Bizim derdimiz bize yetiyor da, keşke bir bülbül olaydı şurda, ötme demezdim…

Bir ara kapıya çıktım, Suriyeli kadını ve o eski-püskü arabadaki bebeğini gördüm, kadının yüzündeki şaşkınlık ve mahcubiyetini, kızaran yanaklarını, müdahale etmek istedim ama yapamadım. Bu da benim ayıbım olsun.

Tam o sırada Kemal Sayar’ın ”merhamet”le ilgili bir yazısını okuyordum. O kadının sınandığını ve merhamet bahsinden kaldığını düşündüm. Allahu alem tabii… Ama müdahale etmediğim için hala kendime kızıyorum.

Olan bitene içimiz yanıyor ya, hani her fırsatta zalimi kınayıp mazlumun yanında oluyoruz ya, ve her defasında elimiz ulaşamıyor diye hayıflanıyoruz ya… İşte Allah mazlumu kapımıza getiriyor. Bize merhamet ve iyilik için fırsatlar veriyor. Bu hepimizin imtihanı.

***

Bu dünyada, bir çocuk tarafından koşulsuz sevilmek kadar büyük hediye olabilir mi.

***

Ali, ilk gelişinde, uzun uzun duvardaki eserleri incelemiş ve aralarından en büyüğü parmağıyla işaret edip:

-Anne, bu tabloların efendisi mi? diye sormuştu.

O günden beri o tablonun adı, ”tabloların efendisi” kaldı.

Geçen gelişinde de hocanın masasında duran eski radyolu kasetçalar, eskiden teyp de derdik, dikkatini çekti.

-Anne, bu ne?

Radyonun ne olduğunu bilmemesinin bir zararı yok da, asıl dijital herşeyden haberdar olmaları rahatsız edici.

***

Hep söylüyorum. Hayal kurmak bir çeşit dua etme şeklidir. Hayaller samimi, kuvvetli, şiddetli dualardır. Ayrıca oturduğum yerden istediğim uzaklığa yolculuk yapabilmemi sağlar. Gerçeğe döndüğümde gözümü açtığımda yüzümde bir gülümseme kalbimde de hafifleme hissediyorsam, hayalleri ilham Edene neden şükretmeyeyim.

***

mn-69

İncinsen de incitme. Kırılsan da kırma. Yorulsan da yorma. Bunlar insanın elini kolunu fazlasıyla bağlayan sözler değil mi? İnsanın içindeki canavarı çileden çıkartan sözler… Öfke ve kendine yapılana şiddetle cevap verme güdüsü, içimizde dönüp duran, herşeyi parçalayan sevimsiz bir tazmanya canavarına benziyor. Kendi kendimize ve onu dışarı saldığımızda etrafımıza zarar veren bir canavar. Onu öldürmenin yolları var. İster nefes egzersizleri yapın ister gidip abdest alın. Allah rasulü, hayat rehberim demiş ki, öfke şeytandandır, şeytan ateştendir, ateşi su söndürür… Sonra ayaktaysan otur demiş… Kızdığınızda ”susun!” demiş…

Çünkü, Allaha sığındığımızda, sustuğumuzda ve oturduğumuzda düşünmek için kendimize fırsat vermiş oluyoruz. aslında öfkelendiğimiz mevzunun ne kadar gereksiz olduğunu görüyoruz. Ve ne kadar kibirli olduğumuzu…

Mesela çevreme bakıyorum, menekşem açmaya devam edecek gibi, tomurcuklar biraz daha canlanmış, dolgunlaşmış. sonra bir klasik kemençe bir balkan ezgisi açıyorum hafif sedatif, sonra yazıyorum, yazıyorum, yazıyorum…

Mesela son günlerde beni sevindiren ilk üç şey neydi diye düşünüyorum. İki aydır geçemediğim hat dersimi geçişim, yeni dersimi alışım, Ali ve Ömer’le ilgili birkaç şey, Geçen gün çok zorlandığım bir işte beklenmedik şekilde O’ndan yardım almam…

Yani geçiyor…

***

Göz her zaman yanılır fakat ”kalp” yanılmaz. Bu yüzden kalbi sık sık yoklamak, arada bir nasılsın diye ona hal hatır sormak, kirini pasını temizlemek gerekir.

***

Bazen de hiç tanımadığım biri yanımdan geçerken sessizce selamun aleyküm diyor. İşte bu çok kıymetli. Hem ”selam” sünnetini ve geleneğini uygulamış oluyor hem de beni sevindirmiş oluyor üstüne insanlara tanıdık tanımadık herkese selam verme cesareti veriyor. Hayatlarının bir ucundan birbirine dokunan insanların bu çarpışmalarının rastlantısal olmadığından eminim. Karşıma çıkan insanların, polikliniğe gelen ve evlerine girdiğim hastalarımın, metroda yanyana yolculuk ettiğim yolcuların hatta gerçek ya da değil bir şekilde bu satırları okuyan insanların bile hayatıma dokunduğunu ve kimsenin figüran olmadığını düşünüyorum. Görüyorum da…

Evden çıkarken şemsiyenizi unuttuysanız, ve yağmur sizi incitmeden yağıyorsa, melekleri hatırlayınız ve Allah’la konuşunuz…

***

Soğuyan havaların,  Mikail’in, menekşelerin, rüyaların, hayallerin ve kalemin Rabbi’ne, Rabbi’me şükür ile… Ya Vedud…

İçimi daraltan, beni mutsuz ve huzursuz eden, kalbimi kıran tüm olaylardan ve insanlardan, dünyanın kötülüğünden, yolunda gitmeyen işlerden bahsetmeyeceğim. Böyle zamanlarda yazarak iyileşmenin yolu, etrafıma bakıp mutluluk sebepleri araştırmak ve onları ballandıra ballandıra anlatmak olabilir. Çoğunlukla işe yaradığını söyleyebilirim. İçimden gelmeyerek ve coşkusuz yazmaya başlayıp, yazının sonunda kendimi iyi hissettiğim, yorgun oturup dinç kalktığım çok tecrübem oldu. Bir süre bu niyetle yazacağım sanırım.

***

Doğar doğmaz başlayan upuzun bir rüyanın içindeyiz ve ölünce uyanacağız. Yani hepsi geçecek. Yani yaşadığımız herşeyin tabire ihtiyacı var. Yani yaşadığımız süre boyunca hem rüya tabircisi hem de rüya tamircisi olmayı öğrenmemiz gerekiyor.

***

Besmele… Bir türlü, ”mim” e uzanan ”sin”in kuyruğunun ölçüsünü tutturamıyorum. Ya çok kısa oluyor ya çok uzun. Geçen ders hocaya o uzunluğu sordum. Dedim: Hocam kaç nokta ya da ne kadar o uzunluk ya da o kadar olmak zorunda mı? Dedi ki: Levh-i Mahfuz’a kadar. Nasıl yani, dedim. Ama içimden. Eski alışkanlığım, çekingen öğrencilik. Bir soru sormadan on defa düşünürüm. Nasıl sorayım diye düşünürken hoca anlattı.  Peygamberimize (SAV) vahiy katipleri sormuşlar ‘besmeleyi’ neden o şekilde yazdıklarını… O’da şöyle cevap vermiş: ”Levh-i Mahfuz’da besmeleyi böyle gördüm.’

***

Hatıralarla muhatap olmayı seviyorum ve bazen yazmak olmazsa olmaz haline geliyor. Bazen de yazmak, hayatımda yaptığım en lüzumsuz işmiş gibi hissediyorum. Kişisel tarihimde kara delikler oluşuyor. O kara deliklerin yuttuğu günler anlar saatler kaybolmuyor. Aksine içimde sağa sola çarpıp dışarı çıkmaya çalışan kör kuşlara dönüşüyor. Ben nereden alıştım bu kadar yazmaya!

Yazmak ile alakalı bu iç dökmeden sonra nereden başlayacağımı buldum. Evet. Besmele ve şükürle başlamalıyım.

***

Harfleri koruyan melekler aşkına…
Yazmayı ve okumayı yeniden öğreniyorum.

***

Bizim derdimiz bize yetiyor da, keşke bir bülbül olaydı şurda, ötme demezdim…

***

Sabırsız, kavgacı insanları sevmiyorum. Böyle bir hakkım var değil mi?!

***

Sessiz çocuklar fotoğraflarının çekilmesine öyle mutlu oluyorlar ki… Aşıya ikna için fotoğraf kozunu koyuyorum ortaya… Bir aşıya bir fotoğraf… Resimleri çekildikten sonra sadece yanıma gelip kendilerine bakıyor ve tatlı bir tebessümle uzaklaşıyorlar . Resimlerinin çekilmesine bu kadar istekli olmalarına önce şaşırıyorum… Oysa ki ‘görüntü’ sessiz dünyalarına açılan tek kapı değil mi…

***

Çünkü, Mehmet sessiz adamlardan. Onun dilini bilmiyorum. Yanında gelen anlatır derdini mehmetin.

En son nişanlısına ve ona evlilik raporu düzenlemiştim. Sessiz bir kız ve sessiz bir adamın birbirlerine aşklarına, elleriyle ve gözleriyle nasıl konuştuklarına ilk defa şahit olmuş ve çok etkilenmiştim.

Mehmet ve Ayşe o gün evlilik raporu için gerekli tahlilleri yaptırmaya gelmişlerdi. Odadan çıktıklarında içerideki sessizliği delip geçen tuhaf bir ‘şey’ bırakmışlardı bana. Kuş cıvıltısı gibi, bahar çiçekleri gibi bir ‘şey’. pastel tonda huzurlu bir kaç renkten oluşan bir resim… Anlatabileceğimi sanmıyorum…

***

Twitter benim için travmatik bir yer. Yukarıdan aşağıya olup biteni seyrederken kendimi cehennemin tam ortasında hissediyorum. Ölüm haberleri, katliamlar, savaşlar, zalimler ve mazlumlar… Hepsi sanki bir film gibi canlanıp simsiyah bir yumruğa dönüşüyor, kalbimi tekmeliyorlar.

***

Şimdi bana nasılsın  ya da ne yapıyorsun diye soracak olursanız, ‘Bir ölünün yanından geliyorum. Ölümün başucundaydım az önce” derdim. Diyorum.

Bilmiyorum ki bunu nasıl formüle edebilirim. Farkında olmadan dünyaya sıkı sıkı tutunduğumuzda, birden yolumuza çıkan, yakamızı tutan, sarsan, titreten birşeyler oluyor sanki. Denizin yüzeyinde sırt üstü yatarken, tüm ağırlığımız sıfırlanmışken, bir girdapla denizin dibine inmek gibi, derinlerimizi kurcalıyor hayat.

Öleceğiz. Miadımızın ne zaman dolacağını bilmiyoruz. Hepimiz eninde sonunda öleceğiz. Bunu tekrar etmek, tekrar tekrar hatırlamak, hatırlatmak nabızsız, kanı çekilmiş, soluksuz ölümü yanımızdan ayırmamak kötü birşey değil. Hatta yaşamayı kolaylaştırıyor. Katlanmayı, tahammül etmeyi, sabrı, kötülüğü değil sadece iyiliği kolaylaştırıyor. Nasıl olsa öleceğiz dedikten sonra içimizi kemiren ve boşaltan tüm hırslarımızdan kurtulmuyor muyuz, suyun yüzüne tekrar çıkmıyor muyuz, hafiflemiyor muyuz?

***

Sokakta ölünce ”adli vaka” oluyormuşsun.

***

Konu kilit! Dilim kilit! Kapı kilit! Elim kilit! Ayağım kilit! Kıpırdayamıyorum. Üstelik kilitlerin anahtarları yok, beynim ve kalbim her zamankinden fazla çalışıyor. Beynim, gözlerim ve kalbim arasındaki  sinir ağı tıkır tıkır çalışıyor. Kapılar sonuna kadar açık… Kalbin seri halde ürettiği acı, sıkıntı ve üzüntü birikip gırtlağa dayanıyor. Orada da bir kilit!

İşte kilit kilit diye başladığım ve anlatamadığım şey tam olarak bu. Bazen o ateş dilimizi bile tutuyor, konuşacak derman bırakmıyor.

Neden?

Dört tane çocuk sahilde  oyun oynarken öldü…

Sonra bir bebek daha öldü…

Ölen çocuklara ve bebeklerin yerleri yurtları belli, cennette onlardan bize yer kalmayacak… Sanıyorum, ölen çocuklardan çok, geride kalan acı içindeki anne-babalarının yerine koyuyoruz kendimizi. Değil oyun oynarken hangi şartta masum bir çocuk öldürülebilir ki… İsrail asıl bombardımanı, seyredenlerin vicdanlarına yapıyor, ustaca…

Cennetin çocuk nüfusu arttıkça, dünya üzerindekilere dair umudum azalıyor… Umudum, neşem, heyecanım hergün daha da azalıyor. Hayallerim azalıyor.

Böyle zamanlarda, katliam ve kötülük yıldönümlerinde, katliamlara şahit olurken tüm enerjimin tükendiğini hissediyorum ve beni heyecanlandıran şeylere zoraki de olsa tutunmaya çalışıyorum. Yoksa devam edemem.

***

Çocukların ceplerine güzel hatıralar doldurmalı. Çocukların hafızalarına güzel insanlar dokunmalı.

Çocukluğumdan, çocuklarımın çocukluğundan, cadde üzerinde dilenen kadının kucağındaki çocukların çocukluğundan, filistinli çocuğun, suriyede doğan çocuğun, doğu türkistanlı çocuğun, afrikalı çocuğun çocukluğundan ama en çok çocuklardan bahsedip duruyorum kendime dün geceden beri. İşte içimde böyle bir sürü çocuk konuşuyor.

***

Ufacık şeylere kolayca kırılabildiğim zamanlar oluyor. İnsanlarla ilgili beklentilerimi arttırdığım zamanlar daha çabuk kırılıyorum. Ben böyle davranmazdım dediğim durumlar, ben olsam şöyle davranırdım dediğim durumlar… Oysa beklenti biriktirecek vaktim olmuyor çoğu zaman. Kırgınlığım çabuk geçiyor, unutuyorum, kendi kendimi teselli edebiliyorum ve beklememeyi her defasında yeniden öğreniyorum. Geçiyor…

***

Bazı insanların yüzlerini hiç unutmuyorum, onların dokunup havaya bıraktığı ”şeyler” uzun süre zihnimde dolaşıp duruyor.

***

Bu sabah hızla ölü bir serçenin yanından geçtim. Durmadım.

Çaresini bulamadığım bir hızı var hayatın. Durup üzülmeye bile izin vermiyor. İçimde kurulu bir adım-ölçer var sanki. Devasa şehri adımlarken hızım hiç değişmiyor. Hep koşturuyorum. Sabahları aynı ritimle işe yetişmeye çalışırken, aynı ritimle dualarımı okuyorum. Obsesyonlarım evhamlarım canlanmasın diye, sevdiklerimi Allaha emanet ederken okuduğum dualar… Bu sabah yine o duaları okurken farkettim ki, ilkokul çocuklarının ezbere söylediği sabah andımız gibiler… Dilim söylüyor ama ne söylediğini bilmiyor… İçimdeki adım-ölçerin hızına yetişmeye çalışan dilim, kafamda kapıda kaç hasta bekliyor sorusu ya da başka başka şeyler… Kalbi Allah’a çevirmek ne kadar zor… Oysa hızımı yavaşlatabilsem, etrafımda binalar, sokak tabelaları, sağımdan solumdan hızla geçen arabalar, olmasa… Asfalta değil toprağa basıyor olsam yavaş adımlarla… Şimdiye kadar kokusunu duymadığım ağaçlar, sesini duymadığım kuşlar olsa etrafımda…

İnsan, Allah’la kalbi arasındaki kirli şeyleri, yani şehri, yani dünyayı bir de kendini nasıl çıkartır aradan…

Kaldırımın kenarındaydı… O kadar küçüktü ki… Rengi o kadar soluk, tüyleri cansız… Belki de görmeyecektim. Yan yatmıştı… Gözlerini hatırlamıyorum. Kuşlar ölünce gözlerini kapatırlar mı, ya da uyurken… Bilmiyorum… Bu sabah, ölü bir serçenin yanından geçtim. Durmadım. Dilimin döndüğü duaları kalbime heceletmeye çalışırken… Hızlı hızlı yürürken…

***

Kalp ile dua, hal ile dua, yürürken, otururken, konuşurken dua… Sadece dua değil, Allah ile konuşmak, dertleşmek, birşey istemeden, ”ne istediğimi biliyorsun, ihtiyacımı biliyorsun” diyebilmek… Ya Şafi! diye seslenmek mesela… Aliemir, ”Anne, Allah nerede?” diye soruyor ya… Ya da geçen gün : ”Anne Allah’la bi konuşur musun, ona sorar mısın?” demişti ya renkli bir oyuncak hakkındaki merakını… Yani, O’nu her an yanımızda ve bizimle hissedebilmemizin şartı başka ne olsa gerek… Ah yapabilsek… Kalp ölmeden, kalbe o dili öğretebilsek… Şapkasını takmadığım a’lardan özür dileyerek amin diyorum.

***

Bütün güzel şairlerin, kuş uçurdukları mısraları var…

***

Sırma teyze, hastalanmış bugün, geldi, muayene ettim, ilaçlarını verdim. Kimsesi yok biliyorum. Şikayet etmiyor, şükrediyor ama yaşlıların kırıklığı başka oluyor. Evlatlarının ölümüne yetişmiş ölmemiş anneler o kadar kırıklar ki…

Sırma teyze: ”Kimse yok!” dedi. ”Kimsemiz Allah!”

Kimsesizlerin kimsesi Allaha şükretmek için, kimsesiz çocuklara ve kimsesiz yaşlılara kalplerimiz gülümsesin… Amin!

Zehra Betül

(Buraya kadar okuduklarıma dayanabildim, evlatlarının ölümüne yetişen Sırma Teyze’de iki damla gözyaşı döktüm. Bu defa şiir gibi değil de, ağıt gibi geldi.)

Divan Şiirinde Güneş

Kıyâmet günine benzer o meh-rûda mehâbet var
Temâşâ-yı cemâline ne tâkât var ne kudret var

Taşlıcalı Yahya

Ol kâmet üzre ol hurşîd sûret
Kıyâmet güni gibi pür-harâret

Mesîhî

Ol büt-i sîmîni gördüm sînesi billûr imiş
Gün gibi başdan ayaga bir musavver nûr imiş

Üsküblü İshak Çelebi

Subh-dem yaturken ol meh üstüme geldi didi
Üstüne gelmiş güneş sen dahı uyanmaz mısın

Karamanlı Nizâmî

Göz göre sensüz şeb-i târ oldı rûz-ı rûşenüm
Kandasın ey âfitâb-ı âlem-ârâ kandasın

Hayretî

Açılur senden yana her gün gözüm nergisleri
Âfitâbum hânenün câmı güne karşu gerek

Taşlıcalı Yahya

Ârâm idemez dil göricek sâgarı pür-mey
Hurşîdi göricek nola raks eylese zerrât

Hayâlî

Meger bir subh kim ‘âlem gelini
Boyar yüz reng ü âl ile elini

Bürür gerçi başına al tuvagı
Kılur nûrânî anı yüzi agı

Arûs-i çarh pîrûze eyleyüp baht
Urınur tâc-ı zer pîrûze-gûn taht

Şeyhî

Zînet itmiş kendüyi ol bî-vefâ dünyâ gibi
Âsumânîler geyer mihr-i cihân-ârâ gibi
Üsküplü İshak Çelebi
Serâser âlemi yakdın nola lâlîn kabâlarla
Şafakdan arz-ı ruhsâr eylemiş mihr-i cihânsın sen

Ulvî
Şem’-i rûyun âftâb-ı âlem-ârâdur senün
Nûr-ı Hak hurşîd-i ruhsârunda peydâdur senün
Fuzûlî
Bakamaz kimse güneş yüzine gözler kamaşur
Görenün aklı gide özge temâşâdur bu

Çâkerî
Gün yüzin hem gösterür hem dir göze nem gelmesün
Çeşme-i çeşme nice eşk-i dem-â-dem gelmesün
Bâkî
Ol âfitâb-tal’ata kim derse mâh-rû
Olsun cihânda meh gibi dâ’im siyâh-rû

Bâkî
Eşk-i çeşmüm mahv olur gördükçe yârun sûretin
Tagıdur hurşîd çünkim encümün cem’iyyetin
Mesîhî
Yüzüni görmese n’ola çeşmüm giryân olıcak
Âfitâbı göremez kimsene bârân olıcak

Karamanlı Nizâmî
Ol kamer-tal’at yüzinden açdı çün müşgîn nikâb
Sanasın kim ebr içinden zâhir oldı âfitâb
Revânî
Zülfi kim gül yüzine sünbül-i ter kıldı nikâb
Âfitâbun sanasın kim yüzüni tutdı sehâb

Münîrî
Gün şemsesinün dâiresün eyledi tahrîr
Nakkâş mıdur zülfi k’anun kıl kalemi var
Revânî

Bir güneş yüzlü firâkında felek hasret ile
Var ise hançere düşdi nitekim ‘âşık-ı zâr

Bâkî
Yârab ne şem imiş bu mehün yüzi kim anun
Yüzi katında şems-i duhânun ziyâsı yok
Nesîmî
Vuslat güninde secdeye vardum yüzün görüp
Bayrâm namâzı çün kılınur togsa âfitâb

Amrî
Ol gün togar mı başa ki subh-ı visâl irüp
Hüsnün ziyâsı zulmet-i hicrânı dûr ide
Bâkî
Gün doğar meclis-i uşşâka şeb-i hayretde
Her ne saat ki o hurşîd-i sabâhat uyanır

Şeyh Gâlib
Yerde kalmaz gözümüz yaşı bizim şebnem-vâr
Şevk-i dîdârın ile vâsıl-ı hurşîd ederiz
Bosnalı Sabit
Gün tutılur diyü kizb eyler müneccim bilemez
Kim yüzün gördi hayâdan perde tutdı âfitâb

Sabâyî
Nûr uğurlarken ruhundan tutdı let urdı küsûf
Kararup a’zâsı çekdi çok belâyı âfitâb
Zâtî
Demem ol şûh-ı cefâ-pîşe bana yâr olsun
Mihr iken zîver-i âgûş-ı şeb-i târ olsun
Bed-duâm öyle ki bir mâha giriftâr olsun

Şeyh Gâlib
Duâm oldur günü magribde dogsun çarh-ı fettânın
Ki uşşâka yüzün göstermedi ol mihr-i rahşânın
Erip bayrama Gâlib sonra tutdum savm-ı hicrânın
Şeyh Gâlib
Bu ‘anber saç ruh-ı zîbâya düşmiş
Bulıtdan sanki güne sâye düşmiş

Ahmedî
Gûşe-i zülfün durur her gice mâhun menzili
Her seher gül ruhlarundur cilve-gâh-ı âfitâb
Kemalpaşazâde
Tâb-ı ruhundan eyledi dil zülfüni mekân
Gün germ olunca kendüye edindi gölgelik

Hayâlî
Cân mîvesine lezzeti şevk-i ruhun verür
Hurşîd pertevinden olur çün semer lezîz
Hamdullah Hamdi
Hayâl-i ârızun cevlân eder bu çeşm-i pür-nemde
Nicük kim mevclenmiş suda aks-i âftâb oynar

Fuzûlî
Tutdı ebrûna yüzin mihr-i izârunla gönül
Kıbleye karşu kılur sanki salât-i işrâk
Bâkî
Çeşm-i mihre tûtîyâ eyler felek her rîzesin
Ârzû-yı sâye-i kaddünle ol kim hâk olur

Neşâtî
Ey Hayâlî ola mı şa’şa’a engüştü misâl
Tutalum benzedi horşîd eli âyesine
Hayâlî
Ola adûlarunun sâye gibi yüzi siyâh
Sen oldugunca cihânda güneş gibi meşhûr

Hayâlî
Pâyına yüz süren o şehün kâm-yâb olur
Bir zerre ise mihri ile âftâb olur
ŞeyhülislamYahya
Subh-veş rûşen olup dil gün toğardı başuma
Ben yaturken hücreme gelsen seher ey âfitâb

Zâtî
Hâne-i ağyârdan çıkdı çün ol meh bî-nikâb
Öyle sandum toğdı mağrib menzilinden âfitâb
Emrî
Çün tâze oldı gül şeref-i âfitâb-ıla
Teşrîf eyle bâğa ki vakt-i şerîfdür

Ahmedî
Magrûr olma pâdişehüm hüsn-i sûrete
Bir âfitâbdur ki serî’u’z-zevâldur.
Bâkî
Güneşte varsa cazibe senin yüzünde yok mudur
Cemâline gönül gibi cihânın incizâbı var

Lâedri
Yaşumı görüp terahhum idesin dirdüm velî
Agladugum bu ki gün görinse ahter gizlenür
Necâtî Beg
İy yüzi güneş senden ırah her gice tâ subh
Çarh âyinesin jenge boyar Ahmedî ahı

Ahmedî
Ol tıfl-ı mâh-rû kim âyet-i nûr oldı gitdükçe
Şu’â-hüsn ile gün gibi meşhûr oldı gitdükçe
Tecellî
Hüsni artarsa ‘aceb mi ser-firâz oldukça yâr
Kim ziyâsın artırur yükseldügince âfitâb

Derûnî İznikî
Karşusında yakamı çâk iderem subh gibi
Her seher geyse o meh gün gibi altun üsküf
Sabâyî 
Cemâlün pertevinden nûr-bahş ol mâh u hurşîde
Güneş âyine-i hüsnün felek âyine-dâr olsun

Bâkî
Cânâ senün gibi güzelin hüsni ayına
Lâyık budur ki ay u güneş ola âyine
Prizrenli Şem’i
Meh ruhundan gayra tâ kim eylesem meyl-i nigâh
Gözedür zer tîg ile mihr-i cihân-ârâ beni

Ahmet Paşa
Ol gınâ şâhı ki doydu bende olan ac ana
Subh taht-ı acdır hurşîd zerrîn tâc ana
Hayâlî
Taht-ı pîrûzî felek olursa mihr altunlu tâc
Var-iken hâk-i derün itmez bu gönlüm ihtiyâc

Prizrenli Şem’i
Sarınsa şemsî dülbendin güneş gibi güzel Ahmed
Gören dir âfitâb inmiş gümüş serv-i hırâmâna
Prizrenli Şem’i
Âlemi ucdan uca avcuna alsan yiridür
Subh-ı devletdür elün mihr-i münevver hâtem

Necâtî Beg
Düşdi sandum âb-ı cârî üzre ‘aks-i âfitâb
Bakıcak kolundağı altunlu bâzû-bendüne
Taşlıcalı Yahya
Doğdu hurşîdi yine subh-ı bahâr-ı hüsnün
Düğme-i zer degil ol gerden-i kâfur üzre

Nedim
Yumaga la’lün-içün çeşme-i hayvândan elüm
Yaraşur ay u güneş olsa gümüşden legenüm
Prizrenli Şem’i
Şafak mey mihr ü meh sağar habâbıdır anun encüm
Elimde mest-i aşkem iki ‘âlem bir ayagımdır

Hayâlî
Yahyâ su koymağ içün ayagına ol mehün
Gûyâ ki tâs idindi felek mihr-i enverî
Yahya Bey
Şûle-i mihri felek eyledi zerrîn-cârûb
Sen güzeller şehinün yollarını pâk eyler

Prizrenli Şem’i
Girde-bâlin itmege hurşîdi ar itsem revâ
Gördüm olmış hâbda vakf-ı serüm zânû-yı dost
Fehim-i Kadim
Bu ne şehdür kim yatur hüsnün harîminde idüp
Mihri bâlin mâhı pister kâkül-i müşkîn-i dost

Revânî
Döner hurşîd-i âlem tâbına gerdûn-ı gerdânun
Binüp dolaba her bir mâh-ı tâbânı Sitanbulun
Şeyhülislam Yahya
Aluben mihr eşrefîsin ağzına pîr-i felek
Ey kamer-ruh müşterîdir vaslına zer gösterir

Hayâlî
Ey serâ-perden için tâk-mu’allâ atlas
Hil’at-i benden için mihr ü meh altınlı benek
Necâtî Beg
Bezmün kebâbı olmag içün idünür gıda
Her subh encüm erzenini mâkiyân-ı mihr

Mesîhî
Ey yüzü gül gönlegi gül-gûn u donı kırmızı
Âteşîn kisvet geyüp odlara yandurdun bizi
Ay u gündür hüsn bahsinde cemâlün ‘âcizi
Âdem oglından senün tek dogmaz ey kâfir kızı
Guyyâ atan meh-i tâbândur anan âf-tâb
Fuzûlî
Atan anan senin var ise mihr ü mâhtır cânâ
Ki bir bakışta mihre bir bakışta mâha benzersin

Nedim

Ger kamer mâder olsa şems peder
Togmaya bir senün gibi ahter
Nev’i
Yılduzu düşkün garib ü ‘âşık-ı bî-çâreyin
Gün gibi deryâ-yı ‘ışkında gezer âvâreyin

Taşlıcalı Yahya
Şeh-i hâverle sultân-ı nücûm ey hüsrev-i hûbân
İki pür şevk ‘âşıkdur kapunda subhgâh ahşam
Hayâlî
Ol nûr-ı İlâhî ki tufûliyyet içinde
Mihr imiş ana dâye meh imiş ana lâlâ

Karamanlı Nizâmî
Meclis-i aşkunda çengî Zühre, deffâf âfitâb
N’eylesün raks itmesün mi zerre-i nâçizler
Bâkî
Afitâb u Zöhreye hüsnün meta’ın etme arz
Ana âlem müşteri lâzım degül dellâleler

Hayâlî
Şamdan gelmiş yalın yüzlü ışk mahbûbudur
Tâs alıp kûyun gedâlar gibi seyr eyler güneş
Hayâlî
Gice gündüz âsitânunda gelür hidmet eder
Mâh u hûrşid iki kullarun dururlar sarışın

Necâtî Beg
Boynı baglu kul itdi hurşîdi
Ki şuâı durur resen derler
Çâkerî
Altun üsküflü kulun olsa n’ola mihr-i felek
Pâdişâh-ı âlem-ârâsın bugün ey âfitâb

Hilâlî
Şafakda mâh-ı nev hınnâlu bir parmagına degmez
Güneş zer tas ile su koymaga ayaguna degmez
Emrî
Meşşâtavâr âyinesine cilâ virüp
Aldı eline şâne-i zerrîn âfitâb

Revânî 
Eline âyine almış güneş gelür her subh
Kapu kapu gezen âyinedâra benzetdüm
Çâkeri
Sâkiyâ peymâne sun kim şevkıne şeh bezminin
Zöhre her gün çeng ile hurşîd-i tâbân oynatur

Ahmet Paşa 
İy şeh-i meh-ru gelüp bezmüne yer yer yanmaga
Bir saru saçlu melek yüzlü güzeldür âfitâb
Tarîkî
Bu bezm-gâh-ı felekde hezâr işve ile
Elüne ger suna hurşîd kâse-i zerrîn

Üsküblü İshak Çelebi
Gündüz birisi hizmetin eyler gice biri
Mihr ile mâh meşhedine oldı türbedâr
Nevî
Ol şeh-i hûbâna öykinmek diler her gün güneş
Geh geyer altunlu külah geh geyer altunlu şîb

Revânî
Ay u gün nice diyem benzer yüzünle alnuna
K’anlarun her birine irer husûf ile zevâl
Çâkerî
Sen yüzünden âlemi rûşen kılup saldun nikâb
Yazıya salsun bugünden böyle nûrın âf-tâb

 Fuzûlî
Şa’şa’a sanma hicâb idüp ruh-ı dildârdan
Rûyına barmakların tutar Emînî âfitâb
Eminzâde Emînî
Şöyle âlem-tâb olur ruhsâr-ı cânân her gece
Kim hayâdan gizlenür hurşîd-i rahşân her gece

Ahmet Paşa
Davi-i hüsn eyleyip meydanına geldikçe mihr
Hüsn-i âlem-gîrin ey meh-rû düşürdü anı pest
Hayâlî
Gördi dünyâya sıgışmaz hüsn ile ol mehlikâ
Kodı iy Yahyâ el arkasını yere âfitâb

Yahya Bey
Germ olup benzetdügi’çün kendüyi ruhsârına
Âfitâba jâlelerden oldı seng-endâz gül
 Hayâlî
Hüsni bâzârın tolanur her seher ahşama dek
Benzer ol meh-rûya kızgın müşterîdür âiftâb

Süvârî
Çün cihân ol meh-likâya müşterîdir ey güneş
Satamazsın hüsnünü germ olma kim bâzâr yok
Ahmet Paşa
Kaynak: Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 2, İstanbul 2009, 117-162. 
Dr. Ümran Ay

Dedim ki, güneşe dönen bir çiçeğim

nedir dostluk?
ikinci bir güneş.

Adonis

Her akşam , aynı yer, aynı saatta,
Güneşten eşyama düşen bir çubuk;
Yangın varmış gibi , yukarı katta,
Arkamdan gel diyor, sessiz ve çabuk !

Necip Fazıl Kısakürek


umut kesilmiyorsa dostlarım
kesip
barikatlar kurarak kangrenli gövdemizden
şurda güneşe ne kaldı

İlhami Çiçek

Neresi yurdum?
Güneş belki de.
O hep duran. Çocukluğumu tanıyan eski dostum kaplumbağa.

Bejan Matur

Sanma ki derdim güneşten ötürü;
Ne çıkar bahar geldiyse?
Bademler çiçek açtıysa?
Ucunda ölüm yok ya.
Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten.
Güneşle gelecek ölümden?

Orhan Veli

Saçı siyah salkıma benzeyip;
Sanki taç gibi parlıyor,
Güneşin ateşiyle yıkanıp,
Doğrulardan geliyor,

Yunus Emre

Dünün sonsuz gönlünden,
Ölen bugün yine yaşar,
Doğacak başkası yeniden.
Güneş yok olursa eğer,

Yunus Emre

her akşam tufanında harap oldu güneşim
gece baygın bir rüya, gündüz hülyandı ölüm

Nurullah Genç

Yaşam, belleği icat etmekle gaddarlık etmiş. En eski anılarımı ayrıntılarıyla içlerinde taşıyan ihtiyarlar gibi, ölümün kıyısına gelmişken belleğim, güneşin çevresinde dönüyor ve neleri aydınlatmıyor ki o güneş!

Frida Kahlo


Yoruldu şimşir dualar şimdi
Güneşten süzdüğüm bahtım
Kör karanlıkta yoğruldu

Arif Ay

Kan çok eski bir ırmak
Bütün köprüler yıkık
Sessizlikte ses korkak
Ağ örüyor karanlık
-Güneşin benim- derdin,
Doğacaksan doğ artık!

