Sâkiyâ mey sun ki bir gün lâlezâr elden gider

Sâkiyâ mey sun ki bir gün lâlezâr elden gider
İrüşür fasl-ı hazan bâg ü bahâr elden gider

Her nice zühd ü salâha mail olur hâtırum
Gördügümce ol nigân ihtiyar elden gider

Şöyle hâk oldum ki âh itmeğe havf eyler gönül
Lâ-cerem bâd-ı sabâ ile gubâr elden gider

Gırra olma dilberâ hüsn ü cemâle kıl vefa
Baki kalmaz kimseye nakş ü nigâr elden gider

Yâr içün agyâr ile merdâne ceng itsem gerek
İt gibi murdar rakîb ölmezse yâr elden gider

Avnî (Fatih Sultan Mehmed )

sakiya+mey+sun+ki+bir+gun+lalezar+elden+gider Sâkiyâ mey sun ki bir gün lâlezâr elden gider

Ağlasa derd-i derûnum çeşm-i giryânım sana

Ağlasa derd-i derûnum çeşm-i giryânım sana
Âşikâr olurdu gâlib râz-ı pinhânım sana

Mesned-i hüsn üzre sen ben hâk-i rehde pâymâl
Mûr hâlin nice arz ede Süleyman’ım sana

Şem’i gör kim meclisinde ağlayıp başdan çıkar
Hoş yanar yıkılır ey şem’-i şebistânım sana

Subh gibi sâdık olduğum gam-ı aşkında ben
Gün gibi rûşen durur ey mâh-ı tâbânım sana
Dün rakîbin cevrini men’ eyledin ben hastadan
Eyledi te’sir gûyâ âh u efgânım sana

Zahm-ı hicrân şerhi çün mümkün değildir dostum
Sîne-çâkinden haber versin girîbânım sana

Eyleme gönlün gözün cevr ile Avnî’nin harâb
Dürr ü gevherler verir bu bahr ile kânım sana

Avnî (Fatih Sultan Mehmed )

aglasa+derdi+derunum+cesmi+giryanim+sana Ağlasa derd-i derûnum çeşm-i giryânım sana

Bağımsızlıktır En Güzeli; Ne Mutlu Erkeksiz Kadına!

Ne iyidir kadın olmak, erkek olmak çok daha iyi ama;
Bakireler ve genç kızlar, şimdi öğreneceklerinizi unutmayın asla!
Çabucak atıvermeyin kendinizi evliliğin kollarına;
“Kocanız nerede? Onurunuz nerede?” derler sonra.
Yakacağını ve giyeceğini kendi kazanan kadın,
Acele etmemeli yemek için sopasını kocasının.
Budur size öğüdüm, çünkü sanıyorum ki,
Hayır, gün be gün kederle görüyorum ki;
Böyle gelmiş, böyle gider bu işler!
Ne kadar varlıklı olursa olsun bir genç kız,
Evlilik yüzüğü, hayatına vurulmuş bir prangadır.
Kalabilirse evlenmeksizin, temiz ve lekesiz,
Hem bir hanım olabilir, hem de efendi;
İnanılmayacak kadar iyi olur böylesi, değil mi?
Bu sözlerle kınadığım evlilik kurumu değil ama;
Bağımsızlıktır en güzeli; ne mutlu erkeksiz kadına!

Hoş kızlar, isteksiz kocakarılara dönüşürler;
Bu doğru! Çaresiz paçozlar, zavallı sürtükler! Zalim evlilik!
Kulaklarımı tıkarım; sağırım zaten düğün çanlarına.
Ne olacak, ilkin bir adam bulur, ah talihsiz sevgililer,
Sönmeyecek sanıp aşklarının ateşi, onunla evlenirler;
Eh, bir yıla kalmaz pişman olup, kederle dövünürler.
Evliliğin fazlasıyla ağırdır, sıkıntısı ve cefası;
Onlar iyi bilirler, kime koşum taktığını.
En çok kadınlardır, üzüntülü ve acılı;
şurda burda dolaştıkça kocası.
Gece gündüz, elinden zar ve likör düşmeyince;
Lanet eder kendine, nasıl evet dedim diye.
Siz de açın gözünüzü, girişmeden bu işe;
Atıvermeyin kendinizi içine, kulak verin sözlerime:
Bağımsızlıktır en güzeli; ne mutlu erkeksiz kadına!

