Geceleri Hayal Edilen Şiirler

daha dün gibiydi
her kimsemdiniz yanımda
yürüyüp giden belirsiz
patikalarında ormanımın
kır çiçekleri gözlemcisi
isimler bulucusu bitkilere
toprağa düşen cemreye
benzeten bütün böcekleri
avuçlarıma kuşdiliyle
dizeler yazma ustası

yenilgilerimle sığındığım
sunağımdınız denize esen
yaz yeli ürpertisi yalnızlığımın
kokusundan tanıdığım
ince ıssızlıklar çiçeği
dokunsam kırılan
yağmurlu nisanlar dalı
otların yüzüme değmesi
uzanınca toprağa

geceme upuzun serilen
dağ eteğimdiniz
yan yana getirilmiş
büyülü çiçekler senfonisi
sürüklenip yok olduğum
büyük sonsuzluk
renkleri tanımsız
gül çürüğü günlerinizde
unutmadım elimdeyken
kalbiniz olan elinizi.

Ahmet Uysal

geceleyin+hayal+edilen+siir Geceleri Hayal Edilen Şiirler

proxy?url=http%3A%2F%2Fs0.wp.com%2Fwp-content%2Fthemes%2Fpub%2Fsweet-blossoms%2Fimages%2Fdivider Geceleri Hayal Edilen Şiirler

Ağzında

Kayaların üstünde cennet bahçemde
Dalmışken gururumu yükselten ilahi işlerime
Şafak vakit uzaklardan parlak bir taç yaprağı erdi bana
Öptü gecenin içinde. Uzanmışken kayaların üstünde
Çekirdeğine yapışmış çılgın bir şeftali gibi, öyle sarılırken işime

Ağzının kıyısından fırlamış sesin, kutsal bir çan gibi
Duygu yüklü bir işaret gökyüzünden.
Yakaladı beni altın kemendiyle,
Bir baş dönmesinin yuvalandığı yer senin o harika ağzın

İki gül yaprağı bitişince…

Yer yarılır, açılır denizlerin dibinde bir uçurum
Fırtına sonrasında güneşin parlak ışıkları;
Ağrısız ve dingin
Ruhum kendi kendini dokuyor orda
Eğiliyorsun kayanın kibirli başına,

Ve düşüyorum bitimsizliğine, yine o kanlı uçurum!

Delmira Agustini
Türkçesi: Z. Betül Yazıcı

zehra+betul+yazici Ağzında

Şiir

Hepsi satıldı, hepsi gitti, yağma edildi.
Kara kanadını açtı önümüzde ölüm,
Acı tutkular ve özlemlerle kemirildi her şey,
Öyleyse nereden düşüyor bu ışık üstümüze

Gündüzleri içine çeken şehir
Korulardan gelen kiraz kokusunu;
Yeni ve garip gezegenler ışır
Soluk yaz göklerinde geceleyin.

Ve bu evler, bu toprak, bu yıkıntılar,
Mucizenin eli değmemiştir onlara da;
Yakındır: istenen, umutla beklenen,
Herkesin beklediği o bilinmeyen an.

Anna Andreyevna Ahmatova

Çeviren: Ülkü Tamer

anna+ahmatova+siir Şiir

Gülün Ömrü

Bana bir mektup yaz incecik parmaklarınla
okuduğun kitapların sokaklarını anlat

Suların akışındaki naz sensin biraz da
gölgeleri boşver sendeki kalabalığı anlat

Ben biz olmadıkça girdabından korkuyor evler
aramızda geziniyor darağacı ve cellat

Sen bana bir mektup yaz kuşlarla postala
rüzgâr koksun satırların bende her mevsim yaz

Ahh bu çürük merdivenleri ömrümüzün
inip de çıkamadığımız yaşanmış yıllar

Kim yetişmiş ki hızına delicoş mor suların
billur bir damla ol odalara sıkışıp kalma

Kırışan ten sarkan dudak sarı hüzün neysen osun
aynalar yalan söylemez aslın yansır o camda

Bir şey var kendi başına buyruk hiç değişmeyen
yirmisinde çok dilli alev yetmişinde yanardağ

Ölüme bile beraber gittiğimiz yaşlanmayan o ırmak
sende durgun akıyor bendeyse çağlayarak

Kavgada hasmını tart sencileyin aşık mı
değilse yüzünü çevir dağlara hiç oyalanma

Ben yürürüm yarısında bıraktığın yolları
sen bana bir mektup yaz öpülesi parmaklarınla

Bülent Güldal

bulent+guldal Gülün Ömrü

Gözlerin

Ruhumda gizli bir emel mi arar
Gözlerime bakıp dalan gözlerin?
Aklıma gelmedik bilmece sorar
Beni hülyalara salan gözlerin!

