Gece Düşleri

gece düşleri alır götürür beni
sığınmacı akşamların hüznüne
-ne çok şey anlatılır ya da anlatılamaz
baskının direnmeye davetine
ölümlerin yeniden dirilmelerine

bir kent düşünün her evde bir yaralı
-ya ölüler ya ölemeyenler ya ölümü bekleyenler
düğünlere kan bulaşmış bir kez
-sevgiler tutsak tek kişilik hücrelerde
sular da çürür yetmişiki gün boyunca

gece düşleri alır götürür beni
dimdik yüreklerin yanında nöbete
şarkı, türkü, şiirle dolmaya
kilit vurulmuş denizlerin dilinde
balıkçıların ağında mavi köpük olmaya

yabancı akşamların karanlık gülleri
mektupların yanıtsız kaldığı günler
acı haberler bizleri bekler kuytularda
yapraklar sessizce hıçkırır ezgilerimizi
gözlerin, dost gözlerin sönmeyen sevgisi

gece düşleri alır götürür beni
elimde bir gül fidanı
kaşların namlu gibi çatıldığı sedirlere
dillerin bıçak açmaz suskunluğu
kararlılıklara, antlara, akşam alacalarına

ve sen gelirsin şafağın ilk rengiyle
penceremde kuş olmaya

Gültekin Emre

Yeryüzü Ayetleri

O zaman
Güneş soğudu
Ve bereket topraklardan gitti

Ve çöllerde yeşillikler kurudu
Ve balıklar denizlerde kurudu
Ve toprak
Ölülerini kabul etmez oldu artık.

Bütün solgun pencerelerde gece
Belirsiz bir düşünce gibi
Birikiyor durmadan ve taşıyordu
Ve yollar
Sonlarını karanlığa bıraktılar

Kimse aşkı düşünmez oldu.
Kimse düşünmez oldu yengiyi
Kimse
Hiçbir şey düşünmez oldu artık.

Mağaralarında yalnızlığın
Uyumsuzluk doğdu
Afyon ve esrar kokusuyla kan,
Başsız çocuklar doğdu
Gebe kadınlardan.
Koştular mezarlara sığındılar
Beşikler
Utançlarından.

Kötü günler geldi ve karanlık
Yenilince ekmeğe şaşırtan gücü
Tanrı elçiliğinin
Kaçtılar adanmış topraklardan
Aç ve sefil peygamberler.
İnsanın kaybolmuş kuzuları
Çobanın seslenişini duymaz
oldular
Çöllerin cennetinde.
Aynaların gözlerinde sanki
Tersine yansıyordu renkler
Kıpırtılar, davranışlar, görüntüler

Bir şemsiye gibi tutuşuyordu
Başlarında aşağılık soytarıların
Utanmaz yüzlerin orospuların
Tanrının o kutsal ışık çemberi

Bataklıkları alkolün
Ağulu buharlarıyla buruk
Çekti derin köşelerine
Durgun aydınlar yığınını
Kemirdi aç gözlü fareler
Altın yapraklarını kitapların
Eskimiş raflarda, dolaplarda.

Güneş ölmüştü
Güneş ölmüştü ve yarın
Uslarında küçük çocukların
Yitik, belirsiz bir kavramdı.
Defterlerine sıçrayan kapkara
İri bir mürekkep lekesiyle
Anlatıyordu çocuklar
Tuhaflığını bu eskimiş sözcüğün.

Zavallı halk
Yüreği ölgün, bitmiş, dalgın
Huzursuz ağırlığı altında ölü
gövdesinin
Bir yerden bir yere sürünüyordu
Ve önlenmez cinayet isteği
Durmadan büyüyordu ellerinde.

Kimi zaman ufacık bir kıvılcım
Bu cansız ve sessiz topluluğu
Ta içinden dağıtıyordu birden.
İnsanlar saldırarak birbirlerine
Biri karısının boğazını
Kör bir bıçakla kesiyordu
Bir ana birer birer çocuklarını
Tandırın ateşine atıyordu.

Boğulmuş kendi korkularında
Ürkütücü duygusu suçluluğun
Öldürdü öldürdü kör ruhlarını
Ve çocukları.

