sesimde anıların sessizliği

yarın gece gideceğim bu kentten
bir ırmağa yolcuyum sular çekiyor beni
yüreğimden başka taşıyacak yüküm yok
sayılmazsa göğsümden düşen kuş ölüleri

sözüm yok işte yüzüm işte akşam
sesimde anıların sessizliği

içimde acıyla yürüyorum yolları
çoktandır yolumu ayırdığım bu kentten
yorulsam da bir daha binmem o trenlere
kimse karşılamasın istasyonlarda beni

kuşsuz bir kent gizli uzayan saçlarımda
aşktan ve anılardan bir avuç külüm şimdi
ardımda usulca akan küçücük sular
bir onlar uğurluyor varacağım ırmağa

sözüm yok işte yüzüm işte akşam
sesimde anıların sessizliği

sonunda bir soru gibi kaldım yine kendimle
kentin kırık aynasında eksildikçe düşlerim
söyle benim ömrüm bu kente uğradı mı
sahi ben hiç ömrümü kendime yaşadım mı

Haydar Ergülen

iste+yuzum+iste+aksam sesimde anıların sessizliği

Farklıdır sevmesi insanların

Seversiniz bazen…
Bir kuşu beslemek misali,
karşınızdaki insanı sevginizle beslersiniz.

Farklıdır sevmesi insanların…
Kimi kafese tıkar kuşunu öyle besler,
alır özgürlüğünü elinden, seviyorum sanır.
Öyle sandıkça sıkar karşısındakini, bunaltır.
Ufacık bir fırsat bulsa kaçmak,
kurtulmak ister artık kuş.

Aslında korkularından yapar insan bunu,
karşısındaki insana anlatamaz, anlatmasını bilmez.
Bir başka insana gitmesini istemez.

Her koca devin koca korkuları vardır, kimse bilmez.
Kimi de serbest bırakır kuşunu.
Salıverir gökyüzüne,
döner gelir elbet der, döner gelir seviyorsa.

Alır riski çekinse de birşeylerden.
Bilir ki; koysa kafese bir gün kesin kaçıp gidecek,
bir gün kesin terkedecek.
Serbest bırakır!
Döner gelir o da karnı acıktıkça,
yüreği sevgiye acıktıkça.

Ne kadar çekinse de bilir geri döneceğini adam.
Bilir başka yerlere, başka kişilere gitse de
bir gün, bir şekilde geri döneceğini…

Kuş ta bilir daha iyisinin olmadığını
ama bazen nankörlüğü tutar.
Unutur onun için yapılanları,
uğramaz olur bir zaman…

Başka kapılarda, başka pencerelerde aynını arar.
Ama bilmez başkalarda hiç aynılık bulunmaz.
Pişman olur, geri döner bir zaman sonra.

Öyle yenik, öyle mağlup döner ki hem de…
Artık kafese girmeye bile razı olmuştur.

Şanslıdır…
Eğer geri döndüğünde açık bir pencere
veya aynı evde, aynı kişileri bulabilirse…
Eğer terkettikleri taşınmamış,
Aynı yerde kalabilmişse…

