İstanbul

ben istanbul’a çok benzerim sevgilim
yarı trak yarı buralı.
azıcık gidersin haliç’te bir çekirdek aileyim
o siyah suya bakakalmış, su yağlı mı yağlı.
adamda bej kundura, kadın çarşafa dolanmış,
yüzlerinde kırağı
kızların birini açık havada doğurmuşlar,
öbürü kapalı.

bende sevgilim yan yana ışır
ılık kasabalar köyler
ben istanbul’a çok benzerim sevgilim,
bir yanım haliç’te bir karabatak
bir yanım samandıra’da saplı samanlı.

ben istanbul’a çok benzerim sevgilim
onca iştiha içinde onca keder.
çın çın bin ses imkanıyken
sesin göbeğinden çatlayıp orada kaldığı yer.

sorunun sorulduğu yerim ben,
cevabın alındığı yer!
bir yanım erguvan bir yanım gül ve laleler
bir yanda serseri otlar, başıboş, plastik çiçekler
kök dal dolanmış duvarda birbirine koyu keder.

gezmediğin yerlerim vardır mutlaka
beklerim, yeraltı mağ’raları
bir ayağım geçmişte kalmış alamam
öbürü koduğun bahtımmış, eline ayarlı.

sevgilim kış düşmüş dünyaya içimden
eve nasıl varayım!
bir kovuk bir obruk oldum,
üstüm başım kar, yollar kapalı

Birhan Keskin

Komşular

komşunun bahçesindeki bababula ağacı
ahbabım olur kendisi
gözlerini kapayıp başını göğe kaldırmış,
hüzünlü bir ezgi mırıldanarak
rüzgârda nazlı nazlı sallanıyor.
ahbabım olur kendisi.

bababula ağacının dalına tünemiş
Gülizar ve sevgilisi…
bunlar iki alacakarga,
iki de yavruları var yuvada,
uyukluyorlar alttaki dalda;
ahbabım olur, iki çocuklu bu karga ailesi.

hava da bir soğuk bir soğuk ki,
rüzgâr bir haşin bir haşin esiyor ki!
yağmur kararsız, mevsim kararsız,
kara çevirsin mi, çevirmesin mi?
soğuktu, kardı, kıştı…
ahbaplarım olur bunların hepsi!

ağaç, ağacı sallayan rüzgâr, ıslatan yağmur,
ağacın mırıldandığı ezgi
ve hüzün, her şeyin üstünden akan,
onlara dokunmayan,
bu, beni yaşlandıran zaman.
ahbaplarım olur, ahbaplarım,
bunların hepsi!

Cahit Koytak

Kuş ölür, sen uçuşu hatırla

Kuş olup uçsam, sevgilinin diyarına

Neveser Kökdeş

Martılar uçuyor etrafımda
Sanki beni karşılıyorlar
Mihnetin bu acı günlerini unut artık gül diyorlar

?

martı çığlıklarıyla bir sahil kayalığında
nefesin vücudumu yakıyordu yer yer

İhsan Yüce

haliç’te içli bir mandolin
akortsuz düşleriyle
ses verirdi
hep çocuk kalacak bir yetimin
içinde biriktirdiği itirazlara
ki kimse duymazdı onu
çöplenen martılardan başka


Suavi Kemal Yazgıç
ey ipini boynuma doladığım balon,
sende duyuyor musun, yüzlerce yılın
suskunluğunu konuşuyor martılar
şafak alacası vuruyor şehrin yüzüne
çocukları namaza kaldıracaklar.
Elif Akyol
nereye dönsem deniz oradaydı
bir beyaz martı çığlık çığlığa
ağzında inci mercan nar

Mehmet Solak
Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin
Can Yücel

Gülcemal geçiyor gözümün önünden
Geçip gidip Boğaz’a dalıyor
Arkasından bir sürü martılar
Bir ilkyaz sisi
Ve bir sürü gözyaşları…
Erdal Ceyhan
Caddenin bostanına Malatyadan geldim
kara trenlerin uzun düdükleri kulağımda
Haydarpaşa kapılarını maviye açmış
rüzgar martıya yakışmış balıklar suya
kayık kayıyor,çanları tutun delirmesin
hangi renkti sustuğum Göztepenin kıyısında
Arife Kalender

karda kalmış serçe gibi üşüyorum

Nevzat Çelik

-Yoruldum, patron.. Yollarda yağmurdaki bir serçe kadar yalnız olmaktan yoruldum.

