O Taraf

Gördüm ölüm diyârını rü’yada bir gece
Sessizlik ortasında gezindim kederlice.

Durmuş saat gibiydi durup geçmiyen zaman.
Donmuş sükût içinde güneş görmiyen cihan.

Hâkimdi yerde ufka kadar uhrevî vakar;
Bir çeşme vardı her tarafından ziyâ akar;

Geçtikçe bembeyaz gezinenler üçer beşer;
Bildim ki âhiret denilen yerdedir beşer.

Baktım hüzünle her birinin benzi sapsarı.
Sezdim ki gövdesizdi, hayâliydi boyları.

Bir başka semte doğru dönerken bu gezmeden
Bir tas ziyâ alıp içiyorlar o çeşmeden;

Allâh’a şükredip duruyorlar ve kol kola,
Sessiz, yavaş yavaş dalıyorlardı bir yola.

Naklettiğim gibiydi bu rü’yâda gördüğüm.
Rü’yâ bu. Yoksa başka bir âlem midir ölüm?

Yahya Kemal Beyatlı

o+taraf+yahya+kemal O Taraf

Irmak-Boyu Tacirinin Karısı: Bir Mektup

Saçlarım daha alnımın üstünde dümdüz kesiliyken
Ön kapının orda oynardım, çiçek koparırdım.
Sen atçılık oynayarak bambu değneklerinde gelirdin,
Çevremde gezinirdin, mavi eriklerle oynayarak.
Böylece yaşar giderdik Chokan köyünde:
İki küçük insan, tasasız, kuşkusuz.

On dördümde, Efendim, evlendim seninle.
Hiç gülmedim, utangaçtım çünkü.
Başımı öne eğip duvara baktım.
Bin kere çağırıldım da hiç ardıma bakmadım.

On beşimde, somurtmayı bıraktım artık,
Toprağım seninkiyle karışsın istedim
Her zaman seninkiyle, her zaman.
Durmadan üzülecek ne vardı?

On altımda, benden ayrıldın.
Uzak Ku-to-yen’e, ırmağın oralara gittin,
Beş aydır uzaktasın.
Maymunlar üzgün sesler çıkarıyorlar yukarda.

Ayaklarını sürüdün giderken.
Kapının yanını şimdi yosun bürüdü, çeşit çeşit yosun
Öyle kök salmışlar ki temizlenmiyorlar!
Yapraklar, yel esince erken düşüyor bu güz,
Çifte kelebekler Ağustosla şimdiden sarardı.

Batı bahçesinin çimenleri üstünde;
İncitiyorlar beni. Yaşlanıyorum.
Kiang ırmağı kıyılarından geçip geliyorsan
N’olur bana önceden haber sal,
Çıkıp giderim seni karşılamaya
Cho-fu-Sa’ya kadar.

Ezra Pound

Çeviri: Ülkü Tamer

ezra+pound Irmak-Boyu Tacirinin Karısı: Bir Mektup

Dudağında Yangın Varmış Dediler

Dudağında yangın varmış dediler,
Tâ ezelden yayan koşarak geldim.
Alev yanaklara sarmış dediler,
Sevda seli oldum, taşarak geldim.

Kapılmışım aşk oduna bir kere,
Katlanırım her bir cefaya, cevre
Uğraya uğraya devirden devre
Bütün kâinatı aşarak geldim.

Yapmak, yıkmak senin bu gamlı ömrü,
Ben gönlümü sana verdim götürü.
Sana meftûn olduğumdan ötürü
Sarhoş oldum Neyzen, coşarak geldim.

1937

Neyzen Tevfik

Duda%C4%9F%C4%B1nda+yang%C4%B1n+varm%C4%B1%C5%9F+dediler+geldim Dudağında Yangın Varmış Dediler

Kendine Veda

Son da değil baslangıç da
Ne kadar az ne kadar çok’uz
Her yerde ayak izimiz
Ne kadar çok özel’iz

Gün geceden kısa bu aralar yoğun bakımda
Bir acı aldı bir ağrıya terfi etti kendini
Sözden alacaklı kalmasın diye anı
Bir karalama defteri gibi
Ömrüme iliştirdiğim o serseri
Şiirle aldattı seni

Ne akciğer ne kalp yetmezliği
Acı da yok hayret
Aklın durduğu yerde bir sayıklama
Sanki mor salkımın günbitimi