Bahaettin Karakoç

odur en sağlıklı ve güneşsi
ve daha çok nasıl ölsün o
tüm göklerden, yalnız odur
göklerden daha yüksek olan

e. e. cummings

Taşralı bir şair
bir kuşbaz
gidip geliyorum dünyada
silahsız,
ıslık çalarak yolda,
boyun eğip
güneşe, kesinliğine,
yağmura, keman diline onun
rüzgarın soğuk hecesine.

Pablo Neruda

güneş göğün ortasında durdu, gün kurtuldu boyunduruğundan
ve yavaş yavaş mavi serin bir sis içinde alacakaranlık çöktü.

Nikos Kazancakis


Şimdi son güneşin batımını izliyor.
Son kuşun ötüşüyle avunuyorum.
Arzunun karanlık nesnesinden
Hiçliğin kollarına savruluyorum

Bir gün geleceksin
böyle mavilikler içinde
güneş sularda erinip duracaktı.
Ağlayacağım,
hep bir geçmişi yaşadım
burada / denizin derinliklerinde.

Ulus Fatih

Çocukluk çağlarından birinde karşılaşmıştık.
Güneşe doğru giderken sana bakmak için dönmüştüm;
sen de dönmüştün, ‘Kalplerin görebileceğini söylüyordun’
ve bana el salladın.

Ulus Fatih


Günaydın bana geri gelen şiir
Bana geri gelen anıt
Bana geri gelen kalbim
Bana geri gelen kalbimin ayışığı
Gözleriyle iyileştiren yaralarımı
Kalbim güneşim efendim
Günaydın yüreğimin kuşluğu

Sezai Karakoç

Peki
güneşi ellerinle göğünden aldın mı hiç
kalbinde aydınlığı her an taşımak için…

Teodora Doni

Ateşle dans eder o güneşle dans eder
Çırçıplak çıkar güneşin karşısına
Belki yaşayamaz güneşi eksik kışta
Fakat ardında unutulmaz bir yaz bırakır

Sezai Karakoç

Gül tütününden doğmuş sanki
Anne doğurmamış da gök doğurmuş onu
Saçlarını güneş destelemiş
Yıllarca peşinden koştu onun
Kavuşamadı ama ona
Batı bir uçurum gibi girdi aralarına

Sezai Karakoç

Sen de beklenir birisin, unutma,
Kendinin bekleyicisi, kendinin tuhaf bekçisi,
Çık güneşe, yeni bir ateş kur
Herkesin, ama yalnız ikimizin boğasıyla.

Ülkü Tamer

Kısa bir misafirhanedir dünya
Günah ve cehennemin arasında
Güneş,

Ahmed Şamlu


Bu yüzden mutluluk güneşin düellosunda

Erol Çankaya

Günlerin gündüzlerin güneşi
Alnıma
Yalnız alnıma değsin ellerin

Refik Durbaş

Mâr-ı sermâ-dîdeye Tanrı güneş göstermesin

Şehrî

Gölgeden korkacak bir yapıda olduğumuz halde,
güneşi büyülemek sevdasında bulunuyoruz!

Hâfız-ı Şîrâzî

Artıyor içimde aşkın ateşi
Oluyor bir sitem yangını eşi
Ömrüm baharının batmış güneşi
Kurumuş hayatım kış havasıyla

Tâhirü’l-Mevlevî

Bu uzun bahar günü
huzur dolu güneşte, yunarken tüm dünya sevinçle,
kiraz çiçekleri dökülüyor yere,
kalmak istemezcesine.

Matsuo Başo

Ve yukardan aşağı
Göğüsleyerek güneşi
Getirir ve bağlar korsan çağımıza
Yerinden oynayan kopan bir fırtına gibi
Kalbim sağ yanımda.

Alaeddin Özdenören

İşte birlikteyiz seninle
Ama yalnızlığın güneşi bir ağaç gibi sarkıyor üstüme
Şimdi seninle sevişiyoruz sanma
Yalnızlığımla sevişiyorum.

Osman Serhat Erekli

Bıkmaz mı
Dağlar oturmaktan, sular akmaktan
Ve güneş her gün doğrulup aynı yöne
Doğudan doğup batıdan batmaktan?

Tahsin Saraç

ıslak kanatlarını açarak güneşi bekleyen kara kuşa bak
kırılmış dalgalara karşı dalgakıranda tüneyen sarhoşa bak
kömürden kollarını uzatıp çekiyor bulutun yakasından
tam yırtarken gömleğini bir örümcek iniyor da arkasından
yükleyip sırtına güneşin küllerini uçuruyor

A.Ali Ural


valizimi hazırlamama yardım et
kelimeleri sol tarafa koy
söylenmemiş olanları, yürünmemiş yolların yanına
kollarını mavi gömleğimin boynuna
ayrı ayrı koy güneşli günlerle karlı günleri
karıştırma

A.Ali Ural

birazdan güneş kapıma dayanacak

A.Ali Ural

Ayrılık derdindeyiz sevgili
Bulut değdi gözüme
Gölgelendi dünya
Bir yağmur damlası aradı gözlerim
Bulutun yüreğinde bir yağmur damlası aradım
Güneşin sarısını hapsetmiş içine bir yağmur damlası
Bir yağmur tanesinde umudum

Gassan Satar

Sen uykudayken
Sana dokundum dün gece
Her dokunuşumda bin güneş doğdu
Kuşlar döndü göçlerinden
Yağmurlar yağdı durmaksızın

Gassan Satar

yalnız reisin şemsiyesi vardı
o da güneşten korktuğundan değil
yüceliğini ortaya koymak için
hepimiz kırk yaşlarında erkeklerdik
başımızın içinde arı uğultusu
yine de aydınlık ve keskinlik
bir buyruğa kapılmıştık açıklanmamış

suyu arayan adam değil
suyun aradığı adam ol sen de
sen doğu olursan güneş sana gelecektir

içinden güneşe varan ses babadır gündüzleri

sen ne denizler gördün
güneşin batışında
kesildiği andaki bir kurban gibi
kıvranan

ama içecek sudan yoksun edilen
sökülüp atılan coğrafyasından
bağbozumu mantığından
çocuklarına düşünce tozu serpilen
kuşlukta kuşkulu
öğlede eğlenen
bir küme yapılan halkı
götürülüp uçurum kıyısına
bir ölü kuzgun gibi bırakılan kenti
güneşin batmakta erken davrandığı
her gün son akşam gibi gelen bir akşamda

Hızırla Kırk Saat / Sezai Karakoç

bir dağın sırtını sıvazlıyor rüzgar
güneş işliyor kayıtsız bir terzi gibi usta

Zafer Yalçınpınar

Mesut olana, hiçbir şeyden efkar dokunamaz,
Eğer bu hediyeyi alırsa sessiz gönülle:
Sabah muştusuyla örülmüş ve güneş berraklığı,
Şiirlerin perdesi, hakikatlerin ellerinden müjde.

Johann Wolfgang von Goethe

İhtiyarlıyorduk, o bir dolu yaprak bense pınar,
O az güneş bense derinlik,
O ölüm bense yaşama bilgeliği.

Yves Bonnefoy

Ve artık hayatını ve gözlerini eğecek hiçbir şey
…..kalmamıştır,
ve artık övünçle gösterip türküsünü söyleyemeyeceğin
…..hiçbir şey kalmamıştır,
ve artık yüzünü güneşe çeviremeyeceğin hiçbir şey
…..kalmamıştır.

Yannis Ritsos

ve yaklaşan ölümün kaçınılmazlığında
bir yumuşakça gibi saklarım altmış dört yaşımı
güneşten

küçüğüm, küçük kadınım
sevdamız çıngıraklar ve alarmlar günlüğü

Akgün Akova


Zerre benem güneş benem çâr ile penc ü şeş benem
Sûreti gör beyân ile çün kim beyâna sığmazam

Nesîmi

gördüm: göğsünden kopan güneş’ti

Hilmi Yavuz

Güneş küçük sanılır uzaktan bakılınca;
Göz dayanmaz amma, çıplak gözle bakıldı mı..

İmam Bûsîrî

Güneş mi batarmış bir özel ismi bitirir gibi
Yanmış bir ağacın yaprakları mıymış kımıldayan
Ne kalmış bir önceden ya da bir sonradan
Kim koparmış dalından bu yabani incirleri
Ya kimmiş kıyıya çeken hayalet gemileri
Ne yazılmış nereye bu garip kargaşadan.

Edip Cansever

bense varacağım yere belki varmıştım
güneş yaktığı zaman yaprak sarardığında
kışları kar altında ve dağlarda her bahar
sana kalbin en gizli bilgisini ısmarlamıştım

Sıtkı Caney

Nereye gittin ki dökülmüş yapraklar arasında
Güzel kış güneşim ey güzel kış güneşim
Dokunduğu şeyin rengine giren
Öyle genç kara ve yeşil
Gölge ağaç hava güneşim

Aragon

Hangi umuda sığınsam,
Döker yapraklarını bir bir,
Solar bütün kardelenler, payıma öksüzlük düşer yine.
Göç eder güneş, meçhul sahillere…

Dündar Sansur

Dökül ey yürek, zaman ağacından,
dökülün yapraklar, kim bilir ne zaman
güneşin kucakladığı, soğumuş dallardan,
dökülün, büyüyen gözlerden dökülen yaşlar gibi!

İngeborg Bachmann

Benim de parklarım var, uzanıver salkımsaçak
üstüme, dalımdan tut, benim de yapraklarım var
güneşli gövdene müjde eli kulağında bahar,
benim de şiirlerim var, aşk konulu, senin
o şehri sevmene benziyor, seni sevmeye
benziyor adamakıllı serserin olana kadar

Haydar Ergülen

Kocamış bir çınar gibi yüreğin
Dallarına hüzün yağar
Kökü yedi kat altında olsa da yerin
Yaprakların güneşe sevdalı

Ali Haydar Timisi

Vakit ikindi.
Gün ihtiyarladı.
Güneş solgun rengini bırakıyor güller üstüne.
Hüzün renkli bulutlar sardı göğü.
Güneşin saltanatı bitmek üzere.
Zevale akıyor ışıklar.
Hatırla ki, sen de bir ömrün ikindisine yürüyorsun.
Tenin soluyor.
Gözlerinin feri çekiliyor.
Öbür kıyısındasın artık nehrin.
Güz yaprakları gibi.
Hem dalındasın hayatın hem de düşmeye hazırsın.
Rüzgârı bekliyor gibisin.
İnceldiğin yerden kopmaya hazırsın.
Hoyrat bir rüzgâr artık zaman.
Şimdi ikindi vakti.
Secdeye koy alnını.
Zamanın Sahibini selâmla.
O’na konuş, O’nunla konuş; dualarını fısılda.
Sonsuzluğa tutun hece, hece.
Şimdi ikindi namazı vakti.

Mevlânâ Celâleddîn

Sen olmasan…
Seni bir lâhza görmesem yâhut,
Bilir misin ne olur?
Semâ, güneş ebediyyen kapansa, belki vücud
Bu leyl-i serd ile bir çâre-i teennüs arar,
Ve bulur;
Fakat o zulmete mümkün müdür alıştırmak
Bütün güneşle, semâlarla beslenen rûhu,
Bu rûh-ı mecrûhu? ..

Tevfik Fikret

… Biz Güneşle birbirimizin sevgilisiyiz. Ne vefalı iki sevgili ! Kimbilir : ben mi ondan ısınıyorum ; yoksa o mu sıcaklığını kalbimden alıyor…

Petöfi Şandor

Hicranınla yanarken ben derinden derine,
Karşında, solan yüzüm gibi, güneş de soldu…
Dalgalar, sürükleyin beni de enginlere,
Kumların arasında ben de bir parça taşım!…
“Ayrılmayız, beraber dalarız derinlere”
Derken, bıraktı gitti elimi arkadaşım…

Şükûfe Nihal Hanım

Kırmızı gelincik tarlalarını kim sevmez.
Bir gömleğim olsaydı ahh! Gelincikler
renginde
Güneş de uçurtmam.
Kim tutabilirdi beni
Satmıştım anasını dünyanan.
– Güneş uçurtmamdı benim, dedim.
– Yalan!

Hepiniz bilirsiniz, Güneş’ten uçurtma olmaz.

Özkan Mert

Olan oldu
Ayaklandık devrildik sarmaş dolaş
Kapattı üstümüze fesleğenin kokusu
Seviştik bir kilimde –mor çizgili–
Yağmurlu bir sokakta bir güneş
Dolaşmaktan yoruldu


Arif Damar

Unutma ki
İnsanlarımız gibi aşkımız da
Kazılarla bulacak kendi güneşini
Cemal Süreya

Güneşe kavuşabilmek için çocuk,
gündüzün boş yere çırpınır durur.
Nihayet, nihayet geceleyin çocuk,
koynunda güneşle beraber uyur.

Cahit Sıtkı Tarancı

olmadı mı en çok onu sevdim
saçlarını kurutmağa yaz güneşi
olmadı mı ellerini sevdim gülüşlerini
ateşler yaktım ısındım karanlığında
yoluma çıktıkça gözlerinin akşamı
ne ürkek ne büyük olduklarının akşamı

Kemal Özer

Ben güneşi misafir ettim odamda
Gittiğinde
Küçük bir ayna bıraktı bana

Şerko Bekes

güneşi topladım
yaprak yansımalarından
gözlük camlarında biriktirip
gecemi aydınlatmak için

kıvılcımlı karanfil kokuyordu

Attila İlhan

Güneşe gideceğiz.

“Sev bizi” diyeceğiz:
“Kirli, yasak, boşyereyiz”.

“Kazan bizi” diyeceğiz:
“Yokluğuz”.

“Tut bizi elimizden,
uçurumun kenarındayız;
it bizi” diyeceğiz.

Bezelerimiz acıyla
salgılayacak.
Güneşe giderken.

Enis Batur

İşte son damlalarını da bırakıyor güneş
Karanlık bastiracak neredeyse
Tırmaniyoruz Yüksekkaldırımı
İyi biliyoruz, sevgimiz de öfkemiz de yalnız bizim olmamalı
Güneş çekiliyor iyice
Ne manzara kalıyor, ne göğün evlerindeki kızartı

Edip Cansever

O bütün tatlı saatlerinde gecenin
Güneş perdelere gelene kadar,
Kollarında bulutlarda gibiyim,

Turgut Uyar

anlamını yitirir yazılanlar
sonunda güneşe tutulmaktan
dokusu çözülmüş
lime lime bir gerçeklik kalır

Murathan Mungan

bilinçaltına eğilip
üstüne yeni doğan güneşin vurduğu
içinden akan denizi gördüm
içimdeki çocukluğu aldırdın

Ümit Aydın

başını cama dayayan çocuk hoşçakal
ben burada kalıyorum güneşin altında
anteni çıkar radyonu aç düşlerini unutma

Ahmet Güntan

Böyle uzaklasmayın benden, yasâdığım günler.
Güneş, getir bir bayram sabahını.
Açılın açılın tekrar
Çocuk dizlerimdeki yaralar,

Ziya Osman Saba

Dağılıyor uyku kokusu gövdenin
dilim meme uçlarına
dokunduğu zaman;
ateşten sapı üzerinde dönüyor ayçiçeği,
bir güneş doğuyor
bacaklarının arasında.

Özdemir İnce

Beni içerine aldın dağ gibi,
Doldun gözlerime bir rüya gibi;
Bende güneş gibi, yüce dağ gibi
İçinde kaybolsam yayla dumanı!

Ömer Bedrettin Uşaklı

dört bucakmış
anlattıklarına bakılırsa dünya
omzun güneş kokuyor demişti
kısa eteklikli kız
o da omzuma bir şey konduracak mutlaka.

İsmet Özel

bana gözümü gör edecek yakıcı bir güneş gerek ya rabbim!
isterim ki bu şiirle sana biraz olsun yakınlaşabileyim

Alper Gencer

Yeter büyüsüne aldandığımız
Güneşin…biraz da yalnızlığımız
Kendi aynasında gülsün, gerinsin
Güvercin topuklu sükût gezinsin.

Ahmet Hamdi Tanpınar

Ve o kadar çok ki kızıl güneş önünde setler

Pablo Neruda

Güneşin batımını, ve uykuda görebilmek ölümü
Ne altınsı bir kederdir- tıpkı şiir sanatı,
Hangisi ölümsüzlük ve belki de üzücü. Şiir sanatı
Sürgit yinelenen ha güneşin batımı ha şafağın sökümü.

Jorge Luis Borges

Bir mayıs çiçeği soldu mu hiçbir çiçek
Başkaldırmayacak vuruşlarına yağmurun;
Çılgın ve ölü olsalar da çiviler gibi,
Başları çekiç gibi vuracak papatyalara,
Güneş batıncaya dek güneşte kırılacaklar,
Ve artık hükmü kalmayacak ölümün.

Dylan Thomas

Nerde bir yalnızlık görse
konuna almaya yetinen Edip
her şeye gecikilir demişti ya
hiçbir şeye yetişilmez
kimbilir, belki de ziyade ciddiye aldım şairi
hayata geciktim, ölüme yetişemedim
istesem kusurumu sırtına yükleyebilirdim
ama ben güneşi seçtim
Adnan Satıcı

Güneş solumda ve dikenlerin yolunu aydınlatıyor.
Çocukluğumla aramda ölüm var.
Ölümle hayat arasına sıkışmış, uykulu, kadim bir tepedeyim.
Annem yoldan gelmiş yol olmuş kardeşime,
Ölümleri gösteriyor. Birlikte ağlıyorlar.
Ben güneşe ağlayacağım. Issızlığına bu tepelerin.

Bejan Matur

Sen, kurumuş çatırdayan
ağacımın çiçeği,
sen, ölümlü yaşamın
tek ve son çiçeği,
soğuk topraktasın
kara toprakta;
artık ne güneş seni neşelendirir
ne uyandırır aşk seni
Giosue Carducci

Ya ben! her geçen gün başımı daha bir eğerek,
Tatlı ışıkları altında güneşin, titrek,
Şamatanın ortasında çekip gideceğim,
Sonsuz yeryüzünden hiçbir şey eksilmeyecek.

Victor Hugo

Yüreği kabarmış bahçenin güneş altında.
Boşalıyor bahçenin zihni usul usul
yeşil anılardan!
Furuğ Ferruhzad

Ey dil ile söylenen söz
Ben ne vakit senden kurtulacağım da
Mârifet güneşinin nuru ile gerçek Padişah’ı bulacağım,
Dilden de, kıt’adan da, şiirimden de bıktım artık

Mevlânâ

Kötü alışkanlıklarım yok, sessiz
Sedasız okuyorum denizi, taşı,
Deniz kabuklarını, kamaşıyor gözüm
Güneşin terazisinde, akşam saatlerinde
Ahmet Ada

Güneş gözlerime gelip de merdiven titrerse altımda ve tuğlaları da
yanlış yere koyarsam, anla ki seni düşünüyorum.

Carl Sandburg

Gidersem bir ince silüettir hatıraların kalbi
Gelmek gitmemektir derim
Gidememektir bakışının düşmediği yere
Geceye, gündüze ve güneşin doğduğu yere.
Erdal Çakır

Ah, bilemezsin hâlâ, o hatıra güneşler,
Yalnızlığının karlı vadisinde dinlenen adam.

Arif Damar
Burada
ılık güneş, dingin deniz, serin rüzgar
aldatmasın seni:
Tufan
bekliyor orada seni.
Oruç Aruoba

Artık güneş görünmez olur, gök bulutludur,
Rahatça dal, ölüm sonu gelmez bir uykudur.

Yahya Kemal Beyatlı

Durmuş saat gibiydi durup geçmiyen zaman.
Donmuş sükût içinde güneş görmiyen cihan.
Yahya Kemal Beyatlı

Güneş solumda ve dikenlerin yolunu aydınlatıyor.
Çocukluğumla aramda ölüm var.
Ölümle hayat arasına sıkışmış, uykulu, kadim bir tepedeyim.
Annem yoldan gelmiş yol olmuş kardeşime,
Ölümleri gösteriyor. Birlikte ağlıyorlar.
Ben güneşe ağlayacağım. Issızlığına bu tepelerin.
Ve yanımda soyunmuş derisiyle bir yılanın, çok istese
Lapis olacak mavi bir taşın rehavetiyle bakınıyorum.
Neresi yurdum?
Güneş belki de.

Bejan Matur

Kim daha çok etkiler toprağı
insan mı, güneş mi?
Pablo Neruda

korkuyorduk… yalnızdık şaşkın ve şaşırtıcı
bir basmada desendik… tek tek ve bütün
tenimize güller döşerdi güneş turuncu adımlarıyla
genç kız nefesi kadar sıcak
sıcaktı hazirandı yazdı
çıplaktık… zamanı atmıştık eski bir giysi gibi sırtımızdan
zaman yoktu…

Emre Gümüşdoğan

Şiir aniden gelir
Mayısta yağan kar gibi,
Güneş çarpması ya da aşk gibi.
Blaga Dimitrova

Gökler yıkılmış, can dağlarına kar yağmıştır
Güneş ansızın infilâk edip kararmıştır 

Nurullah Genç

Sen, kurumuş çatırdayan 
ağacımın çiçeği, 
sen, ölümlü yaşamın 
tek ve son çiçeği, 
soğuk topraktasın 
kara toprakta; 
artık ne güneş seni neşelendirir 
ne uyandırır aşk seni
Giosue Carducci

Bizse ılık güneşlerde
yorgun bir arzu ruhları sardığında,
çiçekler açtığında ve
döndüğünde cam gözlü Proserpina,
Bizse, seni düşüneceğiz, delikanlı,
dönmeyecek olan seni. Gümüşsü ay ışığında
nisanda geçecek gözümüzün önünden
sevdiğimiz hayalin bizi selamlayarak.

Giosue Carducci
ve kestane renkli ışıl ışıl saçlarının arasındaki
körpe yanağını; güneşten daha güzel
düşlerim, hale gibi,
sarıyordu seni, narin kadınım.
Giosue Carducci

Yakında Güneş’in yanından geçip gidecek.

Kenneth Rexroth

İnsan tutkusudur, ona benzer 
Yaşken güneşle dağlar gezmiş…
Mahmut Temizyürek

Değil mi ki zerre kadar aşk verdin, 
Lütfettin de başımı güneş gibi yücelttin.

Şeyh Galip

akşamları aynı yerden güneşi izlerdi hep 
ve korkardı ölmekten
Tuğrul Keskin

Gelirsin sen, uyandırırsın bende çok eskiden öğrenilmişleri!
Onlardır onlar hala! hala çiçeklendirir güneş ve neşe sizi,

Friedrich Hölderlin

Ve dolaşırken göz kamaştıran güneşte
hissetmek hüzünlü bir hayretle
nasıl da benzediğini, hayatın ve acılarının,
üstü cam kırıklarıyla kaplı
şu duvar boyunca yürümeye.
Eugenio Montale

Kalbim bir kuş gibi, hür ve şen şatır
Uçuyordu kanatlar gergin; halatlar gergin
Ve gemi kayıyordu, ışık saçan güneşin
Sarhoş ettiği melek, sularda ağır ağır.

Charles Baudelaire

Kimin dikkatini çeker küçücük bir bulut
güneşi kapatmadan önce?
Kemal Özer

Geniş kalçasıyla güneş yürüdüğümüz denizde
Isısını veriyor görülmeyen biçimde

Ahmet Ada

Bir kuş havalanıyor su birikintilerinden,
Denize doğru uçuyor,
Bakıyorum ardından hüznüm dağılıyor,
Güneş sünepe bir bulutu aralıyor.
Yanımdaki masaya bir genç kız oturuyor,
On yedi on sekiz yaşlarında.
‘Ne çıkar’ diyorum kendi kendime,
‘Güneşli bir ikindi değil mi yaşlılık da?’
Ahmet Ada

sabah-ı şerifin hayrolsun ama 
diyorum kendime
her sabah güneş 
yeniden yerinden 
çok şükür geldiğinde

Fatma Şengil Süzer

Büyük konuşmamalı insan birgün yenilebilir
ıssız bir patikanın dar bükümünde
neler bekler insanı kimler karşılar
belki güneş yağmuru belki çığ
Ahmet Satıcı

İşte bu yağmurun ilkidir diyorum
Güneş doğacak birazdan ıslaklığımıza
Eskitecek çok kaygımız var
Yürüyecek çok yolumuz
Oysa ben
Bismillah demeyi ve seni seviyorum

Hicabi Kırlangıç

Güneşin yeni doğduğunu sana haber veriyorum
Yağmurun hafifliğini toprağın ağırlığını
Sezai Karakoç

Hiç işin olmasada öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa…

Can Yücel

Sonuç daha bir güzel olacaktır.
Yağmur bulutları ile kaplı gökyüzündeki bir aralıktan
Gelen güneş ışığı, kasvetli tepelerin üzerinden
Ansızın süzüldüğünde…
Heidegger

Ve çiçekler arasındaki erik ağacı 
Güneşe ve yağmura dikmiş gözünü –
-Güneş ki olduracak meyvasını
Yağmur ki besleyecek meyvasını
Meyva ki sürdürecek erik ağacını
Ağaç ki çiçekler arasında
O ben’im işte

Zareh Yaldızcıyan

Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Can Yücel

kendimi çok ölü hissediyorum bugünlerde
bir güneş düşüyor bir yağmur damlıyor

Eren Safi

Eylül gölgesi düşmüş güneşe
Ağlamak bir şey degil
Hançer sokuyorlar adamın sırtına
Murat Kapkıner

bütün sabah
seni taşıyıp durdu ezanlar
tepeden tırnağa içime
kar topluyordu güneş
dağlarımın sırtında inceden

Esra Balaban
Sert bir alkol gibi yaşamını içtin sen
Elveda yüreğim
Elveda
Boynu vurulmuş güneş
Guillamue Apollinaire

Çarşamba
Öğle üzeri, güneş sol yanımı ısıtırken

Emine Okumuş

İnsanların canı havaya benzer, tozla karıştı mı gökyüzünde perde olur, gökyüzünü göstermez.Güneşin görünmesine mâni olur.
Mevlana

Küçük serinlikler bağışladın sen bana; 
Güneşli havalarda, hızla 
Bir ağacın altından geçersin ya. … 

İbrahim Tenekeci

Aklım uzakta kaldığı günleri saymakta,
Rûhuma sisli-dumanlı bir kasvet yaymakta;
Göster çehreni ki, güneş gurûba kaymakta..
M. F. Gülen

bir toprak sıcaklığı: bir yaşam soluğu
onu da ısıttı güneş ve şimdi çıplaklığında
en tatlı yaşamını keşfediyor,
gündüz yitip giden ve toprak tadında.

Cesare Pavese

Bütün ışıkları yanıyor üzüntümün 
Gitmek istemezken gittiğim o yer 
Güneşin yok saydığı çelimsiz günler, 
Bir anlık öfkeye verdiler beni; 
Dünya zemin kat, yüksek kader…
İbrahim Tenekeci

Bir kadın bir adam aynı şeyi yapıyor
Ben birazdan kalkıp Sirkeci’ye gideceğim
Sevgilim trene binip gidecek
Bir zaman hiç güneş doğmayacak sabah olmayacak, bir zaman dünyada değilmişiz gibi korkacağız.
Bunlar hep olacak ruhum

İlhan Berk

Güneş de böyledir – güz geldiğinde 
Açık havada da göstermeliktir, 
Ama yazın puslu günlerde bile 
Dünyayı ısıtır ve yaşam verir.
Nikolay Alekseyeviç Neksarov

Ve, hiçbir şey, ne oda, ocak yada sevginiz,
Sarmaz beni denizde parlayan güneş kadar.

Charles Baudelaire

Hüseyin gece bir vakit
dokunmak gibidir güneşe,
eski yarasını Kûfe’nin
yıldızlar basmadan önce
Hüseyin Ferhad

Yağmurlar da diner ölür gibi sonunda
Tükenir gece, yıldızlar söner, güneşi çağırır hüzün.

Adnan Satıcı

sondur bu akşamlar, geceler diriltir beni
bir kuşun sesinde
sen nerdesin hepimiz nerdeyiz
güneş oyalıyor ikindiyi
bir kuş sesinde
kuşla mukayyet değiliz
Turgut Uyar

Heyhat doğu batı güneşinden ayrı ve yalnızım
O ay yüzlüden sonra tarümar olmuş mülküm,karanlıkta kalmışım

Ehmedê Xanî

Yer yarılır, açılır denizlerin dibinde bir uçurum
Fırtına sonrasında güneşin parlak ışıkları;
Ağrısız ve dingin
Ruhum kendi kendini dokuyor orda
Eğiliyorsun kayanın kibirli başına,
Ve düşüyorum bitimsizliğine, yine o kanlı uçurum!
Delmira Agustini

Kesiğinden kan sızıyor incecik yüreğimin
balkonuma yuva yapan kırlangıç telaş içinde,
aşk yorgunu denizde mor köpüklü sular duruldu
güneşin türküsü duyuluyor uzaktan,sabah oluyor
ışığı sönüyor iskeledeki yorgun fenerin

Bülent Güldal

Senle yaşadığım günler 
Gümüş bir çevre oldu ömrüm 
Değince güneşine 
Can Yücel

Asaletin yeri yoktur gerçi hayatta, 
En asil şey seni buldum kainatta, 
Güneş gibi ne bin türlü ışığın vardır, 
Ne de süse, gösterişe baktığın vardır. 

Sabahattin Ali
Neye yarar hatırlamak,
Neye yarar bu cılız ışıklı bahçelerde
Hatırlamak geçmiş şeyleri,
Bu beyhude akşam bahçesinde
Kapanırken üstümüze böyle
Zaman çemberi
Hatırlıyor yetmez mi
Güneşe uzanan ellerimiz!
Ahmet Hamdi Tanpınar

Ve benim gözlerimle bakanlar güneşe

Ahmet Hamdi Tanpınar

Güneşin rüzgarına gerilmiş  
                           bir badem ağacı gibi…  
Can Yücel

Yaz güneşi dinlenmek istedi.
Çınarın gölgesini seçti.

Süreyya Berfe

boğazımı yakan acı bir imgedeyim
güneşi anımsamada,
ve orada durmakta
ama orada kaybolmaktayım
ah! öfke için geç,
çok geç öfke için
durgun gölü bulandırmak gerek…
Birhan Keskin

Bütün güneşler, içinde doğup içinde batan biriydim
Kekeleyen bir yaşamın hecesinden gelmiştim sana.

Şükrü Erbaş

Gözyaşı tufanıyla taşıp gidiyor ovalar.
“Nereye bu göç?” diye sesleniyorum kuşlara.
Bakıp bakıp arada açan geçen güneşlere,
Karım bana soruyor: ” Sana ne oldu? Neyin Var?”
“Hiç” diye susuyorum. Ama bir hoşum, avara.
Ahmet Muhip Dıranas

Senin güneş yüzünün aydınlığı karşısında,
Feleğin güneşi sanki küçük bir kelebek!

Baba Efzel

Adamın kafasında koskoca bir güneş var diyorum ben
Erdem Beyazit

Geceleri Güneş nereye gider?
Sen
Nereye
Gidiyorsun?

Osman Serhat Erkekli

yüzümü güneşe çevirip terli avuçlarımı 
kurutacağım
uzayan tırnaklarımı ve saçlarımı seveceğim
Yasin Erol

Sabah olmuştu, ve penceremin kepenkleri arasından
Gönderiyordu ilk ışıklarını güneş
Kör karanlık odama;
Uykum daha hafiflemişken
Ve daha da tatlılıkla gözlerimi gölgelerken,
Beliriverdi yanıbaşımda ve baktı yüzüme
         o kadının hayâli

Giacomo Leopardi
yeraltı nehri
gün yüzüne çıkar
durmadan şaşırarak
yaşadığına
ve öldüğüne
bir pınara dönüşüp
güneşe kavuştuğu yerde
Atılcan Saday

– ki yanılgı
silinsin reçetemden
sevdama güneş değsin –

Emre Gümüşdoğan

Yer yatağında iki sevgili! 
Çokça zaman 
Türkü çığırıp 
Umut bestelemişler 
Sırtlarını dayayıp soğuk peteklere… 
Heyhat.. 
Zaman yine yapmış yapacağını 
Bir sabah ayrılığı işlemişler 
Doğan güneşe..
Okan Savcı

çünkü sağlıklı bir güneşe taparsın sen
her bir ışını şiir yazanlara umut ve hüzün veren

Turgut Uyar

Ortalık karardı, serinledi birden,
güneşle benim aramdan geçti kocaman bulut.
Ekaterina Yosifova

Güneşin korkusuyla, gizlendim elbisemin ardına.

Yu Hsuan Chi

boş ev
sıkıntılı ev
gençliğin baskınına kapalı ev
karanlık ev ve güneşin hayali ev
yalnızlık, fal ve kuşku evi
perde, kitap, dolap ve resimler evi
Furuğ Ferruhzah

Güneşin sıcak cilası
Kapladı yakın ormanı, köy evlerini
Yatağımı, ıslak yastığımı
Ve kitaplarımın arkasındaki duvarı.

Boris Pasternak

Sakınarak gözünden şafağı ve evreni
Öyle olacaktır, öyledir dalaşımız güneşle.
Öyledir, öyle başlar yaşamak, dizelerle.
Boris Pasternak

Ve sen yanımda benim bir soluyan bir geniş tarla gibi 
Bir güzel kış güneşi altında bir dökülmüş yapraklar içinde 
Üstüne senin üstüne güneşi genç güneşi okşayan kışın 
Ah başına kadar yılın 
Kıskanırım güneşi ben düşüncelerini ben

Nereye gittin ki dökülmüş yapraklar arasında 
Güzel kış güneşim ey güzel kış güneşim 
Dokunduğu şeyin rengine giren 
Öyle genç kara ve yeşil 
Gölge ağaç hava güneşim

Aragon

Ve o şarkının sesi 
Güneşin temiz ve kızıl ışınları gibi
Yankılansın yüreğimizde
Kavalım 
Sensin vatan aşıklarının kederlerini dağıtan
Celadet Elî Bedirxan

Yağmur… Ne değeri var
Düşmese güneş üzerine
Yerdeki çiçek demetinin?

Ebdulrehman Mizûrî

Sahi, 
unutmuşum, 
güneşimi vurdular
tam alır yerinden yemiş kurşunu güneş
melekler her ahından bir cehennem yontarlar
güneş ki masum kadınların iffetine eş
göklerin maksadı ne ki kırılıyor gerdanlar
neden beni okşayan melekler uykudalar
sahi, 
unutmuşum, 
güneşimi vurdular.
Mustafa İslamoğlu

İkiye bölünmüş kalbim, 
Tutuşmuş ateşiyle aşkın. 
Alev alev yanıyor, nereye sığınsın? 
Zincirlere vurulmuş kalbim, nereye kaçsın? 
Eriyip tükeniyor, güneşe tutulmuş balmumu gibi; 
Yaşıyor, ama ölümle kol kola, çırpınıyor çılgınca. 
Dualar ediyor, atabilmek için bir iki adım daha, 
Ne çare ki, bu cehennemlikte yanıp kavrulacak; 
Vay bana ki, burası benim yerim olacak!

