Noktürn

Sonunda uzun sessizliğiyle çöker gece
O büyük gölgesiyle her şeyi örten.
İncecik bir ses yükselir ansızın
Sonra acıyla yitip giden.

Kulak, dikkat kesilir uzak bir yankıya
Ya da gelip geçen birilerinin sözlerine
bir dizi sestir sadece geride kalan.

Sonunda gelir gece izmaritlerin delik deşik ettiği
Örtüleri sererek, söndürüp ışıkları
Kapatır son pencereyi de.

Ağır, gölgeden ellerini uzatır sessizlik
Gölge sessizliktir. Ve biz hiç bilemeyiz
Nerede başlayıp nerede bittiğini
Hatta başlar mı biter mi.

Faydasızdır yanı başımdaki lambayı yakmak
Kıpırdamaksızın kendimden inerken
Sessizlik kuyusunu daha da derine kazır çünkü ışık.

Sonunda gelir gece başka insanların
Sözlerini uyandırır; kurumuş, eskimiş
Sararmış sözleri: Kalp, gizem, dolunay, karanlık…

Sonunda hepsi çöker: gece, umut, yalnızlık.

Gece eski bir düşün denizidir hep
Soğuk, boş bir düş. Batık bir unutuştan başka
Denizinde geriye bir şeyin kalmadığı.

Gecenin dalgaları sürükler
Keder veren anıları, soğuk korkuları
Bir şeye susayışı… Ve titreyerek

Bitiririz işte bir günü daha
Artık hatırlayamadığımız bir şeyin acısıyla.

Sonunda çöker gece başımı iterek
Sessiz, bilinmeyen bir dalganın içine.
Ölü kirpiklerle örtüp gözlerimi
Boş bir not bırakır ellerime.

Xavier Villaurrutia
Çeviren: Behlül Dündar

Sürgünlere Sürülmüş Bir Sürek

Beklemek, ana karnında başlar ilkin, dokuz aydır.
Beklemek, ölümdür ki beklenilende bilinmez, bilinmek istenmez.
Beklemek, hayatın kendisidir ki sürekli beklenilecek bir şeyler buluruz.
Beklemek, doğum ile ölüm arası ve ölüm sonrasını kapsar.
Beklemek, hayata anlam katar bir bakışa göre.
Beklemek, hayatın anlamını aramanın kendisidir diğer bir görüşe göre.
Beklemek, insanı sıktığı gibi hayatı da sıkar.
Beklemek, olgunlaşmaktır belki de.
Beklemek, beklemenin kendisi azap da olabilir umut da.
Beklemek, giden sevgilinin arkasından bakmaktır.
Beklemek, gelecek sevgiliyi gözlemektir.
Beklemek, var olmanın dayanılmaz sancısını taşımanın belirsizliğidir.
Beklemek, bek de hayatlar yaşamaktır.
Beklemek, umut barındırır ki beklettirir.
Beklemek, sevda barındırır ki acıtır.
Beklemek, aşk içerir ki kan kusturur.
Beklemek, saatin, günün, haftanın, ayın ve yılın isyanını içerir.
Beklemek, zamansızlığa özlemdir.
Beklemek, mekânsızlığa istektir.
Beklemek, Azrail’e sıkılan yumruktur.
Beklemek, kendi doğumunu beklediğinin farkındasızlığıdır genelde.
Beklemek, pişmek, pişmek ve durmaya (Bek’de) devam etmektir.
Beklemek, uykuya dönen hayattır.
Beklemek, hüznümüzü rüzgâra kaptırmaktır.
Beklemek, içimizi mahpus kılmaktır.
Beklemek, doğum sancılarının artmasına rağmen, doğumun gerçekleşmemesidir.
Beklemek, hayat biriktirmektir.
Beklemek, nefes almaların acıtması, kanırtmasıdır.
Beklemek, saniyelerin saat kuvvetinde beyne inmesidir.
Beklemek, acılarla beslenmektir.
Beklemek, kimsesizliğimize gömülmektir.
Beklemek, bir türlü ısınamayan Eskimo’yu anlamaktır.
Beklemek, çaresizliğin intiharını rüyanda görmektir.
Beklemek, bitmek bilmeyen 3 -5 nöbetleridir.
Beklemek, her geçen günü cellât bellemektir.
Beklemek, hasret hasret büyüyen bir süresizliktir.
Beklemek, metafizik bir eylemdir her ne kadar fiziki gözükse de.
Beklemek, sürgünlere sürülmüş bir sürektir.
Beklemek, yudum yudum sabır ile sarhoş olmaktır.
Beklemek, yarına adaklar, sunaklar hazırlamaktır.
Beklemek, gözlerinin artık baktığı yeri görememesidir.
Beklemek, BEN’inin farkındalığında bir hayattır.
Beklemek, varoluşu anlamlandırmaktır.
Beklemek, Rab’be yakarıştır.
Beklemek, bulunmak istemektir belki de.
Beklemek, belki de biter diyedir bunca hengâme, belki de biter, belki de.
Beklemek, sadece O’nu özlemektir.
Sulhi Ceylan

