Yokluğun Aynaları

Belki salt yağmurdandı
bu aynalar
ya da salt sessizlikten
yahut gözyaşından, en azından.
Ama hep taştandı ona yansıyanlar.
Ve kana bulanmıştı
deliliği ya da
tanrıları andıran bir şeyle
zamanın ve mekanın o rutin tıkırtısı.

1
Teşekkürler
gidene, gidecek olana.
Teşekkürler
gelene, gelecek olana.
Teşekkürler
sessizliğe gömülüp
bir daha hiç ama hiç
dönmeyecek olana.

9
Başka özgürlük yok
hepsi buradaki kadar
ama işte ağlıyor o da
her duyduğunda anahtarların
kilitlerde dönen kahkahasını.

11
Bir zaman ki
tarihsiz.
Bir mekan ki
adressiz.
Ama illa ki sen, ah kadın,
aydınlatır gibi yaralayan
ve bir türkü gibi kanayan.
Git başımdan!
Hiçbir şey yok burada
yokluktan başka.

12
İşte böyle,
zindan zamandır;
ilk günü duvara kazırsın,
ardından gelen ayları belleğine,
ama yıllar birike birike
siren çalmaktan bitkin
istasyondan umudu kesmiş
uzun bir trene dönünce
başka bir şeyi denersin:
Unutmayı.

16
Güneş yok burada.
Kendimi çıplak hissediyorum
gölgesiz
ve de kadınsız.
Kendimi çıplak hissediyorum
kendimsiz.

18
Ah
Nasıl görebilirim kendimi
Sürekli kendimle beraberken?
Nasıl tanırım kendimi.
Sakın hayır deme aynalara!
Aynalar,
benim üzerine yazdıklarım bile
yalnızca sayıca çoğaltabilirler insanı
ya da tek bir hale indirgerler.
Ben değilim o yansıyan.
Nasıl ben olayım hem,
bir halim yok ki benim.

29
Burada,
ve orada,
duvarda
kalbimde
gecede ve rüzgarda
kapılarda, buluşmalarda ve kaldırımlarda
korkuda, umutsuzlukta ve hiçlikte
gözlerin var hep.
Karanlık kadar derin
felaket kadar kara
sessizlik kadar felaket
inilti kadar sessizler
ve hiçbir şey yok
öncesinde ve sonrasında onların
düşen şiarlardan başka.
Bir de Allah ve ben varız
komşu hücrelerde yatarız.

35
Hayır,
Tanrı değil
ama bir kadın,
buğday ve harnup renginde
bir kadın,
kahve ile süt arasında
sükutla sohbet arasında yani,
sabahları
gülü öğretti bana,
ve fırtınayı öğretti
gece iyice inmeden daha.

Faraj Bayraktar

1-Teknoloji-G%25C3%25BCzin-Tezel1 Yokluğun Aynaları

Nazlı Bu: Dostum. Reelden

biz çok yalnızız be nazlı
çok yalnız ve çok üzgünüz. çok
tamamlanamaz bir yerimizden eksildik
ne aylık esemes paketleri, ne kotalarıyla sınırsız internet
gittikçe daha çok, daha daha çok
kendi duvarının duvarcısı biz
seviyor, sövüyor, bağırıyoruz: uluorta
25 saniyede bir durum durum kusuyoruz kendimizi
kimse yok. duvarımızın dibinde
gözümüzden büyük yaş döküyoruz
Allah’tan, çok ve büyük şairlerimiz var
yoksa biz gerçekten yalnızız
çok yalnız ve çok üzgünüz. çok.
izleri benzeşiyor parmaklarımızın
dokunmak yok dokunmatik ekranlar var
yok artık bir kadının yüzünü ezberlemek
ya da kaybolmak bir adamın avuçlarında
taşın pürüzsüzlüğü dikenin yırtıcılığı aynı
aslına bakarsan taş bile yok
yalnız ayaklarına kelimeler bağlayıp kuyusuna atlayanlar
baba aziz’deki osman gibi: Âh mine’l-aşkı ve hâlâtihî
Ahraka kalbî bi-harârâtihî
ama ne numaralar hafıza kartlarımızda 
ararlarsa cevap vermemek üzere 
zavallı bir nispet çocukça bir kıskandırma
oysa biz
sesini bile duymadığımız yüzler 
yüzünü bile bilmediğimiz sesler
aypi’sini bilip adını bile bilmediğimiz profiller arasında
nazlıcım biz… 
bugün o kızla buluştum. blogdan
yüzü hiç instagramındaki gibi değildi
sıkılmış oradan da gidecekmiş 
yeni bir hesap açmış da tivittırda
ayrılınca iskeleye yürüdüm. kalabalıktı.
sonra vapura. kalabalık.
beni anlıyor musun sahi ? 
bir yüzüme bak! beni dinliyor musun?
biz çok yalnızız diyorum sana 
e yeter ama nazlı! 
kuyruğunu yüzüme sürmeyi keser misin !
Dilek Kartal

