Sevinç İle Hüzün

Sevinci kapıştılar taşımayı bilmeden,
Şimdi bilen yok, nerede oturuyor.
Köyün delisi Hüzün, yalnız kaldı yollarda
Adam adam, sınıyor, arıyor yoldaşını..
Kıskandıran özlemi, yüzünden okunuyor.

Görünüp siliniyor o günden beri.
Sevinç bin an gözlerde, dudaklarda.
Yerini sevgilisi Hüzün’e bırakıyor.
Sevinç’se, uzaklarda, hep uzaklarda..
Şöyle bir görünüyor, hemencecik uçuyor.

İşte o günden beri gözlerde, dudaklarda
Hüzün, aramaktadır yitik yavuklusunu.
O günden beri Sevinç yerinde durmaz
Ve kişiliğini ararken uzaklarda
O günden beri kimliksiz hüzün olmaz…

Özdemir Asaf

Akşam Güneşi

Bakın, akşam güneşinin sıcağıyla evrim
Yeşiller içindeki kulübeleri nasıl parlatıyor!
O giderek çekilirken, Gün kurtuluyor,
Bize inip kaybolurken bile hayat veriyor.
Ah! Bir kanat yerden beni kaldırmıyor,
Ki ardından, hep peşinden yetişeyim!
Seziyorum sonsuz Akşam ışığında,
Issız alemi ayaklarımın altında,
Tutuşmuş tüm tepeler, yatışmış her dere,
Gümüş Çınar altın ırmaklara akıyor habire.
Yok, durduramadı ulvi bahtı engeliyle
Azgın Dağ tüm uçurum ve geçitleriyle;
Çoktan Deniz ısınmış koylarıyla birlikte
Aniden açıldı hayretle bakışların önünde.
Tanrıça artık tamamen batmaya yeltendi;
Yalnız, körpe sürgün birden irkildi,
Acele koştum, ezeli nurundan içmeye,
Önümde Gün silkindi, arkamda Gece,
Alem üzerimde altımda dalgalar.
Güzel bir rüya derken, o esnada o sıvıştı gizlice!
Aman, ruhun kanatlarına kolayca
Beden kanatı yoldaş olamayacak galiba.
Tabi herkese doğuştan verilir bu his,
Duygularıyla yukarı ve ileri dalınası,
Gökyüzünde, mavi semada kaybolmuş,
Şakıyan türküsünü Çayırkuşu gibi ötesi,
Dik çamların tepelerinin üzerinde
Kartal hayli açılmış hürce süzülürken
Ve hasretle tarlaların, göllerin üstünde
Turna vatanına ulaşmaya can atarken.

Johann Wolfgang von Goethe

Yağmurlu Şarkı 1

Uğradı gönle yeniden bir çocukluk üzüntüsü
Yavaşça süzülüyor bu üzüntüden bir şarkı

Pencerenin ardında çocukluğum gibi yağmur
Ağlamak istiyorum, bir bahane, Allah’ım!

Kayser Eminpur

Kayser Eminpur

bir menekşeye gönülden baş sağlığı dileyelim
güvercinin yas törenine uğrayalım bir

Kayser Eminpur

Söylenmemiş Şiir

Hayır!
Aşkla işim yok benim!
Hiçbir şeyi, hiç kimseyi
    Sevmiyorum artık,
    Bu aralar.

Sanki
Tahammülü yok bu feleğin
     Bir gün dahi
     Seni ve beni
     Mutlu ve dertsiz görmeye.

Çünkü
     Neyi ve kimi daha çok seversen
Hatta bir sigarayı,
     Ya da zıkkımın kökünü bile
Esirger senden…

Öyleyse
Bütün varlığımla ben
                             Ölüme terk ettim kendimi
Ki felek,
Uğraşmasın benimle artık.
Bu yeni şiiri de
                              Söylenmemiş bırakıyorum…
Ki bir koku almasın felek…

Dedim ki
Aşkla işim yok benim!

