Uyandırmaya Gücüm Yetmedi

Hayallerim,
Benden uzak düştün.
Sensiz özledim,
Aradım, aradım
Bir kızın göğsünde
Mayışıp uyurken
gördüm.
Kıyamadım uyandırmaya –
gücüm yetmedi.
Af ettim
Seni.

Qalib Bagirov

blogger-image-766479104 Uyandırmaya Gücüm Yetmedi

Sana Saklayacağım Yer

Sen yoksun,
hiç olmayacaksın,
görüntünse hala
gözlerimde.
Başka hiçbir şeyin…
Seni görmek için
Her gün
Yollarını bekliyorum
Bir umut
bulmak için.
Üzerini toz kaplamış
resim misali,
hergün gözlerimi
siliyorum,
gözlerimdeki görüntünü
sana saklayacağım,
sen yoksun diye.

Qalib Bagirov

blogger-image--1085592320 Sana Saklayacağım Yer

Sunu

Sunu-I-II

I
güneşi hiç görmedim penceremde
ne ay doğdu geceme ne bir yıldız
hem sıkış sıkış hem çöl kadar ıssız
beş yıldır bir şeyler soluyor içimde

II
dal olsun diye kuşa uzattımdı kolumu
omuzlarıma kadar ekmek ufaladımdı
yanılıp da bir kez bile konmadı
inip üç adımda bitirdim yolumu

evet üç adımda bir tokat
gibi çarptı yüzüme duvar
dibine çöküp avuçlarımı açtım fakat
hangisine sapsam ne çok yol var

el eli çoğaltmayınca bir yerde
uçurumlaşıyor avuç çizgisi de
tek başıma yürüsem şimdi
barbaros bulvarından beşiktaşa
bir vapura binsem ya da motora
-kaptan dümen kır üsküdara-
düşteki gibi ansısam birden
koyun gibi yatırılıp kazınmış saçımla
ayakkabısızlığım pantolonsuz bacaklarımla
içinizde aykırı bir yaşamın ben
ihbar polis filan. güvertede tutuklanmadan
balığın üstüne martının altına
yarı yolda kaldırıp gövdemi atsam
bulurdum kendimi ayaklarımın dibinde
beş yıldır bir şeyler sürükleniyor içimde

yıllarca mektupsuz kitapsız bırakıldım
bir elimle yazdıklarımı
okudum diğer elimde
beş yıldır beş koca yıldır
bir şeyler kopuyor içimde

Sunu-III-IV

III
şortum ve şıpıdık tokyolarımla gördünüz
beni haydarpaşa hastanesi girişinde beklerken
güneş yanığı teninize renk renk giysilerinize bakarken
uzun zincirlerle bağlı kollarımı süzdünüz

imgeleminiz hemen de devindi
-deli bu deli-
yüzdeki buruşmadan
duymasa da anlıyor insan
biraz kötücül biraz acımaklı baktınız
yüreğimi şaşırdım
dürterek birbirinizi
gizliden fısıldaştınız

sıkıca kavranıp kollarımdan
özenle geçirildim aranızdan
-sizi mi koruyorlardı beni mi bilmem-
çocuklarınızı kaparak
çamurmuşum
gibi sıçradınız iki yanıma
ama soru sorandır çocuk-baba
anne kim neden bu amca…
bir çift dikenli tel yumağıydı gözlerim
ağlayamadığımca ağladım yanıtınıza

IV
gün batınca çocuklar koşuyor erkenden
masallarını dinlemeden derin bir uykuya
bir yunus dalıp çıkıyormuş gibi suya
kalkıyorlar gözlerinde yıldız gülerken

bendim öpen bendim silen
anne diye üşüyen korkularını
ellerimle şafak yangını yıldızları
bendim gözlerine koyup giden

sabah mahmurluğunda bir parça da
anneler beni öpüyorsunuz
bilmeden tadımı taşıyorsunuz
günboyu sıcacık dudaklarınızda

yaslandığınız ağaçta benim sırtım
çiğniyorsunuz sokakta ayak izlerimi
kokladıkça açan güzelim çiçeği
ansıyın bir zaman yakama taktım

geçerken kulaklarınıza uğultular geliyordur
evet siz de vardınız taksim alanında
hepten unuttuğunuza inanmıyorum mutlaka
omzunuzda omzumun sıcaklığı duruyordur