Öğle Uçurumları

Öğle vakitleri; benim ser-i mezarım
murdar ettiğim hayat yorganların altında
Hep böyle uyanıp çenemi yuvarlıyorum
Hacminden taşan bir karanlık
var. Canlı ve ölmeyecekmiş gibi duran
çalışkan insanların fotoğraflarında
belki bu yüzden yokum

Masumiyet, iplik, tuğla gibi kelimelerle
açıklanabilir bir durum yaratmak istiyorum
Anlam bir patırtı halinde dökülüyor dışarıdan
Şimdi ne yapmalıyım?
Diyelim ki ben dikenli bir kaktüsüm
günün soluksuz bahçelerinde büyüyen
Bu zavallı kaktüs ne yapmalı?

Uyanmak ağır eylem
hareket bölünerek çoğalıyor
meraka benziyor bu haliyle
kim ne nerede bana ne?
acımasız ve çiğ kalabalık
büyük yanıtlar peşinde sanki
henüz bitmeden sorular… imdaaat!
ben zamanı uyutayım mırıl mırıl
ufkun sandalında deniz tutmuş gibi

Göğü açıp kapatıyorum
mahrem yerlerini gösteriyorum
İşte bana benziyor, açlık dökülüyor
Suçlu gibi karışıp yer altında lağıma
her ruhtan bir lokma alıp yatışıyor
acımak yok artık..
Yeniden solucan olmak yok..
Bir dönence gibi gülümsemek var
Parçalar halinde söylenmeli yalanlar

Dışarıdan taşacak bütün bilgiler eksik
manası çözülmeyen şifreleri taşıyor
nasıl açıklarım bu keyfi zenginliği
devamlı kapılar açılıp kapanıyor
beş altı kişi olmak inanın kolay değil
bir yolu olmalı zırhla yaşamanın
ve onu her gün parlatacak gücü insanın

Gerçeği biliyor musunuz? belki o yaşlı kadını
ben öldürdüm
Parasını çaldım cesedini parçaladım
Ortadoğu’dan akar gibi aktı kanı
Artık olası kurban benim
Bütün üçüncü sayfalarda ben varım
pusuda bekleyenler var
çattım kaşlarımı
dışarı çıkmam çıkamam, kaşlarım var…

Güneş pek çiğ, tam ortada, günün ortasında
Bütün elmalar gülüyor hayat ne garip!
Asla bitmeyecek yapılacak işler
Bir daha yıkanmak istemiyorum
Fena koktuğumu söylüyorlar
kapıcı kapıyı çalıyor
Bir şey buyuracak. Ben fena kokuyorum
Soru şu: Kapıyı kim açacak?

Hep geciken biri kendine yetişemez
Sanki açlığın içinden geçer gibi aşınır
Bir hakikat defteri açılıp hemen kapanır
Ne vakit imzamı atacağım oraya

Araf’tayım istikbal vaadediyorum
Selamünaleyküm ey zehirli manzara
Artık yolundan çekildim.

