Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi

Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,
Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lakin, o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler,
Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi!
Nerden görecekler, göremezlerdi tabii;
Bir kere, zuhur ettiği çöl en sapa yerdi,
Bir kerede, mamure-i dünya, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin.
Salgındı, bugün şarkı yıkan, tefrika derdi.
Derken, büyümüş kırkına gelmişti ki öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı o ma’sum,
Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı dirildi;
Zulmün ki, zeval aklına gelmezdi geberdi!
Âlemlere rahmetti evet şer-i mübini,
Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sahipse, O’nun vergisidir hep;
Medyûn ona cemiyyeti, medyûn O’na ferdi.
Medyûndur o mâsuma bütün bir beşeriyyet
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.

Mehmet Akif Ersoy

on-dort-asir-evvel Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi

Rabbim, Nihayet Sana

Rabbim, nihayet sana itaat edeceğiz…
Artık ne kin, ne haset, ne de yaşamak hırsı,
Belki her sabah vakti, belki gece yarısı,
Artık nefes almayı bırakıp gideceğiz…
Ben artık korkmuyorum, herşeyde bir hikmet var
Gecenin sonu seher, kışın sonunda bahar.
Belki de bir bahçeyi müjdeliyor şu duvar,
Birer ağaç altında sevgilimiz, annemiz.
Gece değmemiş sema, dalga bilmeyen deniz,
En güzel, en bahtiyar, en aydınlık, en temiz
Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz…

1941

Ziya Osman Saba
ziya-osman-saba Rabbim, Nihayet Sana

Güz Bahçesi

Altın sarı yapraklarda
Hayatın son kez yansıyan ışığı
Solarken yüzümde
Şiir
Kirlenen bir su gibi çıkıp gidiyor hayatımızdan.
Üzerinde unutulan meyvaları şarabî nar ağacı
Çiçeklerini anımsayan kim kaldı
Altmış yıllık çam, nasıl
Bu denli kıyıda kalabildiğine şaşkın
Orman oynamaz mı yerinden
Portakallar birer güneş olup yükselmez mi güz bahçesinden?
Ilık toprakta taze güz çimeni
Soluğuyla nemleniyor yüzüm
Asmada kalmış bir salkım
Son kırlangıcın şırası
Hüzün, güz bahçesinde kızkardeşim
Kameriyedeki ıslak sırada
Çocukluğum tarlalarda
Leylek peşinde

Uzakta, göğün ve denizin griliği içinde alevler
Arıtımevi bacalarında parlayan bayraklar
Ayva dallarıyla karışan fındığın dibinde
Henüz çürümemiş bir tane
Sincabım nerde, ben nerde!
Bu güz bahçesi sonu hayatın
Baharı bir daha görmek
Uzun, uzun bir gecede beklenen leylek

Turgay Fişekçi
Terkib-i+Bend Güz Bahçesi

Karda Işıltılar

Gece yağmaya başlayan kardan mı nedir?
Saklamak zorunda olduğum kocaman bir sevinç varmış gibi
Çok güzel şeyler söyleyecekmişim de
Söyleyemiyormuşum gibi dolu dolu yüreğim.

İnsanca bir gülümsemeye rastladım
Hıdrellez günlerinde salıncaklarda sallanan insanların
Gönülleri kadar hafif.
Baloncunun peşinden koşan çocuk yüreği gibi sevdalı
Al, yeşil, sarı salonlarımız olsun. N’olur diyen
Bağlara gidelim

Asma çardaklarda yatalım gecelerde
İsteyen sabahlasın, istediği kitapla
İncir, üzüm, nar, şeftali
Hepsi hepimizin diyen
Sevginin dostluğun, arkadaşlığın dışında
Hiçbir anlama gelmeyen
İnsanca bir gülümsemeye rastladım

Merdivende verdiğin sarı kasımpatıyı unutmadım
Sevdiğim bir şiir kitabına taktım onu
Karıştı çiçeğin şiirlere.
Kolunu boynuma doluyorsun otobüste
Çocuğunu seven bir anne gibi
Yakınlığımız insanlığımızdan geliyor
Ne kadar insanlaşırsak
O kadar arkadaşız.

Turgay Fişekçi
Turgay+Fi%C5%9Fek%C3%A7i Karda Işıltılar

Yanık İzi

Uyumuyorduk artık, çünkü hüznün saatiydi yatağımız
ve birer değnek gibi büküyorduk akreple yelkovanı,
ve onlar hızla yaylanıp kırbaçlıyorlardı zamanı
kan gelene kadar,
ve sen, gittikçe bastıran günbatımıyla konuşuyordun,
ve ben, on iki kez sen diye seslendim sözcüklerinle
ördüğün geceye,
ve gece açılıp, öylece kaldı,
ve ben, bir gözü onun kucağına bırakırken, ötekini
senin saçlarına taktım,
ve ikisinin arasından açık damarı uzattım fitil yerine-
ve genç bir şimşek, yüzerek yaklaştı.