W. Generous Blackstone

farklidir+sevmesi+insanlarin Farklıdır sevmesi insanların

olmayana övgü

Sen bulamadığım,
tahta çıtırtılarında,
kapı aralıklarında,
eski sandıklarda aradığım,
…bulamadığım,
zümrüt yeşili bir tülbent gibi doladığım,
kilitli çekmecelerde sakladığım,
göğsümde fırtınasını dindirdiğim,
gurbetinde kaybolduğum,
sen,
bulamadığım,
hiçbir yere sığdıramadığım,
hiçbir boşluğa dolduramadığım,
havaya karıştırdığım,
toprağa düşürdüğüm,
ateşten kaçırdığım,
rüzgârda dolaştırdığım,
yağmura karıştırdığım,
zerrelerime bölüştürdüğüm,
buldukça kaybettiğim,
aradıkça bulamadığım,
ne olduğunu bilemediğim,
hayra da şerre de yoramadığım,
boynumdan çıkaramadığım,
avuçlarıma alamadığım,
yakamı kurtaramadığım,
suretini çıkaramadığım,
sen,
bilemediğim,
cevabını bulamadığım,
sırrını çözemediğim,
kabuğunu kıramadığım,
karanlığını ağartamadığım,
tane tane söyleyemediğim,
dilimi anlamına döndüremediğim,
tercüme edemediğim,
sen,
hiç bilmediğim,
bilemediğim,
meçhulüm,
kayıp hazinem,
gizli düşüm,
kanayan yaram,
gömüldüğüm çalılanmış kabrim,
ağıtım,
şenliğim,
düşündükçe kaybettiğim,
kaybettikçe düşündüğüm,
sen,
bilemediğim,
söylediğini duyamadığım,
dudaklarını okuyamadığım,
şifresini çözemediğim,
parolasını hatırlayamadığım,
aklımdan çıkaramadığım,
hafızamda tutamadığım,
yankısında yankılanamadığım,
tozuna bulanamadığım,
kala-balığına karışamadığım,
saçlarıyla yarışamadığım,
sen,
duyamadığım,
dünya gözüyle göremediğim,
hücrelerine kadar tanıyamadığım,
teninde konaklayamadığım,
terinde üşüyemediğim,
maniler döşeyemediğim,
yandığım,
yakamadığım,
söndüğüm,
söndüremediğim,
oklarımla vurup öldüremediğim,
zehrinde ölemediğim,
bahçesinde yaşayamadığım,
ücrasında tutunamadığım,
yabanım,
uzağım,
gidemediğim ve gelemediğim,
yolunu bulamadığım,
sen,
göremediğim,
yakınına varamadığım,
yürüdükçe ıraklaştığım,
hasretini kıramadığım,
vuslatına eremediğim,
sofrasına oturamadığım,
tadına bakamadığım,
doyamadığım,
ezeli açlığım,
açılmaz çıkınım,
etim,
kemiğim,
çekilmiş ruhum,
yitirilmiş soluğum,
geçmiş zamanım,
harcanmış geleceğim,
zamansızlığım,
aynadaki yokluğum,
uzandıkça kaçırdığım,
sen,
varamadığım,
kimselere soramadığım,
öfkesine kapıldığım,
merhametine sığındığım,
gizlice fısıldadığım,
açıktan anamadığım,
kendimden başkasıyla paylaşamadığım,
gölgesinden bile kıskandığım,
bilmecem,
muammam,
dalından düşen yaprağım,
yerine çürüdüğüm,
ucundan tutamadığım,
kapısına varamadığım,
sen,
içlenip de diyemediğim,
ruhumdan çıkaramadığım,
korkudan söyleyemediğim,
cümlesini kuramadığım,
yüklemini yüklenemediğim,
uç uca getiremediğim,
yan yana koyamadığım,
biriktiremediğim,
harcayamadığım,
hesabını kesemediğim,
başlayamadığım ve bitiremediğim,
seferine çıkamadığım,
haritasını çizemediğim,
limanına ulaşamadığım,
lisanını bilmediğim,
sen,
dilimin ucuna gelip de söyleyemediğim,
tek satırını okuyamadığım,
selamını alamadığım,
kelimelerinde dolaşamadığım,
zarfını açamadığım,
postaya veremediğim,
yolunu gözleyemediğim,
müjdesini alamadığım,
sedef kutuların içinde sakla-yamadığım,
kokusunu içime çekemediğim,
unutamadığım ve hatırlayamadığım,
sayfalarını çeviremediğim,
resimlerine bakamadığım,
sen,
okuyamadığım,
bakmaya kıyamadığım,
kem gözlerden sakındığım,
nazarından korktuğum,
ışığım, ışıksızlığım,
dünyadan habersizliğim,
divaneliğim,
biçare pervaneliğim,
rengim ve renksizliğim,
parmak izlerimde gezdirdiğim,
eksikliğinde eskidiğim,
örsünde örselendiğim,
sen,
dokunmaya kıyamadığım,
çitlerle çeviremediğim,
mevsimlerinde dolanamadığım,
dağlarında avazım çıktığı kadar bağıramadığım,
ürktüğüm,
çekindiğim,
bir türlü açılamadığım,
bir türlü kapanamadığım,
bir türlü istediğim kadar sevemediğim,
bir türlü aşkından kurtulamadığım,
sen,
çaresi olamadığım,
çaresini bulamadığım,
oya oya işlediğim,
ilmik ilmik söktüğüm,
işlemekle bitiremediğim,
sökmekle tüketemediğim,
bakınca göremediğim,
arayınca bulamadığım,
dokunmaya kıyamadığım,
sen,
olmayanım,
olamayanım!..

