Anahtarlar ve Kilitler

anahtarlar..

ve açlık vardır, ve çocuklar vardır,
benim Hindistan’da gördüğüm en güzel,
en çoşturucu , ağlanacak, haykırılacak
ölçüde çoşturucu şey, ne Akra’nın Tac Mahal’i,
ne Elephanta mağaraları ne de Benares’in
ölü yakım yerleriydi, hayır yolun darlığının
sollamamızı engellediği, haldur huldur,
şıngır mıngır ilerleyen eski bir sarnıç-kamyondu,
köyden köye sarsıla sarsıla gidiyor, görünüşe göre
önceden belirlenmiş noktalarda duruyordu,
çünkü bu noktalarda bekliyorlardı onu,
paçavralar içinde çocuk toplulukları
sarnıcın arkasında usluca toplanıyorlardı,
aşağı inen şöför koca bir musluğu çalıştırıyor,
musluk çocuğun uzattığı küçük kaseye
bir pirinç bulamacı boşaltıyor,
çocukta bulamacını alır almaz topraklarının
üstüne oturup esmer yüzünü kasesine daldırıyordu,

önce dünyaya bu besleyici-şöför rolünden
daha kıskanılır şey olmadığını düşündüm,
onun yazgısını şiddetle kıskandım,
ama belki de şu gizemlere ve canavarlara
doymuş Hintli havasının etkisiyle daha da
çoşku verici bir dönüşüm düşledim,
sarnıç-kamyonun kendisi olmak
ve hepside cömert mi cömert
yüz memeli kocaman dişi hayvan gibi
karnımı bu aç Hintli çocuklara sunmak,
çocuk yiyen dev’de zararsız bir sapkınlığın
etkisiyle çocukları yiyecek yerde,
kendini onlara yedirir…

seviyorum ve seviliyorum,
aynı kişi söz konusu olsa
mutluluğa ererdim!

bir gölün suyu
öylece kalırsa pis pis kokar,
akarsa duru kalır,
yolculuk eden insanda böyledir.

at, insandan gördüğü olağanüstü sevgiyi,
“ensoylu fethi”, güzellik, duyarlılık ününü
sanmayın ki savaşlarımızda ve işlerimizlerde
oynadığı tarihsel role borçlu olsun,
hayır bunun tek nedeni at’ın- köpeğin,öküzün,
devenin hatta filin tersine-popoları
bulunan tek hayvan olmasıdır, bu ayrıcalık
ona benzersiz bir insanlık vermeye yeter.

komşuların bebeği topu topu bir haftalık,
durmadan ağlıyor gece gündüz,
karanlıkların en kara noktasında,
bu incecik yakınma hem bana dokunuyor
hem de beni yatıştırıyor,
sırtına varoluş yüklenmiş ,
hiçliğin karşı çıkışı bu.

insanlara göre rastlantısal olan şey ,
Tanrı’ya göre amaçtır.

hiçlik , ağacın taşıdığı gölgedir.

genç olmak, henüz hiç kimseyi yitirmemiş
olmaktır, ama daha sonra ölülerimiz bizi
kendileriyle sürükler, herbiri belleğimize
atılmış bir kayadır,
su yüzeyinde kalma çizgimizi yükseltir,
sonunda, su çizgisinde, yaşam çizgisinde
sürüklenip durur. canlılara ancak bu
dünyadan olduğumuza inandırmaya yetecek
bakışları ve sözleri sunarız.

yaşamın yolu doğudan batıya doğru gider,
çocuk , doğan güne sırtı dönük olarak yürür,
boyunun kısalığına rağmen uçsuz bucaksız
bir gölge gider önünden, geleceğidir bu onun,
aynı zamanda açık ve kapalı,
umutlarla tehditlerle dolu mağaradır
tam da “istekleri” denilen şeye boyun
eğerek oraya yönelir,
öğleyin güneş tam tepedeyken,
gölge ergin kişinin ayakları dibinde
silinmiştir, gelişmiş adam o anın
ivedi işlerine dalar, geleceği ne çeker
ne kaygılandırır onu, geçmişi yürüyüşünü
ağırlaştırmaz, daha yarın kaygısını
bilmediği gibi, ölmüş yılların özlemini de
bilemez,çağdaşı, dostu kardeşi şimdiki zamana
güvenir, ama güneş batıya doğru devrildikçe,
olgun insanın gölgesi kendininkine eklendiğinden,
ayaklarında gittikçe daha ağır bir anı yükü
sürükler, ayrıca geçmişi büyüdükçe daha ağır
ilerler, gittikçe küçülür, bir gün gelir
gölge öyle ağır çeker ki,
insanın durması gerekir,
o zaman silinip gider
tümüyle bir gölge olur
amansızca insanların eline
bırakılmış bir gölge…