Adam, çoğu kez sarhoş ve öfkeli gelir eve;
Oysa karısı, saçını süpürge etmektedir kendisine.
Evi temiz tutmak için, ne çok güç ve tatsız iş gerektir!
Ve kadıncağız, açıverecek olsa ağzını;
Yiyecektir ağzının ortasına, kocasının tokadını.
Nedeni nedir, bunca bağırış ve çağırışın;
Kocasının huyudur ne yapsın talihsiz kadın?
Erkek, Venüs’ün kızlarına sıkça dadanırsa eğer;
Nasıl olur da, evinde hoş karşılanmayı bekler?
Kızlar, genç bayanlar, ders alın başkasının başına gelince;
Sizin de sonunuz zincire vurulmak olmadan önce!
Lütfen, tartışmayın bu konuda benimle;
Kim ne derse desin, ben sadığım düşünceme!
Bağımsızlıktır en güzeli, ne mutlu erkeksiz kadına!

Bekar bir bayanın, kendisine kadardır geliri,
Ama ne karışanı olur, ne görüşeni;
Bence de, yüksektir özgürlüğün bedeli.
Alay ederler onunla, bakmadan yaptıklarına;
Daha az harcayacaktır kuşkusuz,
Her kuruşunu kendisi kazansa da.
Bir kadının bağımsızlığına değer biçilemez oysa,
Hem hanımıdır hem efendisi kendi evinin;
Bir erkeğin nimetlerinden yoksun olsa da.
Bildiğini okuyup, hesap vermemek kimseye; ne zevklidir!
Ne rahattır, dilediği zaman yatıp, dilediğinde kalkmak;
Buna kim ne diyebilir, ne kutlu şeydir bağımsız olmak!
Siz de, sımsıkı tutunun öyleyse ona!
Kızlar, doğru erkek çıksa da gün gelip karşınıza;
Bağımsızlıktır en güzeli, ne mutlu erkeksiz kadına!

Ey Prens!
Kaderin sunduğu ne olursa olsun bir kadına;
Çoğu erkek, bir köleymiş gibi bakar ona.
İzin vermeyin, tatlı dilin sizi aldatmasına;
Yutuvermeyin yalanlarını bir anda! Bırakın, şakısınlar;
Çünkü nazik erkekler benzerler beyaz kuzgunlara!
şatafatlı şatolarından uzak durun!
Dilleriyle kireç dökerler kuşların üstüne;
Güle güle deyiverirler aşka ve uçup gidiverir aşk bir anda!
Kadınlar için aldatılma demektir evlilik;
Teslim olmaktır korkunç bir yazgıya.
Neşe ve zevk değil, üzüntü ve acıdır;
Tükenir sahip olduğu ne varsa, dayanamaz kocasına.
Çoğu zaman, kadının aklını başından alan;
Erkek değil zaten paradır.
Bağımsızlıktır en güzeli, ne mutlu erkeksiz kadına!

Anna Bijns
ne+mutlu+erkeksiz+kadina Bağımsızlıktır En Güzeli; Ne Mutlu Erkeksiz Kadına!

Evlilik Hoş Olurdu, Olmasaydı Şu Dertler!

Siz terbiyeli kızlar, utangaç şeyler
Ve siz kurnaz delikanlılar!
Evlenmek için hiç acele etmeyin;
Arp ve lirlerle kapıma üşüşmeyin!
Cesur ve neşeli şarkılar söylüyorsunuz,
Karıncalar gibi sürüler halinde geliyorsunuız,
Aile ve dostlarınız hep yakınıyorlar;
Evlenmek için mi bütün bunlar?
Sakinleşin, akıllı olun, acele etmeyin!
Siz de günün birinde öğreneceksiniz,
Evlenmenin nasıl bir şey olduğunu.
Ateşli görünse de aşk başlangıçta,
Dertler söndürür alevlerini zamanla;
Sıkıntı huzur kaçırır, değer mi bütün bunlara?
Çenenizde sivilceler, avurtlarınız çöker;
Evlilik hoş olurdu, olmasaydı şu dertler!

