Hesaplanmadan Öldü

1

Onlardı uzak yerler seçtiler
ve sayesiz ilahları
Kalın ovalar kuşları yaklaşan ağaçlar
ve taşlaşan boğulu kalan nağra
bir sarnıç kemeri eğrisinde
dünden bugüne seyirten
telaşşız sular seçti padişah buyurdu kervansaraylar
hudutta kraliçe ağızları serhatte yagız duşlar
ipe saldıran yığınlar çün osmanlı kanları
melekmeşen at yangınları
ülkeyi kol gezen projektör bakışlar
hayvanlar bile altında rahat uyuyan
ve elgizin göğsünde kışlık bahçeleri
ağırlaşan bir çiçekte
sultan sıcaklığına çarpıp
ummana sıçrayan çekirgeler
aşk donanmış bir havada
şahadet getiren sedir ağaçları gemilerin
el çırpan iskele ve sancakları
-Üzülmek fethedilmiştir kışladan haber
tevrattan sakıncalı sözler sakınmak gereken göz
gerek kanatılan gelinler
davulun orta yerinden bir baş soğan
katlayıp ince ağızlarında çingen
içlerin boşalan surlarına zurna

Toplanan şimdilik sürgüne eklenen
değerli çocuklar
arkalarında büyük rüzgarlı anne etekleri
ucuna takılan yaşmak çeşitleri
mavi çok renkli tülbentler
iri gözyaşı boncukları
içine kainatlar sıkışan
caminin yürek konmamış kayalıklarında
durmadan her lahza yeniden arınan
henüz bir böceklik yer açılan

elleri aynı kumaytan
içlerinde bir haremi tavşan
açık duran kapılarının arkasında
çocuklar baştan sona kadınlara düğmeli
bu bir an yüzümü hayvanlara dikip
çamurlu
-Ey babilin yorumaz artıkları

dışımda açıkça bir tazı koşuyor
ölümlerde yorulup
bir güle kapanan
gelincikte bekleşen

2

sonunda ak tavşan ölüme benzeyince
koşup bir ölümün önüne titremeler içinde
diz çöken adamlar beynime atıldılar
ağırlıkları safra taşları yanlarında
bellerine kancalı tırpanları

saçaktan akan buz parçaları
ona birazda ben katılacaktım
çünkü herhangibir hazırlık yapmışlardı
taş duvarın dibindeydik ölümünden
ses çıkmasın beni kapıyorlardı bedenleriyle
alnımı bana bıraksınlar
hiç yalnızlık korkutmayan alnımı

karnımdaki boşluklara
saçlarım uzasın kirlensin ellerim ayaklarıma
ama onların vakti yoktu onlar için
ve onlar için çocuk duvara kadar
gidip gelecekti salıncak ceviz dalında
ve komşunun ölüm çocukları
güçlükle göğüslerine tutunan nefesleri
Öldürmeye alışmaları karar kılışları
Toprağı karıştırıp şaşkınlıkla içlerine giriyorum onların
Ansızın bir kravat bazen bir kaç sene deniz
renkli horozlar ve karanlık doğan yarasa
sık sık anne tekrarı
ve kalbinde allah yazan çocuk
kızlar hızlanan gelinler
erkeklerde insan uğultuları
çocuklar ki mutlaka kutupta bırakılan
ve dönülen bayrak

Beni buruyorlar renklerin gidip gelişleriyle
içinde kanlı zincirler elden ele
yıldız süzerken kadınların karınlarında doğururken
dilleri terleri damaklarıyla ısırdıkları pamuklar
ağızdan ağıza
ve meydanlara
cılk çıkan yığılan çocuklar

bağıran balık
suyu zorlayan midye
üzerimizden akan gemi karınları
– Çocuk kanlarla sarsıldı
öğrenciliğim korkunç öğretmenlerim

sızı olduğum kızlar
onların şehvetime dokunup kalışları
anı
akıllı bir öğrencinin alayındayım
kanımı ve kamalarını arıyorlar
aceleyle elleriyle cepleriyle
bedenime kanımı yapışık olarak
ya da kumaşa emdirerek
akıtacak olan
ve bedenimi arayan korkumu
açıklıyorlar önüme

