Kırk Yerinden Kırık Şiir

bir günahın gölgesi düşerken yüzüme
sesime uzak düşerken her adımda
içimden geçen harabelerin yorgunluğunu seziyorum
korkuyu süzüyorum ebabil dudaklarından
bir bulut kırışıyor bakışlarımda
sevginin kalbinden geçerken
gökyüzü eskiyor
sevdiğim kadını öldürmek geçiyor içimden
yüzünde utangaç parmak izleri bırakmak
bir merdiven altında gizlerken gölgemi
sevdiğim kadını diriltmek…
gözlerinde ölümü hatıra bırakmayı umarak

bir şiiri kırk yerinden kırarak
kırarak sesini bir bestenin
sesimdeki taklit sesi alfabeden atmak istiyorum
kalan son harfe asıp bedenimi
ruhumu parmak uçlarımda
azgın sulara düşürmek istiyorum

bir akrep kıskacında ölümü solurken
sokarken bir akrep ateşler ortasında kendini
acılar içinde yanmayan yönlerimi görmek
ve göstermek yanan yönlerimi
bir akrep kıskacında sevdiğim kadına

bir günahın gölgesi düşerken yüzüme
bin günâhın acısını bırakmak istiyorum
sevdiğim kadının yüzüne

Ömer Ertürk

Görünüm

Eskiden de sevgiler düşlerdim ben şimdi de
Oysa aşk değil artık bir tutam gül ve leylak
Ağır kokularıyla ormanı kaplayarak
Yangınlar var dönüşsüz yolların bitiminde

Eskiden de sevgiler düşlerdim ben şimdi de
Oysa aşk değil artık kulede ateş yakan
O yitik fırtına, bozguncu, ışık tutan
Kuytu ayrılıkların avlusunu, şimşekle

Taşların sıcaklığı vurur bileklerime
Bildik hiçbir sözlükte bulunmayan kelime
Denizlerde köpüktür, gökte buluttur dedim

Yaşlanınca sertleşir her şey, ışıklar dolar
İpler düğümsüzleşir, adsızlaşır bulvarlar
Ben de onlarla birlik, yavaşça taş kesildim

Robert Desnos

Siyah Beyaz Kızlar

II.

Ormanda nasıl kükrerse bir erkek geyik
Sabaha karşı alacakaranlıkta
Yağmuru tetikleyen
Dağı kundaklayan bulutu boynuzlayan

Ah işte seni öyle arıyorum canım
Gelinler gibi sonsuz ağlayan
Murat alamamış
Güveyler gibi

Bir anne nasıl koşarsa yanan bir evden
Yavrusunu kurtarmak için, öyle candan
Atlıyorum işte senin alevlerine

Baba nasıl ağlarsa öyle
Ölmüş oğlunu kucakladığında nasıl
Sedyede çenesi bağlı yatan
Meleklere gülümsüyormuş gibi yatan
Ölmesi mümkün değilmiş gibi yatan
Yine de ölmüş olan ölmüş olan

Ne garip ülke şu gözyaşı yurdu
Zamanı durdurmuş gülümseyişin
Yağmurun atları iniyor dağdan

Şaban Abak

Bir Formül

Ölüm bu ara çok oldun sen
Ortalığı kırıp geçirdin
Dostlara taktın, gençlere taktın kancayı…
Kendim için söylemiyorum, yanlış anlama, bak!
Nasıl olsa benim miyadım doldu,
Ama sen de bokunu çıkarma işin!
Bir süre ara ver bu işgüzarlığa!
Tek dur biraz!
Ne dersin tam maaşla emekliliğe?
İşsizlik sigortasıda veririm istersen…

Can Yücel

Sağ çıksalar ne olacak, çıkmasalar ne olacak?

İçeriden sağ çıksalar ne yapacağız? Üç aydır bizi yedirdiler, bitirdiler. Maaşlarını düzgün vermediler. Elimizde yiyecek ekmek koymayıncaya kadar uğraştılar. Şimdi de canlarını aldılar. Sağ çıksalar ne olacak, çıkmasalar ne olacak? Maaşlarını düzenli vermezlerdi. Ekmeklerini ellerinden aldılar. Servislerini ellerinden aldılar. Güneyyurt’u yediler bitirdiler. Güneyyurdu bitirdikleri gibi her tarafı bitirdiler.

