Karakavak (1)

Kıyıda tahammülfersa çay bahçeleri,
Sıcak ve güneşte parlayan semaverler
Bu olmayacak..böyle gitmeyecek bu
Çoraklaştı bayırlar, çoraklaştı her yer
Ancak hatırlar gibiyim çiçekleri….
Bu uğultudan nasıl ayrılır kederim?
Savrulurken tipi kent üzerinde kışın,
Keder de savrulsaydı ya..Hayır bilirim onu, kalır
Savrulmaz bilirim beni kül eder keder
Uzakta çay bahçeleri yerde çerçöp
Gittiğimin farkında olsaydı eğer,
Yeterdi bana, beklemiyordum özlenmeyi

Ne kanıt istiyorum şimdi ne bir yorum
Derin bir keder şimdi sadece duyduğum
Unutulmuş tren istasyonlarında ağaçlara
Benzemek degildi hiç dileğim…..
Mahzun saksağanların konuk olduğu,
Bir karakavağım şimdi,
Kentte tahammülfersa çay bahçeleri,
Oturmuş denize bakan insanlar…..
Burda Unutulmuş bir Sultan Aziz İstasyonu,
Ben, demiryolu yanında bir karakavak
Nergis ve lale tarlalarına hayli uzak.

Antalya 2001

Hüsrev Hatemi

blogger-image-1691855822 Karakavak (1)

Aradan Çıksın Diye

Yas tutan söyleyin başka ne tutsun
Son kullanma tarihi geçmişken mecalimin
Üstüme, iki beden dar gelir ölülerin elbisesi
Ne zaman kalsam kendime hep
Yanlış kuşlar uçar çocukluğumun üstünden
Eski bir yetimden esinlenen çocukluğumun

Şimdi ne anlatsam size tuhaf kaçar, susayım
Mahrumdu meleklerden geceleri konduğum pencere kenarları
Sapanla çocuk vuruyordu bahçemizdeki kuşlar
Meydana saklanmış adamlar geçmişiyle korkuturdu beni
Aklımı bu yüzden yitirdim
Özenle kırılırken kalbim… kefilim yok
Aradan çıksın dedim bu yüzden yaşıyorum

Nereye gitsem yakışmadım beni kim aklayacak
Ne büyük bir yanılgıyım bu şehrin ortasında
Kendimi gammazladım yoksa çıldıracaktım

Şimdi, mübaşirler bağırsın diye adımı ortalıkta
Yaraladım, gövdemdeki telaşa uymayan gençliğimi
Son hamle bana düştü
Koltuğunda büyük bir kibirle oturan hakime
Açıkça teklif ettiğim rüşvetten sıyırdım
Verdiğim bahşişi kabul etmezken beni mahşere uyandıran melekler

Bülent Parlak

bulent+parlak Aradan Çıksın Diye

Söylemeyeceğim Adını

1
Geriye kalan zamanını yaşamak için
Derin ışığın kırılmış gecesine indin
Bir ölüye geç kalmış çelengi süsleyen
Karanfil mesafesiydi ruhun

Işıkların sessizliğinde alev almasını bekledim
Yüzünün,
cansız düşen gözlerinin
Kanatlarında aradım gölgeyi,
Gizlemek ürkek gözlerimi

Seni yaşamak için öğrendim ölümü ve
Adını öğrenmek için
Gecenin yaşlanmasını bekledim.

Karanlığın dilini konuşan,
Işığın su yürümesiyle ulaştım sana
Adını öğrendim?
Öğrendim
Ve karanfil mesafesini yürüdüm.

2
İçimi daraltan o büyük boşluktur
Vazonun eskimiş suyunda biriken sinek ölüleri,
Canımı acıtan tenha odadır.
Yenilgidir gece, bulutların doruğunda bocalayan,
Karanlık teranesinde yenilgimdir.
Geç çok geç
Biliyorum!
Kurtaramaz artık hiç bir şeyi;
Çok geç
Çok?

Bu hiçliğin tedirginliğidir
Seni bana sunan.

