Ağırlık

yıllar var ki yün ören
kadınlar kadar geçmişim kendimden
parkeleri küflenmiş bir evin
uçuruma açılan koridorlarında
nefesimi tuta tuta ölüyorum
vaktin ağrılarını içime çekerek

bağışlanmak için çok geç,
bağışlamak içinse erken
iki bayram arasında hayatla yüzleşilmez
kendime sakladığım her masum söz
beni yaralar ilk, yani hiç kimse
daha gerçek değil gölgesinden

bundan böyle hiçliğin hükmü sürecek
neyi anlamaya çalışsam anlamsız
yağmur kirpiktir, deniz kara, çocuk kum saati
bir yerlerde taze bir sabah var
günaydın iyi kuşlar,
gidip o sabahı beklemem gerek.

Tozan Alkan

bagislanmak+icin+cok+gec Ağırlık

Güzel Türkçe Şiiri

Yalnızlıktan bakınca kalbin neye mi benziyor
uykudan yeni kalkmış bir nar ağacına
yalnızlıktan bakınca kalbin yaralı bir nar
tanesi taşıyor hep, hiç durmadan aşka

içe kapanık bir zarf, dışa dönük bir mektup
gibi kalemlerden geldin, kağıtlardan geldin
yırtıcı tende arzu, evvel zamanda tutsak
gizli bir tarih gibi geldin gençken bir vakit

hep bir yerlerden geldin, yazlardan, iklimlerden
çekingen, hırpalanmış; hatıralardan sürgün
gidilmemiş masalar kadar kurak ve kırgın
bir yalnızlıktan bakınca içine harflerin

düştüğü kör kuyudan, geldin, türkçe güzeldir
güzeldir kelimeler, cümleler umrumda değil
gövden umrumda elbet, çocukların yaslandığı
isyanın umrumda değil, yalnızlıktan bakınca

kalbin neye mi benziyor, kalbin belli değil hiç

Tozan Alkan

tozan+alkan Güzel Türkçe Şiiri

Armi, mon ami!

“dostum Armağan Özpeçen’in anısına…”

Yolculuklara çıkacaktık seninle
yanımıza kendimizden de bir şeyler alıp;
üç beş şiir kitabı, üç beş uzun yol hüznü.

geniş bir zaman aralığından
iklimler taşıyacaktık geleceğe
sen sesini salıvermeseydin
sahipsiz bir ordu gibi beşinci kattan.

boşlukta kalbine mi tutunur insan
unutabilir mi adını yarı yolda
öznesi olmayan bir hayata armağan.

seninle yolculuklara çıkacaktık
yanımıza kendimizden bir şeyler alıp;
harita, fotoğraf makinesi, lazım olur diye çakı
kimbilir belki kol saati bir de.

Tozan Alkan

tozan-alkan-siiri Armi, mon ami!

aşk kadar

metal düşlerin cambazıyım
tutunduğum kalp titrerse
düşer, ölürüm…

unutkan yankılarına azalırım
yaşamın, tenime uzak aşklardan
daha da azalırım…

püsküllerine uzanır mor bir aşk
çanağında üşüyen ölümün
ölüm, ölümle savaşıdır şairin
sonuna gelmez
sayfalarına sürer toprağını
açılır menekşeler bahara
hercai yanık bir şarkı olur
sonbahara
ölülerdir işte, ölüme uyananlar
ötesindeyim bugün

vitrin camlarına sürtünen gözleriyle
kaldırımları ayaklandıran
aşk
maziye çalınmış kül yelinde
bölünür, cesedime ulaşamam

uzaklaşır ayaklarım
yuvarlanır güneş, geceye
sabahlarım kadar akşamüstüsün
balkonunda evimin
yine, çatlar komşular
ayrıyız odamızda

aşk kadar minik bir sözcüğüz
aşk kadar çok kalabalığız
aşk kadar… hesabıma yaz
yenisini aşkların…

Maksut Koto

kalp+titrerse aşk kadar

Bir Ada Cıngılı

-kovuğunda, gökyüzünün-

I.

ne zaman kuşlansa içim, için için
darlansa ne zaman

gökyüzü çekiliyor gibi olsa başımın üzerinden
ya da bir şal düşer gibi

hani aşerer gibi ansızın
çilleri çillim çillim bir çileğe
kapı önündeki

şiire giderim, iyi gelir

gün ağarır, şavkır aynamda sır
sarışın bir gül olur hayat
açılır da açılır kat kat koncası
atı şahlanır “hayy!” olur
menzili hakikat içinde rüyya
rüyya içinde hakikat

tekerlerinde şimşekler çakan bir fayton
bir fayton, yazdan ve hazdan
hızla döner köşeyi

II.

