Merdivenlerde

Ben o onursuz basamakları inerken
sen kapıdan giriyordun; ilk kez
yüzünü gördüm bir an, sen de beni.
Saklandım hemen görmeyesin diye,
aceleyle geçtin yüzünü gizleyerek
O bayağı eve girdin süzülürcesine
ama bulmamış olmalısın hedonizmi sen de benim gibi.

Sana verebilirdim oysa aradığın aşkı;
bunu yorgun ve kuşkulu gözlerin söylüyordu,
aradığım aşkı verebilirdin bana.
Hissetti ve aradı birbirini bedenlerimiz
anladı bunu kanımız ve tenimiz
Ama ikimiz de saklandık, tedirgin.

Konstantinos Kavafis

merdivenlerde Merdivenlerde

Artık Gidiyorum

Artık gidiyorum,
Beni uğurlayan kardeşlerim,
Hepinize eğilerek ayrılıyorum.
Yalnız sizin son ve nazik sözlerinizi bekliyorum,
Uzun zaman komşuluk ettik ama
verebildiğimden çok aldım.
Şimdi gün ağardı,
karanlık köşemi aydınlatan lamba söndü,
Bir davet geldi ve ben yol için hazırım.
Bu ayrılık gününde bana bol şans dileyin
arkadaşlarım,
Beraberimde ne götüreceğimi sormayın.
Seyahatime boş eller
ve ümid eden bir kalple çıkıyorum…

Rabindranath Tagore
Çeviri: Bülent Ecevit

iste+gidiyorum Artık Gidiyorum

Sonsuz Üç

Dünyada iki erkek var
Her zaman karşıma çıkan
Biri sevdiğim adam
Ötekisi beni seven.

Birisi karanlık gecelerimin
Düşlerinde bile can evimdedir
Öbürü kalbimin önünde bekler
Bekler durur ama açılmaz kapı.

Birinin sadece soluğu yeter
Beni mutluluğa ulaştırmaya
Öteki ömrünü bağışlar bana
Kalkıp geri vermem bir saatini.

Birisi kanımın sıcaklığında
Aşkın öz türküleriyle yaşar
Öbürü can sıkıcı günlerim içinde
Umutsuz koşar.

Her kadın bu ikili yaşamı tadar
Sevilenle seven arasında
Ama bir kez tek kişi olur o iki insan
Yalnız bir kez her yüzyılda !

Tove Ditlevsen

sonsuz+uc Sonsuz Üç

Yalnızlık

Bazen,
evin bir köşesinde kendi başına takılan,
ayağına küçük gelen bir çift terliktir yokluk.
Gözüne çarpar bir an, düşünürsün..
Düşünmekten öteye geçer, alır masanın üzerine koyarsın.
Tozlarını ıslak bezle alırken, ilgisizliğin için özür dilersin.
Kahve fincanının tam önüne koyarsın, kahveni içmek için elini uzatmalarının ve fincanı tutmanın periyodlarında bakarsın onlara.
Sonra konuşmaya başlarsınız ibraz ettiği yoklukla, farkında olmadan.
Sorarsın, cevap beklersin, susar..
Sorarsın, cevap beklersin, susar..
Sorarsın, susar,
sorarsın, susarsın..
Oysa en basitten başlamışsındır sorularına,
basitlik içeriyordur en zor soruların.
Sinirlerin bozulmaya başlar bir süre sonra,
çünkü kahve içilmeyecek kadar kötü değildir.
İkramı red, sinir bozucu olabilir bu gibi ortamlarda, bilinmelidir.

Kızdığını anlar.
Sorar, cevap vermezsin.
Sorar, cevap vermezsin.
Sorar, susarsın..
Bir çift terliği kaale mi alacaksın ?

Düşsel

blogger-image--1595884976 Yalnızlık

Sevmekten

bu gece gözlerinin göğünden
şiirime yıldız yağıyor
kâğıtların beyaz sessizliğinde
kıvılcım ekiyor pençelerim

sıtmalı, divane şiirim
arzuların yarığından mahcup
yeniden yakıyor vücudunu onun
ateşlerin ebedi susuzluğu

evet, sevmenin başlangıcıdır bu
gerçi belirsizdir yolun sonu
ama ben artık düşünmüyorum sonu
sevmektir güzel olan çünkü

karanlıktan sakınmak niye
gece elmas damlalarıyla doludur
geceden geriye kalansa
sarhoş eden leylak kokusudur

ah, bırak kaybolayım sende
benden iz sürerek bulamasın artık kimse izimi
yakıcı ruhun ve nemli ahın
şarkımın gövdesinde essin dursun

ah bırak bu açık pencerenden
rüyaların ipkeleri üzerinde uyuyarak
ışıltılı bir kanatla uçayım
dünyanın hisarlarından geçeyim

hayattan ne istiyorum biliyorsun
ben sen olayım, sen, tepeden tırnağa sen
bin defa gelmek mümkün olsa dünyaya
her defasında sen, her defasında sen

bir denizdir bende saklı olan
ne zaman güç bulacağım saklamaya kendimi
keşke sana bu korkulu tufanı
anlatacak gücüm olsaydı

