Teşekkür Sana

Bırakalım bugün güçlü gergin sözleri
Yoruldu beynim, tenim, gözlerim
Aşka sözcük aramaktan yoruldu
Yordu beni içimin düşmanı
Çitim aşıldı az önce, kapım kırıldı
Bozuldu evim
Bırakalım yiğitlik türkülerini
Tek mektupların değsin elime
Tek senin soluğun
Sarsın beni sustursun
Şu uğursuz bando sesini

Adın tılsımdı
Elimden tutan biricik
Yinelendikçe en güzel günlerim
Gelir yanıma, halam kızları
Manda sütü, iplik olta, dereboyu
Çalsın darbuka, göbekler, gülücükler
Açılırdı bütün kilitler adınla

Yalnız sana yazmakla dayandım
Dağların, toprağın uğultusuna
Buzlu karanlık, tanınmaz bakışlar
İçimde yer kaymaları
Seninle uyandım gün ortası, koşarken
Sanaydı gülümsediğim
Sesini duydum, adımı kıpırdadı
Dudakların, bitti sürgün günlerim

Övgü sözleri kalsın
Yol bittikçe yenik
Yolcuyum ben
Sana dönmüştü yüzüm
Sayım sayıldı, günüm doldu
Bir bilet, sallanır durur
Elimin ucunda
Teşekkür sana, ömrümün bir yanını
Okşadın, canımı yaktın
Yolcu ettin

Barış Pirhasan

Aşk Onarır

söylediğin yalanlara dönerse bir gün
söyleyemediğin bütün sevgiler
kırılırsa incecik dallar gibi
yarınlara ertelediğin düşler
aşk onarır

kalbindeki günlerin çan kulesi
yıkılmışsa aldanışın fırtınasında
rüzgarın savurduğu kum taneleri
gibi kanarsa zaman avuçlarında
aşk onarır

konukları kendisini sevmeyen
bir otel odası gibiyse yalnızlığın
çıkıp gidemiyorsan çivilenmiş gölgenden
paslanmışsa kilidi sığındığın anların
aşk onarır

geçtiğin yollardaki bütün ay perileri
terk ettiğin kendinin şarkısını söylerse
ve hayat birdenbire bir veda resmi gibi
yırttığın albümlerden çıkıp geliverirse
aşk onarır

kanındaki ateşler tenini yakmıyorsa
unuttuysan şarabi gecelerin rengini
sevişmenin elması artık parlamıyorsa
elinde kırılmışsa dokunuşun kadehi
aşk onarır

aynalarda bıraktığın suretine benzerse
içindeki delinin bütün yüzleri
her gidişin bir dönüşün eviyse
o varmayan yolları, o yaralı deliyi
sadece aşk onarır

Ayten Mutlu

Düşünceler

Pınarından özgürlüğün al bir yudum
çek bir soluk rüzgarından sevdamızın
seni benden ne bu kapı, ne bu duvar ayıracak
seni ne bu kara kara gelen ölüm.
al bir yudum pınarından özgürlüğün
rüzgarından sevdamızın çek bir soluk
gelir bir el kırar birgün kapıları
karanlığın bahçesinde açar gülüm
seni benden ne bu kapı, ne bu duvar ayıracak
seni ne bu kara kara gelen ölüm

ADAGİO

Yaşamın vişne rengi dudakları vardır sevgilim
öpüşün kadar sıcak ve tatlı
özgürlük türküleri de söylenir bu dudaklarla
sevda türküleri de
vişne rengi dudakları vardır sevdanın
gülümser dudakların gibi titrek ve dokunaklı
okyanus olur sarar dünyayı
olümün vişne rengi dudakları kimi kez
dudaklarınca içten ve inançlı
ölüm asude bahar ülkesi değildir o zaman

ölüm:
yiğit ve sevecen bir yaşamın mutlu günlere
sunulmasıdır
canlı bir gül gibi somut
ayrılık yoktur artık zaman içinden
yaşamın ve sevdanın, ölümün kimi kez de
öpüşün kadar sıcak ve tatlı
vişne rengi dudakları vardır sevgilim…

