Dizginleyemedim kendimi.
Aldım başımı gittim,
Gittim ışıltılı geceye;
O yarı gerçek ve kafamda
Yarı belirlenmiş zevklere.
Ve baş döndürücü şaraplar içtim
Şehvetle kucaklaşmaktan
Korkmayanların içtiği
Konstantinos Kavafis
Çeviri: Cevat Çapan
Şub 23
Şub 23
Yalan söyleme bana
Büyük yalanlar sakın söyleme.
Ne olursa olsun
Daha iyidir her şey
Yalanından senin.
Aşk için söyleme
İçinde kıpırdanan şeyler için,
İstediklerin için.
Hüzün daha iyidir
Yalanın yarattığı üzüntüden.
Tehlike için de söyleme,
Korkunu duyuyorum zaten
Güvenmiyorsan duygularıma eğer
Tanımıyorum demektir seni,
Bu daha da tehlikeli.
Hastalık için de söyleme
O derinliklere inerim daha iyi
Senin tatlı buluşlarında
Kendimi yitirmekten,
O derinliklerde yitiririm kendimi
Ölüm için de söyleme
İkimiz de buradaysak eğer,
Düşüncelerine girememek
Kapalı kalmak dışarıda
Daha mı iyi ölümden sanki?
Judith Herzberg
Çeviren: Ülkü Tamer
Şub 23
Seviyorum susmanı,yokluk gibisin çünkü,
sesim sana varmadan işitiyorsun beni.
havalanıyor gibi gözlerin yerlerinden
ve sanki bir öpüşle kapanmış gibi ağzın yeni.
Benim ruhumla dolu bütün nesneler gibi
yine benim ruhumla yükselirsin her şeyden .
Ruhuma benziyorsun, düş kelebeğimsin benim,
karasevda sözüne benziyorsun tıpkı sen.
Seviyorum susmanı, uzaklıklar gibisin.
İnler gibisin hem de kuğuran kelebeğim.
İşitiyorsun benim sesimi sana varmadan
Senin sessizliğinle ben de susayım derim.
Seninle konuşayım o senin yüzük gibi
yalın sessziliğinde, o lamba gibi parlak,
gece gibisin sen de sessiz, yıldız içinde
Sessizliğin bir küçük yıldızdır senin,uzak
Seviyorum susmanı, yokluk gibidir çünkü.
Öyle uzak, acılı ölüp gitmiş gibi sen.
Yeter o zaman bir söz, bir gülümseyiş bile.
Sevinirim, başka şey yok öyle sevindiren.
Şub 23
ben sana inanmıyorum havlayadur göğsümde nefis
sıkıca tutuyorum yumruğumu düşmesin yere; böyle iyi
şahlar piyonları yesin, kediler fareleri yesin
fare dedim de sahi kavalcı değilim, bezirgân değilim
ben ney üflerim ezelin ve ebedin bahçeleri mesnevîleşir.
dünya şahların piyonları yediği bir oyunmuş
şaşı bakanların düştüğü bir uçurummuş tarih aldırmam
ben aldırmam bu büyücülere, bu sirke, bu şirke
çok uluslu, çok günahlı, çok suçlu bu çağa bir kandil yakarım
yakarım kandilleri: kanımın dili ebedîleşir.
hah! üzgünüm ama durmuş işte rilke’nin ağır saat’i
hem bütün saatler kıyameti, bütün saatler alnı akıtmalı atları
sahi sen yarıştırırsın atları toynakları boğazını keser
ezer geçersin çocuk seslerini, oyunbozanları ezer geçersin
bu alçak resmi bencilliğin paletiyle tankların paletiyle boyarsın.
ben sana inanmıyorum havlayadur göğsümde nefis
kelimeleri böyle sarıp sarmalayıp çoğalırım ben,
çoğalırım bir yola girerim önümde bir âh ormanı uzar gider
dedem korkut’un erleri gelir önümden uzar gider
usulca sokulurum kalbime, unutulurum: unutulmak da güzel!
