Bir Kızın Babası Olmak

bulutların rengini beyaz olarak, suyun rengini gök
kendimi bir şair olarak, ayıp bir şey olarak
beslenme çantasında bir dilim keki
çok ayıp bir şey olarak öğretmen kubilay ilk
öğretim okulunu
imgeyi müteveffa, simgeyi türban, dengeyi mustafa
kutlu, devrimi marcos olarak
bir kızın babası olarak endişe ediyorum o
yapayaşlı cumhuriyet mirasından
birdenbire boğazıma basıyor politika, birdenbire
bir patron

bir kızın babası olmak yoğun bakımın camında bir
hıçkırık biriktirmektir çünkü
adak kurbanı, yaşlanmak, pazarlık, namaz, boş
bakış, bir düş incecik

Türk şiirini mübarek bir şey olarak, turgut uyar’ı
velayet-i fakih
narın babası olarak haydar abiyi, ereni, sacitin hem oğlu
hem pederi
kızım bana ellerini ver, el ver bana, ellerini sür,
beni doğur her seferinde

bir kızın babası olmak eve geç gelince
hayıflanmaktır çünkü
lactum 1, motilium şurup, 36 derece su, üflenmek
üzere sur

sur üflenmek üzere, kıyamet kopmak, ben olmak
bir kızın babası
kuşanmak bir sonsuzluk hayalini, sanki olabilirmiş
gibi

İsmail Kılıçarslan

kiz+babasi+olmak Bir Kızın Babası Olmak

Sinema Kapıları

“Çocuklar büyükler gibi konuşur sefaletten” Edip Cansever

Başlarken/Hep Aynı (İç) Görüntü

ı.

Güven içinde olduğumu bilmem hiç
Sevildiğimi, önem verildiğimi
Benim başkalarını aradığım gibi
Arandığımı bilmem…

Dünyanın bütün suçlarını işlemiş
Bütün yanlışlarını ben yapmışım gibi
Yaptığım her işten tedirgin oluyorum.
İçimde sürekli bir horlanma korkusu
Bir kekeme tutukluğu ürkek dilimde
En iyi bildiğim konuda bile
Çekine çekine konuşuyorum.

Çekilip sonra kabuğuma küskünlüğün
Kendime düşlerden sığınaklar kuruyorum
Kırık dökük izleriyle hayatın.
Usul sesli içe değen incecik
Bir şarkı büyütüyorum, ömrüme benzeyen…
Sabah kadar uçuk, akşam kadar acı
Rengi dört mevsimin uyumsuz karışımı
Acemi bir şarkı…

Umuda ve gerçeğe böyle katlanıyorum.

ıı.

Bir biletle günün
En güzeli iki saatini satın alıyorum
Neden gitmeyeyim ki?
Baba korkusu yok, usta korkusu yok
Annemin zayıf elleri, ölü gözleri
Kardeşlerimin sıska cılız gövdeleri yok
Yoksulluk yok, acı yok;
Olsa da öyle kısa sürüyor ki
dışardaki kötülükler içinde…

Düşlerimi satın alıyorum, yalnızlığımı
İçimde umudun kırık aynaları
Yüreğim bunalıyor gerçeğin gergefinde;
Bir biletle bırakıp gökyüzünü kapıda
Kırık tahta koltuklarda, hüzünlü
Alacakaranlığımı yaşıyorum.
Neden girmeyeyim ki
Günlerce, günlerce avunuyorum…

Şükrü Erbaş

 
eski-mardin-sinemasi Sinema Kapıları

Aşk Şarkısı

Yurdum nerede olsa gerek?
Benim yurdum küçüktür,
Bir yerden bir yere gider,
Alır yüreğimi götürür,
Acı verir, huzur verir;
Benim yurdum sensin.