Düğün biter, başlar dertler,
Cüzdanınız inceldikçe incelir,
Paranızla birlikte gururunuz da gider ;
O zaman ne yapacak zavallı damat?
Unutmayın gençler, evlenmek için çabalarken,
Bir köle gibi çalışıp yorulacaksınız ;
Sonunda, hiç de mutlu olmayacaksınız!
Hem kızlar, hem erkekler bana kulak verin:
Alın teriyle değirmen döner sanmayın,
Karşılaşacağınız zorlukları bir düşünün !
Tava, sürahi, tabaklar, tencere ve
Küvet, masa, sandalye de gereklidir eve.
Elinizden geleni yapar da yeterince kazanamazsanız ;
İnsanların gözünde gerçek bir erkek sayılmazsınız !
Bu boyundurukla, sırtınıza ağır bir yük biner ;
Evlilik hoş olurdu, olmasaydı şu dertler !

Peter neydi, şimdi cimrinin teki oldu;
Rahatça harcarken, kırıntıları toplar oldu.
Eskiden cesurken, her şeyden korkar oldu;
Açık olan elini, sımsıkı kapar oldu.
Ne kadar çalışıp didinse de,
Talih, ona serveti uygun görmedi.
İnsanın evlenmeyi istemesi deliliktir;
Sel ya da yıkımı dilemek daha yeğdir.
Bir yuva düşünün; soğuk, odun yok, kömür yok;
Bir düşünün gençler, korktunuz değil mi?
Mücevherleriniz ve daha neyiniz varsa değerli;
Rehine koyarsınız. Yiyecek ekmek bulamadığınızda,
Midenizin sesini durduramazsınız;
Avınızı torbanıza koyarken, kapana yakalanmaktır bu!
Aman dikkat, yoksa utançla inlerken işitirler;
Evlilik hoş olurdu, olmasaydı şu dertler!

Derken Nelly başlar: Vah başıma gelene,
“Neden evlendim ki ben?” deyip, lanet okuyup dövünmeye!
Dönüşür sonra bu soru ve yanıtlar,
Kulaklarında çocukların sesi çınlar:
Biri ağlar, “üşüdüm!” der, öteki meme ister;
Küçüklerin bezlerini kurutuyor Peter.
Kurabiyeler anneden, babadan elmalar;
Yazmaz bunu kitaplar.
Nereye baksanız, sıkıntı ve baş ağrısı;
Beşik ve sandalyeler için nereden bulacağız parayı?
Bak bu acıkmış, şunun da çişi var,
Bu ne acıklı manzara, ne keşmekeş;
Daha çocukların altı değişecek!
Bu kargaşa içinde, aşkın ateşi söner;
Evlilik hoş olurdu, olmasaydı şu dertler!

Prensler, prensesler, Venüs’ü izleyenler :
Kulak verin sözüme, evlilikle bağlanmayın kimseye;
Demem o ki, yüklenmeyin bu sorumluluğu körü körüne!
Yavaş olun , aceleyle gitmeyin evliliğe ;
Öncelikle, düşünüp taşının!
Raflar boş ve ekmek kutusu tıngırdarken,
Aç boğazları doyuramazsınız, unutmayın!
Hiç derdin olmaması, çok çocuk olmasından iyidir ;
Biri eteğine sarılır, birisi kucağında,
Üçüncüyle dördüncü ocağın etrafında.
Gemileriniz de olsa, gümüş takımlarınız da,
Bu çocuklar, sizi soyup çevirir soğana.
Tanrı da evlenecek olsa, ahmak derdim ona;
Kızlar, dikkatli olun siz de! Kur yaparak ,
Hoşça zaman geçirdiğinizi sanıyorsunuz ;
Neden bir bilene sormuyorsunuz? İyi değil bu olan bitenler ;
Evlilik hoş olurdu, olmasaydı şu dertler!

Anna Bijns
evlilik+ho%C5%9F+olurdu+olmasaydi+su+dertler Evlilik Hoş Olurdu, Olmasaydı Şu Dertler!

