Hayallerim,
Benden uzak düştün.
Sensiz özledim,
Aradım, aradım
Bir kızın göğsünde
Mayışıp uyurken
gördüm.
Kıyamadım uyandırmaya –
gücüm yetmedi.
Af ettim
Seni.
Qalib Bagirov
Şub 23
Şub 23
Şub 23
Sunu-I-II
I
güneşi hiç görmedim penceremde
ne ay doğdu geceme ne bir yıldız
hem sıkış sıkış hem çöl kadar ıssız
beş yıldır bir şeyler soluyor içimde
II
dal olsun diye kuşa uzattımdı kolumu
omuzlarıma kadar ekmek ufaladımdı
yanılıp da bir kez bile konmadı
inip üç adımda bitirdim yolumu
evet üç adımda bir tokat
gibi çarptı yüzüme duvar
dibine çöküp avuçlarımı açtım fakat
hangisine sapsam ne çok yol var
el eli çoğaltmayınca bir yerde
uçurumlaşıyor avuç çizgisi de
tek başıma yürüsem şimdi
barbaros bulvarından beşiktaşa
bir vapura binsem ya da motora
-kaptan dümen kır üsküdara-
düşteki gibi ansısam birden
koyun gibi yatırılıp kazınmış saçımla
ayakkabısızlığım pantolonsuz bacaklarımla
içinizde aykırı bir yaşamın ben
ihbar polis filan. güvertede tutuklanmadan
balığın üstüne martının altına
yarı yolda kaldırıp gövdemi atsam
bulurdum kendimi ayaklarımın dibinde
beş yıldır bir şeyler sürükleniyor içimde
yıllarca mektupsuz kitapsız bırakıldım
bir elimle yazdıklarımı
okudum diğer elimde
beş yıldır beş koca yıldır
bir şeyler kopuyor içimde
Sunu-III-IV
III
şortum ve şıpıdık tokyolarımla gördünüz
beni haydarpaşa hastanesi girişinde beklerken
güneş yanığı teninize renk renk giysilerinize bakarken
uzun zincirlerle bağlı kollarımı süzdünüz
imgeleminiz hemen de devindi
-deli bu deli-
yüzdeki buruşmadan
duymasa da anlıyor insan
biraz kötücül biraz acımaklı baktınız
yüreğimi şaşırdım
dürterek birbirinizi
gizliden fısıldaştınız
sıkıca kavranıp kollarımdan
özenle geçirildim aranızdan
-sizi mi koruyorlardı beni mi bilmem-
çocuklarınızı kaparak
çamurmuşum
gibi sıçradınız iki yanıma
ama soru sorandır çocuk-baba
anne kim neden bu amca…
bir çift dikenli tel yumağıydı gözlerim
ağlayamadığımca ağladım yanıtınıza
IV
gün batınca çocuklar koşuyor erkenden
masallarını dinlemeden derin bir uykuya
bir yunus dalıp çıkıyormuş gibi suya
kalkıyorlar gözlerinde yıldız gülerken
bendim öpen bendim silen
anne diye üşüyen korkularını
ellerimle şafak yangını yıldızları
bendim gözlerine koyup giden
sabah mahmurluğunda bir parça da
anneler beni öpüyorsunuz
bilmeden tadımı taşıyorsunuz
günboyu sıcacık dudaklarınızda
yaslandığınız ağaçta benim sırtım
çiğniyorsunuz sokakta ayak izlerimi
kokladıkça açan güzelim çiçeği
ansıyın bir zaman yakama taktım
geçerken kulaklarınıza uğultular geliyordur
evet siz de vardınız taksim alanında
hepten unuttuğunuza inanmıyorum mutlaka
omzunuzda omzumun sıcaklığı duruyordur
Sunu V-VI
V
duysanız anlasanız bir kez beni
böyle tek başıma geceleri
çığlık çığlığa kalkmazdım
ellerimin arasında kanayan anlımla
çatlak bir duvar gibi bakmazdım
bir elime ateş ötekine barut
çizgi çizgi ben mi kazıdım
değmesin diye bağlasa mıydım
açlık ve ölümle yağarken bulut
gençliğimi kakıp durmayın başıma
bugünden yarına akardım
bir bilseniz neler yaşadım
yüzyıl bebek kalır yanımda
VI
asıldım yüreğinizin kapısına
acıyı sevince bölerim
su gibi yaprak gibi gülerim
çıkmayın dokunmadan bana
bir orman gibi yürüyüp elbet
varacaksınız ortasına yolun
ben yatarım bin müebbet
siz çiçeklene-dallana durun.
Nevzat Çelik

Şub 23
Meşakkatsiz bulmadım seni ey sevgili!
Kaç dünya gezdim, yalın gözlerle
Çırılçıplak bir yaşamın vartalarında
Kaç kez yolum kesildi; kırk haramilerce
Bir bir geçtim sırat köprülerinden
Dağların aman vermez fevklerinden
Sana yelken açtım, bağrımı dindirmeye
Külfetsiz bulmadım seni ey sevgili!
