Keder Denizi

Yürekler vardır ki Devran elinden,
Onlara gam sunulduğunda,
İri güller gibi kan ağlayıp
Sessiz, dünyayı seyrederler…

Yürekler vardır ki onlar,
Kırgınlık ve yalnızlığı tadınca;
Sokak gösterilerinde yakılan,
Taşıt lastikleri gibi,
Alevli ve gösterişli yanarlar…

Yürekler vardır, gam denizi derinlerinde
Mürekkep balıklarıdır ki,
Onlara sitem eriştiğinde,
Deniz içine ağlarlar…
Laciverd ve dilsiz.

Hüsrev Hatemi

keder+denizi Keder Denizi

Dalgın Ve Ötesiz Berisiz

Dalgın ve ötesiz berisiz
Ve de tanımaksızın
Yüzüyorum ölü denizinde
Kendi varlığımın.

Suyu hissettiğimden
Hissediyorum sıkıntıyı…
Görüyorum seni, ey çalkantı,
Hayat-huzursuzluk…
Bana has yelkenler ki…
Çark etmiş dümeni…
İnsan sureti gibi soğuk
Yıldızlı bir gökyüzü.

Gökyüzüyüm ben, rüzgârım…
Gemiyim ve denizim…
Hissediyorum ki ben değilim…
Yadsımak isterim onu.

Fernando Pessoa

dalgin+ve+otesiz+berisiz Dalgın Ve Ötesiz Berisiz

Yeni Bir Aşktan Önce

O zamanlar ben her gün

Vapurları karşılamağa giderdim 
İstasyonlarda dolaşırdım 
Tren saatlerinde. 
Vaktimi parklarda, 
Caddelerde geçirirdim 
Ah, nerden bileyim? 
Yeni bir aşktan önce dolaşıldığını 
Böyle yerlerde. 
Necati Cumalı

yeni+bir+asktan+once Yeni Bir Aşktan Önce

Planör

sana uçak alamıyorsam türkiye ekonomisi kötü gidiyor demektir
ama düşün ve unut hemen şimdi, bisiklet ölüme inandırmaz insanı
sana uçak almak da istemem, motorların sesindeki aldatır bizi

kekeleyen acil iniş çağrısı kesinkes devrimdir

yanlış durakta inmiş iki eski dost olabiliriz, buysa çok güzel

odalara sığamazsak kardeşlik ne güne duruyor

ürpermek ebediyettir, kaç buradan

şizofreni hırkaları dikiyor mühendisler son hızla

giyince unutuyorsun, ben de kendimde bir şey var sanırdım

bir şey, kaset kapaklarını şenlendiren sezen resmi gibi ayıp

depresyon fırkası buna inanıyor

sonbaharla gelen melankoli üzülmeni istemiyor

sana saçlarını tara dersem rüzgarda atlılar geliyordur

ay karanlıkta incecik ve çok acayip, deli olursun

benim suskunluğuma katılırsan bunun da bir anlamı olur

ey çocukluğumdan kalma altıpatlarlar

ey atasözü söyleyen kadınlar birden yaşlanırlar

çık da gel, kibirli ve çok kabahatli

yalnız yürürken yakışıklı, geberesiye hora tepmek isteyen ben

sen benle çıkart şu güzelliğini, çok fazla

çok fazla kaldır at saçlarını sevinmek için, çıldırasıya kitap okumak için

alabildiğine yeryüzünün kardeşi avuçlarımdaki ter, bakışlarımdaki bozgun

sana sevgimi grafikle anlatacağım artık

unutulmak için bile üşeniyorum şimdilerde

dünya resmen normal değil, bana inanma

ama şuna inan

aşağıdaki grafiğe bakan olayı anlayacaktır, diyorsa birileri

tamam, hepimiz delirmişiz

hepimiz başlığı yanlış okumuşuz demek ki

pe sayısı, pi sayısı

lan bana ne deme

ör sen saçlarını

uçakları yüksele yüksele

batan bir dünyaya uzat yine de saçlarını

eski karizmam yerine gelirse bir bilet alırız, tek gidiş

dönemezsek, türkiye tarihi acıları ansiklopedisinde bir madde verirler bize

biri esmerdi, şair

birinin saçları uzamış da uzamış

karma ekonominin baş belası iki anarşist yaşamış
Mustafa Akar

sana+sevgimi+grafikle+anlatacagim Planör

Güzel’e

* Bana yalnız güzel yanlarını gösteriyor: Güzel.
Bana kendini olduğu gibi gösteriyor: Gerçekten güzel.