Jacopone de Todi

Güneş yok burada.
Kendimi çıplak hissediyorum
gölgesiz
ve de kadınsız.
Kendimi çıplak hissediyorum
kendimsiz.
Faraj Bayraktar

Tek tek kalktı eşyamız, ahşap ev bomboş kaldı;
Güneş gözünü yumdu, has odamız loş kaldı…

Necip Fazıl Kısakürek

Kim ki güneşe sürekli bakıp durur
Siyah bir lekenin uçtuğunu görür
Gözlerinde, çevresinde ve havada
Gerard de Nerval

Ah, zaman yorgunu günebakan,
Güneşin adımlarını sayıyorsun.

William Blake

Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan,
Güneş kucağındadır, bilemezsin. 
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür, 
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın. 
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın. 
Uçar gider, koşsan da tutamazsın…
William Shakespeare

Soğuk kış gecesinde 
Güneşin ocağı da 
Yanmıyor kandilimin sıcak ocağı gibi,
Ve ne ışık saçıyor kandilim gibi
Ne de gökte parlayan soğuk aya işliyor ışığı.

Nima Yusiç

Sen ey, o uykulu savaşçı, kumlar üstünde,
Yorgun bir su ısıtıyor güneş saçlarında
Ve bir günlük yakarak düşman yanağında,
Karıştırıyor bir aşk içkisini gözyaşıyla.
Stéphane Mallarme

ama bilirim titreşti ürkünç gece,
gelen gün kadehlerini şarabıyla doldurdu
ve güneş, o tanrısal saltanatını kurdu.

acımadan soluk almadan sardığında beni aşk
kılıçlarıyla yarıp beni dikenleriyle
yanık bin yol açardı yüreğimde.

Pablo Neruda

Ey gece sen de aldatıldın 
Sana da tuzak kurdu yüzü güneş parıltılı kız
Cahit Zarifoğlu

Çekilirken bir çınarın burcuna 
yüzünün gölgesi olan güneş bayrağı, 
bir adam çam iğnelerinden bir çelenk koyar 
kayanın dibine, bir gençlik anıtı olan kayanın. 
Sonra ağır ağır ağaca dönüşür 
Geleceğe ve sonsuzluğa uzatır yapraklarını 
sürgünde bir kıral gibi, ülkesi olmayan 
Bırakır kılıcını toprağa 
rüzgar ve büyüyle gelen adam 
Geriye uzak bir uğultu kalır ve kimsenin yak basmadığı bir orman.

Onat Kutlar

Sen de bilirsin hüznün incelmişliğini,
Fırınında değil, mezecilerinde bulunur kalbimizin, 
Oysa keder, kara ekmek gibi zorunlu nerdeyse…
Senin verdiğin hüzün kedere dönüşüyor gitgide.
Sabah güneşi vuran doruklardan,
Pembe rengi sildim şimdiki halde…
Tipiyi çağırdım, göz gözü görmesin yine.
Gözlerime ilgisizlik bulutları ardından,
Kış güneşi gibi soluk, serin bak.
Her zamanki bakışınla muhakkak,
Özlem bulutu çözünür, taşkın olur.
Sabah güneşi vuran doruklardan,
Pembe rengi sildim bugünlerde;
Dağdan kereste kesemem bunu bekleme,
Kafeste kuş beslemek de değil bana göre
Son nefesine yetişmeyi düşler miyim,
-Tanrı beni korusun-
İlgisizlik bulutları ardından,
Kış güneşi gibi soluk bak gözlerime.
Tipiyi çağırdım göz gözü görmesin yine;
O güzelim bakışın kesinlikle
Eritir buzulları taşkın olur.
Ömür vâdisinin sona erdiği uçurumda,
Duygu nehri çavşanlaşır ve korkunç coşkun o
Hüsrev Hatemi

Meltem öpücük aldı benden binlerce
Binlerce öpücük bağışladım güneşe
Senin gardiyan olduğun o zindanda
Bir tek öpücükle sarsıldı bir gece varlığım

Furûğ-i Ferruhzâd

Değer kıyımlarına en soylu yanıt 
şarkıyla 
güneşe köprü kurmak.
Türkan İldeniz

Güneş damlası kızlar geçiyor yoldan. 
Ne ki ben eski moda biri. 
Serinletiyorlar alnımı saçlarının rüzgârıyla 
ve. geçip gidiyorlar..

Liçezar Elenkov

ah, kim bilir, kim 
bir zamanlar, daha ben ben olmadan önce, benim de 
böyle bir limandan yola çıkıp çıkmadığımı, gün doğarken 
güneşin eğik ışınları altında bir gemiyle 
bir başka limandan ayrılıp ayrılmadığımı? 

Fernando Pessoa

anlaşıldı, zaman yok nesneleri sevmeye
güneşin kalbine girmeye zaman yok
Baki Ayhan T.
Güneşe Ait Çocuk

Güneşin arkasında görünen çocuk,
eliyle güneşi gösterir durur.
camlar arkasında düşünen çocuk,
hırsından camlara yumruk savurur.

Camlar arkasında bekleyen çocuk, 
üç mevsim güneşin seyrine dalar;
ve kışın güneşi özleyen çocuk,
diliyle buğulu camları yalar.

Güneşe kavuşabilmek için çocuk, 
gündüzün boş yere çırpınır durur.
Nihayet, nihayet geceleyin çocuk,
koynunda güneşle beraber uyur.

Cahit Sıtkı Tarancı

sen güz güneşinde,sanki kanadı kırık bir kuş, 
konmuştu bahçeme, 
ona şefkatle eğilirken 
pır diye uçtu birden 
kırık sandığım kanatlarındaki sahtelik, 
ve, inancımla birlikte.
Ahmet Muhip Dıranas

güneş alçaldığında biraz dur
düşlerini anımsa
düşlerine adadığın hayatı
içinde rüzgârın soluğunu duy
ve düşlerin bilediği kılıcını al

Ayten Mutlu

Unutmak kolaydır suçlamak kolaydır
Aslolan beslenip bir gül fidanı gibi
Yaşamın yapraklarıyla geçmişin toprağından
Bir gün bile yitirmeden bulutlar içinde
Güneşin yolunu
Geleceğe güller sunmaktır
Geleceğe güller sunmaktır..
Şükrü Erbaş

Mutluluk toprağın ve güneşin eline bakardı.

Şükrü Erbaş

Artık ben gideceğim ata eyer vuruyorlar 
Hatıralarımı birer birer yakacağım 
Entarimi parça parça edip 
Zehirli kirpilere bırakacağım 
Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp 
Göğsüme siyah bir gül takacağım 
Batan güneşe doğru kurşunlar sıkıp 
Kendimi boşluğa bırakacağım
Sezai Karakoç

Dünya duruyor yerli yerinde
Kendi ekseninde dönüyor herkes
Bir ben miyim pervane yörüngenizde
Uydusu kölesi olduğum güneş

Vüs’at O. Bener

ağaca tutunan yosundum o zamanlar
güneşe yekindim de
ardıma gölgem bile düşmedi
Adnan Satıcı

elbet sığ yanlarım vardır benim de
işlemeye vakit bulamadığım, zamanın yetmediği
ya da başka şeyler
diyelim güneşle aramıza giren kara bulutlar gibi
şu mevsimsiz iklimler
yoksunsa küçük şeylerden, gündelik ayrıntılardan
hayatım ve şiirim
her sevdayı bir masal, her masalı bir destan
gibi yaşıyorsa yüreğim
gözlerimi sıklaştırıyorsa demir parmaklıkların gölgesi
duyarlığım mecbur geziniyordur şimdi
o mağrur dağ doruklarında
demek ki ne denli dirensek de sevgilim
tarihle yüzleşsek de
bitmeyecek bu kavga, bu feodal kasırga
demek ki
hükmü sürmektedir dağların coğrafyada
üzgün müyüm, dedin?
yoo, hayır merak etme sen beni

iyiyim, iyiyim.

Murathan Mungan

Hangi sokağa girsem
Sonunda, kendime çıkıyorum gene
Üzgün bir kuşla üzülen bir gökyüzü üstümde
Ağzımın kenarında
Yılların kırgınlığıyla dolu
Üsküdarca bir gülümseme
Geri verecekmiş gibi eski sevincimi
– Günde kim bilir kaç defa –
Ha doğdu ha doğacak
Diye diye beklediğim güneş
Karşılayabilir mi sahi
İçimdeki beklentimi
Ali Asker Barut

Şiir aniden gelir
Mayısta yağan kar gibi,
Güneş çarpması ya da aşk gibi.

Blaga Dimitrova

Bir güneş saatiyim ben kendi halimce
Bir güne bakanım belki de, doğudan batıya dönerim
Alnı gökyüzüne dönük bir güneş çocuğu…
Ahmet Erhan

Güneş, daldan dala sıçrayarak yürüyor
Bir neden var mı mutlu olmamam için?
Daha ne kadar yaşadım ki şunun şurasında
Adını biliyor muyum bütün çiçeklerin?

Ahmet Erhan

kadın baharsız bir tomurcuk
cehennem içinde cennet arıyor adam
yağıyor da yağıyor yağmur / inceden
diz çöküyor yağmura toprağın çatlamış bedeni
diş ağrısı gibi zonkluyor, çekiliyor, af diliyor
ne ay güneş’i özlüyor, ne güneş ay’ı geri istiyor
araya bulutlar giriyor
yüzler paramparça, diller alev saçıyor
olduğu yerde kırılıyor aynalar
Fulya Codal

Benim güneşimden öteye kimse gidemez
Benim güneşimin üstüne doğmadığı yaşam yaşam değil

Sezai Karakoç

Hangi umuda sığınsam,
Döker yapraklarını bir bir,
Solar bütün kardelenler, payıma öksüzlük düşer yine.
Göç eder güneş, meçhul sahillere…
Dündar Sansur

güneşi, gece de görecek daha iyi bir yer düşünüyorum.

Tuğrul Ediz

Bu güneş ki her şeye bir soluk kazandırır, 
Hiçbir zaman tümüyle yitip gitmedi gözden, 
Tümüyle batmadı gizlendiği tepelerden. 
Victor Hugo

Dökül ey yürek, zaman ağacından, 
dökülün yapraklar, kim bilir ne zaman 
güneşin kucakladığı, soğumuş dallardan, 
dökülün, büyüyen gözlerden dökülen yaşlar gibi!

İngeborg Bachmann

Ellerinin renginden anlıyorum güneşi 
Aşksız güneş rastlantısal bir ömür 
Aşksız güneş bu yarın’sız bir dündür
Louis Aragon
Güneş gurup etti… oda karardı… 
Bir anda yok oldun sen hayal gibi. 
Şimdi düşünürüm senden ne kaldı.. 
Gönlünde hatıran kara hal gibi…

Bahtiyar Vahabzade
Ben bu iskelenin süryanisiyim
giden gider
bana kalır güneşin kızıllığı
herkesi uğurlayan o uğurlanmaz hüzün
ayırmaz kıyısından içimdeki korsanı
Ali Ayçil

Dostum yaşlandı ve kendine yetmiyor artık 
Geçenler hep aynı yağmurla 
güneş aynı ve sabah bir çöl 
Yorulmaya değmiyor. Ve mehtapta dışarı çıkmak 
bekleyenin yoksa değmiyor.

Cesare Pavese

Yaralar sabah. Bu ıslak kumsalda 
ağlara’ve taşlara takılarak sürünür güneş. 
Çıkar dışarı adam bulanık güneşte, yürür 
deniz boyunca. Vurup kıyıya artık yatışmayan 
köpüklere bakmaz bile… 
Cesare Pavese

nedir günbatımı? 
güneşin bedeninden dökülen ter.

Adonis

Güneşin batımını, ve uykuda görebilmek ölümü
Ne altınsı bir kederdir- tıpkı şiir sanatı,
Hangisi ölümsüzlük ve belki de üzücü. Şiir sanatı
Sürgit yinelenen ha güneşin batımı ha şafağın sökümü.
Jorge Luis Borges

ve sen bir güneşin daima şakıdığı şarkısın
işte kimsenin bilmediği en derin sır

e. e. cummings

Nasıl olsa bir gün eriye eriye tükenecek Güneş,
nasıl olsa düşeceksiniz bir kaldırıma, severken
ya da koklarken bir çiçeği, bir mektubu okurken ya da
bir parkta güneşlenirken, çocukların oynaştığı bir sıra
(sevgi, o yabanıl dağ geyiği, kaçar durur sizden)
Ali Püsküllüoğlu

onlara bir güneş çiziyorum
siyah
bahar yapıyorum
gri
‘elimden gelen bu’
kar
kara yağıyor defterlerimde
her eylül giden leyla
kötü
çok kötü
eylül müsveddeleri birikiyor
gene cebimde

Murat Kapkıner

Tüm yaşamımın belki en güzel şeyiydi
Yatak örtülerinde sabah güneşi
Ataol Behramoğlu

güneşin ortasında karanlık olmak gibi
kuruyan bir denizde sessizce yanmak gibi
ıpıssız bir evrende tek canlı kalmak gibi
bu çılgın yalnızlığın bir tanımı olmalı

Ayten Mutlu

çaresizliğim gün gibi aşikar 
su olup çesmelerde akan güzelliğin 
inceliğin ışık ışık yüzüme vuran 
sen güneş kadar sıcak 
tabiat kadar gerçek 
Ümit Yaşar Oğuzcan

Kumsalı avuçlayıp okyanusu tanıdığımı anlattım
bir denizatıyla yaşadığım düşünsel serüveni
güneşin tenimde nasıl dolaştığını ve unutturduğunu yalnızlığımı
dağların ucuna konup konup kalkan bulutu anlattım

Zerrin Taşpınar

Yolculuk, her zaman düşündüm onu;
İçimde bu azgın davet ne demek?
Oraya, neredeyse güneşin sonu,
Uçmak, kayıp gitmek, kaçıp dönmemek.
Necip Fazıl Kısakürek

İyice yaklaştı bana büyük karanlık. 
Artık ne kibri nâzırın, ne kâtibinin şakşağı. 
Tas tas ışık dökünüyorum başımdan aşağı, 
güneşe bakabiliyorum gözüm kamaşmadan. 
Ve belki, ne yazık, 
hattâ en güzel yalan 
beni kandıramıyor artık. 
Artık söz sarhoş edemiyor beni, 
ne başkasınınki, ne kendiminki.

Nazım Hikmet

tılsım tamamlanıyor 
dudaklarımdan sızan erkek sütünün kara büyüsüyle 
sevgilim oluyorsun 
uyuyor ve yıkanıyoruz ay ışığında 
bakıyorum güneş iniyor yüzünün alacakaranlığına
Murathan Mungan

Allahaısmarladık Allahaısmarladık

Boynu vuruk güneş

Guillaume Apollinaire

Kalbim, göller bölgesindesin
Ne olur gölgeli yollardan yürü
Başında bir şapka güneşten sakın
Gözlerinden okuyorum acını
Bir aile yangınında testilerin kırılmış
Kavrulmuş gitmiş sanki çocukların
Ergin Günçe

Kıyıda tahammülfersa çay bahçeleri,
Sıcak ve güneşte parlayan semaverler 
Bu olmayacak..böyle gitmeyecek bu 

Hüsrev Hatemi

Kırmızı gelincik tarlalarını kim sevmez. 
Bir gömleğim olsaydı ahh! Gelincikler 
renginde 
Güneş de uçurtmam. 
Kim tutabilirdi beni 
Satmıştım anasını dünyanan. 
– Güneş uçurtmamdı benim, dedim. 
– Yalan!
Hepiniz bilirsiniz, Güneş’ten uçurtma olmaz.
Özkan Mert

Hızla akıyor yaşamım güneşe doğru.

Özkan Mert

başını cama dayayan çocuk hoşçakal
ben burada kalıyorum güneşin altında
anteni çıkar radyonu aç düşlerini unutma
Ahmet Güntan

Sen ey kendiyle yetinen! 
Artık suyumuz bulanık, 
bir güneş bile olsa sonunda, 
yolumuz kırık, önümüz karanlık 
ve ağır tuğrası alnımızda 
padişah yalnızlığın, 
ama yine de umudumuz kalabalık…

Metin Altıok

Öğle vakti oturunca kulübemin önüne
Birden bire gördüm güneşin parlaklığını
Han Şan

kırgındırlar,
yorulmuş düşüncenin ağırlığından.
güneşin ışığını ararlar, öyle sıradan,
herkesi ısıtan, ama bulamazlar. artık ondan

Ahmet Güntan

Aşklar öyküleriyle güzeldi eskiden, şimdi
her aşk bir öykü arıyor kendine; 
ah benim uman bulunmayan umarsızlığım! 
Kadının biri ısınma umuduyla dolaştırıyor 
koynunda ellerini, adam apış arasında 
arıyor güneşli günleri. Çile yurdu ömrüm 
benim, komşudan soruyor adresini!…
Hüseyin Atabaş
Güneş Yanığı

yüzümdeki leke arzu güneşinden hatıra 
sesimdeki girdap 
içimden sökülen kökdala
uzun geceler bazen böyle 
gövdeme vura vura içerden 
uyandırıyorum ya kendimi Necati! 
rüyada bana görünenler olmasa 
beni uykuya götürenler olmasa 
tekrar nasıl dönerim ben kendime Necati!
suçluluk izin vermiyor özgürlük duygusuna 
günışığına çıkınca kamaşıyor göz 
bakarken güneşin utkusuna
akın var akın, içimden akın 
beni güneşe götürüp yakın 
güneşe varamayanlar 
güneşin uykusuna yakın
sökülerek gidiyor insan 
boşluk halinde her durak düşerken benzine 
kökleri iç açılarının toplamında 
biriken bir krizle gidiyor 
öyle akarak dipten dalın benzine 
baksalar alevalır, ağır alev 
baksalar güneşini yitirmişin benzine
doluluk yok bizim gecemizde 
içimizde büyürdü güneş 
sayrılık hatırlamadı uykusunu sesimizde 
çok seneler geçti, geçmedi 
öyle memnun ki yerinden 
sadece “keşke”lerdi beliren gönümüzde
böyle çıktıkça dünyadaki yerimden 
gölgeler neden kısalıyor içimde 
bilen yok ne yapacağımı kaygı belirdiğinde 
kefilim yok! yok kelimelerden başka 
yok olan bu güneş tutulmasında 
şimdi tekrar nasıl dönerim ben kendime
Bu cıvayı kim koydu kalbimize Necati?

Yücel Kayıran

Güneşin sevincini
Yıldız mezarlarına gömdüm

Şükrü Erbaş

Ah herşey burada kalıyor demek
Bu içimizi ısıtan güneş,

Mevlana İdris Zengin

Sakın
Güneşin sarı benzine
dalıp
bakma

Büyüler
seni.

Ahmed Şamlu

Şu sıralar çiğnenmiş bir vasiyet gibi üzgünüm.
Anladım ki, adına dünya denilen şey, bana göre değil.
Bütün ışıkları yanıyor üzüntümün
Gitmek istemezken gittiğim o yer
Güneşin yok saydığı çelimsiz günler,
Bir anlık öfkeye verdiler beni;
Dünya zemin kat, yüksek kader…

İbrahim Tenekeci

Ağarmayan saçımı güneşe tutuyorum

Sezai Karakoç

Bakakaldık bakakaldık bakakaldık bak gücümüz
Sessiz kalmakla ıssız kalmak arasına sarkıtıldığımız kadarmış
Yıldızların zillerini çaldıramıyoruz karanlık bastırınca
Acı gün yasa kesiyor vurduramıyoruz güneşe gongunu
Bir sevişme fasılasından santur imal edemiyoruz

İsmet Özel

Bana güneşinizi üfleyin, üşüyorum yokluğunuzdan!

Engin Turgut

Ve senden bütün istediğim
Ümit dolu güneşli bir gün,
Sevgi dolu bir kucaklayış

W.Blake

Daha önce kimse izlemedi beni, şimdi izlenirim.
Döner laleler bana, ve ışığın günde bir kere yavaşça
Bollaştığı ve yavaşça azaldığı pencere ardımdadır,
Ve görürüm kendi kendimi, yassı, gülünç, güneşin gözüyle
Lalelerin gözleri arasında kesilmiş bir kağıt gölgesi gibiyim,
Ve yüzüm yok benim, kendi kendimi yok etmek istemiştim.

Sylvia Plath

Kalbimin doğusu,
her resme güneş çizen bir çocuktu.

Didem Madak

Yıllar geçti… Neden sonra anladık:
Yüce olan, bağışlayan tek biziz!
Her kadehte kalan tortu sevgimiz,
Her yerde o güneş, hep o aydınlık…

Ümit Yaşar Oğuzcan

düşün ki o an
güneşli güzel günlere inanan
mutlu bir yusufçuk havalansın

ölüp dirildim yeniden
güneşli güneşsiz akşamlarda

Nevzat Çelik

Nur topu günlerin kanına girdim.
Kutsi emaneti yedim, bitirdim.
Doğmaz güneşlere bağlandı vade;
Dişlerinde, köpek nefsin, irade.

Necip Fazıl Kısakürek

Sözcüklerim yağıyordu senin üzerine okşamalarımla birlikte.
Nice zamandır sevdim sedef ve güneş bedenini.

Pablo Neruda

Derdim Başka

Sanma ki derdim güneşten ötürü;
Ne çıkar bahar geldiyse?
Bademler çiçek açtıysa?
Ucunda ölüm yok ya.
Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten.
Güneşle gelecek ölümden?
Ben ki her nisan bir yaş daha genç,
Her bahar biraz daha aşığım;
Korkar mıyım?
Ah, dostum derdim başka…

Orhan Veli

Seninle biz, halâ bir kabukta
İki badem içi gibiyiz.
Baharsın; kokacaksın
Güneşsin; yakacaksın.

Rıza Polat Akkoyunlu

açılmış yaraya kimse bakmıyor sevgili arkadaşım
azalarını azaltıp gitti bak güneş

Cafer Keklikçi

Hangi
güneşin mâtemidir zulmetin ey leyl,
Ey şi’r-i muakkad

Abdülhak Hamit Tarhan

Esef etmez güneşin şimdi neler yıktığına;
Serviler şehri dalar kendi iç aydınlığına,

Yahya Kemal Beyatlı

Saydam yusufçuklar yavaşça uzaklaşıyor ve beni
sana getiriyorlar topaz tapınaklarda.
Sen bir güneş tanrısı gibi gülümsüyorsun.
Biliyor musun kaç yıl tek başınaydım ben
karmaşanın içinde. Bir türlü tutunamıyordum işte.

Lale Müldür

Güneş altında söylenmedik söz yokmuş..

Aziz Nesin

Fırtına dindi lizi
İzin çıktı ayrılığa
Lamba döşendi sokağa
İstersen artık git
Zindanıma güneş doğdu

M. Hanifi İspirli

Ve güneş uçurumun üstüne gelir durur

Paul Valery

hayat dalgınlaştıkça
an derinleşir maziye
ölümsüzlük tozanlarıyla…
geriye sayım başlar
aşk ışınlanmaktır artık
yitirilmiş somutluklara
avludaki güneş, camdaki gölge
aşk ya da aura

Murathan Mungan

Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.
Şiir yazmayacağım bir süre,
Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.

Şükrü Erbaş

güneşle birlikte çıkıp yataklardan
ayışığı ile dönüyorum evlere
azalan ömrümü böyle uzatıyorum.

Şükrü Erbaş

Güneş senin, bahar senin, bak sen de bir çiçeksin;
Gül ki, benim küskün gönlüm o gülüşe özensin,
Sessiz dağlar kahkahana cevap versin, bezensin.

Rıza Tevfik Bölükbaşı

Bir olmaz emelin düştüm peşine
Vuruldum hüsnünün şen güneşine
Elâ gözlerinin aşk ateşine
Yanıp da bahtiyâr ölmek isterim.

Tâliin kahrı var her hevesimde,
Boğulmuş figanlar titrer sesimde,
O nazlı ismini son nefesimde
Anıp da bahtiyâr ölmek isterim.

Rıza Tevfik Bölükbaşı

Hiç değilse perdeye düşen gölgeni izleyeyim özlemle
Ve yaz güneşlerinden kopardığım ışıl ışıl hediyeni
Bırakıp eşiğine uzaklaşayım
Yarı gecede düşlerimin ışığını söndürme sakın

Zareh Yaldızcıyan

Ve çiçekler arasındaki erik ağacı
Güneşe ve yağmura dikmiş gözünü –
-Güneş ki olduracak meyvasını

Zareh Yaldızcıyan

Tutsağı oluyor güneşin

Furuğ Ferruhzad

Ve bak nasıl
Şiirlerimin beşiğine
Sen doğuyorsun, güneş doğuyor.

Furuğ Ferruhzad

Aşkından başka
güneş yok bana.

Vladimir Mayakovski

Nefessiz kalmış aşırı sevgiyle; geniş güneş
Batıyor sükunetinde;

William Wordsworth

Gelmedi gün daha çalmadı saat,
Daha uçurmuyor beni bu kanat;
Sabırsızlanma, ey kapımdaki at!
Güneş daha gözlerimi yakıyor.

Ahmet Muhip Dıranas

Ve ağzında binlerce güneşin tadı
Dilinin ucunda yalnızca kendi adın.

Çünkü sevdikçe beni sen, kendini tanıdın.

Edip Cansever

Oysa ölümsüzlük şuracıkta, kar
Güneşi gibi doldurmuş odayı, basit,
Anlamsız ve tek başına.

Melih Cevdet Anday

uzun denizlerde yorulmazdı gözlerimiz
birbirimizin güneşine baktıkça
en yeni yerlerimizi birbirimize borçlandık
çünkü âşıktık, kararlıydık, haklıydık

Murathan Mungan

Güneş doğdu
Sen oturuyorsun bir ucunda yatağın
Bense kar altındaki sevgimi denetliyorum
Güneş doğdu ve bulamadım sevgiyi
Ne büyük ne de küçük

Nizar Kabbani

kucakla güneşi /kucakla

abdurrahman adıyan

Güneş açardı
ıslanmış yapraklarımıza
bir tomurcuk patlardı dalda

Eğilip öperdim
küçük damlacıkları alnında
bir ateş çiçeği
denizlerin kıyısında.

Neşe Yaşın

Büyük konuşmamalı insan birgün yenilebilir
ıssız bir patikanın dar bükümünde
neler bekler insanı kimler karşılar
belki güneş yağmuru belki çığ

Ahmet Satıcı

böylece bir sahne daha: güneşler, alışmak ve biz
sanki bir tramvaya bindik, az sonra ineceğiz

Edip Cansever

Kaçırdığımız sabahlara ciddi bir özür borçluyuz
beraber uyanmadığımız bütün sabahlar
bir şey eksikti vardı yeryüzünün haberi
yanımızda başka bedenler
aklımızda başka hayaller
ama aynı güneş aynı gökyüzü
ve sen büyürken kimselerin fark edemediği yerlerde
gözlerini anlamsızca dikerken en yükseklere
durmaksızın seni düşündüğümü söylemem doğru olmaz..

Ali Lidar

Güneş sanki günahımızdı üstümüzde.

Erdem Beyazit

Güneş gözkapaklarımı ısıtıyor
O güvenilmez ilkbahar güneşi
Rüyada mıyım, gerçek mi bu
Hem var gibiyim, hem yok gibi

Ataol Behramoğlu

Alnında bir tutam güneş
Kalakalıyorsun ortada

Cemal Süreya

birden gerçekliğini algılayarak
saat çalınca ve görünce güneşi
birden vazgeçilmezliğini algılayarak
önemli ve gerekli buluşunu kendini
birden hatırlayarak
geleceğe hazırlayınca olanca göğüslerini
ve her şeye ve ölüme kalbimiz
hızla gelişecek
çağımıza pek uygun bir hızla
gelişecek kalbimiz

Turgut Uyar

Nerdesin, unutuş güneşini mi çeviriyorsun yüreğimde?

Paul Eluard

sohbetimi kuran dostlar
güneşi de verin bana

gözlerimde güneş koşar
ve çiçekler ekersiniz toprağıma.

Ersin Ergün

Geniş kanatları boşlukta simsiyah acılan
Ve arkasından güneş doğmayan büyük kapıdan

Geçince başlayacak bitmeyen sukunlu gece.
Gruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,

Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül.
Ya lale açmalıdır gögsümüzde yahut gül.

Yahya Kemal Beyatlı

bir düş horozudur güneş
her saat seninle
kurulur masaya bir güzel
ıssızlıklardan ıssızlıklara öter

Arif Ay

Kim getirecek bize
ellerimizi ısıtacak güneşi?

Yannis Ritsos

bana gözümü gör edecek yakıcı bir güneş gerek ya rabbim!
isterim ki bu şiirle sana biraz olsun yakınlaşabileyim

Alper Gencer

Küçük heyecanlara paydos
Çünkü rüzgarla aynı yaşdayım
Çünkü güneş kardeşim
Bir ırmakla şevişmekteyim

Ataol Behramoğlu

Bir Hazin Uzaklık

Çocukların uçurtmalarına benziyorsun
Biliyor musun…
Rüzgarları hiç dinmeyen bir mavilikte
Güneşli sular gibi gülümsüyor yüzün.
Ve ben çok aşağılarda
Katı ülkesinde toprağın
Tutulmuş heyecanına
Titreyerek izliyorum süzülüşünü…

Bir hazin hızla uzaklaşıyor her şey.

Şükrü Erbaş.

Ya ben! her geçen gün başımı daha bir eğerek,
Tatlı ışıkları altında güneşin, titrek,
Şamatanın ortasında çekip gideceğim,
Sonsuz yeryüzünden hiçbir şey eksilmeyecek.

Victor Hugo

Hayır! Gözlerim güneşi görmek istiyor.
Kendimi güneşin aydınlığına kandırmak istiyorum.

Gılgamış Destanı

Bugüne iki güneş koyalım
ne zaman aransa yüzünü bulsun elim
ayağım takılsın o yürek çarpıntısına
itildim, devriliyorum; ama az öncesinde kırıldı dal

Veysel Çolak

Anmamak olmaz Osip Mandelştam’ın mısralarını:
“Petersburg’da buluşacağız yine
Güneşi oraya gömmüşüz gibi.”

Ülkü Tamer

Aşk ile sarıl güneş görmemiş koyaklar gibi sarıl dille yıkanır gibi sarıl
Babam öldüğünde el kadardım ben, beni herkesten kıskanır gibi sarıl

Ali Emre

Kızıl güneş batıdaki dağın ortasına takıldı
Geyik sürüsü de üzüntüden ağlar
Parçalanmışçasına duran dağın üzerinde
Ben senin ismini haykırırım

Gim So-Vol

Güneşin kızarttığı kayısılar gibi
Aklından ben geçerim güneşlenirken,
Kızarır al al olur ben öpmüşçesine.

Ceyhun Atuf Kansu

Kar yağıyor güneşli kirpiklerine

Turgay Fişekçi

Şimdi eşikte umudun bilinen şafağı
Işıyor güneşin yumuşak aydınlığında.

Goethe

güneşin zekasıyla doymak isterdim

Bozkırda yaz akşamları seni seyrederdi
seni seyrederdi ormanda gürbüz sabah
ağırkanlı bir güneşle yaşanan kış
ağır, kanlı bir güneşle yaşanan hasat zamanı

İsmet Özel

Hâtıralar, ne istersiniz benden?.. Sonbahar…
Durgun gökte ardıç kuşları uçuşmadalar,
Güneşten, ölgün ve soluk bir ışık vurmada
İçinde poyrazlar esen sararmış ormana.

Paul Verlaine

Konuşabilseydi keşke aşk
Bin gülen güneş
adımlarında
bin ağlayan yıldız
arzularımda
Aşk konuşabilseydi keşke.

Ahmed Şamlu

Bir gün olur, hepsi biter
Endişeler, o
çocuk üzüntün
Hepsi biter.
Aydınlanır senin için geceler, güneş gibi görünürsün.
Biraz sabır, küçük
çocuk, biraz sabır!
Ama Allah’ın koyduğu yerde
Yıldızlar daima yalnızdır.

Behçet Necatigil

“Kardeşlerim, neyleyim ben çelengi,
Bir sevgilim yok ki sizinki gibi,
Zaten güneş soldurup, rüzgar savurur
Benim çiçeklerimi.”

Johann Ludwig Uhland

Çayırlık boyunca kıvrılan sarı yol
İlkbahara ve güneşe bürünmüşken,
Adını kalbimde taşıdığım
Kovacak beni eşikten.

Sergey Yesenin

Duasını ederken başlıyor gün doğmaya
Güneş hem göğe doğuyor, hem onun ruhuna.

Victor Hugo

olsun olsun, güneş olsun güneş olsun,olsun
büyüsün o şeyler,büyüsün bu sarılan şey
birisinin birşeylerin olduğunu bilmek var,dünyada
sakın kapanma,dur,ey şuramdaki beni boşaltan delik
ey büyüyen birşey sakın durma, dünyada

üstüme sinmişliğin var

Turgut Uyar

Ey küçük kartallar,
Söyleyin bana bir!
Neresi olacak mezarımın yeri?
—Eteğimin dibinde. Diye söylendi Güneş.

F.G. Lorca

Güneş giriyor koluma
Ömrüm çağırdı beni
Bu yolda yürürüm ben

Ahmet Erhan

şte herkes çekip gitti. geç oldu, ama
anladım insandan korkmam gerektiğini. söyler-
im,zaman ve veznadar cüreti:
“esrik bir kadını öpüyorum. bakmayın
adımı bilmiyor. nasılsa unutur
güneşin kuzeyden battığını. kasıklarımda
cinlenen hin’e sarılıyor. bildiğim
tek özgür ülke, nüfus:1,rakım:1.72!”

içime döndüm yine. seni severek
kullandım çarşı iznimi

Selim Temo

Bir süre sonra güneş ışığının
yakıcı olduğunu öğrenirsin,
eğer fazla maruz kalırsan.

Veronica Shoffstall

içimde seni yitirme korkusu olmasa
yüzüm yüzüne değer mi bilmem
ellerim ellerine.
alnını ufka dayamaktan yorulursan
kırık bir omzum var
güneşe sorsan: bugün değil
belki yarın, der
dokunur dokunmaz bir sevinç depremi

Tuğrul Asi Balkar

hep bir gölgeyle saklandı yüzüm fark edilmedim
güneş doğudan doğardı sırtımı ona verirdim
güneş batıdan batardı sırtımı ona verirdim
tepede yükselirdi güneş her öğle vakti
bir saçak altı bulur beklerdim

Tuğrul Asi Balkar

Güneş değil batışa sürüklenen benim

Soysal Ekinci

ey sevdası yürek besleyen sevgili
gözlerinin ışığını çevirsen ufuklara
sevişmelerin anlamı hala gözlerindeyken
güneş daha dokunmamışken dağların sırtlarına
gün doğdu diye
aldanacak koca bir şehir
yarım kalmış uykularla başlayacak yaşam

Gassan Satar

Anlıyorum kimseyi senin kadar sevemeyeceğimi
En çok senin kadar özlemediklerimde anlıyorum hasretini
Saymayınca saatleri
Beklemeyince güneşin doğumunu
Umut bağlamayınca gelecek yeni güne
Anlıyorum seni ne kadar özlediğimi

Gassan Satar

bak biz helva yedik güneşe karşı
/ şapka alıcak paramız yoktu / helva yedik
sonra güneş yedik yüz derece sıcaklıkta
şart değildi biliyorum güneş yememiz
güneş onlarındı biz hırsızız hem valla hem billa
biz toprak yiyorduk o zamanlar katık olsun diye
güneşi de yedik yüz derece sıcaklıkta hırsızız valla

Arkadaş Z. Özger

O zaman
Güneş soğudu
Ve bereket topraklardan gitti

Furuğ Ferruhzad / Yeryüzü Ayetleri

Ve güneş, ve onun tutkulu yüzü.