Bir duble sevinç bir çimdik kahkaha belki
Kimlik kartı gibi kaybedilmiş hükümsüz
Bir intihar mektubu gibi kendine veda

Belki de boyumdan büyük bir şeydi üç harfli niyet
kırk derecede atıyor şimdi bütün nabızlar
Yolcusunu bekliyor feriştah
Hicr’indan bir yol görünüyor
Bir harf daha düşüyor adımdan

Zar tutuyorsun tanrım

A.Hicri İzgören

kendine+veda Kendine Veda

İşte ölüm güvercini yaklaşıverdi

Günahkârım fakat ben,
Af isterim Rabbimden.
Ya da kanımı dökecek bir vuruş isterim.
Kılınç ya da mızrakla deşilip çıkmış ciğerim.
Ta ki beni gören samimice desin,
Şu savaşçıya Allâh rahmet eylesin…

Ey nefis!
Bakıyorum cenneti hiç istemiyorsun.
Boş bunlar,
Kalbim mutmaindir ki sen,
Su kırbasındaki bir damla susun,
Ey nefis çarpışmasan da bir gün öleceksin.
İşte ölüm güvercini yaklaşıverdi,
Ne arzularsan o verilir sana ey benliğim…

Nefsim bir isteksizlik var sende,
Savaşacaksın dilesen de dilemesen de.
Hani çoktandır yoktu sende ölüm korkusu,
Ca’fer, ne güzel geliyor Cennet kokusu…

-Çekilin kâfirler Nebinin yolundan bugün,
Vururuz yoksa boynunuzu inkâr etmiştiniz dün,
Öyle bir vuruş ki ayırır gövdeden başı,
Hatırlatmaz insana ne dost ne arkadaşı…

Abdullâh Bin Revaha (Ra.)

olum+guvercini İşte ölüm güvercini yaklaşıverdi

Artık ben düşünmüyorum dönmeyi hâne-i iyâlime

Fecrin aydınlığı gibi bir kitap getirdi resûlüllâh bize,
Hakkı görmez kör bir toplum iken erdirdi bizleri hidâyete;
İnanıyor kalblerimiz, o doğruyu söyler kesinlikle,
Müşrikler uyurken gaflet içinde; geceleri
Rabbiyledir o, bütün kalbiyle…

Senin lütuf ve inâyetin olmasaydı yâ rabbi,
Veremezdik sadakayı, bulamazdık hidâyeti.
Sen kereminle gösterdin bize niyaz ve ibadeti;
Ulaştır bizi huzur ve emniyete yâ rabbi!
İhsan eyle bizlere düşmana karşı sebat,
Düşmanın işidir ancak fitne ile fesat,
Tek arzusudur bizlerin sulh ve salah,
Yâ rabbi! düşmandan eyle bizleri necat…

Allâh bize hidayet etmeseydi eremezdik hidayete,
Ne zekat verir, ne namaz kılardık,
Kâfirler saldırdı bize,
Geri durduk fitne çıkarmak istediklerinde…
Can feda sana ya Resulallâh, bağışla bizi,
Düşmanla karşılaşma anında,
ayaklarımızı sâbit eyle yâ Rabbi

Günlerce taşıdın beni savaş meydanına,
Bundan böyle, başka teklifim olur mu sana?
Ayrıldı yollarımız; şimdi bir tek niyazım kaldı rabbime:
Rızası yolunda ulaştırsın beni makam-ı şehâdete.
Dönsün kardeşlerim, beni yalnız gömüp Şam ülkesine,
Artık ben düşünmüyorum dönmeyi hâne-i iyâlime.
Azrum, sadece ulaşmaktır makam-ı şehâdete;
Arkamda kalsın neyim varsa, servet, ev ve bahçe..

Abdullâh Bin Revaha (r.a.)
(İ. Hacer, 2: 307)

Arkamda+kals%C4%B1n+neyim+varsa Artık ben düşünmüyorum dönmeyi hâne-i iyâlime

Selam olsun, hurmalıkta vedalaştığım Resüle

Allah’tan dilerim Senin için yardım ve nusreti,
İhsan eylesin Sana da, Musa’ya verdiği sabır ve metaneti;
Allah şahid! Ben olmuşum akıl ve basiretli,
Gördüm hep Sende, her büyük hayır ve fazileti.
Allah’ın Resûlü olduğuna getiririm ben şehadeti .
Senin hayrından uzak kalan nefsine eyler ihaneti;
Senin hak Peygamber olduğuna karşı çıkan kâfiri
Mahrum eylesin Yüce Allah ondan inâyeti.
Selam olsun, hurmalıkta vedalaştığım Resüle,
Bizleri dualar ile yolcu edicilerin en şereflisine.
Dostlar içinde hayırda kimse yetişemez Kendisine;
Salât ve selâm olsun Allah’ın Sevgili Habibine.