Gökhan Özcan

olmayana+ovgu olmayana övgü

Düşte gibiyim, ölmüşüm sanki

İkiye yarılmışlık. Nedir bilir misin? Bir yanda aklın…. bir yanda kalbin…

Geçmişin ve geleceğin ortasında kalan zavallı bir şimdicik.

Mabedden içeri attığında ne hisseder insan, söyle, hiç bilir misin? Secdeye başını koyduğunda?..

Derken büyük bir alışveriş mağazasına girdiğinde? Koca bir cipin içindeyken meselâ, müziğin sesini açarken?..

Hiç gördün mü onu, hani şu bir yandan sesi arş-ı a’laya çıkanı, öte yandan kalbi büzüştükçe büzüşeni… içine, daha da içine çekileni?..

Bir elinde Kur’an, bir elinde ben, tam da ortasından yarılanı?..

Gövdesi bir yanda, başı bir yanda, çarşının orta yerinde ayaklar altında sürüneni?..

* * *

İnsanı.

Hiç gördün mü?

Ne yapacağını bilmez hâlde, kurban diye kendini sunarken.

Gözyaşlarıyla kendini iyileştireni. Hüzünle. Çaresizlik içindeyken. Ağlaya ağlaya kendi yaralarını kendisi saranı.

Değil meydanlarda, mescidde bile kıyam edemeyeni. Ayağı kalkmak nedir bilmeyeni.

Secdeden başını kaldıramayan o zavallıyı.

Okuyanı. Hep okuyanı. İnsanı. Kendini.

Gördün mü hiç?

Kalabalıkların arasında yine kendisiyle konuşurken…

Otururken, yürürken, koşarken… her daim… bile isteye kendini unuturken?..

Sordun mu ona, kimsin sen dedin mi? Tuttun mu elinden, sildin mi gözyaşlarını? Başını okşayıp teselli ettin mi?

Taşradayım gelemiyorum yanına diye özür diledin mi?

* * *

Bağışlanmak.

Bilir misin nedir?

VE dahî bağışlamak.

Affetmek, görmemek değil, görmezlikten gelmek… ihmal etmek… bile isteye… kül gibi savurmak günahları havaya, nedir hiç düşündün mü?

* * *

— “el-Emnu min’allahi teâlâ küfrun.”

Ömer Nesefî’nin Metn-i Akaid’inden muktebes bir kaide bu. Bir inanç ilkesi.

Asırlarca inanma tarzımızı belirleyen ilkelerden biri.

Neymiş anlamı?

— “Tanrı’dan emin olmak küfürdür!”

Zıddı ye’stir. Ümitsizlik de haramdır inanana, emin olmak da.

İnanıyor musun, o hâlde Tanrı’ya güvenmeyeceksin!

O senden emin olacak, ama sen aslâ ondan emin olmayacaksın!

Hiç de adilce değil denilebilir. Zalimce bile görünebilir. Fakat sakın öyle deme, sakın öyle görme! Aşıkların ahlâkına ihanet etme ey talib!