Üç yaşında bir kızım var. ‘Babam nerede, suyun içinde mi kalmış, çıplak mı kalmış? Nerede babam’ der. Çocuğuma diyecek cevap bulamıyorum.

Bunların hesabını nerede verecekler? Allah’ım, güzel Allah’ım, bunların yaptıklarına göre içeriden sağ selamet çıksınlar. Borçluyuz, dertliyiz. Ev aldık, kredi çektik. Bir sene oldu, evine yurduna doymadan. Bizim halimiz ne olacak? Bitirdiler bizi, bitirdiler. Bugünü yarına atarlar, yarını öbür güne atarlar. Üç aydır maaş yüzü görmeyiz.

Eller bayram yaptı, biz yapamadık, eller kurban kesti, biz kesemedik. Bu darlığın bir bolluğu olurdu ama olmuyor işte, olmuyor. Dün öğleden beri içeride sağ adam mı kalır? Memuruz deyip gezerler. İşçilerin sırtından memurlar… Ama bunları süründürmeli. Hepsini süründürmeli.

Emiş Bahar

Bak Sitanbûl’un şu Sadâbad- nev bünyanına

Bak Sitanbûl’un şu Sadâbad- nev bünyanına
Âdemin canlar katar âb u hevâsı canına

Ey sabâ gördün mü mislin bunca demdir âlemin
Püşt-i pâ urmaktasın İran’ına, Turan’ına.

Ey felek insaf, ey mihr-i cihân-ârâ âmân
Bir nazîri var ise söylen konulsun yanına.

Ben de bilmem böyle rûh-efzâlığın aslın meğer
Hızr tohm-ı ömr-i câvîd ekti nahiistanına.

Sizde böyle müşk olur mu deyü hâkinden biraz
Ah göndersem, sabâ ile Huten hakanına.

Cedvel-i sîm içre âdem binse bir zevrakçeye
İstese mümkin varılmak cennetin tâ yanına.

Olsa Kisralar zamanında ya Firdevsf anı
Eylemez miydi şeref Şehnfime’nin unvanına.

Cûş kıl ey rûh-ı Kâvus, ey revan-ı Cem, işit:
Ben kapılmam ehl-i târihin sühan-sencamına.

İkiniz de olmamış mâlik ana, aldım haber
Çerh-i pîrin and verdim dinine îmanına.

Dersiniz kim! “Çerh-i pîre yok yere verdin kasem,
Kim o bî-îmandır anın kim bakar îmanına?”.

Vaktinizde cerh âmenna ki bî îman idi,
Ehl-i dil makrûn idi endûh-ı bî pâyânına.

Şimdi amma ehl-perverdir, müselmândır tamâm
Olalı mahkûm Sultan Ahmed’in fermanına.

Şüphesiz Nûşîrevfln’ın tacı başından düşer
Baksa tâk-ı ser-bülend-i kasr-ı izz ü sânına.

Müddef-i Osmâniyân içre zamân-ı devleti
Benzemiştir nevbahârın mevsim-i nîsfinına

Nedim

Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedim

Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana
Mey süzülmüş şîşeden ruhsar-ı âl olmuş sana

Bûy-i gül taktîr olunmuş nâzın işlenmiş ucu
Biri olmuş hoy birisi dest-mâl olmuş sana

Sihr ü efsûn ile dolmuşdur derûnun ey kalem
Zülfü Hârut’un demek mümkin ki nâl olmuş sana

Şöyle gird olmuş Firengistân birikmiş bir yere
Sonra gelmiş gûşe-i ebrûda hâl olmuş sana

Ol büt-i tersâ sana mey nûş eder misin demiş
El-amân ey dil ne müşkil-ter suâl olmuş sana

Sen ne câmın mestisin âyâ kimin hayrânısın
Kendin aldırdın gönül n’oldun ne hal olmuş sana

Leblerin mecrûh olur dendân-ı sîn-i bûseden
Lâ’lin öptürmek bu hâletle muhâl olmuş sana

Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedîm
Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana

Nedim

Sühan Kasidesi

Sühan oldur ki ola âyet-i kübrâ-yı sühan
Yıla safha-i i’câzda a’lâ-yı sühan

Şâ’ir oldur ki anıñ kalbine Hassân gibi  
Nefha-i Rûh-ı Emîn eyleye ilkâ-yı sühan

Hüsrev-i mülk-i sühan aña denir kim kalemi  
Çeke menşûr-ı hayâlâtına tugrâ-yı sühan

Eyleye şa’şa’a-i fikreti mânend-i Kelîm  
Ceyb-i ma’nâda nümûde yed-i beyzâ-yı sühan  

Dem-i ‘Îsâ gibi enfâs-ı hayât-efzâsı
Ede bir nutk-ı revân-bahş ile ihyâ-yı sühan  

Hızr u İskender’i sîr-âb ede cûy-ı nazmı  
Eylese âb-ı hayâta bedel icrâ-yı sühan  

Cevher-i nutk-ı güher-bârı ile ‘âlemde
Hüsn-i sûret bula efrâd-ı heyûlâ-yı sühan  

Tab’ı âyîne-i işrâk ola tâ kim andan
Mantıku’t-tayr okuya tûtî vü bebgâ-yı sühan  

Nazmına silk-i cevâhir mi denir olmayanıñ  
Dili deryâ-yı hüner tab’ı güher-zây-ı sühan  

Pûte-i zerger-i endîşede kâl olmayıcak  
Sîm-i ma’nâ olamaz kâbil-i tamgâ-yı sühan  

Kimse bakmaz yüzüne tâb-ı hayâl-i rengîn  
Olmasa gâze-i ruhsâr-ı dil-ârâ-yı sühan  

Sîne mir’ât-ı mücellâ gibi sâf olmaz ise  
Hüsn-i sûret mi bulur anda mezâyâ-yı sühan  

Olmayan hall-i İlâhî’ye karîn eyleyemez  
Dil-i pür-’ukde ile keşf-i mezâyâ-yı sühan  

Micmer-i dilde olursa eser-i âteş-i ‘aşk  
Neşr eder râyihasın ‘anber-i sârâ-yı sühan  

Hum-ı endîşede sahbâ gibi sâf olmayıcak  
Nazm-ı rengîn olamaz zîver-i mînâ-yı sühan

Anı Câmî gibi Nâbî gibi rindân añlar
Başkadır neş’e-i keyfiyyet-i sahbâ-yı sühan  

Ceyş-i fikr ile alıp memleket-i ma’nâyı
Gösterir şevket ü dârâtını Dârâ-yı sühan  

Rezmgâh-ı sühana tîg-i zebânın eyler  
Tîzî-i tab’ ile şemşîr-i mücellâ-yı sühan  

Mahrem-i bikr-i mezâmîn olamaz nâ-ehlân  
Takviyet vermeyicek tab’a mezâyâ-yı sühan  

Sadef-i sîne-i deryâ-yı ma’ârifde olur  
Yohsa her dilde bulunmaz dür-i yektâ-yı sühan  

Sapa vâdîleri seyrân ederek çeşm-i hayâl  
Reh-i nâ-refteyi geşt etmelidir pây-ı sühan  

Yohsa mânend-i Hevâyî bir iki güfte ile  
Herze-gûyân olamaz nâtıka-pîrâ-yı sühan  

Nice şâ’ir deyü ta’bîr olunur anlara kim  
Şeb-i ‘ömründe henüz görmeye rü’yâ-yı sühan  

Şâ’iriyyet aña isnâd-ı mecâzîye çıkar  
Bilmeye ol ki hakîkatle mü’eddâ-yı sühan  

Talib-i nazm-ı gazel ‘ilme çalışsın evvel  
Leyte şi’rî deyü eylerse temennâ-yı sühan  

‘İlm ü şi’r ikisi ma’nâda mürâdifler iken  
Bir midir şâ’ir-i nâdân ile dânâ-yı sühan  

Evvelâ ‘ilm-i ma’ânîde mahâret lâzım
Bilmege nükte-i serbeste-i ma’nâ-yı sühan

İsti’ârât u kinâyât u hakîkatle mecâz
Dâ’imâ olmadadır cârî-i mecrâ-yı sühan  

Ahsen-i sûret-i vech-i şebehi bilmeyicek  
Neye teşbîh olunur vech-i dil-ârâ-yı sühan  

