Yol

Bir gün bile uzak olma gün uzun
Gün uzun anlatamayacağım kadar
Trenler bir yerlerde uyuduğunda
İnsanlar garlarda nasıl beklerse, öyle beklerim seni

Bir saat bile gitme gidersen uykusuzluk
Damla damla birikir o saatte
Ve bir evi arayan bütün duman
Yitik yüreğimi öldürmeye gelir belki de

Kırılmasın kumun üstünde görüntün
Göz kapakların bensiz uçmasın
Bir dakika bile gitme sevdiğim

Bir an bile uzaklaşsan
Dünyayı dolaşırım yalvarmak için sana
Ya dön ya da bırak öleyim diye

Pablo Neruda

blogger-image--429400445 Yol

Son

Bu sözcükleri kanımla yarattım,
Evet, acılarımla yarattım bu sözcükleri!
Anlıyorum sizi dostlar, her şeyi anlıyorum.
Benim olmayan sözcükler girdi araya,
Anlıyorum sizi dostlar!
Havalanmak istiyormuşum gibi
Kuşların kanatları, bütün kanatlar
İmdadıma yetişti,
İşte benim olmayan bu sözcükler
Ruhumun bu karanlık esrikliğini kurtarmaya geldi.
Şafak,
Sıkıntı düğümlerini boğazımda hiç
Bu kadar sıkmadı sanki.
Yine de
Kanımla yarattım, evet, acılarımla
Bu sözcükleri. Yarattım onları!
Neşe için sözcükler yarattım
Alev alev bir taçken yüreğim;
Çivileyen acının sözcüklerini,
Sizi kemiren içgüdüleri,
Tehdit eden atılımları,
Sonsuz istekleri,
Açı kaygıları,
Ak şemsiye çiçekleriyle dolu kırmızı bir toprak gibi
Çiçeklenen ömrümü örten aşk sözcüklerini.
İçimden taşıyorlardı. Hep taşmışlardır.
Çocuk, acım çığlıktır
Ve sevincimdir sessizliğim.
Daha sonra unuttular gözler
Herkesin yüreğinin rüzgarıyla
Süpürülen gözyaşlarını.
Şimdi söyleyin bana dostlar
Nereye saklandığını
Hıçkırıkların bu buruk öfkesinin.
Dostlar, nereye saklandığını sessizliğin,
Hiçbir kulak, hiçbir bakış
Kendisini suçüstü yakalamasın diye.
Sözcükler geldi ve bir şafak gibi
Bastırılamaz yüreğim parçalandı onlar arasında,
Asılarak uçuşlarına,
Sürüklenip, çekilip kahramanca kaçışlarında,
Terkedilmiş ve çılgın ve onlar altında unutulmuş yüreğim
Ölü bir kuş gibi, kanatlarının gölgesinde.

Pablo Neruda

blogger-image--276625682 Son

Ayrılış

Bir son öpüştü rıhtımda
kaldı ardımda.

Akıntıdan yana, denizlere yolun
gidiyorsun

bir kırmızı, bir yeşil ışıktır
uzaklaşır.

Wolfgang Borchert
Çeviren : Behçet Necatigil

blogger-image--254255048 Ayrılış

İncelikle Sevdiler Birbirlerini Uzun Zaman

İncelikle sevdiler birbirlerini uzun zaman
Derin bir tasayla, çılgınca, isyancı bir tutkuyla!
Kaçınıyorlardı itiraftan ve karşılaşmaktan,
Düşman gibi; boştu ve soğuktu konuşmaları da.

Suskun ve gururlu bir acı içinde ayrıldılar,
Bazen ve ancak düşte gördüler yitik sevgiliyi.
Öldüler sonunda, mezar ötesinde buluştular…
Fakat orada da tanımadılar birbirlerini.

