Yaz Kuşlarının sisine gömdüm acılarımı

Yaz Kuşlarının sisine gömdüm acılarımı
Sevdiğim kadınlarda kaldı yıllar ve yıllarım
Yıllar ve yıllarım kış mahsulü hüzünler
güz kokulu kederlerim

– Ne mi anlatır şimdi kuş kanadında sûretim?

Refik Durbaş

İki Sevda Arasında Karasevda
Ümit Yayıncılık – 1994

Bir liman gibi ihtiyarlamışım

Aynasına bakıyorum ömrümün
Bir nice yüz ki ben miyim şu, o mu ben
Bir liman gibi ihtiyarlamışım
Bir düdük sesi kaldı her gemiden
Ne icinde yolcu, ne anbarında yük
Ne işaret, ne kampana, ne düdük
Bir limansız gemide boş gemiyim.

İlhami Bekir

Kalbim kalbinde misafir kalsın bu gece

İki elim vardı:
Birini sana bıraktım
ötesini yılların yalan aynasına

İki gözüm vardı:
İlkini sana sakladım
ikincisini mazimdeki hatırana
Kalbim:
kalbinde misafir kalsın bu gece

Refik Durbaş

İki Sevda Arasında Karasevda
Ümit Yayıncılık – 1994

Ben Başkasının Dili Olsaydım

Ben başkasının dili olsaydım
ezik sözler arasında bir delidil bulurdum
kırılmış kolyesini arayan inciler gibi
gözyaşlarımı toplardım, o rüyadan uzakta ve yorgun

Sen başkasın başkasından, sen delidilsin
hey “belki” adlı iyimser kişi, durgun
arkadaşımın uykusu, kendini görmedin ki
başkasını görmekten, ben olsam unuturdum

Dilim daha incedir sözlerimden ve daha
derin bakışlarım gördüğünüzden, şiir bile
uslu kalır yanında deli suskunluğumun,
ben delidildim, aşkı aşkla konuşurdum

Ben başkasının dili olsaydım
mavi bir kız gibi çocukluğumla konuşurdum

Haydar Ergülen

N’eyin Ben

Pazartesi:   Haydar      Ergülen
Salı:              aydar         rgülen
Çarşamba:       ydar         gülen
Perşembe:         dar            ülen
Cuma:                 ar              len
Cumartesi:            r               en
Pazar:                                      n

iniyorum gün günden
Adımdan, şiirimden
‘n’eyim ben
‘n’edir Haydar Ergülen

Haydar Ergülen

İnsan Telefon Defterini Temize Çekerken Bazı İsimleri Eski Defterinde Bırakır

İnsan telefon defterini temize çekerken bazı isimleri eski defterinde bırakır. Onlar artık bir daha asla aranmayacaktır. Garip bir hüznü barındıran bu silik isimlere bakılır bakılır. Kimi okuldan sınıf arkadaşınızdır, kimi çok çabuk unutuverdiğiniz bir sevgili, kimi bir kafede aylarca herşeyi ama herşeyi paylaştığınız birisi; ya da istifa ettiğiniz bir yerden bir iş arkadaşınız! Soyadları sorulmamış bir sürü hatırlanmayan isim de vardır defterde; ve şüphesiz üstünde isim olmayan telefon numaraları; korkunç bir operasyonla onlarca hayat, onlarca güzellik bir çırpıda ortadan kaldırılır.

İnsan telefon defterini temize çekerken bazı isimler üzerinde durur. Onca zaman sonra bir kez arasanız, sesini duysanız.. ona edebilecek bir çift sözünüz yoktur! Birlikte gittiğiniz filmler, meyhaneler, evler birbirinizi yıllar sonra özlemenizi sağlayacak sevgiyi aşılamamıştır size. Yalnızca bir isimdir şimdi o. Herhangi bir isim. Hatta gözgöze geldiğinizde içinizi nedensiz daraltan bir isim. Temize çekerken atlarsınız hemen. Derhal çevirirsiniz sayfayı telaşla, alelacele. Ohh! İsim, geçmişte kalmıştır.

