Bugün Aşk Benim

I.

ahh!
yalıncak bir şiir gibi, imgesiz
siz, yalnızlık nedir
-ama gerçekten-
bilir misiniz?

kaç kolon tutar ki saraylarınızı
sağ ve zâlim
sürveyanlarınızı

kiraz ayı, orak ayı, aylandız
bırak kim kazanacaksa kazansın sürümden
kaldı mı bir tonu grinin… bilmediğimiz!

mataramda bir içimlik zülâl
alnımda zül!

bir kalbim, bir de ben
-bir de çiçeği burnunda şu mavi-
yeteriz!

II.

beni leylaklar getirmiş
kuş konağı, kış ortası, bahar!
bilirim kimseye göstermeden ağlamayı

sen sür atını, merhem niyetine
ben çoktan ondum

koynunda sürmene bıçağı
sürdür sen oyununu, ey fettan felek
ben çoktan bozdum

gözyaşı dediğin ne ki
-aynıyla vâki
aynasıyla kör-
başımın
gözümün
sadakası olsun!

III.

“omnes vulnerant, ultima necat”

kapat defterini gözünde seyiren seyirin
düşür tetiği
menzili çoktan aştı aşk
üşüyen bir kuştur şimdi avuçlarında elîm

el verdi sâki: bugün aşk benim!

Perihan Baykal

A+%C5%9EIKANE+Seni+seviyorum+diyen+o+h+-z+-nl+-+bir+ozand%C2%A6-r Bugün Aşk Benim

fotoğrafımdaki mühür

bir ihtilal yalanıyla alıp götürüyorlar sabahı
ihanetin en karanlık yanıyla götürüyorlar
ne gözyaşları içinde bir general
ne tebdil-i kıyafet gezen bir kral var

ırmaklarımızı rüyalarımızdan çekip çıkaran çapulcular
dönüp çingene bir mevsimi çağırıyorlar durmadan
tenimde gün doğarken ayarttığım dudaklar
ayarttığım bulutlar örtüyor beni
örtüyor ödünç aşklarıyla bir adam
yenik bir özürle örtüyor günü
ve karanlık
çirkin yaralarla aralıyor göğsünü

şimdi
gece çeteler kurar öpsem yarimi
öpsem yıldızlar fışkırmaz kuyulardan
öpsem zehirli bir haziran

adressiz kaldığımız içtiğimiz nektardan bellidir artık
bellidir yağmurun farklı yağdığı çapaklarımızdaki kandan
bu yalnayak hayatla iyi bir resimiz onlara
harika bir resim avuçlarımızda ovuşturduğumuz umut
ovalarımız yarıçıplak duruşumuz harika
kilimlerimiz karlı bir ölüm kadar antika
ama korkuyorlar ruhlarımızdan
biraz gözkırpacak olsa bize yapma çiçeklerden bir bahar
bir iktidar
sessizce deviriyorlar
bir kader gibi deviriyorlar kadehlerini
gözyaşlarımızın yamacından

her çılgının her çalgının içinde bir korku
her sözün sonunda bir karakol var
ekmeği fırlatarak veriyorlar bize
ve çiğniyoruz birbirimizi dağları deviren ayaklarımızla
direnen son yanımızla çiğniyoruz ekmeği
ölümlerimiz fırlıyor haberlerden karanlık şenliklerden
çürüyen yerlerimize basa basa dansediyor bir rüzgar
bir rüzgar yağmura baka baka çürüyor
sonra ilikliyor sarsak bir inatla çürüyen elbisemizi
paralarla karışıyor gülüşlerle
kirli bir mavi karışıyor iliklerimize
götürüyorlar iliklerimize kadar
hızla götürüyorlar bizi
kendimizi unutabileceğimiz bir denize

biz
yani o sessiz ırmak
biliriz masa altından gülen bürokratların
her sevişme vakti gümbürdeyen iktidar korkusunu
çamurdan şiirler dökülüyor sabahtan bir kaç damla kan
her yağmurun eşiğinde ayrı bir koku
her annenin yüreğinde ayrı bir idam
sarsıyor bebeklerin çalınmış uykusunu
giderek çıldırarak
unutuyoruz sonra
dalgın bir deniz oluyoruz bir rüya

kimse dönüp bakamıyor ruhuna bakamıyor aynaya
alıp götürüyorlar yıllarca altında kaldığımız gökyüzünü
ne herşeyi unutturacak bir dua
ne apaçık bir iman rüyalarımızı aydınlatan
efsanesi kirlenmiş umutsuzlarız
heybelerimizde çocuklarımız için sakladığımız ne varsa onlar bitiriyorlar
şehirlere düşürüyorlar bizi
onursuz bir iççekişe
mahpuslarda ihanete düşürüyorlar

