Son Otobüs

Gece yarısı. Son otobüs.
Biletçi kesti bileti.
Beni ne bir kara haber bekliyor evde,
             ne rakı ziyafeti.
Beni ayrılık bekliyor.
Yürüyorum ayrılığa korkusuz
            ve kedersiz.

İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telâşsız, rahat
            seyredebiliyorum artık.
Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği,
           elimi sıkarken sapladığı bıçak.
Nafile, artık kışkırtamıyor beni düşman.
Geçtim putların ormanından
          baltalayarak
          ne de kolay yıkılıyorlardı.
Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri,
         çoğu katkısız çıktı çok şükür.
Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğum vardı,
         ne böylesine hür.

İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telâşsız, rahat
        seyredebiliyorum artık.
Bakınıyorum başımı kaldırıp işten,
karşıma çıkıveriyor geçmişten
bir söz
bir koku
bir el işareti.

Söz dostça
koku güzel,
el eden sevgilim.
Kederlendirmiyor artık beni hâtıraların dâveti.
Hâtıralardan şikâyetçi değilim.
Hiçbir şeyden şikâyetim yok zaten,
yüreğimin durup dinlenmeden
kocaman bir diş gibi ağrımasından bile.

İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Artık ne kibri nâzırın, ne kâtibinin şakşağı.
Tas tas ışık dökünüyorum başımdan aşağı,
güneşe bakabiliyorum gözüm kamaşmadan.
Ve belki, ne yazık,
hattâ en güzel yalan
beni kandıramıyor artık.
Artık söz sarhoş edemiyor beni,
ne başkasınınki, ne kendiminki.

İşte böyle gülüm,
iyice yaklaştı bana ölüm.
Dünya, her zamankinden güzel, dünya.
Dünya, iç çamaşırlarım, elbisemdi,
başladım soyunmağa.
Bir tiren penceresiydim,
bir istasyonum şimdi.
Evin içerisiydim,
           şimdi kapısıyım kilitsiz.
Bir kat daha seviyorum konukları.
Ve sıcak her zamankinden sarı,
kar her zamankinden temiz.

Nazım Hikmet

son+otobus Son Otobüs

Yolculuk

Yolculuk , her zaman düşündüm onu ;
İçimde bu azgın davet ne demek ?
Oraya , neredeyse güneşin sonu,
Uçmak , kayıp gitmek, kaçıp dönmemek.
Atımdan kaydırdı bir el minderi;
Herkes yatağında , ben ayaktayım.
Bir gece , rüyada gördüğüm yeri,
Gözlerim yumulu, aramaktayım.
Beni çağırmakta yabancı dostlar;
Bu doslar ne güzel , dilsiz ve adsız.
Eski evde , şimdi bir başka ev var:
Avlusu karanlık, suları tadsız.
Her akşam , aynı yer, aynı saatta,
Güneşten eşyama düşen bir çubuk;
Yangın varmış gibi , yukarı katta,
Arkamdan gel diyor, sessiz ve çabuk !
Başım artık, onu taşımak ne zor !
Başım , günden güne kayıtsız bana.
Dalında bir yaprak gibi dönüyor,
Acı rüzgârların çektiği yana.

Necip Fazıl Kısakürek

yolculuk Yolculuk

Şahane Serseri

yolumdan çekil yavrum
bağlasalar duramam
demir asa demir çarık dedim
neyleyim!
yolculuk dedim
ağaçlara tünedi yine akşam kargalarla bir
rüzgar kendini yerden yere vuruyor
kırık dökük yıldızlar belirli uzaktan
telsiz mevceleri ardım sıra koşturuyor
anamdan yolcu doğmuşum
yedi dağın yolları kalbimden geçer
salkım salkım mısralar gelir içimden
dudaklarımda yağmur damlaları
alır beni yollar beni alır gider

anamdam yolcu doğmuşum
nehirlerle birlikte denizlere kavuştum
akşam dedim
şu koca dünya dedim
ağlasam dedim
yola bir düşüldü mü ömür boyunca gidilir
ekmeğin ve şarabın peşinden
turnaların peşinden
büyük şehirler büyük aşklar
çığlık çığlığa terkedilir
ben
çocuklar gibi sevdim devler gibi ıstırab çektim
damarlarımda dünyanın bütün rüzgarları
harblere açlıklara yalnızlığıma rağmen
anamdam yolcu doğmuşum
neyleyim
gurbet dedim
vatan dedim
hürriyet dedim.