Mihail Lermontov
Çeviri : Ataol Behramoğlu

%C4%B0ncelikle+Sevdiler+Birbirlerini+Uzun+Zaman İncelikle Sevdiler Birbirlerini Uzun Zaman

Yarım Kalan Bir Mevsim

Hazal’a
Hangi kente sığınsam
Çarcıradır bütün meydanlar,
Ferman verilir, mahkemeler kurulur
Sorgulanır tenim, kırılır kalem,
Yitirir hükmünü merhamet
Ve ölüm kusar bütün insanlar üstüme…

Hangi limana sığınsam,
Kabarır suları denizlerin.
Korsanlar çevirir dört yanımı
Esir düşerim, düşlerim prangalanır.
Bağı, sökülür bir hayatın…
Boğar beni arsız dalgalar,
Bir tek boğazımda kalır
İnsanların parmak izleri…

Hangi iklime sığınsam,
Dökülür yaprakları akasyaların,
Neşter vurulur bahara
Kan kaybeder gelincikler…
Solar papatya kokusuz kalır tenim
Ve soluksuz kalır mevsimler,
Bir tek uçurum çiçekleri düşer payıma.
Boy verir parelenen bağrımda ölürken hayat
Ve yaşanmamış bir bahar kalır ölürken çocuklar….

Hangi sözcüğe sığınsam,
Yasaklı bir yasa maddesidir adım…
En masum vurgularda bile
Suskundur çığlık, payına zindan biçilir
İllegal bir yaşama sürgün düşer şiir,
Bütün sığınaklar zindana çıkar
Ve sığınak bulunmaz ölmeli şair
Ya yazmamalı hiçbir sözcük aşkı
Ya da ölmeli söz…

Hangi sevgiliye sığınsam,
Afaki gecelerde aydınlık nedir bilmez
Enkaz yığınıdır, viranedir gözleri
Mefkuresi ırak bir düştür dorukları,
Kaf dağının ardında saklıdır yüreği,
Göçebedir umutları, kıl çadırlarda ürkekliği
Kurşunlara hedeftir tebessümü,
Çatlak kaşlarına sinmiştir kederi,
Ulaşılmaz bir ülkedir yurdu…
Mayın döşelidir varılmaz bağrına
Bir hüzün düğümlenir içine ağlar,
Kavuşulmaz tenine, bedeli candır bu aşkın
Taşımaz yürek bu yükü ve elemi
Sevgilinin yitik yurdunda.
Aşkların soy kütüğü hicrandır, firkattir
Ve sevdalar yasaklı bir şiirdir bu coğrafyada…

Hangi dergaha sığınsam,
Linç edilir kutsadığım dualar,
Yakılır kitabeleri aşkın, söz düşmez bana
Zincire vurulur yüreğin ketum dili…
Na-makbul şiire ölümdür fetvalar,
İlticalığım yetim, masumluğum da hor görülür
Bütün kapılar üstüme kapatılır,
Sığmam hiçbir yere sürgün olur ezgim.
Dergahlar kuşatma altında…

Hangi umuda sığınsam,
Döker yapraklarını bir bir,
Solar bütün kardelenler, payıma öksüzlük düşer yine.
Göç eder güneş, meçhul sahillere…
Üşür sırtımda taşıdığım, “adıma zimmetli çile! “
Ve içimde büyütemediğim çocuklara
Bırakacak düşlerim de hançerlenir…
Geride kabuk bağlayan yaram kalır, sökemediğim hayattan
Hiçbir umut değiştirmez bu feleğin çarkını
Dar gelir tenime umut-suzluğun mezarı…

Hangi dağa sığınsam,
Kar düşer şahikasına…
Kaçakçıya, hayduda çıkar adım,
Boy verir alnımda, kan çiçekleri
Yaralanır vadilerinde zıpkınlanan umut…
Dört cihet çıyanlar, yılan başlı süvariler!
Varılmaz doruklarına yorgun düşer vuslat,
Bir cigaralık nefes olur yaşam!
Ve Potansiyel bir suçun tanığı olur bikesliğim…

Hangi geceye sığınsam,
Ayyaşları mahmur ve gafil
Fecrin doğuşunu bekler, yarınlara gebe umut…

Ve hangi şiire sığınsam,
Düşer peşime bozkır atları! …
Bırakmaz peşimi firkatin gölgesi.
Yitirir aşk çocuksu yüreğini…
Kavgasında ihanete yenik düşer bütün imgeler…
Ve yarım kalır sevda, yaşam şiir…
ve mevsim…