İnsan telefon defterini temize çekerken hayatını da sorgular! Hangisi ihanet etmiştir; hangisi yalvarmıştır bırakmamanız için; hangisinin bir süre sonra arkanızdan konuştuğunu duymuşsunuzdur; hangisi sizi en güzel öpmüştür; hangisi rüyalarınıza girmiştir; hangisinin ayakparmakları ilginizi çekmiştir; hangisinin burnundaki kıllar sizi aşırı rahatsız etmiştir; hangisine hediye alırken zorlanmışsınızdır; hangisiyle en hararetli tartışmalara girip kavga etmişsinizdir; hangisinin eşine siz de büyük bir aşk duyup bunu acıyla gizlemişsinizdir; hangisi için sabahlara kadar içip içip ağlamışsınızdır?!. İnsan telefon defterini temize çekerken hayatını da sorgular. Doğrular, yanlışlar, hatalar, tutkular! Birlikte Edip Cansever okuduğunuz o insanlar, solmuşlardır.

İnsan telefon defterini temize çekerken yalnızlığını da kanıtlar! Bütün bu insanlar şimdi nerede, ne yapmaktadırlar?! Saat elbette dört’tür! Paradoks, labirent, koni, tüm bilimsel ifadeler ve mentalite tersine dönmüştür. Ters dönmüşsünüzdür. Bu tekbaşınalık ve bu isim katliamı aslında size ters gelir… Çalan telefona bakarsınız. Acaba? Acaba telefon defterini temize çeken bir arkadaşınızın herşeyi son anda kurtarma çabası mıdır?! Bir iki kırık sözcük, yarım yamalak bir buluşma teklifi, belki… Bilemezsiniz. Lütfen. Ama lütfen. Telefon defterlerinizi kaybetmeyiniz!

küçük iskender

Anneler Oğullarını Affetmez

Annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
Annemin cenazesinde kılmadığım namaz kadar masum
Annemin mezartaşındaki imla hataları kadar sarhoş
Annemin vasiyetindeki,
‘Oğlumu benim yanıma gömmeyin sakın’ maddesi kadar sevecendin.

Bazı eski romanlar
‘Yıl bin dokuz yüz bilmem kaç’ diye başlardı,
ben çocukluğuma, çocukluğumun çocuk romanına,
senin oyuncaklarını kırarak başladım.
Ben her sonbahara hep yaz’ı kırarak başladım.
Yazları kırarak sonbaharlara başlamak…
Bunlar benim sevişirken kaybettiğim savaşlardı!

Firari bir aşka saklanacak kalp bulmak
Anneme talip olan yalnızlığın sorumluluğundaydı.
Belki o kadının ölüm nedeniyle ısınan gözlerinin,
uzak şehirleri hatırlatan soğukluğunda
bir kalp bulmak
bir kalbe çevrilmeyecek bir teklif sunmak
okyanusları birleştiren hayali aradenizlerin sonundaydı!

Ah, nasıl unuturum,
Ah ben nasıl unuturum ki
annem lohusayken karnına bir gül koymuştu!
Gül bu
durur mu hiç yerinde
annemin karnına yepyeni bir rahim oymuştu!
Benim çıktığım rahim, cehennem
gülün oyduğu rahim, cennet!
Bütün bu mağaraların demir zemberek kapılarında
babamın spermlerinin yazdığı metinler
kutsal ihanet metinleri, kutsal cehalet yeminleri,
ölü kardeşlerim
doğmamış kardeşlerim
doğmamış melek kardeşlerim, peygamber kardeşlerim, cin kardeşlerim
hepsi,
ama hepsi, karanlığın serseriliğinde pervasızca donmuştu!
Annemin öldüğü gece kazıdım kafamı!
Kazıdım kafamı kafatasıma kadar! ,
Siyah bir tişört giydim, siyah bir pantolon
siyah çoraplar ve siyah botlar
simsiyah bir palto giydim! Simsiyah bir gece giydim yüzüme!
Sana geldim yas tutar gibi
Sana geldim yağmur altında, bütün atları yaralı bir posta arabası gibi
Annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
‘Beni annemin yanına gömme sakın’ dedim sana
‘Beni hiç gömme, ben hep burda kalayım’
‘Bu evde çürüyeyim seni ıhlamur kokan yatağında’
‘bu evde dökülsün etlerim
yaz’ı kırarak sonbahara başlayan bir ağacın döktüğü yapraklar misali’
Annemin elini öper gibi öptüm yine seni dudaklarından
sonra alnıma götürdüm dudaklarını ince ince, kibarca
‘Affet beni anne’ dedim
‘Affet, tüm bunlar bir ölünün hayatta kalma heyecanından! ‘