Nigâhın gönlüme – ey perî – peyker! –
Leyâl-i hasretin hüznünü döker;
Karanlıklar gibi yığılır çöker
İçimde yer edip kalan gözlerin!

Huzûrunda bâzen benliğim erir,
Tavrın hulûsumdan şübhe gösterir.
Bâzen de ne olmaz ümidler verir
Sabr ü karârımı alan gözlerin!

Gamzende zâhir, ey ömrümün vârı! .
Füsûn-ı hüsnünün bütün esrârı.
Neşr eder âleme reng-i bahârı
Koyu menekşeye çalan gözlerin!

Sihirdir, şüphesiz, bütün bu şeyler;
Bakışın zihnimi perişan eyler.
Bana aşk elinden efsane söyler,
Aşka inanmayan yalan gözlerin!

Rıza Tevfik Bölükbaşı

dalan+gozlerin Gözlerin

Nar Sûresi

yataktan yeni bir sabaha,
işe-güce, açlığa kalkılır.

ya da uykuda çok özlerim yüzünü.
yüzüne kalkılır.

gözlerinde bir kuş yuvası vardır.
orada bir çöp saman olmaya,
seyranlığa kalkılır..

kalbim düşer ellerine sonra.
avucunda kürt kürt atar.
özleyen bir aşk geçer önümden.
iliklenir ceket.
ayağına kalkılır.

Necmettin Topçu

nar+suresi+(2) Nar Sûresi

Lola Verpakovski

Kent bakışlı bir çiçek dökerken hicranını
uzun zamandır bahsinden geçilmeyen yollara,
kendi varlığını unutmuş bir çelenk gibi bırakıldım kirpiğine gözlerinin.

bu:
tüm kadınlarını tek celsede boşamayı göze alan
kendi yatağını oymuş bir ırmak nankörlüğü.
söylesene Lola;
ne zaman silinir,
ilkokul çocuklarının aramızdaki duvara çizip çizip kaçtıkları,
o illegal kırık kalp resimleri?
inan, onurludur onlar.
yakalandıklarında unuturlar adının Lola olduğunu.
o an,Verpakovski sadece bir çiçek adıdır herbirinin aklında.
ve bu soğuk havalarda üzerine giyebileceği bir ten ararken cinnet,
daha ne kadar küs kalabilir Lola,
ayın ilk haftası,
kendi son haftasına?

güvenme hırsa!
birgün seni de kanatır İsa’nın avuçlarındaki çiviler;
nasırlı kalplerin, flu sırtlarında.

her zaman dört ayak üzerine düşmeyebilir bu aşk.
daha kaç canım var Lola dudaklarına kurban edebileceğim?
öyle bir an ki bu önüne geçemezsin, ıslanır akıl.
fikrimiz kamaşır.
hatıralara saplanır, İstanbullu bir yağmur.
griye hüküm giymiş bir mahkuma ailesinin gönderdiği bir kaç temiz çamaşır
ve bir heyelan saklar kokusunda,
günahın ateşinde pişen ıhlamur.

özlemek de bazen gurbet gibi Lola!

ben burada, tebessümü yakıp yıkan bir ordunun geriye çekilirken meydanda unuttuğu,
hayalinle diri bir savaş suçuyum.
kesiğim çok, çok başka.
değiyor herbirinin traşlı kabukları renklerin içinde gizli bir arşa.
gövdemdeki büyük çukurun derin hüznünde tabutsuz bir tanrı
miras diye bırakılmaz hiçbir üvey sevdaya.
git Lola, deliliği arkadan bağlı bu zamanın.
başka çaresi yok, sadece ağlar.
yazık,
elbise dikilmiyor mumyalanmış hiçbir aşka.

yeniden gömülüp,
yeniden kölesi olacaksın uçsuz bucaksız bir coğrafyada toprağın.
sana koşacak tüm çiçekler,
üzerinde Havva’nın mahremiyetini kapattığı ilk elbisesiyle.
unut Ocak akşamlarını,
cevap ver bana Lola;
tanrıların sırtında daha ne kadar durabilir bir tabut?
kesilen bilekte “yaşarsam eğer” endişesiyle!