Abdullâh Bin Revaha (r.a.)
(İ. Esir, 3: 130)

gul+kokulu Selam olsun, hurmalıkta vedalaştığım Resüle

Bir Değirmendir Ölüm

Allah’a yemin ederim, attan ya inecek veya indirileceksin.
Hele niye duruyorsun, ayağına gelmişken cennetin?
Ey nefis, vuruşup öldürülmezsen de ölüm seni bulacak.
Bir değirmendir ölüm, bir gün seni de alıp öğütecek.
Neyi arzuladıysan dünyada, bunlar hep sana verildi.
Doğru yolda ilerlersin, eğer istersen arkadaşların gibi şehâdeti.

Abdullâh Bin Revaha (Ra.)
(İ. Hacer, 1:239)

bir+degirmendir+olum Bir Değirmendir Ölüm

Eski, Yeni, Ödünç Alınmış ve Mavi

Aşk, karanlık bir ‘şey’dir.
İnsan bile aşk kadar karanlık değildir,
insanın gecesi olan anılar bile
hiçbir anıya yakıştıramadığımız hayvanlar bile
öyle masum kalır ki aşkın yanında:
“Rain Dogs” koyu kahveyle iyi gider
“Rain Cats” bugünlerde kezzapla
aşkı neyle denersen dene
ölümle iyi gider yalnızca

Kimse gecesinden bir aşk bağışlamaz
kimsenin kelimeler kuyusu olan kalbinde de toplanmaz aşk
kimsenin kederinden çalınmaz
ve ödünç de alınmaz kimsenin yağmurundan…
Aşk karanlığını bağışlar insana
kalbini sen toplarsın ona
kederi sen yakıştırırsın
ve sendeki yağmuru paylaştırırsın
kimin gözyaşından kaldıysa

Aşk bazen de onun yerine söylenir
herkesin bildiği şeyleri üstelik
ilk defa gibi: Aşkı dünyadan
getirir insan birine bakarak değil,
öyle büyük olmalı ki aşk, karanlığından da fazla,
‘sende aşk yokmuş’ dememeli kimse kimseye
‘aşk kalmamış dünyada’ demeli, ‘suç bende değil’
‘yoksa ben de âşık olmak isterdim sana, ama yok,
yok ki aşk dünyada ben nerden getireyim?’

Belki sözler de karanlık kalmalı, rengini açmamalı
onların da, yoksa… Virgül bile aşk için delildir.
Belki sözlerin de aynası olmalı ve bakmalı
nasıl söylendiğine ve kime… Niye yok
yoksa suretimiz suskunluğumuzdan değerli midir?

Herkesin kaybettiği aşkı ben de bulamadım
küçük bir oğlan gibi, sanki acının mutluluk
olduğuna inandırmışlar da çocukluğumda
inanacak başka bir şey kalmamış bana

“Mavi Kadife” yi niye unutamadığını hatırla
simsiyah bir şiirdir baştan sona ve hâlâ,
maviliği şairler ve budalalar içindir,
istersen İskenderiye armağanı ‘Justine’e de sor,
istersen ‘kuyu’ diyelim karanlığa da
sen bu şiiri bitir
ya da küs ve aşkı eğlendir

Aşk çünkü karanlık bir eğlencedir
sen üzülürsün aşk eğlenir

Aşk bir kere yalnız
bırakırsa insanı
yalnızı bir kere daha
yalnız bırakır aşk da

Çünkü insan bir değil
iki kere yalnızdır aşkta
(iki kere karanlık da denilebilir)

önce, kendinde değildir
ve sevgili de inanmaz
kendinde olmayana

De ki öyleyse:
Ölümden başka her şey ödünçtür
ödünç bir bıçak gibi elden ele gezen aşk da
ve bir kadının ‘herkes bıçağını bende biledi’
demesinden daha kötüsü, bıçağını o kadında
deneyen herkesten biri olmaktır, olsa olsa!
Sen de denedin, ‘zor’ olduğu için aşkı
yalnızca ondan istedin,
oysa aşktan daha zoru, istemekti,
bilmedin!

