Buluşmak Üzere

Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni

Diyelim icin çekti bir
sabah vakti
Erkenden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarsaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege Denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüsler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni

Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmıs ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan Ya Taksim ya
Beyazit meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu
ülkenin
çocuklarından
Yürüyelim
arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başı sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varim.

Can Yücel

Ağartı

sevgililer yüzüne karşılık geldim
kaygı bağırdı gözevlerimde

günlerin yamanan yıldızlar
ve üzülen gökkuşaklarıyla
doluluğundan söz ediliyor
evlerde çocuklar arşınlanıyor
ve alkışlanıyor babalar
ki tütün başında
ekmek başında kabir başında

günler yenilenen bir isim
merdivenleri büyük ağzıyla çıkan meral
haftada üçer gün üçer hafta
ince uzun veya kahverengi
ve gelinlik sabah çatışmasında
yoğunlaşan yorgun artık ben
köprü ortasından yarılmış bu ara
organın ve güneşin salgınlığı
toprağa gelir gibi oldu an
başlar ikinci artık

beygirler uzağa kayıyorlar

bu arada gelinmeler
arkadaş yapıtlarına yar koyma
yöremdeki çimler

bu arada evimin içinde odaların birbirine düşman durduğu
ve hastalandıkları
çalışan yüreklere uzak
bekardan korkan ev sahiplerinin
kapılarda kızlık heykelleri
bu arada insanın yemeğe oturma çelişmesi

yemekten kalkma çelişmesi
erkek oluşunuza binaen
bu arada özel sıkıntılarımızın
kılıç kuşanmış hali
durmadan kanlanıp hatırladığımız
bunalan kadınlar
ben alda’yı bunalıyor görüyorum rüyamda
kırbaç gibi insanı saran etrafımızda
kelebek kanatları gözler
akılda kalan ağızlar
hatlar
seviyi yoran alkışlar
bir şehri paramparça edip
ortasından yarıp uykuları
evlerin sahanlıklarına
misafir odalarına
lavabonun altındaki dolaba
çocukların hücumluk yataklarına
iri erkeklerin şakaklarına
kadınların çırpınan dudaklarına
ve kızların sancaklarına sığınan
ve benim damarlarımda itişen uykulara

bir şehrin ortasından tren geçiyor
o şehirde büyük rüzgâr vardır
bir oyuncakçı vitrininin önünde
insanların durdukları ve duruşlarını
değiştirmedikleri trenle birlikte
şehrin ortasından oyuncak trenlerin
cezalandırmış şekilleri

kendisini buyruk
vitrine yapışık insanların kafalarındaki
içlerinden geçerken dönüp bakmadıkları
durdurup parçalamadıkları
önüne yüzer ellişer
yatıp apartman kadar
ağır tekerlerini üzerlerinden geçerken
öpüp ağızlarını ezdirmedikleri

noktanın sonuna kadar
bir sinir bir can yanmasıyla
bir parçamı
bir demir mengeneye
koyup sıkmak istiyorum mu nedir
dilimi

bir acı mı ne gerek
öyle uykum var ki
öyle istiyorum ki

o içinden marşandizler
şimşek gibi fırlayan
şehirde hemen
hat boyunda ilk tahta evde
derin yatakta
her an çığlıklarıyla
uyuyayım kıyametler
bir ejder geçsin
öyle tanıdığım
öyle canımın içinde

durup gelmeyince
morfin gibi arıyorum direnmeni
iğne üzerinde yüzün gelip
kuşatmıştı beni
ama düşündükçe korkmak
yüzünle geldiğini

ve bunları elbette çabucak geçelim sevgilim

Cahit Zarifoğlu

Veni, Vidi, Vixi

Değilmi ki o derin acılarımla şimdi
Buna destek olacak tek bir kolda yoksunum
Ve çocuklara bile zorlukla gülüyorum
Ve açmıyor içimi çiçekler renkleriyle
Anlamalıyım artık: yaşadın yeterince!

Değilmi ki ilkbahar kuşatınca her yanı
Doğayı şenlik yerine çevirdiğinde tanrı
Bu görkemli sevdaya aşksız bakıyorum
Değilmi ki gün-gece ışıktan kaçıyorum
Duyarak o en gizli kederi herşeydeki

Değilmi ki ruhumda umudum yenik düştü
Değilmi ki bu güller, kokular mevsiminde
Sevgili kızım benim, içimde, ta derinde
Yalnız senin yattığın karanlığa özlem var
Mademki öldü kalbim, yaşadım yeterince!