Ne zaman bir tutsak asılırken
Darağacının yağlı halatı
Korkudan kasılan gözlerini
Sıkarak dışarıya fırlatsa
Onlar dalardı içlerine
Şehvetle titreyen bir düşünceden
Gerilirdi yaşlı, yorgun sinirleri.

Ama her zaman alanın kıyısında
Bu küçük canileri görürdün
Durmuşlar ve dalgın bakıyorlar
Fıskiyelerden suyun durmaksızın akışına.
Ola ki gene de arkasına
Ezilmiş gözlerinin ve donmuş derinlerde
Yarı canlı bir küçük şey karışık,
Kalmıştır.
Güçsüz bir çırpınışla istiyordu
İnanmayı su sesinin doğruluğuna

Ola ki…
Ola ki.. ama ne sonsuz boşluk…
Güneş ölmüştü
Kim bilebilirdi artık
Yüreklerden kaçan o üzgün
güvercinin
İnanç olduğunu…

Ah tutsağın sesi…
Büyüklüğü senin umutsuzluğunun
Işığa bir küçük yol açmayacak mı
Bu uğursuz gecenin bir köşesinden?
Ah tutsağın sesi…

Furuğ Ferruhzad

Duino Ağıtları

III.

Sevgiliye övgü düzme başka şeydir; o gizlenmiş,
suçlu nehir tanrısıysa kanın, ah, bambaşka bir şey.
Kızın ta uzaklardan seçebildiği oğlan ne bilir
şehvetin rabbini, o ne’idüğü belirsizle sırılsıklam
tanrı başını sık sık yalnızlığından kaldırıp
geceyi aralıksız isyanlara kışkırtanı;
çoğu zaman sanki yokken kız, henüz yatıştırmazken delikanlıyı.
Ey kanın Neptünü, ey onun üç dişli ürkünç mızrağı.
Ey burgulu deniz kabuğundan bağrının karanlık rüzgârı.
Gece nasıl bel verip çukurlaşıyor, dinle.
Sizden değil mi ey yıldızlar âşığın arzusu
aşkının çehresine? Kızın saf yüzünü içten idraki
saf burçlardan gelmez mi?

Sen değilsin, ne yazık, annesi de değil
o kaş yaylarını böyle beklentiyle geren.
Senden değil dudaklarındaki bu bereketli kavis,
ne kadar hisseder olsan da onu.
Sen, seher yeli gibi süzülen kız, inanıyor musun gerçekten
onu böyle sarsabileceğine usul usul yaklaşmakla?
Yüreğini hoplattın gerçi, ama senin dokunuşunla
daha kadim korkular titretti içini.
Çağır onu… kapkaranlık bir çevreden de çağırmıyorsun.
İster elbette: kopup gelir, içi rahatlar
alışır senin gizli kalbine, toparlanıp kendine gelmeye başlar.
Ama hiç kendi kendine başladı mı o?
Annesi, sendin onu ufaltan, sendin başlangıcı.
Yeni idi senin için, sevecen bir dünyayla kapladın
yepyeni gözlerini, yabancı dünyadan korudun.
Nerede o yıllar, ah? tek başına yeterdi narin vücudun
taşıp gelen kaosu kapamaya.
Pek çok şeyi sakladın ondan bu yolla,
tehlikeden arındırdın gecenin kuşkuyla dolan odasını
ve insanca bir uzam kattın gönlünün koca sığınağından kopan.
Karanlığın değil kendi yakın varoluşunun
ortasına koyardın gece lambasını, arkadaşlığıyla ışıldardı sanki.
Bir gıcırtı bile yoktu ki güler yüzle açıklamandan kaçsın,
sofanın kımıldayacağı anı bilir gibiydin…
Ve dinleyip rahatlardı çocuk.
Öyle becerikliydi ki incelikle kalkışın geceleyin:
dolabın arkasında kaybolurdu kaderi uzun paltosuyla,
perde kıvrımlarına kayardı huzursuz geleceği.