* Güzellik bir bütünün sonucudur. Bunun için kolay görülmez, kolay varılmaz, kolay anlaşılmaz.

* Birdenbire kendini veren güzellik, birdenbire gider… Gelişi gidişi yararlıdır.
Salt güzelin ayağa düşmesini güzelliğin bu türü önler.

* Yeni: Zaman içinde herkesin değmediği.
Güzel: Alan içinde herkesin görmediği.

* Nasıl gelirsen gel, gelince nasıl olursan ol.
Giderken olabileceğin en ulu yön iyi olmandır. En küçüğü..
Hiç olmazsa güzel olmak.

* Onun güzelliğini herkes görüyorsa o bence az güzeldir. Herkes biliyorsa o bence hiç güzel değildir.

Onun güzelliğini yalnız ben görüyorsam bu sevgidir. Yalnız ben biliyorsam bu aşktır.

Hiç kimse görmüyorsa bu yalnızlıktır.

* Bir de en güzeli vardı
Sözünü unuttuğum.

* En güzelleri unuttuklarım değil en unuttuğumdu.

* İyiyi mi seçersin, güzeli mi? diye sorsalar bana.
Her ikisini de ikiye böler, yarım birinden yarım öbüründen bir harman yapar kafamla gönlüm arasında paylaştırırdım, derim.
Nasıl olsa onlar sonra kendi aralarında değiş-tokuş yapacaklardır da ondan.

* Güzellik bir görüntü, çirkinlik bir bilintidir.

* Güzel bir kadının başkasından hiç duymayacağı sözlerdir

I
Ben sizi hiç sevmeyeceğim.
Söz veriyorum.

II
Benimle aç kalır mısınız
Biraz konuşalım.

III
Size nasıl bir kötülüğüm dokunabilir
Lütfen söyler misiniz.

IV
Siz şımarıksınız ama bu size yakışıyor
Ama ya aptallığınız..

Özdemir Asaf

Ben+sizi+hic+sevmeyece%C4%9Fim Güzel'e

Gitmeler, Hiç Olmadığın Yerlerden…

Kapıma kadar dayanan yolculuklar düştü şimdi peşime.
Bırakıp da gidilesi hayatlar var hayatımın içinde…
Bense bir limana ait tekne gibiyim; her yanımdan bağlıyım, gemici düğümleriyle.

Ve düğümler; yerinde saymaları getiriyor beraberinde.
Bir çividen bile kararlı, çakılıveriyoruz olduğumuz yere.
Kim bilir zamanın vurduğu kaç çekiç darbesinden sonra, gitmeyi bile deneyemeyeceğiz artık başka yerlere?

“Olmam gereken” yerlerim mi var benim?
“Olması gereken”lerden vazgeçemez miyim?
Valizlerim mi küstü yollara?
Yoksa onları kararsız bir anımda mı çaldırdım zamana?
Aklım sussa, içim konuşsa biraz da…
Aklım gitse ve ben unutsam onu bir yerlerde, bir daha bulamasam asla.
O zaman nereye varırdı acaba yollarım?

Ama küçük bir gölde, her an oltaya takılacak bir balığın telaşına da hayran kalamam hiç…
Bunca katılık, bunca söz geçiriş kendime, uçurtma kuyruğundaki yaşamları getirmese de peşinde, değişemem…

Şimdi denizin dibinde, koca bir taşın altındaki kırmızı balığım ben; hiçbir ağa takılmayan, varoluşlarını kendi sularına adayan…
Bilirim çünkü, ağlarda hep can çekişen balıklar takılıdır, son çırpınışlarıyla hayata tutunmaya çalışan…
Ve bütün bunlar, benim sadece uzaktan izleyebildiğim intiharlardır.
Yaklaşamam…

Kendi sularımda yapacağım yolculuklarım bitmedi ki henüz.
Bir ağa takılmak için çok erken.
Yüzmeyi unutacak daha çok zamanım var benim.
Şimdilik kendi sularımda gezinmeliyim…
Görülecek başka dünyalar, gidilecek uzak ülkeler, yüzüme gülümsemeleri sinecek çocuklar, keşfedilecek hayatlar var.
Daha kendimle, kendi içime yapılacak çok fazla yolculuk var.