Yeryüzünde yükümü tek bir gün reddetmedim
Arığım işte orda, burda başak demektim
Yumuşadım gitgide, yaşama gülümsedim
Ve yaşamın o büyük, dipsiz gizi dışında
Dimdik durdum ayakta, kimseye eğilmedim

En iyisiyle yaptım yapabildiklerimi
Ne çok uykusuz kaldım, ne çok hizmet götürdüm!
Sonra acılarıma güldüklerini gördüm
Nefretlerine hedef seçildikçe üzüldüm
Anarak çalışıp çektiklerimi

Tek kuşun uçmadığı şu dünya sürgününde
Öyle bezgin, ışıksız, ellerimin üstünde
Diğer tüm kölelerin alayları içinde
Taşıdım ağlamadan al kanlara bulanıp
Koparılmaz zincirden payıma ne düştüyse

Şimdi bakışlarımın ancak yarısı bende
Ötesi darmadağın acılı gömütlerde
Dönüpde baktığım yok çağıran olsa bile
Sersemlik ve sıkıntı yüklü bir uykusuzum
Hiç gözünü kırpmadan kalkmış şafaktan önce

Miskin karanlığımın orta yerinde şimdi
Yanıt vermeye bile gönül indirmiyorum
Canımı sıkıp duran o en günücü ağza
Ulu Tanrım gecenin kapısını aç bana
Ki çekilip gideyim, dönmeyeyim bir daha!

Victor Hugo

neşe ve adalet

kendisi değil çaresizliğinden sanki
hep bir başkası zarar görmekteydi
karşılar mıydı herkesin zararını
karşılarım demişti
biz de inandık ona
sabırlıydık, bıraktık geciktirsin adaleti

haklı tepkilerin habercisi olmayı isterdi
garipliği erişilmez bir güvence
çok şey yapacakken daha
titizliği bir tür tembellik
hep kederli bir güne rastlayan neşesinden
belliydi, kızgındı kendine, hayatına girmiştik
bize kızgın değildi

inanmak zor, sayıları düzeltmek en kolayı
önündeki yıllar en kolayı
sevimli bir azınlık olmanın mutluluğu onunla
gizli kalması gereken tedirginliği
bu bir tercih değil miydi
ben de verdim yıllarımı kendi ömrümden
haydi verdim diyelim, doğru olur mu ki

bizim de bir yarınımız var
göreceğiz ne kaldığını geriye

Necmi Zeka

YAŞA ve YAŞAT

Her şey biriksin istiyorum
dilimin altında
ağzım tıkalı

O bir gün bu yoldan geçecek
iki azı dişi ve ağırlaşan gövdesiyle
önümden geçecek
bir diyeceği kalmış gibi

Kusursuz bir saygı duruşu yerine
azarlanmaya razı
yanımda gezdirdiğim kollarım
hala benim kollarım

ağzım tıkalı

Necmi ZEKA

Jose

josé
şimdi n’olacak, josé?
parti bitti,
ışıklar söndü, herkes gitti,
gece soğuk,
şimdi n’olacak, josé?
ne diyorsun ha?
adsız josé
başkalarını kızdıran
şiir yazan,
kavgadan hoşlanan
şimdi n’oalacak, josé?

kadının yok,
ne söyleyecek sözün,
ne sevgin kaldı,
ne içki içebilirisn artık,
ne de cigara,
tüküremezsin bile,
gece soğuk,
gün doğmadı,
ne otobüs geldi,
ne de ütopya,
gülen kimse yok,
her şey sona erdi,
her şey çekip gitti,
her şey çürüdü,
şimdi n’olacak, josé?

şimdi n’olacak, josé?
tatlı dilin,
şölenlerin, perhizlerin,
o ateşli anların,
raflardaki kitapların,
altın çıkan madenin,
camdan giysilerin,
anlaşılmaz sözlerin,
nefretin, şimdi n’olacak?

elinde anahtar
kapıyı açmak istiyorsun
kapı yok
denizde boğulmak istiyorsun,
deniz kurumuş;
minas’a gitmek istiyorsun,
artık minas yok;
josé, şimdi n’olacak?
bağırabilsen,
inleyebilsen,
bize bir viyana valsi
çalabilsen,
uyuyabilsen,
yorulabilsen,
ölebilsen…
ama ölemezsin sen,
sapasağlamsın, josé.

karanlıkta tek başına,
vahşi bir hayvan gibi
kafa yormadan tanrılara,
dayanabileceğin
bir duvar bile olmadan,
dörtnala kaçabileceğin
bir kara attan yoksun
yürüyorsun, josé!
josé, nereye?