şiir! o en dipteki mercan, azur mavisi
ve en güzel yüzü göğün, en süvarisi

kandığım diken, kanadığım gül
susa susa unuttuğum dil, ey!
söve söyleye avuttuğum deli

volkan camı, miho kuşu, yusufçuk
ilk ağzın emdiği ilk süt, yeryüzündeki

dile gel ve dile, kuşların diliyle:
günden, geceden
boşlukta yankılanan
ilk heceden!

ey sonsuzgülü zamanın
ölünce bir şiire versinler ismimi

Perihan Baykal

bir+siire+versinler+ismimi Bir Ada Cıngılı

Düş Beyazı

Kırıldı aşk kabuğu
göz taşında,
uzun bir gece batımı
ortadan ayırdı
kül renkli aşkın saçlarını.
Hüzünlü bir bakış kadar
lacivert hareli
düşen kan taşları.
Sır odası açıldı,
döküldü incileri kuşkunun
dizildiler gerçek ipine
siyahı kanatıp verdim hayata,
boynumda yaşıyor yasemin,
serseri bir meleğin
tüyden dudakları gibi.

Dilek Değerli
Gece Kelebeği

gece+kelebegi Düş Beyazı

Gece Kelebeği Mezarlığı

Özlem, kokuya
deniz, göle dönüşür,
gece kelebekleri mezarlığı yatar
güneşin arka bahçesinde.
Onca akrep akın ederken
bulut çağlayan kalbine,
cesetler akar kan revan
gözbebeklerinin bıçağından.
Kabuklarını sıyırmadan önce
suskun rüzgârın kollarında
giyinir ay ışığı kefenini.
Bir ateş yakar yapraklarından
ziftli yaranın kanını içer gibi
içer gecenin özsuyunu
onu öldüreceğini bile bile
içer azgın geceyi.

İpleri kesik artık uçurtmaların
insan yiyen otlar çıkar
göldeki sandalından.
Ruhu rüzgârın ıslığında bir ney
kalbi ise soluk bir kan-taşı olur.
Balıklar uyanır kırmızıyla
çanların yorulduğu
dağdaki mezarında.
Ağaçlar bir çingene ateşi yakar
ruhunun lacivert şarkısında.
Boğanın sırtındaki Kızılderili
özlem ateşini içe içe
geçer kırmızının yangınından.

Dilek Değerli

gece+kelecegi+mezarligi Gece Kelebeği Mezarlığı

Canlar canını buldum bu canım yağma olsun

Canlar canını buldum bu canım yağma olsun
Assı ziyandan geçtim dükkanım yağma olsun

Ben benliğimden geçtim gözüm hicabın açtım
Dost vaslına eriştim günahım yağma olsun

İkilikten usandım birlik hanına kandım
Derdi şarabın içtim dermanım yağma olsun

Varlık çün sefer kıldı dost andan bize geldi
Viran gönül nur doldu cihanım yağma olsun

Geçtim bitmez sağınçtan usandım yaz u kıştan
Bostanlar başın buldum bostanım yağma olsun

Yunus ne hoş demişsin bal u şeker yemişsin
Ballar balını buldum kovanım yağma olsun

Yunus Emre

canlar+cani Canlar canını buldum bu canım yağma olsun

Yürürtaş

aşk upuzun bir ölüyü gezdiriyordur dışarda
akşam mı değil mi ne önemi var
sabrın o kızıl müziği öter üstünde doğanın
alnına bastırılacak bir parmak-uçluk is için
anlarsın nasıl öyle özenle
tutturulmuştur yokluğa ay
akşamdır bazen ve ayakları suda küçük bir kız
duyularından
artık vazgeçiyordur
adamsız bir damar bulmuştur bir ara yolda
sevmiş emzirmeye durmuş ve sanki iyileşmiştir
o sıra yaşamaktan
dönüş sonralarında hep aynı yokluğa bakan adam
düşünedursun bakalım dünyadan akılda son kalan
bu yuvarlak mı
(dönüş sonralarında
her yerde birden oluşum
içimde bir çıt sesiyle üstümde bir git)
yürümek vardıkça taşlaşıyor kalıbıma
bilmiyorum bugünlerde kimin düşünde ölmüşüm

Erdoğan Kul

olu+bir+ask%C4%B1 Yürürtaş

Aşkın da Köle Çağı Vardır

yükledim mor sümbüller gibi gemilerime
hüzünlerimi
eskittim yıldızları çolpan aramaktan.
-günahtan
bordaları kuzguni siyahtan
çekilmiş çileden yelkenin ilmeği
ibrişim ibrişim
gümüş zülfü örülü
gemilerim.-

dolaştım tam yedi iklim
beş deniz
üç zaman

peşim sıra
bir imparatorluk kalabalığı yalnızlıkla
demirleyip
sığındımsa da boşuna
kurtulmak için acıdan
büyük aşkların koruganına.
-kilitledim kapıları
çözdüm palamarları
ve bir gün o limanda.-

gördüm bir sıcak öpüşün
kiliminden dokunanı
utandım
bağrımda eskiden
çini mürekkepli dövmelerimden
küreledim sevda tavında alazlaşanı
yoksulluğun kavında yanan
bir hallacın yere düşen terinden
ve anladım ki her şey
sevmekle başlar insanı.

Yaktım gemilerimi.

Behçet Aysan

yaktim+gemilerimi Aşkın da Köle Çağı Vardır