Saint-Antoine’in Güvercinleri

I.Eleni’nin Elleri

Bir gün Eleni’nin elleri geliyor
Her şey değişiyor.
İlk İstanbul şiirden çıkıp yerini alıyor
Bir çocuk ilk gülüyor
Bir ağaç çiçek açıyor.
Eleni’den önce
Daha ben çocuktum daha tütüne daha kahveye alışmamıştım
Sabahları, akşamları bilmiyordum daha
Bir gün bakıyorum akşam ellerimde gözlerimde
Bir gün sabah her yanım.
Eleni geliyor
Dünyaya bakıyorum
Dünya sanıldığı kadar küçük değil o gün anlıyorum
Sanıldığı kadar üzgün değiliz dünyada
O gün bütün şiirleri yakmalı yeniden yazmalı diyorum
Brise Marine’i yeniden
Yeniden Annabel Lee’yi.
Eleni ile anlıyoruz
Bu gökyüzü niçin kalkıp gelmiş
Deniz niçin başını alıp gitmiş onunla anlıyoruz.
Bir gün Eleni’nin elleri geliyor
Bir sokaktan ilk defa deniz görünüyor.

II. Gençlik

Ruhum,
İlhan Berk köprüden geçiyor duyuyor musun?
Bir serçe yavaş yavaş uçuyor
Bir balık başını suyun yüzüne çıkarmış bakıyor
Düştü düşecek dalından bir yaprak.
Lambodis raftan bir şişe aldı açtı
Bir bulut durdu pencerede
Lambodis işine devam etti
Ellerini sildi, hıyar, domates doğradı
Sonra oturup gençliğini düşündü.
Bir evdeydi
Eleni on sekizinde, İlyadis yirmi üç
Eleni’nin şarkıları vardı
İnsan akıl erdiremezdi
İstanbul’un her tarafı kahve
Kapalı kahve açık kahve
Şarkılar ne kadar güzel olursa olsun
Eleni’yi anlamazdı.
O günler Lambodis’in ağzında bir cigara bir aşağı bir yukarı
İstanbul’da
Eleni’nin en güzel yerleri elleri sarmısak kokan ağzı
Daha Lambodis meyhaneci değil
Daha Lambodis hiçbir şey değil
O günler her Pazar Saint-Antoine’a gidiyorlar
Eleni’nin göğsü soyulmuş badem
Güvercin gibi elleri
Daha o zamandan Lambodis’in düşmanı çok
Bütün İstanbul Eleni’nin arkasında.
Evet
Lambodis’in gençliği bir yaprak düştü düşecek
Pencereye oturmuş gelip geçenlere bakıyor
Sen de bak diyor bana
Bak insanlar geçiyor
Ben sıkıldım mı insanlara bakarım
Hiçbir şeyim kalmaz
Hiçbir şeyimiz kalmıyor.
Her iş bunun gibi ruhum
Bir kadın bir adam aynı şeyi yapıyor
Ben birazdan kalkıp Sirkeci’ye gideceğim
Sevgilim trene binip gidecek
Bir zaman hiç güneş doğmayacak sabah olmayacak, bir zaman dünyada değilmişiz gibi korkacağız.
Bunlar hep olacak ruhum
Bir gün bakacağız İstanbul güzel
Ondan sonra her gün İstanbul güzel.
Eskiden çok eskiden bu dünya daha bir güzelmiş mesela
Bu bulutlar bu gökyüzü uzanınca dokunacağımız bir yerdeymiş
Şimdi şiirdeymiş bunlar
Her şey bu hesap ruhum.
Bu dünya güzel
Gülhane ağaçlık