blogger-image--689812672 Nazlı Bu: Dostum. Reelden

Siyah Bir Çığlık İçin Gitar Taksimi

-Can’a-

toplanma

Gördük birden, mavi kreponla boğulmuş ışığı,
duvar kağıtlarının altında kanayan günü
ve tel örgülerin dışına taşan siyah gülü
Gördük ve yürüdük üşüyen ayaklarımızla
sol yanımızdaki karartma lambasından
kapıların tersine açıldığı yere sızan aydınlığa

Şurada birikiyorduk, şuradaki
uçmayı unutmuş iki kirli kuşun tünediği
tv antenlerinin altında
Ve gökyüzüne inanmış romatizmalı iki ağacın
güneşi kesen ağdalı karanlığında

Şurada öğreniyorduk
ezberlenmiş hayatlardan kopya çektiğimizi
Karnı sarkmış bir çakalın çaktığı çitlerin içinde
çiğnenmiş sakızlarla
erken patlayan balonlar yaptığımızı

Şurada bitişiyorduk uzun cumartesilerle
ölü doğmuş pazar sabahlarına
Şurada boğuluyorduk biz
çantalarımızdan sızan
dershane kokularıyla

Şurada çürüyorduk biz,
şurdaki gözaltı odalarında
Terli avuçlarımızla tutunuyorduk
ölü posterlerin apış aralarına
Bir dağın yamacından kayarak
şuradan çıkıyorduk duvarların dışına
Deviriyorduk içimizdeki buğulu camekânları
şurdaki hülyalı kaldırımlara

Şurdaki aynalarda terkettik
annelerimizin rujunu
ve yüzlerimizi çektiğimiz yerde kalan
köpüklü tükrük izini
Şurada düşürdük biz
içimizde gerinip duran gürültüyü
şurdaki holün ölü ışığında
Eksilttik gümüş çerçevenin içini
ve kapının dışında bıraktık
elbeziyle silinen çocuk dudaklarımızı

Biz, şuradan gideceğiz tepeye doğru
şurdaki yeşilliğin kıyısından
Çizgilerin içine girmeden
ve basmadan ayak izlerinize
atlayarak yani,
ezilmiş gelinciklerin üstünden
Biz, şuradan böleceğiz gökyüzünü
şurdaki bulutun kıvrımından
firtına kuşlarının döndüğü yerden tam
ve ayırmadan
hiçbir kuşu kanadından

Nuri Demirci

166262_178618108839216_123575381010156_435842_5929649_n Siyah Bir Çığlık İçin Gitar Taksimi

Üç Tekerlekli Kırık Bisiklet

Üç tekerlekli kırık bisiklet-
Getirip bahçeye,bir kenara attığında onu
Karşı komşunun oğlu,yaz bitiyordu
Uzaktan uzağa direksiyonunu okşar,
Üstünde yolculuğa çıkardım,
Alice’le birlikte harikalar diyarında
Üçüncü sonbaharın başlarında,
Yağmur sildi üstündeki rengi;
Uzun sürmedi, bir takım çay bardağı karşılığında
Eskiciye sattıklarında,
Tutamadım gözyaşlarımı.