Replik


Uyardım gelincikleri, üşüdüğünde gelip yaslanacaklar yüreğine.
Ama serçeler ve nergisler üzerine yemin ederim, artık yapamam dediğinde,
Ben yine gelir sırtımı sırtına veririm.

Fatma Savcı

sonra kirli bir duman çöküyor kente
serçelerde sonbahar mahmurluğu…

Yılmaz Odabaşı

Akşamüstü
Soğuk rüzgârın altında
Bir serçeyle oynaşıp duran
Çocuğun biri
Gece birdenbire
Ölüverdi.

Nakahara Chuya

II
Anlar mı serçelerin
neden göç etmediğini
sobanın kurulmasını
bekleyen
kedi

III
Yalnızca rüzgar gelir
ölü bir serçenin
cenaze törenine
ve usulca
kımıldatır tüylerini
kediden önce

Sunay Akın

Sevgilim ne zaman sokaktan geçse
serçeler barıştı güvercinlerle.

Attila Jozsef

Küçücük bir serçe kuşu
Çıkmış şakıyor ölüme karşı.
Güzel değilsiniz işte
Ağzından bir kez dünya çıkmayanlar.

Şükrü Erbaş

Bu eller miydi kesen mavi serçeyi
Birkaç damla kan ki zafer ve kahramanlık.
Yorganın altına saklanarak
Bu eller miydi sevmeyen geceyi.

Fazıl Hüsnü Dağlarca

kar yağarken serçeleri seyrettim
çocuklarım geldi birden aklıma
sabırsızlanıyorlar büyümek için
gelmeyin,burası derin!

İbrahim Tenekeci


yine yiyecek telaşında serçeler

Rıdvan Canım

Hatırla; hayatım bir soluktan ibaret
Çöldeki bir pelikan gibiyim
Ve bir serçe gibiyim, damda tek başına kalmış.
Dökülmüş su gibiyim
Ve ölüp gitmişler gibiyim

Furuğ Ferruhzad

sen yenisin galiba; diyalektiği ve aşkı şaka sanıyorsun
kış serçesi gibi pencere önlerinde telaş yapıyorsun

Sezai Sarıoğlu

serçeler benim kalbimdir

Turgut Uyar

aşk bitti desem de hüznü kalıyor
yılkıya bırakılmış bir at hüznü
bir serçe ölüsünün hüznü
içimdeki sıkıntısı, tortusu..

Ahmet Ada

“hazar rüzgarı”nda dökülmüş
“hasta yapraklar”a mı üzülmedik!
serçelere mi acımadık, kış günlerinde
kendimizi unutarak!

Rıfat Ilgaz

Karın kapattığı yollarda
Yalnızca serçelerin kanat izleri
Bir tek pencere görünmüyor ufukta…

Gittikçe ağırlaşıyor hiçlik duygusu…

Şükrü Erbaş

“Şüphesiz Adem oğlunun kalbi serçe kuşu gibidir, günde yedi defa döner, çevrilir durur.”

Hz. Muhammed (S.A.V.)

Birden serçelerle indi yağmur
Hangisi serçe
Hangisi yağmur

Melih Cevdet Anday

Yedeğimde hep bir şiir olmalı
Yuvasında ilk kez uçan serçe gibi telaşlı,

Nihat Behram


Ve yuvada bekleşen sabırsız, küçük 
Serçeler gibiydik ikimiz.

Yavuz Bülent Bakiler

Kuşlar kaçmıyor benden;
Bir güvercin kanadında okşuyorum
Göklerin maviliğini.
Serçelerin cıvıltısıyla siniyor içime

Cahit Sıtkı Tarancı

konup kalkıyor yorgun kanatlı bir serçe
kumsala çekilmiş sandalın çürüyen gölgesine

Nuri Demirci

Hayat kısa, kuşlar uçuyor.

Cemal Süreya


Ağaç anlatabilir kendini yağmura,
hiç değilse fısıldayabilir-bunu biliyorum.
kuş nasıl tarif edecek; konsa yeryüzünde av,
uçsa bir ömür boynunda vebal.

Birhan Keskin

Kuşlar uçarlar uçarlar, insanlar vardı sanır.

Cahit Zarifoğlu


Belki bütün kuşlar uçar, belki değil mutlaka.