Kayser Eminpur
Çeviri: Prof. Dr. Ali Güzelyüz

Demavend Yayınları
İstanbul / 2013

Tanıdık Rüya

Hayal keskisiyle yonttum ben seni
Yaptığım her heykelde gördüm ben seni

Gökten kucağıma mı düştü güneş?
Yoksa Allah’ın cennetinden çiçek gibi mi derdim ben seni?

Her çiçek kendine özgü renk ve kokuyla yeşerir bağda
Bütün çiçeklerden kokladım ben seni

Ömrümün gece ve gündüzünün tanıdık rüyası!
Çocukluğumun rüyalarında gördüm ben seni

Her açıdan gönlümün beğenisisin sen
Hem görerek hem görmeyerek beğendim ben seni

Güzelliğe tapması boşuna değil gönlümün
Zira bu sebepten taptım ben sana

Sessizlik dışında cevabın olmasa da
Her soruda herkese sordum seni

Şiirden, istiareden, teşbihten üstünsün sen
Senden başka kimseyle tartmadım seni

Kayser Eminpur
Ali Güzelyüz

Aşk Dilinin Grameri

Uzak dursun gönlün eteğinden aşkın eli!
Gönle hüküm vermek mümkün mü ki?

Denize hükmedebilir misin
Ki gönlün anmasın hiç sahili?

Mümkün mü “Dur” demek dalgalara,
Ya da durmasını emretmek rüzgâra?

“Özne”mize kim koyduysa “yüklem”siz
Şu aşk dilinin gramerini

İyi biliyordu elbette, keskin kılıcın,
Bir sarhoşun eline verilmeyeceğini.

Kayser Eminpur
Çeviren: Ali Güzelyüz

İhvaniye

Seyyid Hasan Hüseyn’ı’ye

Niçin akıl sahiplerine öğüt verelim?
Gelin aşktan söz edelim.

Bütün ibadetlerimiz alışkanlıktır
Ah, alışkansızlığa alışabilesem

Ne olur her namazdan sonra
Bir çiçek için iki rekât kılalım

Niyet ederken namaza
Gelincik çiçeğine yakınlık dileyelim

Ne olur her kunut duasında
Biraz da “dinle neyden” söz edelim

Ne olur aynalarda
Allah’ın güzelliğini ziyaret edelim

Ayrı mı yoksa dalga denizden
Niçin “tek”e “çok” hükmü verelim?

Çokluğun sonucudur dağınıklık
Gelin birlik alıştırması yapalım

Tıpkı “mahiyet” gibidir senin “varlık”ın
Niçin yeniden “asalet”ten söz edelim?

Eğer bizzat aşksa asıl sebep
Niçin “sebep olan” ile “sebep”i tartışalım?

Gel, duygu ve düşüncenin cebini
Sevgi ve şefkat çereziyle dolduralım

Gülşen-i Raz’la, Akl-i Sorh’le
Kimya-yı Saadet’le dolduralım

Geliniz, tıpkı Aynu’l-Kuzat gibi
Akıl ile din arasında hakemlik edelim

Onun geleneği ise yenilikçilik
Geleneğe yeniden göz atalım

Eskidi deme, “elest” ahdi
Geliniz, biatimizi yenileyelim

Kardeş, ne oldu kardeşlik geleneğine
Gel, kardeşlik ahdini yâd edelim

Kafiye zayıftır ya da hatalıdır de
Yeter bize, gel sade sohbet edelim

Allah’ım aydınlık bir gönül ver ki
Çiçek bahçelerini muhafaza edelim

Riayet et şöyle diyen aşığa:
“Gel, âşıklığa riayet edelim”

Kayser Eminpur
Çeviri: Prof. Dr. Ali Güzelyüz

Demavend Yayınları
İstanbul / 2013

içimden kuşlar göçüyor

“Bu gene geçmişin baştan çıkarıcılığı olsa gerek. Şu anın geçmiş zaman olmasını bekle. Ne denli mutluyduk anlayacaksın.(Susan Sontag)” (s.9)