Hermann Hesse

hermann-hesse Aşk Şarkısı

Menekşeli Vadi

   Arkadaşım kafasını iri elleri arasına almış düşünüyordu. Önünde yarım kiloluk bir şarap şişesi yarı yarıya boştu. Fasulya piyazı ile tek uskumru artık yenmiyecek bir manzara içinde öyle elemli duruyorlar ki, günlerce aç kalmış birinin arzu içinde yemeğe oturduğu halde, bir lokma aldıktan sonra birdenbire midesine saplanan bir sancıdan yiyememiş de tabaktaki yemekler canlı imiş gibi üzülmüşler hissini veriyordu. Böyle üçüncü sınıf meyhanelere gelen insanların önlerindeki yemekleri silip süpüremeyişleri bana seçmemiş erkekle, seçilmemiş kadının yüzlerindeki içinden çıkılamaz üzüntülü manayı ve hali hatırlatır.
   Arkadaşımın ismi Bayramdı. İri kemikli bir adamdı. Arnavut şivesile konuşuyordu. Bir zamanlar kuru bademi külle, kezzapla yaş badem haline getirir satardı. Sonra piyango bileti sattı. Sonra arabacılık yaptı. Sonra da zengin oldu, diyebiliriz. günde otuz kırk lira kazanıyordu.Bben kendisini bu ara tanımıştım. Eski adetlerini bırakmamıştı: yine külhanbeyi gibi giyinir, kötü meyhanelerde en hoş kızları tanırdı. Onun tanıdığı kızlar içinde bir seher vardı. Sahiden seher gibi kızdı. Bayram, Seherle yaşamağa başlamıştı. Onu upuzun boyu ile arabasında görürdüm.
– Hey be more, derdi. Görürsün a, gündüz külahlı, gece silahlı!.
   Beygirlerin sırtına bir kamçı vururdu. Sırım gibi kısraklar dar sokağı yıldırım gibi geçip giderlerdi. Seherle beraber yaşayan bayram çok kavgalar etti seher yüzünden. Bıçaklar çekti. cürmümeşhurlardan kaça kurtula bir gün yakayı ele verdi. Yedi, sekiz ay yattı. bu sırada da olan oldu. Seher, zaten pek düşkün olduğu bir üniformalının ardına düştü. Asmalımesçitteki meyhaneye uğramaz oldu.
   İşte Bayram ondan sonra çalıŞmadı. Sırtının kemikleri hamudundan kurtulmuş araba okları gibi dışarıya fırladı. sabahtan içmeğe başlıyordu. Seheri aramağa koyuldu. Kocaman bir bıçağı kuşağının arasından çıkarıp Seheri böğründen yaraladı. Ama Seher ölmedi. Kendisini kimin yaraladığını da söylemedi.
   Seher hastaneden çıktıktan sonra meyhaneye geldi ama Bayramla konuşmaz oldular. İşte bu Bayrama büsbütün dokundu. Seherin yaptığı erkeklik de onun elini kolunu beygir bağlar gibi bağlıyordu. Zaman geçti Seherle barıştılar. Bayramın kısrakları, arabası satıldı. Parasını Seher yedi. Başkasının arabasında on lira gündelikle çalışan bayramı katil etmek için seherin yapmadığı kalmadı. hep onun sinirine dokunanlarla gezip tozdu. Bayram arabayı koşamaz oldu. Yine badem satmağa başladı.
