Ey Adına Narin Dediğim!

-hatalı gül savunması-

bu toprakta kuzeyli rüzgârlara
kapalı bir limanım yoktu,
karayel öylesine savurdu hep.
sandınız ki, tutunduğum her dalı kırdım;
sapa patikalarda kır zambaklarını
gözyaşıyla karşıladığımı bilmediniz.

sandınız ki haz içindeydim
şiirlerle, kitaplarla, dergilerle esrik
tasasız yaşayıp gidiyordum;
dağ eteğinde mavi çiçekli hayıtların
uzun saplı gelinciklerin donattığı
yaz ırmağı kıyılarında yalıncak!

sandınız ki ey, o şair her sabah
düzgün adımlarla çıkardı evinden
çiçeklere öpücükler dağıtırdı,
sevgi kumsalı uzatırdı çocuklara,
bir kadın görse önünde eğilirdi,
çakıllar arasında incecik su yoluydu!

sandınız ki ermiştir sonunda
derviş olmuştur, tılsımlı hırkasıyla
bozkır otları gibi kök salmıştır toprağa,
ferhad gibi külüng vurmuştur,
söylenceler dağında günbegün
kendisi de söylence olup gitmiştir.

dahası vardır, sandınız ki
kırılan her dalın yaprağındaki iz
onun acımasız ellerinden kalmıştır,
yaz otlarını çiğneyip geçiyor işte,
vahşi atlarını deli dolu sürüyor
tozlu yollardan eskil köprülere…

onun kırıla kırıla, yıkık toprak evlerden
bir kırık testiyle geldiğini bilmediniz!
yüzüne attığı çizikleri görmediniz
Issız yollarda böğürtlen dallarının,
sandınız ki gözü kördür ne de olsa
homeros oğlu olarak gelmiş gidiyor!

sandınız ki sözünüz de nazınız da
yola getirir onun dağlı kalbini
sonsuz aşkı bulmuştur, tutkuyla
sürdürüp gidecektir hiç kuşkusuz,
ida’nın büyücüsü sandınız onun
çocuksu yanını, yalın mavi bakışını.

o hatalı gülü yağmur altında
yapayalnız bırakıp aradan çekildiniz
engeller sıraladınız, ağılı otlar
serdiniz her sabah yürüdüğü yola
önüne köpüklü denizler uzatarak
yenilgisiyle onu bi başına koydunuz!

anımsayın, nasıldı o yağmurlu sabah,
ak çakıllı patikalarında ezine’nin,
beni ölümle buluşturan isketeyi
yakından görebilseydiniz anlardınız,
orada göklerden dökülen mercanların
parıltısı olmuştu incinmiş sözleriniz.

ey kız kardeşim şiir, adına narin dediğim,
bedenimi tütsüleyen üzüm buğusu,
çıkıp gelme dağın kalbine bir daha,
kızıl gelincikler söylesin idillerimi,
ıssız orman güllerinden ördüğüm,
korunaklar salınsın uzak boynunda!

Ahmet Uysal

Ben Sizde Hiç Kimseyim

-sevdiğim şairler için-

bilmenizi isterdim doğrusu: ben sizde
çok eski hüzünleri özlemeyi öğrendim
dil içinde kaç dil olur, bilmezdim,
dilimin altındaki gizli dili öğrendim

güzel ayrılmayı, tutkulu kavuşmayı,
tanımsız pişmanlığı, şiirin balından ağılar,
ölümcül ağılardan iksir damıtmayı,
nice halleri öğrendim ben sizde

tutup bir dağın eteğini yeryüzüne
dağıtmayı, iki semender arasına uzanarak,
çakıllı ırmak yatağında böğürtlen dalına
sarılıp uyumayı ay altında, ölümü

gelincik toplamayı kırlardan, sevdiğimiz
kadınlar için, yüz kez yenilmiş, bin kez
yangınlara atılmış temmuz günü,
onlar için yanmayı öğrendim sizde

kendime katmayı rüyalarınızı,
mavilerden şiir korunakları yapmayı,
nasıl koruyacağımı ülkemin değerlerini,
tılsımlar yüklemeyi kızılcık dalına

bilmenizi isterdim, uzaklık meselini de,
denizin iki yakası neymiş, öğrendim
iki yakanın gizil anlamını ben sizde,
adınızın harfleri kayıp gittiğinde elimden.