“Bir zamanlar olduğumdan daha yaşlı olmayı isterdim. daha dingin, deneyimli, bütün olumsuzluklardan kurtulmuş, dünyaya yukardan bakabilen biri. Belli yaşa gelmiş, tutkulardan arınmış, durulmuş oturmuş kadınlara hayranlık duyar, imrenirdim. Onları hayatlarının hesap sağlamasını yapıp kadınlık sınırını aştıklarını, gözyaşlarını arkada bıraktıklarını, sevilmeye fazla gereksinme duymadıkları için artık acı çekmediklerini düşünürdüm. Şimdi gençliğimde özlediğim yaşlardayım, ama hâlâ olmayı umduğum kadın değilim. Bu modelin bana pek uyduğunu da sanmıyorum ayrıca. Olgunluğu niteleyen bütün iyiniyetli sözcüklerin arasında başıboş dolaşıyor, yan yollara sapıyorum bu yüzden.” (s. 9)

“Yaşanmış yılların insanın üstünde birikmesi dokunaklı. Bazen umutsuzluğa, birçok şey için geç kalmış olduğum kaygısına kapılıyor, hayatımı kendi kendimden çaldığımı düşünüyorum. Birçok şey geri gelmeyecek biçimde benden uzaklaşmış sanki. Ataklığım, heyecanlarım nasıl olduğunu anlayamadan elimden alınıvermiş. Aşktan kesilmişim. Evet yaşıyorum ama tekdüze, oldukça derli toplu, dikkatli. Olabilirlikler karşısında fazla hoşgörülü. Korkuyorum biraz. İçimin boşalmasından, ufkumun daralmasından, düşüncelerimi diri tutacak eylemlerden uzak kalmaktan korkuyorum.” (s. 10)

“Penceremin önündeyim. Kendi imgemi görüyorum, mermerin üstüne yayılmış uyuklayan tekir bir kedinin başucunda. Küçük ve büyük anların yaşanmışlık görüntüleriyle, sözcüklerle, yabancı ama aynı zamanda bildik kaygılar ve sevinçlerle dolu bir organizma olarak görüyorum. Olduğunca kabul ediyorum onu. Ne gurur ne de hoşnutsuzluk duyuyorum. Acıyan bir yerlerim olup olmadığını anlamak ister gibi yokluyorum içimi. Hiçbir sızı yok. Geçmişin ağırlığı yok üstümde. Yolunca yordamınca unutmuşum unutulması gerekenleri. Sarılıp sarmalanmış sağaltılmışım.”(s. 11)

Bütün kavgalardan zaferle değilse de sonuna kadar vuruşarak çıkmak, bütün son görüşmelerden alttan almadan, suçluluk duymadan ayrılmak istiyorum.” (s. 11)

“Bir insanı sevmeye değer bulabilmem için, onun ulaşılması güç olanı simgelemesi gerekiyordu. Aşk benim için olanaksızlık, umutsuzluk ilişkisi olduğu sürece anlam taşıyordu. Bunun dışında, nesnel olarak, kendi başına ve uzun süreli bir derinliği yoktu. O ele geçmezi elde etme çabasını inatla sürdürdüğümde var olabiliyordu ancak. Yakınımda duran, kolayca ulaşabileceğim hiç kimse ateşleyemiyordu ruhumu.

Ardından kesinlikle düş kırıklıkları geliyordu. Sis dağıldığında tükenerek yanına ulaşmayı başardığım insanın hiç de sandığım kadar ulaşılmaz olmadığını görüyor, şaşırıyordum. Gene de anlaşılmaz bir sadakat gösteriyordum seçtiğim “aşk nesnesi”ne. Cezamı sonuna kadar çekmek istiyordum sanki. Var gücümle koruduğum bütün öznel sınırlar zorlanıncaya kadar direniyordum. 

Yalnızlığın büyük bir özgürlük olarak yeniden yeğleneceği yere kadar…” (s.14)

“Henüz her şey yolundayken, bedenim bana yabancılaşmaya başlamamışken daha, bütün tanışmalardan, başlangıç ve bitişlerden, sevecenlik, aşağılama, ayrılık ya da gidiş dönüşlerden, büyük bunalımlar ve şaşkın, yaralı dolaşmalardan sonra bir gün acı çekmekten bıkmış olduğumu düşünüp düz bir çizgiyi özledim. Düz. Dümdüz. Yatağında uslu bir su gibi akmaya özendim. Yorgunluk belki. Güvenli bir limanda bir solukluk dinlenme. Çiçek yetiştirme, kedi besleme dönemi.