İlkokul çantam,kurşunkalemim,boya kitabım
Çocukluğumun birinci dereceden görgü tanıkları,
Dinlenmelerini talep ediyorum Selim!
Yalnız kediler,ölecekleri zaman
Bir iz bırakmadan kaybolurlar
Bir kedi değildi sevgilim!;
Defterin sarı sayfaları arasında
Kurutulmuş çiçeklerden,
Küçük bir bahçe bıraktı arkasında.

Okul önlüğüme,kopuk düğmemi diken ilkokul öğretmenim
En büyük kötülüğü yaptı,anlamadı kalbimi
Tayinini istedi çok uzak bir kente.
Evden kaçıp gecenin bir vakti,
Sokağın sonundaki denize sığındım;
Uzun yolculuklardan yorgun,eski bir gemiyle söyleştim
Kızgın tayfaların,içince,orasına burasına attıkları
Şişelerden fırlayan cam kırıkları,
Besbelli acıtıyordu suyun üstünde zor tuttuğu gövdesini:
Biri bir çakıyla oymuştu kıç kısmına,
Belden aşağısı çıplak bir deniz kızı resmini.
Bir gün,nedenini kimse bilmedi
Suların dibine batırdı kendini.

Arka koltukta,vitrinlere dalan lirik bir çocukla
Islak karanlığa karışıyor aşağılarda,
Her durakta,bu ışıklı ülkeden
Simsiyah bir yalnızlık bulan Beyoğlu tramvayı.
Yukarda,tek tek bütün yıldızlarını yaktı Tanrı baba!
Ben hiç böyle sarhoş olmadım Selim,
Hüzün,sabaha karşı hiç bu kadar yakışmadı yüzüme.
Dinle!..Dinle Selim!ölürsem;-gülme-
Kalbi deniz gören bir kadına gömsünler beni!

Ali Asker Barut

NOT : Şiirde adı geçen Selim,Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanının kahramanıdır!

2012_09_floating-lanterns-603492-475-317 Üç Tekerlekli Kırık Bisiklet

Yer Yok Bana

aklına kuşkonmaz bir yolcuyum
yasak hevesler büyür içimde
sağanaklara tutulur çalarım zamanı
kediler yarışır aşkın atlasında

kuşlar kalkıyor dallarımdan
uzaktan yaralı bir kalple bakıyorum
hangi acıya saracaksan sar yaralarımı
imtina ediyorum hayattan
kuşladım çünkü bütün yuvalarımı

oyalandığım bütün istasyonlarda kalbim oyulur
savurdum kendimi gecenin havzasına
aklımdan kaç kuş havalandı kaç kuş döndü yuvaya
kime ne taşıyorsam kalbimi avuçlarımda

bulsam yalnızlığın biçimini
sever miydim yine de seni
benim avuçlarına sığmayacak bir kalbim var
uzaktan yakın olan herşeyin acısı fazladır

hangi kalp taşıyacak kadar ustadır aşk ağrısını
kentli yalnızlıklardır çoğaldıkça kaybolan
ritminin yarısı senin olsun
bilerek unuttuğum bu şarkının

reddettim bütün kabullerimi
bir kez daha kutsadım kendimi
anladım hiç bir aşta yer yok bana
beklediğim yağmurdan da ümit kalmamıştır

Bayram Balcı

portrait-photography-by-artur-saribekyan-724ctd2mp-305857-475-475 Yer Yok Bana

Serçe Ötüşü

yüzünü rüzgar kokularına sürmelisin
anılarla çoğalan yalnızlık akşamlarına
kuşkulu araba farlarına. sokak fenerlerine
gizlipolisin vuremirli baskınlarına
katli vacip ajanların itiraflarına
ve hatta yoksul işçi evlerinin
perdesiz güneşli camlarına