Küçük İskender

 

Bahçeli Rivayet

siz bu kadar çok muydunuz, kimseniz yok mu
– ara sıra benzemek ister ya insan birine –
nasıl böyle kendinize benziyorsunuz
kimse artık o kadar benzemiyor kendine

bir de benzersiz oluşunuz var ki
ya sizsiniz şu hepimizdeki eksik
ya sizin yerinize çekiliyor gibiyiz
içimize böylece hepimiz birbirimiz

bir de bir bahçe gibi hatırlanma isteği
bir tesadüf de olabilir bir istek de
önemsiz bile olabilir, olmamış bile
olabilir mi, olabilirmiş, bir oluş;
ne demekse bir oluş: elma bir kuyu
kazandırır düştüğü yere, bahçe dağılır,
herkese bir üşüme kalır kendine düştüğünde,
evler yıkılır ve balkon kalır: kötülük
böyle yükseldi!

kötülük böyle yükseldi, siz KAYBOLMUŞ
BİR MEKTUP GİBİ AÇILACAK BİRİNİ ARIYORDUNUZ,
bir davet olan BAHÇEYİ birinde ARIYORDUNUZ
KİMSE KİMSEYİ ÇAĞIRMAZ, HİÇBİRİMİZİN YERİ
YOK, BAHÇE DAĞILMAK İÇİNDİR ŞİMDİ
KALMADIĞI YERDEN: bahçede KÖTÜLÜK YOKTU,
KÜSMEK VARDI, şahaneydi, ama siz
kimseyi küstüremediniz!

KÜSMEK ŞAHANE, SIRADAN ve İYİYDİ
İYİLİĞİN YERİNİ ALAMAYACAK KADAR
SAHİCİ OLABİLİR BAZEN BİR OLUŞ: Anılar
hiç rivayet edilmemiş gibi KORUNABİLİR,
ACI HERKESE YETEBİLİR, BU BAHÇEDE
KUŞKUNUN DA YERİ YOK, ne çıkar, şüphedeyim
dese de biri, olsun yine aldanacak bir şeyler çıkar,
unutulanlarsa BİR KEZ OLSUN HATIRLANMAKLA
yine UNUTULURLAR, ŞAPKASINDA
KİRAZ OLMAYAN BİR ÇOCUK BİLE HATIRLAR
yazın bahçeyi dağıttığını, ama siz eski kirazı
gönderdiniz büyüdüğü bahçeye, bilseydiniz
KÖTÜLÜĞÜN TATİLE ÇIKMASINDAN DAHA KÖTÜDÜR
GERİ DÖNMESİ, üstelik herşey dağılırken
iştah uyandırır kirazın biriktirdiği: KÖTÜLÜK
BÖYLE DÖKÜLDÜ!

KÖTÜLÜK BÖYLE DÖKÜLDÜ, BENİM GÖZÜMDEN
KAÇAN BİR BULUT SİZDE YAĞMURA SIĞINDI,
şüphedeyim hala, benim hikayem bu
kadardı, YAĞMURA KADARDI, HEM BAHÇEYİ
TUTUŞTURACAK KADAR ATEŞİ YOKTU KİMSENİN,
hem çoktunuz başka bahçeler gibi
KİM KİMDEN KAYBOLSA BİR BAHÇE YAYILIR
ATEŞ GİBİ, nerde bir bahçenin süslendiğini
görseniz, BİLİN Kİ BAŞKASININ BAHÇESİ KÜL
ALTINDADIR, BU BENİ BOĞARDI, KİRAZI BOĞARDI, GÜL
BİLE
BOĞABİLİR BİR BAHÇEYİ: ELMAYI SAYMIYORUM!

