Buluşma Yeri

Zaman yoktu, zaman başka yerdeydi,
İki bardak, iki iskemle vardı,
İki insan, nabızları aynıydı,
(Yürüyen merdiveni durdurmuşlardı):
Zaman yoktu, zaman başka yerdeydi.

Ne yüksekteydiler, ne derinlerde
Berrak esmer dereyi bir zaman dinlediler,
Sonra hala o sesin duyulduğu yerde
Bir kır kahvesi buldular, oturdular
Ama ne yüksekteydiler, ne derinlerde.

Havada bir çan sesi sallandı durdu
Öyle bir huzurla susmuş,
İki vuruş arasında bir çiçek oldu,
Tunçtan bir keis, demir bir sesmiş,
Havada bir çan sesi sallandı durdu.

Fincanlar tabaklar arasında
Kum denizleri vardı, develer geçti,
Çöl onlarındı, yıldızında hurmasında
İki insan birbirini paylaştı,
Fincanlar tabaklar arasında.

Zaman yoktu, zaman başka yerdeydi,
Garson görünmedi, saat unuttu onları,
Radyonun çaldığı valslar o pınar değil miydi
Demin kayaların içinde duydukları?
Zaman yoktu, zaman başka yerdeydi.

İnce parmakları külünü silkti
Tropik ağaçlarda biten korların,
Kimin umurunda dünya, tomruklar kaça çıktı
Onlar sahibiyken bu uçsuz ormanların,
Uzun parmakları külünü silkti.

Tanrı yahut ne demekse o
Büyüktür ki zamanı durdurur böyle,
Kalplerin anladığı duyduğu
Gerçek olur vücudun huzuruyla,
Tanrı yahut ne demekse o.

Zaman yoktu, sevgili buradaydı,
Yaşamak değildi daha önceki,
Çan sesi susmuştu, ses havadaydı,
Her yeri bir ışık ısıtmış, çünkü
Zaman yoktu, sevgili buradaydı.

Louis Macneice
Çeviri: Cavit Erginsoy
louis+macneice Buluşma Yeri

Gece Hazları

Biz de durup dinleriz geceyi
rüzgârın çırçıplak estiği an: rüzgâr
soğuğudur yollar, kokular hep inmiş;
burun kanatları sallanan ışıklara kalkar.

Bir evi vardır hepmizin, bekleyen
dönmemizi karanlıkta: bekleyen bir kadın
dayanamamış uykuya: oda sıcaktır kokularla.
Habersizdir rüzgârdan uyuyan kadın
düzgün soluklarla; gövdesinin ılıklığı
içimizde mırıldanan kanın aynıdır.

Yıkamada bizi bu rüzgâr, esen derinliklerinden
karanlığa açılan yolların; çıplak
çırpınmada burun kanatlarımız donmuş
ve sallanan ışıklar. Her koku, bir anı.
Karanlıkta uzaklardan çıkıverdi bu rüzgâr,
yüklenen kente: çayırlardan, tepelerden aşağı
güneşin otları ısıttığı hâlâ ve karardığı
toprağın kanla ilikle. Anımız
keskin bir koku, azıcık tatlılığı
deşilmiş toprağın, derinliklerinden
kışa yükselen soluğu. Bütün kokular dindi
karanlık boyunca ve kentte
rüzgârdan başka hiçbir şey ulaşmıyor bize.

Bu gece uyuyan kadına döneceğiz,
gövdesini aramaya buz tutmuş parmaklarımızla
ve kanımızı sarsacak bir sıcaklık, kanla ilikle kararmış
bir toprak sıcaklığı: bir yaşam soluğu
onu da ısıttı güneş ve şimdi çıplaklığında
en tatlı yaşamını keşfediyor,
gündüz yitip giden ve toprak tadında.