Attila İlhan

sahane+serseri Şahane Serseri

Şayet Aşk

I

Şayet aşkın tohumu
Düşmüşse gönlüne
Suyunu esirgeme,
Aşkın hakkını yeme
Pişman olursun ömrünce.

Sana gölge verecek dallar
Fışkırır ancak gençlikten,
Büyüt bu fidanı ey genç
Hazır yeşermişken!

Ne demek istediğimi
Ömrünün ortalarında
Ansızın anlarsın
Alkol kana yayılınca

II

Bu arada belli olur
Aşkın ve cinsin tadı.
Bir bir yaşanır halde
Şairlerin yazdıkları.

Belli olur bir şiirin mânâsı
Sanki bizim için söylenmiştir.
Yüzyılların gerisinde
Hülyalarımız yeşerir.

Aşkın şiddetine katlanmak zor gençlikte
Kurbanlar verilir bazı bazı.
Onunla, bir onunla tahammül
İdeal, rüyaların kızı.

Azalınca ihtiyarlık çağlarında
Aşkın ateşi,
Bir sevdâ hatırasıyla ısınmak
Her ihtimale karşı.

III

Bilmem dikkat ettin mi
Ebem kuşakları altında
Uzakların güzelliği
Yaz yağmurundan sonra.

Şayet aşkın rahmeti
Gün olur kesilirse
Altın kemerler gibi
Hatıralar önümüzde.

Hadi ver ellerini
Ufkumdan esen samyellerine
Sabahların serini
Karışsın ellerinle.

Behçet Necatigil

sayet+ask Şayet Aşk

İnanma

Güldümse inanma, bil ki bu gülüş
Güldüğüm sabahın bir rüyasıdır
Dudaklarımdaki acı bükülüş
Veda akşamının sonsuz yasıdır.
Hangi kudret var ki solan ruhuma
Senden sonra yeni bir ışık versin
Söner gün geçince bu hain humma
Ağlar mıyım başka acıyla dersin?
Bir salgın alevsin içimde bugün
Yakmaya en sönmez yerden başladın
Eriyip sönersem ancak büsbütün
Sevmiş diyeceksin beni bu kadın…

Şükûfe Nihal Başar

inanma İnanma

Neme Yetmez

Yakut, mine, zümrüt bana birdir kayalarla;
Bir gül dikeninden kanayan el neme yetmez?
Kâşâne, sedir, sırma, ışık onların olsun;
Bir köhne kitap, bir sarı kandil neme yetmez?
Rûhum ki yanıktır ve şifâsızdır ezelden,
Sarmak dilesem, bir kara mendil neme yetmez?

Dağlar neme yetmez, bağlar neme yetmez?
Bir kuş ki benim derdime ağlar, neme yetmez?
Yanmaz ateşinden deli gönlüm bu diyârın,
Gökten bir alev bağrımı dağlar, neme yetmez?
Kestimse ümîd artık ezelden ve ebetten;
Bir eski rübâb ömrümü bağlar, neme yetmez?

Bir çölde biten dal gibi ıssızsa da rûhum,
Dost âleminin ettiği kem söz neme yetmez?
Vardır anacak bir gün olup ismimi elbet,
Bir servinin altında dolan göz neme yetmez?
Dağlar neme yetmez, bağlar neme yetmez?
Bir kuş ki benim derdime ağlar, neme yetmez?

Şükûfe Nihal Başar

sukufe+nihal+basar Neme Yetmez

Bir Şey Unuttum

Yolum uzundu biraz, kayalıklar çetindi;
Sona yaklaşınca da gün bitti, akşam indi;
Dediler;”Pek boş yere değil verdiğin emek,
     Eriştin demek”

Hazırlık da bir büyük savaş bu yolculukta…
Ne uçurumlar aşmak gerekmiş bir solukta!
Bir cılız su başı da bulsam şimdi tasam yok;
Dayandığım kayaya değemez ateş ve ok!