ANDANTE

birgün başımızda sevda rüzgarları eserse
deli deli yıldırımlar düşerse yüreğimize
hızlanır kan dolaşımı
babil’in asma bahçeleri değildir artık
dünyanın bilmem kaçıncı harikası
karanlığın bahçesinde açan gülümüzdür.
hüzün dolarsa içine bir gece yarısı
çevir gözlerini güneşin doğacağı yere
çek bir soluk rüzgarından sevdamızın,
“kapı”yı, “duvar”ı
“kara kara gelen ölüm”ü düşünme
çevir gözlerini güneşin doğacağı yere

VIVA CELEVCBATO

bu gece ne bir yıldız, ne ay var yaşlı gecede
hüzne yer yok yüreğimizde hüzne yer yok
nasıl olsa kıramazlar filizlerini
mutluluk pınarından kaynaklanan sevgimizin
çabuk gelir geçer yaz yağmurları
bu gece ne bir yıldız ne ay var yaslı gecede
yine de hüzne yer yok yüreğimizde

ALLEGRO

birgün başımızda sevda rüzgarları eserse
deli deli yıldırımlar düşerse yüreğimize
“al bir yudum pınarından özgürlüğün,
rüzgarından sevdamızın çek bir soluk”
yaşamın vişne rengi dudakları vardır sevgilim
öpüşün kadar sıcak ve tatlı
“seni benden ne bu duvar ayıracak, ne bu kapı
seni ne bu kara kara gelen ölüm”
çünkü ölüm;
yiğit ve sevecen bir yaşamın
umutlu günlere sunulmasıdır.
canlı bir gül gibi somut
ölümün vişne rengidir dudakları kimi kez
gülümser dudakların gibi titrek ve dokunaklı
bu gece
ne bir yıldız ne ay var
hüzün dolarsa bu gece yarısı içine
“çek bir soluk rüzgarından sevdamızın”
çevir gözlerini güneşin doğacağı yere.

A. Kadir
(İbrahim Abdülkadir Meriçboyu)

Gökten Şiir Dökülür

yürek yorgun düşerse söyle gün neye döner
gündüzlerle tükenir / elbet geceye döner

bir bellek olur ışır çorum’dan alaybey’e
narkoz esrarı sürer / diazem meye döner

çokluk sürçen zamandır bir çifte kaburgada
ürperir sultan gelin / aşk bilmeceye döner

hüzne kapı açsa da dostluklar birer birer
pusudaki her kurşun bir konfetiye döner

tenha bir bahçedesin ki orda ahmet necdet
gökten şiir dökülür / söz düşünceye döner

Ahmet Necdet

Bilmiyorum Nerdeyim

Bilmiyorum nerdeyim ne haldeyim ben kimim?
Ayrılırken kimliğim adresim sende kalmış
Tebessümü yüzüme çok görüyor matemim
Güldüğümü gösteren tek resim sende kalmış
Akların kaybolduğu renğin ahenk bulduğu
Toprağın kadehine ab-ı hayat dolduğu
Bir gül için bülbülün saçlarını yolduğu
Aşkın harman olduğu o mevsim sende kalmış

Nerede o çocuksu o şımarık hallerim
Saçlarına hasreti tanımayan ellerim
Rengarenk rüyalarım toz pembe hayallerim
Tekmil neş’em sevincim hevesim sende kalmış

Ayıplama kınama kahveye gidiyorsam
Avunabilmek için bir tavla atıyorsam
Garson çay uzatırken ben ‘aklımda’ diyorsam
Sende kalmış demektir ladesim sende kalmış

Dostlar da muhabbeti kestiler,luzumda yok
Zaten senden ziyade sohbetim sözüm de yok
Sen dönmeden kimseye bakacak yüzüm de yok
Aynalarda kendimi göresim sende kalmış

Allahım düşmanımı düşürmesin bu za’fa
Sanki her noksanımı mecburum itirafa
Hangi şarkıya girsem notalar do re mi fa
Sol! diyorum sana sol! sesim sende kalmış