sizde sonsuzluğa kalmayı, yok olmayı
sonsuza kadar çiçeklere bürünmeyi
ida’yı tanrı bilmeyi, yağmuru tanrıça,
büyüler yüklemeyi dağ yolunda rüzgâra

aşk denilen büyük tutkuya, yalınlığa
inanmayı yalnız kaldıkça, bedenim azaldıkça
sözgelimi ellerimi zambaklara yatırmayı,
güz hevenkleri örmeyi sözcüklerinizden

ah, ben sizde ne güzel unuturdum adımı,
kumsallarda mavi otlu bir çiçeğe dönüşmek
yeterdi bana, iki yağmur damlası gibi hafif
bir ıslaklık, ne güzel kuruturdum kendimi

bilmeseniz de olur, hiç kimsenin biriydim,
çok var ki hiç kimsenin biri oldum sizde!

Ahmet Uysal

Biraz da

bir gelinciğe durunca hayat
ateşe ve suya dönüktür insanın kalbi
ya söner umutları, ya da yanar
bir ömür boyu

sevmek,
yanmaktır biraz da

bir gelinciğe dönüşünce hayat
geceye ve gündüze dönüktür
insanın yüzü
ya ışır bir gün gibi, ya kapanır geceye

umut,
geceyi beklemektir biraz da

Rahmi Emeç

Kaybolmuş Bir Çocuğum Ben Adresim de Yok

ne zaman kendimle buluşsam denizlerim daralıyor
o büyük delilerin bakışlarını kuşanıyor üşüyen yüzüm
beni de bekliyor hangi yola el uzatsam
sonu ölümlerle kucaklaşan ayrılıklar

ben ne zaman anılara uğrasam bilmelisin
yanık bir sancıdır gençliğimin bütün fotoğrafları
gözlerim kandır vurulmuş dostların göğsünde
ve konağım olur bir kır fidanının türküsü

hiç inanmadım alnımda dolaştığına yazgının
inanmak boyun eğmektir, orada biter söz
işte, sabaha ilişkin bilinen ne varsa hazırım
ölüm ta kendisiyle yaşanacak da olsa

acıları da bileceksen tut ellerimden
onlar ki hep öperler beni ateşli gecelerde
gelirsen belki çözülür günlerin alacası
eksilen duruşlarına yürürüz yakınmasız bir bakışla

yanımda götürüyorum celladımı da bak
anılarımı, aşklarımı, yaşadıklarımın toplamını
belki fırtına bulamam mevsimlerime uygun
belki tez gelir yanıma o seher buluşması

taşıdım coşkulu söylevleri uzun susmalarda
bir bilsen yalnızlığımda ne kadar çoğaldım
adımı bıraktım ayrılıkların koynunda
artık soluğumla geçiyorum bütün yolları

yaralarım uyanır nerede soluklansam
kalamam, zaman yok, gitmeliyim
gitmeliyim, acıya dayanacaksan sen de gel
hiç değilse anılarımızı büyüt ardımdan

kaybolmuş bir çocuğum ben, adresim de yok
ancak derin sularda bulabilirim kendimi
ancak çoğalmalarda, uzun yollarda
sözlerimiz sığmayınca bu meydanlara

Rahmi Emeç

Temmuz Bulutu

bu yaz da çok ağrıdı kalbim
biraz daha yaklaştı o ıssız orman uğultusu

halbuki benim yaz ırmağına değen
kiraz dalından farkım yoktu

ellerim oğul otuydu
gözlerim erguvan moru

dudağım kapari çiçeğine sarılan
temmuz bulutuydu

ah kalbim bütün bunları
nasıl da unuttu

Ahmet Uysal

Gülerken Yüzün

Gülerken yüzün
Dem çeken bir güvercinin sesini
İçin için büyüyen çimenleri
Baharda lunaparkı, bayramyerini