Cesare Pavese
Çeviri: Egemen Berköz

gece+hazlari+pavese Gece Hazları

Manşet

Hayatıma manşet istiyorum.
Birkaç manşete ihtiyacım var, günler tekdüze
Karton filmlerden yapılma bütün serüvenlerin
içinden geçtiğimiz karanlık tünel bizim olmayan gündelik
Büyük bir köy artık bana tanınan, dünya!
                                  ölüm tek ticaretin
Biz söyleriz başkalarına kalır kelimeler
sanal gerçeklikler için vurguna inmiş manşet
Gözlerimize attıkları bandın sakladığı karanlık
kimsenin ofsetinde kazınmıyor yalan sarmal grafik
kendine çevriniyor
Biz söyleriz başkalarına kalır kelimeler
Rekabetten başka yapacak bir şey bırakmıyorlar bize
Şerefin, haysiyetin, adaletin ve ümidin
eski moda öyküsüne bir biletim var, alıp cezalı bir biletle
değiştiriyorlar. Sesim hiçbir metinde tanınmayacak böyle
giderse.
    Aşık olmak istiyorum.
    Kendileri koyuyorlar kuralları. Naklen yayınlamak
istiyorlar bütün duygularımı. Güzel pişmanlıklar yaşamak
istiyorum, bırakmıyorlar, sterilize ediyorlar hemen yaşadığım
her anı. Hilesiz kuşlar bile kartpostallarda tuzağa düşürülüyor,
Tebrik ediliyor; poz verdiriliyor kanatlarına.
    Pozdan putlar yaratılıyor her yanda, afişlerde, ekranlarda,
vitrinlerde, sokak pozlara tapmaya zorlanıyor insanlar.
Zorlandıklarını hiç anlamıyorlar.
     Her yerde bela var. Olmayacak yerlerde üşüyorum.
Çarşaflarımı denetliyorlar ben yokken. Pencereme konan kuşları
takibe alıyorlar. Tek kişilik bir içbükey zaman bile
bırakmıyorlar bana.
    Çıkmasam odam gömleğim oluyor. Çıkmasam sokaklar tundra.
    Aynaya bile şebekemi gösteriyorum.
    Bakın kimseyi dövmek istemiyorum. Aktör de olmak
istemiyorum. Vücuduma ve ruhuma muhtacım. Rahat
bırakmıyorlar. Yerimi bilmeliyim gitmeden önce. İzmarit olmak
istemiyorum. Gençken ve yeniyken bir şeyler denemeliyim. Önce
bir manşet bulmalıyım kendime, her şeye bir manşetten
başlamalıyım.
    O zamanları anlatmak istiyorum.
    Zamanı öğrenmeye çalışırken yitirdiğimiz zamanları.
    Ölümden anlayan bir yanımız vardı gene de
    Sesimiz açılırdı. Uyurken korkardık. Sıçrardık uyku
arasında ya da birinin elini tutardık
    Gecenin koyu kibrinde gölgelense de erden masumiyetimiz
    gelip geçerdik her şeyin yanı başından
    derinleşmekti en büyük tehlike
    Bağışlanırdık. Gençtik.  Gençlik kaba cephane.
    hiçbir şeyin içimize fazla işlemesine izin vermezdik
    kahkahayla baş etmeye çalışırdık gözümüzle göremediğimiz
her şeyle, ölesiye korkardık
    kendi içimizden tanımadığımız biri çıkacak diye günün
birinde

anonim bakış için rehin verdiğiniz gözler
                          önünde
geçip giden yazıp duran söyleyip eyleyen
                       ben değilim
duru suyun arı mantığın dingin optiğin
                         önünde
görülmek görünmek gözükmek isterim
çok mu zor çok mu olanaksız bilmek isterim
karşı durduğum şeyler vardır hayatta
manifestoya varmadan daha kısa mesafelerde
çözgüsü atkıya daha kolay dolanabilecek bir dolu yol
               derin çözümsüzlükte
adı konmamış gizli bir sözleşme saklı madde
                    imha ve imla
ne çöllerde yiten geç dönemin mecnunları
ne teneke kutularda biriktirdiğim madeni paralar
en büyük günahımı işlemedim daha
elementlerin minimal kullanımı
daha yolun başındayım, yakında

