Oralarda

oralarda hala
insanlar güç uğurlar kimselerini
kandır sıkışır göğüste yukarı koşar
helallaşırlar ayrılmadan

oraların buzları
saçaklarda sivrileşerek
bir ara dal uçlarından sarkıp
usturalaşır saplarda
hala

hüzün
çok eski bir öykü
oralarda
atlıların artık olmayan atlarını
artık kaçan bir uzayın kaynar kıyılarına
yürütüp aşkla yorarak
bengisu taşıdıkları o ilkyazdan
güze kalan bir gül taşılı
buruk bir andaç

oralarda genç
bindir yerinden hançerli
vurarak yalnızlığını gizli patikalara
kenti düşünür
çokca dağ seyirir bileklerinde
ne yaman bir and olur

İlhami Çiçek

oralarda Oralarda

Kaçış

Bundan başka bir şey değildi aşkımız:
gider, dönerdi gene ve bize
gözleri kapalı, uzak, çok uzak
mermerleşmiş bir gülümseme getirirdi
yitik sabahın otunda
garip bir deniz kabuğu
ruhumuzun inatla açıklamaya çalıştığı.

Bundan başka bir şey değildi aşkımız:
sessizce yoklardı çevremizde ne varsa,
açıklamak için ölmek istemeyişimizi
bunca coşkuyla.

Ve tutunduysak başkalarının bellerine,
var gücümüzle sarıldıysak boyunlarına,
soluğumuz karıştıysa
bir başkasının soluğuna,
ve yumduysak gözlerimizi, bundan başka bir şey değildi:
bu derin acıydı yalnız, tutunabileceğimiz,
kaçışımızda.

Yorgo Seferis
tutunduysak+baskalarinin+boyunlarina Kaçış

Parlamento Tutanakları

Yenilmek güzel değil
Yaşıtım yok öpüp başıma koyarken
O serin sabahları

Nefretime duyduğum hayranlık
Bana kıtlıktan söz eder
Öğrenirken
Bir çocuk annesinden utanmayı

Ne zaman girecek
Parlamento tutanaklarına
Yalnızlık.
Üstelik telvelerden umut ettiğim o narin geliş
Skandala, tayyöre ve hamayıllara inat
Top sektirirken saymasını unutan
Allah’ın inandığı kullarla
Aynı dünyada yaşıyor.
Sırları bitince nezaketi kalmayan
Şıngırdak kolyeli o zalim kadınlarla…

Bu yanlış tabelalar
Gitmeyi ve dönmeyi kalbimize saplıyor
Niçin yakışır küstahlık
Bir yosmanın annesinin elinden tutması gibi bana

Şimdi fakülte koridorları
Kitabın üçüncü sayfasından başlatırken tarihi
Bir kız terk edince biter o anda
Koparılınca biten güllerin tarihi gibi.
Ama esas sorun şu
Deprem olunca herkes kaçışır ya dışarı
Anlatırken ben utanırım sevdiğime yeryüzünü
Sebebini bir bilsem
Bitecek bendeki önce mahçup
Sonra saldırgan bu haller

Bende soru kalmadı artık: Ölebilirim.

Bülent Parlak
bulent+parlak Parlamento Tutanakları

Ayrılıklar İçin İyi Bir Anne

ben bir ceninken
babam askerde lavanta çiçeği
koklarken, yine arıyordum
ayrılıklar için iyi bir anne

leyli meccaniyken ben, gizliden
gizliye şiir okurken, birden
öksürdüğü olurdu babamın
rüyaların tuhaf yüksekliği içinden.
şimdi ne iyi olurdu derdim ben
ayrılıklar için iyi bir anne

kaptan-ı derya iken ben, usulca
gemime binip evden kaçarken
yolda meleklere rastladığım olurdu
ve ben el sallardım onlara
rüyaların yüksekliği içinden
geçtiğim her kayalıkta sorardım:
buraya kanatlarıyla gelmiş birisi var mı,
ayrılıklar için iyi bir anne?

bir cihangirken ben, kitaplar
arasında ıslıkla yürürken
şiirin okları sinemi parçalardı
ama en çok sevince kanardım ben
isterdim baş ucumda hep olsun
ayrılıklar için iyi bir anne.