Fârisî vü ‘Arabî’den iki şehbâl ister
Tâ ki pervâz-ı bülend eyleye ‘Ankâ-yı sühan  

Ede mânend-i Hümâ Nesr-i felekle pervâz  
Ola cevlângehi tâ evc-i mu’allâ-yı sühan  

Şu’arânıñ da belî tâli’i mes’ûd olmaz
Nahs-ı ekberle tulû’ etdi Süreyyâ-yı sühan  

Sebeb-i cevr-i felek hüsn-i makâl oldu deyü  
Yokdur ancak yüzümüz etmege şekvâ-yı sühan  

Bir de cevr etmese farzâ felek insâf etse  
Var mı ikrâma sezâ nükte-şinâsâ-yı sühan  

Bir alay şâ’ir-i nâ-muntazam-ı bed-mahlas  
Nazm-ı rüsvâyî ile eyledi rüsvâ-yı sühan  

Vezn-i eş’ârı terâzûlara vaz’ etmişler
Tartılır şimdi dükânlarda mukaffâ-yı sühan

İktifâ eylediler meslek-i ‘Âşık ‘Ömer’e
‘Aşk u şevk ile niçe kâfiye-cûyâ-yı sühan  

Gevherî güftesine döndü bugünlerde meded  
Güher-i nâdire-i lü’lü’-i lâlâ-yı sühan  

Hâne-i tab’-ı harâbî gibidir yapdıgı beyt  
Yıkdı nazmı temelinden niçe bennâ-yı sühan

Ekseri halt-ı kelâmıñ hezeyân-ı mahmûm
‘Acebâ tutdu mu şâ’irleri hummâ-yı sühan  

‘İllet-i kabz-ı ‘arûzîye düçâr olmuşlar
Yetişip tenkıyeler etsin etibbâ-yı sühan

Her biri bahr-ı remel bahr-ı hezecden savurup  
Rîh-i enfâsın eder furtuna-fersâ-yı sühan  

Çâr-mevc-i eser-i sarsar-ı güftârından  
Gark olur sarsılarak fülk-i feleksâ-yı sühan  

Çalışır hicve dahi harf-i hecâ bilmez iken
Sanki merdâne olur dâhil-i heycâ-yı sühan  

Ne müsecca’ ne mukaffâ ne kelâm-ı mevzûn  
Ne muhammes ne murabba’ ne müsennâ-yı sühan  

Kimi mânî kimisi vâdî-i Türkmânîde
Kara oglan kaya başısı yelellâ-yı sühan  

Mey-i meyhâne ile mug-beçeyi yâd ederek  
Oldular Bekri gibi meykede-pîrâ-yı sühan  

Sûz-ı pervâne vü şem’e tolaşırlar gâhî  
Tutuşur gayret ile şem’-i şeb-ârâ-yı sühan  

Nevbahâr olsa bahâriyye-i gül bülbül ile  
‘Âkıbet köhne bahâr  oldu ser-â-pây sühan  

Zülf añılsa uzadır bahs-i cünûn silsilesin  
Niçe dîvâne-i ma’nî niçe şeydâ-yı sühan  

Mültezem menkıbe-i Kays ise bilmem ne demek  
İzdivâc etdi mi Mecnûn ile Leylâ-yı sühan

 Telh olur sohbet-i Şîrîn ile Ferhâd’a dahi  
Ba’d-ez-în tâze vü ter olsa da helvâ-yı sühan  

Hüsnü var mı bu kadar Yûsuf’u telmîh ederek  
Çâk ola perde-i nâmûs-ı Zelîhâ-yı sühan  

Sarfa sarf eylemeyip medreselerde ‘ömrün  
Geçinir ba’zı yobaz suhte de monlâ-yı sühan  

Kas’a-i şeyh-i ‘imâretden içip çorbâyı  
Zann eder kâbil-i te’vîl ola zırvâ-yı sühan  

Ötdürür gâhîce boru gibi çatlak kalemin  
Nefesi yetse çalardı kaba surnây-ı sühan  

Tıfl-ı ebced gibi târîh-i rekîkin edemez  
Biñ hisâb etse yine dâhil-i ma’nâ-yı sühan  