Amaçlarımı gelecek olarak tasarladığım bir çok şeyi belirsiz bir zamana erteleyip güdükleşmeye bıraktım. Duyularımı köreltip herkes gibi olmanın hoşnutluğuyla avunmaya koyulduğum bir boşluğun içine yuvarlandım.

Sessizlik. Acıdan geriye kalan boşluk. Olağanın, sıradanın kolaylığı.

Böyle bir gün herkes için, her zaman olacaktır.” (s. 16)

“Yalnızca deli dolu zor sevgiler değil, içinde uyumun, dinginliğin, dayanışmanın olduğu sevgiler de vardır. Görmüş geçirmişlik dersiniz buna ya da doygunluk. Saflığa varan iyimserlikten, küçük oyunların tuzağına düşmekten ve düşmanlıklardan kaçmayı öğrenmiş, söylemek istediklerinizin çoğunu söylemiş ve henüz söyleyemediklerinizi söylemenin ise zaten gereksiz bir zahmet olduğunun farkına varmışsınızdır.

Masumiyetin sonudur bu. 
Bütün yatırımını her seferinde sakınmadan ortaya atma, ya hep ya hiç mantığı gütme ve onarılmaz kayıpları göze alma yürekliliğinin sonu. Somut ve açık örnekler: Kararlı ve bütün serüvenlere kapalı bir duruş. Hevessiz, takma bir gülümseyiş. Gündelik dile keskin bir dönüş. İlk kez bir banka hesabı.” (s. 16-17)

“Parçalarınızı toplayıp -ek yerleri görünür biçimde de olsa- bir araya getirmek, hiç de özgün biri olmadığınıza inanıp düşlerinizden umudu kesmek zamanı. Yön değiştirme. Rahat bir soluk, en sonunda. Bir zamanlar sizin tekdüzelik, başkalarınınsa mutluluk olarak adlandırdıkları herşey…” (s.17)

“Doğru, ölüm hiçbir şeyi silemez. Siz öldüğünüz zaman, daha bir gerçek, daha bir güzel olacak. (Marguerite Duras)” (s.19)

Belleğin dili yok. Bellek birbirine açılan sonsuz resimlerden oluşuyor. ama hiçbir şeyi unutmuyor. Hiçbir siyahı, maviyi, beyazı ve bakışı, hiçbir duruşun kabalığını ya da anlatılmaz inceliğini. Bellek kimi zaman unutmuş gibi yapıyorsa bu, acıyı yeryüzünden kaldırmak istediğindendir.” (s.19)

Her insan yükünü kendi taşır ister istemez ve düşmeden önce, düştüğünde başına gelecekleri bilemez” (s.24)

Kurulan her yeni denge çabucak bozulabilir. Geçmiş, geçmiştir ve geleceğin önü bir anda kesilebilir.” (s. 25)

Geçmişte bıraktığım bu adam değil. Bu bir başkası. Ben onu boşu boşuna sevmiş ve yoktan var etmişim. Çoğaltmış, yüceltmiş, sevgime değer bulmak için olduğundan daha büyük ve önemli kılmışım. Bu yanılgıda uzun zaman direnişim yalnızca benim sorunum. Acı çekme ustasıyım çünkü ben. Ama şimdi ne bağışlama ne bağışlamazlık var artık burada. Ne pişmanlık ne şöyle ya da böyle bir duygudaşlık var. Kala kala gittikçe silikleşen ve çok seyrek anımsanan bazı anılar kalmış geriye. Unutulmayacak sandıklarımdan kalan küçük kırıntılar. Ama onlar bile ona benzeyen ve gerçekten hiçbir zaman o olmamış biriyle ilgili.” (s. 26)