Kemal Sayar
Ayr%C4%B1l%C4%B1klar+%C4%B0%C3%A7in+iyi+Bir+Anne Ayrılıklar İçin İyi Bir Anne

Bir Yusuf Masalı / Üçüncü Bab

eskiler iz sürerdi.
biz muttasıl arıyoruz yeni insanlar.
arıyoruz alemin iç yüzünden zihnimize
yansıyan bir tasarımla gerçeği.

şivekar bizden biri
yola çıktı yolu bilmeden
arıyor bir hedef gözüne kestirmeden
aradığı ne sevgili, ne efendi, ne sultan
özünü harekete geçiren onun
kanını kaynatan candır düpedüz kendi canı.
yol canlılıkla mukayyet
gitti deriz
ölenler için
yalnız yaşayanların işidir
yola çıkmak, yolu katetmek.

şivekar olduğuna
olmasını istediği için inandığı
o bir, biricik can için yola koyuldu
canını koydu yola
öyle bir başka ben
bulsun ki
ben’i bütün şemaliyle onda bulunsun
başkada bir ben yok ise
yere çalınsın rüya
benle
başka yok olsun.

eskiler aramaz, iz sürerdi.
bilirlerdi evet’le hayır arasına belki
sokulduğunda
felaket gelir.
noksanı fark ederlerdi, çünkü bütünden
nelerin koptuğu besbelli.
dağılmak eskilerin dilinde
ufalanmak anlamına gelirdi
iz sürerlerdi irileşmek, ulaşmak, toparlanmak için
biz yeniler bir an önce dağılsak bari deriz
korkarız kaybolmaktan çokluk içinde.

şivekar korkmadı kaybolmaktan
daldı çokluğa can havliyle
dedi bulsam da hüsnü yusuf’u
onun gibi kaybolsam keşke.

kaç yıl geçirdi şivekar arayış içinde?
neler yaşadı?
biz yeniler yüz kızartan soruları hemen atlarız.
saklarız
arayan ve arayışın süre gittiği ortamın
yek diğerinden ne paylar aldığını.

dünyada
çözülürse dünyayı
ıssız kılacak bir çelişki vardı
bir çekişme vardı dünyada azgınlık fışkırtan
taraf olunduğunda.

aradı hüsnü yusuf’u şivekar
hep geciktirilmesi gereken o çelişkinin
susmayanı sağırlaştıran çekişmenin ortasında.
yalnız arayan bilir acımasını
aramamak acımamak demektir
küçümsenecekse
memnuniyet küçümsenmelidir
dünyanın dönmekten memnuniyeti
insanların utancı dünyaya dönüşmekten
insanlar
onların birer kırba hepsi
dış tarafları köseledir
hepsi içinde taşır içilecek şeyi
utanır ıslanmış köseleden insanlar
sahipsiz bir utanç hepsi.

şivekar önceleri
arayışın ilk aşamasında
bu utancı sadece seyretmekteydi.
evden ayrılırken bohçasına koyduğu birkaç altın
takındığı birkaç parça mücevher
bir şehirden başka şehre göçerken
dağlar aşıp ormanlardan geçerken
sıyrılıp yol bulmayı ona kolaylaştırdı.
daha sonra ve fakat
insan dedikleri o sahipsiz utançla
yaptığı pazarlık fena tartakladı onu
insanlık utancından
en külliyetli payı o aldı.

aradı
arayış ibresinden gözünü ayırmadı
karnı aç
üstü başı lime lime
artık narin ayakları çiziklerle dolu
dirsekleride yara kabukları
gerçi bu kadarı, böylesi
başlarken hiç akla gelmezdi
lakin hayret!
arayana yoksulluk eziyet vermiyor
arayanın aramaktan başka derdi yok.