(korkumu ölümümle ağzıma kilitlemişim)

İnsanlar salıncak altlarında solur
-Güneş hep aynı artist çocuktu
Nilüfer ipi çok ince parmaklarıyla
dağlara göklere en yakın elmacık kemikleriyle tutmuş
yüzüme gülerek severek

3

Şimdi yağmur birikiyor kubbelerin içine
ak yürek baraj büyüyor
yarış su pirinç ve içinde canlı çevrilen insanın
çiçekle döşenen başı

Balıkçı tezgahları
Kayıkçı tezgahları
Ekmek tezgahları

yağmur alınlara doğruldu
secdeye durdu süslendi ölümle sözleşen
ateşli hastalar gibi

Cahit Zarifoğlu
Hesaplanmadan+%C3%96ld%C3%BC Hesaplanmadan Öldü

İşaret Çocukları

Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan
Geçerdi babam
Başında yağmur halkaları

Anam yeşil hırkalar görürdü düşünde
Daha ilk güzelliğinde
Alnını iki dağın arasına germiş
Bir devin göğsüne benzer
Göğsünden dualar geçermiş

Çarşılar ellerinde ekmek iğneleri
Cami avlularına açılan
Havuz sularına kapılan çocuklar
Görmeden güneşin bütün renklerini
Götürmezlerdi dükkandaki babalarına
Ocaktan akan kaynar yemekleri
Neenelerinin koyduğu avuç taslarına

Başı ve yüreği şahbaz
Kaleleri ağırlayan kadınların
Süslerini kemerlerini
Başlarını ağırlaştıran
Ağır siyah şelale saçlarını
Tutunca gençleştirdi erkekler

Sonra insan o ki denizde
Küçük ve büyük nehirde
Bedeni ıslatan afsunlu suda
Önce niyet sonnra yıkanırdı

Zaman dert getirdi sulara
İçinde eski balıkların yattığı kayalar
Savaşan insanların elinde
İnce yontulup taşındı balta mızrak şeklinde

Anam kanları kuruyan
Kavga ayıran bir kargı elinde
Kara ocağın taşlarına
İşaret koydu çocuklarını
Belinde gezdiren babamın
Beyaz yazılarla kazandığı adları

Yüreği korkuyla kuvvetlendi babamın
Unutup genç gelen günleri
Zamanın sürerken çektiği günleri
Çetin bilmecelerle
Sürdü atını şehirlere

Yün ören at güden kadınlar
Ormanlara tepeden eğilen toprak evlerde
Küçük pencereli karanlık dar odalarda
Uzaktan uzayıp gelen kurt seslerinin
Uzağa çekilip giden
Ayazda donan gülmeler içinde
Ormanlarda süt emziren anne
Unuttu gittikçe uzayan çocuğunu

Hep kaçarmış şehirlerin
Demir dağlarına
Uyunca toprak beşiğimde
Sahipsiz kalan
Ellerimden kayan aydınlık günlerim

Cahit Zarifoğlu
isaret+koydu+cocuklar%C4%B1n%C4%B1 İşaret Çocukları

Otel Odası

Bir otel odasının karanlık köşesinde
Fırtınanın sesini andırıyor nefesim,
Kulağımda saatin hüzünlü tiktakları
Karşımda ise beni parçalayan bir resim!

Tavanın bakışları gözlerime takılmış
Beni tehdit ediyor zalim yalnızlığıyla
Çilekeş kitaplarım konuşmuyorlar artık
İçimde gizli bir ses hükmediyor ki “ağla”
Donuk bir çeşme gibi sâkin kırık sandalye
Sanki hasta bir nağme elimdeki defterim
Bin bir anıyla dolmuş boşalmış küçük dolap
Hayatından usanmış kirli elbiselerim…
Bunalmaktan çürümüş zeytin çekirdekleri
Kuru oduna dönmüş masamdaki ekmekler…
Ulu… Yüce Tanrıya her akşam söylediğim
Boğazımda birikmiş yarım kalmış dilekler…
Gene kederle yüklü örümcekli duvarlar
Her gün aynı ızdırap her gün aynı yaşantı
Gene geceye gebe çabuk biten sabahlar
Gene her şey kapkara, gene her şey kaskatı!..