Paul Celan
Çeviren: Ahmet Cemal

paul+celan Yanık İzi

Şehirlerdir Acıtan Kalbimi

Şehrini arayan bir nehirdim
Arar gibi eski bir sevgiliyi
Her yanım toprak, tuz ve kum
Köpüğü dağılmış bozkırda
Çoktan unutmuş çıktığı vadiyi


Kadınlar da görmüş yalnızlıkta
Gözleri kırık bir söğüt dalı
Kan mıydı sızan gözyaşı mı
Uzak bir yıldız gibi kaymış
Elinden, nehrimin suları


Nasıl akar giderdim oradan
Sürüklenen bir nehirsem de
Savrulan birkaç su damlası
Kalsın isterdim kirpiklerinde
İşte öyle bir sevgi anısı


Suya değen ince otlara
Uzanırdım, ah bir tutunsam
Ama, bir nehirdim ben
Akıp giden kırgın göçebe
Bin yıldır batık şehrini arayan


Şehrini arayan bir nehirdim
Gözü tutmayan hiçbir şehri
Ayaklarına dolanan köprülerin
Birinden ötekine geçip gitsem de
Şehirlerdir acıtan kalbini

Ahmet UYSAL
%C5%9Eehirlerdir+ac%C4%B1tan+kalbini Şehirlerdir Acıtan Kalbimi




Manevi Mücadelemizden

Ey su! Kumlarda haykıran,
Tüm gece boyu acı bir çığlıkla feryat eden yüreğimin sesi
Ben uzanmış dinlerken
Anlayamıyorum
Duyduğum
Bendeki yüreğimin sesi mi yoksa dalgaların sesi mi
Ey haykıran deniz sükûn için
Ben miyim o,
O, ben miyim?
Bütün gece dalgalar ağlıyor benim için

Yorgun deniz!
Sana asla huzur yok.
Son mehtap üzerine düşene kadar
Ve kayboluncaya kadar
Son med cezir
Ve batıda yanmaya başlayınca kaderin ateşi
Ve yürek bitkin bir hale düşünce
Ve haykırınca deniz misali
Bütün gece dalgaların benim için yaptığı gibi
Ömür boyu ağlamak beyhude…

Arthur Symons

Manevi+M%C3%BCcadelemizden Manevi Mücadelemizden

Bembeyaz Düş

Pencereme çarpar durur kar,
Çınlar, şıngırdar sessiz gümüş.
Pencereme çarpar durur kar,
Kar gibi bembeyaz oluverdi düş.

Harika bir kar yağar bu gece,
Uçarak düşer benim yanıma…
Ben aslında seni düşünmem de hiç,
Fakat sen gelir düşersin aklıma…

Rauf Parfi 
(Çev. Ahmet Yalçınkaya)
sen+gelir+d%C3%BC%C5%9Fersin+akl%C4%B1ma Bembeyaz Düş

Ölülerin Güneşiyim

İki dünyanın, iki dünyanın sınırıyım ben,
Yüreğim, niçin hüzünleniyorsun?
Işığı solmuş, ışığı ölmüş ölülerin güneşiyim.
Benim ışıklarımda oynaşıyor serçeler…
Siklamenlerin, siklamenlerin tohumları çatladı,
Buhar olup uçuyor toprağın ıslak nefesi;
Derenin şarkılarında uyuyor bıldırcınkılavuzu…
Coşkuyla dinliyorum serçelerin cikciklerini…
Yeşeriyor, duyuyorum otların nefesini,
Ama… Yüreğim niçin hüzünleniyorsun hâlâ?
Gül dalındaki kuru tohumları
Gagalayıp götürdüler serçeler…
İki dünyanın, iki dünyanın sınırıyım ben,
Yüreğim, niçin hüzünleniyorsun?
Işığı solmuş, ışığı ölmüş ölülerin güneşiyim.
Benim ışıklarımda cıvıldaşıyor serçeler…

Ana KALANDADZE
Gürcüceden çeviren: FAHRETTİN ÇİLOĞLU
ni%C3%A7in+h%C3%BCz%C3%BCnleniyorsun Ölülerin Güneşiyim

Düşünce

Ülfet belâlı şey, fakat uzlet sıkıntılı,
Bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı?

İnsanlar anlaşıldı. Cihânın da sırrı yok,
Kalsaydı terkeşimde bugün tek bir altın ok

En tatlı bir hayâl için atmazdım ufkuma.
Dalsın yakında gözlerim artık son uykuma!

“Yalnız duyan yaşar” sözü, derler ki, doğrudur
“Yalnız duyan çeker” derim, en doğru söz budur.

Gördüm ve anladım yaşamak mâcerâsını,
Bâkiyse rûh eğer dilemezdim bekasını.

Hülyâsı kalmayınca hayâtın ne zevki var?
Bitsin, hayırlısıyla, bu beyhûde sonbahar!

Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi,
Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.

Yahya Kemal BEYATLI

Yaln%C4%B1z+duyan+%C3%A7eker Düşünce