   Şimdi akşamları meyhanede bütün kazancını içkiye verirken ona rastladığım zaman artık onun yüzü, ışıklarını söndürmüş, harp içinde bir avrupa şehri manzarası almıştı. o sinirli, kemikli, duru beyaz yüzündeki ateşli gözlerinin feri kaçmıştı. kuru kuru da öksürüyordu. yalnız içince parlamağa başlayan gözleri Seheri öldürmeğe çıktığı günlerin hırsını ancak böylece alabiliyordu. O akşam onu perişan görünce:
– Bayram be, dedim. ne bu halin be? delilik etme!
– Otur, dedi. barba! bir şişe daha şarap getir. bir aralık bayram yüzüme tuhaf tuhaf baktı. bir şey söyliyecekmiş de vazgeçmiş gibi caydı. ben aldırmayınca:
– Ben seni kardeş gibi severim, dedi. Sen de beni seversin ya?
– Şüphen mi var, Bayram? dedim.
– Öyleyse, dedi, beni evime götürür müsün?
– Sarhoşsan pekala, dedim.
– Yok, odama değil, dedi. Evime. Evime ama asıl evime. Yedi senedir gitmedim.
– Yedi sene mi? dedim.
gülüyordu.
– Yedi sene evvel bir sabah evden çıktım, dedi. Tam yirmi bir yaşında idim. Bir şubat ayı idi. Ama bizim dere içi bir bahar sabahı gibi ılıktı. menekşeler kokuyordu. Çiçekpazarında çiçekleri sattım. On dokuz lira aldım. Hiç içki içmemiştim; içtim. Üç sene evvel evlenmiştim, ama boyalı, kokulu kadın hiç koklamamıştım; kokladım. Ondan sonra eve gitmedim. Sağ mı, ölü mü evdekiler? bilmem. hiç birine hiç bir yerde rastlamadım. bir ihtiyar babam vardı. bir anam, bir karım, iki çocuğum. Çocuğumun biri bir buçuk yaşında, ötekisi dokuz aylıktı. Bildiğin gibi badem sattım, sonrasını bilirsin.
Sonra meyhaneciye seslendi:
– Barba! bir şişe kırmızı şarap, ama ikilikten olsun.
– Bayram vre! sen fazla kaçırdın.
İhtiyar garsona kaçıncı şişe olduğunu sordum.
– Şaşkına döndüm vre, dedi, saloz gibi oldum. Ben çizdim yedi, ama şaşırmadımsa.
bayram munis:
– Sen getir, dedi. ben içmiyeceğim.
Ama yine o içti. Bir şişe de ben getirttim. Sokağa çıktığımız zaman benim de ayakta duracak halim yoktu, onun da. Asmalımesçite uğradık, garson bekire seheri sorduk, tepeye gitmiş. otomobile atladık. Tepeye vardık. Bayram:
– Tepeliyeceğim tepede onu! deyip duruyordu.
   Bereket Seher orada da yoktu. Oradan yaya yollara vurduk. Rüzgar soğuk ve ıslaktı. Gökte parça parça buzdan bulutlar akıp gidiyordu. Arasıra her zamanki ay olduğu şüpheli bir ay gözüküyordu. Bir ara göğsümüze yediğimiz rüzgarı arkamıza aldık. Bir zaman da böyle rüzgar bizi itti. Birden rüzgarsız bir yerde durduk. Önümüzde karanlığın içinde kocaman bir köşk peyda oldu. Onun bahçe duvarı kenarından bir lahana tarlasına düşüverdik. O önde, ben arkada yumuşak bir toprağın üzerinden karanlık bir yere doğru inmeğe başladık. İndikçe rüzgar dindi. bir zaman sonra ıpılık bir havanın içinde idik. Bir su sesi duyuyordum. önümüzdeki üç dört bina parçasından tatlı ışıklar çıkıyordu. Köpekler havlıyordu. Bir kapıyı vurduk. Merdivenlerden bir kız çocuğunun sesi duyuldu:

– Anne! kapı vuruluyor.
– Kapı vuruluyorsa açsana, deden dönmüştür kahveden.
– Ben korkarım.
– Korkacak ne varmış kız?
– Kapıda ik(i) herif duruyor.
– Aptala bak! kim olacak? dedenle Hasan amcadır.
– …
   Kapı açıldı. Sarı saçlı bir kız çocuğu, çil mavi göz­lerini Bayram’ın yüzüne aptalca dikti. Sonra pırıl pı­rıl parlıyan mavi gözler bana döndü, beni de süzdü. Kapı üstümüze örtüldü.
— Hırsız geldi anne… Vallahi hırsız, billahi hır­sız!…
Başörtüsü ağzına bağı, bembeyaz alınlı, siyah si­yah gözlü bir kadın, hayretle büyüyen gözlerle karşı­mızda idi. Evvelâ böyle, uzun uzun bakakaldı. Sonra başörtüsünü ağzından çekti, geri geri çekildi.
— Buyurun efendim, dedi.
İçeriye girdik. Önümüze hemence bir merdiven çıktı. On adım çıktık çıkmadık, bir oda kapısının önünde idik. İçeriye girdik. Şimdi saç sobalı bir oda­da idik. Odanın içinde keskin bir çocuk kokusu ile ıh­lamur çiçeği kokusu vardı. Sedirin üstünde oturduk.
   Ortaya, yerden yapma, tahtadan bir yemek sofrası getirildi. Üstüne kırmızımsı yer yer parlıyan bakır bir sini kondu. Sininin üstünde turşu, peynir, reçel; katı pişmiş altı yumurta vardı. Oturduk, hepsini konuşmadan yedik. Küçük bir erkek çocuk, biz yemek yerken kapıyı açtı, bize baktı; kaçtı. Küçük kız hizmet etti. Saçları arkadan sımsıkı bağlanmış, şimdi anlı da gö-zükmiyen bir genç kadın, yemek bittikten sonra sessizce birkaç defa girip çıkarak herşeyi topladı. Bir yükün kapağını açtı. İki yatak serdi. Çıktı. Kahve getir-düer. Hiç konuşmadan yattık. Sanki birbirimize darıl-mış gibi göz göze gelemiyor, surat ediyorduk.
   Sabahleyin uyandığım zaman, Bayram’ı pencerenin önünde sigara içer buldum. Sedirde yanına oturdum. Dışarıya baktım: Önümde sis içinde bir bahçe uzanıyordu. Kenara, yarısı cam, yarısı hasır örtülü «ser» gibi birşey vardı. Pencereyi açtım. Güzel bir menekşe kokusu burnuma doldu. Hava ılık ılıktı. Sonra sis, ağır ağır açıldı. Gözümün önüne bir bostan serildi: Lahanalar çiçekler, maydanozlar, salatalar şaha kalkmıştı. Ötelerde çiçeklerin arasında başka bahçeler, başka yamrı yumru binalar gözüküyordu. Her taraf ayni nebat, ayni hayvan, ayni çarpık ve birbirinden epey uzak binalarla doluydu. Menekşe, her taraf menekşe kokuyordu. Yolun tam ortasında şırıl şırıl bir doru akıyordu. Akşam eve gelirken, bu derenin içinden mi geçmiştik; Ayaklarım bile ıslanmamıştı.
İhtiyar bir adam yanımıza geldi. Bayram:
— Babam! dedi.
Gececimi beri ilk defa konuşmağa başlamıştık. Adam bana:
— Hoşgeldiniz oğlum! dedi.
Sonra ihtiyar bir kadın süt getirdi. İhtiyar adama:
— Pazara gidecek misin? Arabayı hazırlıyayım mı? dedi.
Adam Bayrama baktı. Bayram ;
— Ben gideceğim pazara anne! dedi.
Yalnız ihtiyar kadm, buruşuk yanağına düşmeğe hazırlanan damlayı yeniyle sildi. Başka hiç kimse bu dönüşten heyecanlanmadı gibi geldi bana.
Arabayı, lahana, pırasa, kırmızı turp; ıspanak yüklemişti. Bindik. Küçük kız çocuğu, koca bir demet menekşe getirip bana verdi. Rengi ayva gibi sapsarı kesilmiş bir kadm, kucağında kerevizlerle koştu. Onları arabaya attı. Bayram’a yüzünü yerden kaldırmayarak baktı. Bayram, oralı bile olmadı. Kırbacını havada, beyaz beygirin üstünde, sonra arkasına dönüp kendisine bakmakta olan kadına doğru şaklattı. Kadının koşa koşa eve kaçtığını görmeğe zaman kalmadan köşeyi dönmüş, evi gözden kaybetmiştik.
Hâlâ menekşe kokuyordu. Kereviz kokusu da, ne keskin ne güzeldi! Nereye ineceğimizi kestiremiyor, sormağa dilim varmıyordu?
Bir pazar yerinde arabadan atladık. Bayram’m etrafını madrabazlar sardı.
— Askerden döndün mü? Seni öldü sandık be Bayram!… diyorlardı.
— Ben gidiyorum Bayram! dedim.
— Uğra bazı! dedi.
Birtakım yollardan geçtim. Yokuş indim, yokuş çıktım, yine indim; kendimi Ortaköy’de buldum.
Menekşeli vadiye bir senedir gidemedim. Birgün arayayım dedim, bulamadım. Geçen sene, birkaç arkadaş, soğuk bir şubat gününde Mecidiyeköyü’nde bir lahana tarlasına düştük. Önümüzde manzarası, derinliği, garipliği bizi kendine çeken bir vadi açılıyordu.
Yumuşak toprağa basınca nerede olduğumu anladım. Yumuşak toprağa koşa koşa indik. Vadi ılık öyle ılıktı ki! Buram buram menekşe kokuyordu. Derenin kena­rından yürüdük. Bayram, bahçede kazma ile salatala­rı çapalıyordu. Karısı eğilmiş, galiba ebegümeci top­luyordu. Bayram, beni tanıyamadı. Ben de kendimi ta­nıtmadım.
Bahçenin kenarından geçerek yukarıya, Arnavut-köyü tepelerine doğru yürürken burnumuza hâlâ menekşe kokusu geliyordu. Altımızda bir mayıs günü­nü bırakarak şubat ayını yukarda, bir kamçı gibi bizi bekler bulduk.