Michel Tournier

Michel+Tournier Anahtarlar ve Kilitler

Şiir mi Denir Onlara

‘troya’da budanmış güle
söylediğin sözleri
şiir sandınız!

sarıl/sıklam yağmura tutuldum
rüzgara tutundum
suyun gizli gözdesi oldum
şiir sandınız!

onlar ida metinleriydi
hatmilerin son matemiydi
yaz ırmağına gece sözleriydi
şiir sandınız!

ida’nın eteğinde
gelincik aralığından
zambak kapısına süzüldüm
omzum kuğulara değdi
rüyalarınızı ağzından öptüm
şiir sandınız!

gül büyüsüydü hepsi
ege köpüğüydü
bir kadının göçmen yüzüydü
ah ne çok savruluş,
ne büyük aşktı o:
şiir sandınız!

Ahmet Uysal

siir+mi+denir+onlara Şiir mi Denir Onlara

Sevda üzre

1.

yıldızlı bir gece, ay da vardı;
sen gülümseyince,
yüreğimde bir balık oynadı.

2.
dizinin üstünden sarkan elin,
çözülüp akacaktı neredeyse
su gibi uyarak eğimine yerin.

3.
bu işin bir tek çözümü var;
her şey yoluna girecek o zaman.
kendimi de bilsem seni bildiğim kadar.

4.
gel iki uysal kıyı olalım seninle.
bir hırçın ırmak aksın
aramızda köpüre köpüre.

5.
önceleri bir kuru daldım ama;
tuttum yapraklar açtım,
seni görünce dünyaya.

6.
soğan kadar şirin sözlerin var;
sohbetimizde vaz geçilmez yerin.
daha da tatlanacaklar tuzla ovulsalar.

7.
ortalıktan, ortalıktan,
ışıl ışıl bir ortalık çıkarır;
bu sevgi bu kör karanlıktan.

8.
faltaşı bir göz olan ayna
bekliyor duvarda tedirgin seni.
pul pul dökülüyor ardında sırça.

9.
yüzüme senin kaçamak bakışında,
öyle bir şey var ki söze gelmez;
çekirdek gibi olgun bir elmanın karnında.

10.
bana kalırsa bizim içindir coşkuları;
bu duru sevda göğünde,
ardarda güvercin taklaları.

11.
saçlarımı taradım, toparladım ortalığı;
çay demledim senin için,
içimde bir terminal kalabalığı.

12.
senin çıplak gövdene bakmak,
her seferinde apansız
karşıma çıkan bilmediğim bir sokak.

13.
herkes tedirgin hazırlanırken kışa;
sevgilim biz bu yatakta seninle
ter içinde soluk soluğa.

14.
sen sofra bezini sevgiylesererdin.
o zamanlar su azizdi, ekmek bereketli,
ben daha gençtim.

15.
yeni ölmüş birinin gözlerini örter gibi,
siyah uzun saçlarından
usulca geçirdim üzgün elimi.

16.su aydınlıktır sevgilim,
bir boyut kazandırır döküldüğü yere;
gözlerin kadar parlak ve derin.

17.
kaktüse diken ve bir mühre benzeyen
yara izi yanağındaki,
ne çok yakışıyor yüzüne bilsen.

18.
masamıza düşüp kırılan yağmur damlası,
susuyorduk da suskunluğumuzu noktalıyordu.
bir tentenin altında ikindi sonrası.

19.
çıkarıp yavaşça yüreğimi göğsümden,
sildi bir lambanın isli şişesi gibi
yumuşak tülbentini geçirerek içinden.

20.
döşeğimize girerken dünya işleri,
uykusuz bir geceyi sökerek
düşündüm değişen beraberliğimizi.

21.
ağzımda pas tadıyla hoşçakal dedim;
kulesinde gözlerimin iri bir çan
sallanırken dilim dilim.

22.
kapıda sen ve tekir kedi;
sabah kederle çıkarken evden,
bugünden öptüm yarın için seni.

23.
sen aklıma düşünce bir rüzgar
duyarım dolar içime
ve göğsümde bir pencere hızla çarpar.

24.
gıcırdıyor yüreğimde boşa dönen bir çıkrık.
yanında senli günlerimden kalma
kuma gömük bir testi kulpu kırık.

25.
kulağıma sinmiş sesinden bir küçük yonga;
adımı ünler gibi birden
düştü dönerek sessizlikte boşluğa.