Sende kalmış umudum saadet çağım sende
Sende kalmış huzurum tüten ocağım sende
Sende hayat kaynağım duygu membağım sende
Can diyorum sana,can-kafesim sende kalmış

Gel Tanrıya borcunu teslim etsin bu yürek
Tez gel ki enkazımı kapatsın kazma kürek
Kelime-i şahadet getirmem için gerek
Son diyorum sana son nefesim sende kalmış…

Cemal Safi

Hani Kurşun Sıksan Geçmez Geceden

Yiğit harmanları, yığınıklar
Kurulmuş çetin dağlarında vatanların.
Dize getirilmiş haydutlar
Hayınlar amana gelmiş
Yetim hakkı sorulmuş
Hesap görülmüş
Demdir bu…

Demdir
Derya dibinde yangınlar
Kan kesmiş ovalar üstünde Mayıs…
Uçmuş bir kuştüyü hafifliğinde
Çelik kadavrası koruganların
Ölünmüş canım, ölünmüş
Murad alınmış…

Gelgelelim
Beter bize kısmetmiş
Ölüm, böyle altı okka koymaz adama
Susmak ve beklemek müthiş.
Genciz namlu gibi
Ve çatal yürek.
Barışa, bayrama hasret
Uykulara, derin, kaygısız, rahat
Otuziki dişimizle gülmeye
Doyasıya sevişmeye, yemeğe…
Kaç yol ağlamaklı olmuşum geceleri
Asıl bizim aramızda güzeldir hasret
ve asıl biz biliriz kederi.

İçim, bir suskunsa tekin mi ola?
O Malta bıçağı, kınsız, uyanık
Ve genç bir mısradır
Filinta endam…
Neden, neden alnındaki yıkkınlık
Bakışlarındaki öldüren buğu?
Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri…
Nasıl da almış aklımı
Sürmüş, filiz vermiş içimdeki sevdan
Dost, düşman söz eder kendi kavlince
Kınamak, yiğit başına.
Bu ne ayıp, ne de yasak
Öylece bir gerçek, kendi halinde
Belki, yaşamama sebep…

Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani kurşun sıksan geçmez geceden
Anlatamam, nasıl ıssız, karanlık…
Ve zehir-zıkkım cigaram.
Gene bir cehennem var yastığımda
Gel artık…

Ahmed Arif

Kadınlar Çıkmazı

Yarım bir aşk, yarım bir dudaksın
sıkıntılı ikindi yağmurlarında
her yeni erkekten sonra daha erkeksin
tuzlu inciler dolu
kuş uçmaz mavisi gözlerinin.

Işıklara çarpıyorsun sokağa çıksan
şehrin korkusu büyüyor pencerelerde.
Avuntusu yok erkekli yatakların
ne olur gitme
daha kaybolacaksın.

Bir yanın şarkılar
kan tutmaları öbür yanın.
Gülerken iki kadeh arasında
nasıl ağladığın anlatılmıyor.
Ne olur
bu kadar kendine saklanma.

Sen kapalı, mahzun odalarda
kırık oyuncaklara karşı bir çocuk.
Ürperiyorsun denizin çığlıklarını duydukça
dudakların kaskatı öpüldükçe neden?
Kaç ölüm tasarlıyorsun çıkmazında
belli, yoruldun kendini denemekten.

Ahmet OKTAY

Ev: Yalnızlık Senfonisi

I

ev bomboş : burda yalnızlık bekler :
ışıltı ve gölge; sesin gizlendiği
sinip sığındığı kapı arkası. odada
sessizliğinden korkan sessizlik,
burda bekler : boşlukta tutunan körlüğü.

ev bomboş : burda yalnızlık bekler :
yaralı bir geyik gibi : iniltili
balkon bekler soluk soluğa kuşlarını :
orman ne yapar? : eşikte biriken
tozlu ışık ne yapar? : çıplak ellerini.

ev bomboş : burda yalnızlık bekler :
rüzgâr öylesine tuhaf, kaygısız geçerken
kanayan karlı akşamın fısıltısı, öpüşsüz :
kalır kederden sırılsıklam aşk;
körelir bakmanın bekleyişi, pencere.