Turgut Uyar

Kuşlar boşluk boşluk uçtukça. bir şey hızla duruyor.

Edip Cansever


Kuşlar gelsin hafız;
onlara dair kötü hatıraları yoktur gökyüzünün
onlar intihar nedir, ihanet nedir bilmezler

Bekir Erdoğan

Mevsimi aşka çağıran kuşların nerde senin.

İsmet Özel

Yüreğinde ki yaralara kuş olayım
her şeyi düzeltip lütufkarca uçayım

Özmen Yıldız

Takınsam kanat manat, kuş muş olsam seğirtsem.

N.Fazıl Kısakürek


Kuşlar peru’ya ölmek için uçar.

İlhan Berk

Bir çocuğun, kuş olduğunu düşünmeye hakkı vardır. Tabii bu
biraz tehlikelidir.
Özellikle arka balkonlarda manasızca oturmayı seviyorsa.

Emrah Serbes

Utanın; kuşlar uçuyor, uçaklar düşüyor.

Özdemir Asaf

Ah beni vursalar bir kuş yerine.

Sezai Karakoç

Ve sen kuş olup gidersin

Tarık Tufan

Kuşlar mı ki, çok şey denildi şair dilinden.

Ahmet Telli


Dön bana ve dinle, kuşlar uçuşuyor içimde.

Erdem Beyazıt

Göçmen kuşlar gibi çok uzaklardan. gel artık. ne olursun.

Yavuz Bülent Bakiler


Kuşlar ölürse yere düşerler, yere düşerler ve onları hep zehra
toplar.

Âh Muhsin Ünlü

Yüreğinden beyaz kuşlar uçardı yüreğime.

Haydar Ergülen


Bir yastık arıyorum kuş seslerinden.

İbrahim Tenekeci

Uçan kuşlar konsun senin göğüne.

Murathan Mungan


Konuk et, kanatları kanatılmış kuşlar getirdim sana.

Yılmaz Odabaşı

Ah bu kuş, bu gidişle. uça uça gök bırakmayacak. öteki kuşlara.

Cahit Koytak

Kuşlar uçuyor, kervanlar geçiyor, bir iğne deliğinden.

Âsaf Hâlet Çelebi

Kuşlar geçiyor, derken; yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.

Orhan Veli Kanık


Siz söyleyin garipliğimi kuşlar.

Cahit Sıtkı Tarancı

Kuşlar gibi yalnız, yapayalnızdım açıkta.

Yahya Kemal Beyatlı


Hasretsiz bir kanat şakırtısına, mavi gökte kuşlar yine uçar mı?

Ahmet Hamdi Tanpınar

Uçun kuşlar, uçun burda vefa yok.

Rıza Tevfik Bölükbaşı


Sen gittin gideli kuşlar anlamaz görünür.

Hilmi Yavuz

Canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını
Cemal Süreya


Kuşlar da kaderle uçar..

Cahit Zarifoğlu

Kuş ölür, sen uçuşu hatırla.

Füruğ Ferruhzad


Öyle güzelsin ki, kuş koysunlar yoluna

Nilgün Marmara

İnce bir serçe uçarsa yeter dağlara
Aşklar ki gurbeti olmayan bir tek ülkesiz.

Adnan Satıcı


Yüreğim, buğdayların arasında çırpınan
kör bir serçe.

Süreyya Berfe

Bir serçenin kanadın kırk kağnıya yüklettim
Çifti dahi çekmedi şöyle kaldı kazını

Yunus Emre

Sadece senin yüzün

Yeraltında bir bizans sarnıcı gibi loş
Kuyularda körlerin durağan bakışlarını
Tedirgin bir çocuğun önsezileriyle
Bozmadan geçerken hiç düşünmemiştim
Yukarda bembeyaz bir güvercinin
Mavi bir balkonun bulutlarından
Benim toprağımı aradığını

Karşıda tepelerin hayal perdesini
Bir sardunya ağacı hışırdatıyor
Koyunlar sessiz bir yılan bir güneş
Bir kısrağı her yıl aşan kırların
Azgın tanrısı Pandan doğma yabansı
Ve inatçı bir keçi gibi Gavvino
Bir zincirlemeyle geçiyor çocukluğumun
Kısa pantolonlu kara gözlü yoksulluğuna