Anne Sexton

Öylece oturuyorum:
Güneş parmaklarını sürünceye dek
Koyu bir karanlığa
Bulanmış pencereme..

Ahmet Erhan

Etime aşkın sıcak olabileceği ihtimali kazınsın
güneşten süzülen buğday renkleriyle
ak alnından öpülsün çocukluğum
hala sıcak tutabildiği için
aşkı
ölen bir baba özlemi kadar…

Muharrem Özcan

Uyandım, baktım, güneş doğmuş.

Seyhan Erözçelik

Aşk ki ay değil
güneş tutulmasıdır diyordum

Sunay Akın

Güneşin altında tok karnına
Siyah, kanatsız birikintiler kıpır kıpır
Daha kaç kişi yerine yaşamam gerekecek?
Yerine ölmek için birini arayan
Kaybolacak mı aradığında?

Celâl Fedai

Bir şey söyle bana
Teninin tüm sevgisini sana bağışlayan insan
Ne istiyor diri kalma duygusundan başka?
Bir şey söyle bana
Kıyısındayım pencerenin
Ve güneşle bağlantıda…

Furuğ Ferruhzad

bir damla güneş görünce
sana da gülümseyeceğim yarın

Arkadaş Zekai Özger

güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum
düşüverecek ellerinizden ve
bir gün elbette
zeki müren’i seveceksiniz
(zeki müren’i seviniz)

Arkadaş Z. Özger

Sesini gölgeden çek, kül gibi yoksul kalsın da
güneşin altında mırıldanacak şeyler bulunur hala

Haydar Ergülen

bu şiiri sadece sana yazmak kalbimi kırıyor aslında
bir ayçiçeğinin taşınması gibi başka güneşlere
geride kalıp hayatı oyalayan biri olsa
ben yazmasam, sen gitmesen, biz düşmesek
olmasa keşke yerçekimi, en çok itaat ettiğimiz yasa…

Furkan Çalışkan

Biliniyor
bizim mahsustan yaşadığımız
biliniyor
şarkıların sırası bizde
biliniyor
hayat bizden razıdır
biliniyor
otların sarardığı yerlerde güneş
kurşunun değdiği tende heves kalmıştır.

İsmet Özel

Varsın açıklamasın kendini hiçbirşey
Değil mi ki gökyüzü toprağı kucaklamaktadır
Değil mi ki mavilikler yolmaktayım göğsünden
Değil mi ki bileklerimize kaynayan çelik
Bir nehir gibi akan şu bulvar
Gövdemizi dolaşan güneş
Her gece üstümüze devrilen yıldızlar
Senin doğurganlığından birer parçadır
Ve elbet senin için söylenmiş türküler vardır
Uzak dağlarında ülkemin

Alaeddin Özdenören

Güneşin olsun gönlünde
Kar bile yağsa, ya da fırtına olsa
Gök bulutlarla ve dünya kavgayla dolsa
Güneşin olsun gönlünde
O zaman gelsin ne gelirse

Casar Flaischen

Adamın kafasında koskoca bir güneş var diyorum ben

Erdem Beyazit

güneş doğarsa ,insafı kadar yakar tenimi

Turuncu

bakışların
bazen gri bir kış bulutu
güneş gizlenmiştir hüznünün arkasına
ve sanki bir adım var trenin kalkmasına
ve de
ayrılığa…

Mehmet Emin Arı

Dedim ki, güneşe dönen bir çiçeğim

Özlem Sezer

Çok örseledim demek hayatı yordum
Eski bir meselden esinlenmiştim oysa
Karın güneşe mağdurluğu gibi oldu hep
Bir düşe telefim yine

A. Hicri İzgören

Kulak verin revaklara:
Güneşle gecenin çiftleşmesi
benimle benim aramda sürekli bir
düğün bu.
Ama gövdem benim değil.
Özleyiş ve lezzet onu aldı benden.
Öyleyse bırak beni ve algıyı alevlendir
Heveslerimi uyandır.

Adonis

Güneş gören bir ev gibi ısındı içim senle, dallarıma
kuşlar, rüzgârlar konar. İşte birini sevmek böyledir
sevgilim, sen daha sevgili bile olduğunu bilmezken
sen bana düşersin, gelincik tarlaları bana, papatyalarla
yıkarım uzayan saçlarımı, sen bir dağa gömer gibi yüzünü
içine çekersin tenine saçılan kokumu, “birini sevmek”
dersin, bana dönüp dokunursun ışıktan parmak uçlarınla.

Şüphesiz ki insan, aşkta unutandır kendini.

Ersan Erçelik

Yeter büyüsüne aldandığımız
Güneşin…biraz da yalnızlığımız
Kendi aynasında gülsün, gerinsin
Güvercin topuklu sükût gezinsin.

Ahmet Hamdi Tanpınar

Heyecanım kadar bekliyorum seni
Ne kadarını ne sen sor ne ben
Dur söyleyeyim:
Güneş doğarken dolunayı görmek gibi.

Bir ayet inceliğinde,
Seviyorum seni.

Yağız Gönüler

Senin bir güle bu kadar benzemenin
Ve benim bilinci nasırlı bahçıvan çaresizliğim
Anlarım bitkiden filan
Ama anlayamam
Toprağın güneşle konuşmasını
Sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla

Yılmaz Erdoğan

güneşin kırılganlığına dokunup
geliyorum.

Birhan Keskin

Kemik alınlar gelir dayanır güneşin ateş secdesine

Cahit Zarifoğlu

ey bütün kadınlar uzak!.. güneşi övmüyorum. ve
kanım ne güzel akıyor… ıslak taşlıklarda. sanki her şey,
sanki her şey!.. katıyürekli kârcıların, yani büyük
tecimenlerin
uzaklardan getirip sunduğu kanlı pahalı bir tabak…
ey yanan bir şey,
yanan ve içilen bir şey,
karanlıktı kanım bir şey,
güneşe başkaldırmıştı kanım (…..) sanarak.
ben artık büyük kıyıları boylasam.

Turgut Uyar

Kertenkele gibi duruyorum bir an altında tunç
bir güneşin

Cahit Zarifoğlu

artık güneşlerde kara doğuyor
geçmiyor umudu vuran zamanlar
hayat yıldırıyor hayat boğuyor
bilmem kimin için çalıyor çanlar
güneşler de artık kara doğuyor

Mustafa İslamoğlu

güneş ellerini çekti yakamdan
sızısı kasıklarıma vuran arz
kendini bana çalıyor
yaralı bir atın toynakları gibi
kirpiklerim
beni ele verecek diye korkuyorum

Mustafa İslamoğlu

Rüzgâr esiyor usuldan
bir kiremit düşüyor sundurmadan bahçeye
elimin üstünde güneş
birkaç damla yağmur karışıyor içtiğim çaya
sonra bir bulut gemi gibi yanaşıyor masaya
elele çıkıyoruz seninle güvertesine akşamın

Arif Ay

erken kalkabiliyorum her sabah;
neden mi, çünkü, güneşin doğacağı saate
ben kendim karar verebiliyorum bu evde.

Cahit Koytak

Toprakla güneş karışımı bir koku
Ben gördüm

Edip Cansever

Çıkacağız yola
Hesap günü gelince
Yağmur yüzümüze değince
Güneş bir mızrak boyu yükselince.

Erdem Beyazıt

Sen bir gece gelsen
Güneş doğmasa
Gitmeden yine gelsen
Bu yeni geleni
Bu bize bakanı
Sana bir anlatsam
Güneş doğmasa

Sezai Karakoç

Yıkansam, yıkansam, hep o güneşlerle yıkansam
Dişleri tenime geçse yaz rüzgarlarının
İzine pek rastlamasam
Ama kalbini sert ve serin tutan bir denizciye
Bunu bir daha sorsam
Ne çıkar bir daha sorsam
Sonra hiç konuşmasam, sonra hiç konuşmasam
Ve bu yorgun, bu üzünçlü yüreği
Benim değilmiş gibi, benim değilmiş gibi
Kimse görmeden şöyle bir yol kenarına bıraksam.

Edip Cansever

sen yollara yürürsen, çiçekler de yürür
şaşarım gülüşünün ardından güneş doğmazsa

Ahmet Erhan

Şu yüzden şaşırtıcı: Senin gitmen üzerime her çullandığında,
ciğerime bir yangı otururken,

şimdi böyle
dışarıda kuşlar çılgın –
gün hafiften ağarıyor
dingince yanıbaşıma gelmen
-güneş doğuyor

y o k k e n -oysa ki:
v a r s ı n..

-Bunun ne demek olduğunu da h i ç anlamış değilim-
ama biliyorum ki, h e p,
öyle..

Oruç Aruoba

Güneş bile bekletilebilir ama
kim ısıtabilir yanarken üşüyen bir adamı.

Veysel Çolak

Ve sevincim doğduğunda, çatıya çıkıp haykırdım:
“Gelin komşular, görün, gülümseyen güneş oldum!”
Ama hiçbir komşum gelmedi sevincimi görmeye
Aylarca sürdü şaşkınlığım, unutuldum, yalnızdık.

Halil Cibran

Fakat
Yapa-
Yalnızdım ben. Güneşin
Ölümle tabut arasında kararacağını
Nerden bilebilirdim

Mehmet Fidan

Bu güneş böyle güzel miydi
Bu dallarını birden yitiren ağaç
Bu duman böyle inceden ince
Ben otuz üç yaşımdan sağdım da ağulu sütü
Hem sızdırdım hem kana kana içtim de
Üşüdüm her eşiği atladığımda eve her dönüşümde
Dayandım da musallaya ferahladım iyi mi
Sevindim bütün yolların aynı yere gidişine.

İdris Ekinci

Kalbim,
kaburgasına yakın olmadığı kadar
kalbine yakın
Ve benim Sevgili
kalbinden öptüğüm kadın;
Senin yalnızlığın güneşin ağrına gider
Benimse sensizliğim âyan beyan kıyamet.

Turgay Demir

an gelir; taşıyamaz bal meyvenin yükünü koca dal
güneşin okşaması, rüzgârın esnemesi bahanedir
kopar bağ

Hilmi Haşal

sevgilim, güneş bir avlu daha kazansın senden,
denize de benden bir adam daha…

Güzel avlumsun benden sokağa açılsan da!

Haydar Ergülen

Bir türkü söylerim güneş vardır içinde

Kemal Burkay

Gece ve sis içinde yürüyor yüzünüzdeki derenin şıkırtısı,
hüzün dünkü çocuk kalır yanınızda, gözlerinizde
yakamoz vakti ve ay sessizliği, kalbi acıkmış gece
fenerimsiniz, ah benim kanımı ısıtan zalim efendim,
içimdeki karları erittiniz, ağzınızın pınarıyla
susuzluğumu dindirdiniz, evcil bir yağmur meleği
olmalısınız, narın komşusu incir hanım olmalısınız,
bakın güneşiniz bir şarap gibi üzerime dökülüyor,
vazgeçemiyorum bir bahçe kadar derin bakan
gözlerinizden!

Engin Turgut

Haziran gelecek,
güneş yakacaktır tepemi,
kayısılarım balla, şekerle dolacaktır.
Ben bir kayısı ağacıyım,
haziran gelecek,
avuç içi kadar kayısılarım
Ahmet’in ekmeğine katık olacaktır.

A. KADİR

Güneşe Kulum Ben

Mademki ben güneşe kulum,
güneşten söz açmalıyım size.
Mademki gece değilim ben,
mademki karanlığa tapmıyorum,
düşten dem vurmak nafile.

Mademki tıpkı güneşe benziyorum,
elimi eteğimi çekmeliyim üzerinden
ferah, mâmur olan yerin.
Mademki tıpkı güneşe benziyorum,
doğmalıyım ortasında harabelerin.

Gerçi bugün bir kuru elmayım,
ama değerim ağacımdan çok.
Gerçi sarhoşum, yıkılmışım ama
doğru lâf etmedeyim,
erkekçe konuşmadayım.

Benim gönlümün kokusu
yöresindeki topraktan gelir.
Ben o topraktan utanırım da
nedense bir tek söz söyleyemem
suya dair.

Güzel yüzünden kaldır perdeni,
böyle konuşmayı yakıştırma bana.
Taş gibi kaskatıysa senin kalbin,
bak benim kalbim yanmış, ateş haline gelmiş.
Bir iyilik eder, şişeyi alırsan eline,
bir de bakacaksın ki kadehle şarap bende dile gelmiş.

Mevlânâ Celâleddîn

Sen ey kendiyle yetinen;
Artık suyumuz bulanık,
Bir güneş bile olsa sonunda
Yolumuz kırık, önümüz karanlık
Ve ağır tuğrası alnımızda
Padişah yalnızlığın
Ama yine de umudumuz kalabalık.

Enis Batur

O yeminler, kokular, sonu gelmez öpüşler,
Dipsiz bir kuyudan tekrar doğacak mıdır,
Nasıl yükselirse göğe taptaze güneşler,
Güneşler ki en derin denizlerde yıkanır.
O yeminler, kokular, sonu gelmez öpüşler!

Charles Baudelaire

Seninki huysuz bir acı,
Oysa benim de yüzüm kara;
Sevgin köklüydü, eksiksizdi senin,
Benimki güneşe doğru büyüyen
Tutkusuydu çiçeğin.

Lawrance

Duymak güneşin, rengin bizi bıraktığını,

Ziya Osman Saba

Ayrılık
Çoğalarak giriyor günlerime
Senden başka kim bilebilir
Geçmişin dökümünü yaptığımı
Ağır ağır pulsara dönüşürken güneşler
Sonbahar hüznüne benziyor pencerede
Artık konuk beklemeyen gözlerim
Sayfalar da bitti ışık da her yanı kapladı

A. Kadir Bilgin

sen nerdesin hepimiz nerdeyiz
güneş oyalıyor ikindiyi

bir kuş sesinde

kuşla mukayyet değiliz.

Turgut Uyar

şimdi bu yüreği nerelerde beslemeli
bütün saksıları kırılıyorken güneşin büyüsüyle
ve ölümler ilençliyorken en masum sevinçleri
ve her sevgi kendisiyle çelişiyorken
şimdi bu nasıl doğmaklar olur yeniden beyazlara

ama şimdi kim kandırabilir sizi
bir ölünün hayat kokan ağzını öpmek için.

Arkadaş Z. Özger

gezgin ruhumda yol alan güneş.

Şerif Erginbay

Bir günü
Güzel bir günü
Güneşli bir günü
Hiçbir şeye değişmem
Onun için savaşı sevmem
Onun için zulümü sevmem
Onun için yalanı sevmem
Bilirim yaşamaz güneşte
Bilirim yaşamaz yanyana aşkla
Ne haksızlık
Ne korku
Ne açlık…

Necati Cumali

Bil ki bu
Budur işte
Güneş yalnız dirileri ısıtır
Güneşin kıymetini bil

Oktay Rifat

Güneş’i görmek bana yetecek

Murat Kapkıner

Dönmesin kalbim Tanrım, dönmesin kalbim
Dönsün başım
Dönsün başım
Dönsün daima güneş
sarhoşu başım

Şaban Abak

ıslanıp ıslanıp kurulanalım güneşte
sen bakıp dur gözlerime
gözlerime bak üveyka
beni divane eden gözlerinle

Bilal Can

Ama güneş, bir gardiyan gibi tıpkı,

Blaga Dimitrova

Şükürler olsun ki, güneşi görebiliyorum; dağları, denizleri,

Matthias Claudius

Gülde çiy damlası… Buzum sırçayım;
Güneşe çarpınca param parçayım.

Bahaettin Karakoç

Beni güneşin ortasına atsalar da
Yanarım, pişerim, gelirim sana;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …

Bahaettin Karakoç

Ama günlerimiz hep aynı,
Güneş o güneş, çekip giden
Bir ışık çizgisiyle ardında, sevgi dolu.

Salvatore Quasimodo

Sokakta kuş ölüsü bulmuş çocuk gibi ağladım.
Söz dedim, söz verdim.
Ruhumu gömdüğüm yer hâlâ belli.
Güneşi özledim, sonra seni
Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım.
Sonra gittin
Gözlerin bir yeşil fanila unutulmuş balkonda
Sicim yağmur taklidi
Artık iyice inceldi.

Didem Madak

Bir daha görmeyeceksin gökteki güneşi
Yavrusunu kucaklayan bir anne gibi,
Bağrına bas onu toprak.
Bir kadın nasıl örterse kocasını
Sende onu öyle ört

Vedâlardan

Pencereme güneş eridi
Aklıma çözüldü saçların
Düşlerime taşan bir ırmak gibi
Köklerimi topraksız bıraktın.

Hicabi Kırlangıç

ve tutunacağız, tüm gücümüzle,
güneşin karşısında;

Halil Cibran

demişlerdi bana
dört bucakmış
anlattıklarına bakılırsa dünya
omzun güneş kokuyor demişti
kısa eteklikli kız
o da omzuma bir şey konduracak mutlaka.

İsmet Özel

güneşin şifa diye bilinen ışıkları

İsmet Özel

Yüzümü güneşe dinlendirsem

Arif Damar

Bir aşka vuran güneş kolayca batmıyor.

Oktay Rifat

Yanımızda göz göz unutmabeni
Çiçekleri… Dokunma. Dokunma. Öldü
nicedir canınla beslediğin yaz
ve dindi su. Parça parça akıyor güneş.

Sait Maden

Aşkın gümüşten oltasına takılı
sudan yeni çıkmış balık gibi
güneşin altındayken ölmeli
ölmek yeter mi

Uğur Kaynar

“kara kara gelen ölüm”ü düşünme
çevir gözlerini güneşin doğacağı yere

A. Kadir

duraksama – uçurur güneş seni.

Oruç Aruoba

kurudu bir içdeniz, güneş çekildi
bir mevsim gözlerini bırakıp gitti
kar kokan bir rüzgârı çıkarıp sandığından

Ayten Mutlu

selam olsun yitirdiğim güneşe
Selam olsun güz yorgunu bahçeme.

Şafak Temiz

Hangi tele vurunca böyle hıçkırabilir,
Güneşi kanadında taşıyan büyük melek
Senin ince gönlünü hangi kış kırabilir
Güneşi kanadında taşıyan büyük melek

Süleyman Çobanoğlu

bütün günüme bütün güneş düşse ne olur,

Birhan Keskin

Güneş nasıl kucaklarsa ufukları
Kalbini öyle kuşattı varlığım.
Uzaklaşma benden, uzaklaşma!
Cananım ol.

Atharva-Veda

güneş içime vuruyor

güneşin ışığı var
güneş yok
güneşin ışığını kim anlatabilecek

pazar pazar gezmek
dağ dağ dolaşmak
ve ormanlarda kalmak

güneşin ışığını anlatabilecek olanı arıyorum

güneş içime vuruyor

Asaf Halet Çelebi

sarp dağlardan örülmüş dört duvar içindeyim,
nerdesiniz güneşler, nerdesiniz ovalar?
dağılmaz, simsiyah bulutlar içindeyim;
nerdesiniz güneşler, nerdesiniz ovalar!..

Ömer Bedrettin Uşaklı

bir mezara gömülen hatıralar treni
saklıyor seni beni bir mahşer toprağında
güneş gibi kendime katamayınca seni

Sıtkı Caney

Ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma
Oysa güneş pek batmadı senin evinde
Söyle
Ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.

Edip Cansever

Ayrılalım,
Sen annen güneşe git, nur ol;
Ben toprakta dağılacağım.
Bir akşamüstü
Ormanı tek bir saz yapan
En son dalda
Son ışık ol,
Gel, beni bul.

Ahmet Hamdi Tanpınar

Bir kaktüs olmalıyım ben, dışıma yağan bir sağnak
Olmalıyım
Uçsuz bucaksız dünyada
Güneşin doğuşunu bekleyen.

Edip Cansever

Ne çok güneş vardı hatırla ne çok
Seni gördüğümde ırmak kıyısında

Mevlana İdris Zengin

güneşin batışını fark etmeli ve deniz
bir kavga gibi girebilmeli aramıza
fark etmeli ki iyi bir güneş iyi bir yataktır

Turgut Uyar

Çok durdum güneşe karşı bir başıma
Savrulurdum rüzgarlarında sensizlik denizinin

Dürüstçe yaşadım ben, karşılığında
Yüzüm doğan güneşe dönük öleceğim.

Jose Marti

İnsan güneşle dünyanın arasındadır

Mahmut Temizyürek

Uyandım baktım ki bir sabah
Güneş vurmuş içime

Orhan Veli

Güneşi eve çağırdım
bana baksın, bakışalım
odam boş kalmasın diye

Petre M. Andreevski

Yalnız güneşe boyun eğer bu yüzler
Yalnız doğruluğa boyun eğer bu yürekler

Yannis Ritsos

Yücelerden yüce dururlar:
Dünyayı doruktan seyreden,
Bir öğle güneşi gibi

Pablo Neruda

“Hala buradasın, Güneş! Buradasın da neden yalnızmışım gibi geliyor bana. Hadi git sen, kalkarım ben hazır olduğumda. Bırak beni şiirimle baş başa. Cümlelerim devrik, Güneş! Onları bile koyamıyorum sıraya.”

Arzu Eylem

Son karesi gibi Red Kit’in
batan güneşe doğru
sürerken atımı
gitme kal demeni bekliyorum

Sunay Akın

“Uyan Adem! Güneş el sallıyor

İsolde Kurz

Güneş mi var,
Farketmeliyim

Cahit Sıtkı

Gene denizde, güneşte mi kalacak adamın aklı?
Biz nasıl olsa öldük.
Artık ne çiçek koklamak,
Ne de ötekine berikine içerleyip
Rakıya sarılmak var bizim için.
Hiç, hiçbir şey kalmadı.

Bari bizden sonra ne olacağını bilsek…

Melih Cevdet Anday

Bir anda aklım başımdan gidiyor.
Umurumda değil hiç bir şey.
Yağmurda sırılsıklam,
Güneş altında kupkuruyum ama seninim diyorum.
Haykırıyorum işte!
Sana, yokluktan bir aşkı tanıtan;
Sana, bir sebepsiz girdaptan ellerini uzatan
Benim sevgilim!
Yokluğunda sen oluyor dünyam
Ve senden can istiyor
Yokluğunda can çekişen bedenim.

Emrah Altınok

Nasıl unuturum, yüzüme kimin dokunduğunu
güneşi, suyu ve ateşi gördüğümü
kendimi hiç görmediğimi…

Ertan Mısırlı

sana misafir geliyorum
denizlerin sisi içinde
ve gündüz güneşlerinde
şaşırmış

Asaf Halet Çelebi

adındaki ağlayan harften başlayarak
öpüyorum seni aşk,
dedim ve dilimi verdim kışa,
yüzümü döndüm güneşe başladım son-
ra’nın masalına… dediler
iyi şeyler de vardır hayatta
iyi şeyler de… karın yağması,
yağmurun ıskalamaması gibi iyi şeyler…

Beşir Sevim

Ve birgün;
Güneşin suyu öptüğü zaman
Özgürlük renginde sevgiye açılırlar.
Toprağın ilk su ve güneşi gördüğünden beri
Kaç ihanet gördü kır çiçekleri,
Kaç kurban verdi çığlara
Ne yıllar tükendi, ne de baharlar,
Bitmedi sürüyor o kavgalar
Ve de sürecek;
Yeryüzü sevginin, aşkın yüzü oluncaya kadar
Sen yine de renk renk aç her zaman
Kıyamet kopuncaya kadar kır çiçekleri……

Osman Çift

yorgun bir aşk
yorgun dünyasında
sığındı kendine
oysa gölgemi beklediğim güneşti
kanda uyutulmuş veda busesi değil

Ali Cengiz Akdeniz

Kökü yedi kat altında olsa da yerin
Yaprakların güneşe sevdalı

Ali Haydar Timisi

kış güneşi,
ne çok yaram var, açıp baksana!

Selahattin Yolgiden

Ayın kırağında akşamı güneşleyen düş
yeni bir aşk durduğumuz… durmadan.

Aydın Şimşek

Yaşaran gözlerimde, güneş battığı zaman
Sıcak bir yuva gibi tüten senin dizindi.

Sabahattin Ali

Güneş Çaldı Kapımı

çok yalnızdım ve güneş çaldı kapımı
sürgünden yeni dönmüştüm, makronissos
orda kurak ve ıssız bir yüreğim
vardı
(şimdi sizin yürekleriniz gibi)

onu da getirmiştim.

arkadaşlarım hariç
herkes beni terketmişti.

yaşamım uzun bir deniz yolculuğuna
dönüşmüştü

git git varılmayan
kıyısız bir deniz.

evet, herkes terketmişti
sevgili ve hüzünlü pire

eleni bile.

ve güneş çaldı kapımı
kapımı çaldı güneş.

gerisini biliyorsunuz.

Behçet Aysan

“Öldüğümde beni, usulünce yıkayın, göğsünüze yaslayın ve toprağa bırakın. Bu kadar.”

Yetimim, göğsüne yasla

Babamın göğsüne başımı gömüp yatıyorum. Dünyanın en güzel uykusunu uyuyorum. Bir daha öyle bir uyku olmadı hayatımda. Babam yok ve ben de yetimim.

Derdimi gösterin
Emekli olduktan sonra da hastanede çalışmaya devam eden bir personelimizin oğluydu Faruk. Otuzlu yaşlarında, dal gibi bir delikanlı. Sessiz, kendi halinde biri. Çocuğunun doğumu bizim hastanede olmuştu. Oradan hatırlıyorum. Karaciğer kanseriymiş. Geç fark etmişler. Metastaz yapmış. Dopleri yapan uzman arkadaş verdi önce tatsız haberi. Yine de ameliyata aldılar, ‘açıp kapattılar’ o malum deyişle.
Delikanlı belediyede çalışıyor. Evli ve sekiz yaşında bir oğlu var. Sevimli, sarı kafalı bir oğlan. Babası yatarken çok sık görüyordum hastanede. Faruk’u her ziyarete gittiğimde, küçük oğlanı, başını babasının göğsüne yaslayıp, yanına uzanmış halde bulurdum.
Ameliyattan sonra, ne olduğuyla ilgili kimse cesaret edip, gerçeği söyleyememiş. O da kanserli organın alındığını ve iyileştiğini düşünüyor. Bu arada, babasından da bir şey istiyor sürekli: “Madem ameliyat oldum, bana derdimi gösterin. Derdimi getirin, bakacağım.”
Babası yanıma gelmiş, utana sıkıla bana bunları anlatıyor. Ameliyathaneye rica ettik, gazlı bezin içinde işe yaramayan bir doku parçası gönderildi. Babayla birlikte götürdük gösterdik ‘derdini’. Baktı baktı ve rahatlamış bir şekilde uzandı yatağına. Biraz şaşırmıştı ama. Demek, onca ağrı ve sıkıntının sebebi bu kadar küçük bir şeydi…
Faruk öldü bir ay sonra. Cenazesine gittim. Mahalle arasında küçücük bir cami. Az sayıda cemaat. Namaza durduk. Hemen yanımda Faruk’un babası ve küçük oğlu. O da namazda. Tam helallik alınıyor, ardından dua faslı başlayacak, çocuk yavaşça musalla taşının yanına gitti. Babasının, kefeniyle konulmuş cenazesine yanaştı ve başını onun göğsüne koydu. İmam ve oradakiler, bir süre manasızca baktık çocuğa. Babası hâlâ yaşıyordu sanki ve o kadar alışkın bir tarzda koymuştu ki ölünün göğsüne başını… “Yetim işte.. Ne yapsın” diye mırıldandı yanımda dikilen mahallenin berberi.

Kesme şeker

Babam da yetimdi. O beş yaşındayken ölmüş dedem…

“Anamla ben Kızılöz’deydik. Aylardan Temmuz.. Hasat zamanı.. Bi haber geldi, Ceritlerin Yusuf gelmiş at arabasıynan, o söylemiş Abdullah emmime: “Köse’nin Mustafa hastalanmış… İyi değilmiş.. Kayseri’ye götüreceklermiş.” Yaz günü.. Nasıl sıcak… Yayan yola düştük. Anam hem ağlıyor hem yürüyor. Ben de onun peşinde, yetişmeye çalışıyorum. Yolun ortalarında bir at arabasına rastladık, sağ olsun bindirdi arabaya bizi. Vardık ki, gömmüşler babamı. ‘Kokar’ demişler yaz günü. Anam çok sızlandı, ağladı, yüzünü göremedim diye. Avluda babamı yıkadıkları yerde su birikmiş. Cenazenin suyu. Çocukluk işte. Elimdeki değnekle suyu akıtıp gölek yaptım. Kendi kendime oynuyorum. Ablam geldi kafama vurdu “Baban öldü sen gölek yapıyorsun burada” diye.
“Başka ne hatırlıyorsun baba, dedemle ilgili” diye sorardım ısrarla. “Nasıl biriydi, nasıl davranırdı sana.” Son zamanlarında iyice karışmış zihniyle bölük pörçük anlatırdı: “Böyle ablak, geniş yüzlü biriydi babam. Sakallıydı. Köse lakabı herhalde koyun kuzu beslediğimiz içindir. Odasında bir dolabın içinde kesme şeker olurdu. Kesme şeker. Pek kıymetli o zamanlar. Benim betim benzim pek soluktu. Kim demişse, ‘bunda solucan vardır benzin içir, geçer’ demişler. Bir gün kapının önünde oynuyorum, ‘içeri gel, sana şeker vereceğim’ dedi. ‘Ama, önce bunu içeceksin.’ Yarım çay bardağı benzini ‘dik tepene’ deyip içirdi. Benim tükürmeme fırsat vermeden de kesme şekeri ağzıma soktu.
Ben hem şekeri yiyor hem ağlıyorum. Sonra, başımı göğsüne yasladı, öylece durduk. Onu özlerim hep… Ne benzini, ne şekeri. Onun göğsünü. Tek hatırladığım o…
“Hangi yavru tek başına yiğittir”
Enteresan bir adamdı babam. Ancak ilkokulu okuyabilmiş bir çiftçi olmasına rağmen okulla, bilgiyle, kitaplarla bambaşka bir ilişkisi vardı. Ortaokula yeni başladığımda, dayımın marangoz Hüseyin’e yaptırdığı mütevazı kitaplığın rafına Kayseri’den aldığı kitabı nasıl bir mutlulukla yerleştirmişti. İvo Andriç’in ‘Drina Köprüsü.’ İlk kitabım… Kitapçı önermiş, “Bu yıl Nobel aldı bu yazar” diye. Avanos’a yerleşmiş, Alman bir karı kocadan Almanca öğrenme gayreti, bir arkadaşına yurtdışından getirttiği Olimpiya daktilonun çok uzun yıllar evin başucunda durması, çocukluk arkadaşı Doktor Yaşar abiyle kasabaya ilk gazozhane açma macerası.
Avanos.. Ağustos akşamı.. Sekiz dokuz yaşlarındayım. Salonun bahçeye açılan penceresi açık. Ilık bir rüzgâr bahçeden gelen kokuları içeriye taşıyor. Evde kimse yok. Annem ve kardeşlerim niye evde değiller, bilmiyorum. ‘Somya’ya uzanmışım ve Philips radyomuzda Türk Sanat Müziği çalıyor. Uyku ile uyanıklık arası bir yerdeyim. Kapı açılıyor önce, gölge gibi, babam geliyor. Üzerime eğilip saçlarımı okşuyor ve sonra yanıma uzanıp, kollarıyla kucaklıyor. Babamın göğsüne başımı gömüp yatıyorum. Babamla dünyanın en güzel akşamında, dünyanın en güzel evinde, dünyanın en güzel uykusunu uyuyorum. Bir daha öyle bir uyku olmadı hayatımda. Şimdi babam yok ve ben de yetimim.
İnsafsızlık
Çocukken bütün bir yazı birlikte geçirdiğim, Tommiks ve Teksas’larımı hiç sakınmadan paylaştığım, Kızılırmak’ta balık tuttuğum mahalle arkadaşımın babası, elektrik teknisyeniydi ve genç yaşta bir elektrik direğinin tepesinde ölmüştü. İkimiz de bu gerçeği bilir ve hiç bilmiyormuş gibi davranırdık. Ama bazen, özellikle top oynarken ve genellikle haksız olduğum zamanlar, müthiş bir insafsızlıkla bozardım bu anlaşmayı: “Senin baban yok. Biliyorsun değil mi. Öldü o..” Arkadaşım hiçbir şey söylemez, biraz duralar ve elindeki topu bırakır giderdi. Bir süre sonra yaptığımdan köpek gibi pişman, elimde topla bahçenin etrafında dolanırken arkadaşımı görürdüm. Dedesinin göğsüne yaslanmış, evlerinin girişindeki sedirde kıpırdamadan yatıyor. Etrafta nasıl içli bir sessizlik…
Yetimlerin göğsü
Neşet Ertaş’ın bir ‘düz göğüslü saz’ hikâyesi vardır. Sazlarını yaptırdığı Tavşancı Hüseyin’den düz göğüslü bir saz ister Neşet. Hüseyin Usta yapmaz. Aklına yatmaz nedense. Sazın göğsü bombeli olur çünkü. Neşet de onun çırağına yaptırır. Müthiş bir saz. Daha sonra herkes o saz gibi saz ister. Neşet Ertaş, niye düz göğüslü saz istediğini şöyle açıklar: “Sazların zamanla döşleri çöküyordu… Göğüs çökünce teller yukarda kalıyor. Kavisli olunca da eşiğin altı yukarda kalıyor, göğüs aşağıda. Göğüs çökünce daha içli daha derinden bir ses geliyordu. Oradan hatırlayarak düz göğüslü saz istedim…”
Vicdanımız kuruyor. Babalarını erken kaybetmiş yetim çocukların masum başlarını koyacakları göğüsler çoktan çöktü, farkında mısınız… Göğüs çöktükçe zulüm tepemizde kalıyor. Kavisli ve dolaşık geçmişimizse bozuk düzenimizin telleri olmuş. Duyduğunuz sesler bu yüzden içli ve bu kadar derinden geliyor.
Şimdi bir türlü sığamayıp, delice bir kavgaya tutuştuğumuz, adına Anadolu denen şu kadim topraklarda, binlerce yıl önce hüküm sürmüş, bir Hitit kralının oğullarına bıraktığı vasiyete bakın isterseniz: “Öldüğümde beni, usulünce yıkayın, göğsünüze yaslayın ve toprağa bırakın. Bu kadar.”
Peki, ne kadar daha seyredeceksiniz, plazma LCD televizyonlarınızın önünde, bayrağa sarılı tabutlara sarılarak, babalarının göğüslerini arayan yetimlerin hüznünü… Ya da çoğu zaman usulünce yıkamak bile reva görülmeyen diğerlerinin, geride bıraktığı isyankâr çocukların öfkesini… Yetmedi mi?
Ercan Kesal / Peri Gazozu / İletişim Yayınları

Tüm zamanların en büyük kitap hırsızı: Kont Guglielmo Libri

Alberto Manguel

Libri-Carucci della Somaia Kontu Guglielmo Bruto İcili Timoleone, 1803 yılında Floransa’da Toskanalı kökenli ve soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Hukuk ve matematik eğitimi gördü ve matematik konusunda öyle usta oldu ki, daha yirmi yaşındayken ona Pisa Üniversitesi’nde bir kürsü verdiler.