İşte bekle dediğin sokaktayım
Islak bir külün büyüsünü bozmadan
             Yeşil gözlerinden bakıyorum
             Ve görmüyorum gideceğim yeri

Kendi dilinde söyle- diyorum:
Zaman bir kehribardır elinde- diyorsun:
İki taşın arasını yırtıp tene dokunan akrep- diyorum:
Tanıdık olduğum bu gecelerin devrim acısı- diyorsun:
Görünür değildir bulanık düşlerle geçilen sokaklar
Pıhtılaşmış geceden bir su gibi sızıyoruz odaya

-İyileşmez yara-karanlık yaşamın akıntısından çekemiyorum seni
-Gittiğim yoldan aynı gece- diyorsun. Adsız çamur gibi duran
Yatağa batıyorsun. Aynıdır suyun dibinde duran yüzün
Suretiyle aynadaki.

Ve karanfil mesafesini kat ettim.

Elimdeki kehribara bakıyorum
Su oluyorum zamanla
Islak tenin doruğuna ulaşıyorum
Karanlık teranesinin uyumundan ellerimi
çözüyorsun
Çoğalarak dibine vuruyorum.
Çözülmelerin yitik izlerini bırakıyoruz havluya
Anılar- diyorsun.
“Ah! Bize sonsuz biçimler veren”- diyorum.
Ve karanfil mesafesini kat ettim.

3
Sonunda çıkıp gittin.
Gözlerim peşinden yeni bir mezar taşımı
Okumaya gidiyor.

Birileri soracak biliyorum
Bu saralı günün sonunda
Cesediniz hangi çiçek koksun-anı olmasını
                                            bekleyeceğim-
Bir giz gibi tükenecek kehribar avucumda
Söylemeyeceğim.

Metin Fındıkçı
metin+findikci Söylemeyeceğim Adını
“İnsanın genç yaşta ayağı tökezleyip boşluğa yuvarlanırsa; hüzünlü bir hayat tamamlar zamanını. Aşkın ve sevdalandığım şiirin son durağında inene dek, belki bu tamamlanacak zamanın hüznüne yardımcı olmak düşecek bana. Ben buna çok sevdiğim denizin üstünde gezmek derim: Dirençli, barışçıl ve sessizliğe fısıldayarak. Çünkü, sessizliğe her fısıldadığımda ayrı bir tat alıyorum. Hayat içimde coşuyor. Bu yüzden diyorum:
Aşksız ve şiirsiz asla!”

Metin Fındıkçı’nın Kıssası

Evvel Zaman Kadınları Baladı

Diyin bana nerde hangi diyarda
Flora, o güzel Romalı şimdi?
Thaïs nerde, nerde Archipiada,
Birbirinin emmi mızı mı, kimdi?
Çayda, gölde bir ses olduğu demde
Dile gelen Echo hangi âlemde?
Güzelliği yoktu benî âlemde,
Ama nerde bıldır yağan kar şimdi?

Acep o bilgiç Héloïs nerde
Âşıklık var, Pierre Esbaillart, serde
Uğrunda katlandı bütün bu derde,
Hadım oldu, tuttu abalar giydi.
Keza nerde o kraliçe, hani.
Buyurdu kim koyup çuvala anı
Seine nehrine atın şu Buridan`ı?
Ama nerde bıldır yağan kar şimdi!

Nerdesin sütten ak kraliçemiz
Bülbül gibi şakır, söyleşirdiniz?
Koca ayaklı Berthe, Bietris, Allis,
Ya Haremburg Maine iline hâkimdi?
Nerde Jehanne, gönlü saf Loraine`li kız,
Ruan`da yakmıştı anı İngiliz?
Nerdedir acep Meryem anamız?
Ama nerde bıldır yağan kar şimdi!

Armağan
Hey sultanım sorma bu yıl, bu hafta,
Nerde diye bulamazsın etrafta.
Gönlünde yer verme bu nakarata:
Ama nerde bıldır yağan kar şimdi!