Aşık sevgilinin nazından hiç emin olur mu? Onun için “elde var bir” diyebilir mi? Sevgilinin tebessümünü garanti etmeyi başarabilir mi?

Aşıkın gaye-i kusvası kurbiyyettir. O kurban olup canını canına vermek ister… sevgilinin ellerinde ölmek…. kendinden geçmek ister.

Aşık elde var birdir. Garantidir. Aldatılmayı göze alandır; kandırılmayı… reddedilmeyi… hatta terkedilmeyi… bir kenara öylece atılmayı…

Birileri onu onunla, onun adıyla kandırabilirler; şikayet etmez. Kendisi için değil, adı için bile kurban olmaktan çekinmez.

Mertebe mertebe… derece derece… safha safha…

Yaşamak gerek. Almak için değil, bir de vermek için sevmek gerek. Vermek için, vermek suretiyle, vere vere… karşılıksız… hep kendini borçlu hissederek…

* * *

İnkâr edemediğim için inanıyorum. Cazibesinden kaçamadığım için. Çaresizim.

Bir ömür boyu kendini borçlu hissetmenin adıdır inanmak, biliyorum.

Varlığa… yaşama… başkasına… öteye… ötelere borçlu hissetmek…

Aşık, defterinde alacak hanesi olmayanın vasfı. Hep verenin… aldatılsa bile güvenmek, emin olmak zorunda olanın… başkalarının koynunda olsa bile yâri sevmekten vazgeçmemenin…

Aşık, ele geçiren değil, bilâkis ele geçirilen, elde tutulan… “elde var bir” olan…

Güven veren ama güven duyması yasak olan.

* * *

Ümit kesme ama emîn de olma diyen sevgili!

Beni arada tutuyor ve usulca, korkuyla ümidin kucağına bırakıveriyor.

Güven verenler var oysa. Teminat verenler. Peşin peşin elini uzatanlar. Gönlümce aldatacaklarım var sırada. Bana yapılanları yapacaklarım. Sevmekten çok sevilmenin hazzını yaşayacaklarım. Naz edeceklerim. Dünya. Koca dünya.

Ama ben hiçbirini görmüyorum. Hiçbirini umursamıyorum. Hiçbirini hatırlamıyorum. Düşte gibiyim.

Ölmüşüm sanki.

Not: Yılın ilk iki yazısı da niçin böyle buram buram ölüm kokuyor deme de ey talib, anla! Ölmedikçe doğmak yasak bize! Bir kere düşer insan yeryüzüne, bir kere! O hâlde şimdi ölmek sırası! Derken, bir bakarsın gelmiş, dirilmek… ve nazlanmak sırası!

Dücane Cündioğlu
duste+gibiyim Düşte gibiyim, ölmüşüm sanki

Duyguya Taş

Duyguluysan işin zor,
Yaşamda yeniksindir.
Duyguluya sor,
Ona aşkları da acı verir.

Hep bir karanlığa uyanır, yalnız:
Düşleri gerçekleri, gerçekleri düşleridir.
Aldatsanız, aldansanız,
O hep bir karanlığa uyur gibidir.

Hiç ölüsü yoktur,
Herkes, her şey anısındadır.
Geleceği geçmiş’in gözünden okur;
Hep bir yangının bacasındadır.

Gülerken bir düğündür, acı-son’lu,
Aldatılara uğurlayan gelinlerini.
Bir çocuk bahçesidir, renk-renk balonlu,
Savaşlara uğurlayan bebeklerini.

Sinmiş her şarkıya, her uyanı’ya, uykuya,
Ölümün yaşayan kardeşidir.
Hep sezer, sezdikçe duyguluya
Yengiler de hüzün gelir.