Sunu V-VI

V
duysanız anlasanız bir kez beni
böyle tek başıma geceleri
çığlık çığlığa kalkmazdım
ellerimin arasında kanayan anlımla
çatlak bir duvar gibi bakmazdım

bir elime ateş ötekine barut
çizgi çizgi ben mi kazıdım
değmesin diye bağlasa mıydım
açlık ve ölümle yağarken bulut

gençliğimi kakıp durmayın başıma
bugünden yarına akardım
bir bilseniz neler yaşadım
yüzyıl bebek kalır yanımda

VI
asıldım yüreğinizin kapısına
acıyı sevince bölerim
su gibi yaprak gibi gülerim
çıkmayın dokunmadan bana

bir orman gibi yürüyüp elbet
varacaksınız ortasına yolun
ben yatarım bin müebbet
siz çiçeklene-dallana durun.

Nevzat Çelik

NEVZAT-CELIK Sunu

Ey Sevgili

Meşakkatsiz bulmadım seni ey sevgili!
Kaç dünya gezdim, yalın gözlerle
Çırılçıplak bir yaşamın vartalarında
Kaç kez yolum kesildi; kırk haramilerce
Bir bir geçtim sırat köprülerinden
Dağların aman vermez fevklerinden
Sana yelken açtım, bağrımı dindirmeye
Külfetsiz bulmadım seni ey sevgili!

Dört pare sevda coğrafyası
Bir mayın kavşağıydı, bütün kanyonlar
Dicle’nin hatırına ölüm can vermişti
Katran karası gözlerine çekiyordu burada yaşam
Kaç çölün serabından geçti, sınamanın acıları
Susuzluğuma bir gülüşün yeter gibi
Sana geldim yüreğimin susuzluğunu gidermeye
Meşakkatsiz bulmadım seni ey sevgili

Kaç bin savaş mızraklarından zehir yedim
Kaç bin yaram var izlerini silemediğim
Kaç hançer yedim soy kütüğümden
Kaç ölüm, kaç ihanet, kaç isyan, kaç idam
İsimsiz bir çocuğun bakışlarındaki sertlik gibidir
Gelişlerime bakışı makus talihin…
Faili meçhul cinayetlere adım yazılıydı
Kader ve baht kelam ve kalem,
Bizden yana değildi hiçbir tarih
Yılmadan ölümlerden kan alarak
Sürgünlere yol alır tebessüm, gelir yine de can
ve meçhul bir yaşamın failine
Sıkılan kurşun acıtmazdı bu yürüyüşleri
Yara aldım kan vermedi yaşam, aynı gen grubunda değildik
Yarama merhem olacaksın diye
Sana yelken açtım, ey sevgili!

Dündar Sansur

blogger-image-73685726 Ey Sevgili

Su İsteyişine

bir su ver, dirileyim kuruyan köklerimde
bir köprü kur çıldıran nehirlerin kalbine
bir kuşun yuvasına götür gökkuşağını
karıncanın kırılan ayağına sar beni
ben ki, toprak altında bir devim, kurtar beni
okunu çek bağrımdan; yandı cânım, bir su ver
ölü bir tenden bile perişânım, bir su ver

ağlıyor ateşimin gölgesinde, Neruda
Aragon mutlu aşkın yokluğunda çilekeş
her yerde tutuşan su istiyor geceden
her çeşmenin başında eşkiya gülümsüyor
bir çiçek at kararan duygular mahşerine
bir fidan dik bağrına onurlu bahçıvanın
damarlarım çatladı; yandı kanım, bir su ver
dirilmek istiyorum a sultanım, bir su ver