Carlos Drummond de Andrade
çeviri Cevat Çapan

İÇİMDEN ŞU ZALİM ŞÜPHEYİ KALDIR/YA SEN GEL YA BENİ ORAYA ALDIR

Ağzının bir kıvrımından cesaret bularak
Tek yürekte susayışlar yaratan yağmurlara açıldım.
Kalmışsa tomurcuklar önünde sendeleyen çocuklar,
Kalmışsa birkaç ısrar ölümle yarışacak,
Onların yardımıyla dünyamıza acıdım.

Dünya. Çıplak omuzlar üzerinde duran.
Herkes alışkın dölyatağı borsalarla ağulanmış bir dünyaya.
Benimse dar; çünkü dargın havsalamın gücü yok bazı şeyleri taşımaya.
Önce kalbim lânete çarpa çarpa gümrah,
Sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu.
Sakın Styks sularının heyûlası sanmayın,
Er gövdesinde dolaşan bulutun simyası bu.
Biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz.
Öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz.
Ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak,
Ne ellerin hırsla saban tutuşu,
Ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır.
Dev iştihasıyla bende kabaran aşkı yetmez karşılamaya.

İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır.
O ferah ve delişmen birçok alınlarda,
Betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır.
Çelik teller ve baruttan çatılınca iskeletim,
Şakaklarıma dayanınca güneş,
Can çekişen bir sansar edasıyla uğultudan fark edilmez olunca konuştuğum,
Kadınların sahiden doğurduğuna,
Toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum.
Nicedir kavrayamam haller içinde halim.
Demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm.
Bir somunu bölünce silkinen gökyüzünü.
Su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum.
Duydum yağmurların gövdemden ağdığını.

Sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden aşk için bir vaha değil aşka otağ yaran.
Sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları bir harfin başlattığı yangın ile söndür.
Beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım.
Öyle mahzun ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.

İsmet Özel

Esenlik Bildirisi

Bir şehrin urgan satılan çarşıları kenevir
kandil geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa
yağmurdan sonra sokaklar ortadan kalkmıyorsa
o şehirden öcalmanın vakti gelmiş demektir

Duygular paketlenmiş, tecime elverişli
gövdede gökyüzünü kışkırtan şiir sahtedir
gazeteler tutuklamış dünya kelimesini
o dünyadan, o şiirden öcalmalı demektir

Ölüm gelir, ölüm duygusuna karşı saygısız
ve zekâ babacan tavrıyla tiksinti verir
söz yavan, kardeşlik şarkıları gayetle tıkız
öcalınmazsa çocuklar bile birden büyüyebilir

Yargı kesin: Acı duymak ruhun fiyakasıdır
kin, susturur insanı; adına çıdam denir
susulunca tutulan çetele simsiyahtır
o siyah öcalmakcasına gür ve bereketlidir

Vandal yürek! Görün ki alkışlanasın
ez bütün çiçekleri kendine canavar dedir
haksızlık et, haksız olduğun anlaşılsın
yaşamak bir sanrı değilse öcalınmak gerektir.

1973

İsmet Özel

Üç Frenk Havası

1. Capriccio Alum

Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için
çünkü mahvına sebeb nihayet bir sinektir
ama Fanya Kaplan
nasıl öldü diye sorarsak sanırım
işimiz fazlasıyla ciddileşir.

Bize ne başkasının ölümünden demeyiz
çünkü başka insanların ölümü
en gizli mesleğidir hepimizin
başka ölümler çeker bizi
ve bazen başkaları
ölümü çeker bizim için.

Ölümle şaka olmaz diyenler
kıyasıya yanıldılar bu çağda
Taksitle Alum diye bir roman yazıldı artık
Önce Öl/Sonra Öde denelmek suretiyle
aşılıp geçildi bu roman da.