Anyksciai Ormanı

Kütük yığınlarıyla kaplı tepeler, ıssız
Ve çıplak;
İnanılır gibi değil, ne güzeldiniz bir zamanlar!
Nerede o eski çekiciliğiniz, ne oldu size böyle?
Rüzgar estikçe, sallardı yemyeşil dallarınızı;
Bir o yana bir bu yana, çam ağaçlarını.
Yüzyıllar önceki o uğultu nerede?
Nerede cıvıltılarıyla dört bir yana neşe saçan,
Kuşlarınız ve onların yuvaları?
İrili ufaklı hayvanlar hani,
Nerede onların barındıkları oyuklar
Ve inler?
Yitip gitmiş hepsi, ıssız düzlükte ;
Üç beş biçimsiz çam kalmış, sadece
Geriye.
İğne yapraklar, dallar ve kozalaklar,
Kaplamış her yeri;
Kıraç toprağı kavuruyor,
Haziran güneşi.
Ayrık otlarının sardığı,
Viran saraylara ya da
Eskiden bir şehrin kapladığı
Arazideki moloz yığınlarına ,
Işıltılı setlerden artakalan
Kupkuru yosunlara bakarmış gibi ;
Bir sıkıntı veriyor ruhuma , böyle görmek sizi!
Buralarda yürürken bir zamanlar,
Ağrırdı insanın gözleri ;
Şenlendirirdi orman ruhunuzu ,
Şaşırıp kalırdınız, neşeyle çarparken
Kalbiniz:
“Neredeyim ben böyle; ormanda mıyım,
cennette mi?”
Diye.
Çevredeki her şey öyle güzel,
Öyle parıltılıydı ki;
Kokularıyla kur yapardı orman burnunuza
Ve hoş sesler duyulurdu dört bir yanda.
Derin bir sessizlikte,
Yatıştığını hissederdiniz kalbinizin.

Ne kokulardı onlar öyle!
Çam sakızı kokardı her yer!
Çiçek kokuları taşırdı, tatlı esintiler.
Açıklıklarda beyaz-kızıl yoncalar ,
Öbek öbek kekik ve sarı papatyalar ;
Ah , aklınızı çelerdi o renkler kokular!
Karınca yuvaları olurdu her yanda;
Küçük küçük tümsekler!
Her geçişinizde farklı bir koku sunardı ,
Yapraklar ve kozalaklar.
Ve bazen hafif bir rüzgar,
Bilinmedik kokular getirirdi sizin için ;
Yeni kokular, yeni hazlar!
İşte hoş kokulu kızılcık, işte yosun,
İşte çiçek açmış meyve ağaçlarının kokusu;
Bu duyduğun!
Canlıymışcasına nefes nefese orman;
Komşu kırlara,
Yayılıyor nefesi.
Bu kokular karmaşasında ,
Çamların arasında ,
Alıyorsun kokusunu
Bir anda ;
Otların ve kır çiçeklerinin ,
O hayat veren nefesi karşılığında.
Tüm kokular birbirine karışıyor;
Bu öyle bir yoğunluk ki,
Tek tek ayırt edemez burnun,
Her birini.
Koru, çayır ve tarlalar,
Hepsi olmuş sanki ;
Bazen içlenip bazen neşelenip,
Şarkılar söyleyerek,
En güzel kokularını sunuyorlar Tanrı’ya
Yalnızca kokular değil,
Sesler de ne güzel ormanda!
Tatlı tatlı mırıldanıyor orman,
İncelikle yankılanıyor sesi ;
Gecenin derin sessizliğinde,
Büyüdüğünü duyuyorsun her yaprağın ve çiçeğin.
Dinle bak, fısıldaşıyorlar,
Usulca birbirine ağaçlar;
Gökte geziniyor yıldızlar, dinle!
Duy sesini, düşen çiğ tanesinin.
Sustu kalpler; sessizliğin saltanatına ,
Boyun eğdi her şey.
Ruh , yükseliyor yavaşça dualarla;
Göğe doğru.
Şafakla birlikte, yeni günün
İlk ışıklarını selamlıyor çimenler,
Eğilerek;
Çiğ yüklü yapraklarla,
Yerlere dek!
Uyanıyor orman, silkiniyor
Gecenin sessizliğinden
Ve devam ediyor gün ezgilerine;
Kaldığı yerden.
O hışırtı da nesi?
Esintiyle kımıldayan bir yaprak
Ya da yuvasında
Uyanan bir kuş.
Peki ya bu çıtırtı?
Gündüz avlanmayı sevmeyen
Bir kurt; çalıların arasından,
Yuvasına dönüyor olmalı.
Yakaladığı ördeği,
Yuvasına götürüyor bir tilki.
Bir porsuk, hızla dışarı çıkıyor yuvasından.
Koşarak bir karaca geçiyor,
Önünüzden; bir sincap ustaca sıçrıyor,
Bir daldan bir başka dala.
Uçuşuyor bir kırlangıç oradan oraya
uyanmış ormanın sakinleri;
Ayaktalar hepsi.