Bu yüzden taşın altında gizleniyorum, bir balıkçı yaklaştığında sularıma.
Çünkü benim tüm cesaretim, kendi sularımdaki uzaklara…
Görünen en geniş ağlar bile dar geliyor ruhuma…
Ve biliyorum, hiçbir balıkçı merhem olmaz tuttuğu balığın yaralarına…

Ama sen…
Balıkçıyken…
Nasıl oldu da sıyrıldın kendinden?
Ne oldu da bir balık olup karıştın sularıma.
Bir ağa takıldık takılıcağız şimdi yanyana.

Sonra çırpınırsak birlikte, çırpındıkça daha mı çok tutunuruz hayata…
Yoksa her çırpınış da, daha da mı sert dokunuruz birbirimizin yaralarına…
Belki de kıpırtısız kalıveririz aynı ağda, acıyan yanlarımız felç olmuşcasına.

Bir ağa takılmak bile olsa sonunda, bugünlerde bir balık olalım istiyorum seninle, aynı sularda.

Elif Gizem

bir+bal%C4%B1k+olal%C4%B1m+istiyorum+seninle+ayn%C4%B1+sularda Gitmeler, Hiç Olmadığın Yerlerden...

Yalnızlıklar

Kahvaltı yapacaksınız bir başınıza ya da yanınızda birileriyle.
Arkadaşlar, aile bireyleri
ve belki eskimiş sevgilerinizin sahipleri olacak karşınızda.
Şeker karıştıracaksınız bardağınızda.
Gözünüz dalacak masanın üzerindeki ekmek kırıntısına…
Vapura bineceksiniz, otobüsten ineceksiniz.
Simit alacaksınız,
gazete sayfaları çevirecek,
fal bakacaksınız bilgisayarlarınızda…
Uzun sıkıntılar vermiş şeyleri bitiremiyor olmakla
her şeye yeniden başlayabileceğinizi
sanmak arasında bir fark olmadığını fark edeceksiniz.
Siz silmek isteseniz bile
hafızanın kalıcı mürekkebi yıpratmış olacak
kalbinizdeki ak parşomeni…
En olmadık anda geri tepecek hainlikler.
Anlayacaksınız;
hiçbir şey eskisi gibi olmayacak bir daha…
Çekip gitmek en güzeliymiş gibi gelecek
ama çekip gidemeyeceksiniz…
İşiniz,
alışkanlıklarınız,
derme çatma düzeniniz,
çocuklarınız,
toplumsal korkularınız;
hadi ataletiniz diyelim hepsine;
izin vermeyecek size!
Başkalarının felaketinde teselli bulacaksınız.
Onlar kadar alçalmadığınızı düşüneceksiniz.
Onlar kadar rezil, kepaze olmadığınızı.
Onlar kadar başarısız olmadığınızı…
Ortalama yaşamınıza sığınıcaksınız.
Hayatla ilgili onca fikri varken uygulamada sınıfta kalmış her bilgiç, başarısız insan gibi derin mutsuzluklar içinde sadece eleştirebilen bir taslak olarak kaldığınızı fark edeceksiniz belki bir gün…
Ya da…
Göze alacaksınız kendinizi.
Kendinden başka düşman yoktur çünkü.
Severken de
dövüşürken de
kendinden daha çok yaralayamaz hiç kimse ve hiçbir şey bir insan zihnini…
Verdiğiniz onca açığa ve gösterdiğiniz bütün zayıf noktalarınıza, içinizden çıkmış hainlerin topuğunuzdan vurulacağınızı bildiklerini bilmenize rağmen yola çıkacaksınız.
Sırtınızdaki bıçak kesiği soğumaya başladığında emin olun en çok o zaman acı duyacaksınız.
Ama bildiğiniz gibi iyileşecek yaranız.
Sokaklardan arabalar geçecek,
mevsimler dönüşecek,
yeni şarkılar söylenecek,
birileri ölecek,
birileri doğacak…
Ama en çok o zaman seveceksiniz kendinizi…
Hiçbirinin bir önemi olmadığını anladığınız anda…
Ne düşman sandıklarınızın
ne de aynı yanda olduğunuz savaşçıların
ne de sebeplerinizin yani…
O idrakin başlama noktasında bitecek telaşınız…
Siz de biliyorsunuz aslında…
Nedenleri, niçinleri, zayıfları, çürümüşleri…
Hepsini…
Hepsini…
(…)
Bilinmesin;
yalnızlık biraz da,
her şeyi bilmenin ta kendisidir.