Bilme öyleyse:
Aşk bu kadar karanlıksa
şiir nedir?

‘Asl’ olan insanın gülümsemesidir
başkalarının görmesi değil’ diyemiyorsa…

‘Aşk için daha fazla boşluk
yaratmayı’ öğretemiyorsa…

‘Aşk, görünmez oluncaya dek, sevdim
seni, derine indim ve gözden kayboldum’
yokluğuna inemiyorsa…

Şiir nedir?
‘Bahçeyi derviş yetiştirir , şiiri aşk’
Bana n’oluyor öyleyse?

‘Ne istediğimi sen bilmezsen
ben nasıl bilebilirim?’
demedikçe şiire ne bizden?

‘Ne kadar güvenebilirsen
acı çekmeyen birine
aşka da o kadar güven!’
demeyen şiirden de bana ne?

Dinle öyleyse: Şiir doğudur Asya kadar
iyi bir şair de görmedim ben
kendinden önce başkalarının düşünü gören

Çocuğu içinden atarsan anne olursun
yağmuru parka atarsan üzgün
şiiri içine atarsan
içine atmış olursun yalnızca
aşk olursun diyemem yine de
içine attıkları bu karanlıkta

“Eskiler alıyorum” diye gezene
şimdi sokak kalmış mıdır kimbilir:
Geceyi tanımadan şiir yazdın
âşık olduğun karanlığa kalmadan
şiir dediğin ısrardan başka ne
‘ödünç’ diyorsun durmadan, ödünç, ödünç
karanlığı mı istiyorsun ödünç yerine
karanlıktan şiir çıkmaz, geceden çıkar
ve aşk, istemezse, karanlığını bile
ödünç vermez şiire!

Bu bir mektup olsaydı
seni güldürürdüm mutlaka
fakat bu bir şiir, bağışla
seni yine güldürdüğüm için, bağışla
Bak ben kaldım, sen de
Kal! Karanlığa
bir yarım ekle yalnız
bir de yağmur kız ekle
ve kal istersen yarısı mavi,
yarısı bordo bu ödünç şiirde

Ya da;
Ya yağmuru alıp gidelim buralardan
Ya yağmuru terk ettiğin parka bırak beni de!


(on dakika ara)

(“Eski, Yeni, Ödünç Alınmış ve Mavi” (Se til venstre, der er en svensker) Danimarkalı Yönetmen Natasha Arthy’nin 2003 yapımı filmi)

Haydar Ergülen
-On Dakika Ara/Üzgün Kediler Gazeli-

gelin+canlar Eski, Yeni, Ödünç Alınmış ve Mavi

Sen İstanbula Aldırma

Caddenin bostanına Malatyadan geldim
kara trenlerin uzun düdükleri kulağımda
Haydarpaşa kapılarını maviye açmış
rüzgar martıya yakışmış balıklar suya
kayık kayıyor,çanları tutun delirmesin
hangi renkti sustuğum Göztepenin kıyısında

yüzümde Istanbula aykırı bir şey
yavrusunu emzirmeyen analar gibi
itiyor elinin tersiyle gerisin geri
saçlarımın kokusu bu kente esmer
ve kadınlığım dik duruyor yollarına

bir oyuk açıldı yarıldı nar
o gün müydü kendime bir isyan aldım
taş yerine şiir aldım bindim tramvaya
moda şarkılar söyledim
üvey baktım denize
orayla bura arasında parçalandım

Madam bu İstanbul sizin mi
padişah yaşıyormuş
saraylar eskise de yenisini yaparlar
yüzümüzde göçmen duruş
inkar uyum ve kapıda tekrar
dilimden kimliğimi aldılar
arzuhal yazdım kabul bekledim
zaman dolmuş katipler yoklar

aynı balıkçıydı kuşkum yok
saçı sakalı köpüklü beyaz
yaz dedi, bütün insanların sokağında
ölüm ve aşk aynı renkle dolaşır
sen İstanbula aldırma!..

Arife Kalender

sen+istanbula+ald%C4%B1rma Sen İstanbula Aldırma