François Villon
Çeviri: Sabri Esat Siyavuşgil

nerde+bildir+ya%C4%9Fan+kar+simdi Evvel Zaman Kadınları Baladı

Ölüm

Bu yokluk yedi bitirdi bizi
Ağlayıp sızladık yürekten:
“Adam sende… deyip geçmeli
Ne bulduk sanki inlemekten
Ne sen varlıklı ne de ben,
Çul giyinip ömür sürümek
Hoş değil mi o beylerden?”

Neler göçtü şu dünyadan,
Ne uslusu kaldı ne delisi,
Göçüp gitmişler tümü buradan
Çoluğu çocuğu, alisi velisi
En güzeli, dekoltelisi.
Dulu, zengini ayırmaksızın,
Şıkını, orta hallisini
Ölüm gelir bulur ansızın.

İster Paris olsun, ister Hèléne,
Acıdır acı ölümün kancası.
Son demde soluğundur kesilen
Yüreğine acılar dolası
Tanrı bilir terden yanası
Lokman Hekim bulamaz çare
Artık ne kardaş kavgası
Düşecek herkes başı derdine.

Bir burnumuzdu ezilmeyen,
Ölüm okudu canımıza,
Şimdi ne can kalır, ne ten
Ölüm dayandı kapımıza,
Bir kez yazılmış alnımıza,
Kız da kadın da yalan bütün
Ölüm almış gemiyi azıya
Ölüp gideceğiz bir gün

François Villon
Çeviren : Abdullah Rıza Ergüven

Fran%C3%A7ois+Villon Ölüm

Ballade

Vaktidir artık ey Eldivenci güzeli
Ben ki öğrenciyken tanırım sizi,
Sonra siz o Ak Eskici güzeli siz,
Artık göstermelisiniz kendinizi,
Gelin alın sağlı sollu yerinizi;
Hor bakmayın erkeklere n`olursunuz,
Kocadınız mı ha var ha yok gibisiniz,
Artık kalp bir mangıra dönüyorsunuz.

Ya siz Sosisçi kız güzeller güzeli
Siz ki oyun için yaratılmıştınız,
Sonra Guillemette Halıcı güzeli siz,
Ustanıza surat asayım demeyiniz:
Yüz çevirir sonra sizden bakarsınız;
Ah bir kocadınız mı biliyor musunuz,
İhtiyar bir papazın yanıdır yeriniz
Artık kalp bir mangıra dönüyorsunuz.

Ya siz Jeanneton ey Şapkacı güzeli,
Bir gün yalnızlıktır bekliyen sizi;
Sonra Catherine, güzel Borsacı kız,
Yabana atmayınız erkekleri sakın;
Güzelken bir o zaman varsınız bakın
Sonra artık gülüp geçerler yalnız.
Kocadınız mı sevgisiz kalıyorsunuz
Artık kalp bir mangıra dönüyorsunuz.

Sunu

Gelin, toplanın siz ey güzeller güzeli
Niçin sızlanıyorum biliyor musunuz:
Gün gelip yitirince gençliğinizi
Artık kalp bir mangıra dönüyorsunuz.

François Villon
Çeviri: İlhan Berk

561386_10150687371693575_202036668574_9472628_1988852184_n Ballade

Avcı

Kalbim, bu sessiz sonbaharda
Bugünkü atlaslara inanma sakın
Düz bir tepsidir dünya
Yolun sonuna ulaştın artık
Güzel bir durum kıyısındasın.

Bir kırmızı fenersin bir hayli dokunaklı
Uzayan kar tipisi altında
Kalbim, dağların kaybolmuş senin
Kurtlar falan inmiştir bembeyaz ovalara
Bir ağlayışı sustuğun belli
Şarkılarını söylerken

Kalbim, göller bölgesindesin
Ne olur gölgeli yollardan yürü
Başında bir şapka güneşten sakın
Gözlerinden okuyorum acını
Bir aile yangınında testilerin kırılmış
Kavrulmuş gitmiş sanki çocukların

Kalbim benden hatırlısın bilgeler arasında
Avcısın, çünkü bir orman içindesin
Sulardan içiyorsun, meyvelerden yiyorsun
Tırmanmak istiyorsun bir tepe daha
Güleçsin nedense bir çocuk gibi
Köpeğine gençliğini anlatıyorsun

Güneş bir portakal çığlığıyla battı
Tutukluk yapıyor kırma tüfeğin
Derme çatma kulübenden uzaksın
Kalbim bir telgraf çek kendi kendine
Seni bekliyor son yolculuğun
Tenha bir istasyonda

İlk karakola teslim ol ya da
Köpeği bir dostuna emanet bırak
Ormanda bir köşeye göm fişeklerini
Anıları bir müzeye gönder istersen
Bunca yıl yaşadın yakalanmadın
Güzel suçlar işledin bir tarih oldun artık
Eğer bana sorulacak olursa.