1830 yıllında milliyetçi geçinen bir teşkilatın –Carbonari’nin- tehditlerine dayanamayarak Paris’e gittiği söylenir. Kısa süre sonra da Fransa vatandaşı olmuştu. Adı Libri olarak yankılana Kont, Fransız bilim adamlarından kabul gördü ve Fransız Enstitüsünün üyeliğine alındı; Paris Üniversitesinden matematik profesörü oldu ve bilimsel çalışmaları karşılığında Legion d’Honneur nişanını aldı. Oysa Libri, bilimden öte ilgi alanları olan biriydi. Kitaplara tutkundu ve 1840 yılına gelene değil, çok büyük bir koleksiyon oluşturmuştu. Elyazmaları ile az bulunan kitapların ticaretini yapıyordu. Kraliyet Kütüphanesinde iki kez görev almak istedi ama başaramadı. Sonunda 1841 yılında “tüm halk kütüphanelerinde var olan, eski ve yeni, eski ya da çağdaş dillerde yazılmış kitap ve yazma varlığının dökümünün yapılması, ayrıntılı bir kataloğun derlenmesi” için kurulmuş bir kurula sekreter oldu.

British Museum’un Elyazmaları bölümü sorumlusu Sir Frederic Madden, Libri ile 6 Mayıs 1846’daki ilk karşılaşmasını şöyle anlatıyor: “Dış görünüşüne bakılır ise, sabun ya da fırça kullanmıyordu. Tanıştırıldığımız odanın eni yedi metreden fazla değildi ama tavana kadar kitap doluydu. Perdeleri çift katlıydı, ocakta kok kömür yanıyordu. Nefes almakta zorlandım. Bay Libri sıkıntımızı fark edip, camlardan birini açtı. Temiz havanın onu rahatsız ettiği ortadaydı: kulaklarına pamuk tıkamıştı, sanki havayı hissetmek istemiyordu. Libri dost görünen, çizgileri belirgin, kanlı canlı biri.”

Sir Frederic’in o gün için bilmediği ise Bay Libri’nin tüm zamanların en büyük kitap hırsızı olduğu gerçeğiydi.

17. yüzyıl dedikodu ustası Tallemant des Réaux’ya göre, sonradan satılmadığı sürece kitap çalmak suç sayılmazdı. İnsanın elinde az bulunur bir cildi tutması, o izin vermedikçe başkalarının çevirmeyeceği sayfaları çevirmesi Libri’nin bu yolu seçmesine neden olmuş olmalı. Bu bilgili kitapseverin aklını güzel ciltlerin görüntüsü mü çelmişti yoksa merakı mı hırsızlığa nende olmuştu, bilemeyiz. Resmi yetki belgeleri ile donanmış, geniş pelerininin altına istediği kitabı saklayabilecek olan Libri, Fransa’nın tüm kütüphanelerine girdi. Uzmanlığı ona gizli kalmış hazineleri bulup çıkarma olanağı verdi. Carpentras, Dijon, Grenoble, Lyon, Montpellier, Orleans, Poitiers ve Tours’dan bütün ciltleri yürütmekle kalmadı; sayfalar kesip aldı ve onları sergiledi. Zaman zaman da onları sattı. Bu işi yalnızca Auxerre’de yapmadı. Dikkatli bir kütüphaneci, Libri’yi resmi olarak Monsieur Sécretaire ve Monsieur L’Inspecteur Genéral (Başmüfettiş) olarak tanıtan kişiyi memnun etmek kaygısı ile kütüphaneden gece çalışma izni verdiyse de, başna beyefendini her isteğini karşılayacak bir adam dikmekten de geri kalmadı.

Libri’ye karşı ilk suçlamalar 1846 yılından kalmadır. Belki akıl almaz gibi geldiğinden ciddiye alınmadılar. Libri kütüphaneleri yağmalamayı sürdürdü. Bu arada da çalıntı kitaplar için satışlar ayarladı, bu satışlar için de ayrıntılı, kusursuz kataloglar hazırladı. Kitapsever Libri, bu denli büyük risklere girerek çaldığı bu kitapları ne diye satıyordu ki? Belki de Proust gibi düşünüyordu: “İstek geliştirir, sahip olmak yok eder.” Belki de bu ganimetin içinden yalnızca birkaç taneyi, değerli inciler olarak gördüklerini istiyordu. Belki de onları yalnızca açgözlülük nedeniyle satıyordu ama bu açıklama hiç ilginç bir varsayım değildi. Nedenleri ne olursa olsun, bu hırsızlıklar artık göz ardı edilemezdi. Suçlamalar arttı ve savcı gizli araştırma başlattı. Libri’nin düğününde sağdıcı ve dostu olan Bakanlık Konseyi Sekreteri B. Guizot, bu araştırmaları durdurdu. Guizot 1848 devrimi sırasında sümen altında kalmış Libri dosyasını bulup ortaya çıkarmasa arkası da gelmeyebilirdi. Libri uyarıldı; o ve eşi İngiltere’ye kaçtılar. Beraberlerinde değeri 25.000 frank tutan on sekiz sandık kitabı da götürdüler. O günlerde işçiler günlüğü 4 franktan çalışmaktaydı.

Bir yığın politikacı, ressam ve yazar (bir işe yaramasa da) Libri’ye destek verdi. Kimi onunla yaptığı alışverişten kârlı çıkmıştı ve bir skandala karışmayı arzu etmiyordu; kimi ise onu bir bilim adamı olarak görmüştü ve dolandırıldığına inanmak istemiyordu. Yazar Prosper Mérimée, Libri’nin en ateşli savunucularındandı. Libri bir dostun evinde Mérimée’ye süslemeli bir yedinci yüzyıl elyazması olan ünlü Tours Pentateuch’u (Eski Ahit’in ilk beş kitabı) göstermişti. Çok gezmiş, bir dolu kütüphane görmüş olan Mérimée, böyle bir Pentateukhos’u Tours’da görmüş olduğunu söyledi. Ayağa fırlayan Libri, Mérimée’ye, onun gördüğünün, kendisinin İtalya’da almış olduğu Pentateukhos’un kopyası olduğunu belirtti. Mérimée de ona inandı. 5 Haziran 1848 tarihinde dostu Edouard Delessert’e yazdığı mektupta Libri lehindeki inadını sürdürüyordu: “Biriktirme merakının insanı suç işlemeye ittiğini söyleyen, yalan söylemektedir. Benim gözümde Libri koleksiyoncuların en namuslusudur. Başkalarının çaldığı kitapları kütüphanelere geri veren başka kimseyi tanımıyorum.” Libri’nin suçlu bulunmasından iki yıl sonra Mérimée La Revue des Deux Mondes öyle bir savunma yazdı ki, mahkemeye hakaretten ifade vermesi gerekti.

Libri, var olan delillerin ışığında ve gıyabında on yıl hapis cezasına çarptırıldı. Tüm kamu görevlerinden de azledildi. Tezyin edilmiş ve eşsiz bir Panteteukhos’u, kitapçı Joseph Barois aracılığı ile Libri’den alan Lord Ashburnham, Libri’nin suç delillerini gördükten sonra kitabı Fransa’nın Londra büyükelçisine teslim etti (bu kitabı Lyons Halk Kütüphanesinden çalmıştı). Bu Panteteukhos, Lord’un geri verdiği tek kitap oldu. 1888 yılında Libri’nin çaldıklarının bir dökümünü yapan Léopold Delisle, Ashburnham için “Böylesi cömert bir davranışa imza atan kişiye yöneltilen kutlamalar, onu kütüphanesinde bulunan diğer ciltleri de geri vermesi için harekete geçirdi” diyecekti.

Libri, son çalıntı kitabının son sayfasını çevireli çok olmuştu. İngiltere’den ayrılıp, İtalya’ya gitti; Fiesole’ye yerleşti ve 28 Eylül 1869’da yoksul ve suçlu olarak öldü. Ama son gününde onu suçlayanlardan öcünü alacaktı. Libri’nin öldüğü yıl, Enstitüde onun kürsüsünü devralan matematikçi Michel Chasles, kendine ün getireceğine, herkesi kıskandıracağına inandığı bir alım yaptı: İnanılmaz bir el yazısı ve imza koleksiyonuydu bu. Julius Caesar, Phytagoras, Neron, Cleopatra ve Mecdelli Meryem’den mektuplar içeriyordu. Sonunda hepsinin ünlü sahteci Vrain- Lucas’ın elinden çıkma oldukları anlaşıldı. Libri, Vrain-Lucas’tan, koltuğunu alan adama bir ziyarette bulunmasını istemişti.

Libri’nin döneminde kitap hırsızlığı yeni bir olgu değildi. “Bibliokleptomani” diyordu Lawrence S. Thompson, “Batı Avrupa kütüphanelerinin tarihi kadar eskidir ve hiç kuşkusuz eski Yunan ve Ortadoğu’ya kadar uzanır.” Eski Roma kütüphaneleri Yunanca ciltlerle doluydu, çünkü Romalılar Yunan kütüphanelerini yağmalamışlardı. Makedonya Kraliyet Kütüphanesi, Pontuslu Mithridates’in kütüphanesi, Teoslu Apellicon’un (sonradan Cicero tarafından kullanılacak olan) kitaplığı Romalılar tarafından yağmalanıp, Roma topraklarına taşıdılar. İlk Hıristiyanlar da bu talandan kurtulamadılar. Tabennisi’de (Mısır) bulunan manastırında bir kitaplık kuran Kıpti keşiş Pachomius, her gece kitapların geri dönüp dönmediğini belirlemek için sayım yapardı. Vikingler Anglosakson İngiltere’ye yaptıkları saldırılarda keşişler tarafından yazılmış süslemeli kitapları büyük bir olasılıkla ciltlerinden altın varak için çaldılar. Bu zengin ciltlerden biri olan Codex Aureus onbirinci yüzyılda çalındı ve sahiplerine geri satıldı; çünkü hırsızlar Pazar bulamadılar. Kitap hırsızları ortaçağın ve Rönesans’ın baş belalarıydı. 1752 yılında Papa XIV. Benedictus hırsızların aforoz edileceğini açıklayan bir bülten yayımladı.

Diğer bazı tehditler ise bu dünyayı ilgilendiriyordu. Şu değerli Rönesans kitabında yazılı uyarı bunu kanıtlıyor:

Görüyorsunuz ki, sahibimin adı yukarıda
Bu nedenle beni çalmayın sakın
Çalarsanız, an geçmez
Boynunuz öder… fiyatımı
Aşağı bakın; gördüğünüz darağacıdır
Bu nedenle sahip olun sizin olana
Yoksa çıkarsınız o ağaca hızla!

Ya da Barcelona’daki San Pedro Manastırı’nın kütüphanesinde yazanlar:

Kim ki bir kitabı sahibinden çalar; ödünç alır ve geri vermez, kitap elinde yılan olsun. Her yanına inme insin, tüm uzuvları işe yaramaz olsun. Acılar içinde kıvransın. Merhamet dilemek için yalvarır olsun. Acıları yoklukta şarkı söyleyene değin dinmesin. Ölmeyen yılana karşın, kitap kurtları kemirsin bağırsaklarını. Son cezasına giderken, cehennemin alevleri yutsun onu.

Fiziksel olarak kitaba sahip olmak kimi zaman, düşünsel kavrama ile eşanlamlı hale gelebilir. Sahip olduğumuz kitapları, bildiğimiz kitaplar olarak görürüz.

Yine de bu lanetler, aklı başından gitmiş aşıklar gibi kitabı kendilerinin yapmak için yanıp tutuşanları engelleyemiyordu. Bir kitaba sahip olma isteği başka imrenmelere benzemeyen bir tutkudur. Libri ile aynı dönemde yaşayan Charles Lamb, “Bize ait ve uzun zamandır sahip olduğumuz, lekelerinin topografyasını, kıvrık sayfalarını tanıdığımız, yağlı çörekler ve çay eşliğinde okuduğumuz için kirinin tarihçesini bildiğimiz kitap, daha iyi okunur” der.

Okuma eylemi tüm duyuların katıldığı, yakın ve fiziksel bir bağ kurar: Gözler sayfadan sözcükleri tanır; burun kağıdın tanıdık kokusunu duyar, tutkalın, mürekkebin, karton ya da derinin kokularını alır; eller kağıdın kaba ya da yumuşak kenarına, cildin sertliğine ya da yumuşaklığına dokunur. Parmaklar dile değince tadını bile alabilir (Umberto Eco’nun Gülün Adı adlı yapıtında katil kurbanlarını bu yöntemle öldürür). Birçok okur bunu paylaşmak istemez. Okumak istedikleri kitap başka birine ait ise, iyelik yasalarına uymak aşkta bağlılık kuralına uymak kadar zorlaşır. Fiziksel olarak kitaba sahip olmak kimi zaman, düşünsel kavrama ile eşanlamlı hale gelebilir. Sahip olduğumuz kitapları, bildiğimiz kitaplar olarak görürüz. Sahip olmak, kütüphanelerde de mahkemelerde olduğu gibi yasaların onda dokuzudur. Bizim dediğimiz kitapların odalarımızın duvarlarında nöbet tutan ve sayfa çevirmemizle bize seslenecek olan ciltlerine bakmak, “Bunların hepsi benim!” deme hakkı verir bize. Sanki içerikleri üstüne kafa yormamıza gerek kalmadan, salt varlıkları ile bizi bilgilendirirler.

Bu konuda ben de Kont Libri kadar suçluyum. Bir yapıtın milyonlarca kopyası ve düzinelerle baskısı ile çevrelendiğimiz bu günlerde bile, elimde tuttuğum kitap tek kitap olmaktadır –başka bir cilt değil. Düşülmüş notlar, lekeler, çeşit çeşit işaretler, belirli bir yer ve zaman bu cilde bir kimlik kazandırır ve onu değer biçilemez bir basılı metin yapar.

Libri’nin hırsızlıklarına kılıf uydurmaktan hoşlanmayabiliriz ama bir kitaba bir an için bile “benim” diyen kişi olma dürtüsü, birçok dürüst erkek ve kadın arasında onların bunu itiraf edeceklerinden çok daha yaygındır.

Kaynak:

Alberto Manguel, Okumanın Tarihi

Yapı Kredi Yayınları, 4. Baskı İstanbul Şubat 2007

Kitap hırsızlığının kısa tarihi

Bay Lee

İnsanlar, hayatın anlamını sorgularken bazı aşırı ve abuk subuk şeyler de yapıyor. Mesela tam 800 bilim, tarih ve şiir kitabı çalan Nanjingli Çinli gibi. Bay Lee adıyla tanınan hırsız “Hayatın anlamını kavramakta zorluk çekiyordum. Cevabı bu kitapları okuyarak bulacağımı umuyordum,” dedi. Kitapları toplam altı haftalık bir süre zarfında yürüten Lee, yerel kitabevinin raflarını genellikle haftada dört kez tarıyormuş. Okuduğu kitapları satarak elinden çıkaran Lee, binlerce sayfayı hatmettikten sonra kitap çalmanın hoş bir eylem olmadığını öğrenmiş olmalı.

Romm Çetesi

Scorsese filmlerindeki suç örgütlerini çağrıştıran grup 1930’larda faaliyet gösteren kitap hırsızlarından oluşuyordu. Çete üyeleri kütüphane raflarından çaldıkları koleksiyon ürünü kitapları New York’ta yüksek fiyatlara satıyordu. Saygın antika eser satıcısı Charles Romm’un bu kitapsever haydutlarla karanlık bağları vardı. Romm Çetesi’nin çaldığı en nadir kitaplardan biri, Edgar Allan Poe’nun “Al Aaraaf, Tamerlane and Minor Poems” adlı yapıtının herkesin peşinde koştuğu bir kopyasıydı. Kütüphaneler hırsızlıklara önlem olarak önemli kitapları raflarından indirdi, güvenlik önlemlerini artırdı ve kitaplara yok edilmesi zor ayırıcı işaretler koymaya başladı. En sonunda olayın sorumluluğunu devralan New York Halk Kütüphanesi’nin özel detektifi G. William Bergquist hırsızları adalet önüne çıkarmayı başardı. Romm Çetesi’yle ilgili daha geniş bilgiye ihtiyaç duyanlar Travis McDade’in “Thieves of Book Row: New York’s Most Notorious Rare Book Ring and the Man Who Stopped It” adlı kitabına başvurabilir.

Lambeth soyguncuları

1610 yılında kurulan Lambeth Sarayı Kütüphanesi, Canterbury Başpiskoposlarının tarihi kütüphanesi ve arşiv bürosu olmasının yanı sıra İngiltere Kilisesi’nin belgesel tarihinin belleği olarak da bilinir. Kütüphane ayrıca sarsıcı bir kitap hırsızlığı olayına da sahne olmuştur. Aralarında 1500’lü yıllara ait nadir bir Fransızca metnin de bulunduğu—kitabın bütün dünyada günümüze kadar ulaşan altı-yedi kopyasından biri—yaklaşık bin 400 kitap kütüphaneden çalınmıştı. 1970’lerden bu yana hırsızlıklardan haberdar olan kütüphaneciler sadece 90 kitabın çalındığını düşünüyordu, ancak 2011’de şaşırtıcı gerçeği fark ettiler. Kitaplar Londra’da bir evin tavanarasında gizleniyordu. Artık hayatta olmayan hırsız—kütüphaneyle bağlantısı olan biri—herşeyi itiraf etmişti. Lambeth halen kitapları eski hallerine döndürmekle uğraşıyor.

Stephen Blumberg

Blumberg, tarihin belki de en ünlü bibliyomanı. Dayanılmaz bir kitap çalma ve istifleme dürtüsüyle boğuşan Blumberg toplamda 5,3 milyon dolar değere sahip 23 bin 600 kitap çaldı. Akıl hastalığı sorunları bulunan hırsız kitapları yok olmaktan kurtardığını düşünüyordu ciddi ciddi. Para kazanma amacıyla sık sık antika eşyalar çalmasına karşın kitaplarını hiç satmadı. Suçları nedeniyle hapse atılmasına rağmen 1990’larda salıverildikten sonra da eski numaralarını çevirmeye devam etti. Blumberg’in hırsızlık kariyeri boyunca çaldığı en nadir parçalar arasında Harriet Beecher Stowe’un “Tom Amca’nın Kulübesi” (Uncle Tom’s Cabin) ve Zamorano Seksen listesine—California tarihiyle ilgili kitapların ilk baskılarını içeren bir liste—ait kitaplar bulunuyor.

Farhad Hakimzadeh

Kitapların sayfalarını çalmak en az kitapların kendilerini çalmak kadar kötü bir şeydir. Hakimzadeh, İngiliz Kütüphanesi’ni sayfa sayfa soyuyordu. Servet sahibi bir işadamı, akademisyen, yayımlanmış kitabı bulunan bir yazar ve nadir kitap koleksiyoncusu olarak tarif edilse de deneyim, bilgi ve statüsü onu kütüphanin en nadir metinlerine (toplamda yaklaşık 150 kitap) neşter vurmaktan alıkoymuyordu. Hakimzadeh’in evinde 45 bin dolarlık bir harita ve 16 yüzyıla tarihlenen birkaç kitap bulundu. Kitapları neden parçaladığını kimse açıklayamasa da hırsız göründüğü kadarıyla Avrupalı seyyahların Mezopotamya, İran ve Moğol İmparatorluğu boyunca yaptığı yolculukların izini sürmeye çalışıyordu.

John Charles Gilkey
Bu adam, kitapları gereğinden fazla sevmek diye bir şey olduğunun kanıtı. Gilkey çalıntı kredi kartları ve karşılıksız çekler kullanarak ele geçirdiği kitaplar ve elyazmalarından 200 bin dolar kazandı. San Francisco’da Saks Fifth Avenue’da bir işyerinde çalışan Gilkey kendisine yeni bir kimlik—zengin, kültürlü ve ince zevk sahibi—oluşturmaya çalışırken Nabokov, Mark Twain ve diğer ünlü yazarların çalıntı ilk kopyalarını bu fantazisini beslemek üzere kullanıyordu. Gazeteci Allison Hoover Bartlett, Gilkey’in hikayesini “The Man Who Loved Books Too Much: The True Story of a Thief, a Detective, and a World of Literary Obsession” adlı kitabında yazdı.

Raymond Scott

Scott, kitap hırsızlarının playboyuydu. Yakınlarda hayatını kaybeden bu antika eser satıcısı çalıntı eser bulundurması—Shakespeare’nin oyunlarının ilk toplu basımı “First Folio”nun bir kopyası—nedeniyle hapse mahkum edildi. Yazarın ölümünden birkaç yıl sonra basılan kitabın bütün dünyada sadece 250 kopyası kalmıştı. Scott, First Folio’yu Küba’da gece kulübünde dansçı olarak çalışan kız arkadaşının bir yakın arkadaşı vasıtasıyla bulduğu gibi tuhaf bir hikâye uydurdu. Sürdüğü renkli hayat da dikkatlerin Scott’un işlediği suçlardan uzaklaşmasını sağlayamadı. Tutuklandığında şunları söyledi polislere: “Bir alkoliğim ve her gün kaliteli iki şişe şampanya içmem gerekiyor, ama sadece akşam altıdan sonra. Umarım karakolda şampanyanız vardır.” Mahkemeye Che Guevara gibi giyinerek katılıyor, sarı bir Ferrari kullanıyor çevresindekilere papyon ve pasta dağıtıyordu. Scott hapse atıldıktan sonra bile “First Folio”yı çaldığını inkar etse de biyograficisiyle yaptığı söyleşi sırasında bir tür itirafta bulunmuştu:

“Kitap bir banka kasasında saklanmıyordu—bir rafta tutuluyor ve sevgiyle korunuyordu. Sonra belki malum şahıs kitaba âşık oldu ve değerlendirmenin zamanı olduğunu düşündü. Belki bu kişi günlerini kuzu gibi geçirmektense bir gün aslanlar gibi yaşamak istiyordu. Hayatı Havana, Londra ve Paris’te doyasıya yaşamak. Bunu para olmaksızın, çok miktarda para olmaksızın yaşayamazsınız. Tabii ki bir peri masalından başka bir şey değil bu.”

Scott, Mart 2012’de, sekiz yıllık hapishane cezasının ikinci yılında İngiltere’deki Northumberland hapishanesindeki hücresinde ölü olarak bulundu.

William Jacques

“Tome Raider,” (Kitap Yağmacısı) lakaplı Jacques, İngiliz kütüphanelerinden toplam değeri 150 milyon doları aşan miktarda kitap çaldı. Dünyanın en prestijli müzayedeevlerini oyuna getirerek Thomas Paine, Galileo ve Robert Boyle’un eserlerinin çalıntı kopyalarını satmayı başardı. İlk hapis cezasını çektikten sonra kılık değiştirip takma isim kullanarak Charles Darwin ve Edward Lear’ın yapıtlarını çaldı. Kitapları araştırma amaçlı olarak kullandığını iddia ediyordu. Aralarında 19’uncu yüzyılda yaşayan Belçikalı yazar Ambroise Verschaffelt’in “Nouvelle Iconographie des Camellias”ının üç cildinin de bulunduğu birkaç kitap hiçbir zaman bulunamadı.

David Slade

Antika meraklıları için en büyük ihanet içlerinden birinin bir nadir kitaplar koleksiyonunu kâr hırsı uğruna talan etmesidir. David Slade adlı bir İngiliz kitap satıcısı Sir Evelyn de Rothschild’in aile kütüphanesinden 68 kitap çaldı. Koleksiyonu kataloglamak yerine zulasına atıyor ve müzayedelerde satıyordu. Slade, hırsızlıkları için borçlarını gerekçe gösterdi. Rothschild’in raflarından yürüttüğü nadir kitaplar arasında Louis Dupré, Chaucer ve T. E. Lawrence’ın yapıtları da vardı.

Helen Schlie

Emekli kitabevi sahibi Helen Schlie, Mormon Kitabı’nın (The Book Of Mormon) ilk baskısına sahip olmaktan gurur duyuyor. Kitabın 1830’da basılan 200 kopyadan biri olduğu düşünülüyor. Mormonlar Schlie’yi ve kitabı görmek, ona dokunmak ya da birlikte fotoğraf çektirmek için kitabevini ziyaret ediyor. Tahmini değerinin 100 bin dolar olduğu düşünülen kitap Schlie’nin dükkanında kilitli olmayan bir dolaptan çalındı. Schlie kitap kaybolduğunda üzülmüş, ama tanıdığı birinin kitabın sayfalarını satmaya çalıştığını öğrenince daha da üzülmüş. İşlediği suç nedeniyle hapis cezasına mahkum edilen Jay Michael Linford, daha önce Schlie’nin şiirlerinden oluşan bir kitap yayımlamış.

Elois Pichler

İlahiyatçı ve kütüphaneci Dr. Elois Pichler, St. Petersburg’da çalıştığı Rusya İmparatorluk Halk Kütüphanesi’nden kitap çalmak için özel bir palto diktirmişti. 1871’de nihayet yakayı ele verdiğinde çoğu nadir olmak üzere 4 bin kitap çaldığı tahmin ediliyordu. Pichler, kitapları astarına özel bir kesenin dikili olduğu paltonun içine tıkıştırıyordu. Yüzkarası kütüphaneci Sibirya’da sürgüne mahkum edildi—umarız paltolu ve kitapsız olarak.

Guglielmo Libri Carucci dalla Sommaja

İtalyan kont ve matematikçi Fransa’da kütüphaneler müfettişliği görevine getirilmişti, ancak güçlü mevkiini kütüphaneleri korumak yerine onlardan kitap çalmak için kullandı. Kont, beraberinde 30 bin nadir kitap ve elyazmasının bulunduğu 18 sandıkla İngiltere’ye kaçmaya kalkıştı. Çaldığı kitaplardan bazıları hiç bulunamasa da bir belge 150 yıl sonra yeniden su yüzüne çıktı. Fransız filozof René Descartes’ın 1641 tarihli mektubu, ABD’nin Haverford Üniversitesi kütüphanesinde bulunmasının ardından 2010’da Fransa’ya iade edildi. Eski bir mezunun dul eşi tarafından okula bağışlanan belgenin ünlü Libri olayıyla bağlantısı Hollanda Utrecht Üniversitesi’nden bir felsefeci tarafından internette tesadüfen ortaya çıkartılmıştı.

Hüzün Şiirleri

                                                                                                         -Yaşayamadıklarıma Eyvallah!
                                                                                                         -Yaşadıklarıma Elhamdülillah!
                                                                                                         -Yaşayacaklarıma Bismillah!


                                                                                                                                          diyen dosta

Sana geri dönmedi kadınların
“Hüznün Şehri” koydular adını
Gözlerimin suyuyla kim uzaklaştı gemi gibi -kutsal kitabın zamanıyla- kim girdi,
Benim ve çığlığımın arasına..
Sana ölümümü sunuyorum… şiirin rengiyle…
Nasıl da şarkı söylediğimi sanırsın hala?

Nizar Kabbani

Gidiyor şiirim
Ateştir ve gidiyor
Hüzündür ve gidiyor

Şerko Bekes

denizini yitirmiş bir sevdalıyım ben
gözlerim yalnızlığın hüzün teknesi fırtınalarda
bir yanı zifir kıyılarımın bir yanı zehir
hiç bir limana çıkamam artık

Nuri Can

Bu çocuk bu hüzünle büyümez fazla
Ellerindeki ceplerindeki karanlıkta tutuyor,
                                                     bir şeyler için hazır tutuyor

Ali Asker Barut

Şeker tadında bir hüzün bırakarak gidiyorsun

Yasin Erol

Çınarlar yapraklarını döküyor dökme isteğinden
Kumrular sokağında sıradan bir kadın aşktan söz ediyor
Sözcükleri eski bir alışkanlık bildiğinden
Omzumda bir el azar azar büyüyor
Ne gitmeleri biliyorum ne kalmaları
Gecede şiirin izini sürüyorum
Artık hüznü ustaca yaşamanın zamanı

Yasin Erol

Benimle senin aranda
Uslu durmayan bir hüzün

Yasin Erol

Ah bu nisan yağmurları
Hüznünü kaybetmiş çocuklar gibi şaşkın
Yağıp bitiyor

Edip Cansever

Yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye
İçerde üç beş kişi
Yalnızlık üç beş kişi
Bir kadeh rakı söylerim kendime
Bir kadeh rakı daha söylerim kendime
-Söyle be! ne zamandır burda bu gemi
-Denizin değil hüznün üstünde.

Edip Cansever

Anladım kafebentmiş aşk
infilâk etmeden kalbim
Hüznüm birden boyumu aştı

Ahmet Günbaş

bu akşam hüznü zehirliyor artık beni
kar yağıyor, kocaman bir kan lekesi olarak

Tuğrul Keskin

Dünyanın en uzun hüznü yağıyor
Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne
Kar yağıyor ve sen gidiyorsun
Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun

Erdem Bayazıt

Resm-i hüzn-âlûduma atfeyle gâhi bir nazar,
Muhterik bir kalbi yâd et, rûh-i zârı şadman.

Yaman Dede

hüküm giymiş bir siyasi değildi
bilmezdi ne olduğunu hücrenin
ama hüzne boğulurdu tel örgüleri gördükçe
ve kuşların nereden geldiğini sorardı

Tuğrul Keskin

“Ama onlar bir türlü anlamıyorlar
Hüznün de bir ölçü olduğunu”

Ahmet Ada

fotoğraflarda kalacak kadar yabancı değildik o zaman
her şeyden önce dostumdun,
ıslak hüznümü bile varlığınla gülümsetebildiğim

Pelin Onay

gittiğin her yere taşıdın bunları
şimdi kim ne yapacak ha
bütün hüznün elinde kaldı devredemedin
paylaşamadın bile otobüs yolcularıyla

Turgut Uyar

Sen kokusunu alır mısın hüznün?
Sonbaharda ıhlamurlarım son çiçeği gibi…
Dalgaların kıyıya yayılan son köpükleri gibi…

N. Bezmen

Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte

Ahmet Telli

Ve bir hüznün yankısıysa eğer şiir
Sana yaklaştıkça şiire yaklaşıyorum demektir..

Lale Müldür

ve ıslanmış bir bankın hüznünü.

Polat Onat

her şeyin
hüzne vurduğu yerde
bütün saatlerin,
kuzguni bir denizi çoğaltarak
hayat
acıtıyordu beni.

Behçet Aysan

hüznün son sayısı gibi çıkar
şiir dergilerinin her sayısı

Haydar Ergülen

Rengi sulara kendi dağlara
Hüznü bir incecik sızı olup akşamlara
Düşen bir gün gibi ömrüm
Ömrüm gölgelendi…

Şükrü Erbaş

bitti desem de bitmiyor bendeki aşk hüznü..
eskiden ne çok inanırdım
güllerin mucizelerine, geyiklerin bütün bir
yeryüzünü dolaşıp buğu içinde döndüğüne
karlı kış gecelerine

aşk bitti desem de hüznü kalıyor
yılkıya bırakılmış bir at hüznü
bir serçe ölüsünün hüznü
içimdeki sıkıntısı, tortusu..

uyandım ki bu bendeki hüzne karşı
dışarıda kiraz ağaçları çiçekleniyor

Ahmet Ada

hüznümü titretiyorum
yani hüznüm beni titretiyor
bir hüznü titriyorum yani

Turgut Uyar

Hüznün, ferahlığın bizim olsun kışın, yazın,
Hiç bir zaman kader bizi senden ayırmasın.

Yahya Kemal Beyatlı

bu gece ne bir yıldız ne ay var yaslı gecede
yine de hüzne yer yok yüreğimizde

A.KADİR

şimdilerde bir bağ bozumu hüznü var içimde,
üzümlerim gazap üzümü
şaraplarımsa gözyaşları…

Ahmet Muhip Dıranas

Rüzgarı arkasına alıp raylarda kayan tren
Bunu bilemedin bunu bilmiyorsun bunu bilemeyeceksin
Hüzne fren umuda fren sevince fren

Müşir Fuat

Sussam çevremde akbabalar dansı
Konuşsam ses boğan barikatları köhnemiş sarayların
Dönemeyeceğim kadar benden uzak avungan çocuk yıllarım
Yanıtlanmayan sorularım hâlâ yanıtsız
Ömürlerden taşar gençliğimde zaptedilemeyen hüznüm
yine aynı hüzün
Ağlarsam yağmurda ağlarım kimse anlamamalı

Naim Kandemir

Yaşadım kırk yıl
Sevinç ve hüzün
Aşk ile cesur
Büyüdü yüreğim
Boyun eğdi çokluk
Düşlerim gerçeğime
Aklım ömrüme yük
Yürümeyi öğrendim

Şükrü Erbaş

hüznü çoğalta çoğalta öğreniliyor hayat
ayrılığın acısı da alışana kadar zor
bir kaplumbağa gibi çekiliyorum kabuğuma
bağışla demeyeceğim, ama unutma da”

Selami Karabulut

Sizse hep konuşursunuz
Sığınıp kof sözlere,
Kaçarak kendinizden
Uğuldayan hüznünüzle.
Telâşla geceyi bulursunuz.

Gözünüze yaş düşerim.

