller gibi
rüzgar, evin avlusunda durmaksızın yerle bir ediyor gölgeleri
nilüferin kıvrımları, duman gibi dalgalanıyor duvarda
çamların arasında büyücü mehtap
ışıksız kandiliyle süzülüyor usulca
sanki kör karanlıkta avare ruhunu arıyor

bu karanlıktan ve suskunluktan yorgun
dedim ki ey uyku, başparmağın yeşil bahçelerin anahtarı
gözlerin, dinginliğin balıklarının karanlık havuzu
ağlayan çocuğumun yarattığı yükü çekip al
ve beni unutmanın peri suretli ülkesine götür

Furuğ Ferruhzad
Çeviri: Makbule Aras

Işık Heceleri

Damla damla akıyorsun gözlerimden. 
*
Şimdi yanında olsam, ağzım dinlesem, saçlarını giyin~ sem, güzelliğinin göllendiği yatağı sevsem, sevsem… Öyle bir hayal ecesisin ki, her yer sensin. Usul usul dökülen mimozalar, azalan limon çiçekleri, ayaklanan hanımeliler, deniz yaprakları, gülen güneşler, rayiha bahçeleri, bulutlu rüzgârlar… Tanrı da senin gibi var oluyor dünyada. 
*
Günaydın sabah sevinci, uykulu gamze, kuyuların rüyası… Günaydın zamanın tanrısı, ağzımda harflenen sonsuzluk, yürüdüğüm gökyüzü… Günaydın bulut türküsü, el çırpan ağaçlar… 
*
Yastığa başını koyduğunda başucundaki boşluğa bak. Ayrılık diyordun ya… 
*
Bir denizden bir denize kocaman bir ışık vuruyor. Işık gül oluyor. Gülün ortasında kırmızı bir ocak, ocağın ortasında dağılmış bir nar, narın her tanesinde dünya var. Yalnız seni sevmiyorum ben.
*
Usul bir sabah. Tanrı bu saatlerde var etmiş olmalı kendini. Açıklanamaz bir iyimserlik her şeyde. Nar ağaçlarına dedim ki, bir çocuk tanrıyı kalbimin hizasına getirdi; güzelliği incitmesin onu, kötülük değmesin eteğine. Kırmızı küçücük çiçekleriyle fısıldadı nar ağaçları: Rengimiz duadır ona, bereketimiz iyilik. Hanımelilere eğildim: Kokunuzu onun saçlarına verin, yastığında açın. Hazla gülümsedi hanımeliler: Kalbin biziz. Uzaklık ne ki aşk için… Mine çiçekleri, kırmızı – pembe – sarı, ayaklandılar: O deniz kıyısına, onun yalnızlığına göçelim mi? Zeytin ağaçları, püsenli yapraklarıyla uzandılar: Bizim meyvemizin sütü, ona uzun ömür verir; ellerimizle sağıp yapraklarmızla taşıyalım sofrasına. Acem boruları, dolandığı palmiyenin gövdesinden turuncu bir sevinçle eğildiler: Keşke ikinizin gövdesine sarılsaydık. Japon gülleri bir bağış gibi açtı gözlerini: Bu aşkın yaşaması için, kırmızı bir hevesten ve kederden başka ne verebiliriz? Muzlar, çocuk beşiği yapraklarını uzattılar. Bizim yapraklarımızı al; altınıza serin, üstünüze örtün. Hurmalar, begonviller, sokaklar dolusu turunç: Bize o kadar az göz, böyle derin bir sevgiyle bakar ki, görünmez acılar çekeriz bu yoksulluktan. Varlığınız, bizim de varlığımız…
*
Odan başımda dönüyor. Pencerenden uzanan koru içimde uğulduyor. Sana ait ne varsa bir yaşama ayini. Zamanlar karıştı. Doğumum ne zamandı, ne zaman öldüm. Ödülüm neden cezam. Bir taş gibi susuyorum. Ey gecikmiş aşk, sen de bir yalnızlıksın bu yılkılık yalnızlıkta…
*