Ne zaman solusa orman,
Dingin ve sessizce;
Yatışırdı kalplerimiz nefesiyle.
Gür çimenleri okşarcasına tatlı bir esinti,
Litvanyalılar bu sessizlikte dinlenirdi.
Esrarlı dalgalar halinde, yayılırken
Ormanın nefesi;
Ağlardık orada, bilemeden nedenini!
Hissederdik orada,
Bir acının dindiğini
Kaygılarımız yatışır , kalplerimiz huzurla dolardı.
Eşsiz bir duygudan doğup ,
Süzülen ilk yaşlar;
İnci taneleri gibi,
Damlardı ıslanmış yanaklarımızdan.
Orman havasıyla dolup ciğerlerimiz ;
Çamların salınımı gibi,
İnip kalkardı göğüslerimiz.
Huzurla dolan ruhumuz ,
Olgunlaşmış buğday başakları gibi,
Eğilerek selamlardı sessizliği.
Buydu işte; iç çekişlerimizin,
Göz yaşlarımızın,
Avuntumuzun
Ve şiirimizin kaynağı!
Yitip gitti hepsi. Sadece,
Üç beş biçimsiz çam ağacı
Kaldı geriye; ıssız düzlükte.

Halkımız her zaman ağaçlarla iç içe yaşadı
Ömürleri boyunca, pek çok dostundan,
Daha yüce saydı onları.
Evlerini yalnızca rüzgarın devirdiği,
Ağaçlarla ısıttılar.
Sadece kurumuş dallarla,
Kapılarını örüp kapattılar.
Ağaç kurumuş değilse,
Tek bir balta vurmadılar.
Karşılığında orman,
Esenlik verdi onlara.
Mutlu Litvanya halkını ;
Doyurdu, giydirdi, barındırdı.
Olanca gücüyle sahip çıktı,
Esirgedi onları.
Zaman geldi, kesti düşmanın yolunu;
Gün oldu, esirgedi sakladı mazlumu.
Üzgünken avuttu,
Mutluyken hazlar sundu;
Esirgemedi iyiliğini, uğraşıp durdu.
Derken, zor zamanlar geldi çattı :
İnsanlar açlıktan ölüyor;
Ağaç kabuklarından çorba,
Yosunlardan katık yapıyorlardı.
Açlıktan kırılan insanlar ,
Felaketin pençesinde;
Ağaçlar gibi kuruyup,
Birer birer yıkılıyordu.
Orman onlara acıdı
Ve çiğ taneleriyle ağladı.
Başında boz bulutlardan tacı,
“Aç kardeşlerim” diye haykırdı!
“Dayanın; balta tutan ellerinizi,
Kutsasın Tanrı!”
Böylece, göz yaşları içinde,
İlk ağacı kestiler.
Çocukları çok ağladı; ama,
Onlar için de kurtuluş demekti balta.
İç geçirip, çocuklarının çocukları,
Daha çok ağaç kestiler.
Torunlarının çocukları ,
Kütükleri şehre taşıdılar ;
Satıldıkça pazarda odunları,
Yerine geldi keyifleri.
Çıkarmışlardı ekmek paralarını;
Ama kereste öyle boldu ki,
Fiyatlar düşüverdi.
Orman bitinceye kadar,
Tüm ağaçları kesip sattılar ;
Elde avuçta ne varsa,
zevke dalıp harcadılar.
Böylece, ne ağaç kaldı babalarımıza ,
Ne de orman.
Çorak tepeler arasında kederlenip ,
Acı yaşlar dökerek ,
Kaderlerine yandılar.
Litvanyalılar’ın , ormanların güzelliğiyle
Beslenen ve avunan ruhları ;
Bu çıplak, sıkıntılı topraklarda ,
Bir nefeslik havaya gereksinim duyarak ,
Acılar içinde yok olup gitti.
Bizim , ağaçsız büyüyen kuşaklarımızsa ,
Eski şarkılardan öğrendi ;
İliklerine dek özlemini çektiği ,
Ormanın bilgisini.
Halkımızın şarkıları ,
Ağaca duyulan sevgiden
Ve özlemden doğmuştu.
Ve o şarkıların hepsi ,
Babalarımızın mirasıydı.
Onların , sevgi dolu çabalarıyla ,
Sabırla yetiştirdikleri
sazlıklar kadar ; sık ve gür ,
Bir çamlık yükseliyordu ,
O boşluğun yerinde artık.
Gençler , farkındaydılar değerinin ;
Çocuklar , oldukça sevinçli.
Öylesine sevecenlikle titriyorlardı ki ,
Bu yeni koruluğun üstüne ;
Kırmıyorlardı, en küçük bir dalı bile.
Anyksciai kasabası mutluydu,
İyi durumdaydı ağaçlar da;
Başka yerden sağlıyorlardı artık,
Yakacak odunu.
Derken bir gün, bir ormancı çıkageldi ;
Hendekler kazdı, bekçiler dikti
Gece gündüz.
Otlakları çitlerle çevirdi ,
Mantar toplamayı yasakladı ,
Görünüşte çok dürüsttü ya;
El altından odun ve mantar satıyordu,
Gizli gizli.
Üstlü yalanlarla aldatıyordu ;
Halktan şikayet eden olursa,
Dövülüyordu.
Yıldan yıla,
Çam ağaçlarını kökledikçe ;
Yine çorak bir arazi kaldı,
Kala kala.
O güzel korunun yerinde,
Kütük yığınlarıyla kaplı,
Çıplak tepelere bakarak ağlıyor
Ve kederli şarkımızı söylüyoruz şimdi.
Şarkım henüz bitmedi ama,
Öyle bir keder ki bu;
Canımı acıtıyor, ağırlaştırıyor ruhumu.
Uzun zamandır bu ormanı kemiren güç,
Şimdi de yüreğime ve ruhuma dadandı;
Bastırıyor şarkımı!