Sanki Pera’nın bindokuzyüzden
Art nouveau pencerelerden baktığı
Tirse haliç ve loş kumrular oteli
Birbirinden habersiz iki odada
Seni de salıyor düşlere ve beni
Tanrım görmeden tedirgin ve kızgın
Gümüş bir asansör çıkarırken seni
Kara bir ağırlık gibi iniyorum boşluğa

Sakalının koyu meşe dallarıyla
Kapatınca karanlık bulutlar
Göklerdeki haşin ve eski ahitten
Bir mezmurla isyan eden babamız
Dilsiz ve korkulu ve yoksul
Sıkı toprağı delip güneşe doğru
Alınyazısı yırtan ufacık tohum
Benim geçmiş tarlalardan arkadaşım
Kemik saplı kaçamak bir çakıyla
Kurak hayalgücümü kanatıyor

Sanki bir sayım günü ya da sıkıyönetim
Issız sokaklarında surdiplerinin
Birbirine rastlamadan dolaşan
Iki serüvenci gezgin gibiyiz
Bomboş bir sinemanın koltuklarında
Kapkara bir perdeyle ayrılmış gözlerimiz

Bir kuzunun boğazına saplanan hançer
Birden gürültülere boğuyor kenti
Kanlı sokaklarında gondollar yüzdüren
Bir venedik dışarda bu bozgun bizans
Çocukları hançerleyip öldürüyorlar
Kırık bir akordeon gibi yüzleri

Sanki erken rönesansın bir sarayında
Sesleri sarmaşıklar gibi bir madrigalin
İki sağır şarkıcı gibiyiz
Şiirimiz sarılıyor usanmaksızın
Birbirine ve biz sarılamıyoruz

Gölgeli kümeslerde yeniyetmeler
Kucağında fısıldaşan tavuklar
Kara gözlü şipalar ve soluk soluğa
Evreni sevişmenin kuşlarıyla dolduran
Gelinler metresler orospular melekler
Ağaçların ve rüzgarın ve tüm denizlerin
Seslerine karışan şu azgın hayat
Sanki seni ve beni
Boğazın çok derin akıntılarında
Ters yöne habersiz yelken kaldıran
İki çağdışı ve şaşkın balık gibi
Bir doyumsuz hasrete tutsak ediyor

Perdede şimdi kocaman bir hayal
Sadece senin yüzün

Onat Kutlar

Ezbere Bir Türkiye Haritası

insan tanıdık birini arar kötü kararlar verirken
kolların hafızası en doğruyu hatırlar
ezbere bir türkiye haritası çizersin birini özleyince
ellerin tanımadık bir meleğin elleriyle değişir
karadeniz kavisinde
modern resmin bilmediği bir kavis
sıcak bazlama,iyisoğuk,ciğerde esen rüzgar
tanrı’dan makyaj dersi; güzellik mecburidir

vahşilik kalmaktandır; medeniyet gitmekten
alçak mimarların bilmediği bir konu
vahşilik gridendir, medenilik beyazdan
eski mısra yeni anlamla çıkıp gelir
‘yukarı inebilir, aşağı çıkabilirsiniz’

babasıyla kardeş çıkan kız ne anlatabilir diğer kıza
oyuncak bebeklerine yanlış isimler koymuş
anlamazlar psikiatrlara da sorma bence
ergin günçe’yi tanımadım, erzincan’ı görmedim
seni hiç bu kadar şiddetle özlemedim

bir adamın hayatı ve eserleri yazan sayfalar
niye yazmaz bir adamın niyeti ve kelimeleri
kırmızıda geçen süvari imgesi en gerçek hali
ergani’yi gördüm söke’yi gördüm
‘cemal zaza’dır’ cemal’i yüzünden gördüm
taze camili şehirde durdum
bir pasajda dört adam
ışıl çırak,yılmaz,hasan ve abdurrahman

insan tanıdık birini arar iyi kararlar verirken
kolların hafızası en doğruyu hatırlar

Osman KONUK

Acaba

Dönelim
Döndürsün bizi
Kalbin akıp giden bulutlara benzeyen sesi
Yağmursuz bir yağmura açılmış kapılardan
Ve akılda kalan bir yokuştan
Ve yalnız çocuklara özgü o sonsuz sinema koltuklarından
Ve çocukluktan
Dönelim
Dönelim mi biz
Gençlikten, oralardan
Mutluluğu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan
Dönelim mi acıya
Acıya, büyük acıya
Ve soralım mı acaba
Ey büyük yalnızlık insansan eğer
Bir kaya
Dalgalar yalarken onu
O bakarken kaskatı kalabalıklara
Ah, kalbin bulut bulut akan sesi.