gözleri birer birer kayan hücrelerimde
Genç Werther’i yeniden kurşunlayan bir acı
al hançeri eline, kopar bileklerimi
katranlı bir urganda tükensim yalnızlığım
bir ağacın titreyen yaprağına koy beni
bir kez olsun, yaralı bir İstanbul say beni
zehir akıt içeyim a hanedânım, bir su ver
a cellâdım, a kahrım, a zindânım, bir su ver

Nurullah Genç

blogger-image--218104301 Su İsteyişine

Ölüm Hayatı Kuşatalı Beri

Kül yağıyor gökten

Kül renginde güneş
İki şey örtüyor kırları
Kül ve leş

Neye uzatsam elimi dağılıyor
Bütün eşyalarda ölümün tozu
Aynı anda yakıyor genizleri
Öfkenin ve göz yaşının tuzu

Kimi kanla besleniyor kelimelerin
Kimi kelimeler paslı
Ne kadar kafiyesi varsa hayatın
Hepsi de ölümle cinaslı

Ve ölüm hayatı kuşatalı beri
İki şey yan yana gelişiyor evlerde
Babalar bıçak biliyor
Analar yaslı

İsmail Uyaroğlu

blogger-image-399383557 Ölüm Hayatı Kuşatalı Beri

Başka

I.

şunlar:
yaramaz uçurtmalar -göğe dadanmış-
gri kitapların kirli bilgileri
kız çocuklarının bize inanılmaz gelen elleri
sonra neler bil bakalım:
kova burcu bir abla -gerçek-
kaybeden ödesin bahisleri
meraklısına ölünç dersleri yazısı

kamburum ve bunlar bana yetebilirdi

balıklarla dertleşmek için bile belki

onun annem oluşu, haylanıp adam oluşu şairin,
bir esrik vakitte tenin kor oluşu
sonra dünyanın ve içindekilerin
beyaz bir defterde -evet-
beyaz bir nokta oluşu
için bile belki
HAYY
nedense bu kapıdan bir kez girmiş gibiyim
kalabalık taşıtların, çılgın seyirlerin
çılgınlık nöbetlerinin arasında birden
nereye baksam telaş
git kendinle kal
git kan
küçükken şarap yapılamayan üzümlerin sahibi
bir gümüş kaşıkla kurcalamıştı kalbimi
beni görmeliydiniz
dişlerimi dayamışken bir pınara
derin mavi müzik berkitirken içimi
sürerken zihnimi satranç tahtası zannedip tunç taşları
nereye nereye nereye
işte bir adam işte bir adam işte bir adam
diyerek işaretliyorum bu resmi -olabilir-
ama asılsız bir habere inanırken görmelisiniz
siz beni
beni siz yağmurun altına saklandığım 
o kümbetli sokakta bulmuştunuz
kazanmak için oynanmayan bir oyuna benzetmekle
savunabilirdim nisanı, oysa nisan
benim için karabasan ve cinler
parmağında olanla olmayanı ayıran
çünkü gece yıldızlarıyla tutuşuyor
ilk ezanı duyuyorum o meraklı müezzin
bense çalışkan kaslarımla abanıyorum iki kişilik tarihime
bir hayalet oturmuş yüreğini döküyor gibi
susmalar beklenmeli bu tarihten
olabilecek güzler için odun toplamalı
baharda çeteler, şenlik ateşleri
heyya! işte gelenin gelişi ve yitirişlerle
dokundu elbisem
ne yapsam yok bir şey sızıyor ağzımdan
usandım korkuyu -bir silah imiş-
taşımaktan sadağımda
II.
biliyorum, şarkı bitti: kuş öldü
kahır dolu bir balkonda indin sen atından
kendim için bense tanımadığım bir odada
yüzüğümdeki yalnızlığı içtim
yenik ama onurlu bir sultan değilim oysa ilerde,
gözlerimi kullanarak baktığım yerde
kamaşan ırmaklar var
yeniden ve en güzelinden: aşk
böyle diyor insanlar, değil oysa dipte,
derinlerde bir koroya yaslıyorum kulağımı:
özlemek
İsmail Kılıçarslan