Hasan Ali Toptaş

Screen_Shot_2012-05-14_at_1.54.37_PM Yalnızlıklar

Hani

1.
Yavaştır yaşamının anlamı

2.
Sana aldırmaz; öyle hemen de çıkıp gelmez sana, sen onu ne denli bekliyor olsan da.
Senin beklemen: bir boşunalık duygusudur yalnızca; gerçekler içinde hayallerin; olup-bitenler içinde olamaya-cakların düşlenmesi-boyuna ve boşuna bir düşüş – oysa o, gelişmektedir. Sana doğru. Sen hiç bilmeden – beklerken, bilmeden.

Senin beklediğindir o; ama sen, bilmiyorsundur. Gelmeyeceğini sanarsın. Yıllar geçtikçe, hatta, hiç gelmeyeceğini bildiğini sanarsın-yıllar geçer, emin olduğunu da sanarsın artık hiç gelmeyeceğinden.
Senin beklemen; hüzünlü ama dingin bir umutsuzluktur; bir an önce bitirip gitme isteği çökmüştür üzerine -hatta bitiremeyeceğini de bildiğin bir çok şeye aldırmazca ve umarsızlıkla girişip, hepsini yarım bırakıp gitmek, bir ayartı kadar keskindir artık.
-Yaşamının anlamı bulunmamıştır, bulunamayacaktır-o, gelmeyecekti ya; sonuçsuz, bir son olarak, ölüm,gelebilir, artık,işte…

3.
Hani çiçekler vardır-sanarsın, hep tomurcuk kalacaklar (öylesine uzun sürmüştür ki gelişmeleri, serpilmeleri, olgunlaşmaları); oysa, gün gelir, inanamadığın bir hızla, pırıl pırıl açıverirler ya-işte öyle: birdenbire geliverir yaşamının anlamı.
yıllar sürer, çünkü, o küçücük tomurcuğun gelişmesi, sonra çiçeklenmesi; sonra olgunlaşması, meyveye duracak hale gelmesi. Yıllar ve yıllar…
Meyve: olgunluktan çürümeye geçiş olacaktır; ama, yokluktan varlığa da…
Yaşamdan ölüme; ama, bir o kadar da, ölümden yaşama…

4.
Yıllar önce görmüşsündür onu-bir an için, tek bir kez: Ufacık. Belirsiz. Uçucu. Yalnızca, içinden, “Ne güzelsin” demişsindir. “Kalsan ya biraz” bile diyemeden -zaten bilmiyorsundur deyimi o zamanlar.
Bir karışıklı ve geçip gidicilik içinde yalnızca : anlık bir görüntü. Bir görünüm, bir yüz, bir çehre -birkaç renk içinde. Esintili bozkır tepesinde (bir tür bahardır) ak bir kızıltı. Kötü bir çivit mavisi ve yapışkan bir beyaz içinde. Yanında sapsarı birşey…
Geçip gitmiş, silik; hep de silinen bir anı. Küçücük. Zorlukla anımsadığın(o gün niye orada olduğun bile belirsizdir), hiçbir anlam veremediğin; kavramak şöyle dursun, daha nereye – hangi yerine- koyacağını bile bilemediğin bir an-ani bir anı olacak birşey…
***
İşte pencerenin camında yavaştan biriken buğu gibidir-gözünü tamamiyle kapayacak körlük-: görüşünü tamamiyle örtmeye yönelmiştir; ama açık bakışının da hangi noktada olanaklı olduğunu (bahar’ın ne zaman ve nasıl geleceğini) sana bildiren, gene, odur…

5.
Sonra, işte yıllar sonra (yarıyı çoktan aşmış ömür sonra) gelir: “İşte o benim” der –

“bendim o işte…”