Dündar Sansur

blogger-image-1135470570 Yarım Kalan Bir Mevsim

Alınyazısı Saati (İstanbul)

Yeryüzüne ayı indir o
bir şehir olsun
Yaklaştıkça büyüyen
Ayrıntıları setleri bahçeleri
Yumuşak çizgileriyle ortaya çıkan
İşte ben o şehri yaşadım yıllarca
İstanbulda parça parça
Çeşmelerinde ayı yaşadım
Servilerinde ayla
birlik bölündüm
Ayla birlik yaralandım
İstanbul mezarlıklarını aydınlatan ayla
Soludum bölük bölük ahiretin
Keskin çizgili özgürlüğünü
Kanlı canlı özgürlüğünü ay kesmesi
İçtim sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeri
Kutsallığın ballı biberli çilekli çile kevserini
İstanbuldur bu otuz yıl kana kana yaşadığım
Taşlarına adeta resmim işledi
Ben İstanbulda dağıldım zerre zerre
İstanbul damla damla içimde birikti
Mermer tozu gelip gelip içimde oluştu bir şehir
Bu yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki şehirdir
O bir kılıçtır Doğudan Batıya uzanıp
Çin ipeğinden örülmüş şeytan kozasını bölen
Darbeleriyle Batı çeliğini lime lime eden
O Tanrının kılıç halindeki hilali
İslam ruhunun kristalleşmiş heykeli
İçimin sesi rüyamın öfkesi merhametimin şehri
İstanbula gel oruç günleri gez gör ve dinle derinden
Taştaki oymalarını incele bir er gözüyle
Semerkanttan kalkıp gelmiş erlerin gözüyle gör her yeri
Camileri mezarlıkları çeşmeleri ve sebilleri
Git Sümbülefendiye servilerden sor olan biteni
Merkezefendide tüket maddeyi yırt maddeciliğin kefenini
Bağdatta ebedi bağı ruhun ve ilahi hikmetlerin
Şamda son sınırı manevi medeniyetlerin
Kozmik bakış metafizik sezgi
Bağdattan dal, Şamdan yaprak Diyarbekirden çizgi
Hep İstanbulda kırık dökük
Parçalanmış silinmiş sönmüş
Hayaletler gibi kaçmış gizliliklere
Loş boşluklara sığınmış kan rengi bir huzur arzusu
Sabah Karacaahmette öten şafak kırmızısında savaş borusu
Sökün eder her sabah ufkun bir ucundan yeniçeriler
Su şırıltısından gök gürültüsüne değin
Bütün seslere düzen vermiş ebedi mehter
Yok olduysa bu şehir ruhu ruhuma sindi
Ben yaşadıkça o yaşayacak bende
Kimbilir belki o da dirilecek benimle
İslam Milletinin dirilişinde
O yeniden güneşin güneş ayın ay ve dünyanın dünya
İnsanın insan olduğu o günde
Ölümün biliyorum ey İstanbul diriliş içindir
Öyleyse indir ruhunun teslim bayraklarını indir göm toprağa
Doğrul ve kalk ayağa
Kemiklerinle etin arasında
Sonsuz güç topla korku ve muştuyla
Mucize muştusuyla
Yüreğim yırtılıyor çınlıyor ağlıyor yüreğim
Fırtına yaprak yaprak dökülüyor
Gecenin tüyleri savruluyor havaya
Ölümümü kutlayan Arz oğullarıyla
Mübarek toprağın anlamından bile yoksun
Taşın demirin mermerin ve tozun metafizik kadrine bile düşman
Kabus ruhumu çalmak isteyen hırsız
Madde dönüşür binbir şeye ama ruh kaybolmaz
Altın madeni gibi pırıl pırıl kalır ve solmaz