alıp götürüyorlar bizi kararıyor sabır aşk kararıyor
anne rahmindeki uykumuzu özlüyoruz her ölüm orucunda
her ölüm orucunda yeni bir bahar aranıyor
gelip gelip deliriyor sözcükler
tam dilimin ucunda

dilimin ucunda yeni bir hayat
dışarda olağanüstü güvenlik önlemleri var
ve çocuklar yıkık köprüler gibi diziliyor dünden yarına
sabahı elleyen kim
kim bu görünmeyen canavar
yanan bir deniz oluyoruz yollarda ölüyoruz ardarda
titriyor artık hayata attığımız en ufak çimdik
tıkladığım kapılar buzdan kalabalıklar
titriyor
fotoğrafımdaki mühür kadar

aklımız yanıyor
bindokuzyüzdoksanyedi sonbaharında
fidel castro ölmüş che guevara yaşıyor
yaşıyor dağımıza bırakılan yıldızlar
yaşıyor bizden dağılan ne varsa sokaklara
yaşıyor ölümlerle dansedip ölümsüzleşen kızlar

yine de serinlemez kanımız bize yetmez bu rüzgar
gökyüzünü cebine koyup giden hüseyin
bir daha dönmez

artık bir sonbahar oluruz uçsuz bucaksız
kendimizi buluruz gittiğimiz yerlerde
ve sonsuzluk bir kez daha şifreler öykümüzü
belki yeni bir şafak çıkarır bizden mevsimler
kutsanmış suçlar buluruz kocaman bir aşk
belki de kanla yıkarız
yeniden yüzümüzü

artık çölde cesetsiz bir çarmıh kadar anlamsız
ve çirkin papatyalar gibiyiz her bahçede
artık bize yalnızca gözyaşları çul
yaralar kardeş yokluklar abi
artık hapisten yeni çıkmış şiirleriz türkçede
yeni bir cinnetle çıkıyoruz mağaralardan
çıkıyoruz içimizde kırıklar
yağmurla şımaran günlerden kalma kırıklar
yorgunuz kapanan her kelepçede

ne hayatı alkışlayan çetelerden bir haber
ne de gülümseyen bir şarkı artık kürtçede
artık zenciyiz yağmurdan gömleğimiz
boğuluyor kendine aka aka bir deniz
yağmuru öpe öpe kirpiklerimiz
ölüyoruz halepçede

ölüyoruz bembeyaz olmuyor dünya
metin öldüğünde yağan kar gibi
ölüyoruz ses gelmiyor diyarbekir’den
şeyhmus’u sorar gibi

ölüyoruz çıldırsın şimdi sonbahar
alıp gelsin bütün mavisini darağacından
alıp gelsin yürekli deniz
çiçek açsın gözyaşları yarına
işte şimdi öpücüğü kondurma vakti
alıp alıp hayattan
ölümün en vahşi dudağına

oysa neden sözcüklerden kan sızar
neden hiç bir yürek boğdurulamaz
neden hiç bir aşkı anlamaz hiç bir iktidar
işte dürtüyor geceyi çırılçıplak bir ayaz
bankalarda sessizlik ekiplerde telaş var
iflah olmaz bir yarayla tarıyor saçlarını veznedar
kadınlar geçiyor ötelerden güzel kokular
geçiyor geceden namaz

kendimize doğru kıvrılan yolların yeniden başındayız
tanrı herşeye karışıyor mu gerçekten
karışıyor birbirine binlerce yıldız
karışıyor ortalık aniden bir sağnak olsa
ne zaman boğulsa paralarla biri
karışıyor hesaplarımız

ruhlarımız bulutlanır da birgün
gözyaşı döker çakallarımız bile
çantamızdan yeni bir hayat çıkarır serperiz sokaklara
ve sabah çıkarır aşkların koynundan çıngarını
parlar yüzümüzde Allah yağmur oluruz biraz
günlerle halay çeker başkaldırır çırılçıplak bir ayaz
büyür artık büyüyebildiği kadar cehennem
biz anlatılmaz bir cennet ile yanarız
yalansız
ve
üniformasız

Sıtkı CANEY

fotograftaki+m%C3%BCh%C3%BCr fotoğrafımdaki mühür

Noktürn

Sonunda uzun sessizliğiyle çöker gece
O büyük gölgesiyle her şeyi örten.
İncecik bir ses yükselir ansızın
Sonra acıyla yitip giden.