öyle doluyum ki seninle
çöllerde koşmak
dağa taşa vurmak başımı
gövdemi dalgalara atmak istiyorum

öyle doluyum ki seninle
kendimden döküleceğim toz gibi
bastığın yere baş koyacağım usulca
uçarı gölgene asılıp kalacağım

evet, sevmenin başlangıcıdır bu
gerçi belirsizdir yolun sonu
ama ben artık düşünmüyorum sonu
sevmektir güzel olan çünkü

Furuğ Ferruhzad

Çeviri : Makbule Aras

blogger-image--729609720 Sevmekten

Oyuncak Bebek

Evet, daha fazla
daha fazla sessiz kalınabilir,
ölülerin donuk ve sönük bakışlarıyla
uzun saatler, bir sigaranın dumanına,
renksiz bir çiçeğe, bardağın şekline, halıya,
düş çizgisine, ve bir duvara bakılabilir.

Perdeyi bir kenara iterek görebilirsin sokaktaki hızlı yağan yağmuru;
renkli uçurtmalarıyla duran çocuğu,
ve köhnemiş at arabasının
büyük gürültüsüyle sokağı terk edişini,
ama, olduğun yerde
perdenin kenarında, hem kör, hem sağır
kalabilirsin de.
Bağırabilirsin, yapay, yabancı bir sesle:
‘Seni seviyorum’.

Bir erkeğin kollarında hoş bir kadın olarak
iri, tok memelerinle bir deri safra gibi yayılabilirsin;
veya bir sarhoşun, delinin, serserinin yatağında
aşkı kirletebilirsin.
Bütün sırları küçümseyerek, bir bulmacayı
boş yanıtlarla çözerek sevinebilirsin,
boş yanıt, evet BEŞ veya altı.

Bir ömür, boynu bükük
türbe önünde diz çökerek
tanrıyı görebilirsin meçhul bir mezarda,
küçük bir sikke ile imana gelip
cami avlularında yıpranabilirsin, dua okuyan
yaşlı adam gibi.

Artı, eksi ve çarpma işleminde hep aynı kalabilirsin,
tıpkı sıfır gibi.
Su gibi kendi çukurunda kuruyabilirsin de.

Gülünç vesikalık siyah-beyaz fotoğraf gibi
sandığında gizleyebilirsin güzel bir anını.
Çarmıha gerilmiş, yenilmiş bir mahkûmun
resmini, boş kalmış bir günün çerçevesine
koyabilirsin, veya
camdan gözlerle
dünyaya bakabilirsin,
oyuncak bebekler gibi.
işe yaramaz ellere dokunduğunda,
Boş yere bağırabilirsin :
‘AH ÇOK MUTLUYUM’