III. Saint-Antoine’in Sevişme Vakti

Bu gökyüzü
Her gün böyle değildir Saint-Antoine’in üstünde
Belli sevişme vakti
İşte pencereler ilk kollarını açtı
Karıncalar yuvalarından çıktı
Yosunlar uyandı
Gerildikçe gerildi gökyüzü
Dikiş diken kız penceresinde ilk kez mutlu
Denize bakan evler kahveler ilk kez mutlu
Hiç korkmamalı artık Lambodis
Eleni hiç korkmamalı
Bütün güvercinler havalandı kimse korku nedir bilmiyecek
Herşeyin uyandığı bir saatte
Aşk başlayacak
Herşey duracak
Bir kızın elleri elbisesine uzanmışken duracak
Saint-Antoine ilk sandukasından çıkıp deniz kıyısı bir yere gidecek
Onunla tüm sandukalar, evliya resimleri, İsa’nın kendisi arkasından gelecek
Herşey yerini aşka bırakacak
Sandalya aşka
Pencere aşka
Saint-Antoine’in tavanı bir başka tavana doğru yürüyecek
Kapı bir başka kapıya doğru
Hiçbir şey küçüleyim demeyecek
Daha bir büyüdüğünü göreceğiz gökyüzünün
Daha bir mavi denizi
Gözlerden gözlere bir esmerlik halinde o aşk gidecek
En güzel şarkılarla şimdi İstanbul’a gelen o
Şimdi herhangi bir yerde kızın elleri ağzı onun için büyüyor
Bir çocuk annesinin memesini onun için bırakmıyor
Saint-Antoine’in güvercinleri
Onun için havada
Şiirde bu düzen kaygusu onun için
Bu gökyüzünün başka anlamı olamaz.
İlhan Berk
Saint-Antoinein+G%C3%BCvercinleri Saint-Antoine'in Güvercinleri

İstanbul Geceleri

    Boğaziçi

    Sevgilimiz vardır, yanımızda, tâ yanı başımızdadır; ammâ gene de ona yakınlığımızın şiddetinden; ya da yakınlığına kanamamış olmamızdan: Sen kimsin, kimsin sen? Nesin, neredesin? demek isteriz. Kâh ele geçen, kâh kaybolan, kâh okşanan, kâh hırpalanan bu sevgiliyi, an olur ki bir his ihtilâli, bir afet, bir hezeyan içinde âdeta tanımaz oluruz.
    Belki kâinat içinde tek gördüğümüz odur; buna rağmen görmek için dîvâne kesildiğimiz de gene onun yüzüdür. Onun yoluna dökülmek için ne yapsak az bulur, ne söylesek kifâyetsiz görürüz. Zaman olur ki hodbin, küstah, ezici ve benlik tüten bir sevgi, bir göz açıp kapama ânında, denize düşmüş bir sepet aczi içinde, teslîmiyetle istiğrâkın dalgaları arasında sürüklenip gider.

    Zaman olur ki, haşin, çiğ, şımarık bir ihtiras, çekirdeğe hiç benzemeyen, fakat onun bir inkişafından ibâret bir ağaç gibi, dallanıp budaklanır ve ferâgat meyvelerinin en leziz çeşnilerine gebe kalır.
    Gene zaman olur ki tecrübesizlikle toyluğun kanatları ortasında başımız gurur bulutlarına değimiş iken, bir vecd rüzgârıdır eser ve bizi tepesi aşağı sevdiğimizin eşiğine fırlatıp atar.
    Ah gene zaman olur ki, ona tasarruf edenin biz olduğumuz tesellisine kapılırız; ne çâre ki en başımızı havada olduğu zamanlarda da , en zelil olduğumuz anlar kadar onun keyfi elinde evrilip çevrilen, kâh göklere yükseltilip kâh yerlere fırlatılan olduğumuzu hayretle görürüz.
   Bakarız bir hayat gelip geçmek üzeredir. Devrânın yıpratıcı silleleri ortasında hırçın, tasalı, âvâre olmuşuzdur; böylece zaman, mûtat seyri, mutât tekerrürü içinde yürümekte iken, tesâdüf iftirâsına uğramış mukadderat, birden karşımıza aradığımızı çıkarır ve o an, hemen o an, bir ömür boyunca haberimiz olmadan aranmış olanın o olduğunu anlarız. Ne çâre ki gene hayatın cilve ve esrârı, “sevgilim!” diye haykırarak koşacağımız o bulunmuşa, kayıtsız ve bigâne kalmamız işkencesini revâ görür. O bulunmuş ki hayatımızın hâsılıdır; o bulunmuş ki bir ezel tanışığı, bir ezel düğümlüsü, mihrâkı, mânâsıdır ve bize ondan gayrı ne varsa ârızîdir, çekilmez bir yüktür. Ammâ gene de biz hayat yorgunları, uğrunda iki âlemi bir pula sayacağımız o bulunmuşa, her zaman uzak, her zaman yabancı olmak nâsibini yüklenmiş, eli ermez, gücü yetmez bir zavallı mevkiinden ileri geçemeyiz; ya da geçmek istemeyiz.
    Sevgilimiz vardır, belki bir kere görmüşüzdür ve belki kaşından sual sorulsa verecek cevap bulamayız. Ammâ gene de dört başı mâmur bir tahassüsle tek tanıdığımız, unutmak elimizde olmadığı için de tek unutamadığımız odur. Seneler üst üste yığılsa da, o gene kâh ıztırap, teselli, kâh hüzün, kâh ümit vedâima tek istinat noktamızdır. Bâzen alâkamızın şiddetinden, küsmek için sebepler arar, bulamazsak yaratır, ya da bir vehme sarılarak, hoyrat, hırçın ve inatçı olmakla onu hırpalamak, belki de unutmak hevesine düşeriz. Bâzı ise bir zafer gurûrundan medet umup, onu ezmekle yalancı bir bahtiyarlık duyduğumuz da olmaz değil. Ne ki bu sahte yiğitliğimizin altında en zavallı bir hezîmetin çöreklenmiş olduğunu da, şuur altı uyanışlarımızın lutfu hengâmında yüze çıkmış buluruz. Acaba isyanlarımız, firarlarımız, onu içimizde uzun uzun demlendirip, beklenmedik bir anda bu uykudan görülmemiş bir şiddetle silkip uyandırmak iştiyâkı için midir? Evet; öyle.
    Biz hodbin insanlar kanamadığımız, kanamayacağımız aşka kıyarken, bilmeyiz ki bu intikam hevesimiz geri tepmek ister gibi girdaplar yaparak döne döne akan bir suyun hud’asına benzer. Zira ilk hamlede tekrar ona koşmak, onun yoluna akmak tek yapacağımız, tek yaptığımız iştir. İşte, başlangıcı ve sonu olmayan bu sevdâlardan da, oralarda niceleri gelip geçti; yâhut bizim kısa ve mahdut hükümlerimiz gelip geçtiğini sandı.
Sâmiha Ayverdi 
İstanbul Geceleri S.165-178 
Kubbealtı Neşriyât