Ve ben kardan geldim ama denizi üstlendim
Denizi yüklendim adeta denizle evlendim
Denizle yaşadım denizle öldüm
Öldükten sonra denizin gözlerini gördüm
Denizden denize yükseldim
Birliğin şarkısını işittim dinledim derinliklerinde
Sedeflerinden yapılmış İstanbul camilerinin taşları
Beyaz güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerin
-Ama gizleyerek saklayarak itiraf etmeyerek-
Bursadan gelen yeşil bu denizi boyadı gökten sonra
Ve trenler şifreli düdükleriyle trajedileri perdelerken
Dönüp bir köşeden ötede kaybolurken
Ben kayalarını denizin ahenkleştirdiği kıyılarda
Gerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında
Ve derken birden karaya sıçradım Ayasofya
Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla
Kayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana
olup biteni
O yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini
Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık
Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık
Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi
Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi
Uçuyorum göklerin kubbesine bir ikram gibi
Gök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi
Kalk ve kavra ruhum bir kadavra gibi solan bu göksel yapıyı
Bir kartal taşırken yere düşmüş
Ve kalakalmış kaldığı yerde
Sonra karanlıklardan çıkan kartallar tünemiş üstüne
Yemişler ötesini berisini
Ey kozmiğin kemirdiği bir kent gibi yükselen yapı
Ey Allaha açılan ve kapanan ulu kapı
Bir at gibi soluyorsun kulelerinle
Deniz öfkenin köpükleriyle benekli
Gel barışın köprüsü ol içimizde dışımızda
Yeniden sularından içelim kana kana
Savaşabilirim bugün bütün dünyayla
Gerekirse
Ruhumuzun susadığı hakikat olan
Evrensel İslam Barışının zaferi için
Aşk için Tanrı hakikati aşkı için
Göğe çıkan İsa yere insin diye
-Fazla çıkardılar göğe-
Gel ey Muhammed ve İsa hakikati
Burada sizi bekleyen bütün bir insanlık var
Bulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar
Kara-düşünce fırtınalarıyla yüklü kurşun levha havaları
Savaşırım doğudan daha doğu
Doğrudan daha doğru olanı bulmak için
Zulme karşı savaşabilirim
İnsan başı yalnız Tanrı önünde eğilecektir
Ebedi hakikat budur
Bunun için savaşırım ben
Bunun için kanım helal olsun
Şehrimin altına özgür Tanrı aşkını yazmak
İstanbulu yeniden Tanrı şehri yapmak
Bunun için savaşırım ben
Servi için savaşırım çınar için savaşırım
Tozlanmamış gün doğuşu için
Yıldızlar geceleri yeniden görünsün diye
Tuz deniz damlasında gülsün
Çam denizle gülüşsün
Su tenimizle barışsın
Ruhumuzla ışısın diye
Savaşçıyım ben atalarım gibi
İstanbul için savaşırım
Bağdatın dervişlik ortağı
Şamın kılıç kardeşi
Olan İstanbul için
Benim güneşimden öteye kimse gidemez
Benim güneşimin üstüne doğmadığı yaşam yaşam değil
“Benim duvarımdan yüksek duvar haraptır”
Gerçek özgürlüktür kölelik değil Tanrıya kulluk
İstanbul olacak yine gerçek özgürlüğün türküsü
Kıyamete kadar söylenecek türkü

Sezai Karakoç

alinyazisi+saati Alınyazısı Saati (İstanbul)

ilham yiter ve solar gül

ilham yiter ve solar gül;
kalp su alan bir sandaldır işte.. ne kadar görkemli de olsa
bir yanardağ olur ten; hüzne ve aşka mütercim..
beni yollara düşmekten alıkoyacak nedir;
bana bir yanardağa dönüşen arzuyu tercüme edecek kim?