Ahmet Edip Başaran
Şub 23
Bir garda tıpkı sağır ve dilsizler gibi
Acıklı bir dil konuşarak gürültünün koyulaştığı yerde
Garip hareketler yapıyor ayrı düşmüş sevgililer
Kışın ve silahların beyaz sessizliğinde
Ve gecelerin bakarasında oluşmaya geldiği vakit yeniden
Düş onun ateş parmakları bulutlarda kesişirse
Ne yazık ki demir kuşların üzerine olur
Bu tarlakuşu değil Ey yabanıl Romeo’lar
Ve bülbül de değil cehenneme dönen gökte
Ağaçlar insanlar duvarlar
Hava bej rengi bej ve bej
Anılar gibi duygulandılar
Karla kaplı bir dünyada
Geldiği an Fakat aşk da
Yine bulur arpejini
Hüzün dolu bir mektup ölesiye
Hüzün dolu bir mektup ölesiye
Kış birisinin yalnızlığına benzer
Kıştadır şarkı söyleyen kristaller
Donmuş şarabın anlamsızlaştığı yerde
Hüzünlü bir türkünün yavaşladığı yerde
Ve beni saran müzik
Çalar çalar çalar saatleri
Yelkovan döner ve gıcırdar zaman
Yelkovan döner gıcırdar zaman
Altın eşim kasımpatım benim
Mektubun niçin o kadar acı
Seviyorsam seni niçin mektubun
Açık denizde bir geminin batması gibi
Öylesine çığlıklar atar
Acı rüzgârların bastırdığı çığlıklar
Kendi uyaklarının titreyişiyle
Kendi suçlarının titreyişiyle
Sevgilim geriye kalan ne var
Sadece sözcükler bizim dudak boyamız
Sadece donmuş sözler bir ökseye takılan
Gün ki umutsuz şekilde doğar
Düş görür sürünür ölür doğar yeniden
Gesvres şatosunun hendeklerinde
Borunun benim için çaldığı yerde
Borunun senin için çaldığı yerde
Biricik hazinemizi yaratacağım bu sözcüklerden
Azizlerin önüne konan sevinç dolu buketler
Ve onları uzatacağım tatlım bu sümbülleri
Bu yörekent leylaklarının yavşanların mavisini
Ve kadife bademi dallarıyla satılan
Mayıs panayırlarında o beyaz çanlar gibi
Mügenin bizim toplamaya gitmeyeceğimiz taa
Taa ah çiçekli sözcükler gevşer orda
Çiçekler döker çiçeklerini esintisiyle rüzgârın
Ve kapanır gözler cezayir menekşeleri gibi
Yine de şarkılar söyleyeceğim senin için yankı verinceye kadar
Seni sonsuz sevecek olan yüreğimdeki kırmızı kan
Bu nakarat bir tralallam gibi gelebilir insana
Belki de bir gün söylediği sözcükler
Bu yıpranmış bu basit yüreğin işareti olacak
Şahane bir dünyanın bir tek sen bileceksin
Güneş parıldıyorsa ve titriyorsa sevda
Bunun nedeni sonbaharda bile inanmayarak ilkbahara
Ben başkalarınınkine benzemeyen bir tralallam söylemiş olacağım
Louis Aragon
Türkçesi: Gertrude Durusoy-Ahmet Necdet
Şub 23
Akşam geçip gitti ve nerdeyse kayboldu ayın yüzü,
Yazık, ikinci akşam da eklenip birincinin ardından!
Gözümüzün önünde sona eriyor mutluluk işte,
Sen gelmedin ve yitirdik seni,
Öteki dileklerimizle birlikte.
Sen yoksun, yerin boş kaldı.
Darmadağın olmuş bizler soluğumuzu kesip,
Sabırsız ve sıkıntılı sorup durduk gelmeyen ziyaretçiyi.
Bilmem ki yılların ötesinde de yok muydun ?
Gölgenin izleri vardı her kelimede ve her anlamda,
Her köşede ve düşlerimin her birinde,kafamda canlanan.
Yok muydu,burdakilerden daha mı gerçektin bilmiyorum.
Yüzlerce ziyaretçi bile dindiremiyordu
Sana karşı duyduğum özlemi bir an.
Her biri gelmeyen bir ziyaretçinin
Görme tutkusunu coşturuyordu üstelik.
Gelseydin diyelim, olmaz ya,
Ötekilerle birlikte olsaydın şuracıkta,
Öteden beriden söz ederek,
Dilediğini konuşsaydı herkes, ilgilendiği konuda,
Buradakilerden biri olmayacak mıydın sende?
Akşam sona eriyordu. Bakıp duruyorduk şuraya buraya.
Gecelerde gelmeyenlerin boş yerlerine bakıp
Soruyorduk birbirimize bağrışarak
Gelmeyen bir ziyaretçinin onların
Arasında olup olmadığını.
Yine de ben gelmemeni isterdim.
Eğer günün birinde çıkıp gelseydin,
Anılarımın rengarenk evreninin
Hoş kokusu yitip giderdi,
Kırılırdı düş dünyamın kanatları,
Türkümün sesi kısılırdı,
Alırdım avucumun içinde kalan kirlenmemiş
Tutkumun kırıntılarını,
Ve anlardım, düş görür gibi seni sevdiğimi.