Furuğ Ferruhzad
Çeviri : Cavit Mukaddes

blogger-image--1033427516 Oyuncak Bebek
Kurulmuş Bebek
Bunlardan önce, ah, evet
Bunlardan önce sessiz kalınabilirdi
Saatler boyunca
Ölülerin bakışı gibi sabit bir bakışla
Dalınıp kalınabilirdi bir sigaranın dumanında
Dalınıp kalınabilirdi bir fincanın şeklinde
Halıdaki renksiz bir çiçekte
Duvardaki belli belirsiz bir çizgide
Kuru el ayalarıyla
Perde bir tarafa çekilebilirdi ve görülebilirdi
Sokaktaki yağmurun hızla yağdığı
Renkli, küçük uçurtmasıyla bir çocuğun
Ayakta durduğu, bir kemerin altında
Eski bir at arabasının boş meydanı
Aceleyle, hayhuylar arasında terk ettiği
Devamlı aynı yerde kalınabilirdi
Perdenin yanında, ama kör, ama sağır
Bağırılabilirdi
Gayet yabancı bir sesle, gayet yabancı bir sesle
Seni seviyorum
Güçlü bir adamın kollarında
Güzel ve sağlam bir nesne olunabilirdi
Deriden yapılmış sofra gibi bir vücutla
Sert ve iri göğüslerle
Bir sarhoşun, bir delinin, bir berduşun yatağında
Bir aşkın temizliği kirletilebilirdi
Zekâyla aşağılanabilirdi
Hayret verici tüm bulmacalar
Sadece bulmaca çözülebilirdi
Sadece saçma bir cevap bulunarak hoşnut olunabilirdi
Saçma bir cevap, evet, beş veya altı harflik
Bir ömür oturulabilirdi
Öne düşmüş bir başla
Soğuk bir mezarın ayakucunda
Meçhul bir Tanrı görülebilirdi
Zayıf bir inanç birkaç kuruşla bulunabilirdi
Mescidin odaları çürütülebilirdi
Ziyaretname okuyan yaşlı adamın yaptığı gibi
Sıfır misali; toplamadaki, çarpmadaki, çıkarmadaki
Sonuç daima aynı olunabilirdi
Gözlerim kahrının kozasında
Yıpranmış bir ayakkabının renksiz tokası sanılabilirdi
Su gibi kendinin derinliklerinde kurutulabilirdi
Bir anın güzelliği, utançla
Şipşak çekilmiş gülünç bir siyah beyaz bir fotoğraf gibi
Sandığın diplerinde saklanabilirdi
Bir günün boş kalmış çerçevesinde
Bir mahkûm veya bir mağlubun ya da bir idamlığın resmi asılabilirdi
Posterlerle duvardaki çatlaklar kapatılabilirdi
Daha uyduruk resimler katılabilirdi
Böylece kurulmuş bebekler olunabilirdi
Kendi dünyalarının camdan gözleriyle görebilirlerdi
Bezden bir kutuda
Saman doldurulmuş bir bedenle
Senelerce danteller ve pullarla iç içe uyunabilirdi
Her bir elin anlamsız sıkışıyla
Sebepsiz bağırılabilir ve denebilirdi
Ah, çok memnun oldum.
Furuğ Ferruhzad
Çev: Hatice Gülcan Topkaya
Yeniden Doğuştan

Gereksinimin Yenilgisi

bir ateşti ve söndü
yürek senin bağlarından kurtulunca
bir bağdı ve koptu
üzüncün tılsımlı camı kırılınca

sarılayım diye sana geldim
oysa gördüm yapraksız bir dalsın
umudumun gözünde sen
ölümün gülümsemesisin

ah ne denli tatlıdır
mezarının başında senin, ey gereksinimli aşk
dans etmek
ah ne tatlıdır
ey yakan ölümcül öpüş,
senden vazgeçmek

ah ne denli tatlıdır
senden kopup başkasına varmak
kapıyı yürek üzüncüne kapamak
cennet burdadır
yemin olsun tanrıya, bulut gölgesi ve ekin kıyısı burdadır

sen hiç düşünme en iyisi
beni ve harlanan acımı
ben acıdan yakınmam
ben yalazdan yanmam

Furuğ Ferruhzad

blogger-image--1396615042 Gereksinimin Yenilgisi

Gecenin Soğuk Caddelerinde

Pişman değilim
Düşünürken yenilgiyi, o acı yenilgiyi
Çünkü ölüm tepsinin doruğunda
Öptüm yazgımın çarmıhını
Gecenin soğuk caddelerinde
Hep tedirgin ayrılıyor çiftler
Birbirlerinden
Bir tek fısıltı duyuluyor : hoşça kal! Hoşça kal!
Gecenin soğuk caddelerinde

Pişman değilim
Zamanın ötesinde akıp gidiyor benim yüreğim
Yaşam yeniden doğuracak onu
Yeniden yaşatacak beni rüzgârların
Göllerinde yüzen haberci gülü

Bak, görüyor musun
Nasıl çatlıyor tenim
Süt nasıl oluşuyor mavi damarlarında soğuk memelerimin
Nasıl filizlenmeye
Başlıyor kan
O çok sabırlı çizgisinde belimin?

Ben senim
Seven
Ve kendi içinde olan kimse o
Belli belirsiz bir bağlantı buluyor birden
Binlerce garip ve belirsiz şeyle
Koyu isteğiyim ben toprağın
Yeşersin diye uçsuz bozkırlar
Kendine çeken bütün suları

Uzaklardan gelen sesimi dinle benim
Gör beni koyu sisinde sabah dualarının
Ve aynaların dinginliğinde

Bak, gene de nasıl dokunabiliyorum
Kalıntısıyla ellerimin karanlık düşlerin dibine
Nasıl bir dövme yapabiliyorum yüreğime kan lekesi gibi
Suçsuz mutluluklarından yaşamın?