26.
göğü yıldız, yeri buz bir gecede;
sırtımda demirbaş battaniyem,
seni gördüm düşümde.

27.
bak bu yıl da eridi dağların karı;
hasretim eksilmedi ama,
akarsular çözüldü zamana karşı.

28.
yosunlu yüreğim kaç yıldır aşksız.
seferden alınmış bir gemi eskisi,
mendireğe çekilmiş bomboş ve bayraksız.

29.
kapı arkalarında askılıklarda durdum.
ben yıllarca aksak bir aşka
boynu bükük baston oldum.

30.
biz yine de aşkla bağlayalım sözü,
samanyolu bir aşkla;
körükçü bas kola canlandır közü.

Metin Altıok

sevda+uzre+metin+altiok Sevda üzre

Ben Üzre

1.
İçimde kaybolmuş bir çocuk korkusu,
Bakıyorum pencereden dışarı;
Uzakta kuru dağlar ve meşe korusu.

2.
Baktım bavulumda filizlenmiş bir soğan;
Nasıl girmişse girmiş,
Boyvermiş çamaşırlarımın arasından.

3.
Acıyı oralarda çok eskiden tanıdım.
Varıp da neyleyim sılayı gayri;
Hem çoktan unutulmuştur adım.

4.
Gördüm yaşarken vadesiz ölümümü.
Ördüm de ilmek ilmek
Sırtıma giyemedim ömrümü.

5.
Kimi zaman büründüm derisine yılanın.
Tüylendim kimi zaman üveyiklerle;
Yine de kimseye yaranamadım.

6.
Baktım annem yoktu yanımda;
Sırtımda bahriyeli giysimle,
Ben bir kez kayboldum çocukluğumda.

7.
Şu benim kervan geçer,
Kuş uçmaz yanlızlığımdan
Söyleyin kendine kim esvap biçer.

8.
Ben bugünü kırdım iki taş arasında.
İstedim ki kalmasın
Acının çekirdeği yarına.

9.
Gün olur bütün sözcükler pörsür;
Gölgem ayaklanıp serer gövdemi,
Yüreğim ufalanıp dökülür.

10.
Köpekler döneniyor çevremde
Ve sığınağım benim
Dört yanı açık kameriye.

11.
Nereye baksam gördüğüm sığlık.
Bungunum ve suskun,
Boğazımda yıllanmış bir çığlık.

12.
Bir ağaç kovuğudur yüreğim benim;
Ekmek parçaları koydukları
Önümden gelip geçenlerin.

13.
Ben artık mümkünü yok ölürüm;
Tabutum bile olmaz taşınacak,
Bir çil horozun sesine gömülürüm.

14.
Sağır kulağa sözüm yok, köre ne göstereyim
Duymazlıktan, görmezlikten gelenler;
Bir de size sormalı, ya ben nereye gideyim?

15.
Kendimi bildiğim günden beri
Bir gizli canavarım var benim,
Kimsenin bilmediği.

16.
Yani benim gözlerimin bunca yıl gördükleri,
Bir gün benimle birlikte
Yok olup gidecekler öyle mi?

17.
Ben ki zamanın akışında
Bahar oldum, güz oldum.
Gittim geldim kışla yaz arasında

18.
Buğusu tüten şu park kanepesi;
Sanki babamın yıkanmış,
Upuzun yatan ıslak ölü gövdesi.

19.
Yarasalar ayaklarımın altına serildi,
Omuzuna tünedi baykuşlar;
Bana yalnızlığın müthiş saltanatı verildi.

20.
Biliyorum bu iğdiş edilmiş zamandan
Bir buruk gülümseme kalacak;
Uykuda bile dudağımı çarpıtan.

21.
Siz beni hep umursamaz yüzümle gördünüz;
Ama benim geldiğimi gelseniz,
Şuracıkta düşüp ölürdünüz.

22.
Ay dokundu omzuma irkildim.
Göğün puslu balkonunda
Birdenbire insanları özledim.

23.
Bağırsam neye yarar, nasılsa duymazlar.
Ben bir kömür ocağının onulmaz göçüğüyüm;
İçimde cesetler ve daha ölmemişler var.