samiha+ayverdi+bogazici İstanbul Geceleri

BİR AN İÇİN … O AN DA …

Ne var gözlerinde
Daldın gene …
Bir aşk şarkısında
geçmiş günlere
yandın gene …
Gözlerin ağlamaklı,
başın önüne eğik,
cigara dudağında gene …
çekiyorsun derin derin.
Söyle nedir seni üzen?
Söyle …
Bak ellerin düştü iki yanına
gönlün yorgun şimdi.
Bir şeyler anlatıyor çehren
geçmişten …
Yorgun bir edayla için
gelecekte bir şeyler var diyor sana.
Bakma.
Bakma bana …
bakma, güleceksin …
Güleceksin bana
Seni niçin izlediğimi soracaksın sonra.
Bilemezsin
Bilemezsin AHMET’im
GARDAŞLIK diyeceğim sana!

hayali_cihan_deger BİR AN İÇİN ... O AN DA ...

Yaşamayı Deneme

Yüreğimde ince bir sızı…İşsiz ve yalnızım
yıllar önce bıraktığım yerde sen yoksun
birkaç gündür sicim gibi yağmur yağıyor
bulutlarda bana düşman kesildi
üstüne üstlük ayakkabılarımda aşındı.
cebimdeki son parayı da harcadım
tuttum bir kitap aldım eskiciden
şiirle süslü bir roman.
Şaşıyorum kendime bazen
aklımdan da şüphe etmiyor değilim hani
o parayla sımsıcak bir çay içer
karnımı doyurabilirdim. Kendime değil de
atılacak bir kitaba acıdım.
Zaten senden artakalan hayatımda şiirler
romanlar yazmayı düşlemiştim. Kim bilir
belki de yarım kalan hayatımıza acıdım,
kitabı aldım yüreğime bastım.
-Hapisten çıkalı aylar oldu
ve ben hâla yaşamaktan korkuyorum
Oysa…Ne büyük hayallerimiz vardı.
Her tarafta su birikintileri….
Ayakkabılarım da su almaya başladı
batan bir gemiden farkım yok
kuru hiçbir yanım kalmadı. Üstelik
Ülserimde azdı. Delicesine yorgunum.
-Her tarafı örümcek ağı bağlamış evi(iz)e
döndüm. Her şey toz toprak içinde.
Yılar önce bıraktığım yerde sen yoksun
yüreğimde onulmaz yara…Yapayalnızım
Ev bıraktığın gibi… Doğum günü hediyen mavi
vazo, kurumuş kır çiçekleri hepsi yerli yerinde
Sen yoksun… Ev buz gibi yakacak hiçbir şeyim
yok. Soğuk sobanın yanına çöktüm. Ürkek mum
ışığıyla yepyeni umut doldu içime,
elimde aldığım kitap…Adı
YAŞAMAYI DENEME….