Sait Faik Abasıyanık

menekseli+vadi Menekşeli Vadi

Hepsi O Kadar

Gidilir gelinir.
Belki sağsalim dönülür, hepsi o kadar.
Günler geceler çabuk geçer.
Çabuk geçmez şaşkın bir çocuğun hüznü
Vapurlar, arabalar, karlar çabuk geçer.
Ayrılık da özlem de herşey…
Herşey çabuk geçer
Ve birden gün ağarır.
Hepsi o kadar.
Gidilir herhalde gelinir.
Bütün gün denize bakmak kadar.
Belki ayvalar çürür.
Birşeyler kurur, atılır.
Nedir ki uzakta olmak
Ardahan´da boş duran bir ev
Hiçbir zaman suyu olmayacak bir kuyu
Unutulur, kalır. Hepsi o kadar.
O kadar anlayabilmek
O kadar acemi
O kadar toy
O kadar ilk
O kadar yeni
Ey uğursuz yolculuklar
Ey yıldızsız samanyolu
Bir daha hiç olmayacaksınız.
Çünkü yarım ve yaralı kalan
Bir akşam, yemin etmiyorum ama
En az günlerce, günlerce kanar.
Gidilir, gelinse de gidildiği gibi değildir.
Hepsi o kadar.

Süreyya Berfe

gitmek+ve+donmek Hepsi O Kadar

Aykırı Sevda Sözleri

1.
Sevdiğim, tabutum, ak kefenim;
Derin ve dar mezar çukurum benim.

2.
Yeni bir kalıba dök, beni arıt bir potada.
Geçmişim saklı ama geleceğim ortada.

3.
Kabahatinden daha büyüktür özümü;
Yüreğimin aşık olmaktan ötürü.

4.
Sen vazgeçilmez kötü bir alışkanlıksın,
Cinnete ve ölüme karsı bir esrarsın.

5.
En büyük yanlış bir kadına bağlanmaktır;
Gerçek aşk bir kadından kadınlara akmaktır.

6.
Seni kuşanıp çıkarım sokaklara.
Tuhaftır, hep ben olurum hazır patlamaya.

7.
Yüreğime benzin döküp kibrit çakan;
Ey usta kundakçım iz bırakmayan!

8.
Söylentiler çıksın, elimi kana bula;
Yeter ki günlerim olsun çırılçıplak koynunda.

9.
Kumar borcum, yani namusumsun;
Masum değil, iflah etmez tutkumsun.

10.
Bütün pislikleri ortaya çıkardığından,
Aşıksam nefret ediyorum yaşamaktan.

11.
Aşk bütün kötülüklerin anasıdır.
Her aşk sonunda bir bozgun anısıdır.

12.
Seninle içimde bir yakın ölüm sevinci;
Sen vaktini şaşmazsın salgınlar gecikmeli.

13.
Aşkın fincanından kayıp gitmiş bir pul sırça
Ve güve yeniği umudun havli kumasında.

14.
Benim soluğum barut kokar ve de kan.
Seninki bir ağıttır kendini yerden yere vuran.

15.
Bu ham dünyada zoraki bir söz gibi sevgim.
Sevsem sana yazık, sevmesem incinirsin.

16.
Sevgimiz bir tastır yarısı gömük toprağa;
Kaldırsan böcekler görürsün altında.

17.
Temiz kalmış ne bulunur bir çöplükte
Aşk da kirlenir elbet insanla birlikte.

18.
Gözlerine derinden ne zaman baksam;
Hep uzaklaşıp giden yalnız bir adam.

Metin Altıok

aykiri+sevda+sozleri Aykırı Sevda Sözleri

Sevmiyorum Seni

Şimdi benim buzdan bir döşekte
Üç büklüm olmuş zavallı sevdam,
Üşüyorsa ölesiye yalnızlıktan;
Bil ki senin hep böyle güvensiz,
Yaşamdan korkar oluşundan

İşte bunun için sevmiyorum seni.

Şimdi benim bir han avlusunda
Hiç bitmeyecek umutsuz kavgam,
Soluyorsa başı önde yorgunluktan;
Bil ki senin hep böyle umarsız,
Yarını göze alamayışından.

İşte bunun için sevmiycem seni.

Metin Altıok

sevmiycem+seni Sevmiyorum Seni

Senden Hala Haber Yok

Bir nesnenin neresinde akşam olur
Sivri bacaklı delikanlılar gülüşerek bara inerler
Yazın bittiği rivayet edilir kasabada
Yani artık tamamen bitmiştir yaz
Tüketilmiştir ya da yok sayılmıştır
Çığlık çığlığa koşarak bir iki at yürür denize
Rakının yayları kopar bir iki adam ağlar
Bir iki kadın güzel kokular içinde geçer uzaydan
Senden hâlâ haber yoktur
Bir nesnenin neresinde akşam olur.