Bütünüyle bir semte benziyor Ruhi Bey
Binlerce, on binlerce kedinin hep birden kımıldadığı
Kedilerden örülmüş bir semte
Ve soğuk bir tuvalde yerini bulamamış renkler gibi
Soğuk ve ayakta tutan çelişkileri
Bir görünümden bir başka görünüme kolayca sıçranan
Her şeyin, ama herşeyin çok dıştan farkedildiği
Eh belki de bir satır fazlalığı ya da bir satır eksikliği
Belki de genç bir şairden ödünç alınan.

Yürüyor mu, yürümeyi mi düşünüyor Ruhi Bey
Düşünmesi daha mı sonra koyuluyor yola
Nereye gidecek ama, nereye varacak sanki
Yoksa bir oyun tadı mı buluyor bunda
Oyundan atılmaktan korkmayan bir oyuncu gibi
Boşvermiş de sanki oyunun kurallarına
Üstelik son bölümde, perdenin kapanmasına
Azıcık vakit kalmış
Ya da vakit var daha. Ama ne çıkar
Gövdenin yazgıya başkaldırması mı
Ruhi Beyin
Başkaldırması mı yoksa

Vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı
Vaktinde anlamanın sevinci mi
Ya da biraz geç kalmanın
O gereksiz tedirginliği mi
Hangisi

Ama belli ki sonundayız her şeyin
En sonunda.

Edip Cansever

Kan Kalesi

Elbet bir hinlik vardır seni sevişimde
ey kanıma çakıllar karıştıran isyan

saçlarıma bin küsür yalnızlığı takıp girdiğim şehre
insan varlığımızdan tuhaf tohumlar bıraksam
günü geçmiş bir gazete, toprak bir çanak
bir daha gelmem belki diye bir not bakır maşrapanın yanında
şeytanlar da yürür benimle herhal ıslık çaldığım için
bir şahan tüylerini döker ardımsıra
artık bırakılmaktan yapılma bir adam sayılırım
böğrümde kambur çocuklardan bir payanda.

Gizemli bir dehliz gibi şehri dolaşıyorum
sıkıca tutuyorum kendimi şehre karışmaktan alıkoymaya
her yerimde urlar çıkıyor, biraz kürt, biraz köylü, biraz makina
kangren oluyorum bahar geldiği için
urlarımı kesiyorum kör bir usturayla
ama kopmuyor onlar ve bana şehri dolaştırıyor
bırakabileceğim her şeyi bıraktırıyor bana
kızlardan geçilmiyor köprüler, ayak bileklerime dek
yükseliyor kız tortuları
tülbentlerden kanı süzülürken körpe yavruların
bir bazı şeyler bulmalı yüzümüze tebelleş olan bu korkuya
-Avluya çık
-Avluya kara bir şey bırakılmış
(bir bomba)

Kulaklarımız alışmıştı tıpırtısına yağmurun
şehre sıkıntının rahatlığı basmadan giriyorduk
filimler üç günde bir değişiyordu
bense ikircikliydim ama korkmuyordum
polis olan babamla tatil arasında uçuşup duruyordum durmadan
urlarım yoktu, suçum yoktu,
ve beyaz kuşlar kalkardı anamın hırkasından
şehre karışmayan bir dehliz değildim
sevinçle kovalıyordum kendimi
bunları ansımak başımı döndürüyor bazan
elbet bir hinlik vardır seni sevişimde
ey kanıma çakıllar karıştıran isyan.