24.
Peki soruyorum, şimdi ne olacak?
Benim bu elim eninde sonunda
Bir ölümü imzalayacak.

25.
Kullanılmış eski bir ölüm için,
Dolaştım mezat salonlarını;
Mutlulukla doldu içim.

26.
Akarsulara özenen bir adamım ben,
Taştan taşa vuran kendini;
Durmayı bir türlü beceremeyen.

27.
Benim adım yıllardır çok tarazlanmıştır.
İncelik ve güzellik adına,
Ben kendime hep haksızlık yapmışımdır.

28.
Susuyorum, sustukça yüreğim küfleniyor.
Konuşsam faydası yok;
Sözlerim dağılıp harfleniyor.

29.
Ben hep sözcüklerle baktım dünyaya,
Yaralandım sözcüklerle.
Alıştım sözcüklerin devriyesi olmaya.

Metin Altıok

ben+uzre Ben Üzre

Şiire Önem Ver

Batı dillerinde pek çok şey ifade edilemez. Çünkü doğulu yaklaşımda gerçek, temelde, özünde çok farklı bir şeydir. Bazen aynı şeye, doğu ya da batı mantığıyla baktığında, yüzeyde sonuçlarının aynı göründüğünü düşünebilirsin. Ama olmazlar. Eğer biraz daha derine inersen, biraz daha derine kazarsan, çok büyük farklılıklar göreceksin. Sadece sıradan farklılıklar değil, olağanüstü farklılıklar.

Daha geçen gün, büyük Zen ustası Basho’nun ünlü haikularını okuyordum. Batı zihni ya da batı tipi eğitim görmüş bir zihin için çok güzel şiirlere benzemiyor. Artık bütün dünya batı tipi eğitimi alıyor. Doğu ile Batı arasındaki fark, eğitim söz konusu olduğunda ortadan kalkmıştır.

Onu sessizce dinle. Çünkü senin harika şiir dediğin bir şey değil. Ancak derin bir anlamı var ve bu çok daha önemli. İnanılmaz bir şiirselliği var. Ama bunu hissetmek için çok ince olman gerekir. Onu entelektüel olarak anlayamazsın. Ancak sevgiyle anlaşılabilir.

İşte haiku şu:

Dikkatle baktığım zaman

Çitin yanında yeşeren

Bir Nazunya görüyorum!

Şimdi, ortada büyük bir şiirsellik gözükmüyor ama biraz daha sempatik bakalım. Çünkü Basho başka bir dile çevrilmiştir. Kendi dilinde tamamen farklı bir doku ve lezzete sahiptir.

Nazunya sıradan bir çiçektir. Yolların kenarında kendiliğinden büyüyen otsu bir çiçektir. O kadar sıradandır ki, kimse bakmaz bile. O değerli bir gül değildir. Nadir bulunan bir lotus değildir. Bir göl üstünde yüzen, nadir bir lotusun güzelliğini görmek kolaydır. Bir mavi lotusu nasıl göremezsin? Bir an için onun güzelliğine kapılmaya mahkûmsun. Ya da güneş altında rüzgarla dans eden bir gül. Bir an için sana sahip olur. Olağanüstüdür. Ama Nazunya sıradan, adi bir çiçektir. Bakıma ya da bahçıvana ihtiyaç duymaz. Her yerde kendi kendine büyür. Bir Nazunya’ya dikkatle bakmak için bir meditasyoncu gerekir. İnce bir bilinç gerekir. Aksi halde onu kaçırırsın. Görünür bir güzelliği yoktur. Onun güzelliği derindedir. Onun güzelliği sıradandır. Ancak o sıradanlık, olağanüstülüğü barındırır. Nazunya’da bile. Ona kalbinle bakmadığın sürece göremezsin.

Basho’yu ilk okuduğun zaman, “Çitin yanında yeşeren Nazunya’nın şiire konu olacak ne önemi var?” diye düşünürsün.

Basho’nun Japonca şiirindeki son hece olan “Kana” ancak bir ünlem işareti ile çevrilebilmiştir. Çünkü onu çevirmenin başka yolu yoktur. Kana’nın anlamı, “Hayret ettim”dir. Şİmdi, güzellik nereden geliyor? Nazunya’dan mı geliyor? Binlerce insan o çitin yanından yürüyüp geçmiş ve kimse dönüp o çiçeğe bakmamıştır. Basho ise, onun güzelliğinden büyüleniyor ve başka bir dünyaya ışınlanıyor. Ne oldu?

Burada etken Nazunya değil. Yoksa herkes onu fark ederdi. Asıl etken Bosho’nun görüşüdür. Açık kalbidir. Empatik vizyonudur. Meditasyona hazır olmasıdır. Meditasyon, simyadır. Herhangi bir metali altına çevirir. Bu Nazunya’yı Lotus çiçeğine dönüştürür.