Oracıkta yatışmış yatarken o
ve senin en zarif şekillenişin
tatlı tatlı erirken yarım uykusunun içinde,
gözleri kapalı: korunmuş görünüyordu… Ama ya içeride:
kim tutar, kim savuşturur ecdadının sellerini?
Tedbir yoktu, ah, uyuyanda bunlara karşı,
uyuyordu belki ama düşlüyordu,
yükseliyordu ateşi: nasıl da kaptırmıştı kendini.
Yeniydi, ürkekti, içinde olup bitene dolaşmıştı-
yayılan köklere ve sarmaşıklara,
iç içe geçmiş nakışlar halinde boğarak büyüyen
ve hayvan gibi avlayan şekillerine.
Öylesine teslim oluyordu ki -. Seviyordu.
Seviyordu kendi içini, vahşi iç dünyasını, içindeki ilkel ormanı,
ve suskun ağaçlar yığınında
durmaktaydı yüreği, ışık yeşili.
Seviyordu. Terk etti gitti kendi köklerini
kudretli kökene doğru, ufacık doğumunun
artık esamisinin okunmadığı yere.
Seve seve indi daha kadim kanlar içine,
atalarına doymuş korkunun yattığı vadilere girdi.
Ve tanıyordu onu her bir dehşet, göz kırpıyordu anlaşmış gibi.
Evet, dehşet gülümsüyordu… Annesi,
nadiren böyle müşfik gülümsedin sen.
Nasıl sevmesin ki onu, gülümsüyordu kendisine.
Senden önce dehşeti sevdi, çünkü o eriyip gitmişti bile
karnında, cenini yüzdüren sıvı içinde.

Bak, biz sevmeyiz çiçekler gibi tek bir mevsim ile.
Biz sevdik mi, tasavvurun bile ötesinde eski
bir özsu yükselir kollarımızda. Sevince,
tek bir varlığı, gelecektekini değil,
sayısız mayalanışları sevmeli kendi içimizde;
tek bir çocuğu değil, babaları sevmeli
harap dağlar gibi derinliklerimizde yatan,
ve kurumuş ırmak yataklarını
evvel zaman annelerine ait; sevince,
bulutlu ya da berrak, tüm suskun topraklarını sevmeli yazgının-
ah kızım, ah canım, bunlar var senden önce.

Peki sen nereden bileceksin ki-,
en kadim zamanları uyandırdın âşığının içinde.
Ne duygular çıktı su yüzüne özüne başkalaşıp,
ne kadınlar nefret etti senden.
Ne karanlık adamlar kaldırdın delikanlı damarlarında?
Yanına gelmek istedi ölü çocuklar…
Bir güzellik yap artık ona, ah,
sessiz sedasız, gündelik işin gibi-
götür bahçelerin oraya, ver gecelerin ağırlığını…

Onu esirge…

Rainer Maria Rilke

Hanımefendi

Utanmayıp da size kıçımı göstersem
Kıçımda don yok vallahi
Mevsim demokrasi saat sekiz suları
Hanımefendi karnım aç
Size söylüyorum hanımefendi
Kıçımda don yok dedim duymadınız mı
Karım geçen Perşembe öldü sağır mısınız
Cebi üç kuruş gören
İnsanın suratına tükürüyor hanımefendi
Neden olacak veremden tabii
Bakın gıcır gıcır bir gece saksıda zülbaharlar
Birazdan ayışığı da çıkacak
Ayışığı
Eşşoğlueşek

Bilmem anlatabildim mi
Size olan şu deruni aşkım değil mi ya efendim
Gün gelecek öleceğiz ölmezsek iyi
Zaten çatlak zurna bir düzen
Barışsız hürriyetsiz
Erkeklik damarımız
Sırası gelince kabarır hanımefendi
Niçin öyle bir tuhaf baktınız
Hem öyle bir kabarış kabarır ki
-Sözümüz meclisten dışarı-
Siz bile apışıp kalırsınız.

Metin Eloğlu

çelişkili kötü şiiridir

kadercinin / kendine tapmadan önceki 

son -ya da sona yakın- öfkesinin 
bir dünya görüşünün yorumuna 
başlangıç olan/ çelişkili kötü şiiridir

açtık çok açtık çok çok açtık

ekmek istedik kadın istedik tanrı İstedik

ve oturup ağladık niye
ve niye hiç görmemiş gibi sanki
oturup hep birlikte ağladık ona şaşıyorum
ona şaşıyorum biz sanki hiç ekmek görmedik
yemek için
hadi hiç görmedik diyelim / çok doğru /
sanki hiçbir şey de mi yemedik