Necmettin Topçu

kesilen+bilek Lola Verpakovski

Sarya

I
içi su dolu bir bardağın
masadan yere düşmesi gibi,
herbir yerinden çatladı gece: ıpıslak.

bir bağlaç, yeni bir lisan eki,
gözlerini bana miras bırak.
üşümüş ayaklarıyla bir martının,
yeniden kızgın sulara dönmesi gibi,
koru denizi şimdi benden, rakıdan, peynirden.

ellerine dokundum,
ayrılık döküldü yüzünden.

II
geldi…
küçük ağzını kalbin mayhoş asmalarından sarkıtıp
kana kana bir özlem içti.
eridi ateş.
erdi, çatlağına döndü su.
uluorta, bu aşka bir ceylan ağzı değdi.
bir ceylan, bir susamışlık: küfüv.
kattı kendine bizi evren.

ellerine dokundum,
ayrılık döküldü yüzünden.

III
bir heyelan olur gece üzerime,
içime gökten salıncak,
suratıma çocuk kahkahaları.
biz, şehirler geçeriz.
öyle sessiz,
öylesine evler.
kadınımın sesi kulağımda, bir fa sesi değilse eğer.

kaç!
yıldızların göğe paftalanmış yüzü suyu hürmetinden.

ay…

ellerine dokundum,
ayrılık döküldü yüzünden.

IV
yağmur alelacele.
bulunduğun yerden büyük gürültüler geliyor.
tehlikeli insanlar.
yeni bir dua öğretmek istermişcesine ecele.
nefesini kör bir hayalle kestim.
incir çekirdeği, nar, kan…
hepsi alelacele.
bir tren gibi uzaklaştın sen.
bir bekleme salonu gibi yalnızlaştım ben.
başım gözüm üstüne,

ellerine dokundum,
ayrılık döküldü yüzünden.

V
bilmelisin;
altından çılgın suların aktığı bir köprücük kemiğinin üzerinden,
kendini aşağı atmakla tehdit eden hiç kimse
sevdiği kadının ismini anmıyor artık.

zifaf, bir sigara gibi gecenin üzerinde söndürülen,
bir mum alevi gibi tasavvufi yolları dönen.
tüm güller, daha yaşarken toprağa gömüldüler!

ben…

ellerine dokundum,
ayrılık döküldü yüzünden.

VI
kalbim bir taş ustasının elinden çıkmış
küçük bir köy evi olacaktı.
bir çeşme akacaktı huzura
geçip ağaçların gölgesinden.
oysa bir yerde unutulmuş, herhangi bir gül,
geçmişten çok daha önce akmıştı testiye.

şimdi,
zaman, terk edilmiş yataklarda ihtiyar bir sürüngen.

velûr…

ellerine dokundum,
ayrılık döküldü yüzünden.

Necmettin Topçu

ellerine+dokundum+ayrilik+dokuldu Sarya

Üryan Geldim Gene Üryan Giderim

Üryan geldim gene üryan giderim
Ölmemeye elde fermanım mı var
Azrail gelmiş de can talep eyler
Benim can vermeye dermanım mı var

Dirilirler dirilirler gelirler
Huzur-i mahşerde divan dururlar
Harami var diye korku verirler
Benim ipek yüklü kervanım mı var

Er isen erliğin meydana getir
Kadir Mevlâ’m noksanımı sen yetir
Bana derler gam yükünü sen götür
Benim yük götürür dermanım mı var

Karac’oğlan der ki ismim öğerler
Ağı oldu yediğimiz şekerler
Güzel sever diye isnad ederler
Benim Hakk’dan özge sevdiğim mi var

Karacaoğlan

uryan+geldim+uryan+giderim Üryan Geldim Gene Üryan Giderim

Bir Vakte Erdi Ki Bizim Günümüz

Bir vakte erdi ki bizim günümüz
Yiğit belli değil mert belli değil
Herkes yarasına derman arıyor
Deva belli değil dert belli değil

Fark eyledik ahır vaktin yiğittin
Merhamet çekilip göğe gittiğin
Gücü yeten soyar gücü yettiğin
Papak belli değil börk belli değil

Adalet kalmadı hep zulüm doldu
Geçti şu baharın gülleri soldu
Dünyanın gidişi acayip oldu
Koyun belli değil kurt belli değil

Başım ayık değil kederden yastan
Ah ettikçe duman çıkıyor festen
Harabe yüz tuttu bezm-i gülistan
Yayla belli değil yurt belli değil

Çarh bozulmuş dünya ıslah olmuyor
Ehl-i fukaranın yüzü gülmüyor
Ruhsati de dediğini bilmiyor
Yazı belli değil hat belli değil

Ruhsati

asik+ruhsati Bir Vakte Erdi Ki Bizim Günümüz