vakti bilmek için
diyor kendi kendine
haber almak sadece bir başlangıçtı
aradıkça dirisin
aradıkça mecalsiz kaldı kibrin.
aradın ve anladın
haber almakla yol tüketilmiyor
arayış sahicilik vaktine erişsin istiyorsan
senin kendin
haber olsa gerektir.

bak işte
bir parça kuru ekmek
kim bilir kim düşürmüş
kim bilir kim ekmeği bir kenara
ayak altından çekmiş.

ne de sert!

şu akan derecikte biraz ıslatsam ekmeği
diye düşündü şivekar
o zaman dişim keser.
pırıl pırıl dereye
uzattı elindekini
belki eski kibrinden
kalma biraz halsizlik
belki bu ince suyun
cilveli alayişi
ekmek
dereye düşüverdi.
hem karnı aç
hem de avı nipet yaparmış gibi
su üstünde kıpırdanıyor
koştu o kuru ekmeğin
peşi sıra şivekar

bir süre öyle gittiler

o da ne?

dere görünmez oldu
harap bir tahta perde girdi
ekmekle şivekar’ın arasına
genç kız gerilemedi
hem zaten vazgeçerse
ne yapacağı belli mi?
dönülecek bir yer
bilmiyor gitmezse ekmeğin ardı sıra.

suya girdi bulmak için ekmeğini
tahta perdeden öteye geçti.

aklı zorlayan bir yer o perdenin ötesi.
bir bahçe. gerçekten buraya bahçe mi demeli?
ağaç, yaprak, meyve, kuş hepsi tamam
tastamam hepsi.
sanki biraz önce tamamlanmış gibi.

kokusu çiçeklerin
otların, çalıların kısa cümlecikleri
yukardan dua fısıldar gibi yüze değen esinti.

insan bir resmin içine
bu kadar girebilir.

bu bahçede her şey hayran olunmak için
her şey kendine özen göstermiş
her şey kendine öyle bakıtıyor ki
şivekar bir kuru ekmeğin peşi sıra buraya girdiğini
bir daha aklına hiç getirmedi
hangi garip kuşun rızkıydı ki o ekmek?
kim bilir nereye gitti?

şimdi artık bahçenin derinliği genç kızı cezbediyor
bu bahçe keşfe açık bir kalbi bekler gibi
yürüdükçe bahçeden bir şey siniyor kıza
şivekar bahçeye tını salıyor adım attıkça
çok geçmeden gözlerinin önüne

ne diyelim?
resim içinde resim mi?

edebiyat burada bize yardım edemez.

bir çiçekle meşgul olan kelebekle meşgul olan bir erkek
eskiler olsaydı betimleyeceklerdi
biz yeniler alt dudağımızı ısırır
ve terleriz
şivekar bizden biri
onun dilinden dökülen
bizim kelimelerimiz
saçma
ama başka ne sorulurdu ki?
“in misin, cin misin?”
cevap verdi hüsnü yusuf:
“ne inim, ne cinim”
“ben de senin gibi bir beni ademim”

şivekar buldu
kendi arayışında bir karşılık bulunduğunu.
ya yusuf?
peki hüsnü yusuf bulunmak istiyor muydu?
harikulade bir bahçede
cinlerin arasında geçmişti günleri
öğrenmişti cinlerden yüzlerce hüner
insanlar arasında kalsaydı eğer
hükmetmek ve itaat etmekten başka bir alanda
yusuf’a rahat vermezdi onlar.
gülünç özlemleri insanların
sinir bozucu tedirginlikle
ve derinlik karşısında gösterdikleri
şiddetli ve tamamen mankafa tepki
bütün bunlar hüsnü yusuf için
bezgin bir hayat demekti.