elmayı saymıyorum, onun açtığı kuyularda
boğulanları da saymıyorum, ANLADIM ÇOKTUNUZ
ve GİTGİDE AZ GELİYORDUNUZ KENDİNİZE
EN ÇOK KİM VARSA SİZDE, şimdi en çok
kimseniz ondan bakın, onun gibi bakın bize
ya sizsiniz bakıyoruz yüzyüze
YA SİZSİNİZ HERKES KENDİ YÜZÜNE

bahçeyi sizden bildim, SİZDEN İNDİM
ELMANIN AÇTIĞI KUYUDAKİ ŞİDDETE,
TADIM YOK SİZDEN DÖKÜLDÜM, sizden
toplandım, DAĞILMADIM ki HİÇ: TERKETSENİZ DE
KİRAZ BAHÇEDE KALMALIYDI, kırdığınız ne varsa
bir PARÇASI BENDEYDİ, SİZİ BİLDİĞİM KADAR
BİLİYORUM ŞİMDİ DE: BENİM SİZDEN BİLMEDİĞİM
TEK ŞEY AŞK OLDU!

insan BAĞIŞLAMAK İÇİN SEVİYORSA BİRİNİ
SEVDİKÇE BAĞIŞLAMAZ MIYDI KENDİNİ DE
YOKLUĞUN BAHÇESİ BÖYLE DERİN
RÜZGAR BÖYLE GİRMİŞKEN İÇİMİZE
TERKEDİN İÇİNİZDEKİ KALABALIĞI ve SÖYLEYİN

SİZİN KİMSENİZ YOK MUYDU

Haydar Ergülen

(Eskiden Terzi 1991 – 1994)

Ay Antolojisi

Ocak

Yazla yıkanmış elma
Can eriği olur sesinde
Güzün yıkadığı üzüm
Can suyudur sevgiliye

(Eski İran şiiri)

Şubat

Benim sende bir emanetim vardı
Elma diyedir, sende benim olan tek şey
Kızıldeniz’e git, elmayı bırak
Sen de elma boyunca yürü denizin içine
Dibe vurunca anlaşılır bazı şeylerin derinliği
Ben hiç elma yiyen balık görmedim
İnsandan yaralanacağına balıktan yaralansın bu kez
O elma kalbimdir benim eski serseriliğim

(Eski Mısır şiiri)

Mart

Şairlik, haksızlık etmektir düpedüz
Elma dururken üzümün karanlığına
Her bağdan yepyeni bir salkım heves
ve her adada başkalığıyla şımarıyorsa elma
ve üzümden sarhoş olacağına, ah geçkin şair,
elmadan başı dönüyorsa, unutur elbet
genç bir aşık gibi, bağbozumunu da
Kelimeler de şuç ortağı olur ve şiir bozulur
Üzümü küstürme, karanlık olan elma
Gecenin ve aşkın anlattığı da bu
Yaz geçsin tez güz evine dönsün
Ay ışığında yıkanmış vedalarda
sevdiğim bağbozumunu

(Eski Ada şiiri)

Nisan

Nar dahi açılsa tanesi narin
Üzüm yatağında ateş, yüreği serin
Elma sırmış meğer ötesi derin
Bir elmayı soyamadım erenler
Ağustosa düştüm aşktan bir umman
Ekimde eğlendim hayli bir zaman
Boşunaymış yağmur, zalimmiş Nisan
Bir gönlümü bilemedim erenler

(Eski Bektaşi Nefesi)

Mayıs

Bordo yorgan
ağır geldi kışa
bundan hüzüntülü elma

(Eski bir Haiku)

Haziran

Seni neyle getireceğim, de bana güzel yağmur
Büyük bir ev buldum, adı sokak, bir de küçücük parkı var
Gölgesi içinde keder gibi durur
İster Haziran de, ister Ağustos, balkonunda aşka da yer bulunur
Hala elmayım diye mırıldanan şiiri de say şarabın bordosuna
Keyfimiz tamam olur… demek isterdim ama,
nasıl derim, sokağa yağmur gibi konuk giden
şu küçücük kedi kız bir daha nerede bulunur?

(Eski Bizans şiiri)

Temmuz

Cumartesi: Şehir kalabalık ve kendine çarpıyor.
Pazar: Ada sessiz ama yalandan batıyor.
Pazartesi: Sanki yazın son günü herkes kızıyor.
Salı: Yağmur nerede bir arkadaş daha ölüyor.
Çarşamba: Pul mu yetişir acıya mektup gibi yağıyor.
Perşembe: Bordo mu? Ay çıkınca boyası dökülüyor.
Cuma: Elma çürük, şiir hava gibi bozuyor.
Şiir hangi gündür?
Kim bilir?
Yazan bilmiyor.