Kulak, dikkat kesilir uzak bir yankıya
Ya da gelip geçen birilerinin sözlerine
bir dizi sestir sadece geride kalan.

Sonunda gelir gece izmaritlerin delik deşik ettiği
Örtüleri sererek, söndürüp ışıkları
Kapatır son pencereyi de.

Ağır, gölgeden ellerini uzatır sessizlik
Gölge sessizliktir. Ve biz hiç bilemeyiz
Nerede başlayıp nerede bittiğini
Hatta başlar mı biter mi.

Faydasızdır yanı başımdaki lambayı yakmak
Kıpırdamaksızın kendimden inerken
Sessizlik kuyusunu daha da derine kazır çünkü ışık.

Sonunda gelir gece başka insanların
Sözlerini uyandırır; kurumuş, eskimiş
Sararmış sözleri: Kalp, gizem, dolunay, karanlık…

Sonunda hepsi çöker: gece, umut, yalnızlık.

Gece eski bir düşün denizidir hep
Soğuk, boş bir düş. Batık bir unutuştan başka
Denizinde geriye bir şeyin kalmadığı.

Gecenin dalgaları sürükler
Keder veren anıları, soğuk korkuları
Bir şeye susayışı… Ve titreyerek

Bitiririz işte bir günü daha
Artık hatırlayamadığımız bir şeyin acısıyla.

Sonunda çöker gece başımı iterek
Sessiz, bilinmeyen bir dalganın içine.
Ölü kirpiklerle örtüp gözlerimi
Boş bir not bırakır ellerime.

Xavier Villaurrutia
Çeviren: Behlül Dündar

tumblr_masslpaYLT1ryiq74o1_1280 Noktürn

Sürgünlere Sürülmüş Bir Sürek

Beklemek, ana karnında başlar ilkin, dokuz aydır.
Beklemek, ölümdür ki beklenilende bilinmez, bilinmek istenmez.
Beklemek, hayatın kendisidir ki sürekli beklenilecek bir şeyler buluruz.
Beklemek, doğum ile ölüm arası ve ölüm sonrasını kapsar.
Beklemek, hayata anlam katar bir bakışa göre.
Beklemek, hayatın anlamını aramanın kendisidir diğer bir görüşe göre.
Beklemek, insanı sıktığı gibi hayatı da sıkar.
Beklemek, olgunlaşmaktır belki de.
Beklemek, beklemenin kendisi azap da olabilir umut da.
Beklemek, giden sevgilinin arkasından bakmaktır.
Beklemek, gelecek sevgiliyi gözlemektir.
Beklemek, var olmanın dayanılmaz sancısını taşımanın belirsizliğidir.
Beklemek, bek de hayatlar yaşamaktır.
Beklemek, umut barındırır ki beklettirir.
Beklemek, sevda barındırır ki acıtır.
Beklemek, aşk içerir ki kan kusturur.
Beklemek, saatin, günün, haftanın, ayın ve yılın isyanını içerir.
Beklemek, zamansızlığa özlemdir.
Beklemek, mekânsızlığa istektir.
Beklemek, Azrail’e sıkılan yumruktur.
Beklemek, kendi doğumunu beklediğinin farkındasızlığıdır genelde.
Beklemek, pişmek, pişmek ve durmaya (Bek’de) devam etmektir.
Beklemek, uykuya dönen hayattır.
Beklemek, hüznümüzü rüzgâra kaptırmaktır.
Beklemek, içimizi mahpus kılmaktır.
Beklemek, doğum sancılarının artmasına rağmen, doğumun gerçekleşmemesidir.
Beklemek, hayat biriktirmektir.
Beklemek, nefes almaların acıtması, kanırtmasıdır.
Beklemek, saniyelerin saat kuvvetinde beyne inmesidir.
Beklemek, acılarla beslenmektir.
Beklemek, kimsesizliğimize gömülmektir.
Beklemek, bir türlü ısınamayan Eskimo’yu anlamaktır.
Beklemek, çaresizliğin intiharını rüyanda görmektir.
Beklemek, bitmek bilmeyen 3 -5 nöbetleridir.
Beklemek, her geçen günü cellât bellemektir.
Beklemek, hasret hasret büyüyen bir süresizliktir.
Beklemek, metafizik bir eylemdir her ne kadar fiziki gözükse de.
Beklemek, sürgünlere sürülmüş bir sürektir.
Beklemek, yudum yudum sabır ile sarhoş olmaktır.
Beklemek, yarına adaklar, sunaklar hazırlamaktır.
Beklemek, gözlerinin artık baktığı yeri görememesidir.
Beklemek, BEN’inin farkındalığında bir hayattır.
Beklemek, varoluşu anlamlandırmaktır.
Beklemek, Rab’be yakarıştır.
Beklemek, bulunmak istemektir belki de.
Beklemek, belki de biter diyedir bunca hengâme, belki de biter, belki de.
Beklemek, sadece O’nu özlemektir.
Sulhi Ceylan