bak biz helva yedik güneşe karşı
/ şapka alıcak paramız yoktu / helva yedik
sonra güneş yedik yüz derece sıcaklıkta
şart değildi biliyorum güneş yememiz
güneş onlarındı biz hırsızız hem valla hem billa
biz toprak yiyorduk o zamanlar katık olsun diye
güneşi de yedik yüz derece sıcaklıkta hırsızız valla

bak biz daha neler yedik
inanamıycaksınız ama hem valla hem billa
eylüllerden tutun da nisanlara kadar
göğün saralı günlerinde yağan yağmurlarda
ve de vıcık vıcık çamurlarda
ve de dizboyu karlarda
ve de en bi fena havalarda
/ biliyorum inanmıyacaksınız ama /
ayaz yedik soğuk yedik hem valla hem billa
yağmur yedik çamur yedik kar yedik
ve de eylüllerden nisanlara kadar
umut yedik umut yedik memetler gibi

hadi hadi söyletmeyin biz daha neler yedik
yüzüne tükürülmez adamlardan tekme yedik valla
çelme yedik tokat yedik alışkınız acımayın bize
o yüzüne tükürülmez adamlar var ya
onlar bile hep bizden yediler
yediler kollarımızı ellerimizi tırnaklarımızı
yediler gücümüzü terlerimizi
güç deyip ter deyip önemsemeyin
bizim günboyu kullandığımız şeyler
ama biz yiyemedik oh deyip
kollarımızı ellerimizi tırnaklarımızı
ve de gücümüzü terlerimizi

hadi hadi biz daha neler yedik
ot yedik et yedik
bok yedik/

açtık çok açtık çok açtık

kadın istedik tanrı istedik


ve oturup ağladık niye
ve niye hiç görmemiş gibi sanki
oturup hep birlikte ağladık ona şaşıyorum
ona aşıyorum biz sanki hiç kadın görmedik
biz galiba hiç kadın görmedik / çok doğru /
biz iş gördük güç gördük kadın görmedik
zaman mı bulamadık ne/ biz kadın görmedik

ve bir kadın aldık çarşıdan birşeyler umarak
kadın dediler soy dediler soyduk
giysilerini soyduk kadının ve şeylerini
ve salt kadın dediler salt kadındı şimdi o
salt erkek bekliyordu şimdi biz salt erkeğiz
salt erkeğiz ve çok açız dayanamadık
soymayı sürdürdük kadını gözlerimizle
ve soyduk giysilerini kadının ve şeylerini
ve soyduk saçlarını dudaklarını ve gözlerini tardıeu gibi

ve soyduk birşeyler umarak derilerini etlerini
ama hep birşeyler umarak soyduk herşeylerini
ne çıktı karşımıza biliyor musunuz sonunda
salt kadın yerine salt kemik
ve kemikler arasında kirli bir yürek
çirkin korkunç bir iskelet
oysa hep başka düşlemiştik kadını
en iyi en güzel ve sıcacık
ve de temiz yürekli / yani kadın
yani kadın /

biz çok açtık kadın istedik
yani kadın yani sevgi yani aşk
ama en iyi en güzel ve sıcacık
ve de temiz yürekli
yani kadın

açtık çok açtık çok çok açtık

tanrı istedik

ve oturup ağladık niye
ve niye hiç görmemiş gibi sanki
oturup hep birlikte ağladık ona şaşıyorum
ona şaşıyorum biz sanki hiç tanrı görmedik
hadi hiç görmedik diyelim / çok doğru/
tanrı da mı hiç görmedi bizi
hep bilinen şeyler gibi yinelemek
ama yalnız yinelemek hep yinelemek hep umarsız
-sen n’apıyorsun orda sen n’apıyorsun
-hiç sigara kutusu topluyorum yerden yakıcam
-bak bir odun düştü arabadan alsana
-yok onu öteki alsın o çok yoksul
-kamyona geleyim mi abi kamyona iyi taş taşırım
-beş liradan fazla vermem bak hava cok soğuk
– manton yok mu senin bu kış kıyamette
-hırkam eski biraz ama olsun yündür tutar gene
çıplaklıktan iyidir
-bu adam deli mi ne yırtık gömlekle bu soğukta
-ben karı iki beş de çocuk yedi bir de tanrı sekiz kim
ısıtacak bizi kim doyuracak bizi
-‘inandığımız tanrı -da- yalnız bıraktı bizi’