kalkıp, çıkıp, uzaklaşıp
insanların dünyasından
yusuf’un mahremiyetine kadar uzanan
bu pejmürde kız da neyin nesi?
önce halinden ona hiçbir şey söylemedi
bıraktı
konuşsun şivekar.
aman allahım !
şivekar konuştukça
yusuf’un her yanına
oklar saplandı sanki.
dertli gönül neymiş
gönüle dert neden düşermiş
nasıl olurmuş göze almak
gözlerden ötesini
yağmadan, çapuldan, hazıra konmaktan uzak
akları, karaları, bütün renkleri esirgeyip
esirgenmeyi hak etmek
ve dönenmek evrende arındırıcı
itimada şayan bir rüzgar gibi.
hayret ki cinler bu kızı kaçırmamış
bu fevkalade gönlüyle.

şivekar’ı dinledikten sonra yusuf
ancak anlayabildi kendi başına neler geldiğini.
sonra açarken uzun uzun halini kıza
sanki ona birşeyler iade etti.

bir yusuf, bir şivekar
anlamı yoktu artık ayrı hayatlarının
çabuk anladılar ki armağanmış yaşadıkları
verilmeyi beklemişler birbirlerine.
iki insan diyelim isterseniz artık onlara
bizler de baş vuralım
tarihin ve tabiatın
güç yetiremediği
o ifadeye.

iki insan bir araya gelince
iki taşın beraberliği gibi olmaz
diyelim iki salkım
bir çift kuş, yılanlar, kurbağalar, göçmen sürüler
yarasa aşiretleri, birbirine açılan tanrısız mağaralar
yabancılık
yalıtkanlık üretirler ha bire.

insan soyu
iletkenliğiyle ünlüdür öteki türler arasında
iki insan
başka hiçbir yaratıkta olmayan
geçirgen bağın başlatıcısıdır
anneler ve babalar
oğullar, kızlar, hısımlar
komşular, hemşehriler, yurttaşlar
hangileri arasından seçilirse seçilsin
iki insan bir araya gelince
o geçirgen bağa bir ilmek atar
bazen fiyonk olur arada
bazen her şey düğümlenir
yine de sonuna kadar
bu bağın götürdüğü
yere kadar gitmez
insanlar
dostluğa, kandaşlığa, aşka evet
evet ama nereye kadar?

bunun bir son kertesi vardır
binlerce yıl iki insandan çok azı
son kerteyi birlikte tanımıştır.
süra üfürülürken, çan çalınırken, ölü gömülürken
iki insan tahsil eder zamanı
en doğrusu son kertede iki insan
vakitsiz okunmuş bir ezandır
yusuf ile şivekar
vakitsiz okundular
çünkü zaman
iki insan
ya da
hiç…

İsmet Özel
bir+yusuf+masali Bir Yusuf Masalı / Üçüncü Bab

Allah’a Sorular

Ya ilahi!
Aşık olduğumuzda
Ne oluyor iç dünyamızda
Ne kırılıyor içimizde?
Nasıl dönüyoruz çocuksu tavırlara?
Bir damla su nasıl bir okyanusa dönüşür
Hurma ağacı nasıl ulaşır en yücelere
Deniz suları nasıl olur en tatlı
Nasıl dönüşür güneş
Elmastan bileziğe
Aşık olduğumuz zaman…

Ey Tanrım!
Aşk bizi ansızın yakaladığında
Ne götürür bizden
Ne koyar yerine
Nasıl küçük öğrenciler gibi oluruz
Masum ve içten
Nedendir gülümseyince bize sevdiğimiz
Yasemin yağmuru olup
Boşalır üzerimize dünya
Nedendir ağlayınca dizlerimizde
Mahsun bir serçeye dönüşür dünya…