Kendi+Kalbinin+Tanr%C4%B1s%C4%B1 Sürgünlere Sürülmüş Bir Sürek

Öğle Uçurumları

Öğle vakitleri; benim ser-i mezarım
murdar ettiğim hayat yorganların altında
Hep böyle uyanıp çenemi yuvarlıyorum
Hacminden taşan bir karanlık
var. Canlı ve ölmeyecekmiş gibi duran
çalışkan insanların fotoğraflarında
belki bu yüzden yokum

Masumiyet, iplik, tuğla gibi kelimelerle
açıklanabilir bir durum yaratmak istiyorum
Anlam bir patırtı halinde dökülüyor dışarıdan
Şimdi ne yapmalıyım?
Diyelim ki ben dikenli bir kaktüsüm
günün soluksuz bahçelerinde büyüyen
Bu zavallı kaktüs ne yapmalı?

Uyanmak ağır eylem
hareket bölünerek çoğalıyor
meraka benziyor bu haliyle
kim ne nerede bana ne?
acımasız ve çiğ kalabalık
büyük yanıtlar peşinde sanki
henüz bitmeden sorular… imdaaat!
ben zamanı uyutayım mırıl mırıl
ufkun sandalında deniz tutmuş gibi

Göğü açıp kapatıyorum
mahrem yerlerini gösteriyorum
İşte bana benziyor, açlık dökülüyor
Suçlu gibi karışıp yer altında lağıma
her ruhtan bir lokma alıp yatışıyor
acımak yok artık..
Yeniden solucan olmak yok..
Bir dönence gibi gülümsemek var
Parçalar halinde söylenmeli yalanlar

Dışarıdan taşacak bütün bilgiler eksik
manası çözülmeyen şifreleri taşıyor
nasıl açıklarım bu keyfi zenginliği
devamlı kapılar açılıp kapanıyor
beş altı kişi olmak inanın kolay değil
bir yolu olmalı zırhla yaşamanın
ve onu her gün parlatacak gücü insanın

Gerçeği biliyor musunuz? belki o yaşlı kadını
ben öldürdüm
Parasını çaldım cesedini parçaladım
Ortadoğu’dan akar gibi aktı kanı
Artık olası kurban benim
Bütün üçüncü sayfalarda ben varım
pusuda bekleyenler var
çattım kaşlarımı
dışarı çıkmam çıkamam, kaşlarım var…

Güneş pek çiğ, tam ortada, günün ortasında
Bütün elmalar gülüyor hayat ne garip!
Asla bitmeyecek yapılacak işler
Bir daha yıkanmak istemiyorum
Fena koktuğumu söylüyorlar
kapıcı kapıyı çalıyor
Bir şey buyuracak. Ben fena kokuyorum
Soru şu: Kapıyı kim açacak?

Hep geciken biri kendine yetişemez
Sanki açlığın içinden geçer gibi aşınır
Bir hakikat defteri açılıp hemen kapanır
Ne vakit imzamı atacağım oraya

Araf’tayım istikbal vaadediyorum
Selamünaleyküm ey zehirli manzara
Artık yolundan çekildim.

Emel İrtem

g%C3%BCn+batarken+beklenen Öğle Uçurumları

İmru’l Kays

Atların lisanını bilirim
kadınların gizli tarifesini
itin hergelenin biriyim
muhabbet tellâllarına göre

Kalmadı yatmadığım hane
üryan girmediğim bahçe
İmru’l Kays’ı öldüren zehir
bana da sunuldu kaç kere

Doludizgin geçtim Yesrib’i
Mekke’yi kona göçe
görmek için şairin ülkesini
indim kadim Yemen’e

Yemen : Mısır ketenine
nakşedilmiş bir kaligrafi :
yüz bin sağmal deve
bir o kadar soru işareti

Yemen : çölün eteğine
serilmiş bir pösteki :
yüz bini çini kâse
bir o kadar cırcırböceği

Kahvenin yeşilini severim
sütün çivit mavisini
halden anlamazın biriyim
hayal tacirlerine göre

Necid bir kök hatmi
Aden bir dal defne
gözlerim şakaklarıma çekilir
güneş batarken Kızıldeniz’e

Nicedir dudaklarımda gezinir
Cemal Süreya’nın iki dizesi :
“İki şey : aşk ve şiir
bunlar kuşkuyla çiftleşir”