Kenan Çağan

blogger-image--1350174703 ilham yiter ve solar gül

Erken Rezervasyon

                               bilinmezliğiyle bildiğim bilinmeze…

kadın ironiyi seviyor, adam incinmeyi
her şeyi ucuza harcıyor kelebek ömürlü zaman
adam kadının gülüşünü üflüyor mumdan kalbinin ateşine
gamzesinin izi hala duruyor gözbebeklerinde

simsiyah bir rüzgâr geçiyor içindeki boşluktan
adam acı dumanı içine gömüyor
çocuksu bir alınganlık okşuyor yanağını
kirpiklerine misafir sitemkâr bir yağmur başlıyor
belleğini saklamak istiyor kadın
susuyor gözleri / sözleri düş’e koyuluyor
fark etmiyor adamı
fark etmeye bile çalışmıyor adamın ıslandığını

adam çoğul halini yaşıyor yalnızlığın
varlığı içinden payına düşen yokluğunu alıyor kadının
dilinde viraneye dönmüş bir hikaye sayıklıyor
düpedüz ahmaklık ve lüzumsuz üzüntülerle dolu
damlalarla boyuyor umudu / bebeğini doyurur gibi
dik bakışlarını öfkesinin üzerine deviriyor kadın
mavi değil, gri değil, siyah değil
sönmüş bir şehir gibi karanlık

kadın baharsız bir tomurcuk
cehennem içinde cennet arıyor adam
yağıyor da yağıyor yağmur / inceden
diz çöküyor yağmura toprağın çatlamış bedeni
diş ağrısı gibi zonkluyor, çekiliyor, af diliyor
ne ay güneş’i özlüyor, ne güneş ay’ı geri istiyor
araya bulutlar giriyor
yüzler paramparça, diller alev saçıyor
olduğu yerde kırılıyor aynalar

görmüyor kimse aralığın kapandığını
mevsimler bile inanmıyor artık yağmurlara
adam halâ şiirdeki gökkuşağında bekliyor kadının dönmesini
kadınsa artık şiirlerde ıslanmayacak kadar gerçekçi

toy bir rezilden öğrendiği edebi kucaklıyor adam
boynu bükük bakıyor kudreti / buğudaki can’a
bıçak keskin, gözler bıçak, ölüm kesin
ve hepsi kadının adında birleşiyor

ölüyor kelamlar menzilinden habersiz / kadın aşk’a namahrem
hâlden anlamayanlarla geçiyor her güz ve her yüz halsiz
elleri telaşlı; iş arıyor, anıları ateşe veriyor, tütün sarıyor
öyle ölümsüz ki kadının elleri, her dokunduğu adam diriliyor

kalbine batan kahırlı bir kıymık gibi yaşıyor içinde kadının gözleri
çürüyen ruhunu kemiren çıyanlar ve beynini yiyen iblisler doğuyor kadının yokluğundan
kadının sessizliği nefretini savuruyor adama
kadının kalbine bağladığı ümidi kesiyor artık adam
erken rezervasyon yaptırıyor kimsesizliğin yurduna

Fulya Codal
 
 
eski-topkapi-otogari- Erken Rezervasyon

Kanat Terzisi

her şeyi
anladılar
sevgilim
seviştiğimiz
yatakta
unutulmuş
bir çift
kanat
bulunca

terzilerine
gidiyor
kentteki
kadınlar
kendilerine
kanat
diktirmek
için
o günden
beri
Akgün Akova

blogger-image--1724066395 Kanat Terzisi

Ben Değilim

Bir akşam-üstü pencerenden bakıyordun
Ağır ağır, yollara inen karanlığa.
Bana benzeyen biri geçti evinin önünden.
Kalbin başladı hızlı hızlı çarpmaya..
O geçen ben değildim.

Bir gece, yatağında uyuyordun..
Uyanıverdin birden, sesiz dünyaya.
Bir rüyanın parçasıydı gözlerini açan,
Ve karanlıklar içindeydi odan…
Seni gören ben değildim.

Ben çok uzaktaydım o zaman,
Gözlerin kavuştu ağlamaya, sebepsiz ağlamaya.
Artık beni düşünmeye başladığından
Bıraktın kendini aşk içinde yaşamaya..
Bunu bilen ben değildim.

Bir kitap okuyordun dalgın..
İçinde insanlar seviyor, ya da ölüyorlardı.
Genç bir adamı öldürdüler romanda.
Korktun, bütün yininle ağlamaya başladın..
O ölen ben değildim..

Özdemir Asaf

blogger-image--148824961 Ben Değilim