Dört pare sevda coğrafyası
Bir mayın kavşağıydı, bütün kanyonlar
Dicle’nin hatırına ölüm can vermişti
Katran karası gözlerine çekiyordu burada yaşam
Kaç çölün serabından geçti, sınamanın acıları
Susuzluğuma bir gülüşün yeter gibi
Sana geldim yüreğimin susuzluğunu gidermeye
Meşakkatsiz bulmadım seni ey sevgili
Kaç bin savaş mızraklarından zehir yedim
Kaç bin yaram var izlerini silemediğim
Kaç hançer yedim soy kütüğümden
Kaç ölüm, kaç ihanet, kaç isyan, kaç idam
İsimsiz bir çocuğun bakışlarındaki sertlik gibidir
Gelişlerime bakışı makus talihin…
Faili meçhul cinayetlere adım yazılıydı
Kader ve baht kelam ve kalem,
Bizden yana değildi hiçbir tarih
Yılmadan ölümlerden kan alarak
Sürgünlere yol alır tebessüm, gelir yine de can
ve meçhul bir yaşamın failine
Sıkılan kurşun acıtmazdı bu yürüyüşleri
Yara aldım kan vermedi yaşam, aynı gen grubunda değildik
Yarama merhem olacaksın diye
Sana yelken açtım, ey sevgili!
Dündar Sansur
Şub 23
bir su ver, dirileyim kuruyan köklerimde
bir köprü kur çıldıran nehirlerin kalbine
bir kuşun yuvasına götür gökkuşağını
karıncanın kırılan ayağına sar beni
ben ki, toprak altında bir devim, kurtar beni
okunu çek bağrımdan; yandı cânım, bir su ver
ölü bir tenden bile perişânım, bir su ver
ağlıyor ateşimin gölgesinde, Neruda
Aragon mutlu aşkın yokluğunda çilekeş
her yerde tutuşan su istiyor geceden
her çeşmenin başında eşkiya gülümsüyor
bir çiçek at kararan duygular mahşerine
bir fidan dik bağrına onurlu bahçıvanın
damarlarım çatladı; yandı kanım, bir su ver
dirilmek istiyorum a sultanım, bir su ver
gözleri birer birer kayan hücrelerimde
Genç Werther’i yeniden kurşunlayan bir acı
al hançeri eline, kopar bileklerimi
katranlı bir urganda tükensim yalnızlığım
bir ağacın titreyen yaprağına koy beni
bir kez olsun, yaralı bir İstanbul say beni
zehir akıt içeyim a hanedânım, bir su ver
a cellâdım, a kahrım, a zindânım, bir su ver
Nurullah Genç
Şub 23
Kül yağıyor gökten
Neye uzatsam elimi dağılıyor
Bütün eşyalarda ölümün tozu
Aynı anda yakıyor genizleri
Öfkenin ve göz yaşının tuzu
Kimi kanla besleniyor kelimelerin
Kimi kelimeler paslı
Ne kadar kafiyesi varsa hayatın
Hepsi de ölümle cinaslı
Ve ölüm hayatı kuşatalı beri
İki şey yan yana gelişiyor evlerde
Babalar bıçak biliyor
Analar yaslı
İsmail Uyaroğlu
Şub 23
Şub 23
Bağışla piyade
Düşünmeden öylece:
Yürüyoruz her an,
Kızıştığında yer yüzünde bahar.
Yanlış adımla,
Ve kaçışı olmayan, basamaklarda kararsız…
Yalnızca beyaz söğütler,
Gibi beyaz kız kardeşlerin, bakakalır ardından.
İnanma havalara,
Aralıksız yağar yağmurlar.
İnanma piyade,
Söylenir hep, o yüreklendirici şarkılar
İnanma, inanma
Bahçelerde bülbüller çığlık çığlığa
Sürüyor hala, hayatın ölümle hesaplaşması.
Zaman bize öğretiyor:
Devam ediyorsa hayat, açık kalmalı kapılar…
Yoldaşım, dostum.
İşte tamamıyla cazip bir görev sana:
Daima gezeceksin yollarda,
Ve sadece bir şey ayıracak seni uykundan:
Neye yürüyoruz durmadan,
Kızıştığında yeryüzünde bahar?
Nereye yürüyoruz durmadan,
Kızıştığında yeryüzünde bahar?
Bulat Şalvoviç Okucava
Rusça aslından çeviren: Bora Aras
Şub 23
Taha Ayar
Şub 23
Engellenemez bir yakınlaşmadır gece başladığında
Şiire doğru sesim sesime doğru şiir
Tüm kazanımlara rağmen sözde mesafesizliklerin adamı
Bu dört odacıklı maviliğim eğrilmiştir
Fark ettim
Sana verdiğim değeri karşılamıyor bana verdiğin değer
Aksini ispata hangi laboratuar cesaret eder
Çelişkiden doğardı ya hani yepyeni ürünler
Ex oldu, cenin sakıt bu sefer
Rüzgarı arkasına alıp raylarda kayan tren
Bunu bilemedin bunu bilmiyorsun bunu bilemeyeceksin
Hüzne fren umuda fren sevince fren
Haksızlıksa, hakkımdır tüketmek bu zehirli içkiyi
Sanmıyorum yoktur yaşamışlığın bu safran çelişkiyi
En azından son bir şiirdir bana verdiğin
Acıya da şiire de teşekkürler
Bunun içtenliğine inanırım bu adamın da bunun da
Son oyun yarım kaldı çoktan kapandı perdeler
Kabullendim yenilgiyi ama sen bitiktin birader
Müşir Fuat