Her hüznü her sevgiyi ayakta alkışladın
Gül kökünden bir pipo
Bir yasemin ağızlık
Yadigar kalsın bezirganbaşı
Tüm avcılara yadigâr kalsın.

Ergin Günçe

431281_10150580409813575_202036668574_9119395_1223971945_n Avcı

İnce L, Lalena

Eski sular,
silahsız akşamlar, erken vurulmalar
sığırcıklar ötüyor bir yerlerde
gün düşüyor çılgın bir portakal gibi
bir yolculuk defterinin içine
tundraların gizlediği izlerden
Bak yine eşiğine geldim
İnce L, Lalena
izin ver inine sokulayım bu gece
Bak safkan geldim gittiğim uzaklardan
Yaşadıklarım işlememiş hiçbir yerime

şuracıkta kıvrılayım, teninin tarçın gökleri altında temiz bir çarşaf
ser; beyaz, yumuşak bir yastık rüya istemem sobanın üzerinde
kaynayan çaydanlığın huzurundan başka köşedeki mindere otur
eski günlerdeki gibi, usul sesle bir şeyler anlat bana, bana bir
şeyler söyle
herşey eskisi gibi olsun
ben hiç gitmemiş olayım
sen evlenmemiş ol, ölmemiş ol Lalena

İnmem gerektiği söylenen düşlerden
indiğim gecelerde
kaç kez sardın yaralı bedenimi
kaç kez yeniledin
ertesi gün sokaklarına kendimi bulurdum başka terkilerde
derdim yaşam
elimden kaçmamış daha
uyardım kurallarına, kısık ışıklarına
senin koyduğun bütün sessizliğin
bilirdim kelimelerle bile paylaşılamayacak
kadar derinde
“Lalena”yı dinlerken sokulgan bir kedi
gibi bırakırdın kendini
beni bile unutarak benim göğsümde
neyi sevsem
kime dokunsam
saçların akıyor yıllardır parmaklarımın arasından
ben kendime ne yaptım, sana ne yaptım Lalena?
hatırlıyor musun
ne aptalca şeylere güler
sonra mutluluktan ağlardık sevişirken
aşkın ve birbirimizin derin kucağında
San Fransisco’ya giderken olmasa da
Doors dinlerken bir çiçek takardın saçlarına
Nasıl dönerdik ortancalar vadisinden
daha silah sesleri gelmezken hüzünlü tepelerinden
daha başkalarına kıymanın bilgisi
bulaşmamışken parmak izlerime
nasıl kaygısızdık ve nasıl farkında bile değildik
içinden geçtiğimiz zamanın
masum şehvetini
kendimizden ayırt edemezken

hem zayıf, hem korkak, hem maço
korurum kendimi sanır kaçtığı uzaklarda
hiçbir şey vurma yüzüme, hiçbir şey söyleme
eksileceğim kadar eksildim
dönüşün yollarında buraya gelirken
geriye pek bir şey kalmamış
aşkın bütün imkanlarını sende tüketmişim ben

yol bitiyor işte, bir kaç adım kaldı eşiğine varmaya
şimdi herkes Doors dinliyor yeniden
seninse saçlarındaki çiçek duruyor mu hala
Orada mısın?
Bu şiiri okuyor musun?
İnce L duruyor mu şarkının kaldığımız yerinde?
Orada ol
Evlenmemiş ol Ölmemiş ol
Hiçbir şey olmamış olsun sana
n’olur n’olur n’olur Lalena