ev bomboş : burda yalnızlık bekler. – –

II

burda yalnızlık oturur : kitap tozları.
burda yalnızlık oturur : salıncakta gece.
burda yalnızlık oturur : ince öfke, hüzün.
burda yalnızlık oturur : amcam ve kediler.
burda yalnızlık oturur : duvarlar ve palto.
burda yalnızlık oturur : yılkı atları.
burda yalnızlık oturur : cesaret ve korku.
burda yalnızlık oturur : deniz ve derinlik.
burda yalnızlık oturur : günaydın öteki.
burda yalnızlık oturur : hayâlin hâlleri.
burda yalnızlık oturur : körlük, sağırlık.
burda yalnızlık oturur : sade yalnızlık.
burda yalnızlık oturur : içinde ateş.
burda yalnızlık oturur : dikkat, dikkat et.

burada yalnızlık oturur : necati nesimi, iyilik. – –

III

yalnızlık neyi besler? : ev bomboş.
saksıların toprağını suyun dilini.
altıçizili sözleri beynin magmasını.
aşk yalnızlıktır onu : kimsesiz olmayı.
şarap vaktini sevişme zamanını.

yalnızlık neyi besler? : ev bomboş.
duyulmayan sesi besler, çıt yok.
metal yorgunluğunu kardeş kireçlenmeyi.
uzak ağlamayı çocukları : iğrenmeyi
borsadan silahtan : ebleh duygudan.

yalnızlık neyi besler? : ev bomboş.
belllek yenilenir : unutmaz, anımsar.
bu harika diyen sesi : yanılsamayı.
yoğunlaşır akıl, düşlem ve ufukla.
kiraz çiçeklerini severim : gençleşirim.

yalnızlıktır bu : bomboş evi besler. – –

Hayati Baki

Güneşin Altında Ölmek

I
Ölüm aramızda geçinip giden
zavallı yıllar gibi
Hem bizimle
hem bizden biri değil
Sanki seninle varoldukça yaşayan bende
Sokağımın yangına ateşle koşan kızı
güzeller güzeli Neslime
İyi bak
kıvamıdır
İyi bak kırmızı şarap renkli akşamlarına
Ben akşamına azbuçuk kalayken
azbuçuk belasıyken başının
Tam zamanıyken
Şiirden ölen bir şairin
son bahanesi gibi
bir bahane bul kendine
Enazından öp beni

II
Bal gibi
aşkın arı kovanına çomak sokulmuştur
Artık çekilen acıdır
Bal gibi acıyla
denizin oğul verme zamanıdır
dalgalar içinde
Dalgalar içinde denizin oğlu
bir gemide miçodur
Ey dalgalar içinde oğlu olan deniz
Ey denizden oğlu olan kara parçası
Ey bahtı kara

Açık denizlerde
bir o yana
bir bu yana
vurgun yemiş
yaralısın

Yaranda süzme bal gibi hüzün
süzme bal gibi hasrettir
İlk dokunuşun ardından
şehvetli bir bityeniği gibi
gittikçe her yanı saran

Sen ey denizin oğlu
deli rüzgâr
batık gemi
İnsan azıya aldı mı gemi
Aşkın gümüşten oltasına takılı
sudan yeni çıkmış balık gibi
güneşin altındayken ölmeli
ölmek yeter mi

Uğur Kaynar

Umutsuz Bir Şarkı

birgün gideceksin buralardan
yaz yağmuru gibi süzüleceksin.

ve ben,
her kuzu kesilişte,
başını yana yıkıp senin
hüzünlenişini göreceğim
ve çam kokan puşiyi sararken başıma sabahları
horon çevirdiğimiz günü anacağım
gözlerim acıyarak.

çıkmam ki ben
çıkmam ki ben sabaha
gün açar mı
gün doğar mı bilmem ki
bir daha.

bir gün gideceksin buralardan
pırıl pırıl ışıklı bir istasyonda
kalkarken yedi onbeş treni
tüm yorgunluğunu unutmuş
elinde ufacık valizin, kitapların
ve göklerle baş başa bırakıp beni…

İbrahim Karaca