Uydurup kendi hisâbınca hemân ta’miyeye  
Zann eder yapdı o bî-çâre mu’ammâ-yı sühan  

Sikkeyi cehl ile mermerde kazar ol rakamıñ  
Etseler nakşını dâg-ı dil-i hârâ-yı sühan  

Başkadır ‘ilm-i mu’ammâda mezâyâ-yı nikât  
Görmez ol dikkat-i nâ-dîdeyi a’mâ-yı sühan  

Narhı altmışlıga indi hele târîhleriñ
Pek ucuzlandı bu bâzârda kâlâ-yı sühan  

Niçe nâ-ehl gedâ-tînet ü sâ’il-meşreb
Cerri sermâye eder eylese imlâ-yı sühan  

Kalmadı şâ’ir ile farkı hemân cerrârıñ
Müntic-i cerr ü sü’âl oldu kazâyâ-yı sühan

Taldılar bâb-ı kibâra gazelim var diyerek  
Oldu sâ’il kapısı dergeh-i vâlâ-yı sühan  

Kim vefât etse kazıp seng-i mezâra târîh  
Cönk ü tûmârın eder mahşere mevtâ-yı sühan  

Hâsılı ‘âlemi târîh ile telvîs etdi  
Niçe murdâr u mülevves hezeyân-lây-ı sühan  

Câygâh oldu o kâgıdlara battâliyye
Her konakda bulunur bir iki torbâ-yı sühan  

‘Îd-i nev gelse hemân köhne kasîde götürüp  
Yeñi eski bulur esbâb-ı ‘atâyâ-yı sühan  

Eyleyip şi’ri varak-pâre-i imsâkiyye
Ramazânda tagıdır halka hedâyâ-yı sühan  

Bu tarîk ile çöker sofra-i hulviyyâta
Nukl-i iftâra getirmiş gibi hurmâ-yı sühan  

Şâ’iriz biz de deyü söylemege ‘âr ederiz  
Oldu rüsvâ bu kadar sûret-i zîbâ-yı sühan  

Kudemânıñ bulup âsârını gencîne-misâl  
Etdiler cümle harâmî gibi yagmâ-yı sühan  

Selh ü ilmâm u tevârüd deyü soñra çalışır  
‘Aybını setre niçe düzd-i tüvânâ-yı sühan  

Sirkat-i şi’r edene kat’-ı zebân lâzımdır  
Böyledir şer’-i belâgatde fetâvâ-yı sühan  

Öyle har der-vahal-i hayret olan bî-ser ü pâ  
Bu revişle olamaz bâdiye-peymâ-yı sühan

Agzına almaz eger kand-i mükerrer olsa  
Lafz-ı hâyîdeyi tûtî-i şeker-hâ-yı sühan  

Köhne mazmûn giyip ol câme-i müsta’mel ile  
Şîvesin gösteremez kâmet-i bâlâ-yı sühan  

‘Acem âhundu gibi ba’zısı da bes ki deyü  
Fârisî lehcesi üzre eder inşâ-yı sühan  

Vaz’-ı erkân-ı ma’ânîde hatâsın bilmez  
‘Acemîler geçinir Sâ’ib ü Rüknâ-yı sühan  

Buved ü mîşeved ü bâşed ü âmed şud ile  
Fârisî oldu sanar yapdıgı saçmâ-yı sühan  

Zann eder bagladıgı nazmı şikeste beste  
Isfahân’da okunur beste-i ra’nâ-yı sühan  

Tutdurup ya’nî ‘aşîrân-ı ‘acem perdelerin  
Kerenây-ı kalemin eyledi şehnây-ı sühan  

Her biri fâris-i meydân-ı belâgat geçinir  
Leng ü lök olsa nola esb-i sebük-pây-ı sühan  

Kuru laf ile sözün cûy-ı hayâl eyleyemez  
İçmeyenler ‘Acemistân’a varıp çay-ı sühan  

Görse bu herzeleri tebri’e-i zimmet ile
Yakasın silker idi ehl-i teberrâ-yı sühan  

Ne hacâlet ki henüz bir iyi Türkî bilmez  
Tarz-ı Tâzî vü Derî’de ede peydâ-yı sühan  