Oruç Aruoba

hani+oruc+aruoba Hani

Yalnız

Yalnız, tek tabancadır. Her gördüğüne daan! Diye vurulur.
Yalnızın esvapları, mutlu olduğu senelerin modasını yansıtır.
Yalnızın toplu fotoğrafları bile vesikalıktır.
Yalnız, çamaşırlarını gündüz leğende yıkar, gece olunca asar. Yalnızın ayakları, çorapları nefesi kokar.
Bir yalnız, bir yalnıza ömür boyu kışt kışttır.
Yalnızın elleri ceplerinde, cepleri hep derinde. Yalnızın dişleri, düşleri van gogh sarısı.
Yalnız, misafir evlerde uyumaya bayılır.
Yalnız, yankı vadisinden bağırsa: ooo. Kim osurdu. Bit osurdu. Olur.
Yalnız hep tedir-girgindir.
Yalnızın hayatını kalabalıklar yaşar. Yalnız ölünce nüfus eksilmez.
İki kere yalnız, iki yalnız eder.
Yalnızın ütülü tek pantolonu vardır. Onu da giymeye utanır.
Yalnız konuşmasına hep biz diye başlar.
Yalnız çarmıhını içinde taşır. Kimliğini kaybeder, kendini evde unutur.
Yalnız yalnıza aşık olursa, yalnızlık toplamları belki bir çocuk yapar.
Yalnızın içkisi fıçı biradır.
Yalnıza sormuşlar: boynun neden eğri? Hüzün kireçlenmesinden demiş.
Yalnızlar rıhtımı, kuru kalabalıktır.
Her insanın bir hikayesi vardır. Yalnızın karadeniz fıkrası.
Yalnız, iğneyi de, çuvaldızı da kendisine batırır. Yetinmez minare arar.
Yalnızın kefeni sümerbank basması.
Yalnız rüyasında ornella muti ile sevişirken nur yüzlü ihtiyarca basılır. Yalnız kendi rüyasında kovulur.
Yalnızın çorapları tek tek, yüreği küt küt.
Yalnızlık paylaşılmaz. Paylaşılsa bile güçlü olan onda da aslan payını alır.
Yalnız evine hep başka yollardan gider.
Yalnız, yaratıcıdır. Osuruktan nem kapar. Acayip sorun yaratır.
Yalnızın geceleri kerim abdül cabbar boyunda, uykuları naim süleymanoğlu ayarındadır.
Yalnızın tatlı canı, bedenine eziyet.
Yalnızlar, kendi aralarında ikiye bile ayrılamazlar.
Yalnız ya duldur ya da yetim. İkisinden ve tek çocuklu olanları daha makbüldür.
Yalnızın cebi vapur, telefon jetonu dolu.
Yalnızın dudakları sigara öper, elleri buram buram otuz bir.
Yalnızın eşyaları, yalnızı döver.
Yalnızlık üç boyutludur. Ama elle tutulamaz. Yalnızın tırnakları uzar.
Yalnızlık, tanrıya mahsustur. Yalnızlık, tanrının yanına usulsüz park yapmaktır.
Yalnız sever, evlenir, nurtopu gibi ülseri ve gastriti olur. Yalnız boşanır, çocuk annesine verilir. Hüzün babaya.
Yalnız, terliğine darılır, yastığına sarılır. Yorganına kızar, kanepede uyur.
Yalnız çok tutumludur. Düşünden, tırnağından attırır hep içine atar.

Yalnız yalnızı donundan tanır. Yalnızın yedek donunda da çiçekler açar.
Yalnız göçebedir. Vatanı bedenidir. Komşuları yok yuk, para birimi borçtur. Yalnızın başkenti fiyaskodur. Bayrağı gökyüzü.
Yalnız, hiçbir şeyin sonunu getiremez. Her şeyin ortasını yaşar. Ortalıkda yaşar. Yalnız, orta malıdır. Herkes onu kullanmalıdır.
Yalnızın varlığı, babasının çükünün keyfinedir. Yalnızın varlığı, varlığınıza armağan olabilir.
Yalnızın sevdiği artiz ya rahmetli lee van cleeftir, ya da yine rahmetli cevat kurtuluş. (suphi kaner, john belushi joker.)
Yalnızın bindiği tüm taşıtlar, kendisinden geçer.
İnsanlar konuşa konuşa yalnızlaşırlar. 

Metin Üstündağ

ama+cekip+gidemeyeceksiniz Yalnız

Köşe

1.