Dikkatle baktığım zaman…

Dikkatle kelimesinin anlamı;farkındalıkla, tüm varlıkla, meditasyonla, sevgiyle, duyarlılıkla demektir. Biri umursamadan bakabilir. Ve o zaman bütün olayı kaçırır. Dikkatlice sözcüğü, bütün anlamlarıyla hatırlanmalıdır. Ancak asıl kökeni meditasyondadır. Bir şeyi meditasyonla görmek ne demektir? Zihin olmadan bakmak! Zihinsiz bakmak! Bilincinin üzerinde hiçbir düşünce bulutu olmadan bakmak. Ne gelip geçen bir anı, ne de bir arzu. Hiçbir şey. Tam bir boşlukla.

Böyle bir zihinsizlik haliyle baktığın zaman, bir Nazunya bile başka bir dünyaya dönüşür. Cennetin bir lotus çiçeği olur. Artık bu dünyanın bir parçası değildir. Sıradanlığın içinde olağanüstülük bulunmuştur. Ve bu, Buddha’nın yoludur. Sıradanlığın içinde olağanüstülüğü bulmak! Her şeyi o an içinde bulmak! Bütünü, Guatam Buddha’nın ifadesiyle Tathata’da bulmak!

Bosho’nun Haiku’su, bir Tathata şiiridir. Bu Nazunya’ya sevgiyle, kalpten gelen bir duyarlılıkla, perdelenmemiş bilinçle, bir zihinsizlik haliyle baktığın zaman, insan şaşkınlığa uğruyor. Hayrete düşüyor. Büyük bir hayranlık oluşuyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Bu bir Nazunya… Ve eğer bir Nazunya mümkünse, her şey mümkündür. Eğer bir Nazunya bu kadar güzel olabilirse, Bosho bir Budha olabilir. Eğer bir Nazunya böyle bir şiirsellik içerebilirse, o zaman her taş bir mücevher olabilir.

Dikkatle baktığım zaman çitin yanında yeşeren bir Nazunya görüyorum!

Kana! Hayret! Şaşkınlığa uğradım! Güzelliğini kelimelere dökemiyorum. Ancak işaret edebiliyorum.

Bir Haiku, sadece ima eder. Sadece dolaylı yoldan işaret eder.

Benzer bir durum, Tennyson’ın ünlü şiirinde görülür. Bu ikisinin karşılaştırılması sana çok yardımcı olacak. Basho sezgiyi temsil eder, Tennyson ise aklı. Basho doğuyu temsil eder, Tennyson ise batıyı. Basho meditasyonu, Tennyson ise zihni. Birbirine benzeyebilirler. Ve bazen Tennyson şiiri, daha şiirsel görülebilir. Çünkü Basho’ya oranla daha doğrudan ve belirgin anlatır.

Çatlamış duvardaki çiçek
Seni o çatlaktan koparıyorum
Burada, elimde, kökün ve her şeyinle tutuyorum
Küçük çiçek, ama eğer seni bir anlayabilsem
Kökünle ve her şeyinle ne olduğunu bilsem.
O zaman Tanrı’yı da ve insanı da bilirim.

Güzel bir şiir. Ama Basho ile kıyaslanamaz. Tennyson’un nerede farklılaştığını görelim.

İlk olarak: Çatlamış duvardaki çiçek. Seni o çatlaktan koparıyorum.

Basho çiçeğe sadece bakıyor, onu koparmıyor. Basho’nunki pasif bir farkındalık. Tennyson ise aktif ve vahşi. Sonuçta eğer bir çiçek seni etkilemişse, onu koparamazsın. Eğer bir çiçek kalbine ulaştıysa onu nasıl koparırsın? Koparmak onu yok etmek, öldürmek demektir. Bu bir cinayettir. Kimse Tennyson’ın şiirini cinayet olarak görmez, ama öyledir. Bu kadar güzel bir şeyi nasıl yok edebilirsin?

Ama zihnin böyle işler. Her zaman yıkıcıdır. Sahip olmak istiyor. Ve sahip olmak sadece yıkımla mümkündür.

Unutma, ne zaman bir şeye ya da bir kişiye sahip olursan, o şeyi ya da kişiyi yok edersin. Bir kadına sahip mi oluyorsun, onun güzelliğini, ruhunu yok ediyorsun. Bir erkeğe mi sahipsin, o artık bir insan değildir. Onu işine yarayan bir nesneye çevirmişsindir.

Basho, dikkatle bakıyor. Sadece bakıyor, yoğunlaşmış bir şekilde incelemiyor; sadece yumuşak, kadınsı bir bakış. Sanki Nazunya’yı incitmekten korkarmış gibi.