     Yalnız,
Gönlümde bir acı var, adını bulamadım;
     Kırık bir kanadım!
Bir şey mi kaybettim ne, ellerim bomboş gibi.
Bir yakuttan kadeh ki varlık, çatlamış gibi.

     Ses mi çiçek mi desem;
     Işık mı renk mi desem;
Sanki geçtiğim yolda bir şey unuttum.

Şükûfe Nihal Başar

bir+sey+unuttum Bir Şey Unuttum

Yalnızlığın Sesi

Bir küflü gece. Haydi aldatılalım
kalbim hançerinde uyuyor
bir baraj yıkılmış içimizde.

Ömrümüzdeki yırtık yalnızlık bir cehennem
Bağırsa kenti kusacak, bağırsa
kendi sesinde boğulacak.

Suçumla oturuyorum. Söz ve yazı utandırıldı
güz benden başladı, benimle yarıştırıldı.
Limanlar çürütüldü martılarını beklesin diye
Beni yanıltan
bir köylünün boyadığı başaktı.

İçimde avcılarından kaçan bir karaca sürüsü
dışımda yaşasam da
aldığım gömlek onları da korudu.

Geri dönmedi bir ömür boyu açılan kalbim
kuşlar dönmedi. Bulutlar ve sonbahar değişti ama
aşk eskimedi, beklemek eskimedi
özlemek eskimedi hiç.

O günden beri bir begonya sesi.

Veysel Çolak

yalnizligin+sesi Yalnızlığın Sesi

Ceviz Ağacı

                          H. Fethi Gözler’e

Bir ceviz ağacı tanıyorum çok eskilerden
Onunla biliyorum çocukluğumu.
Daha, kuru kabuk bir kozken
Toprağa ellerimle atmıştım
İçinde dallar saklayan tohumu.

İlkten uzun bir unutuş,
Sonra kar, tipi, yağmur, rüzgâr..
Sonra da pencerelerde gülen aydınlık
İlkbahar.
Derken kabaran toprak, sıcacık bir yaz günü,
İki yeşil yaprak selâmladı

Mavi tablo gökyüzünü..
Ve güneş ve ay ve yıldızlar
Ne kadar güzeldi ne kadar.
Yaprakçıkları taşıyan dallar
Hevesle, aşkla uzadı, boy verdi..
Sevdi yanıbaşındaki fındık ağacını,
O garibe önce kokusunu iletti, nereden gelmişse,
Sonra yapraklarını dokundurarak belli etti
Komşuluk sevincini..

Bu hal içinde çok yazlar, baharlar geçti,
Dost çocukla, dost ceviz
Birlikte büyüdü, gelişti,
Birbirine karıştı düşleri, dilekleri..

Ağırdı havası ceviz ağacının,
Gölgesi koyuydu.
Kokusu bayıltıcı, yeşili acı,
Dalları güçlü, diri,
Ulu ulu sallanırdı boşlukta geceleri..

Kendi üzerine kendisi gerilen bir kanattı sanki
Onu kozken avuçlarında tutan çocuk gibi..
Ama ne görsün ki bir gün
Yol göründü çaresiz can dostuna!
O gün bugündür
Ceviz ağacı hasret ona,
O, hasret ceviz ağacına…

Coşkun Ertepınar

Yunus’tan Bugüne Türk Şiiri / H.Fethi Gözler / İnkılâp Yay. 1981 s.575

ceviz+agaci Ceviz Ağacı

Sevgiliyi Paylaşmak

Remzi ağabey…

Özürle başlayayım. Yıllar oldu. Yazamadım. Arayamadım. Demek sana ulaşabilmek acı olayların yaşanmasını bekliyormuş.