    şimdiki zaman yalnızca çarşı
    pop ve popcorn zulmün bütün ayları
    iki bin yıllık kadim şehirlerde işkenceciler emniyet
müdürü, katiller vali, Bağdat naklen bombalanıyor tarih ekrana
çıkıyor, şifreli çantalarda taşınıyor parçalanmış haritalar, zulme
çalışıyor devletin ve sermayenin bütün kanalları, polisler
gazeteci, sarı kartlı muhbirler, satılık şeref koltukları,
      eski bir alınlık: Geçmişi anlamayan onu bir daha yaşamak
zorundadır
      hem ortadoğudayız hem viyana kapılarında
      kuşe bir gravürde dağılıyor kimlikler değerler özsu; katil
hep başkası çıkıyor kara piyasada kapalı iktisat
      her yıl geriye çalışıyor infilaka kadar körlük
                                     infilaka kadar kötülük
      herkes birbirine düşman olursa sistem mümkün oluyor ve
buna, hayat işte, deniyor
      şairler biliyor sonuna geliyoruz büyük duvara
      herkes bir manşet bulmalı parçalandığı fragmanlara
      bugünlerden bir gün çıkacaksak eğer, çıkılacaksa,
gömdüğümüz şeyler olmalı bugünlere, bir gün başka gözler
bugünleri yeniden okuduğunda bizi görsünler diye, birkaç
manşetlik kaba cephane
      ne yalnızca siper ne barikatta verdiğimiz ölüler
      şiir gizimizi herkesin gözleri önünde kaçırır geleceğe
      kolay kirlenmeyecek mecralar deltalara vurur akıntısı
      çıkarız çıkmalıyız acemi şiirler büyür başkalarının okuduğu
olduğu yerde
      bizi de oldurur derin teorisiyle
      tekin olmayan şiirlerin kotuma altına aldığı yarınlar
      saklar kendi çocuklarını da
      eski ve kara bir şarkı yineler kendini başkalarının
kaderlerinde:
“kendini ele verdiğin yerde
başkasına ihanet etmiş olursun
yapma n’olursun!
bizi almazken bizim kurduğumuz şehirler
biz söyleriz başkalarına kalır kelimeler
varsın olsun sen gene de
yapma n’olursun!”

      yarım bırakılmış bir fragman gibi,
      parçalanmışlığın sunduğu acemilikler gibi
      mükemmel olmaktan özellikle kaçınmış şiirler gibi
      söylenebilecek binlerce sözden yalnızca birkaçı gibi
      kirletilmiş kayıtsızlığın her vahşeti mümkün kıldığı bir
dünyada
      hayatımızın başına çekin kendi manşetinizi

Murathan Mungan
manset Manşet

Bir sonbahar tarlasındaki

Bir sonbahar tarlasındaki

Mısır püsküllerinin üstünde 
Şimşeğin şak diye yanıp söndüğü
O kısacık zaman için bile
Elimden gelip de unutamam seni
İmparator Shotoku
Çeviri: Sami Akalın

Elimden+gelip+de+unutamam+seni Bir sonbahar tarlasındaki

Nisan – Sevda

Ölüm düşüncesi yoldaş bana
iki duvarı arasında bir yokuş yolun
sancılı tırmanan dönemeçleri boyunca.
İlkbahar soğuğunda tedirgin renkler; otlar,
mor salkım yabancı çalılar
kekre; kavruk eller iğne iğne, bir ürperti
yağmurluklar, pardesüler içinde.

Sancılıdır zaman, sancı verir,
zaman ki aydınlık bir kasırgada
binbir çiçek katar amansız görüntülere ve herbiri
kaybolur bir çırpıda toz ve rüzgarda
sorarken sen nedir diye.

Yolumuz bildik yerleredir
olgular oysa gerçek dışı
sürgünü ve ölümü önceler.
Nesin sen, ben ne oldum
ki dolaşıp dururum bu rüzgarlı uzamda,
bir adam, uçuk, silik bir iz peşinde!

İnanılmaz seni arıyor olmam, dünyanın
şu ya da bu yerinde
mucize olurdu tanımamız birbirimizi.
Ama öyle bir yaş ki benimki
bekler hâlâ ötekinden
kendimizde olanı, belki de hiç olmayanı.