Ey Tanrım!
Ne denilir bu aşka
Asırlar boyunca varlığını koruyan
İnsanları öldüren
Kaleleri düşüren
Muktedir hükümdarları zelil eden
Sıradan güzel insanları eritip bitiren
Yarin saçları nasıl altından bir yatak olur
Sevgilinin ağzı şarap ve üzüm
Nasıl yürürüz ateşin içine doğru…
Ve zevk alırız alevlerin renginden
Cihangir sultanlar olduktan sonra
Nasıl esir oluveririz
Aşık olduğumuz zaman…

Ne diyelim bu aşka
Hançer gibi saplanan etimize…
Ona bir başağrısı mı diyelim
Adını cinnet mi koyalım
Nasıl bir saniyede dönüşür varlık
Yemyeşil bir vahaya…
Şefkatli bir kucağa.
Aşık olduğumuz zaman…

Ya İlahi
Ne oluyor mantığımıza?
Ne oluyor bize..?
Nasıl bir coşku anı yıllarca sürüyor
Nasıl oluyor da kuşkular
Aşkta teslimiyete dönüşüyor
Yılın haftaları nasıl birbirine giriyor?
Nasıl el koyuyor aşk
Bütün zamana…
Ya bazen kışın geliyor
Gökyüzü bahçelerinde bitiyor gül…
Aşık olduğumuz zaman…

Ya İlahi:
Nasıl da teslim oluyoruz aşka
Bütün güvencelerimizi veriyoruz ona
Mumlar taşıyoruz
Ve za’feran kokuları
Nasıl kapanıyoruz ayaklarına af dilenerek
Nasıl da onu korumak için koşturuyoruz
Kabul ederek…
Bize yaptığı herşeyi…
Bize yaptığı herşeyi…

Ya İlahi:
Biliyorum gerçek Rab sensin…
Bırak bizi aşıklar olarak…

Nizar Kabbani
Allaha+sorular Allah'a Sorular

Yasak Şiirler

Beş ay geçti

Sen ey dostum iyi misin?
Bizim haberlerimiz sıradan şeyler…
Beyrut -bildiğin gibi- kış başlarında
Güzelliğiyle meşgul kadınların çoğu gibi
Kendine aşık… Kadınların çoğu gibi
Hem çok iyidir… Hem çok katı
Hem hatırlar… Hem unutur
Çoğu kadın gibi…
Sonbaharda Beyrut… Ey sevgilim
Seni çok özlüyor…

Ey hiç ulaşılamayan yakın
Ey şiir gibi dehşetli huzur…

Tanrım! Ne kadar muhtacım sana sevgilim
Gözyaşı mevsimi geldiği zaman
Ne kadar aradı ellerim ellerini
Islanmış caddelerin kalabalığında

Ağlamaklı bir satır yazıyorum…
Özlem ve selamla başlıyorum
Siliyorum onu…
Benim gibi bir aşık…
Selamla mı başlar?
İkinci satırı yazıyorum…
Siliyorum onu da…

Ne kadar da zormuş kelimeler
Sevdiğimiz kadına yazmaya başlayınca.
Ne kadar da zormuş..