Ve alışkanlıklar dışında her şeyi
Gülerken yüzün
Aşıyor geçmişin acılarını
Kendini yarına değiştiriyor

Gülerken yüzün
Sanki çarmıhını kırmışsın
Senin ve ardından geleceklerin
Aylası alnına düşmüş gecenin
Oturmuş ağlıyor kendisi

Bunu öyle candan öyle yürekten
Öyle bir tutkuyla istiyorum ki
Aklımda hep öyle kalmalısın

Gülten Akın

Gülmeleri

her evde birisi bir ikinci uğruna –
yaz yağmuru gibi
geri kalanların arada üzülmeleri.

adanmış nasıl kaçar nereye
sürer gider yaşarken ölmeleri
değişmez korkunç
olanca ağırlığı bir ona vermeleri.

gider gelir görürüm
evlerde ne/dense hep bu bölmeleri
örülü duvarlar gömülmüş gülmeleri.

Behçet Necatigil

Yağmurun Elleri

Küçücük bir bakışın
Çözer beni kolayca
Kenetlenmiş yapraklar gibi
Sımsıkı kapanmış olsam
Yaprak yaprak açtırırsın
İlkyaz nasıl açtırırsa
İlk gülünü gizem dolu
Hünerli bir dokunuşla
Hiç kimsenin yağmurun bile
Böyle küçük elleri yoktur
Bütün güllerden derin
Bir sesi var gözlerinin
Başedilmez o gergin
Kırılganlığınla senin
Her solukta sonsuzluk
Ve ölüm…

E.E.Cummings

Eşik

Bu yekpâre akış, durgun, derinden…
Her aynada yalnız kendi görünen
Bu yüz ve şifasız hüznü eşyanın
Kendi cevherinde mahpus bir ânın
Dağıttığı dünya hep yaprak yaprak,
Dalgın, unutulmuş sesleri uzak
Bir uykudan bana tekrar dönenler,
İçimde, dışımda hep aynı çember!
Bin elmas parıltı oyun ve halka
Küçük ve hiç değişmez dalgalarla
Bende bana meçhul akşamlar yoklar!
Gülen ve gömülen gölge ufuklar
Acayip davetlerin rüzgârında
Her lâhza yine kendi sularında!…

Uzakta, aya çok yakın bir yerde,
Çılgın ve muhteşem harabelerde,
Büyük sükûtların fırtınası var.
Mermer duvarlarda kırılmış sazlar,
Çok genç uçuşunda ve hangi haşin
Yıldıza gülerek çarptığı için
Alnında bir siyah nokta geceden
Kovulanlar ışık bahçelerinden,
Bütün ayrılıklar hepsi orada
Bu çıplak, ümitsiz ve saf duada.
Ve bir kadın beyaz, sakin, büyülü
Göğsünde kanıyan bir zaman gülü
Mahzun bakışlarla dinler derinde
Olup olmamanın eşiklerinde.

Garip telâşını, binlerce fecrin
Ocağında nezir güvercinlerin
Hülyâm o kıvılcım ve kül yağmuru
Çırpınır bu beyaz mahşere doğru!
Ey hiç şaşmayan göz, büyük atmaca
Gölgesi güneşin üstünde uçan
Dişi kuyruğunda ebedî yılan,
Ve üstüste rüyâ!
                     Bir ses yavaşça,
Bir ses, bin uykudan mahmur ve zengin
Zümrüt usaresi maviliklerin
Suların üstünde arar kendini
Yoklar, ömrün bütün sahillerini
Çizgiler silinir, ufuk bir beyaz
Çin kâsesi olur, toprak, yosun, saz
Hep birden tutuşur, nârin kemerler
Alevden sütunlar, altın, mücevher,
Ah bu çılgın yağma…Orman çatırdar
Ve çıplak aynası ufkun tekrarlar
Büyük masalını aydınlıkların.