Tennyson onu çatlaktan koparıyor ve…

Burada, elimde, kökünle ve her şeyinle tutuyorum. Küçük çiçek…

O, ayrı duruyor. Gözlemci ve gözlemlenen hiç bir şekilde birleşmiyor, Bu bir aşk ilişkisi değil. Tennyson çiçeğe saldırıyor. Onu köküyle birlikte söküyor ve elinde tutuyor.

Zihin sahip olduğu, kontrol ettiği, tuttuğu zaman rahat eder. Meditasyon bilinci hali, sahip olmakla, tutmakla ilgilenmez. Çünkü bütün bunlar şiddet zihninin birer ürünüdür.

Ve, Tennyson, küçük çiçek diyor. Çiçek küçük olarak kalıyor. Kendisi çok daha üst bir basamakta. O bir erkek, büyük bir enetelektüel, harika bir şair. Hâlâ egosunun içinde. Küçük çiçek!

Basho için ortada bir karşılaştırma sorunu yok. Sanki orada değilmiş gibi kendisi hakkında hiç bir şey söylemiyor. Hiçbir gözlemci yok. Burada güzellik her şeyin ötesine geçiyor. Nazunya çiçeği orada, çitin yanında yeşeriyor. Hayret! Ve Basho, sadece tüm varlığıyla hayrete düşmüş durumda. Güzellik onu eziyor. Çiçeğe sahip olmak yerine, çiçek ona sahip olmuş durumda. Çiçeğin güzelliğine, o anın güzelliğine, tamamen teslim olmuş durumda.

“Küçük çiçek, ama eğer seni bir anlayabilsem“ diyor, Tennyson.

Anlama saplantısı. Takdir yeterli olmuyor. Sevgi yeterli olmuyor. Onu anlamak önemli. Bilginin üretilmesi önemli. O bilgiye ulaşılmadığı sürece Tennyson rahat olamaz. Çiçek bir soru işaretine dönüşmüştür. Tennyson için bir soru işareti. Basho için bir ünlem.

Arada büyük fark var. Soru işareti ve ünlem.

Basho için sevgi yeterlidir. Sevgi, anlayıştır. Bundan daha anlamlı bir şey olabilir mi? Ama Tennyson sevgiden tamamen mahrum. Zihni, orada bilgi açlığı çekiyor.

Seni bir anlayabilsem
Kökünle ve her şeyinle ne olduğunu bilsem…

Zihin mükemmellik saplantısına sahiptir. Hiçbir şey bilinmeyen olarak kalamaz. Hiçbr şey bilinmeyen ve gizemli olarak kalamaz. Köküyle, sapıyla, her şeyiyle anlaşılmalıdır. Zihin her şeyi bilmediği sürece korkar. Çünkü bilgi güç verir. Eğer gizemli bir şey varsa hemen korkarsın. Çünkü gizemli şeyler kontrol edilemez. O gizemli şeyin içinde neyin gizli olduğunu kim bilebilir? Belki düşman! Belki tehlike! Belki güvensizlik! Kim bilir sana neler yapar. O, bir şey yapmadan önce anlaşılmak zorundadır. Her şeyiyle bilinmelidir. Hiçbir şey gizemli olarak kalamaz.

Ama o zaman bütün şiirsellik kayboluyor. Bütün sevgi, bütün gizem, bütün harikalık kayboluyor. Ruh yok oluyor. Şarkı yok oluyor. Coşku yok oluyor. Her şey bilindiği için hiçbir şeyin değeri kalmıyor. Her şey biliniyor. Hiçbir şeyin değeri yok. Her şey biliniyor. O zaman hayatın bir anlamı, önemi yok.

İkilemi görüyor musun? Zihin önce “her şeyi bil” diyor. Ve her şeyi bildikten sonra, zihin dönüp: “zihin dönüp;” Hayatın bir anlamı yok “ diyor.

Anlamı sen yok ettin ve şimdi anlam için aranıyorsun. Zihin, anlamın yıkımıdır çünkü her şeyin bilinmesinde ısrar eder. Üçüncü kategori olan bilinemeyene izin veremez. Bilinemeyen, sonsuza dek bilinemez kalacaktır. Ve o bilinemeyen, hayatın anlamıdır.