Saçlarını kimler için bölük bölük yapmışsın

Saçlarını ruhumun evliyalarınca örülen

Tarif edilmez güllerin yankısı gözlerin

Gözlerin kaç kişinin gözlerinde gezinir

Sen kaç köşeli yıldızsın

Fabrika dumanlarında resmin

Kirli ve temiz haritaları doldurmuşsun

Hâtırasız ve geleceksiz bir iç deniz gibi

Aşka veda etmiş topraklarda durmuşsun

Benim geçmiş zaman içinde yan gelip yattığıma bakma

Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim

Bir tek köşen bile ayrılmamışken bana

Var olan ve olacak olan bütün köşelerinin sahibi benim

Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim

Sen kaç köşeli yıldızsın

(1954, Nisan)

2.

Evlerinin içi ayna döşeli

Ayna hâtıra gözler ve sevmek

Benim aşkım bin bir köşeli ah bin bir köşeli

Bir köşe gidince bin köşe yeniden gelecek

Ayna hâtıra gözler ve sevmek

Evlerinin içi kabartma bahar

Köşelerinde keklik gibi bakıp duran saksılar

Halıları öpe öpe nakış yapar nakış gibi ayaklar

Siz söyleyin insan seve seve ölmez ne yapar

Köşelerde keklik gibi bakıp duran saksılar

Evlerinin içi yeni güllerden

Görülmemiş güneşleri görülmemiş gözlerine getiren

Sağ köşedeki entari sol köşedeki şapka

Beni katil suların ortasına bıraka

Katil sular güneşi gözlerinden götüren

Evlerinin içi gurur döşeli

Benim aşkım bin bir köşeli ah bin bir köşeli

(1954, Mayıs)

3.

Sen geldin ve benim deli köşemde durdun

Bulutlar geldi ve üstünde durdu

Merhametin ta kendisiydi gözlerin

Merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu

Bulutlar geldi altında durduk

Konuştun güneşi hatırlıyordum

Gariptin yepyeni bir sesin vardı

Bu ses öyle benim öyle yabancı

Bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı

Dişlerin öpülen çocuk yüzleri

Güneşe açılan küçük aynalar

Sert içkiler keskin kokular dişlerin

İçinden geçilen küçük aynalar

Ve güldün rengârenk yağmurlar yağdı

İnsanı ağlatan yağmurlar yağdı

Yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak

Yaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin vardı


Sen geldin benim deli köşemde durdun

Bulutlar geldi üstünde durdu

Merhametin ta kendisiydi gözlerin

(1954, Mayıs)

4.

Taşların ortasında Leylâ’nın gözleri

Leylâ köşe köşe göz göz şiirin ortasında

Ben Leylâ’yı bulduğumdan yahut kaybettiğimden beri

Leylâ ya o adamın bardağında ya o dağın ortasında

Ben Leylâ gibi güneş doğarken uyanamam

Şehir gece gündüz benim içime uyur

Leylâ’yı götürüp Londra’nın ortasında bıraksam

Bir bülbül gibi yaşamasını değiştirmez çocuktur

Leylâ diyorsam kesik yanaklarıyla Leylâ

Üç köşeli dünyasıyla

Okuyla yayıyla yaylasıyla acımasıyla

Leylâ diyorsam şu bizim gerçek Leylâ

Biz seni işte böyle seviyoruz Leylâ

O gitti bize ağlamak kaldı kala kala

(1954, Aralık)

5.

Beni yeraltı sularına karşı iyi savun

Tırnağını taşa sürten yitik keçilere karşı

Bu çeşmenin üç köşesinden hangisinden su içecek

Senin bahtsız ve mesut Eyyub’un

Atların en güzel biçimini sessizce kalbime indiriyor

İçimde İstanbul çalkanırken bozbulanık çeşme

Bir dans için can vermeğe hazır bekliyorum

Sen orda gelirayak kuklalara insan gibi konuşmasını öğretme

Su akıyor birikiyor kan lekeleri

Kurtulsam diyorum bir eser buna engel

Öyle büyüyor öyle çoğalıyorsun

İstanbul kalmıyor

Hangi köşesinde huzur o köşesinde sen

Hangi köşesinde yeni çağlara uygun odalar

Ben bölünmez bir şairsem

Sen bölünmez bir anne

Bir çeşme

(1956, Haziran)

Sezai Karakoç

sezai+karakoc+kose Köşe