Acı! Çok acı. Önce, geçen yıl eşimi yitirdim. Trafik kazası. Bir ayağım koptu benim de. Ben, o “yanağından kan damlayan, aslan gibi adam”, sakat, ezik, bitkin, bıkkın, huysuz bir haline geldim. “Öleyim ulan” dedim, kendi kendime. Hayattaki tek varlığımı yitirmişim. (Karımı, bacağımı değil! Bacağım umrumda değil!) Çocuk yok, çoluk yok. Dost yok. Aylarca hastanede kaldım. Çalmadı kimse kapımı. “Rüştü, sağ mısın?” demediler. İnsan sevgisiyle dolu, can sevgisiyle yanan yüreğiyle Rüştü’yü yapayalnız koydular. Allahtan birikmiş param vardı. Dükkanı ortağım çalıştırdı. Namuslu adam, hakkımı yemedi ama sevmedi beni, başımı bir gün olsun okşamadı. (Neden kimse başımı okşamıyor, abi? Sevgisizlikten eriyorum. Neden kimse dokunmuyor bana? Bir şeye ihtiyacın var mı diye sormuyor. Kainata ihtiyacım var benim. Cümle mahlukata. Taşa toprağa, güneş ışığına, deniz kokusuna. Senin anlayacağın sevgiye. Sevgiye ağabeyciğim, beni sever, başımı okşar mısın?) Diyeceksin ki eşek kadar adamın saçını okşamak da ne oluyor? İyi oluyor, be ağabeyciğim. Şu zalim dünyayı anlamak mümkün mü?

Bana hayatın gerçeklerinden söz etme. Hepsini iyi bilirim. Küçücük yaşta başladım, oto tamirciliğine. Yıllarca çıraklık yaptım. Bu arada okudum da. Para kazandım. Kendine dükkan açtım.

Allah’ım görüyor. Ben nasıl temiz bir adamım. Veriyor. Güzel bir kız. Karıcığım. Zavallı karıcığım. On yılını verdi bana. Okumuş bir kızdı. Beni eğitti. Ondan çok şey öğrendim. Senin öğrencinmiş. Tanıştırdı seni benimle. Evimize geldin. Seni sevdim. İçki içtik, türküler söyledik. Harbi adamdın. Hoş adamdın. Hep konuştun. Söylediklerinin bir kısmını anladım, çoğunu anlayamadım. Karım anlıyordu. Onunla geceler boyu konuştunuz. Ben uyuyup kalıyordum, masada.

Sonra, sen yittin gittin. Bir kart yollamışsın Rusya’dan. Orada hocalığa başlamışsın. O zaman, “ne matrak hoca” dedim içimden, Rusya’ya gitmiş. Komünist midir nedir, gül gibi vatanı dururken. Her neyse gittin işte. Karım çok üzüldü. Günlerce ağladı. Şaştım kaldım. “Karıdaki hoca aşkına bak!” dedim.

Sonra tutturdu mu, rahmetli, illa çocuğumuz olsun diyerek. Olmuyor ne yapayım. Gittik, baktırdık, kusur bende. Dev gibi adam, kısır.

Karım, sabahlara kadar okuyor, yazıyor, düşünüyor. “Yahu” dedim, “Galiba üşütüyor, bizimki.” Doktora götürdüm. “Ağır bir depresyon geçiriyor” dedi. Çiçeğe bakar gibi baktım ona, ağabeyciğim.

Sonra… Bir gece hadi gezelim dedi. Olmaz, molmaz dedimse de dinletemedim. “İlle de ben süreceğim” dedi. “Sen kemerini bağla.” Bağladım. Baktım yüzüne hafifçe. Sapsarı. Göz çukurları morarmış. Sanki bu dünyanın insanı değil. “Aman, Süheyla dikkatli sür” diyecek oldum. Zehir gibi gülümsedi. Sustu. Sonra… Girdi bir TIR’ın altına. Bitti her şey.

Uzatmayayım, uzun süre hastanede yattıktan sonra çıktım. Kimi kimsesi yoktu rahmetlinin. Eşyalarını toplayıp, bir fakire vereyim dedim. Benim okuyamadığım bir yığın kitabı vardı. Birinin içinden dört beş mektup düştü. Yırtıp atacaktım ki merak ettim. Açtım.