Emel İrtem

İmru’l Kays

Atların lisanını bilirim
kadınların gizli tarifesini
itin hergelenin biriyim
muhabbet tellâllarına göre

Kalmadı yatmadığım hane
üryan girmediğim bahçe
İmru’l Kays’ı öldüren zehir
bana da sunuldu kaç kere

Doludizgin geçtim Yesrib’i
Mekke’yi kona göçe
görmek için şairin ülkesini
indim kadim Yemen’e

Yemen : Mısır ketenine
nakşedilmiş bir kaligrafi :
yüz bin sağmal deve
bir o kadar soru işareti

Yemen : çölün eteğine
serilmiş bir pösteki :
yüz bini çini kâse
bir o kadar cırcırböceği

Kahvenin yeşilini severim
sütün çivit mavisini
halden anlamazın biriyim
hayal tacirlerine göre

Necid bir kök hatmi
Aden bir dal defne
gözlerim şakaklarıma çekilir
güneş batarken Kızıldeniz’e

Nicedir dudaklarımda gezinir
Cemal Süreya’nın iki dizesi :
“İki şey : aşk ve şiir
bunlar kuşkuyla çiftleşir”

Boynundan sarkan gümüş zincir
sol kulağındaki pagan küpe
yine Kays’ı ele verir
dünyaya tekrar geri gelse

Her aşk bir şehir
gibi şiirin gri tipisine gizlenir
bir gün benim de kalbim
Ankara’da idam edilir

Hüseyin Ferhad

kefâret

“..ey kadın ! yarana secde et . et ki bu tek marifet..”

ah siz ! siz ve izleriniz
tenden aşikâr şu gönülde. ömürde nefesten ziyade
biliyorum eski bir hikâye olacaksınız günün birinde
üstünüze koklanmayacak güllere felâket
yarama özne
ve son arzum nihayet.

olsun varsın
nasılsa bütün şarkılar özleminiz kadar nihavent

ay salınırken gökte hece hece gözlerime
ödenirken kefâret
ve yaseminler sessizce sokulurken geceye
aklıma siz düşeceksiniz her seferinde elbet
elbet kopacak içimde her seferinde kıyamet

medet ya ey mim !
yokluğunuz varlığıma kusursuz müebbet

medet !

arzu eşbah

Bugün Değil

Biliyorum bu vakitte bana
Ne söylemek istediğini –
Söyleme! Gör kararan zeminini
Küçük gölün ve telaşını dümdüz bulutların
İhtişamlı ve kapkara –
Söyleme! Bu gece kötü bir gece.

Biliyorum bu vakitte
Zorlanıyor için ta derinden
Sormak zorunda olduklarından.
Sorma! Tereddüt etmekte
Dilinde üzüntü verici kelimeler-
Söyleme! Bu gece kötü bir gece.

Ne söyleyeceksen yarın söyle-
Bilemeyiz ki, belki yarın
Çok kolay olur herşey,
Bugün hiçbir yüreğin kaldıramayacağı
Ve beni çok üzecek şey için-
Söyleme! Bu gece kötü bir gece.

Hermann Hesse

Gül Nar

su kaybıdır bize
değmeyen her yağmur

hazırlan önümüz bahar
ellerini kıra sürmelisin
dağ var bilirsin taş var yağmur var
önümüz bahar
su iner çerçöp iner
ve sağrısı yelesi toy bir tay iner

hazırlan
sana diyeceklerim var

esmer cezeryem
seni sevdiğimi herkes biliyor

şu uzak tepeler de
şu gölge ağaçların turuncu araba
hem şu üzerindeki turuncu giysi

sende bil istedim
saçlarındaki turunca selam

karakalemim sevgilim son kalem

Bünyamin K.