Metin Altıok

O belde?
Durur menâtık-ı dûşîze-yi tahayyülde;
Mâi bir akşam
Eder üstünde dâimâ ârâm;
Eteklerinde deniz
Döker ervâha bir sükûn-ı menâm.
Kadınlar orda güzel, ince, sâf, leylîdir,
Hepsinin gözlerinde hüznün var
Hepsi hemşîredir veyâhud yâr;
Dilde tenvîm-i ıstırâbı bilir
Dudaklarındaki giryende bûseler, yâhud,
O gözlerindeki nîlî sükût-ı istifhâm
Onların rûhu, şâm-ı muğberden
Mütekâsif menekşelerdir ki
Mütemâdî sükûn u samtı arar;
Şu’le-î bî-ziyâ-yı hüzn-i kamer
Mültecî sanki sâde ellerine
O kadar nâ-tüvân ki, âh, onlar,
Onların hüzn-i lâl ü müştereki,
Sonra dalgın mesâ, o hasta deniz
Hepsi benzer o yerde birbirine…

Ahmet Haşim

Belki de dağılan sesleri hüznün ve akşamın
belki de
Bir kadını geçecek

Bir kadını bekliyorum
Eteklerini ve saçlarını uçurarak gelecek…

Ataol Behramoğlu

Kanayan bir öyküdür içimizdeki bozgun
Hergün yeni bir hüznü takıp koluna
Bütün saatleri acıya kuruyor sanki
Şarkıların hüzzam makamındayız
Kanıyoruz göçebe yollarda yılkı atlar
Bir acı kahve hatrını unuttuk
Her köşe başında bir maskara

A. Hicri İzgören

kimin yüzünü çevirdiysem
hüznü de sevinci kadar ıskarta…

İsmet Özel

Hüznün ele verecek seni
Öyle mahzun bakma çocuk

A. Hicri İzgören

hüzne kapı açsa da dostluklar birer birer
pusudaki her kurşun bir konfetiye döner

tenha bir bahçedesin ki orda ahmet necdet
gökten şiir dökülür / söz düşünceye döner

Ahmet Necdet

ne zaman geldin yanıma da, dağıldı hüznüm

Pelin Onay

Beliriverdi yanıbaşımda ve baktı yüzüme
         o kadının hayâli
Bana aşkı ilk öğretip, gözyaşlarına boğup giden.
Ölü gibi gelmedi bana, ama hüzünlüydü,
Ve yüzündeki ifade mutsuz insanlarınki gibiydi.

Giacomo Leopardi

radyo tiyatrosu dinlerken hüzünlenen adam

Engin Turgut

– ki hüzün munis kedi
koynumda uyur
yokluğunda –

Emre Gümüşdoğan

kanın ateşin ve seslerin böyle cömertçe kullanıldığı
böyle sorumsuzca kullanıldığı bir dönemde
herkesin şimdilik hakkı vardır hüzünlenmeye

Turgut Uyar

biraz fesleğen kokardınız
yüzünüz dört mevsim hüzün

Nuriye Zeybek

uyandım, hüzündü… saçlarımı taradım, yoktun…
gitsindi diyemedim. hüzündü, geceye takılmıştı
biriktim dipsiz kuyulara ağladım.

Betül Tarıman

Ey hüzünlü sevgilim!
Ölürsem eğer bu yaban ellerde
Dönemesem son bir defa
Öpemesem seni…
Bağışla
Bağışla beni

Ferhad Pîrbal

Ben ve acılarım
Yolcuyuz
Uzaklaşıyoruz
Ve hüzün denizinde
Yüzüyoruz

Jana Seyda

Bahs ederek hüzünden,
Yaralıyor sükûtu.

Nurullah Ataç

Hüzünlerimin Defterinden Bir Yaprak

Ebdulrehman Mizûrî

Yöntemsiz ve düzensiz bir şekilde,
Hüzün damıttım durdum ömrümce

Hüsrev Hatemi

Hem hüzün hem bir hafiflik var içimde; kederliyim,
Seninle dopdolu, aydınlık bir keder bu.

Aleksandr Sergeyeviç Puşkin

Biliyorum Gelmeyeceksin

İlker Pamukçu

Ağıtı yaralı kuşlar konar alnıma
Hüznüme usul usul yağar kar…

Bülent Özcan


Ayrılık
Çoğalarak giriyor günlerime
Senden başka kim bilebilir
Geçmişin dökümünü yaptığımı
Ağır ağır pulsara dönüşürken güneşler
Sonbahar hüznüne benziyor pencerede
Artık konuk beklemeyen gözlerim
Sayfalar da bitti ışık da her yanı kapladı

A. Kadir Bilgin

Ve düşlerimde dost sesler bana bakıp fısıldıyor şimdi:
“İşte bakın, burada yatıyor hüznüyle birlikte ölen adam.”

Halil Cibran

hüzün çocuklar için arada bir ve yaşlılar için sürekli
bence oyalanıyorum, terziyim daha
balığa çıkmasam bile hafta başlarında
bir batıra iğnemi, bir batırmaya
oyalanıyorum
beni doğrulayan ve doğrulamayan hepsi bir arada

hüzne az bir şey var, yaşlılar için olan

Gülten Akın

Müşkil hezara eyvâh düşmek cüda gülünden
Mecnûn olan bırakmaz Leylâ’sını dilinden
Hüznî visâl haberin bekler cânân ilinden
Güçmüş murada ermek Nevres vefâ yolundan
Ey kâş kûy-i yâre bir başka râh olaydı

Osman Nevres

Vaktiyle gölgesinde dinlendiğimiz çınar,
Eski mahalle, vakıf çeşme, bakımsız cami,
Sakın zannetmeyin sizi garipsediğimi,
Bir güvercin hüznünde susan geçmiş zamanlar!

Affedin beni daldığım oluyorsa eğer,
Neyleyim gönlümce değil bu olup bitenler.

Cahit Sıtkı Tarancı

Kaybetti asrımızda ölüm eski hüznünü.
Lakayd olan mühimsemiyor gamlı bir günü.

Yahya Kemal Beyatlı

şairsin, hüznünden belli

Hilmi Yavuz

şairsin,hüznünden belli
oluyor bu: delilik bir çiçektir
ve adı: sadık hizmetkârınız
Scardanelli

Hilmi Yavuz

Hani serceler konar ya bazen hüznün dalına,
Firuzeler hüznü acar.

Faysal Soysal

Ben hiç böyle sarhoş olmadım Selim,
Hüzün,sabaha karşı hiç bu kadar yakışmadı yüzüme.
Dinle!..Dinle Selim! ölürsem; -gülme-
Kalbi deniz gören bir kadına gömsünler beni!

Ali Asker Barut

Ama hiçbiri senin kadar yumuşak ve ince olamaz,
İMKÂNSIZ, ne de senin kadar hüzünlü ve solgun ..

İnnokenti Annenski

Beni bundan böyle
Beklese-beklese
Hüzün bekler,
Çağırsa-çağırsa
Hüzün.

Özdemir Asaf

geri gelmez biliyorum, geçti gitti
anılar ırgatı bir hüzün kaldı geride
yıllar göldü ben fildim, içtim bitti

Hamdi Özyurt

Sen de bilirsin hüznün incelmişliğini,
Fırınında değil, mezecilerinde bulunur kalbimizin,
Oysa keder, kara ekmek gibi zorunlu nerdeyse…
Senin verdiğin hüzün kedere dönüşüyor gitgide.

Hüsrev Hatemi

içimde bir bulantı gibi kabaran tatlı hüzünle,
düşsel bir deniz tutmasının başlamasıyla birlikte.

Fernando Pessoa

Belki de alıp başımı gideceğim
Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin
Nereye, ama nereye olursa gitmenin
Hüzünle karışık bir ağrısı

Edip Cansever

hüznümün anahtarlarını
neden istiyorsun benden?
hüznüm ki, bülbülün hüznü gibi
sevinçli bir hüzün…
ben böyleyim…elli yıldır
çılgınlığımın bir kıyısı yok
ne de bunalımımın bir sınırı.

Nizar Kabbani

garbage’ın şarkısı:
“cup of coffee”
benim yıllar önce aşkımıza verdiğim
söz gibi, hayal:
yıllar sonra insanın eski sevgilisiyle
hüzün, şefkat ve incelikle bir fincan kahve içebilmesi…

neden yıllar sonra bir araya getiremiyor bizi
hüzün, şefkat, incelik ve bir fincan kahve
yalnızca bu kadarına azalmışken
bir zamanlar yaşanan
o büyük aşkın ikindisi!

Murathan Mungan

Bir hüzün kaç kişinin hüznü olurdu
Çıkarsak toplamak yerine
Her hüzün başka türlü olurdu
Ne yaparsan yap saati kurma
Öyle dağıldık ki hepimiz
Her günün geçmesi bir gerçek oluyor
Seninle her uzaklık gibi böyle..

Edip Cansever

hüzün ikizidir aşkın
birlikte otururlar yol ortasında

hüzün derindeki izidir aşkın
birlikte susarlar yol ayrımında

Ayten Mutlu

hüznün anlayışını isterim
ey hüzün anlayışını isterim
badısabanın sabahla dostluğunu
badısabanın sabahla savaşını isterim
ey badısaba ekmeğini aşını isterim

Ebubekir Eroğlu

senle ve harflerle uğraştığımdandır harap ve hurûfi bir adamım
tesadüfe bak ki, “h” harfiyle başlayan hüzünlü bir ad adım

Hüseyin Alemdar

kendi hüznünden bile bile
bir yolcu bulamadın;
-olsun!
dünyayı kalbinin kâğıdına geçirdin
birileri ona ‘şiir’ dediler,
-olsun!
her şey mürekkepti mavi yazın
birike birike okudun
denizler birike birike…

Hilmi Yavuz

Akşam mı oldu bir yanım göçük
Rüzgar tırpanlar geldiğim patikayı
Eğreltiotları sarmaşıklar hüzün
Kuşlar uçar çalılardan bulana dek
Bir başka kuşu, umuttur bu çatılarda

Ahmet Ada

ve hüzün üstüne hüzünden, ah üstüne ahtan
başka ne kıydı, ne bıraktı?

Cahit Koytak

aç bir kurt gibi iniyor yüzüne hüzün

Küçük İskender

Bir hüzün basıyor gene, ne kadar istemesem de

Edip Cansever

Dağın ardından bir hüzün çıkıvermez umarım!

Sohrab Sepehri

çünkü herkesin içinde
eksik bir yusuf vardır.
örtülü bir tabutla geçer

herkes herkesin içinden.
bütün çocuklar başka bir
adla boğazlanır. âh ki
hüzünler evine asılır suretleri.
yani bazı çocuklar kuyuya düşer
o su artık içilmez olur
çocuklarla kapanan kuyu
elbette taşlanır.

Kemal Varol

Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
Şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün

Metin Altıok

geldim
hüzünlü duraklara uğradım gelirken

Zafer Şık

Çekip giden bir kadının geride bıraktığı son hicaz hüzünleri özenle toplamalısın odanın içinde. Bir kristal bardağı tutuyormuşçasına özenle toplamalı ve mümkün olduğunca gözlerden uzakta tutmalısın.

Tarık Tufan

Hüzün adres değiştirir zamanla
Benden geçer sana göçer sevdiğim

Cemal Safi

Göze hüzün çöker, göze yaş dolar,
Sevince elveda, düşe elveda…

Bahtiyar Vahabzade

Ayrılık
Çoğalarak giriyor günlerime
Senden başka kim bilebilir
Geçmişin dökümünü yaptığımı
Ağır ağır pulsara dönüşürken güneşler
Sonbahar hüznüne benziyor pencerede
Artık konuk beklemeyen gözlerim
Sayfalar da bitti ışık da her yanı kapladı

A. Kadir Bilgin

Hüznün kekre cemresi düşünce şiire
Sızlatıyor yüreğini gündönümleri
Ve yorgun dönüşler bıkkın serüvenlerden
hiç kaldırmıyor içi artık o hüzünleri
Bir hırsız gibi dönüyor kente

Ahmet Telli

Gece…
suyu seyrediyorum…suyu ve yağmuru…
gecenin kalbine iniyor her damla
…rüzgâr…yağmur…rüzgâr…
kadın, adamın hüznüne eşlik ediyor
g e c e
yağmur yağıyor
yağmur yağıyor
yağmur yağıyor
kalbimde rüzgâr
bekliyorum…

“geride kalan kalbinizse, mutlaka geri dönersiniz.”

Umman Şahiner

Ben hangi yaprağın ince hüznüyüm
Sen hangi sersem haydut…

Birhan Keskin

Kalbimin yapraklarını gör ve git!
Tufan gibi inşa et hüznün dallarını,
Gül idik, gülleri derip git.
Ki ben gül ağacıydım,
Tufanın ayakları dibinde oturan…
Vücudunun bütün dallarını,
Tabiatın hışmıyla kır!

Ey kervancı

Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir;
Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere.
Anlar ki yolcu yol görünür selviliklere.

Yahya Kemal Beyatlı

onlar hüznü bir çeyiz
çileyi ince bir nergis
ve gülerken bir dağ silsilesi
taşırlar
ve birer acıdan ibarettirler

Hilmi Yavuz

Dışına atıldım ben hüznün de sevincin de
Bir kıyıya bağlanmış boş bir sandal gibiyim.

Cahit Külebi

Sezdim bir âşinâ gibi, heybetli hüznünü!
Rûhunla karşı karşıya kaldım o med günü,
Şekvânı dinledim, ezelî muztarip deniz!
Duydum ki rûhumuzla bu gurbette sendeniz,
Dindirmez anladım bunu hiçbir güzel kıyı;
Bir bitmiyen susuzluğa benzer bu ağrıyı.

Yahya Kemal Beyatlı

Hüznü kulağıma bağıran diyar…
Uzakta tahammülfersa çay bahçeleri…
Kenara yığılmış ve örtülü
Yaz mevsimini bekleyen masalar
Benim beklediğim gelmiyecek ve ayrıca
Beni de bekleyen yok.

Hüsrev Hatemi

suya gömdün yaprağın adını
bir kentin hüznüne benzedin birden
aşklar kimliksizleşti: süslü zamanlar!
sen ki kendi kendinin özleminden
sıkılırdın… sorardın:
‘olur mu,
anlamak aşkları eski güllerden?’

Hüsrev Hatemi

mevsimidir,
kendi hüznüme döndüm…

Hüsrev Hatemi

Nasıl mı çocukluğum
Geçti mi çocukluğum
Çocukluğum mu – hiç yaşamadığım
Bırakır her yerde kendini hüzne

Türkan İldeniz

Biz bu kitapları ne zaman okuduk ve niçin
her satırını çizip, notlar düştük kıyılarına
Dünya upuzun bir çöl sanki, bir buzul kütlesi
karşılık bulamıyorsun aklıma düşen sorulara
ve düşüşüp duruyor kırlangıçlar, üşüyorum
bir yolcu hüznüyle geçip gidiyor ömrümüz

Ahmet Telli

Sesin hüznün sonsuz samimiyetinde yeşeren o şaşırtıcı yeşilliktir.
Kimse yok,
gel hayatı çalarak iki buluşma arasında paylaşalım.

Sohrab Sepehri

sulanmamış çiçekler gibi kuruyor her şey
her şey bir yolculuğun hüznünü taşıyor
gidip de gelmemek üzere bütün yüzler

Ahmet Telli

Kaç kişi senin o mutlu inceliğini sevmişti,
Kaç kişi güzelliğini, yalan ya da doğru.
Ama bir kişi senin o gezgin ruhunu
Ve değişen yüzünün hüznünü sevdi.

William Butler Yeats

Hüznüm ağam oldu eyvah
Bir şey yap silkip at

Cahit Zarifoğlu

hüznünü ver bana yeter, gizli hüznünü
kolları bağlı hüzün olsun dört yanım
ırağına vurma beni kirvem, ağlarım, delirirsin
sonra derler haklıdır sevdası
geç olur ki artık onarmaz rakılar
geç olur bir yaraya rakının dağılması

Murathan Mungan

Üstelik günlüğü yoktur hüznün
hiçbir zaman da tutulmayacaktır
Serüvenlerin yorgun yeniği
elleri titreyen yaşlı bir kadındır hüzün
ya da hasta bir tanıdıktır ancak
hepsi o kadar
Unutma

Ahmet Telli

Hüznünü eteklerinden döktü önüme
“Ben yaralıyım” dedi

Yaralarımı sakladım gizlice…

Kadir Bal

acının vergisini verdin, gülün haracını ödedin
hüznü demirbaş defterinden düşmeye geldi sıra

Hilmi Yavuz
camdan süzülen yağmur tanesi gibi hafif 
ama taş kadar ağır düşmeden hayatınıza 
cama yüzünü yaslamış çocukların nasılsa hüznü 
öyle rüzgarımı saklayarak geçiyorsam hayatınızdan 

Fadıl Öztürk

kuyu dolana kadar, dolup taşana kadar bekle,
yeni bir şey yazma, yazmaya çalışma.
daha önce yazdıklarına bakabilirsin,
onların saçlarını tarayabilirsin,
tüylerini yakabilir, yüzlerine bir kat boya
bir kat hüzün daha atabilirsin;

Cahit Koytak

Ey hüzünlü ruhum.
İhtiyar budala.
Kanının kanatlarında hırçın bir kıvılcım yanardı,
Umudun mahmuzu yavaşça dokunsa şaha kalkardın.
Ey şimdi her adımda derin derin soluyan hasta
İşe yaramaz beygir

Charles Baudelaire

Gecenin son otobüsü
Hoşçakal oğlum
Alnımda bir seğirme
Yüreğimde hüzün

Ahmet Erhan

Yok artık, hiç olmayacak uzun bir zaman
Aşklar zaten birer cirit oyunuydu
Kimse duramıyor azgın atın üzerinde
Herkes birbirine borçlu
Bir cebinden umut eksilten
Ötekine hüzün depoluyor anında
Yaşı yirmiye varan efor testinden yenik çıkıyor
Kırkı geçen biraz ‘ eski tüfek ‘, dayanıyor ayrılıklara
Kapanın elinde kalıyor hayat, keşke biraz ağlayabilsek
Ama oyuncağımız kırıldığı için değil, kalbimize

Cihan Oğuz

Mayın döşelidir varılmaz bağrına
Bir hüzün düğümlenir içine ağlar,
Kavuşulmaz tenine, bedeli candır bu aşkın
Taşımaz yürek bu yükü ve elemi
Sevgilinin yitik yurdunda.
Aşkların soy kütüğü hicrandır, firkattir
Ve sevdalar yasaklı bir şiirdir bu coğrafyada…

Dündar Sansur

    Tek isteğim yaslanabilmek,
boynum bükük, kara bir gövdeye
ve acısını çekmek yüreğimde
güzel anının,
tatlılıkla içimi yakan,
ama öyle hüzünlü ve acı verici ki,
anınla bir oldu bütün ruhum.
    Acı çekmek, tek başıma dünyada,
uzak sisin içinde,
amansızca çevremi kuşatan,
sessizce.

Caser Pavese

Alnıma kuşlar birikiyor alnımdan hüzünler uçuyor
Elimin yarısı dağılıyor, hiçbir ucunu tutamıyorum hayatımın

Cafer Turaç

Ben bu iskelenin süryanisiyim
giden gider
bana kalır güneşin kızıllığı
herkesi uğurlayan o uğurlanmaz hüzün
ayırmaz kıyısından içimdeki korsanı

Ali Ayçil

her şey bâtınî ve hüzün
………………             hüzün
en büyük muhalefettir şimdi

Hilmi Yavuz

uzak gözler! siz kuşlardınız
ve sanki hüzün hazineleri

Hilmi Yavuz

Yaşıyorum hüzünlü ve yalnız
Ve gelir mi sonum diye bekliyorum.

İşte böyle, sonbahar soğuklarına yenik
Fırtınanın kış ıslığı duyuluyor gibi
Çıplak dalda tek başına
Titremekte geç kalmış bir yaprak!

A .S.Puşkin

herşey nasıl da bütündü bir zaman:
şimdi bahçe eksik, güllerse yarım;
kar yağar, hüzün bile yok… ve nerdesiniz,
ah, evet nerdesiniz, yoksaydıklarım?

Hilmi Yavuz

neyse kapatalım sevda konusunu, bu böyle hüzündür
bir gün, bir çözüm ona da bulunur mutlaka

Behçet Aysan

yükledim mor sümbüller gibi gemilerime
hüzünlerimi

Behçet Aysan

Hüzünlü bir bakış kadar

Dilek Değerli

sarı hüzünler dökülüyor gönül bahçeme
gelmiyor beklediğim bahar

Nuri Can

size bakmanın tarihi! Bir
kalbime güvensem sizi hep
okurdum ben.. . ama nedense
hep aynı hüzün ve
hep aynı tutkuyla
bakmayı bilmediğimden, ne yapsam
bir ilenç, bir kargış
gibi ardımsıra geliyor şairliğim
o solgun yolculuğa adanmış

Hilmi Yavuz

Hüzünler acılaşıyor Hilmi bey
Geceler katı ve parlak
-Ansızın yere düşen
Laciverdî bir kestane sesi-
Acılar da acılaşıyor gittikçe
Sanki
Bir azarlanmayla ölümünü düşünen çocuklar gibi.

Edip Cansever

Hep aynı soğuk ve yapışkan hüzün
Yedeğine alıyor ikisini de

Edip Cansever

Ayrılık sabahı ne kadar beyaz
Ölümün hüzünlü arkadaşı kar
Bana ütülü bir çarşaf hazırlar
Bir karanfil tam yüreğimin üstünde

Onat Kutlar

Kanal boyunca yürüyorum Amsterdam’da.
Dudaklarımda lacivert bir tango.
Akşam mı oluyor? Ben mi yüzüyorum hüzünler
denizinde?
Gece ılık. Ve kalbim kanıyor galiba.

Özkan Mert

Olan olmuştu ve hatırlandıkça sona erişi bu güzelliğin
Acı tekrarlanacaktı

Kopkoyu umutların alevleriyle çevrili Meryem sana baktı
Utanç verici bir hastalıktır artık aşk acı çektiren
Ölecek kadar hüzünlü yaşamayı gerektirecek kadar umut dolu
Yaşadın çılgın gibi ve boşa geçti zaman ve sana kalan bu kalın ağrı
Sert bir alkol gibi yaşamını içtin sen

Elveda yüreğim
Elveda
Boynu vurulmuş güneş

Guillaume Apollinaire

Hep sezer, sezdikçe duyguluya
Yengiler de hüzün gelir.

Özdemir Asaf

Düşlerimi satın alıyorum, yalnızlığımı
İçimde umudun kırık aynaları
Yüreğim bunalıyor gerçeğin gergefinde;
Bir biletle bırakıp gökyüzünü kapıda
Kırık tahta koltuklarda, hüzünlü
Alacakaranlığımı yaşıyorum.
Neden girmeyeyim ki
Günlerce, günlerce avunuyorum…

Şükrü Erbaş

Ben çok hüzünlü adamlar gördüm
hiçbir şey konuşmadım onlarla
karşılıklı iki keman gibi işlek çizdik omuzlarımızı…
sadece biri: ateş almaya mı geldin! dedi
çok hüzünlü adamlar gördüm
yalnız o beni gördü

Şeref Bilsel

Ya bıktı ya sıkıldı hüzünlü sözlerimden
Martı birden uçuyor, kaçıyor gözlerimden

Caner Fidaner

Yorgun bedenlerde gizlenen hüzün gibi gizledim seni

Ferman Karaçam

sözde sevinçler haline getirildi yıllanmış hüzünler
aşklar unutuldu ve bazılarına yeniden başlandı

Turgut Uyar

Elveda Bakü! Seni bir daha görmeyeceğim.
Şimdi yürekte korku, yürekte hüzün
Elimin altında sancılı ve yakın yüreğim
Etkisinde yalnızca “dost” sözcüğünün.

Sergey Yesenin

Hüzün neydi sanki o zaman
Artık kullanılmayan dikiş makinesi annemden kalma.

Didem Madak

insan dediğin bu dünyada bir yaradır
bir inleyiş hüzünler kapısında

Veysi Erdoğan

İçimde acı bir hüzün var

Annemin yüzünü hatırlıyorum bunaldıkça
Ve Allah’ı.

İlhami Atmaca

“ey sizler, yüzlerini
hayatın hüzünlü örtüsünün gölgesinde saklayanlar

Furûğ Ferruhzâd

Ağlamak,
hüzünle anlaşmak,
ve kucaklaşmaktır.

Özdemir Asaf

elde var hüzün

Attila İlhan

Ve seni anımsardım yüreğim daralarak
tanıdığın hüzünle hüzünlü.

Neredeydin o zaman sen?
Ve hangi insanlarlaydın?
Neler konuşuyordun?
Neden gelir ki birden bütün aşk
hüzünlüyken ve seni uzak tanırken?

Pablo Neruda

öyle sitemkar susma nolur
beni hüzne ihbar ediyorsun
tarih boyunca en ince sızlayan yürek kimindir
ve o zı şimdi evrenin neresindendir diye sorma
bu azap nerde başlar
ve nerde biter bu suskunluk
bunu en iyi sen biliyorsun
Hasan T.. (Pejmurde Dilim)
bu hüznün
mesnevisi yazılmadı

İlhami Çiçek

Saadetinden geçtik
Ümidine razıydık
Hiçbirini bulamadık
Kendimize hüzünler icadettik
Avunamadık

Orhan Veli

denizini yitirmiş bir sevdalıyım ben
gözlerim yalnızlığın hüzün teknesi fırtınalarda
bir yanı zifir kıyılarımın bir yanı zehir
hiç bir limana çıkamam artık

Nuri Can

Sesinde ufacık bir hüzün olsa
Ya da acıtan bir özlem gözlerinde,
Bembeyaz gecelerinde gelirdim sana bu şehrin…

Esra Güzelipek

Büyülü kızıllığıyla şafak sökerken
Yine bir sabah erken,
Konuverdi armut ağacına kumru.
Bir hüzünlü, bir hüzünlü öttü ki sormayın…

Suat Engüllü

İçli bir şarkıya dönüşür zaman;
Hüzünlü nağmeden vazgeçemezsin.
Göğsündeki yara dağlandığı an,
Âh etmek istersin, inleyemezsin!

Nazir Akalın

Küçük kız, güzel kız, yalvarırım sana;
N’olur bırak beni, bakma boşuna
Yüreğini tazelerim diyorsun:
Gençlikten yoksun şu solgun alnımda
Hüzün seviyi de, mutluluğu da
Çoktan sürgün etmiş, görmüyor musun ?

Gerard de Nerval

Ey insan ömrünü dolduran biçimleyen duygu
Hüzün müdür her vakit mutluluğun bir yüzü?…

Şükrü Erbaş

ben mi? evet…
bir gün çıkıp gideceğim kapıları, evleri, dergileri, hüzünler bırakarak…

Ataol Behramoğlu

Ayrılık da bir olanaktır bilirsin
İnce bir sis, bir hüzün örtüsü

Ahmet Telli

sevgin hüzünlü olmayı öğretti bana
asırlarca
beni hüzünlendirecek
kuşlar gibi
kollarında ağlayacağım
ve kırılmış kristal parçalarını toplar gibi
parçalarımı birleştirecek
bir kadına muhtaçken

hüzün üstadımdır benim
külrengi yazmayı
ve gri bir sesle şiir söylemeyi
elinde öğrendiğim
gri gözyaşlarıyle omzunda ağlamayı
sevgilimin

Nizar Kabbani

hüzün yağız atlarla geliyor
berfin’in
el oyması sır sandığında
naftalin kokulu bir kenttir hakkâri
hakkâri dediğim
çiçeklerden derlenmiş şiir güftesi
her ne kadar dostluğa ve barışa
akıyorsa da zap
hüzün ötesi
-ben sınır ötesini
kanadı kırık bir yürek belliyorum

abdurrahman adıyan

Öyle sanıyorum ki
Hüzünle ve acıyla pek barışık olmadığın için
Benden uzun yaşayacaksın
Benden sonra kelimelerim gelecek gönlüne
Onların benden geldiğini birtek sen bileceksin

Ömer Çelik

Bak göğün balkonlarından, geçmiş seneler
Eski zaman esvaplariyle eğilmişler;
Hüzün yükseliyor, güleryüzle, sulardan.

Charles Baudelaire

Yağmurlar da diner ölür gibi sonunda
Tükenir gece, yıldızlar söner, güneşi çağırır hüzün.

Adnan Satıcı

Şimdi yıkık bir merdivenin basamaklarını
Bir vakitler hüzünle tırmanır gibiyizdir.

Fedor Sologub

ve ayakta tutar hüzün imparatorluğunu,
ayakta alkışlatır kendini ölülere;

Cahit Koytak

içimde büyüttüğüm acı
tamamlandı
çalsın şimdi valsler
mumlar hüzün aksın
hazırım
eski bir konakta
aklını yitiren kadının olmaya.

Birhan Keskin

Erkek yazgımızın hüzünlerini
Paylaştığım babamın elleridir

Ataol Behramoğlu

Yaz dönemi, hüzün kana karışmadan önce:

Hüseyin Cahit Kerse

Geceler çekmeyin benimçin hüzün,
Gelin siz, ruhumu tenimden süzün;
Bırakın nâşımı yerde gündüzün,
Gölgemi alın da kaçın geceler!

Necip Fazıl Kısakürek

hüzün
çok eski bir öykü
oralarda

İlhami Çiçek

Alaycı bir gülüş takılıyor yalnız
Dudaklarımın hüzün kıvamına
Ömrüm diyorum şimdi ömrüm
Üzgün bir çocuksun sen ve yalnız
Öyle kal çünkü bu dünyada
Sana en çok mutsuzluk yakışıyor

Ahmet Telli

Son beklediğim gelmeden, ölsem de yüzünde,
Devran bulacak yar ile ağyarı hüzünde.

Faruk Nafız Çamlıbel

Yalnız sever, evlenir, nurtopu gibi ülseri ve gastriti olur. Yalnız boşanır, çocuk annesine verilir. Hüzün babaya.

Metin Üstündağ

Gözleriyle gülmeli insan,
Ne kadar hüzün varsa içinde eriyip gitmeli..

Tufan Genç

Şimdi bu erken sabah saatinde
Acıtıyor kalbimi özlemle
O sabah vaktin görüntüleri
Babamın güzel, ağır başlı yüzü
Annemin azıcık hüzünlü
Ve hep azıcık telaşlı gölgesi

Ataol Behramoğlu

İster güleyim ister ağlayayım seninle,
İster hüzün getir bana ister neşe

Lou Andreas Salome

Kendiliğinden gelen sözcüklerin misafirliğini
ne çok severdin,
Nasılsın…
Bugünlerde ben iyi gibiyim
yorgun gri kaideler arasında
hüzünlü bir yeşilim,
Ya sen…
Sen… Nasılsın?
Göğsündeki ağrılar nasıl?
İyi misin?

Birhan Keskin

Niye bilmiyorum ama seni düşününce hep gözlerim doluyor. Sende de öyle oluyor mu tontonum? İlerde bir gün okul, iş, evlilik bi şekilde senden ayrı olacağımı bilmek nasıl bir hüzün bilemezsin.

Ayşe Nur

Eyvah! yine hüzün

uyandım ki masamda duruyor kırmızı güller
onları kim koydu kırık dökük dizelerin,
solgun harflerin arasına?
harabeye çeviriyor gönlümü

bitti desem de bitmiyor bendeki aşk hüznü..
eskiden ne çok inanırdım
güllerin mucizelerine, geyiklerin bütün bir
yeryüzünü dolaşıp buğu içinde döndüğüne
karlı kış gecelerine

aşk bitti desem de hüznü kalıyor
yılkıya bırakılmış bir at hüznü
bir serçe ölüsünün hüznü
içimdeki sıkıntısı, tortusu..

uyandım ki bu bendeki hüzne karşı
dışarıda kiraz ağaçları çiçekleniyor

Ahmet Ada

hüzün birikir elbet
ıssız sular şiire karışır

sen ey kalbim, titremez misin
uzak bir hatıra gelip dayanınca kapılarına?

Aslı Durak

Hüzün

Hüzün; gam, keder, gussa ma’nalarına gelen Arapçadaki “hazen”den alınmıştır. Sûfiye bu kelimeyi; sevinç, neş’e ve sürurun karşılığı olarak kullanmıştır ki, buna vazife şuuru, da’va düşüncesi ve mefkûre buudlu tasa da diyebiliriz Evet, derecesine göre her kâmil mü’min, dört bir yanda ruh u revan-ı Muhammedi şehbal açacağı, yeryüzünde ehl-i İslam’ın ah u efganı dineceği, Kur’an’ın hayata hayat olacağı ve fert planında herkesin kabir çukurunu güvenle geçeceği, bir bir berzah gailelerini atlatacağı, hesaba, mizana takılmadan revh u reyhana ve meydan-ı tayaran-ı ervaha uçacağı “an”a kadar da onunla oturup kalkacak, onunla zaman atkıları üzerinde hayatını bir gergef gibi işleyecek, ona neş’e ve sevinçle köpüren dakikaları arasında dahi yer verecek, hâsılı onu, yemeklerin tuzu gibi hayatın bütün saniye, salise ve aşirelerinde duyacak, hissedecek ve bu mukaddes burukluğu tâ اَلْحَمْدُ ِللهِ الَّذِى اَذْهَبَ عَـنَّا الْحَزَنَ اِنَّ رَبَّـنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌ -Bizden tasayı, kederi gideren Allah’a hamdolsun; doğrusu Rabbimiz çok bağışlayıcı ve lütufkârdır” müjde buudlu hakikatinin tülleneceği ufka kadar devam ettirecektir.

Hüzün, insanın insanlığı idrakinden kaynaklanır ve bu mazhariyetin şuurunda olduğu sürece de onun basar ve basiretinde buğulanır durur. Aslında böyle bir hüzün dinamizmi, ferdin sürekli Cenab-ı Hakk’a yönelmesi, hüzne esas teşkil edecek şeyleri duyup, hissedip O’na sığınması ve naçar kaldığı her yerde, “çare! çare!” çığlıklarıyla O’na dehalet etmesi bakımından da çok lüzumlu ve çok gereklidir.

Ayrıca, ömrü kısa, iktidarı az, talip olduğu şeyler çok pahalı ve birleri bin etme mecburiyetinde olan bir mü’min, maruz kaldığı hastalıklar, yolunu kesen sıkıntılar, müptela olduğu acılar, elemler gidip hüzünle buudlaşınca onlar, günahları silip süpüren öyle bir iksire dönüşürler ki, insan bu sayede muvakkati ebedileştirir, damlayı deryalaştırır ve zerreyi güneş haline getirebilir.. evet böyle bir hüzün ağında geçirilen ömrün peygamberane bir ömür olduğu söylenebilir., ve bu açıdan da, hayat-ı seniyyelerini hüzün televvünatı içinde geçiren insanlığın iftihar tablosuna -o tabloya canlarımız feda olsun!- “Hüzün Peygamberi” denmesi ne kadar manidardır!

Hüzün, insanın kalb mekanizmasını, duygular âlemini gaflet vadilerinde dağınıklığa düşmekten koruyan bir sera, bir atmosfer ve cebri bir çeper, dolayısıyla da cebrî bir konsantrasyon yoludur. Öyle ki, hüzünlü sâlik, bu cebrî teveccüh sayesinde, başkalarının mükerrer “erbain”lerle elde edemeyecekleri kalbî ve ruhî hayat mertebelerini bu yolla en kısa zamanda elde edebilir.