Antanas Baranauskas

Çeviren : Murat Acar

Anyksciai+Ormani Anyksciai Ormanı

Ağır Hasta

Üfleme bana anneciğim korkuyorum
Dua edip edip, geceleri.
Hastayım ama ne kadar güzel
Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri.

Niçin böyle örtmüşler üstümü
Çok muntazam, ki bana hüzün verir.
Ağarırken uzak rüzgarlar içinde
Oyuncaklar gibi şehir.

Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum
Ağlıyorsun, nur gibi.
Beraber duyuyoruz yavaş ve tenha
Duvardaki resimlerle, nasibi.

Anneciğim, büyüyorum ben şimdi,
Büyüyor göllerde kamış.
Fakat değnekten atım nerde
Kardeşim su versin ona, susamış.

Fazıl Hüsnü Dağlarca

agir+hasta Ağır Hasta

Hasret

Sevgimi unutmak için seyrederim bir tabloyu, bir mermeri,
Ki ne kadar dalsa ruhum yeniden döner geriye:
Okurum düşüne düşüne okuduğun şiirleri,
Senin düşüncen geçerken üzerlerinde bir sıcaklık kalmıştır diye

Fazıl Hüsnü Dağlarca
hasret Hasret

Gün Ağarırken

Öyle seviştiler ki
Kadın erkekte kaldı
Erkek
Kadında

Fazıl Hüsnü Dağlarca

adam+kad%C4%B1nda+kaldi Gün Ağarırken

Hiç Gitmediğim Bir Yerde

hiç gitmediğim bir yerde, sevinçle ötesinde
her türlü yaşantının, kendi sessizliği var gözlerinin:
en ince kımıltısında birşey var içime gömen beni,
birşey dokunamayacağım kadar bana yakın

kolayca açar beni en ürkek bir bakışın
parmaklar gibi kapamış olsam bile kendimi,
sen hep yaprak yaprak açarsın beni, Baharın
(dokunup ustaca, gizlice) açışı gibi ilk gününü

ya da beni kapatmaksa istediğin, ben,
hayatım kapanırız güzelce, birden
karın her yere özenle inişini
düşleyen yüreğince şu çiçeğin;

duyduğumuz hiçbir şey bu ülkede
erişemez gücüne sonsuz inceliğinin:
renkleriyle yapısının beni bağlayan,
öldüren, hiç durmadan, her nefeste

(bilmiyorum nedir bu sende olan, bu kapayan
ve açan; yalnız anlıyor içimde birşey
gözlerinin sesini güllerden derin olan)
kimsenin yok, yağmurun bile, böyle küçük elleri