İlhami Çiçek
icimde+gizli+bir+ses+h%C3%BCkmediyor+ki+agla Otel Odası

Anılar

sonrasız bir sürgünü yaşar anılar
artık varolmayan evlerde
anılar ki genç ölümlerin artığı
her an anımsanmaya duyarlı
hep unutulmaya hazır
sorulsa yadsıyacaktır

anılar mı
yok ki benim anılarım
bir başkası yaşamış bu yerlerde
bu adam unutkan mı ne
kuşlar yüreğine işler aldırmaz
kuşlar ki bilirkişileri umudun
aşkın ve erincin simgeleri
adam yitiyor boşluktan

İlhami Çiçek
ku%C5%9Flar+ki+bilirki%C5%9Fileri+umudun Anılar

Oyun

“Bu son olsun” diyor kumral olanı. Saçlarını bir kere daha (alışkanlık işte) önden avuçlayarak, bir
iyice gerip alnının derisini yineliyor. “Bu son olsun!”

“Ne yani” diyor esmer olan, “bundan böyle hiç mi oynamayacaksın?” Ses yok. Öbürü kendini oyuna
iyice kaptırmış gibi yaparak, inandırıcı olmadığını bile bile yanıtlamıyor esmeri. Şimdi her iki eliyle
oyun tahtasının köşelerini tutmuş. Gözleri taşlarda. Herhangi bir hesap yapmadan rasgele tarıyor
tahtanın yüzeyini. Ve işte unuttu saçlarını avuçlamayı, birden içinde oyunun. Önce at. Sonra piyon ve
fil. İyi bir oyuncunun yüzde yüz düşeceği bir tuzak bu. İyi bir oyuncunun, çünkü rastlantıya yer
vermez iyi oyuncu, kaçınılmazlıkla tanıştır. Hani sıradan bir oyuncu bu sırayı altüst edebilirdi. Atın
gerçek karşılığını oynamaz da, ilgisiz bir taş kımıldatırdı. Böylece önce at, sonra piyon ve fil tasarısının
sonu olurdu bu. Doğrusu sonuç değişmezdi ama bunun ne önemi var. Şu matematiksel kesinlikteki
şiiri darmadağın ettikten sonra. İşte bu yüzden sıradan oyuncularla oynamıyor Kumral. Matlar ya da
patlar ilgilendirmiyor onu. Yeni düzenler yakalamak tüm tutkusu.
– Konuşsana!
– Efendim.
– Ne demek “bu son olsun”
– Ha! Evet. Seninle bir ilgisi yok.
– Ne yani kendi kendine mi konuşuyorsun?
– Olamaz mı? Belki kafamda bir karşılığı vardır.
– Bilmem. Tuhafsın da. İstersen bırakalım.
– Neyi?
– Oyunu.
– Ha! Evet.
Kalkıyorlar.


İlhami Çiçek

 
ilhami-cicek-mezari Oyun

Pablo Neruda’dan Çeviriler Yaparken

Biliyor musun Pablo,
bazen ağlıyorum şiirlerini çevirirken.
Ağlatıyorsun beni sonsuz imgelerinle.
O geniş şiir galaksinde
bir zerre gibi hissediyorum kendimi.
Yılmıyorum ama,
dolanıp duruyorum şiirlerinin çevresinde.

Şiir evreninin güneşisin sen Pablo.
Işığının dokunduğu her yer
dönüşür şiire.

Betimlediğin Amazon gibi
coşkunlaştırıyor yüreğimi bazen dizelerin.
En çok o haklı öfkeni anlıyorum senin.
Şiirlerinde gümbürdeyen talebini,
halk için, barış için, insan için…
Senin haklı öfken, bizim haklı öfkemizdir.
Anlıyorum ve anlatmaya çalışıyorum Pablo.