Yanlış sevilmeler, özellikle yanlış sevmeler. Ama yaşamlarımız bunlar üzerine kurulu değil mi? Hep kıskandım “doğru” sevmiş ender kişileri ya da öyle görünmeyi başarabilenleri. Belki de gerekenden daha uzun süre öyle olduğuna inanmayı yeğlemiş olanları, en azından… Yoksa nasıl olsa her aşk, kazaya, yanlışa dönüşür zamanla…” (s.26)

Kısa da sürse, başlı başına bir yanılsamada olsa aşk insanın kendini yeniden yaratması değil mi? Kendi yüreğine ulaşmada kışkırtıcı bir keşif yolculuğu değil mi? Ama çoktan bitmiş ve artlarında yangın yerleri bırakmış bütün sevdaların sesi var içimde. Gördüğüm kentlerin, geçtiğim yolların, yalnızca birkaç saati ya da olağanüstü akşamları bölüştüğüm ve sonra unuttuğum bütün insaların yüzleri. Sonradan anımsananlar dokunaklı, iyi ve değerli görünür insana. Ama şimdi bir yenilgi kokusu var insanda” (s.32)

Bütün beraberlikler egemenlik mücadelesi sürecinden geçer. Kimi zaman bir taraf yenilir teslim olur. İki tarafta teslim olmuyorsa, karşılıklı olarak mevziler kazanılır ya da kaybedilir ve kişilerin yaşama alanlarının sınırları belirlenir. Bu, yazılı olmayan bir barış antlaşmasıdır. Sorunların tümünü çözmez belki ama temelde işe yarar. İki ayrı insan, iki bağımsız birey olarak ortak hayatı sürmeyi kolaylaştırır.” (S.32-33)

Erkekler konu olduğunda aşk da hiçbir kesinlik taşımıyordu. Birçok erkek kendi cinselliğinde de alışılmış erkeklik rolünün dışına çıkamıyordu. Yetenek ve bilgisini geliştirme fırsatını gerektiği kadar bulamadığı hallerde bile üstünlüğüne inanmayı elden bırakmıyor, Tanrı vergisi doğal donanımını yeterli ve kusursuz buluyor; aramak, denemek ve daha iyisine ulaşmak için çaba gösterme gereği duymuyordu. Gerçekte erkek dünyası, kadına duyulan korkularla gizli aşağılık duygularıyla tıka basa doluydu.

Büyüyü yalnızca aşktan beklemek bir tür bencillik ve fazla hayalciliktir. Cesaret, ataklık ve sakınımsızlık gerekiyordu cinsellik için. Keşfetme tutkusu, sevecenlik ve açıklık.” (s.58)

Evliliğimizi kurcalıyorum. Evet, iyi, güvenli biçimde sürüyor. Birbirimizi ezbere biliyoruz. Sevencenlik, anlayış, hoşgörü var aramızda. Ama hiçbir sürpriz yok. Hiçbir vefasızlık, uygunsuz davranış ve şaşkınlık yok. Arada hafif bir ağız dalaşı. Hemen sönüveren bir öfke kıvılcımı. Ama kıskançlık ve yitirme korkusuyla, birbirimizi hırpaladığımız tutku yok artık aramızda.” (s.61)

“Artık şundan eminim, insanın geçmişi ya da geleceği görebilmesi için biraz deli, yaşamı anlayabilmesi için yaşamın biraz dışında olması gerek. -Djuna Barnes-” (s.93)

“Hayat yavan ve düzdür, diye düşünüyorum. Yazı hayata renk, biçim ve önem kazandırıyor. Eldeki malzemeyi parlatıp yeniliyor.” (s.93)

“Yazmak bir hastalık mı diye düşünüyorum bazen. Bir tür delilik mi? Ama öyle ise bile bunun büyüleyici bir yanı var. Gerçeğin keskinleşmiş görüntüsü, belli belirsiz bir bağışlayıcılık, karmaşık, çekingen bir kendini beğenmişlik ve bir o kadar acı var yazma çılgınlının içinde. Sınırsız bir kendinden vazgeçme var.” (s.107)