Pişman değilim
Benden konuş ey sevgilim bir başka benle
Gecenin soğuk caddelerinde
Gene aşk dolu gözlerini gördüğün
Benden!
Ve hatırla beni, kederle öperken o
Gözlerinin altındaki çizgileri…

Furuğ Ferruhzad
Farsçadan Çevirenler : Onat Kutlar, Celal Hoşravşahi

blogger-image-1286202637 Gecenin Soğuk Caddelerinde

keder atlası

nilüferler niçin suya eğilir
ve niçin
kavruk otlar gibi
tutuşur
o ilk sevdalar
söyleyin bana
ey kitaplar.

bana söyleyin
kim var
aramızda
biraz ölmeden
bir türkü tutturmuş giden.

ya kırmızı şapkalı
gelincik, senin için
göz açıp kapayıncaya
yiter şu bahar
hemen
ölüm gelir
yükselince sular.

söyleyin bana
ey kitaplar

var mı
kederin atlasında
tarçın kokulu bir şehir
inmemiş olsun damlarına
gözyaşından
yıldızböcekleri
ve tarçın
kokulu
bir aşk
hiç ölmeyen.

Behçet Aysan

blogger-image--1975857896 keder atlası

«Onlara veda etmeme yardım edecek misin, Nikko?»

«Onlara veda etmeme yardım edecek misin, Nikko?»

Nikko hafifçe öksürerek boğazını temizledi. «Bunu nasıl yapabilirim efendim?»

«Kiraz ağaçları arasında benimle yürüyerek. Sessizliğe dayanamadığım anlarda seninle konuşmama izin vererek.»

Son günü kiraz ağaçları altında daha uzun süre kaldılar. Akşama kadar gezinip durdular. Gökyüzünün rengi kararmaya başlayıp yerden esrarengiz bir ışık yükseliyormuş gibi olunca, dökülen çiçekler alttan aydınlatılıyorlarmış gibi bir görünüme büründüler. General sanki kendi kendine konuşuyormuş gibi alçak sesle Nicholai’ye anlatıyordu. «Şansımız varmış, Kiraz çiçeklerinin en güzel olduğu üç günün tadını çıkardık. Çiçeklerin vaat gününde buradaydık. Henüz kusursuzluğa erişmemiş oldukları günde. Kusursuzluk günleri sonra geldi çattı. Bak artık en güzel hallerinde değiller. Doruğu aştılar bile demek ki bugün anılar günü. Üç günün en hüzünlüsü. Ama en zengini. Bir tür sükûn var bugünde. Yok, sükûn değil… rahatlık var. Zaman denen şeyin ne tür bir sihirbaz hilesi olduğunu bir kere daha anlıyorum. Artık altmış altı yaşındayım, Nikko. Senin bulunduğun noktadan ileriye bakıldığında altmış altı yıl çok uzun bir süredir. Senin hayat tecrübenin üç katından fazla. Ama benim bulunduğum noktadan bakıldığı zaman, yani geçmişe doğru bakıldığı zaman, bu altmış altı yıl, tıpkı şu dökülen kiraz çiçeklerine benziyor. Hayatım alelacele çizilmiş, ama vakit yetmediği için ayrıntıları doldurulamamış bir resme benziyor. Vakit. Elli yıl önce… oysa daha dün gibi… gene bu yamaçta babamla birlikte yürüyordum. O zaman henüz kiraz ağaçları yoktu. Daha dün gibi… oysa başka bir yüzyıl. Rus donanmasına karşı zaferimizi kazanmamıza daha on yıl vardı. Büyük savaşta müttefiklerden yana savaşmamıza ise yirmi yıldan çok zaman vardı. Babamın yüzü gözümün önüne geliyor. Anılarımda hep başımı kaldırıp onun yüzüne bakıyorum. Küçük elimi kavrayan elinin ne kadar büyük ve kuvvetli gördüğünü hatırlıyorum. Sanki sinirlerimin de kendi belleği varmış gibi göğsümün ta içinde hissettiğim bir başka anım da… babama onu ne kadar sevdiğimi bir türlü söyleyemeyişim. Bu kadar açık ve dünyasal kelimelerle konuşma âdetinde değildik. Babamın sert fakat hassas profilinin her çizgisi gözümün önünde. Elli yıl. Her biri önemsiz bir sürü şeyle dolu. Asıl önemli olanlar belleğimden yıkılıp gitmiş. Zaman zaman babama acıdığımı hissederdim. Ona kendisini çok sevdiğimi söylemediğim için. Ama aslında kendime acıyordum. Benim söylemeye duyduğum ihtiyaç, onun işitmeye olan ihtiyacından fazlaydı.»

Şibumi

trevanian-sibumi «Onlara veda etmeme yardım edecek misin, Nikko?»