Murathan Mungan

Screen_Shot_2012-05-14_at_1.54.37_PM İnce L, Lalena

Yolda…

Hayatı, parçalı algılamaya alışmışız. Olayları ve zamanı bölerek algılıyoruz. Bu bağlantı kopukluğu ümitsizliği beraberinde getiriyor. Geleceğin kaygıları “şimdi”nin üzerine biniyor, sonra o ikisi geçmişi “an”dan koparıp insanı bir hücreye kapatıyor. “Geçmiş için bir şey yapılamaz. Şimdiki an, geleceğin felaketlerini önlemek için feda edilmelidir” kanısı buradan geliyor.

Yani elimizde olan iki şeyi, geçmişi yanlış hatırlayarak, şimdi’yi ise geleceğin korkutucu beklentilerine kurban ederek etkisizleştiriyoruz.

Mesela ölüm… Yitirdiğimiz sevdiklerimiz… Ayrılıklar sonra… Artık bizden uzak olanlar, bizim uzaklaştıklarımız. Hep o son anda donar yaşadıklarımız. Anılar hep o son yaşanan kırılmaya dair olur.

Hayatlarının sonbaharında aşkı yakalamış bir çiftin hikâyesini anlatan o filmi hatırlıyorum. Her şey rüya gibi yaşanırken, kadın kanser olmuştu. Ölümün yakın olduğunu ikisi de biliyordu. Adam tüm soğukkanlılığına rağmen yıkılmıştı. Amerikalı kadının o hep görmeyi arzu ettiği saklı vadiye gittiler. Yağmur bastırdı. Yeşil çayırların arasında, büyüleyici bir doğanın kucağında, ölümün hemen yanlarında olduğunu bilen birbirine âşık iki insan. Erkek çok üzgün. Kadın ise çok daha bilgeydi. Çoğunluk öyle olmaz mı zaten?

Bir kulübeye sığındılar. Kadın ağlayan yaşlı adamın ellerini tuttu; “Ben öldüğümde çok üzülme. Ölümümden ibaret olmasın sendeki hatıram. Çünkü, o ölüm, bizim güzel günlerimizin, şimdi çekilen acı da, geçmişte yaşadığımız mutlulukların doğal bir parçası.”

Kadın aslında, ölümün verdiği bilgelikle, adamın parçalanmış algısını ve yüzeyselliğini tamir ediyordu. Bir türlü yastan çıkamayan, daha doğrusu bir türlü yasa giremeyen insanlardaki o algı parçalanması.

Ölüleri rahat bırakmak. Terk edenleri, terk edilenleri, tüm kayıpları rahat bırakmak.. saygının gereğidir bu, şifanın da… Yoksa, yaşanan tüm güzellikler de hayattan çıkarılmış, insana ve her şeye haksızlık edilmiş olur. Bu hayatı durdurur, iyi şeyler yaşamayı engeller. Yaslar tutulmalı, yaslar bitmeli ve hayata devam etmeli.

Ama bunun olması için, “şeyleri” hayatımızda doğru yerlere yerleştirmek gerek.

Sevmenin bir ahlakı ve kuralı vardır. Çoğu insan dertlerine deva olsun diye sevmeye çalışıyor. Eşlerini, sevdiklerini, dostları, dertlerin ve kaygıların çöp tenekesi gibi kullanıyorlar. İnsanlar bir misyonla girebiliyorlar ancak hayatlarına. Onlara deva olmak için. Kendileriyle ilgili şu yanlış kanaati değiştirse insanlar; saf kurbanlar olmadıklarını, hesapçı ve bencil beklentilerle dolu oldukları gerçeğini fark etseler. Bir hayali insanlara en baştan giydirip, sonra hayal kırıklığına uğramak. Sevginin bu hesapların içinde ezilip gitmesi. Aranan şeyler değil, yöntem yanlış sanki.