Nizar Kabbani 
yasak+siirler Yasak Şiirler

Gece Seni Saklıyor

bu şuursuz beklemeler yıpratmaya başladı beni
geceler gündüze inat bulaşıyor ellerime camlardan
alnımı dayadığım pencereden dışarıyı seyrediyorum
karanlık kopkoyu bir karanlık sarmış şehri
sirenlerin umursamaz gürültüsü korkutuyor beni
ambulanslar hızlı hızlı seni taşıyormuşcasına huzursuzum
yoksun bulamıyorum seni
en son o gece gördüm seni gözlerine bakmadan gittim
baksam gidemezdim
özlediğimi söylediğimde gülmüştün
söylediğimde özlediğimi gülmüştün
gülmüştün özlediğimi söylediğimde
bu ilk
seni çok sevdim
tıpki seni tekrar bulamıyacağımı anladığımdaki kadar çok sevdim
ambulanslar hala gelip geçiyor
gece devam ediyor
geceyi soluyorum
ciğerlerim simsiyah
deniz kudurmuş geceye saldırır durur
kayalar bastırmaya çalışırken geceyi
tüm kumsal adını haykırıyor rüzgara
rüzgar şehri allak bullak ederek dağlara tırmanıyor
tüm geceyi kaldırıp altına bakıyorum
oralarda yoksun karakızım
neredesin bulamıyorum
geceyi fırlatmaya çalışıyorum olmuyor
kötü bulaşmış şehre gece camlar simsiyah
alnıma simsiyah gece bulaşık
elimin tersiyle terimi siler gibi siliyorum geceyi
çirkin yazılmış elyazısı gibi duruyorum şu dünyanın üzerinde
kimse silipte yani baştan yazmak istemiyor
oysa öyle hasretimki kerelerce defa yazılmaya
kağıt olsam kalem olsam cümle olsam nokta virgül olsam
gelsen
kilometrelerce kilometrelerce hasret dolu şiirler yazsan benimle
kitaplarca dolsam mısralarca ağlasam ellerinde
uyanıyorum ansızın bu şiirsel dünyadan
şehir kapkara karanlık
şiirler okuyup simsiyah boşluğa
seni çağıyorum sesime
bugün yırt bu geceyi baştan sona dolaş tüm şehri
bütün sokak lambalarını yak
bütün kapıları çal herkes uyansın
bir müjde olsun içinde senden birşeyler olsun
bu gece şehir uyumasın
bu karanlık
bu şehir
bu gece
bu son olsun
bu gece bu simsiyah karanlığı yırtan bembeyaz çığlık
bana seni getiren müjde olsun
bu son olsun içinde sen olsun..

Adonis 
gece+seni+bekliyor Gece Seni Saklıyor

Üşür Ölüm Bile

Bir ormanda tutup onu
Bağladılar ağaca
Yumdu sanki uyur gibi
Gözlerini usulca

     Bir soğuk yel eser
     Üşür ölüm bile
     Anlatır akan kanı
     Beyaz sesiyle

Diz çöktüler karşısında
Sonra ateş ettiler
Parçalanan yüreğine
Yuva kurdu mermiler

    Bir soğuk yel eser
    Üşür ölüm bile
    Anlatır akan kanı
    Beyaz sesiyle

Gelip kondu bir güvercin
Ellerine o gece
Kırmızı bir çelenk oldu
Bileğinde kelepçe

    Bir soğuk yel eser
    Üşür ölüm bile
    Anlatır akan kanı
    Beyaz sesiyle

Ülkü Tamer
usur+olum+olum+bile Üşür Ölüm Bile

Nesli’yle Konuşmalar

avlu. ikindinin anayurdu.
önce avluya gelirdi ikindi,
sonra çatıya çekilirdi
gölgelerin sessizliğine takılarak.
kumru kuşlarım akşama hazırlardı.

denizi düşünürdüm zerdali ağacının altında,
dergilerde resimlerini gördüğüm denizi.
ikindi nasıl sarmalardı o büyük suyu?
ya okyanusu?

sökün ederdi sorular
okuduğum sözcüklerden süzülerek:
denizin tuzu nereden gelir,
gözyaşlarından mı denizkızlarının?

yakamoz
anıları mıdır balıkların?

dere okyanusun ipekböceği midir?

güneşin oğlu kime kılıç sallar gündüzleri,
kızı geceleri kime gülümser?

ayın ardında da uçar mı kartal?

ağaçkakan kimin şiirini yazar ağacın defterine?

neden toprağın altında arar
yıldızları salkımsöğüt?

cırcırböceği
neden yaprağın sesine sarmaz uykusunu?

bütün bu soruların yanıtlarını
yıllar sonra sende buldum. nesli.

sende buldum
dergilerde resimlerini gördüğüm denizi.

Ülkü Tamer

ulku+tamer Nesli'yle Konuşmalar