Azan bir hevestir artık tanyeri
söküp gövdesinde bir cehennem parçalamak ister insan
şehrin defterini dürüp uzanmak ister yanına
üstümüzü kuş sesinden bir lekeyle örtmeli
umudumuzu kapmaya gelen makinaları
bütün çirkefini şehrin çarpıtıp aşkımıza
solumak gece
terlemek gece
gece çarşaflara…

Açıklanacak, belletilecek olan belki
milât öncesi ve sonrası lâkırdıları
karışık banka hesapları, navlun
yani öylesine açık değil pek
hatta
-şehir mi, değil mi burası-
kötürüm bir kurt çantamı karıştırıyor
neden karıştırıyor, ne hakla
direnmeler, erzurumlar, kalfalar
gecenin ipini koparan gece safaları
-Var mısın yok yere ağlamaya… Ki bir sis
yanık bırakılmış bir fısıltı
şehri sarıyor, bir dehliz olan bana ulaşamıyor ama
herkesin içinde iğdiş bir bahar
bacakları eriyor memurların, evkızlarının
ve saat 24 vardiyasının işçileri
inmiyor ocaklarına.

Yufka mıdır
yufka mıdır benim bakışım dünyaya
ki acılarıyla başlatırım insanları
derimi yalayarak geçen mevsim
beni alır şehirden yıpranmış bakışlarla
her askere gidenin, her tören yorgununun
kondurur kemerinin kaşına.
Böylece ben, o küskün, o karışmayan dehliz
koca bir tomruğu yüklenirim arkadaşlarla
koca bir tomruğu kaldırıp kaldırıp
kümbetlere, bitkinliğin bordasına…
Kanın çığırından çıktığı saattir bu
memelerini bana sıkıca bastırdığın
hercai bir yürek somurtkan kepenklerin ardında
şehri acıtan çocukluğumuza değdikçe
biz seviştikçe bizi acıtan
kukumav kuşları, mânilerle dolu bir yatak
zaç yağı şişeleri kocaman.

Sen şimdi sevincimin akranısın
ey kanıma çakıllar karıştıran isyan
doğrusu seni toprağı eller gibi sevdim
yaralarımı onduranımsın
yatağımı hiç boş bırakmayan…
Yüzümü ellerimle yine kapayayım mı?
bekçi karısının belaltını mı anlatayım insanlara
yoksa onlara bilinmez bir toprak mı adayayım
değil
partizanlığım dalaşmak istiyor anla
bu sarsak hırgürüyle dünyanın
dalaşmak dalaşmak dalaşmak
böylece aşk akranım oluyor benim
ey bayırdan ve yokuştan uzaklara
ey çırpınan bir geyiktir memelerin
karnın ısırgan otları gibi aklımda.

İsmet Özel

fatura

29.
Kişi, yaşamının geçen her gününün hesabını,
gelecek günlerinde öder hep-
hesap çıkar; fatura gelir…

Kişi, yaşamını boşa geçiremez: Başka birşey hesap sormasa, kendi akışı içinde, kendi kendine hesap sorar,
kişinin yaşamı.

Oruç Aruoba

Güz Fotoğrafları

bir yerlerde sürgit yapılan bir şeyler
kımıldamaktadır
bitenleri vardır, durur orda, olduğu yerde
çekilmeyi bekler ya da resimlenmeyi
öyle sanılır
güzün bir yanında o çini soba
kendini kaçıran mavileriyle
öte yanı yağmur
bitmiş ve fotoğrafı çekilmiş bir kuzineyse
kış mutfağında
hiç de sessizce durmuyordur
çünkü açık pencereden girmiş
girmeyle birlikte kendini
duvardan duvara çarpan
birçok dövme kuşu izliyordur
kanatları gagaları kan revan

bir de seni seviyorum fotoğrafı
neden sen yoksun içinde unutmuşum bunu
atmışsın kendini çerçeveden dışarı
kurşun gibi ağıp göklerimize
süssüz ve katkısız kendin olarak
dönüyorsun
yaşıyor böylece seni seviyorum fotoğrafı

akşamlar serindi üşürdük, değil de
öteki
onun ardındaki
kırığım ve yaşlıyım nasıl onarsam kendimi
bir de saklanmak var kırılan yerlerden içeri
yırtarım, görmesinler

ne yapsam onmuyor ne yapsam
iyi çıkmıyor kendiminki

Gülten Akın

 

Pil

“pil takacaklarmış” dedi, “kalbime
bir dönemi daha ömrümün
kapanmış olacak böylece
ne futbol artık ne güreş ne dağcılık”

“cemil” dedim (çocukluk arkadaşım
doğumu benimkinden beş gün önce)
“ne güreşle ilişkin var ne dağlarla
ne de bir topa vurdun bunca yıldır bir kere”

“olsun” dedi, “önemli olan o değil ki
ya yarın birden canım çekerse?”

Roni Margulies