Sığınıyorum şiirlerine Pablo,
çocuğun sığındığı gibi babasına.
Biliyor musun Pablo,
babam yok benim. Babam sensin Pablo,
ve her gece uyumadan önce
ninni gibi şiirler söylüyorsun bana,
şiirlerinle dalıyorum uykuya.

Teşekkürler Pablo Baba.
Hamurumu şiirle yoğurduğun için.

İsmail Haydar Aksoy
21 Haziran 2006
Kopenhag – Danimarka.

pablo+neruda+Napoles++1951+-+Fulvia+Trombadori Pablo Neruda’dan Çeviriler Yaparken

Pars

Aydınlık bir ölüm arayıp durur
İçimde alevden pençeli bir pars
Gündüzün sesiyle göğsü kudurur.
Geceler onunçün kevserden bir tas
Durmadan arıyor yüreği üzgün,
Sesinden dağlara kaçan gazalı.
Durmadan rüzgârla koşuyor ölgün,
Gözleri dumanlı, kalbi yaralı.
Bir mavi kuş olur, düşer sulara,
İpekten kanadı okşar engini
kalbinden akşama açılan yara,
Geceyle yükselir, aşar bendini.
Boşluğu seyreder bakışı durgun
Ve uçar ruhunun çılgın azabı;
Dökülür kalbine mavi bir sükûn,
Durulur gözünün dönen girdabı…

Baki Süha Ediboğlu

Baki+S%C3%BCha+Edibo%C4%9Flu+siiri Pars

Karanlıkta Geçen Gemiler

Bir deniz gecesinde unuttuğun şarkıyı
Kıyı kıyı topluyor hafızan
Masmavi göğün altında
Yıldız mahşeri
Dalga dalga açılan
Bulut bulut toplanan

Davut peygamberin olmalı
Şu duyduğun mezamir
Şu beyaz çıplak
Ölümü unutturan kadın
Aşkı bölüştüğümüz sofrada
Zeliha olmalı

Ben sevdiğim kitapları bitirdim
Her satırda seni görerek
Her yıldız bir şarkı söyledi
Her şarkıdan bir kalp ağrısı kaldı
Karanlıkta geçen gemiler gibi

Baki Süha Edipoğlu

olumu+unutturan+kadin Karanlıkta Geçen Gemiler

Seni Anmakla Artıyorum

korkak değilim umutsuz değilim bundan böyle
değiştirdim sana yaraşmayan günlerimi verdiklerinle

sana yaraşmayan ne varsa bir bir çıkarıp attım
yeller esiyor şimdi o büyük karanlığımın yerinde

geldin kutsal bildiklerimi yeniden tanımladın
ülkemi bir bakışta bağladın güzelliğine

en varılmaz yerlere vardırdın ellerimi
en gizli denizleri açtın gemilerime

sensin artık adı bir dönülmezliği çağıran
kelimeleri ölümsüz kılan şiire

Kemal Özer
seni+anmakla+artiyorum Seni Anmakla Artıyorum

Yan Yana İki Ülke Gibiyiz Seninle

Yan yana iki ülke gibiyiz seninle,
ayın önünden geçen bulut
önce seni karanlıkta bırakır sonra beni
senden bana eser, yerine göre,
yerine göre benden sana
şakaklarımızı serinleten rüzgâr.

İki kıyı gibiyiz karşılıklı,
hem ayırır bizi hem bağlar birbirimize
aramızda akan ırmak.
İki tarih sayfası gibiyiz art arda
birinde başlayan cümlenin sonu
ötekinde düğümlenir ancak.

Geldiği vakit hasat günleri
iki ayrı ağızda aynı anda
beliren bir gülümseme gibiyiz seninle
ve iki ter damlası gibiyiz alnında
elbirliği ile üretilip
kardeşçe bölüşülen bir dünyanın.

Kemal Özer
Yan+yana+iki+%C3%BClke+gibiyiz+seninle Yan Yana İki Ülke Gibiyiz Seninle