Umman Şahiner

umman+sahiner Yaşamayı Deneme

Unutulmuş Bir Yaz İçin

anımsa bizim unutulmuş bir yazımız vardı
kıyısından çocukların dokunarak geçtiği
yaz kirli denizlerin körfezine çekildi
biten o yaz mıydı düşün istersen
bir taşra melankolisine kaptır kendini
-şimdi anımsanması gereken birşeyler vardır
bir çığlık kadar sessizlik de anımsanır
hoyrat sevinçlerle sularında yüzülen
olağan duygularla yüreği örten
bir aştan geriye suskunluk kalır-

yazdan ne kaldı sana yazdan ne kaldı
birkaç dize ölü ozanların gezindiği
kimsesiz romanlara sığınan yürek ağrısı
denizle aranızda ortak dil gibi
usulca çoğalan yaz kederleri
-her zaman paylaşılan duygular vardır
yeri gelince ölümler de paylaşılır
bölüşmek bir ölümü dostluğu ve şiiri
benzemez beyaz evlerden mavi sulara
aynı pencereden iki yabancı gibi bakmaya-

yaz bitti mi diye sorma yaz çoktan bitti
yedeğinde karartılmış sevgiler taşıyarak
nasıl özlendiğine tutkunlar gibi şaşarak
korkarak geldiği yollardan geri dönmeye
sıradan geçen bir yazın yanına gitti
-bir aşkta sıradan yazlara da yer vardır
sıradan bir aşkın sözlüğü gittikçe daralır
artık ne fısıltı gibi ilk ürpertiler
ne geceyarısının büyülü güzelliği
ayrılıklar gelir kapımıza dayanır-

incelik gibi bu şiiri bıraktı yaz giderayak
bir ozan olsam bana sorulmaz derdim
sorulsa da o yazdan inceliğin hesabı
yazık ödenmemiş bir borç gibi karşımda
uçucu bir yazdan kalanların toplamı
-de ki o umutsuz duruşunun ardında
kendinden bile sakladığı yaraları
gün gelir onulmaz özlemler gibi
ıslıkla söylenen bir aşk türküsü olur
unutulmuş yazın kırgın yolcusu
sevdalı yüreğini kıyıya vurur.

Haydar Ergülen

unutulmus+bir+yaz Unutulmuş Bir Yaz İçin

Kalbî Hüseynî

                                                   -Kalbî temiz Mahmut’a-

Şiirin Kerbelâ’yla başladığını anlamak için bu yaşa geldim,
Kerbela yazdır ve şiir kış, galiba ikisinin de aynı çöl
olduğunu görmek için hayli bekledim, ömrün güzündeyim
demek ki, ömür bir rinyetten ibaret yaz gibi, tez
geçiyormuş, ben de gözümü kapadım açtım, hep güzü sevdim,
nisandan yoruldum, haziran iyiydi geçti hemen, ve kendimi
güzü beklerken buldum, beni de bekleyen var diye umdum,
vardı yoktu, Hüseyin Kerbelâ’da, çölün gözleri doldu, dedem
Hüseyin Efendi’den yadigar Fuzuli’nin “Saadete Ermişlerin Bahçesi”
gözyaşlarıyla taşkın bir nehir gibi okunmayı bekliyordu,
daldım çıkamadım: Her dem gözyaşı, her cem Kerbelâ!
İlk orada unuttum çocukluğumu, kalbî hüseyni akışlı bir nehri
taşımak neymiş gözlerime orada bildim, ve daha bu güz kendime
geldim: Auswitzch’den sonra da yazılmalıymış şiir, Sıvas’tan
sonra da, çünkü şiir çöldür bize ve her Muharrem’de kanlı
su yerine geçer, İmam Hüseyin ve kalbî hüseynî doluların aşkına,
unutmak düzyazıdır, şiirse şehitlerin çığlığı: Bir yudum su
istemeden bekleyenin muzaffer yenilgisi, “Tuz Günleri” ,
“Kanlı Düğün” , ve “Biz kırılırdık daha da kırılırız” suçsuzluğu,
çocuktum, çölde okudum masumlarla ve çok susadım,
babaannem su verdi almadım, bir cümleden de şehit olurdu
insan ve ne yazsa şair olmak istemezdi Kerbelâ’dan sonra,
olmasın, Kerbelâ’nın şiiri kalbimde hâlâ, ve çöl sürüyor:
Hüseyin Kerbelâ, Lorca Granada, Behçet Sıvas, Deniz Ankara…

Haydar Ergülen

kalbi+huseyni Kalbî Hüseynî

Özgeçmiş Yazmak

Ne yapmanız mı gerek?
Başvurunuzu tamamlayın
Ve özgeçmişinizi ekte yollayın

Ne kadar çok yaşarsanız yaşayın
Özgeçmiş kısa olsa iyi olur.