“Bir yazarın görevi eğlendirmek olmamalı. Bir okurun eğilimi de yalnızca eğlenmeye yönelik olmamalı. Bir insan, bir yazar yaşadığı hayattan gereğinden fazla hoşnut olmamalı. Yaşadığı yerden, dünyadan, hiçbir şeyden hoşnut olmamalı. Görünenin ve kendi yüzünün arkasındakini yakalayabilmek için sık sık durup çevresine ve aynalara bakmalı. Ayağını bastığı yerin, kendi varlığının, ruhunun ve düşlerinin yansısını görebilmek için hiçbir şeyin tekrarlanmadığı bir yere tutunmalı.

Kendini bu biçimde ortaya koymanın, insana özgü, hiçbir zevkin yerini tutamacağı bir çokusu, sevinci var.” (s.108)

“Kitaplarım bana sadece ıstırap verdi diyor Charlotte Bronte. Bugün ben de aynı fikirdeyim.-Virgina Woolf-” (s.109)

“Zaman ağır aksak geçiyor. Bomboş ve anlamsız. Gene o yabanıllık duygusu yapışıyor yakama, o başedilmez umutsuzluk ve kaçış isteği. İçimden kuşlar göçüyor.” (s.111)

Bana söylenen ve söylenecek olan hiçbir söz, yazılmış ve yazılacak olan benimkiler de dahil herşey, adları şu ya da bu nedenle tekrarlanıp duran herkes artık ilgimi çekmiyor. Hızlı akan bir nehir sürükleyip götürüyor hayatımı. Bana ait olmayan görüntüler, benimle uyuşmayan oluşumlar, büyük, önemli şaşırtıcı sayılan ama beni hiç etkilemeyen bir çok durumla birlikte o nehirde akmam gerekiyor. Kurtulmak için tek bir seçeneğim var. Suyun kıyısındaki bir ağaç ya da çalıya tutunmak ve beklemek.

Böyle ne beklediğini bilmeden beklemek yorucu ve umutsuz bir bekleyiştir biliyorum. Ama bir akışa kapılıp gitmekten, sürü ile sürüklenip gitmekten daha akıllıca, daha anlamlıdır.” (s.118-119)

“Anlıyorum ki yazmak her zaman benim hayatımın yarısı olmuş. Hayatımın darmadağın öteki yarısını düzene sokmak için yazmışım ben hep. Hâlâ da böyle …. (s.121)

“Bir vurgun olmayacak artık yüreğimdeki
ve yatağını değiştiren bir nehir gibi sanki
geri gelmemek üzere giden bir şeyin
kanat sesleri kalacak yalnız kulaklarında”

Lale Müldür (s.138)

İnci Aral / İçimden Kuşlar Göçüyor
Kaynak: aklimageldigince.blogspot.com.tr/

Yaz Yadırgaması

sanıyorum bu gelen hüzünlü bir yaz olacak
öyle ki bütün akşamları hüzünlü
dutları ve karpuzları kavruk
sevgilim, dutları ve karpuzları kavruk
güneyden gelen adamların bile terlediği

ellerimin solgunluğundan anlıyorum bunu
ve zayıflığından bir bakıma
örneğin bankalar karşısında ilgisiz
silâh önünde durgun
ateş tutsa irkilmiyor buna karşın
aldığı her yaprak bozarıyor parmaklarında
sana dokunduğundaki soğukluk da bundan
yankılanan sesleri bile duymuyor
deniz bir kavganın anısı ve geleceği olarak
gitgide mavileşiyor damarlarında
sevgilim işte öyle bozarıyor, al sana

doğrusu ben de yadırgarım böyle yazları
her şey sözgelişi yerli yerinde ve rüzgârın hükmü yok
bir adam kalkıp bir yerden bir yere gitse
kılı kıpırdamıyor bir ormanın
ve çalman bir otomobilin çalışkanlığı
kelebek camı kaputu kaportası
hüzün vermiyor kimseye şimdilik
ve senin dudaklarında biriken kuruluk sevgilim
bu yazdandır

Turgut Uyar