Özdemir Asaf

duyguya+tas Duyguya Taş

Aşk Beni Geçer

Çünkü bacakları uzun, mesafe tanımıyor
…Çünkü rüzgârın atında, büyük deneyiminde
Elbette aşk beni geçer haritayı kendi çizmiş
Dağları iyi biliyor, nehirleri de

Bir ateşin koynunda uyuyorken bile geçer
Serin su başlarında dinleniyorken bile
Ve ben onun peşinden kurşun olsam yetişemem
Okyanusa vardığında göle gelmiş olur muyum
O çınar olduğunda yaprak olur muyum ben?

Bir dille yetinirim, bütün dilleri öğrenmiş
Dumana tanım ararım, yangınlardan geçmiş o
Ben merdiven arıyorken çoktan çıkmıştır göğe
Bir kadının saçlarına takılıp kalmış iken
Ruhunu ele geçirmiş binlerce sevgilinin
Bende bir esimlik yel, onda her zaman deprem
Elbet aşk beni geçer
Tren rayların üstünden

Aşk şiiri yazdığımı sanırım, ne hafiflik
Destanı bitirmiş olur ben çıkarken ilk dizeden
Uçup gitmiştir evet dünyayı kanat eyleyip
Ben iki teleği yanyana getirmişken

Aşk beni bir daha geçer
Tren rayların üstünden

Abdülkadir Budak

ask+beni+gecer Aşk Beni Geçer

Ben Size Ne Yaptım

Ben size ne yaptım
Çağrı mı, armağan mı, ceza mı
Ne vardı böyle karşıma geçecek
Ben ne yazılar ne çizgiler yitirdim hatırlamadım
Ne var ki sizinki onlar gibi gitmeyecek

Artık olan oldu
Gitmeniz gitmeseniz bir
Ben de düş kursam da kurmasam da
Aklıma yüzünüz gelecektir

Ben size ne yaptım,
Ne kötülüğüm dokundu size
İnanın – hoş niçin inanacaksınız-
Sizi şu ana kadar tanımazdım
İnanmak, bilmek yakışmaz size
Karşıma çıkmayacaktınız.
Karşımda bir resim gibi şimdi
Kuramadığım düşlerin çizdiği, siz
Hem gözüme hem düşüme
Çakılıp kaldınız
Renklerinize ve biçimlerinize
Düş dışı gerçeklerin çizdiği siz

Beni benden çıkardınız
Beni benden aldınız
Göz görmeye-görmeye
Bir uzağa bıraktınız
Kendime dönmeye artık çok geç.

Özdemir Asaf
ben+size+ne+yaptim Ben Size Ne Yaptım

Yüreğim Sızladığı Zaman

Yüreğim sızladığı zaman
Gece yarılarından sonra,şafaktan önce
Bilmediğim bir istasyondan,bilmediğim bir müzik geliyor kulağıma:
Uzak
vahşi
Karanlık…
Gece denizleri gibi bir müzik,
Batık gemilerli gece denizleri gibi bir müzik,
Çağırıyor,çağırıyor beni durmadan
Ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim.
Yüreğim sızladığı zaman
Duvarları banka afişli çok eski bir şehrin Cumhuriyet Caddesi’nde iki tüfek bir kelepçe,
Tüfekler garip garip
Kelepçe garip…
Öyle beter
Öyle çamur
Bir yaprak döne yuvarlana,
Bir akarsu bata çıka…
Koşuyor koşuyor bir kadın kelepçenin ardından
Ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim.
Yüreğim sızladığı zaman
Bir kara tank çıkıyor bir ağıttan,bir filmden,bir savaş romanından çıkıp yürüyor sevgilerin,özlemlerin üzerinden.
Aşkların,umutların,oyuncakların,küçük emeklerin,büyük kaygıların üzerinden geçip gidiyor.
Su gibi ilerliyor yangın
İşliyor kıtlık karanlığı
Ölüler birden bire şarkılaşıp
Virüsler bakteriler
Bütün dilleri birden konuşuyor her şey.
Çırpınıyor yerde bir damla kan
Ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim.
Yüreğim sızladığı zaman
Kör bir çeşme başında kör bir kadın geliyor gözlerimin önüne
Bütün iplikleri bütün iğnelere takıyor da
Ne iplikler bitiyor,ne de iğneler.
Götürülmüş oğluna mı
kaçırılmış kızına mı
Geçen günlerine mi
Unutmuş neye ağladığını
Ağlıyor,aranıyor
Aranıyor,
Bıkmadan
Bilmeden
usanmadan.
Ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim.
Yüreğim sızladığı zaman
Ciğerlerime çekerken kötülüğü,
Ellerimle dokunurken kötülüğe,
Ayaklarıma dolaşırken kötülük,
Şu taşı şurdan alıp şuraya koymamanın pis bunaltısı geçiriyor tırnaklarını gırtlağıma.
Kokuyor işyerleri
Kokuyor günaydınlar.
Ne varsa verilmemiş,
Alınmamış ne varsa;
Edilmemiş söz,
Patlamamış öfke,
Uyutulmuş ne varsa
Ne varsa kokuyor birden bire
Ve kayıyor bir şey parmaklarımdan,
Ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim.
Yani ben dört mevsime bölerek bu yürek sızısını,
Günlere,saatlere bölerek bu yürek sızısını,
Sokağım,kentim,vatanım sanarak bu yürek sızısını,
Bir yaprağı durmadan işliyorum bu ölümsüz ağaca.
Günlere, saatlere bölerek bu yürek sızısını…