Bir ‘Acem börkü giyip bâri ‘Acem şeklinde  
Şehr-i Tebrîz’de olsun Koca Mîrzâ-yı sühan

Gûy u çevgân-ı sühan başka oyundur ne demek  
‘Acem alayı gibi göstere âlâ-yı sühan

Başka örnekde olur kâle-i zer-beft-i ‘Acem
Rûm’da çıkmaz anıñ gibi mutallâ-yı sühan  

Mâ’il-i duhter-i mazmûn-ı ‘Acem bü’l-hevesân  
Şimdi mâder-be-hatâ togmada ebnâ-yı sühan  

Çagatayca iki söz bilse Nevâ’î geçinip  
Deşt-i Kıbçak’da sanar kendiyi kılgay sühan  

Şi’ri bâzîçe-i tıflâne eden eşhâsıñ
Kimisi söz ebesidir kimi bâbâ-yı sühan  

Bir zamânda yine bu tarza zuhûr eyleyicek  
Herze-gerdân-ı ser-i kûçe vü sahrâ-yı sühan  

Kaldırım taşları altında birer şâ’ir var
Deyü taş urmuş idi Sâbit-i dânâ-yı sühan  

Şimdi görseydi neler çıkdı o menfezlerden  
Kaldırımlarda gezer bir sürü pûyâ-yı sühan  

Hâceye gitsin okunmaga bu ebced-hwânlar  
Başlasın mektebe varsın da elifbâ-yı sühan  

Nev-sühanlar baña taklîd ile yazsın sühanı  
Ki benim her sühanım nüsha-i kübrâ-yı sühan  

Tab’ım âyîne-i ilhâm-ı füyûzât-ı Hudâ  
Baña keşf oldu bu sûretle hafâyâ-yı sühan  

Dürr-i şeh-vâr-ı mezâmîn ile memlû sînem  
Dil-i pür-cûş u hurûşum ser-i deryâ-yı sühan

 İşidip şöhretimi mülk-i bekâda Bâkî  
Añlamış kalmadıgın aña bekâyâ-yı sühan  

Belki fehm eyler idi sûd u ziyân-ı sühanı  
Gelse ‘arz eylese Nef’î baña kâlâ-yı sühan  

Gitdim isbât-ı vücûd etmek içün Şîrâz’a  
Eyledim ‘Örfî-i fehhâr ile gavgâ-yı sühan  

Bi’t-terâzî varıcak mahkemeye olmuş idi  
Kutb-ı Şîrâzî-i ‘allâme müvellâ-yı sühan  

Şâhid-i ‘adlim olup Hâfız u Sa’dî anda
Hükm olundu baña ehliyyet-i da’vâ-yı sühan  

Nola Vehbî-i İlâhî deyü meşhûr olsam
Hibedir mevhibedir baña ‘atâyâ-yı sühan  

Çâre ne böyle kafes-bend-i gam oldum kaldım  
Tutalım tab’ım imiş bülbül-i gûyâ-yı sühan  

Ta’n-ı hussâd ile dem-beste vü lâl oldum âh  
Ebkem olsun beni hâmûş eden a’dâ-yı sühan  

Yetişir nush ise de lâf ise gavgâ ise de  
Bu kadar gulgule-i hûy-ı sühan hây-ı sühan  

Şimdi bir nazm-ı dil-ârâ-yı neşât-âver ile  
‘Âşıkâne olalım velvele-ârâ-yı sühan

Gayrı feysal verelim fârig olup da’vâdan  
Olsun işte bu gazel hüccet-i ibrâ-yı sühan  

Süzülüp nâz ile olmazsa da gûyâ-yı sühan  
Yine ol çeşm-i sühan-gû eder îmâ-yı sühan

Deheni hokka-i yâkût-ı letâfet gûyâ
Nutka gelse saçılır lü’lü’-i lâlâ-yı sühan  

Şîve-i kâmet-i bâlâsını yâd etdikçe
Yakışır her ne kadar eylesem ıtrâ-yı sühan  

Bûse va’d eylemiş agyâra lebinden dediler  
Aradım agzını hîç etmedi ifşâ-yı sühan  