Sessizlik ne berbat bir yolculuktur.
Yağmur, kopan bir inci kolye gibi yağar
Sivri bıçaklı delikanlılar dövüşerek bardan çıkarlar
Kışın başladığı rivayet edilir kasabada
Yani artık tamamen her şeyi kaplamıştır kış
Önemsenmiş ya da kabul görmüştür.
Çığlık çığlığa koşarak bir iki hatıra yürür akıllara
Rakının kadehi kırılır bir iki kadın ağlar
Bir iki adamın tenha cenazesi geçer uzaktan
Senden hâlâ bir haber yoktur
Sessizlik çok berbat bir yolculuktur.

İnsan üzülmeye görsün hayat hep tutuktur
Kar, ölümün üstünü bembeyaz bir örtüyle kapar
Sivri bacaklı delikanlılar birbirine dargın ayrılmışlardır buralardan
Mevsimlerin aşka göre değiştiği rivayet edilir kasabada
Yani artık tamamen sevdayı ele geçirmiştir mevsimler
Özlemek, unutulmak ile hatırlanılmak arasında bir ara istasyondur
Çığlık çığlığa koşarak bir iki teselli yürür ömürlere
Rakının tadı küflenir çürür bir iki âşık ağlar
Bir iki yalnızın ismi okunur topraktan
Senden hâlâ bir haber yoktur
İnsan üzülmeye görsün ona hayat hep suçluluktur

Küçük İskender

senden+hala+haber+yok Senden Hala Haber Yok

Gerçekten Ne Oluyor

Seni seviyorum
yabancı bir ülkeyi sever gibi
kayalıkları ve köprüyü sever gibi
ıssız bir akşam gibi kitapların kokusu sinmiş
bu dünyada sana yürüyorum
gökkubbenin altında
arasında iki ışığın
düşüncem, seni giyinmiş.

bu macera savaştan iki yıl önce başladı
bir köyde savaştan sonra sovyetlere ait olan
savaştan hatırladığım sadece yangın, muhteşemdi
artık öylesi görülmüyor
itfaiyenin sesine, pencereye koşardım
çocukluğum boyunca hep yoldaydım
kominist oldum
mezarlığa gittim ve melekleri öğrendim
artık öylesi görülmüyor
sella in curuli strumana Nonius sedet
İskenderiye’de kitapları yaktım
bir taş ile çiçek rolü oynadım ve kilise inşa ettim
kendi kendime şirler yazdım sandalyede
sallandı aşağı yukarı
arkası yüksek olan bugünlerde öylesi bulunmuyor
yüksek bir şiirdir benim para bekleyişim
ne biçim hata, yanlış yol ve doğru yol değil
artı eksi 2’dir
geleceği yaşıyorum
okuyorum yarının gazetelerini
Kruşçev’i destekliyorum baykuşu
odadan odaya taşıyorum
ona uygun bir yer arıyorum, bu macera başladı…

Pentti Saarikoski

pentti+saarikoski Gerçekten Ne Oluyor

Bir Acıya Kiracı

Sen ey kendiyle yetinen!
Fosforun yeri gece,
Ne yapar gecesiz ateşböceği?
Belki anlamsız ve delice
Kumrunun inanılmaz yuvası
Bir direğin tepesinde.
Ama boşluktur biraz da
bir kuşu biçimleyen,
Bence böyle, seni bilemem.

Sen ey kendiyle yetinen!
Ne derlerse desinler
Su eğimine gidecek.
Sen şaraba banılmış ekmek!
Deltasıyız bütün sözlerin
ve söz sonunda bak nasıl
senle bana gelecek.

Sen yarım kalmış bir aşkın
Kaçınılmaz sürgünü,
Katlanan göğsündeki kayaya,
Sen orda şimdi bir hüznü köpürt,
Ben bir çocuğa su vereyim burada,
Ben ki kiracıyım bir acıya.

Sen imzalarsın sabah akşam
Defterini bensizliğin,
Bense kanla öderim
Kirasını kaldığım evin.
Bir takvimi tersten açardık,
Eğer isteseydin.

Sen ey kendiyle yetinen!
Artık suyumuz bulanık,
bir güneş bile olsa sonunda,
yolumuz kırık, önümüz karanlık
ve ağır tuğrası alnımızda
padişah yalnızlığın,
ama yine de umudumuz kalabalık…

Metin Altıok

bir+aciya+kiraci Bir Acıya Kiracı