bağışlatıcı olmuyor ey bagışlatıcı olmuyor
bilmem nerelerdeki özgürlük şarkıları
bizim özgürlüğümüzü bunca kısıtlamışken

tutsaklığımızı sürdürürken ezerken ezdirirken
kurdukları düzende kayırdıkları güçlere

kayırdıkları güçlere sanki biz insan değiliz

gökyüzüne uzanmaktan yoruldu ellerimiz
ne isteriz ne isteriz bilseniz
bilseniz inanca karşı gelmek ne zor
bilseniz ekmek yemek su içmek ne zor
bilseniz mutluluk ah mutluluk
mutluluk çok ötelerde şimdi
nedensiz isteksizliğiyle vermekten kaçındığı bizlere
bizlere yani kendi yarattığına
/ ne gülünç kendi yarattığına /
mutluluk çok büyük ve çok ötelerde şimdi
tanrı kadar
ulaşılmaz

bir ulaşsam bir ulaşsam yok mu ya bir ulaşsam
kimselere bırakmıycam kimselere bırakmıycam
ama gücüm ama gücüm ama gücüm kısıtlı

valla bıktık billa bıktık yaşamaktan
ben insanım dedik günahkâr olduk
ben tanrıyım dedik günahkâr olduk
ben günahkârım valla

ben günahkârım valla ve de tüm günahlarını insanların
topladım omuzlarıma/ ben günahkârım valla
bir hafifledim bir hafifledim ki sormayın
günâhlar ne hafif şeyler öyle ve de ne güzel

ben hep tanrıyı düşündüm tanrıyı sevdim
ben hep tanrının dediğini yaptım günahkâr değilim
baktım hiç düşünmedi tanrı beni hiç sevmedi
baktım tanrı hiç yapmadı dediğimi

töbe töbe ben günahkârım valla

kaynattım üç tencerede üç ayrı aşı
ekmeği kadına kadını tanrıya tanrıyı ekmeğe üleştirdim

Forum, 15 ekim 1969

Arkadaş Z. Özger

Kova burcu insanları

Kova burcu insanları sevecen tavırları ile tanınırlar.Çok büyük bir kalpleri vardır ve sevmekten pek yorulmazlar. Bu kişiler bencil değildirler. Irk, cinsiyet ve sosyal durumuna bakmaksızın, herkesin ayni olanaklara sahip olmasını isterler. Modern görünüşlerine karşın, inatçı ve sabit fikirli olurlar. Onlara yaklaşmak genelde zordur, çünkü ne kadar dostça davranırlarsa davransınlar, arada her zaman bir mesafe bırakırlar. Kişisel özgürlükleri onlar için o denli önemlidir ki, bu yüzden en yakın ilişkilerini kesip atabileceği gibi, yine özgürlükleri adına her türlü özveride bulunurlar. Geleneklere fazla bağlı kalmazlar. Kova Burcunu tanımlamak her zaman kolay değildir. Farklılığını karşısındaki kişiye hissettirmek onun için zor olsa da, onlar garip bir şekilde Kova’nın etkisinde kalırlar. Belli ilkeleri sonuna dek savunmaları onları hiç rahatsız etmez.çoğu anlaşılması zor insanlardır ve bunları tamamen anlamaya çalışmak geçici psikolojik sorunları beraberinde getirebilir. Özgürlüğünden asla vazgeçmeyen Kova’lar için her şey söylenebilir, fakat asla dürüstlüğünden şüphe edilemez.Yaşamın bilgi ve deneyim olduğunun bilinciyle, son derece kararlı bir şekilde her konuda iyi bir öğrencilerdir. Gençlik çağlarındaki deneyimleriyle, ileri yaşlarda oldukça birikimleriyle öne çıkarlar.

Barbarları Beklerken

-Neden toplanmış bekleşiyoruz pazaryerinde?

Barbarlar gelecek bugün
-Neden böyle hareketsiz senato?
Boş oturuyor senatörler,yalanlarla uğraşacaklarına?