Hissi Kablel Vuku

recm edilmiş kelimelerle konuşalım ki ağzımız taş görsün sevgilim
mürekkebi dağılır ezberimizdeki son surenin gözlerimiz uçuklar
bileğini kıra kıra dağa koşan bir çocuk kadar dayanırız acıya
şehrin dişine dokunuruz belki ihtiyar evler gibi
iğne deliğinden eriyip geçeriz rüyalarımız karışır suya
anne yarısı bir kışa sığınalım ki soğuk vurmasın uykumuzu sevgilim
ağaçlar kasılıyor ve incirin çekirdeğine saklanmak geçiyor aklımızdan
çeliği eritecek bu kar beyaz sesiyle bağıra bağıra yağıyor şimdi
örümceklerin ağını bozmadan öpersek ağrısı kesilir dizlerimizin
saçlarımızı taramak için yaktığımız ateşin koruna bakarız ikidebir
yüzümüze hangi niyetin izi düştü de kuşlar göç etmedi bu yıl sevgilim
gemilerimiz kör nereye gitsek atlastan düşüyor o coğrafya
korku kuru bir nehir avuçlarımızda hiçbir denize dökülmez
göğsümüz neden böyle akrep yuvası akşamüstleri
soframız küflenir ettiğimiz yeminlerden çünkü harflerimiz eski
ben büyüdüm bak diye derin bir uçurum oldum sevgilim
dibimde çalılar
ben büyüdüm ak diye sığ bir yatak oldum sevgilim
kıyımda çalılar
sevgilim
camlarım buğulu hangi hikayeyi yazsan yavaş yavaş akar

Mehmet Okumuş

Zaman

Susarak anlattım bütün gizliyi
Sakladım duygumu ben konuşarak

Bir acı tarlası sessiz yüzünde
Aşkı yürürlüğe koyma savaşı

İçimde bir düzen kaynaşmaktadır
Büyük ve çekingen bakışlarından

En iyi anlatış artık susmaktır
Anladım bunu ben seni bilince

Gel denize yaslan yalnız denize
Sırrını denizler taşır insanın

Zaman bir hızdır ve yıldızdır akan
Esneyen günler ve gece üstünden

Bir uyku bölmezse anılarımı
Korkarım çıldırtır bu hayal beni

Gözlerin ne kadar İstanbul öyle
Sebiller uçuşur parmaklarında

Ortak günlerimiz tarih şöleni
Saçlarında sayfa sayfa güneşi

İçimde bir sergi var portrelerin
Hayalim heryerde kavrar gölgeni

Aşka ve tabiata ulaştır bizi
Gel kurtar bu şehrin gürültüsünden

Terketme n’olursun bir eşya gibi
Ölümsüz bir hasret yaşarken bende

Vurulmuş bir geyiktir sensiz zamanlar
İçimin ormanı bir yangın yeri

Bir uyku bölmezse anılarımı
Korkarım çıldırtır bu hayal beni

Istırap varoluş şartımız oldu
Esef etme yasım karaymış diye

Bir yanım vahşidir ürkütür seni
Aykırı düşerim sulhçulüğüne

Bir gün deli gibi sarsarak seni
Göklerin yolunu sorabilirim

Başımı taşlara vurabilirim
Aklımdan çıkarsa anılarımız

Paramparçayım gel sen onar beni
Topla aynalardan eski gölgemi

Göçebe ömrümü bağla zamana
Dağılsın içimin karıncaları

Bir uyku bölmezse anılarımı
Korkarım çıldırtır bu hayal beni

Mehmet Akif İnan

Kar Yağışı

Yalnızlığın sesinden bir resim yaptım
Karanlık kalabalıklardan süzdüm ışığını.
Akşamüstleriyle boyadım vazgeçen ağzını
Parmaklarını uzattım gece suları gibi ıssız
Salkımsöğütlerden bir beden çizdim usul
Hiçbir rüzgarın duruşunu bozamadığı
Bütün yağmurları topladım yapraklarına.
Sonra tüm yolcuların silindiği bir ufuk
Örttüm kakülleriyle alnının üşümesini.
Puhu kuşlarının avazını yerleştirdim dudaklarına
Uzanıp uzanıp öptüm sonra acıyla.
Gözlerini kapalı çizdim görmesinler diye kimseyi
Madem görmeyecekler bundan sonra beni.
Astım saçlarından odamın boşluğuna…

Uzun sustum, ey durmadan konuşanlar
Geçmedi üşümem
Ben bir aşkın kar yağışından geliyorum…

Şükrü Erbaş