Doların dalgalanmasına bırakıldı bu çağda alum
geceleri şehrin varoşlarında ikamete mecbur edildi
gündüzün kimlik soruldu ona
sağcı mı solcu mu olduğu sorusuna cevap verdi
seken bir kurşun kadar
kurşuni bir kış denizi kadar bile
taraf tutmayan ölüm

2. Alum Cantabile

Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata
görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını
yerime yadırgadım
yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka
çılğının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı
durmadanbeyaz bir aygırla taşardım derin göllerden
bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara
güneşin zekasıyla doymak isterdim
kaba solgun kağıtlar sunardı
şehrin insanı bana

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin

Ogünbugün, şehri dünyanın üstüne kapatıp bıraktım
kapattım gümüş maşrapayla yaralanmış ağzımı
ham elmalar yemekten göveren dudaklarım
mırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını.
Azıcık gece alayım yanıma yalnız
serçelerin uykusuna yetecek kadar gece
böcekler için rutubet
örümcekler için kuytu
biraz da sabah sisi
yabani güvercin kanatları renginde
biz artık bunlar olarak gidiyoruz
eylesin neyleyecekse şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
bozuk paraların insanı, sivicelerin

işte öldüm, işte son kadife çiçekleri
son defneler, badıranlarla kefenlediler beni
bütün kaçaklar için inci bir melhem oldu benim ölümüm
bütün hoşnutsuzlar yanlarında saklayacak
bemin ölümümden yayınlan kırpıntıları
boğaz tokluğuna çalışanlar
özenle kilitleyecek göğüslerine
benim ölmüş olmamı
hiç bir yaprak damarından
hiçbir su özünden atamayacak beni
ortaya benim ölümüm sürülecek
pey akçesi olarak
tanrıların ölümünü bir üstlenen çıkınca
ama neler olup bittiğini hiç bir ayetten
hiçbir vakit anlamayacak şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin

3. Requiem

Bozkırda yaz akşamları seni seyrederdi
seni seyrederdi ormanda gürbüz sabah
ağırkanlı bir güneşle yaşanan kış
ağır, kanlı bir güneşle yaşanan hasat zamanı
bekarların kaburgalarına gümleyen karanlık
isterik kokusu beyaz dantelaların
seni seyrederdi
sen diriyken sana bakmak
başlı ve sonlu bir uğraştı sanki.

Gövdene imrenirdi ok atmayı bilenler
gövden aklın gibi engebeli ve dakikti
sokaklarda kavga çıkardı senin yüzünden
sen topuğunu gösterirdin ve dövüş başlardı
ejderlerle çarpışırdı bey çocukları
müminler müşriklerle savaşırdı.
Toprak ve yağmur savaşırlardı
anahtar ve kilit
birbirlerine girerdi ekmekle bulutlar
kan ve su
nadirle zenit.

Isıtırdın salkımları bağlar bozulunca
tohumların bilgisine hısımdın
beyninde yelkenlerini açarak
serinlerdi kısır kadınlar
sen diriyken
sepetlerine çiçek doldurup insanlar
peşinden gelirlerdi
sürevenler peşinden yürürdü endazelerin
mekikler otlakların yörüngesiydeydi
ayıklardı insanların rüyalarını
yaktıkları tütsü, okudukları yasin.

Sonra öldün, sonra ıslıkladılar seni
gösterişsiz tabutunu yuhaladılar
lahana yaprakları attılar sana
sonradan görme tombul ortayaşlılar
semiz, genç burjuvalar seni
tepeden tırnağa fermuarladı.

akşam gezmesine çıkan emekliler bile
duygusuzca silkeledi üzerlerinden
senin gözyaşlarını

Bir soğuk uzay
parıltısıyla anılıyorsun artık
kuru bir bilgisayar tıkırtısıyla
açıyorlar taçyapraklarını ancak
bir alkol koması sırasında
senin yorgunluklarını
hastanelere makbuz yaptılar
çekingen duruşunu intihara karşı
kullanıyorlar koğuşlarda
çünkü çoktan alum götürdü seni
alum alum
gündelik sözlerimiz arasında
geçecek kadar kaba.

İsmet Özel

Kitabevinde 1 liraya satmaya çalıştığımız kitaptan bir paragraf:

Sapanca Gölü’nün yanından geçiyoruz. Onlarca küçük kuş var durgun suyun üstünde.
Kuş mu, başka bir şey mi (mutluluk mu) o da pek belli değil ya!
Aytül de müziği bıraktı, uyumaya başladı. Başı omzumda. Kıpırdayamıyorum. Şiir çalışamıyorum artık. Şiir yaşıyorum.
İnsanın sevdiğinin başı omzunda uyuması, yüz şiire bedel değil mi…

Necmi Zeka Şiiri/Yom Yayınları