Elele bir oyun bugün ve yarın
Bütün pınarlara koştum cevap yok
Tekrar bana döndü her attığım ok
Her çığlık önümde tutuştu, yandı
Tahtayı kurt oydu, taş yosunlandı,
Yabanî otlarla örtüldü duvar…
İlhamlı çehresi hilkatin sular
Kaç kere değişti önümde böyle,
Birbiri ardınca gün ve mevsimle…
Ve kaç kere bahar güldü derinde
Güllerin kanıyan bekâretinde
Taze gülüşüyle toprağın suyun…
Tılsımlı kadehi her susuzluğun
Ey şafaktan, sırdan, arzudan hayâl
Yıldızların bize ördüğü masal
Kaç kere yarattım tenhada seni
Beyaz kollarını, sıcak buseni…
Bakışın, gülüşün, neş’en ve hüznün
Ay altında bir gül nağmesi yüzün…

Evet çok bekledim, kaç kere hazan,
Dinç atlar koşturdu boş ufuklardan
Yeleler alevli, ağız köpüklü,
Bulutlar bir kanlı hiddetle yüklü
Geçtikçe batıya doğru önümden
Zâlim ümitlerle ürperirdim ben,
Duyardım her an uzlette bir yeni
Âlemin yıkılıp devrildiğini
Çılgın mahşerinde ses ve renklerin…
Benden sor sırrını mesafelerin
Benden sor ve benden dinle akşamı…
Rabbim bu sonsuzluk ve onun tadı…

Bir ses yavaşça der, bırak yalvarsın,
Hayat bu kapıda…ne çıkar varsın,
Nakışlar gülmesin beyaz taşında
Ölüme benzeyen bu susuzluğun
Çağlayan hayâller yeter başında…
Bir fikir, bir şekil dalında olgun
Bu ağır sallanan hazan meyvası,
Gurbet, mendillerin çırpınan yası,
Yüzler ki bir uzak müjdeye benzer,
Her türlü ışığa kapanmış gözler,
Her şey, hepsi, gülen, susan, kamaşan
Rengiyle toplanır bende ve akşam
Rüzgârla tarümar, mevsimle sarhoş
Gelir ta kalbimde düğümlenir…
                                                -Boş…
Boş ve ümitsizdir akşamın hüznü
Bu tenha çeşmede bir an yüzünü
Seyredenler altın sazlar içinde
Ruh muammasının ürperişinde
Kaybolmuş sanırlar kendilerini…
Bırak bu tesadüf bahçelerini…
Hakikat çok uzak, karanlık, derin
Bir dille konuşur, büyük köklerin
Toprakla ezelden karışmış dili!
Geceyle ölümdür asıl sevgili
Bu ikiz aynada toplanır yollar
Karanlık yaratır, ölüm tamamlar.
Kaçalım seninle biz de geceye
Ölümün kardeşi saf düşünceye…
Yeter büyüsüne aldandığımız
Güneşin…biraz da yalnızlığımız
Kendi aynasında gülsün, gerinsin
Güvercin topuklu sükût gezinsin.

Ahmet Hamdi Tanpınar

Bir İlişki Nasıl Olmalıdır Birinci Manifesto

1. Bir ilişki ilişmekle yetinmemelidir. Kıyıya, köşeye, ucuna veya kenarına oturmakla, oturuyormuş gibi yapmakla gemi yürütülmez. Üzerine oturulacak şey süngü bile olsa, tam anlamıyla oturmak şarttır.

2. Islak olmayan bir ilişki düşünülemez.

3. Aslında ilişki diye bir şey yoktur; her şey palavradır. İki insan ancak birbirlerine ilişmedikleri sürece birbirlerini yaşatabilir. Birlikte değişim bir ortaçağ yalanıdır.