Cenab-ı Hakk kılığa, kıyafete, şekle değil; kalblere, kalbler içinde de mahzun, mükedder ve kırık kalblere nazar buyurur, onları maiyyetiyle şereflendirir ki, اَنَا عِنْدَ الْمُنْكَسِرَةِ قُلُوبُهُمْ -Ben kalbi kırıklarla beraberim.” sözü de bu ma’nayı ihtar etmektedir.
Süfyan b. Utbe: “Allah bazen, mahzun bir kalbin ağlamasıyla bütün bir ümmete merhamet buyurur” der. Zira hüzün, her zaman kalbin samimiyet yanlarında göğerir.. ve insanı Allah’a yaklaştıran davranışlar arasında, hüzün kadar fahre, riyaya, süm’aya kapalı, bir başka davranış yok gibidir.

Her şeyin bir zekâtı vardır ve zekât, zekâtı verilen şeyin yabancı nesnelerden arındırılmasıdır. Hüzün de dimağ ve vicdanın zekâtıdır ve bu iki duygunun saflaşmasında, saflaştıktan sonra da dupduru kalmasında hüznün tesiri çok büyüktür.
Tevrat’ta: “Allah bir kulunu sevince, onun gönlünü ağlama hissiyle doldurur; ona buğz edince de çalgı neşvesiyle..” buyrulur.

Bişr-i Hafi de: “Hüzün bir hükümdar gibidir; otağını bir yere kurunca, başkalarının orada ikametine izin vermez…” Sultan ve hükümdarın olmadığı bir ülke karmakarışık ve keşmekeşlik içinde olacağı gibi, hüznün olmadığı bir kalb de darmadağınık ve harabedir. Zaten, O kalbi en ma’mur olanın hali de kesintisiz hüzün ve sürekli tefekkür değil miydi..?
Yakup aleyhisselam, Yusuf’la arasındaki dağları hüzünden kanatlarla aştı ve gidip bir tatlı rüyanın yorumlanması iklimine ulaştı.
Hüzünle sızlayan bir yüreğin iniltileri, abidlerin evrad u ezkarlarına, zahidlerin takva u veralarına denk tutulmuştur.

Günah ve ma’siyet dışı, dünyevi huzursuzluklardan dolayı yaşanan tasanın günahlara keffaret olacağını Hazret-i Sadık u Masduk söylüyor.. ya ukba buudlu ve Allah hesabına olursa..!
Hüzün vardır, ibadet ü taatdaki eksiklik mülahazasından ve vazife-i ubudiyette ki kusur endişesinden kaynaklanır.. ve bu bir avam hüznüdür. Hüzün vardır, kalbin masivaya “Allah’tan başka herşey” meyl ü muhabbetinden ve duygulanın teveccühteki teklemelerinden kaynaklanır.. bu da bir havas hüznüdür. Hüzün de vardır ki, mahzunun bir ayağı nasût âleminde, diğer ayağı da lâhut âleminde, kalbin kadirşinaslığı ile her iki âleme karşı, muvazene ve temkine riayet etmeye çalışır; çalışırken de her an muvazeneyi bozdum veya bozacağım endişesiyle ürperir ve sürekli hüzünle inler ki bu da asfiyanın hüznüdür. İlk Nebi, hem insanlığın babası, hem peygamberliğin babası, hem de hüznün babasıydı. O, hayata uyanırken aynı zamanda hüzne de gözlerini açıyordu. Peygamberlik ölçüsündeki temkin ve azmindeki za’fın hüznüne, yitirilmiş cennetin hüznüne, kaybedilmiş visal ve maruz kalınmış firak hüznüne. O, bütün bir ömür boyu bu hüzünler ağında inleyip durdu.

Hazret-i Nuh, peygamberliğiyle kendini hüzün cenderesinde buldu. O’nun sinesinde köpüren hüzün dalgaları, okyanuslarınkine denkti.. ve bir gün geldi ki O’nun hüzün kaynağı, okyanusları dağların zirvelerine kadar köpürttü ve yeryüzünü kapkaranlık bir tasa sardı. Derken O da bir tufan peygamberi oldu.

Hz. İbrahim adeta, hüzne göre programlanmıştı.. Nemrutlarla yaka-paça olma hüznü, ateş koridorlarında dolaşma hüznü, eşini ve çocuğunu ıpıssız bir vadiye bırakma hüznü, çocuğunu boğazlamaya memur edilme hüznü ve daha bir sürü melekut buudlu, akılla çatışmalı hüzün silsilesi…

Hz. Musa, Hz. Davut, Hz. Süleyman, Hz. Zekeriyya, Hz. Yahya, Hz. Mesih hemen hepsi hayatı bir hüzün yumağı olarak tanıdı, duydu ve yaşadılar.. ve hele en büyük Nebi Hüzün Peygamberi ve arkasındakiler…


M. Fethullah Gülen

her şeyin böyle baştan sona
bir uğultu ormanı gibi sessizliğe gömülmesi
hüzünden de ağır bir hüzün veriyor insana

Adnan Satıcı

Hayatın en hüzünlü anı,
mevsimine kapıldığın kişinin
bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını
anladığın andır…

Vladimir Mayakovski

Hüzün ayazda kavrulmuş bir bahar çiçeği gibi üşürken içimde
Bir telaşa kapılmışım bir telaşa âlemin şu yalancı gölgesinden

Mehmet Baş

Kar yağıyorken milyon bekerel hüzün yağıyordur
Derim ki kar ve hüzün bir aşkın seyir defteridir
Yolculuklar ve ayrılıklarla anlatılabilir ancak

Ahmet Telli

Acılar eskidikçe sızısı ucuzlayıp
artıyordu değeri
seneye de giyerim diye bir boy büyük hüzünler seçtim kendime

Dilek Akın

Çünkü hüzün eski dost baş tacı
Onunla yuğrulmuş mayamız
Gelsin
Biz onsuz olamayız.

Behçet Necatigil

Çekip gitti beni o gün yaslı kılan garip hüzün;

Edgar Allan Poe

Elbette her veda gibi hüzünle uğurlanacağım
Kimileri üzülecek kimilerinden fazla
Az yaşadı diyecekler arkamdan az yaşadı
Ama çok sevmişti…

Ceyhun Yılmaz

Güzel
ve hüzünlü mektuplar
ve mektuplar
senin kokunu taşıyan

Erich Fried

Bir sonbahar gecesinde
Sıkıntı ve hüzünlerle yüklü
Sarhoş oldum ışığından yıldızların
Ve şarkı söyledim hüzne, sarhoş oluncaya dek hüzün,
Ve sordum karanlığa:
“Tekrar getirir mi yaşam
Soldurduğunu, ömrün baharına?”

Ebu’l Kâsım Eş-Şâbbî

İki dünyanın, iki dünyanın sınırıyım ben,
Yüreğim, niçin hüzünleniyorsun?
Işığı solmuş, ışığı ölmüş ölülerin güneşiyim.
Benim ışıklarımda cıvıldaşıyor serçeler…

Ana Kalandadze

Hüzün bu, acımasız umutlarla aldanıyor,
Sallanan mendillere yine inanıp kanıyor!

Stéphane Mallarmé

Hüzün geldi baş köşeye kuruldu
Yoruldu yüreğim yoruldu.

Bedri Rahmi Eyüboğlu

ilham yiter ve solar gül;
kalp su alan bir sandaldır işte.. ne kadar görkemli de olsa
bir yanardağ olur ten; hüzne ve aşka mütercim..

Kenan Çağan

söz değildi gördüğün, neyse o ol kün
ve seviştir seviştirebilirsen
iki hüznü
sözler buluta girmeden

Hilmi Yavuz

düşer düştüğün melâle
ve hüznü yeniden-okumak
için bir kitap olur dünya

ve her şiir boydanboya
                   bir ıssızlıktır artık
dizelerse giderek daha tenhâ

Hilmi Yavuz

Yolculuklara çıkacaktık seninle
yanımıza kendimizden de bir şeyler alıp;
üç beş şiir kitabı, üç beş uzun yol hüznü.

Tozan Alkan

ne tuhaf
demin de aşağıdan bir bando geçti
sormak isterdim sana
bir bando şefinin hüznü nedir hilmi bey

Edip Cansever

Sen Hüznünü Alsan

Sen hüznünü alsan
Ben de kendi hüznümü

Sen gizlice koysan çantana
Ben defterime yazarak gelsem
Varsak Ankara’da Gölbaşı’na
Kıyıda bir bahçede

Sen dudaklarında buğulanan çaydan
Ben nargilemin dumanıyla
Çekip gülümsesek içimize hüznü.

Ahmet İnam

Her hüznü her sevgiyi ayakta alkışladın
Gül kökünden bir pipo
Bir yasemin ağızlık
Yadigar kalsın bezirganbaşı
Tüm avcılara yadigâr kalsın.

Ergin Günçe

Sen yarım kalmış bir aşkın
Kaçınılmaz sürgünü,
Katlanan göğsündeki kayaya,
Sen orda şimdi bir hüznü köpürt,
Ben bir çocuğa su vereyim burada,
Ben ki kiracıyım bir acıya.

Metin Altıok

Ücrâ ve fakir İstanbul!
Ta fetihten beri mü’min, mütevekkil, yoksul,
Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada.

Yahya Kemal Beyatlı

Kadın ve adam oturuyorlardı
Aralarında bir masa vardı
Ve hüznün aşılmaz engelleri

Ataol Behramoğlu

Sonra yalnızlığı denemek oluyor herşey..
Üç beş sandalye yetiyor hüznü ağırlamaya..

Gonca Özmen

sorup durdular
(duyuyor musun çığlığını hüznümün)
son şiir kitabımı okuyanlar:
nasıl haykırır ki hüzün?
ve acı
ya mümkün mü gözdeki bir damla yaşın haykırması?

Nizar Kabbani

en güzel yanı hüznün
yüksek sesle konuşmaması

Nizar Kabbani

çantasını toparlayıp
gittiğinde tatile
hüznüm
özlüyorum

Nizar Kabbani

Var mı vaktin hüznüm için
Beyrut katliamından sonra
Bir pazar günüm olmadı hiç

Nizar Kabbani

Bir lamba hüzniyle
Kısıldı altın ufuklarda akşamın güneşi;
Söndü göllerde aks-i girye-veşi
Gecenin âvdet-i sükuniyle

Ahmet Haşim

Bilinir ne usta olduğum içlenmek zanaatında
Canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını

Cemal Süreya

ben bu ara / yorgun ve duyuyorum
hüznün gövdenden yayılan müziğini

İsa Karaaslan

nerde hüzne açılan avlusu kalbimizin?

Koray Feyiz

bakışından yakaladım seni
duruşundan
su gibi akışından sesinin
ağaçlar kuşlar cümle bulutlar geçti
hüznünden yakaladım seni

Arif Ay

Avuçlarımda dağılan kar gibiydi yüzün
Ve semazenler dönüyordu hüznün çevresinde
Geçtin ansızın öte yakasına ölümün
Yaşamaktan usanmış
Nereye gidersin böyle
Alıp başını giderek

İsmail Haydar Aksoy

Vaktaki dalar ruhunu tedkike hayalim
Bir neş’e-yi pür-hüzn ile ser-mest olurum ben

Nigar Hanım

İstanbul ve yeryüzü hüznü avutacak gibi değil

Cahit Zarifoğlu

Inandım… Her şeyi gören kimse yok…

Acı tene özgürce çiziyor resmini
Ve bir orman, evinden izliyor
Acının hüzne dönüşünü…

Hayriye Ersöz

Ah/sen
Hüznümün göz bebeği
Ne zaman
Bir bebeği düşe kalka yürürken görsem
Bir şarkının sözleri uçup gitse aklımdan
Kıskansam, uzlete çekilmiş amcaları
Ne zaman uzağında bir ülkeye sığınsam
Yakınındayım, bil ki
Vakit tamam
İşgal ettiğim hayallerinden
Çekiliyorum
Yokluğum alnından öper şimdi senin.

Adige Batur

Bundan değil midir bizim aşkımızda
Sürekli bir akşam hüznü vardır.

İlhan Berk

Ne yana baksam hüznün
telaşı… “bende bulutlanmalar”

Umman Şahiner

ve onun hüznü vardı

ve onun hüznü bir haydudun hüznüdür
biraz da kendinin yaptığı

Turgut Uyar

Hüzün, içerlemedir – Hüzün, içeri içerlemedir
babaların tek başına çocuk gezdirmesinde
uzun-yalnız kadınların hoyrat kuzey şarkıları
uğuldayan ejderhalarla iner gecenin yoksul zeminine

Her insanda bir iskele bulur, yanaşır acı
Sahiller kayalıklarla ne kadar gizlense de

küçük iskender

Ne kadar hüzün geçmişse dünyadan
Ne kadar acı geçmişse yaşayacağız
Hepsini yeniden, bir bir dünyada
Dünyadan ve dünyayla sana sığınırım
Acılardan ve hüzünlerden değil
Kaçmalardan ve korkulardan değil
Çünkü bir güçtür sıcaklığın kollarıma
Çünkü kanları, kanları, kanları hatırlarım
Çünkü ölülerimiz toplanacaktır
Ve yüceltilecektir bir mavide.

Turgut Uyar

Sen düştüğünde aklıma
Kepenk kapıyor hüzünler.

Düşsel

kalp kalesi! ben sana
sürgün, sen bana hüzün
dayanır mı hüsn ü aşk bu
kırgındır yollar döndükçe
burçları bengisuyunda Aşk’ın
ve kimbilir hangi soyunda güzün

Hilmi Yavuz

Kocamış bir çınar gibi yüreğin
Dallarına hüzün yağar
Kökü yedi kat altında olsa da yerin
Yaprakların güneşe sevdalı

Ali Haydar Timisi

Vakit ikindi.
Gün ihtiyarladı.
Güneş solgun rengini bırakıyor güller üstüne.
Hüzün renkli bulutlar sardı göğü.
Güneşin saltanatı bitmek üzere.
Zevale akıyor ışıklar.
Hatırla ki, sen de bir ömrün ikindisine yürüyorsun.

Mevlânâ Celâleddîn

Yağmurlar da diner ölür gibi sonunda
Tükenir gece, yıldızlar söner, güneşi çağırır hüzün.

Adnan Satıcı

çünkü sağlıklı bir güneşe taparsın sen
her bir ışını şiir yazanlara umut ve hüzün veren

Turgut Uyar

Ben bu iskelenin süryanisiyim
giden gider
bana kalır güneşin kızıllığı
herkesi uğurlayan o uğurlanmaz hüzün
ayırmaz kıyısından içimdeki korsanı

Ali Ayçil

Gece ve sis içinde yürüyor yüzünüzdeki derenin şıkırtısı,
hüzün dünkü çocuk kalır yanınızda, gözlerinizde

Engin Turgut

Zamanlar geçtikçe neden
Mutluluk mahzunluk oluyor fotoğraflarda
Acaba
Keder mi, acı mı, hüzün mü dünyanın rengi
Mahzunluk mu yoksa yaşam

Edip Cansever

Hoşçakal, dostum, el sıkışmadan, suskunlukla
Sakın üzülme, nedir bu gözlerindeki hüzün?
Şu yaşamda yeni bir şey değil ki ölüm,
Ama pek öyle yeni sayılmaz yaşamak da.

Sergey Yesenin

Kapılarını yıllardır çalmadığım
Eski dost evleri gibi
Eski şiirlerim
Kitaplarda
Bekler beni…
Girip dinlendiğim olur
İçlerinde
Bir kahve içimi
Çıkıp giderim sonra
Buruk bir hüzün
Bırakıp geride…

Ataol Behramoğlu

Hep hüzünlü, ama canlı kalır.
Bir acı ayrılığın anısının, bazen,
Sevecen bir buluşmanınkinden,
Çok daha canlı kalması gibi.

Aleksandr Sergeyeviç Puşkin

say ki bir babayım ve muğlaktır hüzünlerim
düşün ki iliğim
hüzünlü bir kızın yağmurlu sunağıdır
muğlak bir acı ne kadar büyütebilir ki seni

Hasan Tan

Öyle durup düşen yaprakları seyrediyorum,
Bazen de kulenin en tepesine çıkıyorum
Akşam karanlığında gölgeler iniyor öylece
Sonsuz bir hüzün gelip oturuyor gözlerime.

Po Chu-I

viran eylediğin gün yorgun hayallerini
ayrılıkla, hüzünle, aşkla sınandı ölüm

Nurullah Genç

hüzün çocuklar için arada bir ve yaşlılar için sürekli
bence oyalanıyorum, terziyim daha
balığa çıkmasam bile hafta başlarında
bir batıra iğnemi, bir batırmaya
oyalanıyorum
beni doğrulayan ve doğrulamayan hepsi bir arada

hüzne az bir şey var, yaşlılar için olan

Gülten Akın

ben şimdi ve daima kalbine
hüzünler ihbar edilen bir şairim:
söyle nerde, haydi söyle o kanayan sözlerle
sedefli güzeller?
kimbilir nerde saklanan

Hilmi Yavuz

bir gülün biraz daha gül,
bir hüznün biraz daha hüzün
………………oluşu gibiydik
ayrıyken de, birlikteyken de …
yaşadık: bir kayboluşun kayboluşu…

Hilmi Yavuz

yüzün yağıyordu pul pul tavandan
kulaklar, yanaklar, kirpikler, tenin
ağır ağır iniyordu hüzün tavandan

Ali Ural

öpmedim hiç bir kadını
onbeş yıl
kendi halimce onlardan habersiz
aşık olduğum
kimi kadınların adlarını bile unuttum
bir kaçının adıysa
çıplak ve serin bir rüzgar gibi hala
durmadan eser düşlerimde
onlarla ilgili
masallar uydurdum
umutlar büyüttüm
alıp koynuma uyudum hüzünlü seslerini

Ali Biçer

Bir eli alnında
benim gibi.
Ama
biraz daha mı hüzünlü?
Otururken de
Biraz daha mı çıkarıyor
kamburunu?

Cemal Süreya

Her sevginin artık çözüldüğü gün,
Alınlarda matem, yüzlerde hüzün,
Bizi yalnız onlar tanır gündüzün,
Geceleyin onlar kalır beraber..

Ahmet Kutsi Tecer

“Ben” dedi, “sıkıntımı, keder ve hüznümü sadece Allah’a arz ediyorum. Hem sizin bilemediğiniz birçok şeyi Allah tarafından vahiy yolu ile biliyorum.” (Yusuf-86)

Kur’ân hüzünle nazil oldu, onu okurken ağlayınız. Ağlayamıyorsanız, ağlar gibi okuyunuz.
Hz. Muhammed (S.A.V.)

düpedüz oyalanıyorduk hüzün ve kederle

M. Sadık Kırımlı

Hüzünlü bir istasyondu Kadıköy
İyi kötü yaşayıp giderken

Ahmet Ertan Mısırlı

ağır ağır soyunursun, göğüslerin uzaklardan bir anı
kanamalı bir ilkbahar sabahı, çarpık
bir hüzünle istasyona yanaşan
buharlı bir kara tren bacaklarının arası

Altay Öktem

Hüzünler iç kamaştırıyor, aşklarsa niye yoksul

Edip Cansever

Sevgilim, İşte Eylül
Ve İşte senin usul usul seğiren yüzün
Zaman ki sonsuzdur
Bitmemiş şiirler gibidir
Bazı hüzünleri
Bazı nehirleri tutup anlatmak gibidir…

İlhan Berk

Bilsem ah
Nerden gelmekte hüzün kuşları

Nizar Kabbani

Ey bizi bekleyip bekleyip hüzünlenen çağ
Bir hal olmuş bize bir hal olmuş bize
.
Osman Sarı

Ne hüzün devam eder ne sevinç
Ne sıkıntı, ne rahatlık

İmam-ı Şafiî

İstemedim, hüzünler bulaşsın sözcüklerime,
İstemedim, acılar gölgelesin sevincimi,
Yazmadım sana bugünlerde kadınım.
Yaşadım seni yazılamayacak sözcüklerin içinde
Bir sevda ki bu; ne yazılsa
sevinci damıtır sözcüklerin imbiğinden

Gassan Satar

Vadîleri rîk ü şîşe-i gam / Kumlar sağışınca hüzn ü matem»
(Vadileri kumluk ve gam şişelerinin kırıklarıydı; kumlar sayısınca da hüzün ve matem vardı.)

Şeyh Galip

Ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum
okyanusta yaşayan
ve yüreğini tahta bir kavalda
usul usul çalan
küçük hüzünlü bir peri
geceleri bir öpücükle ölen
ve sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan…

Furuğ Ferruhzad

Dalgın
ve hüzünlü,

Vladimir Mayakovski

Her zaman hüzünlü bir görünüşü vardı onun –
…..belki de
tüketemediği gücündendi bu hüzün – baharın o geniş
melankolisi gibi güzel bir hüzün. Bildiğimiz kadar,
hiç parçalanmamıştı daha önce. Bir kapıyı açar gibi

Yannis Ritsos

Daha bir saat önce senin
hüzünlü kocaman gözlerinle oturduğun bu köşecikte
geçip giden yük gemilerini izliyorum dalgınca

Ersin Salman

ve sevgilim, sana gelince:

bir gün uğrarsan sol göğsümün altındaki kente,
hüzünlü bir sesle:
“buralar eskiden hep benimdi” diyeceksin kendine.

Mavi Tuğba Karademir

güz bir ney’dir, bir gül üfler
……………………ve akik
işler kalbine, dinle!
hangi hüzünler evidir
ve hangi sazlıkta gurbet
gösterir bir kuş şimdi
mesnevî ve ahd-i atik?

Hilmi Yavuz

Sanki, çarpıkların ateşi sıkıldı terledi de sulanıp söndü üzüntüden;
Sularıysa hüzünlerinden ateş gibi kızdı, buharlaştı..

İmam Bûsîrî (Kaab bin Zubeyr)

içimin ırmakları kurudu bütün yapraklar soluk
hüzün kokuyor çiçeğim
hangi yağmurları müjdelersen müjdele
yeşermez bir daha yangının düştüğü yer
aşk da küstü
kim dinler kalbimin kırık sesini artık

Nuri Can

hüzün ceketimin iç cebinde bir tütün yaprağı gibi

Cafer Turaç

o eski hüzünlerin aldığı biçim;
harflerin ormanında çok çok dolaştı;
ağacı, yaprağı, çiçeği aştı; -ama yok!
bir karşılık bulamadı melâl’e…

Hilmi Yavuz

Hayın kaderin fırtınaları altında
Soldu güller açan taç yaprağım da
Yaşıyorum hüzünlü ve yalnız
Ve gelir mi sonum diye bekliyorum.

A .S. Puşkin

biraz sonbahardınız
ne çok severdiniz harami rüzgârları
güz gülleri açarken gamzeler
yeşile yasaklı dallarınız
yaprak dökerdi en kuytunuza
bir bulut saklardınız gözlerinizde
hüzünlü şarkı gibi
yağardınız geceye

Nuriye Zeybek

Kocamış bir çınar gibi yüreğin
Dallarına hüzün yağar

Ali Haydar Timisi

Yine gece, yine hüzün
Ve yine içimde sen
Ve yine biliyor musun?
İçimde sen olunca hüzün de güzel…

Abdülhak Hamit Tarhan

Bir el, yüreğimin sessizliğine
Hüzün tohumları ekiyor.

Furuğ Ferruhzad

arayerde bir hüzün büyür gider.

Turgut Uyar

Çok eski zamanlardan geldim
Bu benim bir ağaç kadar yalnızlığım
Bir başıma kalmışlığım
Kalın bir hüzün

Ahmet Ada

“Gümbür gümbür atıyordu kalbim.
Hüzün vardı atışında.
Kadın senden soğumuşsa, unut gitsin.
Seni severler, sonra içlerinde bir şey söner…

Bukowski

masada kalan bir kaç meze
ve yarım bardak tutarında nefes alan,
bir kadeh rakı geceye kalkıyor
dalgalar yüreklere vuruyor,
yürekler ıslanıyor
balıkçı ağlarına takılıyor bütün hüzünler
“denizden babam çıksa yerim” diyen Manos
ah! Manos
Manos bile konuşamıyor
kadın kadehini dolduruyor
sigarası intihar ediyor
yâr gidiyor

Pelin Onay

-Bismillah, elif lâm-

Aşkım bir hüzün bulutuna dönüşüp
Çöker dağının üstüne
Havf ve reca makamında
Dilimde
dua metinleri aşk ayetleri

-İnna lillalıi ve inna ileyhi raciun-
Güzel hayatlar ve ölümler için.

Mustafa Özçelik

saati soran, durmadan aşkın ve acının saatini
akşamın saatini soran gençliğim
ince bir hüzünden ince bir acıya rehinli

Oturdum sessizce sana sevdalı
Çınaraltı’nda
yalnızca beyaz güvercinler
yüzümde
yalnızca
beyaz bir hüzün

Refik Durbaş

Ve gün batımıyla leylek sürüsü
Hüzünlü bir görüntüyü akıtıyorlar Nacinin yüzüne

Edip Cansever

Hüzünlendi çocuk,
Gamzelerine iki büyük çaresizlik doldurarak
“Yalnızlık yavrusunun gözlerindeki çaresizlik gibidir” dedi kadın.

Gassan Satar

çocuk
güzel anılar gibi hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi güzel

Cemal Süreya

Tanrının hüzünlü çocuklarıyız

Engin Turgut

hüzünlüdürler ırak’a giderken kaçakçılar
çoğu çocuk ekmek peşinde namus uğruna
katır kervanlarında dönüşler sevinçlidir
sıcaklaşmış eller yürekler kanatlanmıştır

abdurrahman adıyan

Unutma
Hüzündür bu dile kolay

Yasin Erol

Ömürlerden taşar gençliğimde zaptedilemeyen hüznüm
yine aynı hüzün
Ağlarsam yağmurda ağlarım kimse anlamamalı

Naim Kandemir

Bu çocuk bu hüzünle büyümez fazla

Ali Asker Barut

Karşındaki duvara astığın askerlik fotoğraflarında
Geceyle gündüz arasına sıkıştırdığın saatlerin dinmeyen sesinde.
Yalnızlıkla hüzün arasına sıkıştırdığın günlerin ak beyaz aydınlığında, gecelerin serin seherinde…

Refik Durbaş

Hilmi diyor ki ben
Ucuz hüzünler kiralardım

Hilmi Yavuz

istedim ki gülüşümle senin aşkına karşılık vermiş olayım
ancak senin gözlerindeki hüzün
ellerimi titretti benim
ısırılmış elma elimden düştü yere
yüreğim git dedi, git!

 Furuğ Ferruhzad

burası sebepsiz hüzünler sultanlığı

Hüseyin Atlansoy

hüzüne kıyısı olan her çocuğun içinde
ölüme giden gizli bir gemi vardır

Jan Ender Can

Ah bakire hüzün
parmaklarımızın arasında duruyormuş ölüm
taşları doldurup cebine
yürür suya bedenin ..

Sacide Bayraktar Sezgenç

hakkâri
dağların kenti
ters lâlelerin çiçeklerin şiir armonisi
çığların ve bebek ölümlerinin
ıtır ıtır esen hüzün ve ağıt senfonisi

Abdurrahman Adıyan

ve ayakta tutar hüzün imparatorluğunu,
ayakta alkışlatır kendini ölülere;

günü gelince de yorulur her ölümlü gibi
pıhtılaşır ve donar;
o zaman da buzdan bir şehir olur

Cahit Koytak

Değdiriyordun diyelim parmağını
Hüzne yavaşça
Eriyip rengârenk bir uçurtma
Oluyordu o an
Hüzün dokunmanla

İsmail Uyaroğlu

aldatılmış bir kumsaldır zaman
parmaklarımı sayıp döktüğüm.
herkes ölecek yaştadır orada
toprağı ayaklandıran bir yağmur altında
dağlara doğru süpürülmüş barakalar
ve hüzün,
en eski kavuştağımız,
kendi hâlinde bir dağ

Şeref Bilsel

harfler ki, dağbaşlarıdır;
sözler, bulutların ördüğü hâle…
o eski hüzünlerin aldığı biçim;
harflerin ormanında çok çok dolaştı;
ağacı, yaprağı, çiçeği aştı; -ama yok!
bir karşılık bulamadı melâl’e…

Hilmi Yavuz

akşam ıssız bir ağaç biçiminde
sırrı dökülmüş aynalarda görünür
(bakmak, uzaklara dokunmaktır
sen benim en alımlı gözlerimsin)
bakışını duyar gibi güllerden
tıpkı enli ve kalın hüzünlerden
bana bir gülümseme biçer gibisin

Hilmi Yavuz

ve akşam
artık sabahtır
uzun aşk konuşmaları bittiğinde
ve direttiğinde kendince hüzün
artık
yalnızca
bir
militan düşü
ve bir aşkın
düşüşü vardır

Sıtkı Caney

her şiir bir sözcüğü örter ve gizler;
görülsün istemez ‘gül’ veya ‘hüzün’…
gizli bir hazine midir, bilinmediği,
kimbilir nereye gömdüğümüzün?

Hilmi Yavuz

kimbilir ne anlama geliyor artık,
şu eskiden “hüzün” dediğimiz şey?

Hilmi Yavuz

sevda sözleri! siz şimdi benim
hangi tür
hüzünlere ne ad verdiğimi
nereden bileceksiniz?
tedirgin ve kömür
olmuş sesler duyarsınız ama
bu birşeyi anlatmaz ki!

şiir, hilmi yavuz, mühür
lenir ve gömülür!

Hilmi Yavuz

İri gözlerimde keder
Kılıcımda hüzün
Satın beni satın beni
Rakı için

Halim Şefik Güzelson

Gönlün hüzünlenir bunu duydukça ürkerek.

Yahya Kemal Beyatlı

Baktım hüzünle her birinin benzi sapsarı.

Yahya Kemal Beyatlı

Yağmurun altında duran bir trenden
hüzünlü daha ne var ki hem dünyada?

Pablo Neruda

söylesem hüzün olur, söylemesem de hüzün;
zaten sözler de bezgin… kime anlatılsın?

Hilmi Yavuz

çünkü kar yağıyor
çılgın hüzünlü

Turgut Uyar

Varsın hüzün sözcüğü eşanlamlı tutulsun ömrümüzle

A. Hicri İzgören

Ve dolaşırken göz kamaştıran güneşte
hissetmek hüzünlü bir hayretle
nasıl da benzediğini, hayatın ve acılarının,
üstü cam kırıklarıyla kaplı
şu duvar boyunca yürümeye.

Eugenio Montale

biraz önce yağmur yağmış o istasyon
hüzün dağıtırken
uzaktan bakanlara bile
kıyı yolundan geçenlere
ve yolculara ki hüznün kendisidir
biraz şairdir akşama doğru
anlayışla bakar istasyon şefi
hafif gülümseyerek

Egemen Berköz

Bir hüzün sisi sarmış ne yazık ki çepçevre,
Kalın bir kefen gibi, etrafını kalbimin.

Charles Baudelaire

Örtelim
En kalın hüzünlerle örtelim
Denizin dipten gelen yabanıl sesini
Örtelim Kevser en ağrılı yerimizin
Kısa acılardan kalın hüzünlere akan sesini

Ahmet Ada

Boşalan yağmurlarız, su kenarlarında saz
Birkaç kişiyiz Ayşe Celâl Veysel
Konuşurken hüzün anıtları devriliyor
Dünyanın bütün meydanlarında

Ahmet Ada

Bir otel odasının karanlık köşesinde
Fırtınanın sesini andırıyor nefesim,
Kulağımda saatin hüzünlü tiktakları
Karşımda ise beni parçalayan bir resim!

İlhami Çiçek

bekle, sarı yağmurlar
hüzün getirdiğinde.

Konstantin M. Simonov

Yağmurda parkta oturulmuyor,
İstasyon çok hüzünlü;
Acaba nasıl geçirmeliyim,
Bu koskoca günü?

Şükran Kurdakul

Düşlerimde bile hüzünlerimi besledim

Nurullah Gümüştaş

Yağmurlar da diner, ölür gibi sonunda
Gecede bir yıldızdır hüzün yanar da söner
Acıya süreğen yurt olamaz insan
Bulut olup dağılır içimizdeki keder

Adnan Satıcı

Sen şimdi camların ardında buğulanan gözlerinle
Yağmura sarılacak kadar hüzünlüsündür

Yasin Erol

hüzün hüzün üstüne yağmur yağmur üstüne şemsiyemde yok

Nuri Can

Gümbür gümbür atıyordu kalbim.
Hüzün vardı atışında.
Kadın senden soğumuşsa, unut gitsin.
Seni severler, sonra içlerinde bir şey söner…

Bukowski

Beklemiş he şey adına
Dinle.
Çatırdayan dal
Kırılan kalp
Ve sırrı neyse rengin
Pencereden göründüğü kadarmış hayat.

Bejan Matur

Çok mu hüzünlü konuştum!
Ben hüzünden sıkılırım aslında, en çok da kendi hüznümden…

Meral Okay

Hüzünlüdür baba evi.
Kalır bırakıldığı gibi
Kendini son terk edenin zevkine uygun,
Yeniden kazanmaz istercesine o gideni.

Philip Larkin

Hüzün geldi baş köşeye kuruldu
Yoruldu yüreğim yoruldu.

Bedri Rahmi Eyüboğlu

Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün.

Edip Cansever

Senin de kıyılarını
elinden aldılar mı

İbrahim Tenekeci

Nerelisin yeğenim?
Hüzünlüyüm dayı.

Ali Erdoğan

Bir kalp gibi hüzünlüydüm

Nazik el Melâike

İnsanın genç yaşta ayağı tökezleyip boşluğa yuvarlanırsa; hüzünlü bir hayat tamamlar zamanını. Aşkın ve sevdalandığım şiirin son durağında inene dek, belki bu tamamlanacak zamanın hüznüne yardımcı olmak düşecek bana.

Metin Fındıkçı

Birini unuttuktan sonra bile mutluluklarının ya da hüzünlerinin sesini hatırlayabiliyorsun,bedeninde hissedebiliyorsun.

Anne Michaels

hayatın en hüzünlü anı,
mevsimine kapıldığın kişinin
bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını
anladığın andır…

Vladimir Mayakovski

Derinde sızlayıp yaran,
Kalbini dağlayıp üzer her zaman.
Göze hüzün çöker, göze yaş dolar,
Sevince elveda, düşe elveda.

Bahtiyar Vahapzade

En son evin önünde,
Gözlerini açıyor delikanlı
Ve kapıyor sonra hüzünle,
Elini koyuyor kalbinin üzerine.

Johann Ludwig Uhland

Hüzün daha iyidir
Yalanın yarattığı üzüntüden.

Judith Herzberg

Ben ne zaman bir kelebek görsem
Seni anımsarım
İncecik bir kelebek
Düşlerime konup konup kalkan
Ufalanmış bir hüzün tozuna
Bulanmış kanatları

Sedat Umran

hüznün gölgesi gönle çöktü ansızın
bu gece acı bana hüzünlen.

umut arzum kana bulandı
hüzün okları öylece gönle saplandı

hayatın bu sarhoş denizinde
umut gemim karaya oturdu.