yüzünü hayatın her yerine sürmelisin

geceleri yüzünün her çizgisinde
darağaçları kurulup
sabahları yıkılır yeniden
umarsız katledilir şiir
bir içimlik aşklar yüzünden
leyleği hep yuvasında görüp
baca temizleyicilerini uçururuz
her göç mevsimi

yalnızlığını tanrıyla paylaşan insanların arasında
nasıl bilebiliriz aşkın yanmamış bir sigara olduğunu
ve bitmeye başladığını yakıldığı anda
günler patlıcan ile kırağı hesabında
yeni kimlikler aramakla geçiyor zaman
bulvarlarda serçe ötüşü tavında

saçlarını denize salan
asırlık salkım söğüdün öyküsünü unut
kaynağına akan ırmaklar gördüm
şehirlerin çukurunda telef olan hayatlar
hiçbir sırrı kalmadı artık yaşadıklarımızın

bütün maskelerimi çöpe attım
çıkardım parmaklarımdan kirli kılıfları
yazdığım şiirleri yaktım
nergis kokularından ve
grev yerlerinde vuralan işçilerin
çocuklarını kanıyorum artık

seni her gördüğümde ellerinde çiçek demetleri
avuçlarının içi yosunlu imge yuvası
ama koparılmış çiçekler mezarlıktır
toprak cesetlerin içine gömülür
aşkın ve kavganın yasası yoktur çünkü
bir de dili

işte hep böyle kocaman bir çocuk olarak kalacağız
kitabaralarında çiçek kurutarak
şiirler de kuruyacak. hayatımız gibi
ve şiir kurularını yakmak isterken
yağmur sonrasının hüznünde küllenecek aşkımız

sahte kimlikle yapılan görüşmeler
esaret tarihimizde bir çayiçimi tadıdır
öyle çok ki gardiyanı hayatın
savcılar. adli tıp raporları
gazeteler ve bilumun yalan
boğuyor yeniyetme günlerimizi

evine yeni eşyalar değil yeni kitaplar al
takvim yapraklarıyla kapla onları
zamana karşı direnen tek şey kitaplardır çünkü
ve ancak bilgi güzelleştirebilir dünyayı

teslimiyet kokularını sürme yanaklarına
aşklar içinde taşısa da yanlızlıklarını. korkma
kendine bile itiraf edemiyorsa insan bazı şeyleri
gün gün ölüyor demektir

her üniversitenin duvarına
dernekçilerin açlık grevlerine
ve her sinema afişine
bir şiir yazılır sanıyordum
pek de güzel yanılıyordum

insanların artık gözleri açık uyuyup
elleriyle düşler gördüğü
şiirin ise yasadışı olduğu
yeraltı günlerinde yaşıyoruz
ve cumartesi eylemlerinde
çoğaltıyoruz kentli çaresizliğimizi

kuşları yemlemeyi ve bir de
faşizme karşı direnmeyi öğrenmeliyiz
tekil kaçışlarla nereye varılabilir ki
karanlığı yüreğinde taşıyorsa insan
acısı elbet kerbela çiçeğidir
bir avuç yürek kanıyla beslenir

yaşamaktan mı yoruldun itiraf et öyleyse
yorgunluğu duymak bile yaşama sevinci değil mi
bırak adımızı anmasın kimse

aslında bitimsiz bir satranç maçıdır ömrümüz
her şah çekilişinde telaşlanıp veziri feda ediyoruz
kendimizle sevişiyoruz sabahlara kadar
afrodit’in büyüsüne kapıldığımızdan beri
freud annemiz froom babamız oldu
unuttuk bir büyük yalnızlık içinde
kendi yalnızlığımızın anlamını

Bayram Balcı

317588_111812195597060_694629298_n Serçe Ötüşü

Eskiler Alıyorum

Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musiki ruhun gıdasıdır
Musikiye bayılıyorum

Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip Musikiler alıyorum.