Yaşama yardımcıdır sevda ve sürmeye,
siler ve başlatır. Ve umsa,
acı, azap içinde biri, umsa bile
uzaktan bir yardım muştusunu
aslında kendindedir, bir soluk yeter uyarmaya onu.

Bin kez öğrendim bunu ve unuttum bin kez,
bana dönüyor şimdi senden apaçık
şimdi daha canlı, daha gerçek.

Benim cezam bu anın ötesinde sürmek.

Primizie Del Deserto
Çeviri: Işıl Saatçıoğlu

Primizie+Del+Deserto Nisan - Sevda

She Left Home

Ben seninle uzun bir araf yaşadım
Ölümlere gittim geldim diyor.
Sığmam dünya yüzünde bir yere artık.
Nereden geçsem benim değil, kalamam bir yerde.
O demiyor, ben diyorum. Demiyorum, yağmur diyor.
Sana sarılmış kalmış ilk günüm ben. Böyle demişim o gün, bugün öyle diyor.
O günden bir yağmur çiçeği, önümde duruyor.
Bir davul sesi, bir davulun yıllarca titreşen sesi,
düz duvardan düşürmüş beni.
Tutunamamaklığım bundan, düşmüşüm, komadan,
uzun uzun uzamış kollarım. Kola benzemiyor.
Yerde yatan, komadaki, duvarda tutunmaktan düşen diyor;
Ağlama balım, değmez hiçbir şey senin gözünden akan yaşa.
Komadaki diyor;
Ben hala sarılıyım beline senin. İstanbul n’ey sesi olmuştu o gün bugün üflüyor… Senin yüzün bende,
senin yüzün bende. Hâlâ, diyor.
Vurmalı vurmalı o sesler içime değiyor.
Bir müzik parçası çalıyor içerde:
İçimde bir parça; ne kopuyor ne ölüyor.
Gitmek ölüm bana, kalmak haram.
Adını bilmiyordum sonra öğrendim:
She Left Home

Birhan Keskin
-Ba-

birhan+keskin+baba She Left Home

Duvardaki Yazı

İlk yaz geldi dağlara.
Yollarda seni arıyorum.
Balta sesleri yankılanıyor
Suskun dorukların boşluklarında.

Derelerin buzu çözülmemiş,
Karı kalkmamış dağ yollarının.
Gün batarken varıyorum
Kayalık dağ geçidindeki koruma.

Hiçbir şeyde gözün yok,
Altın, gümüş parıltısı
Yayılsa da geceleri çevrene.
Evcilleştirdiğin geyik gibi

Uysallaşmışsın sen de.
Geriye dönen yol unutulmuş,
Kaybolmuş gözden.
Boş bir kayığa dönüyorum,
Senin gibi, sularda sürüklenen.

Tu Fu
Çeviren: Cevat Çapan
duvardaki+yazi Duvardaki Yazı

Bayramlık Giysi

Kimse onaramaz aşkın yıpranmış kumaşını
tıpatıp biçmiş içimize o usta makastar
eğirip ipek ipliğini göğün mavi ipeğinden
geçirmiş acılarımızın paslanmaz iğnesine
hiç benzemez o umutlarımızın çürük ipliğiyle
teyelliyerek diktiğimiz günlük giysimize
aşk ruhlarımıza giydirilen bayramlık giysi
ışıldar üstünde sevincin elmas düğmeleri
oyulmuş iki yürekten dökülmüş bir toka
tam bir oturmuşlukla geçer uçları birbirine

Aşktır hor kullanılmadan taşınacak giysi
Çünkü bir kez delindi miydi yamanması güç
onu kurnazlığımızla yeniden astarlasak
ters- yüz etsek kusurları hemen sırıtacak
ölümsüzlük ırmağında yıkanmış bu kumaş
gecenin altın mekikli gök- tezgahında dokuduğu
umar yok kirlendi miydi çıkarıp atmaktan başka
aşkı özenle saklamalı ve ender giymeli