Uyandım. Yaşadığıma bir daha şükrettim. Birazdan kalkacaksın. Odan can bulacak. Eşyalar kirpik kirpik uyanacak. Aynan bayram yeri. Su değil parmakların akacak musluktan. Terlikler ayaklanacak. Giyindiğin her şey teninle sarhoş. Pencere, korunun rüzgârıyla öpecek ensenden. Işık, ışığa karışacak. Ben, bütün bunların ortasında, titreyerek bakacağım sana. İnsan nasıl ağlamaz bu büyük masala. Günaydın, beni doğuran sabah.
*

Şükrü Erbaş

Yaseminlerin Sabahı

Gökyüzü bulut bulut uyanıyordu
Tanrının büyük yalnızlığından
Ağaçlar birer ses salkımıydı kuşların ağzında
Ayın puslu cümlesinde evler okunaksız harflerdi
Yasemin kokularından bir ışık sokaklarda
Gittim denizin lacivert bahçesine oturdum
Ölümün mü hecesiydim yaşamın mı bilmiyorum
Arzuyla vazgeçiş canımda halkalanıyordu
Ses değil sessizlik değil zaman değil mekân değil
Ağzımda bir çocuktan kalma süt kokuları
Kirpik ırmakları dil pınarlari parmak yağmurları
Kayaların masalını dinliyordum kumlardan
Dağlar gecenin merhametinde çıkıyordu sabaha
Ey yalnızlığın yaprak döken mahşeri
Ayrılığın büyük harfiydi her şey
Sen bir deniz kıyısında gonca zamandın
Ben eski şarkılardan eskiydim kımsesizdim
İçimde dünyanın bütün akşamları
Tuttum ağzının sabahına sözler söyledim
Ey güzelliğin ölümden büyük yaşama gücü
Yalnız ölenler unutur birbirini
Seni sevmeye yeni başladım..

Şükrü Erbaş
Bağbozumu Şarkıları

Kazâ-yı mübremi tedbîr ile tağyîr mümkün mü?

Cumaya gitmeden önce son zamanlarda ortaya çıkan sol kolumdaki titremelerin tekrarlaması, Abdullah bin Revaha’nın “ölüm güvercini yaklaşmakta” mısrasını aklıma getirdi.. Bunu düşünerek camiye vardığımda da hutbede ölüm bahsi işlenmekteydi. Secdeye vardığımda alnımın soğuk taş zemine değmesiyle ürpermem bir oldu. Tüm bunlar birkaç gün önce Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılan medresedeki kitabeyi anımsattı:

Kazâ-yı mübremi tedbîr ile tağyîr mümkün mü?
O tîrin def’i kâbil mi râmîdir kazâ kavsi
Ziyaret eden ahbâbı desin fevtüçün tarîh
Vedûdâ Mustafâ Paşa’ya ihsan eyle firdevsi

(Allah’ın kaçınılmaz olan takdirinin yerine gelmesini önlem alarak değiştirmek, yaydan çıkan oku def etmek mümkün mü? Burayı ziyaret eden dostları ölüm tarihi için desinler ki: “Ey kullarını çok seven ve gerçekten sevilmeye layık olan Allah! Mustafa Paşa’ya Firdevs cennetlerini ihsan et.”)

Onun mağlubuyum

Oyun tahtasında bu oyundan başkası yoktu.
Oyna dedi; ilave yapmayı ne bilirim?

Ben mevcut olan bir oyunu oynadım;
Kendimi belaya attım.

Bela içinde de onun tatlarını tadıyorum;
Onun mağlubuyum, onun mağlubuyum, onun mağlubu.

Mevlânâ Celâleddîn

Yadında mı doğduğun zamanlar?

Yadında mı doğduğun zamanlar?
Sen ağlar idin gülerdi âlem;
Bir öyle ömür geçir ki olsun
Mevtin sana hande halka matem.

Hâfız-ı Şirâzî

Mâzursun

44. Fasıl

İşin gönül çelmektir senin; mâzursun
Gam nedir hiç bilmezsin; mâzursun
Her gece kan ağlarken ben, sensiz
Bir gecen bile yok sensiz, senin, mâzursun

Ahmed Gazali
Sevânihu’l-Uşşâk (Âşıkların Halleri)

Bir derdim var sevgiliden hatıra

Ben senin derdini kolay yitirmem
Can vermedikçe gönlümü sevgiliden koparmam
Bir derdim var sevgiliden hatıra
O derdi ki bin dermana değişmem.

Fahrettin Irâkî