Edward Estlin Cummings

Çeviri – Cevat Çapan
yagmurun+elleri Hiç Gitmediğim Bir Yerde
 

Aşkın Yazgısını Aşa Yaza Göçtü Babam

aşkın yazgısını aşa yaza göçtü babam
kona göçe içi-dışı bir saça-döke varını yoğunu,
şarkılar söyleyerek durmagit sabahtan akşama
doruğun enginliklerine ine çıka göçtü babam

bu uyuşuk unutkan varlık orada
dönüştü bakışıyla mümtaz biri oldu bu yaşamda;
şu delikanlı (ki her daim ürkektir tavırları)
kanatları altındaysa canlanıp coşardı

tam da kara toprakla kucaklaşırken
kavuştu özbenliğine, onun nisan dokunuşu
bıraktı uyuyanları yazgılarıyla başbaşa kalmaya
çabaladı düş dünyasındakileri öz kökleriyle birleşmeye

ve biri gözyaşlarına boğulsa, derdi ne olursa
babamın parmakları dinginliği sunardı ona:
çıt çıkarmaktan korkardı ses bile boşu boşuna
çünkü dağların büyümesini seziyordu babam.

çoğaltarak denize açılan dereleri
sevincin acılarını kana süze göçtü babam;
övgüler düzerek bir alnaca, ay derlerdi adına
şarkılar söyleyerek tutkunun doğuşuna

sevinç türküsüydü onun ve sevinç öylesine içten
yüreğinin yıldızı yolunun aydınlatırdı onun
ve içten öylesine şimdi,ve şimdi öylesine keyifli
başarısızlığa yazgılı bilekleri sevindirirdi

şahane bir yazortası ne denli şahaneyse
güneşin havsalamasının alamayacağı ölçüde,
öylesine apaçık (zirvesinde tac’olurdu
öylesine kocaman) dikilirdi düşü babamın

onun eti etti kanı kandı onun:
hiçbir aç’ı; bir lokma ekmeğine muhtaç komazdı
hiçbir kötürüm bir mil bile sürünmezdi
bayırda, onun gülüşünü görmek için yalnızca

küçümseyerek keşke ile işte böyle’nin şatafatını
duyguların yazgısını süze duya göçtü babam;
kızdı mıydı haklıydı yağmurlar kadar
merhameti engindi dolu başaklar kadar

yaşamın eylülleşen kolları dağıtır
serveti kılı kırk yararak dosta düşmana
kıyaslayın o akılsızına akıllısına
hesapsız kitapsız sunmuştu bunu da

gururla ve (ekimleşen alev ile
çağrılmış) dünyadaki çukuru gitgide derinleşirken,
ölümsüz işler yapmak için alabildiğine çıplaktı
omuzları ilerledi karanlığa karşı

üzüncü gerçekti yediği nimet kadar:
hiçbir yalancı yüzüne bakamazdı;
her dostu düşman olsaydı bile güler
geçerdi ve apak bir dünya kurardı.

bizi kendimize sala yaza göçtü babam,
şarkılar söyleyerek dalından düşen her taze yaprak aşkına
(ve her çocuk anlardı ki bahar oynar gelirdi
işitilince babamın söylediği şarkılar)

kim ki paylaşmak nedir bilmez varsın insanlık harcasın,
varsın kan ve et, pislik ve çamurdan olsun,
düzenbaz düzen kurar, gözüdoymazlık miras kalır,
özgürlük bir afyondur alınır satılır

emanete ihanet eden ve zalim olanın,
korkmalı yüreği, kuşku duymalı aklı,
ayırt etmeli doğruyu eğriden,
benliğin doruğuna ermek için

parlak olan her şey donuktu sınadık biz,
acı olanların tümü dip-temel tatlı,
kurtlu kekre ve dilsiz ölümcül
hepsi mirasımız, tümü terekemiz

ve hiçbir şey o denli az değil gerçek kadar
-derim aslında nefretti insanlara can veren-
bundandır babamın kendi ruhunu yaşaması
tepeden tırnağa aşk ve herkesten de yoğun

Edward Estlin Cummings
Çeviren : T.Asi Balkar

parlak+olan+her+sey+donuktu+sinad%C4%B1k+biz Aşkın Yazgısını Aşa Yaza Göçtü Babam