Sedat Umran

bayramlik+giysi Bayramlık Giysi

Aşk

Aşk
Öyle keskin
Öyle İnce
Öyle Umutsuz
Aşk
Gün gibi güzel
Hava gibi de kötü
Kötü havada
Aşk öyle gerçek
Aşk öyle güzel
Öyle mutlu
Öyle sevinçli
Öyle iğneleyici
Karanlıkta korkudan titreyen bir çocuk gibi
Rahat bir adam gibi gecenin ortasında
Öyle kendine güvenli
Başkalarını korkutan
Konuşturan
Solduran aşk
Gözetlenmiş aşk
Gözetliyorduk onları çünkü
Dehlenmiş yaralanmış ayaklar altına alınmış tüketilmiş
hiçe sayılmış unutulmuş aşk
Dehledik yaraladık ayaklar altına aldık tükettik
hiçe saydık unuttuk aşkı çünkü
Aşk tümünden
Gene öyle diri
güneşli hepten
Senin aşkın
Benim aşkım
Bir vakitlerin aşkı
Hep yeni olan hani
Hiç değişmeyen
Bitki denli gerçek
Kuş denli titrek
Yaz denli sıcak yaz denli diri
Gidebilirdik ikimiz
Gelebilirdik
Unutabilirdik
Uyuyabilirdik sonra
Uyanabilirdik acınabilirdik yaşlanabilirdik
Uyuyabilirdik gene
Düşleyebilirdik ölümü
Uyanabilirdik gülümseyebilirdik gülebilirdik
Gençleşebilirdik de
Orda kalsın aşkımız
Keçi gibi inatçı
İstek gibi oynak
Bellek gibi zorba
Üzüntüler gibi budala
Anı gibi tatlı
Mermer gibi soğuk
Gün gibi güzel
Çocuk gibi çıtkırıldım
Gülümseyerek bakıyor
Bize söylüyor bir şey demeksizin
Titreye titreye dinliyorum
Sesleniyorum sonra
Senin için
Benim için
Yalvarırım sana
Senin için benim için bütün sevişenler için
Bütün sevişmişler için
Evet aşka sesleniyorum
Senin için benim için
Tanımadıklarım için
Kal orda
Kımıldama
Gitme
Sevişen bizler
Unuttuk seni
Sen unutma bizi
Senden başka nemniz kalmıştı
Bırakma bizi soğumayalım
Çok daha ötelerde
Nerde olursa
Anımsat bize yaşadığımızı
Çok daha sonra bir korunun kuytusundan
Bellek ormanından
Fırla birden
Uzat bize elini
Kurtar bizi

Jacques Prevert
Çeviren: Teoman Aktürel

jacgues+prevert+ask Aşk

Anlayasın Diye Beni

Anlayasın diye beni
sözlerim
incelir arasıra
kumsallarda martıların izleri gibi.

Gerdanlık, esrik çıngırak
üzümler gibi tatlı ellerin için.

Öylece tırmanırlar nemli duvarlara.
Bu kanlı oyunun sensin suçlusu.

İşte kaçışıyorlar karanlık inimden.
Sen hepsiyle dolusun, seninle dolu hepsi.

Senden önce sardılar yerleştiğim ıssızlığı
ve benim hüznüme alıştılar, sana değil.

Desinler isterim şimdi sana demek istediğimi
anlayasın diye onları beni anladığın gibi.

Bir bunaltı rüzgarı sürüklüyor onları yine.
Düş kasırgaları deviriyor ikide bir.
Başka şeyler duyuyorsun acılı sesimde.
Eski ağızlar ağıtı, eski işkenceler kanı.

Sev beni dost. Bırakma beni. İzle beni.
İzle, beni dost, bu bunaltı dalgasında.

Ama aşkının rengine bürünüyor sözlerim.
ve saıyorsun hepsini, sarıyorsun hepsini.

Bir kocaman gerdanlık yapıyorum hepsinden
üzümler gibi tatlı, beyaz ellerin için.

Pablo Neruda
Çeviri: T.Said Maden

anlayasin+diye+beni Anlayasın Diye Beni