Hasan Hüseyin Korkmazgil
yuregim+s%C4%B1zladigi+zaman Yüreğim Sızladığı Zaman

yağmur ve fransızca

1.

eski arkadaşlıklar resimliydi
‘canım arkadaşıma cansız hatıra’
fotoğraflar siyah-beyaz, hatırası derindi
bir gözü tenhaydı şahin’in bir gözü kalabalık
arkadaşı gibi gözü var mı insanın
nasıl olsa dünyaya aynı gözle bakacaktık
ben senin tenha gözün olacaktım hem
tek başıma en kalabalık arkadaşın
yarım bir çocuk olarak beni
bu dünyaya erkenden bırakmasaydın

2.

insan arkadaşına benzer
ve iyidir benzemesi
arkadaşlığın da eski bir şehre
hele usul sesliyse şehir, trenler de
bölmemişse henüz arkadaşlığın sesini
ben benzemenin iyi olduğu şehirlerden
yani benzediğim ne varsa eskiden
yavaş akan bir şehir, sakin kitaplar,
su aziz ve biz büyüdükçe yeşil
bir nehir, kuşları bile dalında yerli
bir şehirden birden kanatsız uçtum
kayıp ikizlerle dolu bir şehre düştüm
baktım herkes benzersizin peşinde
herkes kayıp arayan yok kendini
anladım beyhûdeymiş benzerimi aramak
eski arkadaşlıkların payına bir damla bile
gözyaşının düşmediği şehirde

3.

biz iki çocuktuk, şimdi çok eski
isimler gibi hatırda dursa da dile gelmeyen
şiirler gibi kimse anlamayacaktı zaten
bizim birbirimizden ne anladığımızı

biz iki çocuktuk ve kelimeler
yeniydi, dilimizi yakıyordu,
büyüktü, çocuk ruhumuzu dağlıyordu
sokaktan nereye kaçsak
filmlere, kitaplara, evlere
gözün suçu hızla ağırlaşıyordu

biz iki çocuktuk, iki arkadaş
birbirimizden başka kahramanımız yoktu
gözlerimiz arkadaşlıkla dolu dolu
çıkıyorduk filmlerden, romanlardan da
sessizce yürüyorduk birbirimize çıkan
içimizdeki en uzun yolu

4.