Oysa sen etten ve kemiktensin işte orda.
Düşleyip duracağım gelmeyen garip ziyaretçiyi.
Nazik el Melike
Eray Canberk
Şub 23
Bir sigara yakıyorsun, elindeki kadehten yudumluyorsun,
Ve artık kendinde saklı o meçhul mutlu insanın peşinde değilsin,
Sen ki bahtsız birisi değildin,
Sen ki sabırsız da değildin.
Birisi bekleyişte,
Kendini bekleyen birisi
Tam saat altıda, kapalı bir yerde geçecek olan konuşmalar
Ara sıra tanıdık birinin uğradığı bir kaffede,
Ne de olsa dostluk, bir abartıdır, ama dengeli bir nağmedir.
Zihninde ısırılmış seslere odaklanıyorsun
Kedilerine ve köpeklerine mama alıyorsun
Mia için yazıyorsun,
Boris’e telefon açıyorsun
Sonunda ise realizmi öğreniyorsun,
Ev kiranı, faturalarını, küçümsemeleri, hakaretleri göğüslüyorsun işyerinde,
Ama tüm iş arkadaşların sevimlidir,
Tümü evli ve çocuklu
Bak işte kumral saçlı kız üçüncü kadehini içiyor.
Leonardo Lorenz
Çeviri: Doruk Satenay
Şub 23
Bir güvercin gibi ak
Yorgo Seferis
Şub 23
Yıldızlara bakmak uzun uzun
Yıldızlara bakmak uzun uzun
Bir ölüm hükmünü imzalamaktan
Çok daha hoş gelir bana
Ve çok daha hoş gelir
Çiçeklerin sesini dinlemek
Bahçede dolaşırken
Çok daha hoş gelir evet
Beni öldürmek isteyenleri öldüren
Tüfekleri görmekten
Niçin hiçbir zaman
Yönetici olamayacağımı
Anladınız mı simdi!
Velemir Hlebnikov
Çeviri: Atilla Tokatlı
Şub 23
Ah, güller arasındaki kız, güvercinlerin baskısı,
ah, balıkların ve gül çalılıkların iç daraltan sıklığı,
susamış tuzla dolu bir şişedir senin gönlün
ve bir çıngıraktır teninin üzümlerinden.
Ne mutlu ki sana verecek bir şeyim yok
tırnaklarının ve kirpiklerinin bana sunduğundan
başka,
ya da gönle akmış piyanolar, yüreğimden sellere
dökülen düşler;
kara biniciler gibi koşturan tozlarla kaplı düşler;
hızla ve bahtsızlıkla dolu düşlerden başka.
Yalnız seni sevebilirim, öpüşler, karanfiller
ve yağmurdan ıslak çelenklerle,
bakarken kızıl kordan atlar ve san köpeklerle.
Yalnız seni sevebilirim omuzda dalgalarla;
phirincin gizemli vuruşları ve düşüncede yitmiş
sular arasında,
yüzerken mezarlıklara karşı koşan büyük ırmaklarda
üzgün kireç lahitte yetişen ıslak çimenlerle,
yüzerken karşıdan karşıya batmış yüreklerle
ve gömülmemiş çocukların çizilmiş mezar
plancıklarıyla
Her an ölüm, ne çok bitmemiş ölüm törenleri
güçsüz tutkularımda ve ıssız öpüşlerde,
bir su var başıma dökülen,
saçlarımın uzayışıyla,
zaman gibi bir su, zincirlenemeyen kara bir su,
geceleyin bir ses, bir çığlığıyla
yağmurda kuşların, kemiklerimi saklayan
sonsuz bir gölgenin kânadıyla:
kendimi giyerken
ve görürken sonsuzlaştığımı camlarda ve aynalarda
duyarım birinin beni izleyip çağırdığını, ağlamaklı
zamanla çürümüş üzgün bir sesle.
Ayaktasın üstünde toprağın, dolu
dişlerden ve yıldırımlardan.
öldürürsün karıncaları öpüşlerinin propagandasıyla.
Ağlarsın sağlıkla, soğandan, arıdan,
alfabenin yanışından.
Bir kılıç gibisin mavi ve yeşil,
dalgalanırsın dokunuşlarla, bir nehir gibi
Gir gönlüme beyazlar giyinip, kanayan
güllerden bir dal ve dişbudaktan kadehlerle,
bir elma ve bir atla gel,
çünkü karanlık bir ada var orada ve kırılmış bir şamdan,
yamulmuş bir kaç iskemle kışı beklemekten,
ve ölü bir güvercin, bir sayıyla.
Pablo Neruda
Çeviren: Adnan Özer