ismail+kilicarslan Başka


Piyadenin Şarkısı

Bağışla piyade
Düşünmeden öylece:
Yürüyoruz her an,
Kızıştığında yer yüzünde bahar.
Yanlış adımla,
Ve kaçışı olmayan, basamaklarda kararsız…
Yalnızca beyaz söğütler,
Gibi beyaz kız kardeşlerin, bakakalır ardından.

İnanma havalara,
Aralıksız yağar yağmurlar.
İnanma piyade,
Söylenir hep, o yüreklendirici şarkılar
İnanma, inanma
Bahçelerde bülbüller çığlık çığlığa
Sürüyor hala, hayatın ölümle hesaplaşması.

Zaman bize öğretiyor:
Devam ediyorsa hayat, açık kalmalı kapılar…
Yoldaşım, dostum.
İşte tamamıyla cazip bir görev sana:
Daima gezeceksin yollarda,
Ve sadece bir şey ayıracak seni uykundan:
Neye yürüyoruz durmadan,
Kızıştığında yeryüzünde bahar?

Nereye yürüyoruz durmadan,
Kızıştığında yeryüzünde bahar?

Bulat Şalvoviç Okucava
Rusça aslından çeviren: Bora Aras

bir+gecelik+yol Piyadenin Şarkısı

Fatih’e Döktüğüm İçimdir

Sana bir kötü bir de beter haberlerim var fa
Yetmezmiş gibi kızın burcu akrep olması
Bak buna ister inan ister mendilini çıkar hüngür
Sevdiği de olması cabası
Ağırdan alması ondan imiş
Bir düşünsünmüş
Şak diye aklına nasıl gelsinmiş
Nereye dökülür kızılırmak
Israr ettim çayı bitirsin de kalksın için
Yok babam
gözü garsonun papyonunda
Garsonla kaş göz edip kitlettim kapıları
Dedim ulan boşaltın türkiyeyi
Sevgilimle yalnız
Sevgilimle özel konuşacaklarım var
Açmadığım konu kalmadı kıza
Dedim sana erguvani tişörtler beğenirim
Ünaytıd kalırsdan ya da nayktan falan
Dedim konversten ayakkabı alırım sana
Dedim teleferiğe bindiririm seni maçkada
Yok babam
kızın gözü garsonda
Papyonunda mor papyonunda kadife
Sonra sevgili şeytan kap dedi kızı
Sinek kızı al çık hiltonun en tepesine
En aşikar yerine
en civcivli saatinde nişantaşında
Kendini boşluğa bırakmakla tehdit et
Olmadı kızı aşağı atmaya çalış
valla dişli çıktı taze
laflar etti boyundan büyük
neye yalan söyleyim ödüm bokuma karıştı
dedim kızım bak şair sevgilisi olucaksın
sana kasideler dizicem
uyaklı muyaklı mısralar döşeyeceğim
seni allı pullu bir imge yapcam daha ne
allandıracam seni ballandıracam
ı ı billahi yok fa
kızın dediği dedik
papyon da papyon
şeytan da sustu
tık yok şerefsizde
çelişkili konuşuyor
meçhul ve karanlık bir yerden
susuzluğunu gideren bir gül gibi kız
rastgele kapıp şimdi bir çalgı
kendiliksizce kopmuş sen san bir çağla
bana kalırsa
-ki bana kalacak belli-
bir de gözlerinin ağzı aranmalı hin
bakışı ey göğe möğe eşit
gök olmasa da olur ama sen
kaç gök edersin üst üste bil
zorlasak kaç isyan çıkar fikrinden
işte bundan ve bir sürü sudan bahaneden
seni kıskıvrak ele geçirmek gerek
bir çiçekle tehdit etmek gerek
arkam güçlü karanlık elimde koz
sen bulursan kendini