biz iki çocuktuk gülün gözünde
kim daha çok yağacak! nefes nefese,
fransızca karatahtada rouge et noir, pencerede
türkçe bir bulut öyle mavi öyle saf
ikimizin de aklında gülden aferin almak
aferin çocuklar, aferin sevinçli bulut
böyle derdi gazi eğitim’den gül hoca:
dil bir buluttur, yağdıkça şiir olur…

bu şiiri yazarsam sanki o bulutun gözlerinden
yaşlar boşanacak gibi mutluluk ve kederden
sanki, sanki diye bir mevsimmiş anılar
gibi diye bir günmüş çocuk ömrümüz
birbirine baka baka mavi iki bulutmuşuz da biz
çıkmazmış ikimizden mavi bir yağmur
ve mavi bir umutsuzluktan kararırmış hayatımızdaki gül
kararmış bir gül yağmurda heves bırakmaz
heves yarım kalırsa mavi de yarım
yağmur yarım kalırsa fransızca da yarım

iki çocuktan hangi bahçeye kalsa gül yarım
yarım gülden kalan şiir başka gülde açılmaz

5.

“kimsenin gözlerinde böyle bir kalp görmedim
aradım da bir daha kimsede o kadar
göz o kadar siyah ve öyle bordo
bir gül ki yarısı bile kelimeleri yakar
o kelimeler ki söylenmemiştir daha
ve şımartmamıştır bir şiiri henüz
çünkü ben bir buluttum öldüğümde
yağmur olacak kadar kelime yoktu elimde
yazda haylaz, güzde gazel, yolda avare
değildi bize benzerdi kelimelerimiz
aynı evdeydik sanki, kelimeler de annemiz
dünya gurbetinden dönenler söylüyor şimdi
arkadaşım yağmur olmuş: unutulmamak ne iyi
ve ne güzel türkçe gibi mavi bir şiir yazmak,
yağmurda bir gülü fransızca hatırlamak
ıl pleu sur la rose… sur la rose… rose…

iki bulut bir gül olduk hemen dağıldık
bulut öldü, gül karardı, yağmuru bıraktık
yapayalnız gurbete, bilmem bu zalimliği
yağmura nasıl yaptık: ona kaldı yarım
bıraktığımız her şeyden yarım hatıra,
yarım gül, yarım şiir ve yarım arkadaşlık…”

6.

yağmur gibi fransızca konuşacaktık
bulut gibi türkçe ağlayacaktık
biz, iki çocuk kalacaktık, büyürsek
dokunur diye gözlerimiz o güle
konuşmadık
ağlamadık
dokunmadık
biz, iki çocuk…
kalmadık!

7.

keşke burada olsaydın
keşke burada olsaydım

Haydar Ergülen
keske+burda+olsaydin yağmur ve fransızca

Kalbim Ters Bir Aleve Benzer

Nihayet sen de bıkmış olursun bu eski dünyadan

Aşk korkusu tedirgin ediyor seni
Bir daha sevilmeyecekmişsin gibi
Eski zamanlarda yaşasaydın bir manastıra kapatırdın kendini
Oysa utanıyorsun şimdi Tanrıya dua etmeye bile
Gülüşün cehennem ateşidir çatırdayan
Yaşamın dibini parlatıyor kıvılcımları gülüşünün
Bugün bu kentte yürüyorsun
Adamlar ve kadınlar kan içinde
Bir ağrı yüreklerinde, yüreklerin yerine

Olan olmuştu ve hatırlandıkça sona erişi bu güzelliğin
Acı tekrarlanacaktı

Kopkoyu umutların alevleriyle çevrili Meryem sana baktı
Utanç verici bir hastalıktır artık aşk acı çektiren
Ölecek kadar hüzünlü yaşamayı gerektirecek kadar umut dolu
Yaşadın çılgın gibi ve boşa geçti zaman ve sana kalan bu kalın ağrı
Sert bir alkol gibi yaşamını içtin sen

Elveda yüreğim
Elveda
Boynu vurulmuş güneş

Guillaume Apollinaire
kalbim+ters+bir+gunese+benzer Kalbim Ters Bir Aleve Benzer