Ali Şeriati

yersiz yurtsuz ruhumda bir yer edinen hüzün.

Oya Uysal

Bakışlarında üşümüş bir bozkır kurdu uluması
Peşinde tenezzül ve nüzul bir hüzün, dilinde yavuz mısralar!

Yılmaz Arslan

“Böylesi şeyleri yüzüne bakarak söyleyemem. Ama yüzünü dönmemelisin, ne olursa olsun. Hadi, şimdi git artık.”

Bir an omuzlarımı sıktığını hissettim. Ve başımın arkasını öptü. Beni gitmem için itti. Durup geri bakmadan önce iki üç basamak indim. Gülümsüyordu, ama hüzünlü bir gülümsemeydi.

“Lütfen uzun sürmesin,” dedim.

Yalnızca başını salladı. “Hayır, çok uzun değil” mi, yoksa “Umutlanma, uzun sürmemesi olanaksız” mı demek anlamına geldiğini bilmiyorum. Belki kendi de bilmiyordu. Ama üzgün bakıyordu. Umutsuzca üzgündü.

John Fowles

ve ben uzanıp durduğumda yatağıma ince bir su gibi ıssız
sorun kalbime özlemek nedir, acı nedir, hüzün nedir
yasaksa aşk titreyen yüreklerin deltasında
varsın kurusun güller, sular kararsın, kumlar yansın
bir çöl akşamıyım artık
bıçak keskinliğinde yakınmadan esip geçiyor düşlerim

Nuri Can

başsız bir leopar… sürünür geçer yanımdan…
dokunuşların… ‘hüzünlü tropik’ bakışların…
sürünür geçer yanımdan…

Lale Müldür

Sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden aşk için bir vaha değil aşka otağ yaran.
Sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları bir harfin başlattığı yangın ile söndür.
Beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım.
Öyle mahzun ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.

İsmet Özel

“Seni seviyorum” diyen o
hüzünlü bir ozandır
şarkılarını yitirmiş

Ahmed Şamlu

Yaşlanmak, gözyaşları olmadık hüzünlerde
Sızar, görürsünüz çoğunuz
Kıyı köşe, durmayın üzerinde
Gördünüz mü giderim.

Behçet Necatigil

Bu son buseydi anlıma koyduğun
…Ve…
benim sana son seslenişim anne
Kalk üzerimden
topla düşürdüğün incileri
…bedenim henüz sıcakken nefesinle
Yıka beni gözlerindeki hüzünle

Yıka beni sözlerindeki ağıtla
?

Çoktan çalmıştı saati acıların…
Sabahın o serin, ürperten çiyi
Alnımda donuvermişti,
O çiyler belki bu hüzünlerimin
Gözyaşlarımın işaretiydi.

Lord Byron

burası sebepsiz hüzünler sultanlığı

Hüseyin Atlansoy

Özlemin olur üstüme yağan bu
Yağmur, büyük hüzünleri yıkasın

Zabi Hamis

yap boz hüzünler yapıştırdık
makyajlı yüzlerimize

Gürkan Kesici

Bir ağaç yalvarışlarıyla hüzünlendiriyor bahçeyi

Salih Bolat

o gün içime çöktüğün gündü
mevsim hüzündü

Ali Ekber Ataş

Oturdu.. Umutlanarak ters çevrilmiş fincanımdan
gözlerinde korku belirdi ansızın
Dedi:
Ey oğul…hüzünlenme
Bu aşk sana yazılmış
Ey oğul
Ölene kadar tanıklar…
Aşka tapmaktan kim ölmüş
Fincanında…dünyanın korkusu dolu
Hayatın yolculuk ve savaşlarla…
Çok seveceksin ey oğul…
Çok öleceksin ey oğul…
Unutulan bütün topraklara aşık olacaksın..
Yenilen krallar gibi geri döneceksin..

Nizar Kabbani

Gözlerin sorguluyor beni
Hüzünlü ve sessiz
Düşüncelerime sızmaya çalışarak,
Tıpkı ayın okyanusun derinliklerini görmek istemesi gibi…

Rabindranath Tagore

sesimde hüzün evleri
dudaklarımda kuyu:
bir kayaya yaslanıp
boz bulanık bir sudan içtim:

ölüm içtim
ölüm içtim
ölüm içtim

yarıldı dünya

duymadın mı sevgilim?

Kemal Varol

Gecenin içine ürküp düş/müştü,
bir sevgiyi taşırarak fincanda,
bir eli cebinde, ağzında ıslıkla;
düştüğü bir şiire
gece . bir fincan çay . eller . gözler .
sevgi . istanbul . pera . düş . gece
Hepsi, hüzün ve hece.

Seyhan Erözçelik

hüzüne kıyısı olan her çocuğun içinde
ölüme giden gizli bir gemi vardır

Jan Ender Can

orta yaşlı bir kelebeğiyim istanbul’un
her ayrılık bir hüzün bırakır yüzümde
iki fotoğrafımı
bulmaca kitabında yan yana getirip
soruyorum okura
aradaki sekiz farkı bulun

Sunay Akın

Yüreğimi kaplayan acı
sözcüklere döküldü mü,
yurt edinir tekmil gövdemi.
Artık tepeden tırnağa yastır,
öfkenin yerini hüzün alır.

Kyogoku Tamakene

yeşil gözlerinin mağrurluğunda
rüzgar saçlarıma değip geçerken
içimde titreyen hüzün seni çağırır
aslında ne gözlerin yeşildir
ne de rüzgar saçlarımda eylenir
hepsi benim gördüğümdür
hepsi seni sevdiğimdir

Adige Batur

benim payıma düşen anılar bahçesinde hüzünlü bir gezintidir.

Furuğ Ferruhzad

Anılarımdan uzak düştüğüm zaman,
düşlere dalarım içlerinden gülücüklerin, hüzünlerin, aşkların
ve suskunlukların yükseldiği.

Mari Nasır

kendinden yorulmuş
bir gecenin içinde gidiyoruz…
sevdam, yorgun bir çırağın derin uykusunda
saklı bir düş gibi,
şoför küfrediyor hüznüne,
“bıyıklarımız büyüdükçe
gülüşlerimiz kısaldı be abi” diyor…
seni özledim,
özlemin bir çırağın tek renkli uykusunda
şoförün hüznünde.

Mehmet Emin Arı

siz şimdi gidersiniz, önceki yüzünüz kalp bir hüzün hikayemde

Hüseyin Alemdar

Şiirdir, yok yere bir hüzün eker topraklarıma

Süleyman Unutmaz

hilmi! gel akşama hüzün var
bir de gül, bir kibrit

Hilmi Yavuz

Sarmış buğulu hüzün dört bir yanı,
Kalbim annemin kalbi gibi hisli;
Her halim garipliğime emare…

Fethullah Gülen

Esen rüzgâr hüzünle eser gelir..
Ve rûhlarda garip hisler belirir.

Fethullah Gülen

bir çocuğun annesini sevişi gibi
seviyorum seni, kederle ve hüzünle

Behçet Aysan

Güzeldi ve değerliydi yaşadıklarımız; kendilerine layık birer yer bulacaklar ikimizin de yaşamlarında: hüzünleri eksik olmayacak ama olsun: olacaklar ya!…

Oruç Aruoba

Dünyanın en uzun hüznü yağıyor
Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne
Kar yağıyor ve sen gidiyorsun
Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun

Erdem Bayazıt

Dilerim hiç bilmezsin ne denli hüzünlüyüm.
İnan, kendimle üzmeyeceğim seni.

Andrey Voznesenski

Sen misin değişen,
Yoksa ben mi?
Bütün geçmişimizden, geçmiş yıllardan,
Bir zamanlar biz olan o insan gölgeleri
Hüzünle el sallamaktalar bize şimdi.

Andrey Voznesenski

işte yağmur, gece.
‘kendim’leri izlerken karanlık, “bir yerine geldim
ki gecenin sen yoksun” yarığına yığılıyor, hep kara
kalemle çizilmiş sandığım, keskin,
dünyaya meydan okuyabileceğine inandığım yama
köşesine çekiliyor küçük yahudi hüzünlerinden,
taş plakta dönen, kırık:

Hilal Karahan

Ve Hüznüm Doğduğunda…

Özenle besledim onu.
Ve hüznüm doğduğunda hüzünle besledim onu,
Gece gündüz üstüne titredim sevecenliğimle.
Ve hüznüm büyüdü zamanla, serpilip güçlendi,
Tüm canlı varlıklar gibi olağanüstü güzelleşti.
Ve hüznümle ben, hep sevdik birbirimizi ve dünyayı
Kaynaştık güzel ruhlarımızla birbirimize ve dünyaya.
Ve hüznümle ben, söyleştikçe günlerimiz kanatlanır,
Konuşkan düşlerimizle seçkinleşirdi gecelerimiz.
Ve hüznümle ben, şarkılar söylerdik, komşular dinlerdi;
Çünkü deniz gibi derindi, anılarla dopdoluydu ezgilerimiz.
Ve hüznümle ben gururla yürürdük, saygılı gözler önünde;
Düşmanca bakanlarda olurdu, çünkü soyluydu hüznüm.
Ve hüznüm her canlı gibi öldü bir gün, yalnız kaldım;
Kendimden geçtim, düşüncelere daldım, bunaldım.
Ve konuştuğumda duymuyorum şimdi kendimi,
Ve komşularım gelmiyor artık şarkılarımı dinlemeye.
Ve düşlerimde dost sesler bana bakıp fısıldıyor şimdi:
“İşte bakın, burada yatıyor hüznüyle birlikte ölen adam.”

Halil Cibran

Bir dem yar hüzünle baksa,
Bir gönül gözüyle baksa
Yiğidi gül ağlatır, gam öldürür

Ömer Lütfi Mete

Eflatun bir iç çekiştedir vakit.
Göğün ışıkları kararı verir hüzünden.
Yıldıza veda…

Köksal Özyürek

doğmuş bulunmakla hüzne bulaştım
insanlar, evet onlar ki hep tanış oldukların
…beni ne kadar da anlamamışlar
oysa bir sıcacık soluğuma tutundu dünya
Kederimden okunuyor yüzüm
Yarı silik, yarı parçalı hüzünkâr.

Turgay Demir

taş duvar demir kapı bedeli ödenmiş acı
hangimiz hangimizden alacaklı
pencerede yağmur içimde dağlar ve gökyüzü
nefret ve hüzün
yalnızlık
barışığım hepinizle küsüm kiminizle

( Denizin sesi yüzlerinde kalkıp yürüdüler)

Refik Durbaş

Ah bakire hüzün
parmaklarımızın arasında duruyormuş ölüm
taşları doldurup cebine
yürür suya bedenin ..

Sacide Bayraktar Sezgenç

Gece
bir tabut gibi çöker omuzlarıma
bir ölünün iç çekmesi olur rüzgar
hüzünle düşünürüm uzaktaki bir evi

Arkadaş Z. Özger

sıkışmış yüreğimize kimbilir ne kadar hüzün
yitik değil yarınlarımız, yeşerir elbet

Kaan İnce

Güller dökülür bülbül ölür, sevgi gider
Çimen çocukları yeşerir sonra,
Onlar da çekilir birer birer,
Neydi ey yürek ne sandın ki?
Hüzün kalır mıydı gitmişken sevgi.

Hüsrev Hatemi

Ağır dökülür hüzün saatinde kum

Babür Pınar

Yağmurda parkta oturulmuyor,
İstasyon çok hüzünlü;
Acaba nasıl geçirmeliyim,
Bu koskoca günü?

Şükran Kurdakul

Kapımı üç defa çalan postacı
Adresinde yok! Diye notlar düşer,
Eski adresimde bir hüzün eser;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …

Bahaettin Karakoç

nakaratındayım anıların
beni bu gece dehlizlere sürükleyen Timur Selçuk,
babasının şarkılarını söylüyor
öyle hüzünlü, öyle hasret, öyle tutkulu
ben de senin şarkılarını söylüyorum
is gibi, sus gibi, öyle vurgulu
kaçırıp getireyim kendimi yanına bir an için desem,
sana sarılamayacak kadar yorgunum artık

Pelin Onay

neden yorgun akşamları giyindik her sabah üstümüze
aktar ölçeğinde mi incelir hüzün, sarraf nezdinde mi
oluksuz bıçaklarla sevişen kaçıncıda ölür
ve kısa pantolonlu bir çocukluğun dizleri neden hep kanar
bir de bunu ekleyin

Orhan Alkaya

Bu gözlerdeki
Bu sözcüklerdeki
Aralarındaki bu hüzünlü sessizlik aşktır.

Cevahir Sipahi

kim satın alır ki ikinci el hüzünlerimi

Mustafa Suphi

gerçekte bir sevinç, bir mutluluk yok değildir yüreklerimizde
sevgiler umutlar yok değildir
öyleyse neden çabuk küseriz birbirimize
çabuk öfkeleniriz
durup durup böyle hüzünlenmemiz neden
anlamıyoruz da ondan mı yoksa
bir bütün olduğunu mutluluğun
umudun bir bütün olduğunu
seziyor muyuz yalnızca
baktıkça gelincik tarlalarına uzaktan
öyle bir arada güzel
yaşamanın lezzetini
kanımızı tutuşturdukça gün günden
buğusunu saldıkça
bir tütün dumanı gibi yaktıkça genzimizi.

Edip Cansever

birgün gideceksin buralardan
yaz yağmuru gibi süzüleceksin.

ve ben,
her kuzu kesilişte,
başını yana yıkıp senin
hüzünlenişini göreceğim

İbrahim Karaca

hüzün dolarsa bu gece yarısı içine
“çek bir soluk rüzgarından sevdamızın”
çevir gözlerini güneşin doğacağı yere.

A. Kadir

Denizler benim kadar kıpırdayamaz
bak şimdi parklardayım
bir çocuğun menevişli gözlerinde.
Hüzünleri bırakmanın günü
günü çığlığı olmak dünyanın,
hüznümü iki kat ediyor ama
gecede alnıma dayalı alnın.

Ahmet Oktay

bırak bana,
hüzünleri, üzüntüleri
acıları, yıkımı—
al götür
işıkları, aydınlığı
sevinçleri, mutluluğu.

gidiyorsun:
bütün kendimi göndersem seninle
götürür müsün?

Oruç Aruoba

Biliyorum
Birgün bu şehirden gideceksin
Pırıl pırıl ışıklı bir istasyonda
Elinde ufak valizin
Ne yapalım hayat bu
Yaşamak biraz böyle diyeceksin

İçinde hür maviliklerin özlemi
Küçük odanı, kitaplarını
Ve mahsun bırakıp göklerle başbaşa beni
Biliyorum,
Bir gün bu şehirden gideceksin…!

Fethi Giray

Gün
soldu
yürek
soldu
gece
soldu
yüzün
soldu
hüzün ve yüzün
ne kötü kafiye
ne berbat hayat

Refik Durbaş

Bir zamanlar güldüğünü
Anımsar
da…Yoğurur hüzünün çamurunu
Avuçlarında.

Özdemir Asaf

Fotoğraf

durakta üç kişi
adam kadın ve çocuk

adamın elleri ceplerinde
kadın çocuğun ellerini tutmuş

adam hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

kadın güzel
güzel anılar gibi güzel

çocuk
güzel anılar gibi hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi güzel

Cemal Süreya

işte her şey nasıl haince karıştırılmış
kirli çamaşırlarla sabunlar ayrı semtlerde
saatin sonunda meydan
suyun sonu ilerde
böyle yaşamak zordur elbet anlıyorum
çılgın ve hüzünlü

Turgut Uyar

Dün gece görünmedi yıldızım
Söz vermişti geleceğine
Artık daha hüzünlüyüm balıklardan
Daha güçsüzüm

Ağla sevgili yıldızım
Yeryüzündeki dostun da
Ağlıyor bak burada

Mevlana İdris Zengin

İnsan en çok sabahları arar sevdiği kadını
diyor birisi, katılıyorum o sabahlara
öğleler kaba yaşanır, kalındır
akşamüstleri ince hüzünlü
çiçekler alınıp verilebilir
sabahtır yalnızlık
nasıl sabah nasıl yalnızlık

Turgut Uyar

– her şey akıp gider, bir katı hüzün kalır

Turgut Uyar

Yaşlandığında (dediği gibi Ronsard’ın)
yazdığım bu dizeleri anımsayacaksın.
Memelerin hüzün duyacak çocuklarını emzirmekten
yaşamının, boşluğunun bu son dip sürgünleri.

Pablo Neruda

Bekle beni, döneceğim
Bütün direncinle bekle beni.
Bekle hüzün yağmurları
Gökyüzünü kaplayınca,
Karakış üşütürken bekle,
Sarısıcaklar yakarken bekle.
Kimseler beklemezken bekle beni,
Unut anılarla yüklü bir geçmişi
Ne bir mektup ne bir haber
Gelmesin ne çıkar, bekle beni
Bekle beni döneceğim
Bekle, yalnızca sen bekle beni.

Konstantin Simonov

İkide bir çıkıp geliyorsun hüzün

Georg Trakl

Aşık olduğunda ruhu hüzün dolar;
Çünkü, sevdiğine kavuşamayacaktır

W.H. Frederik Abrahamson

Sarhoş oldum ışığından yıldızların
Ve şarkı söyledim hüzne, sarhoş oluncaya dek hüzün

Ebu’l Kâsım Eş-Şâbbî

ve sonu ayrılıkla bitecek
hüzünlü bir aşk filmini oynuyor

Sunay Akın

İçimde can çekişiyor bir hüzün.
Hüznüme sebep ararken büsbütün hüzünleniyorum.

Emrah Altınok

Hem sıkıntı hem hüzün ve yok el uzatacak kimse
İçinin daraldığı bu dakikalar…
İstekler!… Boşuna ve sonsuzca istemenin yararı ne?..
Ve yıllar geçmede, en güzel yıllar!

Mihail Yuryevich Lermontov

Birbirimizi derinden gözlediğimiz yazlarda
Ve üstün körü baktığımız kentlerde,
Güllerin güllerimiz,
Hüzünlerimse hüzünlerimiz değil.

Gülten Akın

Önceden bir tutam hüzündüm-işte nasıl bilirsen
Ayaklarımı savurur da sonra toplardım sokaklardan evlere
Akşam olurdu;eşiklerde durur boyası dökük kapıları aralardım
Aklımda binlerce kitap adı ve binlerce şiirle.

Ahmet Erhan

içimden dedim beraber yürüyelim olur mu
varsın gölgemiz olsun hüzün

İbrahim Tenekeci

Dünyanın En Kısa, En Hüzünlü Aşk Hikayesi

― Beni seviyor musun?
― Hayır.

Martin Gardella

Ve bir aşkı ayrılığa
Yakıştırabilir misiniz doktor
Kanatlarında hüzün ve manolya taşıyan
Kuşlarla konuşabilir
Ve trampetimi geri verebilir misiniz bana?

Kemal Sayar

ben gidince hüzünler bırakırım
bu senin yaşadığındır
bir ev sıkılır kadınlardaki
bir adam sıkılır kadınlardaki
seni sevmek bu kadar mı
o benim yaşadığımdır

Edip Cansever

Eyvah hüzün bu
Eyvah hüzün yine

Cahit Zarifoğlu

Bir gün sizde hüzünle bakacaksınız kalbinizin içine
Orada bir şarklıyı göreceksiniz
Biz şarklılar, yani aşıklar
Ve asla konuşamayacakları kızlara aşklananlar
Hep yenildik!

Kemal Sayar

/adı nevin
hüzün kokar ve korkardı geceleyin…/

Yılmaz Odabaşı

hüznünü ver bana yeter, gizli hüznünü
kolları bağlı hüzün olsun dört yanım

Murathan Mungan

kendimi kitap aralarına dolduruyorum nicedir
hüzünlü şarkılara gömüyorum

Nilgün Gürbüz

dertleri bir yana bırak hüzünleri özlemleri
şimdi yola koyulma zamanı
demli bir çay yap kendine geç yaşam güvertesine
ufka dik gözlerini tepende pupa yelken

Memet Sefa Öztürk

Her sayfası kederle kararan
bir hüzün defterine döner günler
ve her sabah “merhaba hüzün”
“merhaba yalnızlık”
diyerek başlarsın hayata
Ama hayat bağışlamayacaktır seni
Unutma

Ahmet Telli

gözleriniz mesela
hani o soyarcasına bakan
hüzün bile gülümsüyor gözlerinizde
hüzün dahi sevdalı

Pelin Onay

Hatırlanacak çok hüzünler bulacaksın,
Onların tohumunu havaya savurarak
Uzun bir yolculuk yaratacaksın kendine,

Ülkü Tamer

Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.
Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.

Edip Cansever

Yeniden
hüzünle başlıyorum bir
romana…

Ataol Behramoğlu

Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim

Pablo Neruda

Gün gelir, yürekte hüzün de söner artık;
Ne mutluluğun, ne acıların olduğu bir yerde
Düşler de anımsayışlar da silinir gitgide
Kalır sadece, her şeyi bağışlatan bir uzaklık

Ivan Bunin

beni kucakla izmir
bugün ellerim beş yaş yumukluğunda değil
türkülerin saflığından utanıyor gözlerim
türküler susturuyor beni bugün
küçük bir çocuğun yardım çığlıklarını işitiyorum
dua eden ellerine hüzünden başka bir şey bırakamamak,
acıtıyor içimi
hüzün bir çocuğun acısını dindirebilir mi..?

Pelin Onay

Bana biraz hüzün ver usta, sek olsun!

Pelin Onay

Bir o kadar da hüzünlü romanlar gibi,
Galiba ben baştan kaybetmişim,
Belki de ben baştan kazanmışım, insanlık kaybetmiş…

Sezai Karakoç

kola değil çay içmektir seni düşünmek,
sen düşünmek erzurum, tebriz, tiflis;
yani aşık garip coğrafyası.

içimde senem’mişsin gibi bir his,
sen bundan habersiz, uzak kentlerde,
batılı bir hüzün yaşarken bile.
seni düşünmekten korkuyorum artık;
ölümlü olduğunu her akşam karanlık,
söyler bana ve buna tahammül zor…
benim ölümüm mûnisleşirken,
seninki kanlı zalim oluyor gözümde.
çok az düşünmeliyim seni çok az.
seni çok az düşünmeye and içmeliyim

Hüsrev Hatemi

Yetmez mi, Hüzünler Perim yetmez mi?

Sana bir İnşirah Sûresi neşesi
Bana bir Yâsin sessizliği…

Hüsrev Hatemi

Ölüm yaşantısıdır
bizi yaşatan.
Yaşamını gereğince yaşayan insan için,
zorunlu tek yaşantı, hep, hüzündür.
Bizi yaşatandır, hüzün : hüzün –
yaşamın nasıl dopdolu, ama nasıl da
bomboş – gelip geçici, bitici, sonlu –
nasıl ölümlü olduğu yaşantısı…

Oruç Aruoba

hüzün
yalındır-dağdan
aparılmış kar topakları gibi

yel ki ince
ipince bir teldir kopmuştur

insan
azar azar kopmuştur

yalnız hüznü vardır kalbi olanın
hüzün öylece orta yerdedir
tuhaf bir yarma yaşanıyordur
çepçevre şeytan kilitleri

İlhami Çiçek

Otuzbeşimdeyim, çabuk sinirleniyorum, tansiyonum var
Geçtiğim patikalarda kaldı büyük düşüncelerim
Bu yüzden hüzünle bakıyorum gençlere…

Şükrü Erbaş

Ömür Hanım’la Güz Konuşmaları

…Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı… ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür hanım?

Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz düşünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?

Yağmur yağıyor Ömür hanım…gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına…Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?

Dönelim…Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır…Olsun dönelim biz yine de. Bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.

Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama… Değil mi yoksa?

Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, ‘dar çevre yitikleri’nde önem kazanmaya…

Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir “ben”e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde…Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür hanım?

Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük…Yalnızım Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün,yalnızım… Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?

Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki…Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı…Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya…

Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür…Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de.

Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz…

Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak…Kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;
ufuklarımızsa sisler içinde…O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pencereye…Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.

Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su…Sızar iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan… dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık…Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de…Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün kalıplarından. Beni duy ve anla.

Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun
ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?

Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. Delilik mi dedin? Kim bilir…Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim mi? Kim ne diyebilir ki?

Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,ben geçtim…Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile… Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.

Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?

Şükrü Erbaş
Ankara, Güz/1983

İnsan işte; geriye dönük düşününce hayal kırıklıkları geliyor aklına. Acımaya başlıyor canı, nasıl olur diye sormadan edemiyor kendine. Kötü bir şey bu hafıza; eliyor eliyor, canını yakan sözleri saklıyor, sonra bir gece ansızın bir örtü yapıyor üstüne.

Azize Su


Katliamı savunmak, katliam savunmaktır

Charlie Hebdo katliamı, ne kadar inkâr ederlerse etsinler, Müslümanların bir yol ayrımında olduğunu herkesin gözüne soktu. Tanıdığım, güvendiğim, birçok yönden kefil olacağım az sayıdaki insanı tenzih ederek, kısa, açık ve net konuşmaya çalışacağım.

“Gerçek İslâm bu değil”cileri anlıyorum. Hem insanın hakikati kabullenmesi çoğu zaman kolay değildir hem de sahiden, gerçek İslâm bu olmayabilirdi. Ne yazık ki, artık bunu söylemeye hakları yok, çünkü vahamet, gerçek İslâm’ın ne olduğunun tartışılabileceği aşamaları çoktan geçti. Kendilerini kandırabilirler belki, ama dönüp dolaşıp bin dört yüz yıl önceki kısacık bir Asr-ı Saadet’i hikâye etmekle başka kimseyi kandıramayacaklarının sanırım onlar da farkındadırlar. Tabiî ki uçuruma giden bu yoldan dönüş mümkün; ama böyle bir gayret, sanırım hiç bilmedikleri ve alışık olmadıkları cinsten bir cesaret gerektiriyor.

Daha fecisi, ötekiler. Müslümanların işlediği her korkunç suça, üstelik dinî bahane ve gerekçeler üretenler. On iki insanın öldürüldüğü bir olayda, Batı’daki İslâmofobi şu bu diye ortaya atlayanlar bile ehveni şer kalıyor. Çünkü öldürülenlerin bunu hak ettiğini, başkalarına da aynı muamelenin yapılabileceğini gerine gerine savunanlar var. Bu insanlar, Kahramanmaraş’ta komşusunu kesen, Sivas’ta insanlar yakılırken kafirlerin cehennem ateşinde yanmakta olduğunu çocuğuna anlatanlardır. Daha fenası, kendisi sokağa çıkıp kimseyi öldürmeyecek, elini asla kirletmeyecekken başkalarını bu işlere kışkırtanlardır. Bugün gazeteci, siyasetçi kisvesi altında karşımızda boy gösterenlerin bir kısmı, bu katliam organizatörleridir.

Yine de öncelikli meselem bu değil.

Şahsen, dinden ve dindarlardan, başta ahlâk ve dürüstlük, biraz da toplumsal adalet bekledim. Onlara böyle şeyler vehmettim. Şimdi her şeyi yeniden düşünüyorum. Ama mesele Kur’an’ı mızrağına takıp zengin olan tahakkümcü siyasetçiler veya hükmetme duygusunun en aşağılık tarzıyla tatmin olan kelle avcıları değil. Tuhaf görünmesin; mesele Paris katliamını yapanlar da değil. Dünyada ne güzel düşünceler uğruna ne korkunç işler yapıldı. Mesele, bir inanç adına yapılan katliama veya hırsızlığa o inanç sahiplerinin nasıl tepki gösterdiği.

Şunu açıklıkla söylemeliyim ki, bugünlere (son bir-iki yılı kastediyorum) kadar değer verdiğim birçok Müslüman insanın Türkiye’de, Irak’ta, Nijerya’da, son olarak Paris’te olan biten karşısındaki tavrı bende moral bırakmadığı gibi, giderek içimde öfke büyütüyor. O laf dolandırmalar, o kınayamamalar, o kaçınmalar, o pısırıklıklar, o ufak hileler, o yüreksizlikler, kalpsizlikler… niye bunlar? Affedemeyeceğimi ve yüzlerine bakmak istemeyeceğimi hissediyorum. Bir zehir akıyor içime.

Niyesinden de vazgeçtim. Bütün bu hileli oyundan sonra Allah’ın kendilerinden razı olacağını sanabiliyorlarsa, işte orada dinden de şüphelenmenin sınırına gelinmesi gerekmez mi? Benim anladığım, din size sadece, çok geniş manada söylüyorum, bir muhit temininden başka bir şeye yaramıyor. Tabiî rastgele bir muhit değil bu; çoğunluğun muhiti. Şöyle bir silkinip dürüstçe aynaya bakmayacaksanız, buyurun, saraylarınızla, para dolu kutularınızla, göz çıkaran, çocuk öldüren polisinizle, kafa kesen mücahitinizle, katliamcı profesyonelinizle, ölmüş çocukların annelerini yuhalayarak, Batı’nın İslâmofobisindan bahsederek birlikte yaşayın. Ve işlenen günahlara, sırf Müslümanlar işlediği için meşruiyet bahaneleri üretin.

Şu iki basit gerçeğin üstünü kimse örtemez, yaratacağı sonuçları kimse önleyemez:
Bir inanç, görüş, vs. adına yapılan katliam, o inancı, görüşü vs. kirletir.
Ve işlenen günah karşısındaki tavır, topluca o inanç sahiplerinin cibiliyetini ortaya koyar.



Ümit Kıvanç

Yenildik ey halkım…

“Alnı secde görmüş o iyi Müslümanlar nerede sahi?” diye soruyor Hürrem Sönmez, diken.com.tr’deki yazısında; ardından zehir gibi satırlar geliyor: “Memleketin çeşitli şehirlerinde savaştan kaçan Suriyeli kadınlar pavyonlarda konsomatrislik yapıyor, erkekler parayla savaş mağduru kadın satın alıyor, küçüçük kız çocuklarını alıp satıyor… Müslümanların bunları yapması imanınızı hiç örselemiyorken, belki hayatınızda hiç okumadığınız bir dergide basılmış bir karikatür dini inancınızı rencide ediyor öyle mi?”

Sonra aynı gazeteden Murat Sevinç soruyor, “Peki güzel kardeşim, dünyayı geçtim, bu ülkede, nerede bu gerçek Müslümanlar? Hutbe dinlerken ‘Amin’ diyenler, cami kapısında buharlaşır mı? Memleketin bu halde oluşunun, mide bulandırıcı ilişkilerin, ırkçılığın, nefret söyleminin, sabah akşam diğer inançlara ve inançlılarına hakaretin, hırsızlıkların, çürümenin, görgüsüzlüklerin sorumlusu, Protestanlar mıdır?”

Ve Nuray Mert: “Bu zihniyetle Müslüman nüfuslu coğrafyanın başı beladan kurtulmayacak, bilesiniz. İntihar eylemine fetva veren, cinayeti ‘cihat’ sayanlara hiç girmiyorum. Acı gerçek şu ki bu çerçevede en derin sorgulamaları da yine Batılı düşünürler yapıyor. Ama Müslüman dünyada kendine eleştirel bakan yok veya sayıları bir elin parmaklarını geçmiyor, esamesi okunmuyor, dahası ‘ihanet’le suçlanıyorlar.”

Yukardaki satırların altına imzamı koyuyorum; konuyu aynı icaz yüksekliğiyle ben yazmış olmayı dilerdim…

“Türkiye’de durum iyidir; biz demokrasi konusunda İslâm dünyasının abisi olacağız inşallah!” yollu palavraların foyası kalmadı. Müslüman geçinen –bu satırların yazarı da dahil- yazar-çizer takımının hâline şöyle bir göz atmak kâfi. Kendini Müslümanlıkla ilişkilendiren yazar-çizer takımı iki kampa bölündü. Bir kısmı ötekileri ‘hırsızın suç ortağı, iktidar yalakası, kiralık vicdanlı’ olmakla itham ederken ötekiler, sevmediklerini sülük, haşhaşi, terörist ve devleti içerden ele geçirmeye çalışan paralel örgüt yardakçısı olmakla suçluyor. Kimin doğru söylediğinin artık önemi yok. Artık ortada güvenilir Müslüman kalmadı bir bakıma…

Bundan sonrası için İslâm’a hayırhah bir katkıda bulunma şansımız var mı? İslâm’ın ılımlı çehresi Türkiye, dünya kamuoyu nazarında birbirini en acı ithamlarla hırpalayan İslâmi intelijansiyası ve kapı bir komşusu Suriye’de rejimi devirmek için mahiyeti belirsiz paramiliter silahlı gruplarla iş tutan dış politikası ile büyük itibar kaybına uğradı; bu gruplarla Türk hükûmetinin şüpheli ilişkileri, işler tersine döndüğünde çok baş ağrıtıcı sonuçlar doğurabilir.

Başa dönelim, yani “Alnı secde görmüş o iyi Müslümanlar nerede” sorusuna. Biz ki, –hâyfâ!- o kesimin yazan kalemi, işiten kulağı, titreyen vicdânı olmak mevkiinde bulunuyoruz ama siyasi rezervlerimiz yüzünden zâlime zâlimsin, teröriste teröristsin diyebilmek için kırk dereden su getiriyor; amayla, lâkinle, fakatla başlamayan cümle kuramıyoruz.

Devletin mağduru iken kardeştik, kıblemiz birdi ve Müslüman bir vicdânımız vardı; “devlete dokununca” dejenere olduk, Müslümanlığımız, işlediğimiz günâhlara kılıf uydurmak noktasında ağzı sıkı fakihlerle iş tutmak ve dini değerleri reel politiğe kurban etmekten ibaret kaldı. Abisi olmakla övündüğümüz İslâm aleminde artık tehlikeli macerapereset muamelesi görmekteyiz. Batı dünyası ise Türkiye’yi çoktan mâkul şüpheli rafına koydu. Devlet ve milletçe varoluşumuzun, yüksek ahlâk değerlerine dayalı bir gerekçesi kalmadı. Eski tâbirle tam ‘tereddî’ halindeyiz.

Bunun adı yenilgidir arkadaşlarYeni nesil, seküler ve liberal yöneticiler tarafından idare edilecektir!

A. Turan Alkan

Medüza

Naci’ye

Derin, sessiz, iyi, böylece
Güz, ölülerini bırakan kuşlar
Yer kalmadı acıya ülkemizde
Derin, sessiz, iyi böylece
Gün ortası alacakaranlık bakışlar

Bir buluşma yeridir şimdi hüzünlerimiz
Biz o renksiz, o yalnız, o sürgün medüzalar
Aşar söylediklerimizi çeker gideriz
Ülkemiz, toprağımız, her şeyimiz
Kıyısında camların bozbulanık rakılar

Çizeriz yeryüzünü kaygısız ayaklarla
Yüzümüzdür bir yağmur ağırlığınca düşer
Sonra pek anlamadan içkiler ne çabuk biter
Ne kadar konuşursak o kadar bir sessizlik olur
Adımızı sorarız birine, o bize adını söyler.

Edip Cansever