Az ve öz, iyi seçilmiş gerçekler kural olarak konulmalı,
Adresler manzaraların yerini tutmalı,
Titrek hatıralar titremeyen tarihlerle değiştirilmeli,

Bütün aşklarınız arasından, sadece evliliğinizden bahsedin;
Bütün çocuklarınız arasından, sadece doğmuş olanları yazın.

Kimin sizi tanıdığı sizin kimi tanıdığınızdan daha önemlidir.
Yalnızca yabancı ülkelere yaptığınız yolculuklardan bahsedin.
Nerelere üye olduğunuzu söyleyin, fakat neden üye olduğunuzu değil,
Aldığınız ödülleri söyleyin, fakat nasıl kazandığınızı değil,

Sanki hiç kendi kendinizle konuşmazmışsınız gibi yazın öz geçmişinizi
Herzaman kendinizi arka planda tutaraktan, kol boyu uzakta.

Köpekleriniz, kedileriniz ve kuşlarınız, tozlanmış mallarınız,
Dostlarınız ve düşlerinizi sessizce es geçin.

Kendiniz olarak sattığınız zatın,
Fiyatı sizin fiyatınızla bir değil,
Ünvanı özgeçmişdeki ünvana benzemez,
Ayakkabısının numarası gittiği yere uymaz.
Ayrıca, bir tek kulağını gösteren fotoğrafını da unutmayın.
Önemli olan ne işittiği değil, kulağının biçimidir.
Duyacak ne var ki zaten?
Kağıt doğrayan makinaların gürültüsünden başka.

Wislawa Szymborska

ozgecmis+yazmak Özgeçmiş Yazmak

Keşke dikenler anlayabilse

Ey şu mezarlar arasında oturan!
Yatanları toprak ve kurt olmuş çoktan!
Ey dostum şu ağladığın kimse var ya;
şüphe yok,
ya bir sırdaş, ya bir dost, ya bir kurt,
ya da de ki en iyi insan.

Lakin,
yarın onu unutacaksın.
Bana gelince;
toprak altındayım ömrümce,
söküyorum kokuşluğumun artıklarını,
nice değerli istekler önemsiz oluyor hemen,
fani yaşamımızın bir anında ve de aniden.

Ey kuruş kuruş servet yığan!
Gündüzünden evvel, gecesini tüketen,
günlerin de yıllar gibi beyhude!
Altından gayrı rengi kalmamış,
bir kör gibi nereye gittiğini bilmeyen…

Mihail Nuayme

mihail+nuayme Keşke dikenler anlayabilse

Gülün niçini yoktur, açtığı için açar

Mesih bin defa Beytlehem’de doğsaydı bile, sende doğmamış olsaydı

Ebediyen mahvolmuş olarak kalırdın. 
Ne yazık! Biz insanlar, neden ormanın küçük kuşları gibi değiliz, 
Her birimiz sevinçle kendi havasını vererek hep birlikte çığlık atmıyoruz. 
Gülün niçini yoktur, açtığı için açar, 
Kendine dikkat etmez, onu görüp görmediklerini sormaz. 
Eğer Cennet daha önce sende değilse, 
İnan bana, hiçbir zaman oraya giremezsin. 
Ey soylu ruh, kopart bağlarını, bırakma kendini böyle zincire vurulmuş olarak, 
Tüm azizlerden daha ihtişamla Allah’ı bulabilirsin. 
Çiçek aç, ey donmuş hıristiyan, Mayıs ayı kapındadır, 
Ebediyen ölmüş olacaksın, eğer burada ve şimdi çiçek açmazsan
Kendime kapadığımda onu, merkezim;
Aşktan eridiğimdeyse içinde, çemberimdir.
.
Johannes Scheffler (Angelus Silesius)
Kerubin’lu Gezginci
Angelus+Silesius+gulun+nicini+yoktur Gülün niçini yoktur, açtığı için açar

Şiir Belki

şiir belki

benim sana aşık olmamdır
ve senin de
her kimi istiyorsan
ona…

Nahid Sereşki
Çeviren: M. Bülent Kılıç

siir+belki Şiir Belki