birden
bire
benlen sar
benlen maş
benlen do
benlen laş
gidi gecenin en yarısı bize
mavi tonda görünen peri
ne anasının gözüsün sen sıvış
kırpılı kalsın o en solundaki göz
üstüm başım leş gibi sen koksun
kim korkar o şen kahkahadan o şuh
bu arada şahsen ben korkarım
akrepsi adımlarında zehir
ne yap et bir yol aklımı çel
beni koynuna al nüfusuna geçir
ben allem eder kallem eder
saçlarını sabunlar sırtını keselerim
öyle dilrübasın öyle dil-sitansın
ki gör sana hangi eki getirsem
cuk diye oturur bak
desem ki bir afetsin
desem ki fitne fesatsın
göstere göstere yanlarımdan
içler çekerek geçtiğini tüm elalem biliyor
dedikodumuzla içiyorlar ikindi çaylarını
evde kalmış iktisatçı kızlar
evladına öğüt verirken baba
üşenmiyor bizi örnek vermeye
yeni çiçeklenen erik ağaçları
sonra fistanlarında kıyasıya
böğürtlen ezen gelinler de
bitiyor o iç burkan salnışına
sanki bir su testisi sol da sol omzunda yüklü
altında eziliyorsun sana göz koymuş göklerin
sanki bir limon yaprağı sana hükmedebilir
sanki içimden taze kemiklerine ilişmek geçiyor
sanki kanına girmek için bir bakır sofrasın da
annen sen henüz bir gülken iskenderun’da
gezme derdi her dikenlikte
sen de biliyorsun hadi ordan
ama ağzın sıkı laf çıkmaz senden
biliyorsun ki bahsedilince akar akmaz sulardan
konu dönüp dolaşıp
uzayan da uzayan saçlarına geliyor
saçların ki bu aralar ani bir kararla küt
sensin ey bize dargın kalmayı başaran ahu
sensin ey kıyısında tekneleri kararsız bırakan su
ay ay ay
ey serin yerlerini paylaşmakta cimri
ey ellerini avuçlamak için her zaman daha erken
ey hep bir gören olur yerlerde dolaşan
yaltaklanmamızı nazıyla boşa çıkaran körpe
dibini göster biz de bilelim kuzum
nedir seni böyle sırlandıran renk
seni bir içim su kılan kimya

Taha Ayar

taha+ayar Fatih'e Döktüğüm İçimdir

Gerginlik

Engellenemez bir yakınlaşmadır gece başladığında
Şiire doğru sesim sesime doğru şiir
Tüm kazanımlara rağmen sözde mesafesizliklerin adamı
Bu dört odacıklı maviliğim eğrilmiştir

Fark ettim
Sana verdiğim değeri karşılamıyor bana verdiğin değer
Aksini ispata hangi laboratuar cesaret eder

Çelişkiden doğardı ya hani yepyeni ürünler
Ex oldu, cenin sakıt bu sefer

Rüzgarı arkasına alıp raylarda kayan tren
Bunu bilemedin bunu bilmiyorsun bunu bilemeyeceksin
Hüzne fren umuda fren sevince fren

Haksızlıksa, hakkımdır tüketmek bu zehirli içkiyi
Sanmıyorum yoktur yaşamışlığın bu safran çelişkiyi

En azından son bir şiirdir bana verdiğin
Acıya da şiire de teşekkürler

Bunun içtenliğine inanırım bu adamın da bunun da
Son oyun yarım kaldı çoktan kapandı perdeler
Kabullendim yenilgiyi ama sen bitiktin birader

Müşir Fuat

gerginlik Gerginlik