Ölene kızılır mı mesela? Kızıyoruz. Hayatımızda üstlendiği görevleri eksik bıraktığını ve aslında bizim düşmanımız olduğunu düşünüyoruz. Bir sürü projenin yarım kalmasına duyulan bir öfke…

Sevmek doğuştan getirdiğimiz doğal bir özellik değil. İlk zamanlarda hissettiğiniz ve sonra tükenen o şey de sevgi değil. Olsa olsa doğanın insana verdiği bir başlangıç sermayesi. Ondan geçici bir tutku yaratmak da, emek verip sevgiyi ortaya çıkarmak da insanın elinde.

Sevgi karşındakini işgal etmek değildir. Sevgi karşındakini merak etmektir. Sevgi beklentisizliktir. Sevgi bu beklentisizliğin suladığı filizin büyüdüğünü izlemek ve ne çok şey kazandığımıza şaşırmaktır.

Sevgi davete gönlü boş gitmemektir. Kendini yavaş yavaş sunmak, karşındakini de acele ettirmemektir. Sevgi mülkiyet hakkı değildir. Sevgi bazen yitirmeyi göze almaktır. Sevgi yalnızlıktan korkmanın şifası da değildir. Yalnızlık insanın kendisiyle karşılaşma korkusudur, içsel bir meseledir. Severek iyileşebilirsiniz, ama sizi iyileştirecek olan sevdiğiniz kişiden beklentileriniz değil, birlikte yaptığınız yolculukta başınıza gelenlerdir.

Maddeye kütlesini veren Tanrı Parçacığı ise, insana anlamını veren sevgidir.

Markar Esayan

unutulmayan+behcet+aysan Yolda...

Bu Sevda

Bu sevda
Birdenbire saran içimizi
Bu narin
bu sımsıcak
Bu umutsuz
Sevda
Gün gibi güzel
Ve kabaran deniz gibi
Çalkantılı
Bu sevda
O kadar gerçek
O kadar güzel
O kadar mutlu
O kadar sevinçli
Ve karanlıkta korkudan titreyen bir çocuk gibi
Gülünç
Ve gecenin ortasında sakin bir adam gibi
Kendinden emin
Başkalarının yüreğine korku salan
Benizlerini solduran
Dillerini çözen bu sevda
Gözetlediğimiz için gözetlenen
Yaraladığımız
Ayaklar altına aldığımız
İnkar ettiğimiz unuttuğumuz için
Kovalanmış yaralanmış ayaklar altına alınmış
İnkar edilmiş unutulmuş
Bu kocaman sevda
Gene dipdiri
Gene güneşli
Senin sevdandır bu
Benim sevdamdır
Hep var olan
Durmadan yenilenen
Ve değişmeyendir
Bir bitki kadar gerçek, bir kuş kadar ürkek
Yaz güneşi kadar diri ve sıcaktır
İkimiz de gidebiliriz
Sonra dönüp
Derin uykulara dalabiliriz
Acı çekebiliriz uyanınca
İhtiyarlayabiliriz
Sonra tekrar dalabiliriz uykuya
Ölümü düşleyebiliriz
Oysa
Başucumuzda
Gülerek bakıyor bize
Durmadan tazelenen bu sevda
Ayak diriyor yaşamakta
Arzu kadar diri
Bellek kadar zalim
Pişmanlık kadar budala
Hatırlamak kadar tatlı
Mermer gibi soğuk
Gün gibi güzel
Bir çocuk gibi narin
Bize bakıyor gülümseyerek
Ve hiçbir şey söylemeksizin
Konuşuyor bizimle
Ve ben ürpererek dinliyorum onu
Bağırıyorum
Senin için
Kendim için
Bağırıyorum bizim için
Gitme kal
Dur orda
Ayrılma yerinden
Kal orda
Kımıldama
Gitme
Biz ki sevmiştik birbirimizi
Unuttuk seni
Bari sen unutma bizi
Bir sen varsın yeryüzünde bizim için
Terk etme bizi
Buz bağlamasın yüreklerimiz
Ne kadar uzakta
Ve nerde olursan ol
Duyur bize kendini
Bir çalı dibinde
Hatıralar ormanında
Birdenbire çıkıver karşımıza
Uzat elini bize
Ve kurtar bizi.

Jacques Prevert

A%25C5%259Fk+konu%25C5%259Fabilseydi Bu Sevda