Söze yatsın deyü pek üstüne düşdüm bu gece  
Subha dek olmadı bir dürlü pezîrâ-yı sühan  

O cefâ-pîşe vü bâbî-i sühan-fehm ammâ  
Eylemez ‘âşık-ı bî-çâreden ısgâ-yı sühan  

Vehbiyâ lâl olurum vasf-ı leb-i la’linde
Dehen-i tengi degildir bilirim cây-ı sühan  

Âsafâ ‘afvıña magrûr olup etdim böyle  
Vâdî-i hezl-i zarîfânede imlâ-yı sühan  

Ruhsatıñ olmasa cür’et mi ederdim hâşâ  
Tavr-ı fahriyye ile etmege inşâ-yı sühan  

Müteşâ’irleri ancak garazım terbiyedir  
Añlasınlar ne imiş rütbe-i vâlâ-yı sühan  

Karamanlı gibi elbette delîle muhtâc
Ka’be-i nazma giden bâdiye-peymâ-yı sühan  

Yohsa bî-çârelerin yüzlerine ‘aybın urup  
Maksadım etme degil mashara sîmâ-yı sühan  

Nîk ü bed bakma efendim yine in’âm eyle  
Mâye-i şöhret olur bezl-i ‘atâyâ-yı sühan

Bermekîler dahi bakmaz idi nîk ü bedine  
Gelse çölden bir alay laklaka-fersâ-yı sühan  

Surresin kapdırıp ihyâ-yı kulûb etdikçe  
Bi-hayâtik der idi ma’şer-i ‘urbâ-yı sühan  

Sadr-ı rif’atde hemân devlet ile sag olasın  
Olsun erbâb-ı sühan mahmidet-ârâ-yı sühan

Sünbülzâde Vehbi Efendi

Eyvây dilim vay dilim vây dilim

Zahm-ı elemin tuttu serâpây dilim
Âteşlere yandı yine eyvây dilim
Ortada gezer bî-ser ü bî-pây dilim
Olmuş bütün âlemlere rüsvây dilim
Eyvây dilim vây dilim vây dilim

Düştü düşeli ol büt-i ayyâre dilim
Seng-i sitemi eyledi sad-pâre dilim
Bir âşık-ı üftâde-i âvâre-dilim
Derd oldu benim başıma bîçâre dilim
Eyvây dilim vây dilim vây dilim

Dil olduğu günden berü giryân dilim
Durmaz gece gündüz eder efgân dilim
Hecr âteşine olmada sûzân dilim
Dil olduğuna oldu peşîmân dilim
Eyvây dilim vay dilim vây dilim

Vasf etsem eğer hâl-i diğer-gün-i dilim
Hâmemle zebânımdan akar hûn-ı dilim
Esrâr ben ol âşık-ı meftûn-ı dilim
Kim oldu bu mısra’ bana mazmûn-i dilim
Eyvây dilim vây dilim vây dilim

Esrar Dede

Nidem ben bu gönül ile benim ile bile durmaz

Nidem ben bu gönül ile benim ile bile durmaz
Ma’şûk yüzün gördü meğer öğütleyip öğüt almaz.

Tanrı için ey uslular gönlüm bana alıverin
Vardı bilişti dost ile geri bana boyun vermez

Bunun gibi gönül ile nice dirlik ediverem
Bıraktı yabana beni bir gün gelip hâlim sormaz.

Gönül bana yoldaş iken, zühd ü tâat kılar idim,
Yıkıldı bu tertiplerim, gönülsüzüm elim ermez.

Gönül içeri dost ile, ben kapıda feryâd ü zar,
Bin yıl zârî kılar isem, işbu nedir diye sormaz.

Aydır isem eyâ gönül, hani farîza yâ sünnet,
Aydır yok teşvişi koya, bu seviye amel sığmaz.

Eğerleyin aydır isem, gör boynumda borç kalmasın,
Kakır boşar söver bana, aydır ki ey Hakk’ı görmez.

Ağız ağızdan kutludur, ola ki sözünüz tuta,
Ben yüz bin yıl söyler isem, sözüm kulağına girmez.

Gönlüm dahî canım dahî el bir etti şu ikisi,
Yüz bin Yunus’tan ferâgat, dost yüzünden gözün ırmaz.

Yunus Emre