Senin el yazın. Uzun uzun yazmışsın. Önce, benim anlamadığım tartışmalar. Sandım. Değil. Bir aşk mektubu. Karıma yazmışsın. Ne güzel sözler öyle be Remzi abi! Karımı ne güzel anlatmışsın. Ağladım hüngür hüngür. Çok duygulu bir adammışsın, ince biri. Karımla da yatmışsın. Önce kızdım, ama geçti sonra. Seni kıskanmadım. Zaten masada hep dikkat ederdim, birbirinizle sevişir gibi konuşurdunuz. İnsan nasıl karısını doktorundan kıskanmazsa, senden de hiç kıskanmadım. Yatmanız yanlış. Ama olmuş bir kere. Güzel olmuştur, sanıyorum.

Öteki zarfları da açtım tek tek. Biri kopya kağıdıyla yazılmış mektuptu. Karım size yazmıştı. Sizi çok sevdiğini, sizsiz yapamayacağını söylüyordu. Tarihine baktım. O tarihten bir süre sonra siz Rusya’ya gitmişsiniz (kaçmıştınız!). Bir şeyi anlayamadım. Mektubun son satırıydı, şöyle diyordu: “Sizi de seviyorum.” Şimdi soruyorum, ağabeyciğim, burada “de” ne demek oluyor? Daha kaç kişiyi seviyordu Süheyla? Yoksa bir sizi, bir de beni mi? Galiba ikincisi doğru. Bu sözü öyle anladım. Bir sevindim, bir sevindim ki sorma. Süheyla beni seviyordu, demek. Söylerdi de rahmetli sağlığında, “Ey, koca adam, seni seviyorum” derdi. Doğruydu. Severdi. Ben hiç sevilmez miyim be ağabeyciğim?

Düşünüyorum da, Süheyla ölmeseydi, seninle paylaşabilir miydik onu? Evimize gelip, tartışmalarınızı sürdürseydiniz, mesela? Ben anlasaydım, aranızdaki ilişkiyi, anlamıyor gibi yapsaydım. Yapabilir miydim? Sen yapamadın. Kaçtın, gittin.

Güzel ağabeyim, dön gel artık. Oturup, onu hayırla analım. Güzelliğinden söz edelim. Ben ut çalarım sana. Şarkı söylerim. Demleniriz.

Mektubu Dolmabahçe camiinin yanındaki açıklıktan yazıyorum. Arabamı deniz kıyısına park ettim. Sabahın altısında. Yanımda yeni sevgilim var. Güzel, iyi bir kız. Bana baktı, garip, hastanede. Hemşiredir. Sıcak kalpli. Yoksul. Süheyla’ya benzemiyor, ama olsun. Zaten kim ona benzeyebilir ki?

Arabayı park ettim. Sevgilime büfeden sahlep söyledim. Kendime bir çay alıp, kıyıdaki taburelere oturup yazıyorum sana. Adresini, senin de öğrencin olan Süheyla’nın bir arkadaşından (Zehra!) aldım. Umarım, yerine ulaşır.

Oralardan evlen de gel. Bizim gibilere yalnızlık yakışmaz. Sevgilerimizle, yalnız kalmayı biliriz çünkü. Bu laf benim değil, tahmin edersin. Süheyla söylemişti, galiba seninmiş.

Öperim, aslan ağabeyciğim, adresim aşağıdadır.

Can arkadaşın Rüştü Deniz.

(Okura not: Bu yazıyı 17 Kasım 1995 günü, saat 5.30’da yazmaya başladım. Taksim’den Dolmabahçe’ye inen yolda, boğazın karşı tepelerinde güneş doğuyordu. Oracığa çöküp, tuhaftır, hüngür hüngür ağladım. Kıyıya indim. Taburelerden birine oturup, kendime bir çay söyledim. Yazmayı sürdürdüm. Yazı bitince ağladığımı unutmuşum. Boğazdan yüzüme vuran lodosun bir oyunu olsa gerekti, gözlerimdeki ıslaklık…)

Ahmet İnam

sevgiliyi+paylasmak Sevgiliyi Paylaşmak