4. Olmuyorsa olmuyor kuralı: kelek kavuna şeker serpmek kadar anlamsız bir hareket daha bulunabilir, ama bu zor olacaktır.

5. Herkesin kavun yerine ayva yemeye hakkı vardır.

6. Duvar çentiklerinin gölgesinin derin olacağı unutulmamalıdır.

7. Söylenmeyen söz ağırlaşır.

8. Herkesin kendine ait bir karanlığı olması gerektiği, tartışılmaz bir gerçektir.

9. Bir ilişkide gerçek diye bir şey yoktur. Dolayısıyla kaç kilo ettiği bilinemez.

10. Avukatlar ve polisler, sevgiyi mülkiyet kanunlarının hükmüne sokmakta başarısızlığa uğramaya mahkumdur.

11. Bedenlerin birbirine alışması söz konusudur. Bu, beyinler için de geçerlidir. Bu konuyla küçük mavi cinler ilgilenecektir.

12. Acı çektirme sanatı gün geçtikçe ilerlemektedir.her ilişkinin amacı, bu sanatı kusursuzluğa ulaştırmak için çabalamaktır.

13. Her insanın duvarları vardır. Her duvarın gedikleri vardır. İlişkide dürüstlük, insanların birbirlerine verdiği ve bu gedikleri gösteren haritaların doğruluk derecesiyle orantılıdır. Orantı sabiti 1.7dir.

14. Duvarlara işemeyiniz.

15. Her insanın paspas olmaktan sıkılmaya hakkı vardır.

16. Beklemek erdem değil, çaresizliktir.

17. İnsan temelde yalnızdır. Üst katlar için kesin bir şey söylenemez.

18. Yalnızlık paylaşılmaz. Paylaşılırsa raconu kalmaz.

19. Erken kalkanın kahvaltıyı hazırlaması, uzun vadede bir ütopyadan ibarettir.

20. In the long run we are all alive.

21. İnsan tek başına da sıkılabiliyorsa bu becerisini geliştirmelidir.

22. Aslıda ilişki diye bir şey vardır. Her şeyin palavra olması hiçbir şeyi değiştirmez. Aşk her ilişkide bir olasılıktır. Yaşam da her ilişkide bir olasılıktır. Dolayısıyla aşkın ne olduğu bilinmemekle birlikte yaşam aşktır. Bu madde, 3. maddeyle çelişmez.

23. Diğerinin bokunu temizlemek, aşkın varlığını kanıtlamaz. Diğerinin aşkını temizlemek, bokun varlığını kanıtlar.

24. Metal yorgunluğu, uzun süre sıkılı kalan bir vidanın ya da bükülü duran bir levhanın yorulup kırılması gibi bir şeydir. Aynı paralelde ilişki yorgunluğundan söz edilebilir.

25. İlişki, il-İŞ-ki değildir. Fazla mesai ücrete tabi değildir. Görev bilincinizi götünüze sokunuz.

26. İlişkilerde eşzamanlılık olanaksızdır. Herkesin zamanı kendine göre işler. Ortada tek bir dağın olması, değişik açılardan bakıldığında değişik şeyleri görüldüğü gerçeğini değiştirmez.

27. Rüyalar, anılar kadar önemlidir. Tabiri caizdir.

28. Herkes kendi efsanesini kurmak ve yaşatmakla yükümlüdür. Ancak bireysel efsaneler var olduğunda ortak bir efsane oluşturulabilir.

29. Dil, iletişim kurmak için başvurulacak son amaçlardan biri olmalıdır. Bir çelişki gibi görünse de konuşmak şarttır. Bu, koklaşmanın ve telepatinin önemini hiçbir şekilde yadsımaz.

30. Yolların uzun ve ince olması, üzerlerinde gündüz-gece gidilmesini gerektirmez.

31. Her sonun nasıl olacağı en başından bellidir.

32. Eğer bir ilişkinin bitmesi mümkünse bitecektir.

33. Bunun birinci manifesto olması, ikinci bir manifestonun olmayacağı anlamına gelmez.

Cem Akaş