(Yeni İstanbul şiiri)

Ağustos

Merhamet ayları çoktan geçmiş olmalı
Ağustos merhamet kadar sıcak değilmiş!
İnsanın kendisiyle arayı açtığı zamanlar vardır
Bir günde olabilir, bir ömürde, fakat
hiç biri hoyrat sayılmaz Ağustos kadar
Bazen bunca uzaklığa bakıp da insanın git diyesi gelir
Ağustos, git ve merhamet dilen zalimliğine şu adı çıkmış Nisandan
Yalnızca bir yaz olsa kaybolan, değil
Merhamet gibi kayıpmış şu Ağustosta şiir…

(Yeni Yaz şiiri)

Eylül

Ha şiir yazmışsın Eylülde
Ha günah işlemişsin
Bence ikisi de bir ve yalnızlık suç gibi işlenir
Eylülse, şiir bekleyebilir
Yazma, ağaca bak
Şiir gazel gibi dökülebilir
Elmalar kızarıyor mu beni güldürme
Güldürme üstüme bir de şu sarışın Eylülü
Şarabın tortusu bordo bir acı
Eylülün sonuysa hiç değişmez
Ezilmiş şiirden ibarettir

(“Defterlerde Kurutulmuş Şiirler’den)

Ekim

Evine dön! Ekimden şiire giderken
Kim bilir kaç boğbozumu?

(“Yola Dökülenler için Kılavuz’dan)

Kasım

Gidecek başka bir yeri varken Kasıma gelen
kelimelerden şiir olur (ben gelir miydim?)
Düşecek başka bir şiir varken bana düşen
elmalardan ayrılık olur (bende düşerdim?)
Isınacak sıcak ruhlar varken benimle üşüyen
renklerden sonbahar olur (beni de yetiştirdiler!)
Bu şiirin gidecek bir yeri yok,
Kasım gibi kimsesiz dalında bir yaprak gibi, güz
ondan habersiz
üç beş kelimem olsaydı benim de tütseydi ocağım
nice bir iklime düştü ki ruh benden de tesellisiz

(Eski Yahudi Mistik Şiiri)

Aralık

“Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filan da gider bu gidişle”
Aralık yoktur Turgut Uyar’da
Ekim gibidir her şey
bence de öyle
Ekim gidiyorsa Aralık niye beklensin ki
Ekimin şiiri var, Aralıksa şiir yerine
bir kere bile geçmesin sokağımızdan kötü şiirler gibi bekletmesin de sonuna dek
Ekim gibi ansızın bitsin ya da bitmeden…
Yarım kalsın!
Ne kadar yarım kalırsa o kadar şiir
ne kadar Ekim olursa o kadar Aralık
kalır şiire, kaybolalım diye hemen
ve şiirimiz sanki yazılmış gibi önceden
yarısı Ekimden yarısı şiirden yarım Aralık

(“Ay Antolojisi”nden)

“Elmanın küçük ve kırmızı olduğu yıl şiir yağmurun yerine yağar ve bordo bir ay kanar bundan aşk yerine…” (Bir Kızılderili Şiiri)

Haydar Ergülen

Ben Başkasının Kağıdı Olsaydım

Ben başkasının kağıdı olsaydım
yoksul gözlü sokaklar utanır diye
çilek, eski gazeteler gibi mahçup
bir kese kağıdı olur, herşeyi içime atardım

Bir mektup kağıdı olurdum uçuk pembeden
“Yüksek bir Türk kızına takdim” edilen
ve harfleri terleyen bir askerin elinden
çıkar, sılasına mahsus selam söylerdim

Belkide boş bir kağıt: bana yağmur
sözden yağar! Böyle teselli ederdim
vari yoğu boşluk olmuş cümlenin kederini,
bir harf denizi olurdum maviden daha derin

Ben başkasının kağıdı olsaydım
kağıttan bir şairin eline sığınırdı kaderim

Haydar Ergülen