Bütün büyük değerler; güzellik, sevgi, Tanrı, dua; önemli olan her şey, üçüncü kategori olan bilinemeyene aittir. Bilinemeyen, Tanrının bir başka ismidir. Gizemli ve mucizevinin bir başka adıdır. Onsuz kalbinde bir merak uyanamaz. Ve meraksız bir kalp kalp değildir. İçinde merak olmadığı zamanlar, çok değerli bir şey kaybediyorsun. O zaman, gözlerin tozla doludur. Berraklığını yitirirler. O zaman kuş ötmeye devam eder ama sen etkilenmezsin. Kalbin heyecanlanmaz çünkü açıklamasını biliyorsundur.

Ağaçlar yeşildir. Ancak yeşillik seni bir dansçıya, bir şarkıcıya dönüştürmez. Varlığında bir şiiri tetiklemez. Çünkü açıklamasını biliyorsundur. Ağaçları yeşil yapan kolorofildir. O yüzden ortada şiir kalmaz. Açıklama orada olduğu zaman, şiir kaybolur. Bütün açıklamalar birer araçtır, amaç değil.

Eğer bilinemeyene güvenmiyorsan, bir gülün güzel olduğunu nasıl söylersin? Güzellik nerede? Gülün kimyasal bir parçası değil. Gülü istediğin kadar analiz et, içinde bir güzellik bulamazsın. Eğer bilinemeyene inanmıyorsan, bir insana otopsi yapabilirsin ama ruh bulamazsın. Tanrıyı arayabilirsin ve onu hiçbir yerde bulamazsın. Çünkü o her yerdedir. Zihin onu ısklayacaktır. Çünkü zihin, onun bir nesne olmasını ister ve Tanrı bir nesne değildir.

Tanrı bir titreyiştir. Eğer varoluşun sessiz sesi ile uyum içindeysen, tek elin alkışıyla uyum içindeysen, o zaman Hintli mistiklerin, ana hat dediği şey ile uyum içindesin. Varlığın müziğiyle. Eğer gizemlerle uyum içindeysen, o zaman Tanrının varolduğunu bilirsin. Hepsi bu! O zaman Tanrı, varoluşla aynı anlama gelir.

Ama bu şeyler anlaşılamaz. Bu şeyler bilgiye indirgenemez. Ve bu noktada Tennyson, can alıcı noktayı kaçırıyor. Ne diyordu?

Küçük çiçek, ama eğer seni bir anlayabilsem
Kökünle ve her şeyinle ne olduğunu bilsem.
O zaman Tanrı’yı da ve insanı da bilirim.

Ama hepsi bu kadar. Ama ve eğer!

Basho Tanrının ve insanın, o ünlem içinde olduğunu biliyor. Kana! “Şakınım. Hayretler içindeyim. Çitin yanında Nazunya yeşeriyor!“

Belki dolunayda, belki sabah gün doğarken, Basho’nun yol kenarında sanki nefesi kesilmiş gibi, kımıldamadan durduğunu görüyorum. Bir Nazunya! Ne kadar da güzel! Bütün geçmiş yok olmuştur. Bütün gelecek kaybolmuştur. Aklında hiçbir soru işareti yoktur. Sadece saf bir hayret. Basho, bir çocuk olmuştur. Bir çocuğun masum gözleriyle, Nazunya’ya sevgiyle bakmaktadır. Ve o sevgi, o duyarlılık içinde, tamamen farklı bir anlayış vardır. Entelektüel ya da analitik değil. Tennyson bütün olguyu akla taşıyarak güzelliğini yok ediyor.

Tennyson, batıyı temsil ediyor. Basho ise doğuyu. Tennyson, erkek zihni temsil ediyor. Basho ise kadın zihni. Tennyson, zihni temsil ediyor. Basho zihinsizliği.

Osho- Sezgi

siire+onem+ver Şiire Önem Ver

İnsanın başına gelebilecek en kötü şey

Eskiden derdim ki;
İnsanın başına gelebilecek en kötü şey,
Bir gün ‘yapayalnız kalmasıdır’.
Öğrendim ki;
Hayatta insanın başına gelebilecek en kötü şey:
…‘Yapayalnız hissetmesine neden olan insanlarla yaşamasıdır.’