Bir de rakı şişesinde balık olsam

Orhan Veli Kanık

untitledr Eskiler Alıyorum

Çalı Çit Bahçe

sürdürüyoruz oyunu. ben
karanlık bir dağdan iniyorum
o, dudaklarında mevsimsiz iki gelincik
çıkıp geliyor çalıların ardından

her zaman bir çit aramızda
yürüyoruz şehre doğru

dizlerinin üstünde bir çanta
omuzu yaz hırkalı
hayatın ucuna ilişir gibi
oturuyor bahçe sinemasında

acılannı boyuyor duvardaki kadınla
filmi ellenyle seyrediyor
düşmekten korkar gibi
elimi arıyor karanlıkta

yüzüme bakıyor arada bir
bekler gibi bir okulun dağılmasını
Söylemek istiyorum ona
saçlarımı geriye tarama hakkının
yalnızca onun olduğunu
ve okşanarak uyandırılmak isteyen
o eski çocuğun
hala içimde uyuduğunu

beyaz gemi battı, diyor, dönüş yolunda
olmadı belki de hiçbir zaman
bir sal yaptıydım, hatırla
şenlikli güverteden geriye kalanlarla
temizlenirken kirleri, gördüydün işte su
işlemişti tahtaların içine

takılı kalıyor boğazında
sıyrılan başörtüsünün düğümü
ağlayacak, biliyorum
araladı çünkü yine yüzünü

Nuri Demirci

uzun+yol+meseli Çalı Çit Bahçe


Kan Kalesi

Hayriye Ersöz’e

1

parmak uçlarımda duramıyorum artık
içimdeki balerin kırdı pointini baletinin
kişi ancak kan susunca anlar ya kendini
anladım, aşkı ağrı olanın şehri ücradır
içi derinine anlam kesiğidir insanın

2
bir uzun Trabzon ölüsü şimdi kâlb sevgilim
alt dudağımın kıyısında -gözleri Rum evleri

3
boşluğa sıralanmış basamaklar: bende
duygularda düşme boşluklar: bende
düş düş kalbi kan hecelemek: bende
çık çık cennet-i hece, git git nisyan: sende

git ve hatırlama n’olursun
hatırlayan herkes mağluptur çünkü ya da kün’lâl!

4
Araklı’da doğdum
nüfus ve nifak yoğunluğunu saymazsak
yaşadığım yer doğduğum yer gibi
-tek varlığım şairlikse-
yeryoksu gökyokuş Paris’e gitmek
orda ölmek isterim
Arz/U ve Paul Celan hatrına

5
göz susunca kalp
kalp susunca göz görürmüş
bağışla, hiçbir yerim görmüyor bugünlerde
kalbekemgöz zifiri bir bîzar Hüseyin’im kendime
ben hariç dünyalı doğrusunuz her biriniz, ben ne derim
denizlerinize attığınız taşlar bile seker bana düşer geceleyin
kadınlarım benim, kırılma defterlerim

6
biliyorum, bıçak da bende kın da
ben bıçağı çeksem çeksem kendime çekerim
heyhat! kınım ki kendime kan bardağı dopdolu
her aşkta parmaklarımın ucu kan kırağı‑
göğsümdeki yaranın altı kilometre doğusu
inan inanma, iki yüzü bileyli Sürmene bıçağı

7
hüznüm silme Araklı çarşısı!

Hüseyin Alemdar

kalbin+att%25C4%25B1%25C4%259F%25C4%25B1+anlar Kan Kalesi

Karina

lanetli bir gemiydim
her limanda bir cüzamlı beklerdi beni
başımda bin bir hayalet
sevgilim ölü tekne
kırık omurgasıyla uzanırdı kumsalda
ben ona korsan masalları anlatırdım
o bana yağmalanmış bedenini
üzülürdüm o zaman
üşüyen bir çocuk eliyle
arteneden indirip yelkenimi
çekerdim üstüme
lanetli bir gemiydi
soylu bir dragon gibi
yanımda dünya güzeli filikalar yok
boynumda yağlı halat
sırtımda boş şarap fıçıları
şimdi oturmuşum kayalara
önümden sessizce geçiyor hayat

Salih Mercanoğlu

2012_09_that-s-the-spirit-561045-475-369 Karina