Çünkü barbarlar gelecek bugün
Senatörler neden uğraşıp dursun yasalarla?
Barbarlar gelince yapıcak nasıl olsa
-İmparatorumuz neden sabahın köründe kalkmış,
tacıyla tahtıyla kurulmuş oturuyor
kentin ana kapısında?

Çünkü barbarlar gelecek bugün
İmparator şeflerini karşılamak için
bekliyor. Bir de ferman hazırlattı
sunmak için. Şan şerefler dolu
adlar, unvanlar yazılı üstünde
-İki konsülümüz ve yargıçlarımız neden
kırmızı, işlemeli harmanileriyle gelmişler;
ya taktıkları mor taşlı bilezikler,
ışıl ışıl zümrüt yüzükler,
neden yanlarına almışlar bugün, paha biçilmez
altın ve gümüş kakmalı asalarını?

Çünkü barbarlar gelecek bugün
böyle şeyler gözlerini kamaştırır onların.
-Hani, n’erde saygıdeğer söylevcilerimiz
gelip konuşmuyorlar her zamanki gibi?

Çünkü barbarlar gelecek bugün
söyleler, ince sözler canlarını sıkar onların.
-N’oluyor, nedir bu huzursuzluk, bu kaynaşma?
(Yüzler nasıl asıldı birdenbire)
Hızla boşalıyor sokaklar, alanlar,
evinin yolunu tutuyor herkes düşünceler içinde?

Çünkü karanlık bastı, barbarlar hala görünmedi
Sınır boylarından gelenlerin dediğine bakılrsa
barar marbar yokmuş ortalıkta.

Peki, şimdi halimiz n’olcak barbarlarsız?
Onlar bir tür çözümdü bizim için.

Konstantinos Kavafis

Zaman Onları Değiştirmeden

Ayrılık vakti gelip çattığında koyu bir keder kapladı ikisini.
Ayrılmak istemiyorlardı; ama koşullar.
Hayat ikisinden birini uzak bir yere
Gitmeye zorluyordu- New York`a ya da Kanada`ya
Kuşkusuz eskisi gibi değildi aşkları;
Günden güne azalmıştı o çekicilik
Aşkın çekiciliğinden çok az şey kalmıştı.
Ayrılamıyorlardı bir türlü.
Ama koşullar- belki de yazgı
İkisini ayıran bir sanatçı olarak belirmişti
Duygularına gölge düşmeden, Zaman onları değiştirmeden;
Birbirlerini eskisi gibi bilsinler diye hep.
Yirmi dört yaşında, yakışıklı, genç bir adam.

Konstantinos Kavafis
(Erdal Alova)

Gizli Şeyler

Bütün yaptıklarımdan ve bütün söylediklerimden
Kimse anlamaya çalışmasın kim olduğumu
Bir engel vardı, bir engel, bütün eylemlerimi
Ve baştan aşağı tutumumu değiştiren
Hep bir engel tam konuşacağım sıra
Susturuverirdi beni.
En göze çarpmamış davranışlarımdan
En kapalı sözlerimden, yazdıklarımdan
Yalnız onlardan anlaşılabilirim.
Ama belki de değmez bunca çabaya
Bunca dikkate, gerçekte kim olduğumu bulmak,
Daha güzel bir toplumda ilerde
Bir başkası tıpkı bana benzeyen
Çıkar kuşkusuz, yaşar özgürce.

Konstantinos Kavafis

Kent

Dedin, “Bir başka ülkeye, bir başka denize gideceğim.
Bundan daha iyi bir başka kent bulunur elbet.
Yazgıdır yakama yapışır neye kalkışsam;
ve yüreğim gömülü bir ceset sanki.
Aklım daha nice kalacak bu çorak ülkede.
Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam
hayatımın kara yıkıntıları çıkıyor karşıma,
yıllarıma kıydığım, boşa harcadığım.”

Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler
bulamayacaksın.
Bu kent peşini bırakmayacak. Aynı sokaklarda
dolaşacaksın. Aynı mahallede yaşlanacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Bu kenttir gidip gideceğin yer. Bir başkasını umma-
Bir gemi yok, bir yol yok sana.
Değil mi ki, hayatına kıydın burada
bu küçücük köşede, ona kıydın demektir bütün dünyada.

Konstantinos Kavafis