Johann Wolfgang von Goethe

insan%C4%B1n+basina+gelebilecek+en İnsanın başına gelebilecek en kötü şey

Sevdiği Olmalı İnsanın

Sevdiği olmalı insanın,
Eski ahşap pencereye hayat veren çiçek gibi..
Özlemeyi sevmeli,
Yıldız kadar gizemli serçenin masumluğunda ürkek..
Duyguyu yaşamalı bedeni,
Rüzgara inat ateşi yakmalı dokunmadan yüreği..
Gözleriyle gülmeli insan,
Ne kadar hüzün varsa içinde eriyip gitmeli..
Çocuk yüreği olmalı,
Yemyeşil çayırlarda şarkı söyleyip koşmalı bağırarak..
Büyüsü sarmalı sevdanın,
Seni kucaklayan o eşsiz duyguların ferahlığında..
Sıkıca tutmalı ellerini,
Yarınsız zamanların iki yolcusu olmalı cesurca..
Yürekleri çarpmalı aynı anda,
Nefesler dalga dalga sararken bedenleri..
Aşk korkusuzca yaşanmalı,
Birbirinde erimeli tutkunun alevleri..
Sevdiği olmalı insanın, olmalı…

Tufan Genç

sevdigi+olmali+insanin Sevdiği Olmalı İnsanın

Ortadoğu IV

Zaman mı? değil zaman.

Akan zaman değil mesafelerdir.

Güneşin çekici yukarda
Suyun bıçağı aşağıda
Krom alçakgönüllü, bakır utangaç,
Ağaç: bir damla iki kıvılcım arasında.
Rüzgâr bilmiyor nerden eseceğini
Sınırlar kesik,
Yerleşme yerlerinde balkıma.

Biz kırıldık daha da kırılırız
Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü
Hırsız da bilmiyor çaldığını
Biz yeni bir hayatın acemileriyiz
Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor
Şiirimiz, aşkımız yeniden,
Son kötü günleri yaşıyoruz belki
İlk güzel günleri de yaşarız belki
Kekre bir şey var bu havada
Geçmişle gelecek arasında
Acıyla sevinç arasında
Öfkeyle bağış arasında

Biz kırıldık daha da kırılırız
Doğudan Batıya bütün dünyada
Ama kardeşin kardeşe vurduğu hançer
İki ciğer arasında bağlantı kurar
Büyür, bir gün, zenginleşir orada,
Çünkü Ali’yi dirilten iksir de saklı
Hasan’a sunulmuş ağuda,
Granitin de olur bir okyanus diriliği,
Nehirler daha uysal akar,
Bir çiçek nasıl açılıyorsa kendiliğinden
Bir kuş nasıl uçuyorsa
Öyle sever, çalışır insan,
Kıraçlar çarptıkça dağlara
Gül göçürür şafağından
Doğanın altın şafağından
İnsanın altın şafağından
Tarihin altın şafağından

Biz kırıldık daha da kırılırız

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.

Cemal Süreya

Biz+k%C4%B1r%C4%B1ld%C4%B1k+daha+da+k%C4%B1r%C4%B1l%C4%B1r%C4%B1z Ortadoğu IV

Sakın Ha

‘sabiha bu adamlar beni alıp götürecek
sakın ha ağlamanı istemiyorum
soracakları varmış yıllardır sorarlar
anlaşılan bu sorgu daha yıllarca sürecek
ilk götürülüşümü bak hatırlıyorum
sendikaya yazıldığım günlerdi sanıyorum
otomobil farlarına yağmur yağıyordu
cıgaram ıslanmış sokaklar nedense dar
bu defa aksi gibi zilzurna ilkbahar
çoçuğa bir şey söyleme sabiha belli olmaz
sakın ha ağlamanı istemiyorum
bakarsın çabuk biter akşama evdeyim
uzayacak olursa git hüseyin’i bul
eli kızıl kanda olsa bizi bırakmaz
çantamı hazırlarsın pijamam terliklerim
izin verirlerse seni de beklerim
hani bir gülümsemen vardır sanki istanbul
gözlerin gözlerimi bulur bulmaz
içimde bütün şehir atlı karınca gibi
döner ha döner ışık renk ve pul
hay allah bu ilkbahar beni öldürecek
rüzgardaki kokular dudaklarımdaki tuz
bu adamlar sabiha beni alıp götürecek
günlerden cuma sabah saat dokuz
sakın ha ağlamanı istemiyorum
paran var mı yok mu bilemiyorum
al şu yüz lirayı yanında bulunsun
yüz de bana kalıyor varımız yoğumuz
çocuğa bir şeyler al onunla avunsun
beyler ben hazırım haydi gidiyoruz
sabiha unutma seni bekliyorum’

Attila İlhan

sabiha+unutma+seni+bekliyorum Sakın Ha

Veda Sahnesi

Ağlama artık.
Bu gidiş, hem gidiş hem kalıştır ikimiz için de.

Ben ne kadar gitsem de kalıyorum seninle

Ve sen,

Ne kadar kalsan da geliyorsun benimle.
Hoşçakal…..

Antonius and Cleopatra

veda+sahnesi+antonyus Veda Sahnesi