Boynundan sarkan gümüş zincir
sol kulağındaki pagan küpe
yine Kays’ı ele verir
dünyaya tekrar geri gelse

Her aşk bir şehir
gibi şiirin gri tipisine gizlenir
bir gün benim de kalbim
Ankara’da idam edilir

Hüseyin Ferhad

%C3%BC%C5%9F%C3%BCd%C3%BCm İmru'l Kays

kefâret

“..ey kadın ! yarana secde et . et ki bu tek marifet..”

ah siz ! siz ve izleriniz
tenden aşikâr şu gönülde. ömürde nefesten ziyade
biliyorum eski bir hikâye olacaksınız günün birinde
üstünüze koklanmayacak güllere felâket
yarama özne
ve son arzum nihayet.

olsun varsın
nasılsa bütün şarkılar özleminiz kadar nihavent

ay salınırken gökte hece hece gözlerime
ödenirken kefâret
ve yaseminler sessizce sokulurken geceye
aklıma siz düşeceksiniz her seferinde elbet
elbet kopacak içimde her seferinde kıyamet

medet ya ey mim !
yokluğunuz varlığıma kusursuz müebbet

medet !

arzu eşbah

ey+kad%C4%B1n kefâret

Bugün Değil

Biliyorum bu vakitte bana
Ne söylemek istediğini –
Söyleme! Gör kararan zeminini
Küçük gölün ve telaşını dümdüz bulutların
İhtişamlı ve kapkara –
Söyleme! Bu gece kötü bir gece.

Biliyorum bu vakitte
Zorlanıyor için ta derinden
Sormak zorunda olduklarından.
Sorma! Tereddüt etmekte
Dilinde üzüntü verici kelimeler-
Söyleme! Bu gece kötü bir gece.

Ne söyleyeceksen yarın söyle-
Bilemeyiz ki, belki yarın
Çok kolay olur herşey,
Bugün hiçbir yüreğin kaldıramayacağı
Ve beni çok üzecek şey için-
Söyleme! Bu gece kötü bir gece.

Hermann Hesse

kimi+g%C3%B6zler+bilinmez Bugün Değil

Gül Nar

su kaybıdır bize
değmeyen her yağmur

hazırlan önümüz bahar
ellerini kıra sürmelisin
dağ var bilirsin taş var yağmur var
önümüz bahar
su iner çerçöp iner
ve sağrısı yelesi toy bir tay iner

hazırlan
sana diyeceklerim var

esmer cezeryem
seni sevdiğimi herkes biliyor

şu uzak tepeler de
şu gölge ağaçların turuncu araba
hem şu üzerindeki turuncu giysi

sende bil istedim
saçlarındaki turunca selam

karakalemim sevgilim son kalem

Bünyamin K.

kiraz+%C3%A7i%C3%A7ekleri+alt%C4%B1nda+bale Gül Nar

Hissi Kablel Vuku

recm edilmiş kelimelerle konuşalım ki ağzımız taş görsün sevgilim
mürekkebi dağılır ezberimizdeki son surenin gözlerimiz uçuklar
bileğini kıra kıra dağa koşan bir çocuk kadar dayanırız acıya
şehrin dişine dokunuruz belki ihtiyar evler gibi
iğne deliğinden eriyip geçeriz rüyalarımız karışır suya
anne yarısı bir kışa sığınalım ki soğuk vurmasın uykumuzu sevgilim
ağaçlar kasılıyor ve incirin çekirdeğine saklanmak geçiyor aklımızdan
çeliği eritecek bu kar beyaz sesiyle bağıra bağıra yağıyor şimdi
örümceklerin ağını bozmadan öpersek ağrısı kesilir dizlerimizin
saçlarımızı taramak için yaktığımız ateşin koruna bakarız ikidebir
yüzümüze hangi niyetin izi düştü de kuşlar göç etmedi bu yıl sevgilim
gemilerimiz kör nereye gitsek atlastan düşüyor o coğrafya
korku kuru bir nehir avuçlarımızda hiçbir denize dökülmez
göğsümüz neden böyle akrep yuvası akşamüstleri
soframız küflenir ettiğimiz yeminlerden çünkü harflerimiz eski
ben büyüdüm bak diye derin bir uçurum oldum sevgilim
dibimde çalılar
ben büyüdüm ak diye sığ bir yatak oldum sevgilim
kıyımda çalılar
sevgilim
camlarım buğulu hangi hikayeyi yazsan yavaş yavaş akar

Mehmet Okumuş

579903_10151153382424868_1526214927_n Hissi Kablel Vuku